Ve Evlilik Emperyalizmi
Geçmişten günümüze kadar,hatta aynı çağda farklı toplum ve bölgelerde yaşayan insanların sahip olduğu kültür,inanç,töre,ideoloji gibi unsurlara göre cinsellik uygulamaları, sınırlama ve özgürlüğü göreceli olmuştur. Kimi topluma göre sapkınlık olan bir davranış biçimi başka bir topluma göre tabii bir eylem olabilmektedir.
Kur’an ın bir yöntemi vardır. Bir şeye “helal” diyor ise, o şeyin nasıl helal olacağını bir daha anlatmaz. Ancak o helal olan şeyde eğer dikkat edilmesi gereken şeyler varsa sadece onlara dikkat çeker. Onları da ayrıca tanımlar. Buna göre güncel konumuz olan cinsellik meselesi de böyledir. Cinsellik helal olduğuna göre, bunun nasıl helal olacağını anlatmasına gerek yoktur. Eğer bu helalliğin içerisinde herhangi bir kısıtlama veya dikkat edilmesi gereken nokta veya noktalar var ise, onları anlatmakla yetinmektedir.
Bizim “evlilik” olarak anladığımız ve bazılarının “akitli birliktelik” dedikleri kadın-erkek ilişkilerini düzenleyen “kurumsal” çerçeve müesses fıkıhta son derece materiyalist bir görünüm arzetmekle birlikte, Kur’an da bu konuda detay yoktur. Herşeyden önce, Allah’ın insan’a daha doğrusu bize yani Beşer’e vermiş olduğu birtakım hususiyetleri göz ardı ederek bizi yani Beşer’i de bir meta haline dönüştüren manada yapısal kurallar, özellikle gelenekselciliğin emperyalist çabalarından başka bir şey değildir.
Bugün bazı şeylere hepimiz itiraz ediyoruz. Itirazlarımızın gerekçesi farklı olsa bile bir vakıadır. Materyalistleri sevmiyoruz ama, müesses kurallarımızın ne kadar materyalist olduğunu görmek de işimize gelmiyor. Sürrealist yaşamaya alışmışız gibi. Her meselede olduğu gibi Cinsellik meselesi de böyle. Özellikle kavramlar üzerinde yoğun bir karmaşa var. Kısaca bir göz atmak gerekirse.
CINSELLIK : Meşrudur, helaldir. Kur’an ın özel olarak tanımladığı “suç” veya “aşırılık” sınırları içine girmediği sürece, herhangi bir kısıtlama getirilemez.
NIKAH : Kur’an da “nikah” cinsel ilişki manasında kullanılmaktadır. Cinsel ilişkiyi meşrulaştırmak değil, cinsel ilişkinin kendisini tanımlamak için kullanılır.
Nikah Akdi : Aralarında cinsel ilişki için bir mani bulunmayanların özgür iradeleriyle birbirlerine söz vermeleri demektir.
Nikah akdinin yazılı olması düşünülemez. Eğer öyle olsaydı Nisa 25 ve Nur 33 te mukatebe edin denmezdi. Demek ki “nikah akdi” yazılı bir anlaşma değildir.
Akit: icap ve kabule dayalı Söz vermek/sözleşmek manasındadır. Yazılı akitlere “anlaşma” (Mukatebe) denir.
Mukatebe : Yazılı anlaşma. Noter huzurunda veya kamu yetkililerinin huzurunda yapılan anlaşmadır. Yazılıdır ve tanıkların huzurunda yapılır. (bakara 282’ye göre)
Zina : “Nikah akdi” bulunan kadının bir başkası ile cinsel ilişki kurmasına denir. Ispat zorunluluğu vardır. Cezası tanımlanmıştır.
FHŞ : Cinsel etik yoksunluğu da dahil olmak üzere her türlü “etik yoksunluğu” demektir.Tanımlanmış ceza ve hukuki çerçeveye göre muamele edilir. Cinsel ilişki kurulamayacak olanlarla cinsel ilişkiye girmek, lezbiyenlik veya homoseksüellik, aleni çirkinlik, aşırılık, şantaj, adaletsizlik, zina, iftira vs. gibi.
