Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DIN FAKTÖRÜ
1.04.2012
6558 Okunma, 11 Yorum

“DIN” Faktörü ve Yetkiler

 

Toplu halde, belirli düzen ve kurallara uyarak yaşama, sadece insana mahsus bir kabiliyet ve ihtiyaç olmayıp bütün canlılar için söz konusudur. Buna rağmen sosyal hayata en yatkın olan ve buna en çok ihtiyacı bulunan varlığın da insan olduğu açıktır.

 

Ne var ki “din” sadece “ibadet ve ahlak”tan ibaret değildir. Kur’an, öz değerleri itibariyle “iyi insan” ortaya çıkarmayı hedefler. Kendi ölçülerinde insanların meydana getirdiği bir toplum ve devletin de en anlamlı bir devlet olacağı öngörür. Bu öngörüsünü hayatın her alanına yayarak işlerlik kazandırmayı amaçlar.

 

Klasik anlayışa göre İslam, birey ve toplumun, dini, ilmi, içtimai, idari siyasi, iktisadi ve ailevi hayatına yön veren bir dindir. İslam, hem din, hem hukuk, hem ahlak ve hem de denetimdir. Buna göre, topluluğun kurallara tabi olmaları, itaatkar olmaları ve herkesin aynı ideal etrafında birleşmeleri öngörülür. Bu ideal, “iman” esaslarıdır. Buna göre, “Din” kurumsal olarak devlete/düzene hakim olmalıdır.

 

Ancak Kur’an diğer din mensuplarını da ve başkalarını da Müslümanlarla bir araya getirerek barışa dayalı yepyeni bir devlet anlayışı ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda pozitif değişimin ve ıslahın odağına kendini koyabilmiş insan, evrensel değerlere açık hale gelmiş demektir. Mutlak doğrunun her zaman arkasında olan insan kendi benliğinin zaaflarını minimize etmeye çalıştığı gibi çevresinden gelen yanıltıcı dürtü ve tesirlere de objektif bakmaya gayret eder. Kur’an, “biz babalarımızı bu yolda bulduk” diyerek doğruya ve hakka iltifat etmeyenlere “peki ya babalarınız yanlış yoldaysa ne olacak” sorusunu sorar. Kısaca Kur’an ın “iyi insan, iyi vatandaş ve iyi dünya sakini” oluşturmayı hedeflediği rahatlıkla söylenebilir. Bu insanların içinde yaşadığı toplum, devlet ve dünyada huzurlu, güvenli ve mutlu olacaktır.

 

Bu çerçevede Kur’an bir “Devlet düzeni” ortaya koymaz. Buna karşılık “prensipler düzeni” ortaya koyar. Buna göre, Seçim, Özgürlükler, Insan hakları, Hukukun Üstünlüğü, Düşünce özgürlüğü gibi ölçülere uyan devlet anlayışı kur’an anlayışıdır. Bireylerin yaşam tarzlarını, düşünme biçimlerini, bireysel hukukunu düzenlemek veya sınırlamalar getirmek her şeyden önce özgürlüklerin ihlali anlamına gelmektedir. Toplumda form ve şekil uygulamak ve toplumu bir kalıba sokmak Resulullah öncesi toplumlarda vardı. Kur’an ile bunlar ortadan kaldırılmıştır. Her şeyden önce, Kur’an kuvvet toplumu değil, hukuk toplumu önermektedir.

 

Eğer Kur’an ın anlayışı böyle ise, Din devletin neresindedir? Bunun için bazı temel prensiplere göz atmak gerekir:

  1. Kur’an “çoklu hukuk” sistemini benimser (Maide 43)

Buna göre, her insan tabi olduğu hukuka göre değerlendirilir. Yani her insan kendi “inançları” ile vardır. Eğer Yahudiler ve Hırıstiyanlar ve diğerleri, kendi kitaplarına göre değerlendirilecek ise, Devlet düzeninde Hangi Din hakim olacaktır? (Ancak ayetten farklı görüşlere sahip olanların başka bölgelerde olması gerektiğine dair bir anlam çıkaramıyoruz)

 

  1. Temel hak ve özgürlükleri esas alır  

-Hürriyet hakkı (insan 3)

-Yaşama hakkı (maide 32, En’am 164),

-barınma/yerleşme hakkı (Araf 10, 24, Nahl 80, Bakara 125-126,),

-Güvenlik hakkı (Tevbe 6, Hicr 46, Fetih 4,)

-Nefsi-i müdafaa/korunma hakkı (Nisa 148),

-Eşitlik hakkı (Hucurat 10, 13),

-Kişilik/kimlik hakkı (Hucurat, 11, 12, Nur 37),

-Seçme ve seçilme hakkı (al-i İmran 159, şura 38),

-Çalışma hakkı (Furkan 47, Kassas 24, Sebe 13, Al-i İmran 195)

-Sağlık hakkı (Şuara 80, Nahl 69, İsra 82)

-Sosyal güvenlik hakkı (Fetih 17)

-Eğitim hakkı (bakara 31-32, Alak 1-5, Zümer 9, Araf 199, Tahrim 6, Mucadele 11, Taha 114)

-Mülkiyet hakkı (Bakara 188, Nisa 29, enbiya 103, Araf 27)

-inanma hakkı (bakara 256)

-Hukuku seçme hakkı (kafirun 6, Bakra 213, 256, Kehf 18,29)

-Adil yargılanma hakkı (maide 8-42, Nisa 58-135, Sad 26, Şura 15,

 

“Temel insan hakları” başlığı altında toplayabileceğimiz bu haklar bütün insanlar içindir. Devlet bu haklara müdahale edemez. Ortadan kaldıramaz veya değiştiremez. Veya topluluğu oluşturanların bir kesimine bu hakları verip, diğer kesiminde kısıtlamaya gidemez. Böyle olunca Devlet organizasyonu bütün bunların altında bir kurum haline gelir.

 

  1. Kur’an insanlar arasında “eşitlik” ilkesini benimser

Insan, Yaratıcı’nın yeryüzündeki “Halife”sidir. (Yunus 14, En’am 165, Bakara 30) Farklı yeteneklerde olmakla birlikte aralarında herhangi bir fark yoktur. (Sad 26).  

 

Buna göre bütün insanlar “hür, haysiyet sahibi ve haklar bakımından eşit doğarlar”.  Bütün insanlar “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir ideoloji, etnik veya sosyal statü, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin” eşit kabul edilmelidirler. (Hucurat 13)

 

Doğuştan sonra insanın kazandığı veya içinde bulunduğu sosyolojik farklılıklar, fizyolojik farklılıklar hiçbir surette “Eşitlik” çerçevesini değiştirmeye veya bozmaya yetmez. Üstünlük ancak “sevgi/gönül bağı” iledir.

 

Buna göre, insanları hangi inanç sistemine göre değerlendirip, bu sisteme göre bir devlet anlayışı geliştirilebilir?

 

Esasen Kur’an bir devlet düzenini değil, devlet düzenindeki temel prensipleri ortaya koyar. Bu manada Bütün esaslar (Anayasa ve yasalar) bu temel prensiplere göre düzenlenir. Bunlar aynı zamanda “Doğal Prensipler” dir ve insanlığın çatısını oluşturur. Eğer bu prensiplere göre bir düzen ortaya konuluyorsa “Din devlet yapısının her yerindedir”. Ancak zaten “Din, devlet üstü ve insanlık içindir”. (Din kelimesini klasik anlamda kullanıyoruz)

 

Kur’an ın ortaya koyduğu çerçeve anlaşılmadığı zaman, “Din” faktörünün devlet mekanizmaları içinde belirleyici bir kurum olarak yer alması gerektiği zannedilir. Ancak bize göre durum böyle değildir zaten Kur’an ın anlayışı da böyle değildir. Devlet prensiplere göre var olur. Dinleri veya insanları dizayn etmek/yön vermek devletin işi değildir. Her ikisi de mecrasında gelişmek ve ilerlemek zorundadır.

 

Elbette insanların bu manada ihtiyaçlarının giderilmesi veya “özel kuralların” geliştirilmesi, anlaşılması için mekanizmaların da olması gerekir. Bu çerçevede her gurup kendi yapılanmasını yaparlar. Bize göre bu yapılanma bilimsel platformda olmalıdır. Topluluk içinde oluşan inanç guruplarının kendi aralarında üst yapılar meydana getirerek Üniversiteler, akademiler vs. gibi bilimsel bir platformda tartışılabilir/geliştirilebilir. Böylece hem özel metinlerin (Kutsal kitaplar) bilimsel olarak anlaşılması imkanı ortaya çıkar, hem de devlet mekanizması içinde kendisine yer edinmiş olur. Böylece belirleyicilik sadece özgürlükler alanında sınırlı kalmış olacaktır.

 

Kısaca, din faktörü doğrudan devlet mekanizmasının içinde var olamaz. Devlet belli bir “din” anlayışı içerisinde oluşturulamaz. Her anlayışa ve inanışa eşit mesafede, insan esaslı olmak zorundadır. Devletin içerisine “Din Kurumu” yerleştirmek, devletin tarafsızlığını ortadan kaldıracağı gibi, kilise benzeri bir yapı ortaya çıkaracaktır. Devlet ruhbanlaşmış olur.

 

Öte yandan, devlet mekanizması içerisinde karar yöntemleri ile ilgili olarak “mutlak ittifak” şartı rasyonel bir yaklaşım değildir. Aynı inancı paylaşan iki insan arasında bile mutlak bir ittifaktan söz etmek mümkün değildir. Bu son derece ütopik bir yaklaşımdır. Ancak insanlar asgari müştereklerde uzlaşabilirler ve uzlaştıkları noktadan hareket ederek kurallar ortaya koyabilirler. Uzlaşı ise “Mutlak ittifak” değildir.  

Devlet “Ticari bir Organizasyon” veya “işletme” değildir.  Ticari işbirlikleri mutlak ittifaka dayalı sözleşmelerle gerçekleşir. Cünkü burada tarafların ortak çıkarları söz konusudur ve yapılacak iş bellidir. Oysa Devlet yapısı içerisinde insanların aynı ortak çıkar etrafında toplanmaları mümkün değildir. Değişik sosyal gurupların ihtiyaçları ve beklentileri de değişik olacaktır.

 

Zaten, yasama erki yani meclisi oluşturan mekanizma içerisinde komisyonlar, klasik anlayışa göre şuralardır. Ancak bu yapılanma bağımsız örgütlenme veya kendi başına karar alma mekanizması şeklinde değil, topluluğun uzlaşı prensibine göre olmalıdır. Elbette yasalar oluşturulurken ilgili gurupların inisiyatifleri önemli olmalıdır fakat bu yeterli değildir, normlar topluluğun diğer kesimleri için de “kabul edilebilir olmalıdır”. Bu aynı zamanda otokontrol mekanizması anlamına da gelecektir. Yani, bir gurubun diğer bir gurup üzerine tahakküm olasılığını da ortadan kaldıracaktır.

 

Mesleki gurupların veya komisyonların yürütme üzerindeki etkisi ancak “yasa” düzeyinde olabilir. Çünkü yürütmenin başı, yani başkan “Yasalar ile bağlıdır”.  Temel bir noktanın algılanmasında da zannediyorum önemli bir hata yapılmaktadır: Devlet düzeni “Prensipler”e göre oluşturulduğuna göre, yani Kur’an ın ortaya koyduğu kurallar çerçevesinde bir düzen oluştu ise, topluluğun yapması gereken beşeri ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli olan kuralları belirlemek veya ihtiyaçlara çözüm üretmektir. Doğal olarak bu süreç devleti ve mekanizmayı oluşturan kurallardan bağımsız değildir. Bütün faaliyetler bu temel esaslar çerçevesinde yapılmalıdır.

 

Yasama meclisi, “siyisal veya ideolojik” sıfatlardan kurtarıldığı zaman, burada alınacak kararların toplumun bir bölümünün diğer bölümüne tahakkümü olarak değerlendirilemez. Yani böyle bir mecliste karara karşı çıkanlar ile kabul edenlerin topluluğun spesifik kesimlerini temsil etmeleri düşünülemez. İttifak şartı komisyonlarda aranabilir ancak bize göre bu da gerekli değildir. Çünkü bir kural teklif edildiğinde diğer komisyonların da asgari müşterekte uzlaşı ve uygunluğuna onay veriyor olmaları gerekir.  Elbette kişilerin kendi dünya görüşleri ve tercihleri olacaktır. Ancak “objektif” kriterlere göre hareket etmek zorunluluğu vardır. Bu kriterler de zaten devletin temelini oluşturan ve Kur’an ın ortaya koyduğu kriterlerdir.

 

Devletin görevi insanı dizayn etmek değildir. Devlet sadece ortak alanlardaki prensipleri belirleyebilir. Kaldı ki Anayasa “doğal kuralları” ortaya koyar. Bu kurallar Kur’an ın esaslarıdır. Dolayısıyla burada bir yorum ihtiyacı da yoktur ve meclisin yorum yapması değil, etkin çözüm noktası haline dönüşmesi sağlanmış olur.

 

Yürütme mekanizmasi ile ilgili de yaklaşımlar değişmektedir. Başkan yürütmenin başıdır, uygulayıcıdır. Hizmetin başıdır. Kime hizmet edecektir? Topluluğa hizmet edecektir. Nasıl? Yasalar çerçevesinde. Elbette bu çerçevede kararlar alıp uygulayacaktır. Aldığı kararlardan ve uygulamalardan sorumlu olacaktır. Ancak başkanın “Yasa koyma” yetkisi düşünülemez. Aksi halde topluluğun oluşturduğu kuralların bir anlamı kalmaz. Yürütme “yargıç” da değildir. Yargı bir mekanizma olarak zaten vardır. Herhalde yargının mekanizmasını bu manada tartışmak anlamsız ve gereksizdir. Başkan eğer “yasa koyucu” ise, toplumsal sözleşmeleri de düzenleyebiliyor demektir. Modern manada totaliter uygulamalarda da büyük ölçüde böyledir. Bir meclis vardır ama başkanın istediği yasaları yapar, yani başkanın onay meclisidir. Özgürlüklerden söz edilemez.