Zina “cinsel etik yoksunluğu” dur. Ancak hukuki çerçevesi ayrıca belirlenmiştir. Dolayısıyla FHŞ kavramı içine giren eylemler, hukuk çerçevesi ayrıca belirlenmemiş ise bu durumda FHŞ hükümlerine göre yorumlanır. Eğer özel olarak hukuki çerçevesi belirlenmiş ise, belirlenen bu özel statüye göre değerlendirilmek durumundadır. Zina gibi. “suç” kavramı genişletilemez ve genelleştirilemez.
Mehir : Bu Kur’an ın kullandığı bir kavram değildir. Bize göre kadını “meta” haline getiren bir uygulamadır. Eğer nikah, bir “iş akdi” veya “mülkiyet” içermiyor ise, herhangi bir “bedel” söz konusu değildir. Dolayısıyla “mehir” de nikah için bir şart değildir.
Mehir bir boşanma tazminatı olarak addedilebilir ancak böyle addedilebilmesi için de bir hukuk gereklidir. Yazılı anlaşmalara dayalı nikahta böyle bir husus zikredilmiş ise mümkün olur.
İzin : Nikah “irade ehliyeti”ne sahip olanlar arasında gerçekleşen bir eylemdir. Bu sebeple herhangi bir izne tabi değildir. Eğer nikah “iş akdi” de içeriyor ise, bu durumda kadının “ehli”nin yani “ebeveyn” rızası da aranır. Bunun dışında, üçüncü tarafların “nikah”a karışma veya müdahale etme yetkisi veya hakkı yoktur.
Köle-Cariye : Kendi iradesini kullanma yetkisi bulunmayan, hür olmayan erkek ve kadın anlamındadır. Kur’an da geçen bazı ifadeler özellikle “nikah” bahsi ile ilgili olarak, sıklıkla cariye atfı yapılır.
Ancak, ben hiç Cariye görmedim, Cariyesi olan herhangi birini işitmedim, tanık da olmadım. Bir köle de görmedim, bir cariye veya kölenin neye benzediğini bilmem. Sizlerin de bildiğini sanmıyorum. Öyleyse Kur’an bize olmayan bir varlık üzerinden örnek vermiş olamaz. Bu sebeple konunun, yani “nikah” kavramının böyle bir olguya dayatılması veya kilitlenmesi mümkün olmadığı gibi, bazı ifadelerin mana itibariyle bize hitap ediyor olması da gerekir. Bilmediğimiz ve anlamamız mümkün olmayan bir şey üzerinden hüküm çıkaramayız. Bize göre bundan kastedilen şey “hizmet gören”dir. Nur 33 bunu açıklamaktadır. Orada “mimmâ meleket eymânukum “ ifadesi Köle olarak algılanmakla birlikte ayetin devamında bu durumda olanların “ebeveyn”lerinin rızasını arar. Eğer gerçekte bundan kastedilen şey “köle” olsaydı o zaman ebeveyn değil, sahibinin rızası aranmalıydı.
İfadelerin “cariye” olarak algılanması, bir yandan “nikah” kavramına sınırlama getirilirken, diğer yandan kural dışı yöntemleri meşrulaştırma gayreti anlamına da gelir. Bize göre doğru değildir. (Müesses anlayış açısından)
Nikah’ta Şahit: Eğer Nikah, özel bir anlaşmaya dayanmıyor ise, şahit de söz konusu değildir. Mukatebe edilen bir uygulama ile nikah gerçekleşiyor ise, bu durumda sözleşme hükümleri gereğince şahitler huzurunda yapılmalı, kanıtlanabilir olmalıdır.
Nikah’ta bildirim zorunluluğu: Eğer “rızalaşılmış” bir nikah söz konusu ise, herhangi bir bildirim zorunluluğu yoktur. (Nisa 24’te olduğu gibi) Eğer nikah, özel bir anlaşmaya dayanıyor ise, yani mukatebe edilmiş bir anlaşmaya dayanıyor ise, bu durum zaten kamu tarafından denetlendiği için ilave bir bildirim de gerekli değildir. (Nisa 25 ve Nur 32-33 te olduğu gibi)
Niçin “nikahlanın” değil de “nikahlayın” diyor (Nisa 25, Nur 32-33) : Çünkü Özel bir anlaşma söz konusudur ve bu anlaşmaların denetlenmesi gerekir. Doğal olarak bu görev kamuya verilmiştir. Yani, “iş akdi” veya “mal”a dayalı bir ilişki söz konusudur. Dolayısıyla bu hükümlerin tescili gerekir.