 

Yürütmenin ayrıca bir meclisi olmalı mıdır? Olabilir, ancak bu “yasa koyma” yetkisinde bir meclis olamaz. Teknik danışmanlık düzeyinde olabilir. Yani bir bilim kurulu olabilir. Toplumun her kesiminden uzmanlardan oluşabilir. Yasalar çerçevesinde karar almak ve uygulamak başka bir şeydir, “yasa koymak” başka bir şeydir.

 

Aynı hassasiyet yargı için de geçerlidir. Yargıçların devlet tarafından destekleniyor olması, devletin sosyal sorumluluğu sebebiyledir. Ancak yargıçlar atanan memurlar değildir. Savcı başkadır Yargıç başkadır. Savcıların devlet tarafından atanıyor olmaları yargı üzerinde bir etki oluşturmaz. Çünkü savcının yargılama yetkisi yoktur. Çoklu hukuk uygulamalarında da uzman yargı mekanizması gereklidir. Yargıçlar bu yüzden uzman olmalıdırlar. Bireyler kendi yargıçlarını seçerlerken, kendi hukuklarına göre seçerler. Ama hepsinin ortak uzlaşı ve karar noktası olması gerekir.

 

Kur’an da hakemlik, bilinen manada “tahkim” olarak vardır. Yani, yargı öncesi, kişiler veya guruplar arasındaki ihtilafların giderilmesinde bir yöntem olarak benimsenmektedir. Modern anlamda Tahkim, özellikle ticari faaliyetlerden dolayı ortaya çıkan ihtilafların ortadan kaldırılması amacıyla uygulanmaktadır. Kararları bağlayıcı olmakla birlikte uyulmadığı zaman “müeyyide” öngörmez. Kur’an ın anlayışı da budur. Tahkim kararlarına uyulmadığında nihai olarak “Yargı” devreye girer ve “müeyyide” burada ortaya çıkar. Kur’an bu konuda “kist” ve “hakem” kavramlarını kullanarak detaylı bilgi vermektedir.

 

Sizlerin ortaya koyduğu sistem ise Ticari bir işletmeye benzemektedir. Bilindiği gibi, bir işletmede, işletmenin sahibi veya yönetim kurulu başkanı veya genel müdür vardır. Çalışanlar veya personel işletme adına bu kişilerle sözleşme yapar ve bu sözleşmeye dayanarak iş akdi gerçekleşmiş olur. Ondan sonra işletmenin koyduğu kurallar çerçevesinde her iki tarafın da kabul ettiği şekilde faaliyet sürdürülür. Her iki taraf da diledikleri zaman sözleşmeyi feshedebilir. Varsa tazmin edilecek müeyyideler de yerine getirilerek elbette.

 

Sizlerin Bucak tanımlamanız da bunun gibidir. Herkes başkanla sözleşme yapar, başkan seçilmiş değil, kendiliğinden başkandır çünkü sözleşmeyi hazırlayan odur. Böyle olunca otomatik olarak başkan yetki sahibi olur. Kural koyucu olur. Şirketler de böyledir. Yeni bir kural konduğu zaman çalışan beğenmediyse sözleşmeyi fesheder ve şirketten ayrılır veya kurallara uymayan olursa şirket sözleşmesini fesheder ve işine son verir. Bucak başkanı da aynı yetkiye sahiptir. Yeni bir kural karşısında kabul etmeyenler sözleşmelerini feshederler ve bucaktan ayrılmak zorunda kalırlar veya başkan onların sözleşmelerini fesheder ve bucaktan ayrılmalarını ister. Elbette bu da bir yöntemdir, kabul edenler ve sisteme uyanlar olduğu sürece uygulanabilir. Denenebilir.

 

Aslında bu yöntem Gelecekteki Sistemler (Systematics of The Future-STF) üzerinde çalışanların da hakkında kafa yordukları bir yöntemdir. Çünkü gelecekte insanların gereğinden fazla özgürleşmeleri halinde kontrol edilemez olacakları ve dolayısıyla toplumsal hayatın biteceği varsayılmaktadır. Bu nedenle yaşamın sürdürülebilir olabilmesi için sistemlerin tıpkı bir şirket gibi olması gerektiği düşünülmektedir. Devlet küçültülmeli ve yerelleştirilmelidir. Aslında ortada fiilen bir devlet de yoktur. Yani geleceğin insan guruplarının Toplum değil Topluluk olacağı varsayılmaktadır. Yani geleceğin dünyasında sosyal çevre bir alegori (kinaye) ve insan da ironiye yönelmiş (imişcesine davranan) bir varlık olacaktır. Bu durum bireyleri birbirinden bağımsız hale getirecek, bir çeşit atomize bireyler haline dönüştürecektir. Görecelilik,  bireyleri özgür kılıyor gibi görünse de, bilgisizlikten dolayı bilmeme veya algıdan ötesine gerek duymama eğiliminden hareket ederek aslında herkesin kendine göre bir gerçeklik dünyası inşa etmesi anlamına geliyor.  Başka bir ifade ile tümellik yerine göreceli genellik.

 

Ancak benim bakış açım, ortaya konulan teoriyi eleştirmek değildir. Bu faraziyeler arasındaki bir diyalog olarak algılanabilir. Mutlaka herkes teorisini kendi içerisinde ispatlamıştır. Uygulamaları görülmeden kabul veya reddetmek için bir sebep yoktur. Benim eleştirilerim ancak Kur’an ile olan irtibatlarında olabilir. Teorinin kendisini eleştirmek gibi bir yaklaşım söz konusu değildir.

 

Drucker'e göre "eğitimli insan" önceki toplumlarda bir süstür. Ama bilgi toplumunda toplumun bir simgesi ve örnek tipidir. İşte bu örnek insanı yetiştirecek eğitim ekonomiyi ateşleyecek ama bunu "ürünü" yani eğitimli insanı yoluyla yapacaktır. Bu anlamda bilginin tek yönlü bir eğitimle şekillenmesi korku ve endişesini de dile getiren düşünür, "bilgi toplumunda eğitim bir yandan da "erdem"aşılamak zorundadır" der. İyi bir yaklaşım gibi geliyor bana.

 

Vesselam.

 

 

 


YorumcuYorum
Cüneyt Özcan
02.04.2012
09:18

Sam bey, sizin belirttiğiniz şekilde Kur'an-düzen ilişkisi olmadığını düşünürsek "Din afyondur" demektir. İnsanları itaatkar mankurtlara dönüştürmek Allah'ın hedefi olamayacağı gibi insaf sahibi bir insanın da kabul edemeyeceği bir köleleştirme sistemidir. Benim düşüncem Allah bunu isteseydi bozgunculuk çıkaracak insanı yaratmazdı.

Bu haliyle özgürlüklerin başkalarının özgürlüklerini kısıtlamayacağı ve insanların barış(silm) içinde yaşayabileceği sistemlerin geliştirilmesi şart. Bu da ancak Peygamberimizin yol gösterdiği şekilde bucak(kanton) sistemiyle mümkün.

O yüzden din=düzen şeklinde Kur-an'ı yorumlamalı ve bu düzenin nasıl oluşturulacağını da Kur-an'dan istidlal etmeliyiz.

Bunun dışındaki düzenlerin kuvveti üstün tutan düzenler olarak tezahür ettiğini insanlık yüzyıllarca müşahade etti zaten öyle değil mi?

Sam Adian
02.04.2012
10:23

Sayın Özcan

Bizim ifade ettiğimiz şudur: Kur’an yapısal olarak bir devlet düzeni ortaya koymaz. Sadece bir düzenin meydana getirilmesi için (Devlet) Prensipleri ortaya koyar. Yani Kur’an ın ortaya koyduğu prensiplere uyan her düzen Kur’an düzenidir.

Peygamberin Bucak düzeni kurduğunu nereden çıkarıyorsunuz? (bu ifadenizi anlayamadım) Medine sözleşmesi bir federasyon idi. Sonra gelenler de federatif yapıyı korudular ancak Aişe’nin de taraf olduğu savaşları iyi tahlil etmek gerekir. Merkeziyetçi bir yapısı vardı. Kur’an ın prensiplerine uyan sistemler özgürlükçü olmak zorundadırlar. İtaatkar “raina” toplulukları oluşturan düzenler olamaz.

Kur’an dan istidlal edilebilecek şey prensiplerdir. Biz bu prensiplere göre bir düzen kurarız. Kur’an kuvveti değil, hukuku üstün tutar. Özgürlükleri üstün tutar. Insanların yaptığı hatalar Kur’an ın hataları değildir.

Saygılar

Süleyman Karagülle
03.04.2012
18:42

Cüneyt Özcan - Sam bey, sizin belirttiğiniz şekilde Kur'an-düzen ilişkisi olmadığını düşünürsek "Din afyondur" demektir. İnsanları itaatkar mankurtlara dönüştürmek Allah'ın hedefi olamayacağı gibi insaf sahibi bir insanın da kabul edemeyeceği bir köleleştirme sistemidir. Benim düşüncem Allah bunu isteseydi bozgunculuk çıkaracak insanı yaratmazdı. Sam Adiyan- Bizim ifade ettiğimiz şudur: Kur’an yapısal olarak bir devlet düzeni ortaya koymaz. Sadece bir düzenin meydana getirilmesi için (Devlet) Prensipleri ortaya koyar. Yani Kur’an ın ortaya koyduğu prensiplere uyan her düzen Kur’an düzenidir. Süleyman Karagülle- Kuran yalnız klasik anlamda din kitabı değildir. Kuran din kitabıdır, ilim kitabıdır, ekonomi kitabıdır, yönetim kitabıdır. Allahın yeryüzündeki tüm konularda hükümlerini içeren kitaptır. Kişi vardır topluluk vardır. Kuran’da kişiye ait hükümler vardır. Topluluk ona karışmaz. Topluluğa ait hükümler vardır. Kişiler birbirine dayatamazlar. Kurandaki hükümler ihtiyaridir. İsteyen kabul eder cennete gider, isteyen kabul etmez cehenneme gider. Topluluk insanların serbest sözleşmeleri ile oluşur. Topluluk Allah’ın halifesidir. Onun da fertlere dayatma yetkisi yoktur. İsteyen istediği topluluğa katılır onun cennetinden yararlanır, isteyen istediği zaman ayrılır onun cennetinden mahrum olur. Topluluğa katıldığında o topluluğun kurallarına uymak zorundadır. Cüneyt Özcan - Bu haliyle özgürlüklerin başkalarının özgürlüklerini kısıtlamayacağı ve insanların barış(silm) içinde yaşayabileceği sistemlerin geliştirilmesi şart. Bu da ancak Peygamberimizin yol gösterdiği şekilde bucak(kanton) sistemiyle mümkün. Sam Adiyan - Peygamberin Bucak düzeni kurduğunu nereden çıkarıyorsunuz? (bu ifadenizi anlayamadım) Medine sözleşmesi bir federasyon idi. Sonra gelenler de federatif yapıyı korudular ancak Aişe’nin de taraf olduğu savaşları iyi tahlil etmek gerekir. Merkeziyetçi bir yapısı vardı. Kur’an ın prensiplerine uyan sistemler özgürlükçü olmak zorundadırlar. İtaatkar “raina” toplulukları oluşturan düzenler olamaz. Süleyman Karagülle - Peygamber, Müslüman olan kabilelerin iç düzenlerini bozmamış, yöneticileri değiştirmemiştir. Sadece Bölgelere (yemene) vali tayin etmiştir. Kuranda sen Arap aşiretini inzar et deniyor. Kavmi inzar et denmektedir. Demek ki yerinden yönetim esastır. Özel hukukta serbest sözleşmelerle oluşan mezhepler oluşacak, kamu hukukunda ise yerel icmalarla oluşacak bucaklarla (her gün birbirleri karşılaşıp birbirlerini tanıyanlardan oluşan kabileler) birlik ve özgürlük sağlanacaktır. İçtihat ve icma dışı hiç bir dayatmacı güç hâkim olmayacaktır. Bununla beraber Kuran ekseriyet sistemini yasaklamıyor. İsteyenler bucaklarını ona göre kursunlar. Ama başka bucaklara dayatmasınlar, diyor. Cüneyt Özcan - O yüzden din=düzen şeklinde Kur-an'ı yorumlamalı ve bu düzenin nasıl oluşturulacağını da Kur-an'dan istidlal etmeliyiz. Bunun dışındaki düzenlerin kuvveti üstün tutan düzenler olarak tezahür ettiğini insanlık yüzyıllarca müşahade etti zaten öyle değil mi? Sam Adiyan - Kur’an dan istidlal edilebilecek şey prensiplerdir. Biz bu prensiplere göre bir düzen kurarız. Kur’an kuvveti değil, hukuku üstün tutar. Özgürlükleri üstün tutar. Insanların yaptığı hatalar Kur’an ın hataları değildir. Süleyman Karagülle - Kuran insanlığa Adil Düzen'i getirmiştir. Bunu insanlara dayatmamıştır. İsteyenler kabul eder cennete gider, isteyenler kabul etmez cehenneme gider. Topluluğun kişilere Kuran’ı veya kapitalizmi veya sosyalizmi dayatma yetkisi yoktur. İnsanların bu özgürlüğünü koruma görevi de Kuran ehline verilmiştir. Kuran’a inananlar devleti kurarlar. Bu devlet dayatmacı olmaz, özgürlükçü olur. İnsanlığın güvenliğini ve özgürlüğünü sağlar. Bu devletin vatandaşı olup olmama da insanlara verilen özgürlüktür. İsteyenler kendi bucaklarında veya illerinde devletin korumasına girmeyebilirler. Devletin dışına da çıkabilirler. İslam devletinin dört kuvveti vardır. Yasama sözleşmelerden oluşur. Yürütme herkes kendi içtihadı ile yasaları yorumlar ve uygular. Mağdur olanlar hakemlerden oluşmuş yargıya giderler. Hakem kararlarını yönetim uygular. İslam devletinde isteyenler nöbetli olup fiilen devlet içinde görev alırlar. İsteyenler de bedelli olup bedenen yönetime yani hakem kararlarını uygulamaya katılmazlar. Yasamayı ilmi sosyal gruplar, yürütmeyi mesleki sosyal gruplar, yargıyı ahlaki sosyal gruplar, yönetmeyi de siyasi sosyal gruplar yüklenirler. Kuran düzeni budur. Ehli sünnetin anladığı Kuran düzeni budur.