Boşanma ayetlerindeki hükümler, “nikah” için uygulanabilecek olan özel anlaşmaları referans alır. Mesela: Talak suresi 1 ve 2. “Ey Nebi” diye başlayarak boşanmadan söz eder. Yani “EY YEREL ÖRFÜN BAŞI, EY KAMU SORUMLUSU” demektedir. Ve “Bunların anlaşmasını sen yaptın, o halde şimdi bu anlaşmaya göre aralarındaki problemi çöz” anlamına gelir. Dolayısıyla şahitlerin huzurunda yapılması kaçınılmaz olur. Çünkü özel bir anlaşma vardır (nisa 25 veya Nur 33 gereği) ve bu anlaşmadan doğan yükümlülüklerin ihlal edilen kısmının tesbiti ve isbatı gerekir. Ancak bu, özel anlaşma içeren durumlarda geçerlidir. Bu düzenleme, “Nikah” için “Şahit” manasına gelmez. Bu sebeple biz “nikah akdinin ibrazına gerek yoktur” demiştik.
Ancak, “Kimseyi sokağa atmadan” yapmak gerektiği de açıkça ortadadır. Çünkü Ayet, iddet bekleme süresinde evlerinden çıkarılamayacaklarını da ifade eder. Nisa 35 te de benzer bir durum vardır. Ayet INSANLAR’a hitap etmektedir, yani kamuya. Aslolan anlaşmanın sürdürülebilir olmasıdır. Fahşiyat, anlaşma hükümlerinin geçersiz olması için bir neden kabul edilmektedir.
Boşanmada nafaka, Eğer taraflara ait bir çocuk varsa “velayet” hukuku çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Bu husus “nikah” ile ilgili değildir. Dolayısıyla Nafaka gerekçesiyle Nikah akdinin tescili talep edilemez. (Eğer taraflar talep etmiyorlar ise)
Maruf, yani örfi mevzuat, ancak ve ancak yazılı sözleşmelerin, yani özel hükümler içeren yazılı anlaşmaya dayalı nikah akdinin düzenlenmesi anlamındadır. Bu husus önceden düzenlenebilir ve taraflar bu düzenlemelere göre anlaşmalarını yapabilirler. Ancak bu tamamen örfi tercihtir ve çerçevesi de ancak “Özel Hükümler”i düzenleyen Nisa 25 ve Nur 33 kapsamındaki sözleşmeler için olabilir. Nikah alanını daraltan düzenlemeler olamaz. Bakara 232, nikah alanının daraltılamayacağını da kanıtlamaktadır.
Bakara 235’te “nisa” kelimesi atıflı gelmektedir. Yani taraflar boşanmış olsalar bile, sözleşmenin hükümleri henüz sona ermemiştir. Bu nedenle “nisa” kelimesi atfedilmiştir. Ancak önemli bir durum da vardır: Anlaşmanın hükümleri hala geçerliliğini koruyor olmakla birlikte, bu durum bir başka nikah konuşmaya engel değildir. Ancak geleceğe matuf bir nikah akdine azmetmenin mümkün olmayacağına vurgu yapılmaktadır. Çünkü o nikah akdinin gerçekleşmeme ihtimali vardır. Yani bir anlaşmanın hükümleri tamamiyle sona ermeden bir başka anlaşma yapılamaz. Ancak bu durum romantizme de engel değildir.
Nur 33’te nikahlanmaktan söz etmesine rağmen niçin ayrıca yazılı bir anlaşmadan bahsedildiği üzerinde düşünmek gerek. Bizim açımızdan, geleneksel anlayış çerçevesinde “nikah” kavramına getirilen kısıtlamalar ve özellikle ceza uygulamalarının genişletilmesi çabaları, materyalist nikah radikalizminden başka bir şey değildir. Bu benim tanımımdır, başkası başka türlü tanımlar veya düşünür.
Vesselam