hakansarilar
03.04.2012
22:47

Ben Adil Düzeni Kuranî prensiplerden hareketle oluşturulmuş, insanî bir düzen olarak algılıyor ve bu ölçüde saygı duyuyorum. Fakat asla Allah'ın Kuran yoluyla insanlara önerdiği tek alternatif olarak görmüyorum. Hele hele uyarsın cennete gidersin uymazsın cehenneme gidersin gibi bir yaklaşımı dehşetle okuyorum. Bu yaklaşım Adil Düzen başarısız olursa Allah (haşa) başarısız olacak gibi bir yola götürür ki; çok değer verdiğim üstadın bu konuya açıklık getirmesini istirham ediyorum.

hakansarilar
04.04.2012
23:52

Cengiz bey yaklaşımnızı çok fazla modernist buluyorum. Bu haliyle laikçilerden hiç bir farkı da yok. Kuran'dan anladığını uygulamaya geçirmek için cehd etmek her müslümanın en başta gelen görevidir. Fakat "benim anladığımın dışında kalanlar yanlıştır, cehdini kendi anladığı yönde gösterenler benden farklı bir sonuca ulaştığı için cehenneme gidecektir nokta" anlayışı, 19. yüzyılda batılıların düştüğü doğru tektir, yanlış çoktur akletmek dediğimiz her önüne gelenin akletmesi değildir. Total akıl herşeyin üstündedir" anlayışının, İslam coğrafyasındaki yansımasıdır. 19. yüzyıl Aydınlanmacıları bu yaklaşımla dünyanın başına Komünizm ve Kapitalizm belalarını açtılar. Şimdi işin içinden çıkamıyorlar. Toplam insanlık birikiminin geldiği aşama doğrunun birden fazla olabileceği anlayışıdır. Bu anlayış müslümanların bilimsel altın çağında egemen olan anlayıştır. Çünkü insandır söz konusu olan. Hüseyin beyin son makalesinde bahsi geçen altı ögeden müteşekkil olan insan... Bu terkib; yani yaradılmışların üstüne Allah'ın halifesi olarak gelen insan, tekil olarak insan diğeriyle hiçbir zaman aynı değildir. Hal böyleyken topluluk oluşturmanın ve devlet kurmanın tek bir yöntemi olabilir mi? Yani devir değişir insan değişir, insan değişir topluluk değişir, devlet değişir. Müslümanların bir kısmının cehenneme gitme isteğine anlayış gösterir, kendi bucaklarında kendi hallerine bırakırız anlayışındaki kibri anlamaya ve düşünmeye davet ediyorum. Ben kişisel olarak, düzenlerden daha önemli olanın insan olduğunu düşünüyorum. Eğer olgun insan yoksa her düzen bir müddet sonra kaba kuvvet, imtiyaz ve menfaat doğurur. Bakınız peygamber efendimiz bir düzen kurdu fakat "dört seçkin"den sonra eski düzen, kaldığı yerden süreci kontrol altına aldı. Peygamber efendimiz Arabistan'da "çağrı"sını yapmasaydı, orada düzen eskisi gibi devam etseydi, başkan kim olacaktı: Muaviye...

hakansarilar
07.04.2012
02:53

Cengiz bey, evet aslında farklı yollardan benzer düşüncelerdir bunlar, katılmadığım sadece aşağıdaki gibi kesin inançlardır:

Biz onun için çok eminiz ifadelerimizden. ona karşı çıkan diyoruz cehennemdedir.

Ben böyle bir yargı içeren cümle yazmayı aklıma getirdiğimde tir tir titriyorum.

Modernist'ten ne anladığıma açıklık getireyim. Bunun için kısa bir hatırlatma yapacağım:

Modernizm; insan gelişiminin bir aşamasında, kendinden önceki dönemin yığdığı problemleri çözmek üzere geliştirilmiş yöntemlerle, hayatı yönetme ve biçimlendirme tarzıdır. O hangi aşamadır: İnsan uygarlığı 622'den başlamak üzere yaklaşık 1000 yıl Müslümanların lokomotifliğinde gelişmişti. Bunun ilk 500 yılı sürekli ilerlemeyle oldu. Sonra durağanlaştı, sonra üretkenliği kayboldu. Batı bu süre zarfında daha çok gözlemciydi. Teslis ile tahrif edilmiş ve rayından çıkarılmış Hıristiyanlığın ruhbanlar eliyle topluma dayatıldığı hür düşüncenin önünün kapatıldığı bir dönemdi bu... Dünya hayatı büsbütün önemsizleştiriliyor, insanlar kiliselere kaydedilerek zapturabt altına alınıyordu. İlginçtir, papazlar o yıllarda İslam'ı eleştirirken, "cinsel ilişkinin birden çok kadınla özgürce yapıldığı, zevk ve sefanın önerildiği bir şeytan düzeni" olarak tanımlıyorlardı. Yerel iktidarlar kilise karşısında diz çökmeye zorlanıyordu. Ayrıntıları hepimiz biliriz. Bunalan batı toplumu, kendine gelişmiş bir örnek olarak aslında İslam dünyasını gördü ve tetkik etti. Kurtuba ve Bağdat onların yeni bir dünya kurarken araştırma yaptıkları mekanlardır. Örneğin Bacon (iki Bacon vardır bu 13. yy'de yaşayan) Bağdat'ta eğitim görmüştür. Uzatmayalım, sonra Batı 500 yılda dört aşama kaydetti. Rönesans(dünyevi olanı reddetmeme ve yaşama), reform(ruhban tahakkümünü aşma) Aydınlanma(İslam uygarlığını tetkikle elde ettikleri akıl ve deneysel metodla meseleleri çözme) ve Modernite... Batı bu aşamalardan sonra bildiğimiz gelişmişlik düzeyine ulaştı. Yani 1500'den itibaren 500 yıl boyunca medeniyetin ve toplam insan birikiminin lokomotifi oldu. Şu anda bir çıkmazdadır. Bu çıkmazın nedeni ortaya konulan medeniyetin insanlığa mutluluk getirmemesidir. Batı için biz ve ötekiler hep olmuş, insanlar kategorik olarak alt üst kompartımanlara ayrılmıştır. Evet Batı medeniyeti nihayi olarak bugün çökmüştür. Yeni bin yılın medeniyeti için Müslümanlar en büyük adaydır. Şimdi, biz elbette yeni medeniyeti kurarken Batı medeniyetinin dinamiklerinden yararlanacağız. Yitik malımızdır. Bunun neler olacağı başka bir bahistir. Fakat yeni medeniyete katkısı olacak her kurumuna ve bilgisine talibiz.

Ben yaklaşımlarınızı neden Modernist buluyorum: Modernizm bir Aydınlanma dönemi hastalığı olarak aklı merkeze alan anlayış geliştirdi. İlk bakışta bu insanı öne çıkaran bir yaklaşım gibi durmasına rağmen giderek iş değişti. "Toplam akıl bütün akıllardan üstündür" sonucuna vararak her akıl beğenilmez oldu. Çok anlatılan bir örnektir: "Hasta doktoruna 'başım ağrıyor' dediğinde doktor 'aslında nerenin ağrıdığına ben karar vereceğim, sen başın ağrıyor zannedebilirsin' demek toplam akıldır." denir. Şimdi bu toplam akıl süreç içerisinde ilahlaştırıldı. Artık herşeyi toplam akıl çözecekti. İnsanın bir terkib olduğu unutuldu. İşte bu dönemin en önemli hastalığı toplumu yukardan aşağıya yeniden dizayn etme, yani "halk bilmez biz onun adına karar verir ve ihtiyaçlarını belirleriz" anlayışıydı. Bizde de Laikçiler böyleydi. Şimdi aynı anlayışı bazı İslami kökenli fikir hareketlerinde görüyoruz. Sizde de böyle bir eğilim var. Bunu kastediyorum. Burada niyetin iyi olması yetmez. İnsanın tek bir kurtuluş reçetesi yoktur. Sizin öne sürdüğünüz reçete de kurtuluş formüllerinden biridir. Kuran alternatifi olmayan tek bir düzen önermez. Prensipleri doğrultusunda birbirinden farklı siyasi sistemler geliştirilebilir. Adil düzen de bunlardan biridir. Ben bu görüşteyim. Adil Düzene bu anlamda saygı duyuyorum. Bu düzenin alternatifsizleştirilmesine, ilahileştirilmesine karşıyım. Şu konuda haklısınız: Türkiye'de Adil Düzen yanlıları kadar dört başı mamur düzen fikirleri ortaya atan çıkmadı. Tam tersine hareket edenler de oldu. Müslüman dünyadan umudu kesip, Kapitalizmin kalbinde konuşlanıp onların himmetiyle insanlığın kurtuluşunu sağlamayı bile düşünenler çıktı. Ben bunun için Adil Düzen fikrini ortaya atanlara saygı duyuyor ve ciddiyetle takip etmeye çalışıyorum. Derinliğine tetkik etmedim fakat İzmir'de olduğum, için akevlerdeki arkadaşlarla görüş alış verişiyle ve bu sitedeki yazıların bir kısmını okuyarak öğreniyorum. Şu kadarını söyleyebilirim ki; toplum yoluyla kurtuluşa hala inanan biri olarak, totaliterleşme eğilimi çok yüksek olan kimi teorilerin yeniden ve dışarıdan bakanların eleştirilerine kulak vererek gözden geçirilmesi gerekir. Bu savım yeni sorular getirecek biliyorum ama soruların bende henüz net cevapları yok. Geleceğin düzeninin devrim yoluyla olamayacağını ancak evrim yoluyla olabileceğini düşünüyorum. Örneğin Adil Düzen fazla devrimci. Eski topluma hiç şans vermiyor. Herşeyini küçümsüyor. Halbuki Kur'an kendinden önceki toplumun bir çok kurumunu süreç içerisinde ehlileştirerek ve bilgi düzeyini, bilinç düzeyini artırarak değiştirdi. Örnek olarak Forumda çokça tartışılan hakemlik bence bu uygulamalardan biriydi. Hakemlik cahiliye devri uygulamalarındandır. Adaleti sağlayabildiği için devam etmiştir. Toplum içerisinde meşru bir yöntem olarak kabul edildiği için sonuç alıcı olmuştur. Bugün gelinen düzeyde ve karmaşık ilişkiler çağında eğer adaleti sağlamada yeterli değilse, toplum içerisinde meşru olan başka bir yöntem uygulanabilir. Bu yargı olabilir. Veya her ikisi birlikte uygulanabilir. Aksi taktirde Kur'an'da köle hukuku var, şu halde yeni bir kölelik sistemi geliştirmeli ve bu hukuku uygulamalıyız diyenler de çıkar -ki çıkmaya başladı. (Karadeniz bölgesinde şu Nataşa fırtınasıyla birlikte). Kölelik artık kalktı da diyemiyorsunuz çünkü biz kaldırmadık, batıl Batı kaldırdı diyorlar. Kısaca adaleti sağlamak, barışa ulaşmak, insan olmaktan gelen eşitliği hakim kılmak, elinden belinden ve dilinden herkesin emin olduğu yurttaşlar oluşturmak için sürekli yöntem geliştirmeye devam etmek gerek. Yöntem önemlidir ama sonuç daha önemlidir.

selam ile...

hakansarilar
08.04.2012
20:46

Yukardaki yazımın içinde "kapitalist dünyanın içinde konuşlanıp onların himetiyle... " diye devam eden cümlem asla Sam Adian beyi kastetmiyor. Aksine o benim için; Kuran'ı anlamak ve anladıklarını anlatmak için emek harcayan saygıdeğer bir kişidir. Ben bu ülkeyi terkedip kapitalizmin kalbine hicret edenleri kastettim. Son açıklamalarında "...çünkü biz evrensel çağrı yapıyoruz." gibi anlamsız bir savunma bile yapmışlardı da...

hakansarilar
08.04.2012
20:47

Biz burada aşağı mahalleye çağrı yapıyoruz bu durumda...

Hüseyin Kayahan
09.04.2012
18:40

Şairin dediği gibi: "Aklıma gelmezdi yüzün ellerin, ah bu şarkıların gözü kör olsun...." Benim de aklıma gelmezdi, aşiret, kabile, hakem, vs. Ama ne yapayım ki, Kuranda böyle geçiyor. Bana göre Kuran bir bütüntür. Hepsi bir anda bana gelmiştir ama manası peyder pey bana gelmektedir. Ayetlerinde hiç biri nesh olmuş değildir. Öncelik ve sonralık hakkı yoktur. Birbiri ile çelişen, çatışan manalar varsa ya hale göredir, ya da bizim için henüz müteşabihtir. İlmimiz arttıkça anlayabileceğiz demektir. Onu gönderen onu sahibidir, muhafızıdır, beyanını da "sümme" ile zamanı geldikce yapmaktadır.

"... hakemen min ehlihi ve hakemen min ehliha..." dediğine göre, hakemlik sistemini vaz etmiştir. Bir yerde örnek vermiş ve biz kıyası kabul edenler olarak, diğer yerlere kıyasen bu müesseseyi uygularız. zaten bütün dünya; uluslar arası ihtilaflarda, sporla ilgili ihtilaflarda bu metodu uygulamaktadır. Hakimil ile hakemlik arasındaki fark; birinde atanmışlık, diğerinde ise seçilmişliktir. Her ikisinde de ehliyetli kişiler hakem veya hakim olabilmektedirler. Konunun uzmanı olmayanın hakem olamayacağı açıktır.

Aşiret deyince de bazıları; bizim ülkemizde de olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğudaki dejenere olmuş yapıyı düşünüp, hemen reddediyorlar. Kuran da bu kelime olmasaydı ben de öyle yapardım. Ne yapayım ki ben, "bu ayetler geçmiş içindi, şimdi sanayi çağını da geçtik, bilgi/bilişim çağına geldik, onun için artık bunlar nesh hükmündedir" diyemem. O kavramları ilk indiği devirlerde kullanılan ilk somut/müşahhas manalarından yola çıkarak, yeniden yorumlamaya çalışırım. Başarırsam yeni bir sistem yakalarım, başaramamışsam yolunda çalışmış olurum.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Sam Adian
09.04.2012
19:27

Sayın Kayahan

Şarkılar güzeldir

Hakemlik ile Hakimlir konusundaki fikrinize kısmen katılıyorum. Hakemlik Kur'an da vardır. Ancak bu bugün de bildiğimiz "Tahkim" manasındadır. Ancak buna karşılık kurumsal bir "Adalet" sistemi de vardır.

Çünkü, Kur'an ın ifade ettiği "Adalet sistemini" nasıl anlıyorsunuz?

Vesselam

hakansarilar
09.04.2012
23:53

Şarkılar duygularımızı diri tutmak içindir. Sevgilinin yüzü de ardında biriken elektriklenmeleri, aşkı, birlikte karşılanacak yarınları da içeren bir simgedir. Bu yüzden göze ulaşandan daha ötesidir.

Hatırlar mısın Karagülle Kırgızistan'dan ilk gelişinde "Orada sadece bulunmak ve yaşamak bile başlı başına cihaddır. Geçen 75 yıllık Komünist dönem ve materyalist eğitim orada müthiş bir davranış kirliliği yaratmış, müslüman bir duruş nasıldır, olaylar karşısında nasıl tavır takınır, bunları görmeleri gerekiyor öncelikle..." demişti. Tebliğ için ne kadar değişik bir yöntem. Ben tebliği için vazifeliyim gerisini bilmem diye didaktik tavırlar takınanlar, nasihat vermeye çalışanlar bunu anlayamaz. Yöntem, elbette önemlidir. Yoksa Descartes yöntem üzerine niye kitap yazsın. Hatta bazen yöntem sonuçtan bile önemlidir. Kelime de önemlidir. Fakat akletmek ne demektir? Akletmek bazen metnin bizi yönlendirdiği istikameti kestirmektir.

Savaşa hazırlanmak için iyi atlar edinmeye devam ettik. Adamlar karşımıza tankları koyunca nalların çıkardığı kıvılcımlar ancak aklımıza geldi. Onunla tanklar arasında ilişki kurmaya çalıştık. Bu akletmek değildir. Akletmek belki tanka daha önce ulaşmaktır. Yoksa ayetlerin lafzi manalarını haşa göz ardı etmiyorum fakat içerdiği potansiyeldir beni heyecanlandıran... Söylenecek herşeyin söylendiği kitap çok daha fazla akletmeyi istiyor bizden.

hayra karşı...





Çok Okunan Makaleler
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 51337 Okunma
18 Yorum 10.01.2020 12:34
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 33753 Okunma
24 Yorum 24.07.2012 09:50
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 26601 Okunma
45 Yorum 18.11.2012 00:41
Sam Adian
EKIMUS SALAT - Namaz bir Ritüel midir?
1.02.2012 18484 Okunma
15 Yorum 03.05.2020 12:00
Sam Adian
KUR'AN'DA CEZA KAVRAMI
14.04.2012 16576 Okunma
3 Yorum 19.04.2012 20:21
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 14754 Okunma
42 Yorum 18.09.2012 01:06
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 13953 Okunma
23 Yorum 23.03.2012 04:25
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 13778 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 13579 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 12988 Okunma
34 Yorum 10.07.2012 22:30
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12447 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Sam Adian
RIBA'nın UNSURLARI
11.03.2012 12395 Okunma
12 Yorum 15.03.2012 16:14
Sam Adian
RIBA VE EKONOMI
7.03.2012 12152 Okunma
15 Yorum 09.03.2012 06:04
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI FAKTORLER - 15
2.06.2017 11976 Okunma
3 Yorum 03.06.2017 14:51
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 11904 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 11804 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Sam Adian
RAMAZAN ve TARIH
11.08.2012 11749 Okunma
Sam Adian
YUNUS-NUH : Mitolojiden Vahye
13.12.2012 11668 Okunma
4 Yorum 14.12.2012 14:59
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KARAR MEKANIZMALARI
29.03.2012 11140 Okunma
15 Yorum 31.03.2012 20:26
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 10976 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Sam Adian
SLT ve SISTEM Toplu değerlendirme ve cevaplar
19.02.2012 10880 Okunma
16 Yorum 24.02.2012 01:08
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10112 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DEVLET ve IKTIDAR
4.04.2012 9333 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 09:59
Sam Adian
SLT NEDIR?
3.11.2012 9168 Okunma
2 Yorum 04.11.2012 00:19
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - INSAN VE DEVLET
26.03.2012 9077 Okunma
9 Yorum 27.03.2012 16:28
Sam Adian
ŞURA
6.04.2012 8967 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 20:27
Sam Adian
ORTAK REFERANSLAR ve BIR ÖNERI
11.04.2012 8310 Okunma
9 Yorum 21.06.2012 16:27
Sam Adian
CINSELLIK VE AKIT
19.07.2012 7757 Okunma
11 Yorum 30.07.2012 06:11
Sam Adian
BIRKAÇ NOT
15.01.2014 7458 Okunma
4 Yorum 25.07.2014 16:22
Sam Adian
MÜLKIYET MESELESI ve DÜZEN
6.11.2012 7442 Okunma
7 Yorum 21.11.2012 17:28
Sam Adian
KARAGÜLLE FELSEFESİ.....
13.10.2012 7328 Okunma
8 Yorum 23.10.2012 03:34
Sam Adian
TANRI'NIN BEDENI....
2.08.2012 7260 Okunma
13 Yorum 08.08.2012 18:26
Sam Adian
El-Lehu, Lehu ve Mülkiyet
9.12.2012 7156 Okunma
1 Yorum 12.12.2012 11:42
Sam Adian
HMR HAKKINDA - 2
14.03.2012 6828 Okunma
7 Yorum 15.03.2012 08:14
Sam Adian
YARATILIŞ
29.04.2012 6798 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 13:07
Sam Adian
ORUCUN FAZILETLERI....
9.08.2012 6778 Okunma
4 Yorum 13.08.2012 13:58
Sam Adian
KIYAMET GÜNÜ.....
21.12.2012 6691 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 00:43
Sam Adian
RIBA ve EKONOMI-1
9.03.2012 6660 Okunma
7 Yorum 10.03.2012 19:31
Sam Adian
ADEM VE TOPLUMU - 1
4.05.2012 6647 Okunma
3 Yorum 04.05.2012 15:03
Sam Adian
.... VE TANRI! - 2
13.08.2012 6624 Okunma
6 Yorum 14.08.2012 03:44
Sam Adian
.... VE TANRI! - 1
12.08.2012 6621 Okunma
10 Yorum 14.08.2012 07:50
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - FIYAT ANALIZI / Ucret, Fiyat, Para 20
6.06.2017 6577 Okunma
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DIN FAKTÖRÜ
1.04.2012 6558 Okunma
11 Yorum 09.04.2012 23:53
Sam Adian
RUBUBIYET....
6.09.2012 6402 Okunma
2 Yorum 12.10.2012 11:34
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - ZEKAT - IKTISADI YONETIM SISTEMI - 11
30.05.2017 6373 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 3
8.02.2013 6310 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE/C - MEKANIZMALAR 10
29.05.2017 6251 Okunma
Sam Adian
ANLAMAK.....
15.03.2012 6187 Okunma
5 Yorum 16.03.2012 18:21
Sam Adian
DÜZEN MESELESI ve AKEVLER
3.02.2013 6152 Okunma
1 Yorum 06.02.2013 22:28
Sam Adian
.... VE TANRI! - 3
15.08.2012 6142 Okunma
1 Yorum 15.08.2012 21:16
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KURUMSALLIK
26.03.2012 6121 Okunma
3 Yorum 27.03.2012 20:01
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / A - 8
29.05.2017 6056 Okunma
Sam Adian
Ve MUKADDERAT...
14.10.2012 6046 Okunma
Sam Adian
ANLAMADA YÖNTEM
12.04.2012 5716 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 16:04
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - BUYUME VE ETKILER - 24
10.06.2017 5480 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ KURAMI VE EVRIM
1.05.2012 5398 Okunma
Sam Adian
Metod ve uygulama
18.03.2012 5289 Okunma
9 Yorum 21.03.2012 10:01
Sam Adian
CRITICS
27.03.2012 5287 Okunma
2 Yorum 28.03.2012 22:17
Sam Adian
YARATILIŞ VE SÜREÇ
2.05.2012 5278 Okunma
1 Yorum 03.05.2012 07:38
Sam Adian
MATERYALIST NIKAH
22.07.2012 5270 Okunma
2 Yorum 24.07.2012 03:40
Sam Adian
BAŞÖRTÜSÜ
23.03.2012 5267 Okunma
Sam Adian
BAZI ELEŞTIRILER
29.04.2012 5257 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 20:51
Sam Adian
AKEVLER - 4
8.02.2013 5256 Okunma
Sam Adian
... VE NIHAYET RAB
12.10.2012 5208 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 01:06
Sam Adian
AKEVLER - 1
7.02.2013 5152 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE DOĞAL KAYNAKLAR, 18
4.06.2017 5084 Okunma
1 Yorum 05.06.2017 09:35
Sam Adian
"ADIL DÜZEN"IN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
20.03.2012 5081 Okunma
7 Yorum 23.03.2012 18:49
Sam Adian
DÖRT DELIL
22.02.2012 5068 Okunma
4 Yorum 02.03.2012 07:45
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 1
24.03.2012 4973 Okunma
2 Yorum 24.03.2012 23:10
Sam Adian
AKEVLER - 2
7.02.2013 4745 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ VE DÜZEN
3.06.2012 4657 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 3
25.05.2017 4631 Okunma
1 Yorum 26.05.2017 00:55
Sam Adian
Allah Nasıl SLT eder?
2.02.2012 4588 Okunma
5 Yorum 03.02.2012 19:11
Sam Adian
ARASAT'TAN BIR ARSA
18.12.2012 4566 Okunma
Sam Adian
INSAN VE DÜZEN
1.03.2012 4493 Okunma
6 Yorum 01.03.2012 19:11
Sam Adian
SÖYLEYECEKLERIMIZ VAR
1.03.2012 4422 Okunma
5 Yorum 10.03.2012 08:24
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SADAKA : KAMU MALIYESI - 7
27.05.2017 4403 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / B- KOORDINASYON 9
29.05.2017 4304 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI PARAMETRELER - 14
2.06.2017 4262 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - RIBA - BIR OZGURLUK DOLANDIRICILIGI 5
27.05.2017 4245 Okunma
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 2
25.03.2012 4170 Okunma
1 Yorum 25.03.2012 05:43
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAKCA - 30
15.06.2017 4155 Okunma
Sam Adian
SLT ve CEMAAT -
4.02.2012 4090 Okunma
1 Yorum 05.02.2012 08:58
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE MULKIYET - 6
27.05.2017 4082 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KARZ-I HASEN / YATIRIM FONU - 13
31.05.2017 4075 Okunma
Sam Adian
SLT-CEMAAT ŞERHI
15.02.2012 4051 Okunma
6 Yorum 16.02.2012 17:53
Sam Adian
SLT ve MESCID
25.02.2012 4030 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ - 2
30.04.2012 4027 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI EVRIM - 26
12.06.2017 3934 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - YAPISAL ANALIZ - MAKRO/MIKRO - 23
9.06.2017 3917 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - URETIM VE ISHLETME - 19
5.06.2017 3905 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TARIHSEL YANILGILAR - 4
27.05.2017 3856 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 1
24.05.2017 3849 Okunma
Sam Adian
INSANLIK ANAYASASI HAKKINDA-1
12.03.2012 3792 Okunma
2 Yorum 12.03.2012 17:32
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - INFAQ - TASARRUF MEVDUATI - 12
31.05.2017 3776 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI DENGELER/REFAH TOPLUMU 25
11.06.2017 3485 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI YONETIM SISTEMI - BANKA - 16
3.06.2017 3465 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TUKETIM - 21
7.06.2017 3450 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SERBEST TICARET ve PIYASALAR - 22
8.06.2017 3401 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 2
24.05.2017 3301 Okunma


© 2024 - Akevler