“İRAN'DAN 3 MİLYON MÜLTECİ TÜRKİYE'YE GELMEYE ÇALIŞIYOR...Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak; bir tehlikeye dikkat çekerek, konuşmasını şöyle sürdürdü: "İran'da aldığımız bilgilere göre, yaklaşık 3 milyon mülteci var. İzinsiz mülteci var ve bunlar Türkiye'ye doğru hareketlenme içerisinde. İran'daki 3 milyon mülteci Türkiye'ye gelmeye çalışıyor. Daha çok Afgan maalesef. Yani İran'ın daha doğusundan. Şöyle bir endişemiz de var. Sanki Türkiye'ye doğru göçlerine İran devleti de yardımcı oluyor demeyeyim de; göz yumuyor gibi. Sadece 2016 yılında Iğdır ve Ağrı illerimizden izinsiz geçiş yapmak isteyen tam 30 bin mülteci girdi…” Mart 2017
HEMEN BİR AY SONRASI, GÖRSEL VE YAZILI MEDYADA ÇOK FAZLA YER BULMAYAN BAŞKA BİR HABER…!!!
“AVRUPA Birliği ile Türkiye’nin eş finansman sağladığı, BM Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğinde yürütülen ’Türkiye’nin Doğu sınırlarında mayınların temizlenmesi ve sınır denetim kapasitesini arttırarak sosyo-ekonomik gelişimin sağlanması’ projesi, Ağrı Dağı eteklerinde başladı. Projeye göre, 2 yıl içinde Ermenistan, İran, Azerbaycan sınırındaki mayınlar temizlenecek…”
“ Uluslararası Mayın Bilincini Geliştirme Günü nedeniyle, düzenlenen etkinliğe Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın yerine 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Hakkı Savaş, 9’uncu Kolordu Komutanı Tümgeneral Mehmet Özoğlu, Milli Savunma Bakanlığı ve BM’den yetkililer ve yerel yöneticiler katıldı. Iğdır’ın Aralık ilçesine bağlı Subaşı sınır karakolunda protokol, hazırlanan çadırda gözlemde bulunurken, eğitilmiş köpekler ve tarayıcılar aracılığı ile çalışmalar titiz bir şekilde sürdürüldü. Mayın temizleme işini Güney Afrika ülkesinden bir firma yürütecek. Firma yetkililerin verdiği bilgiye göre, Iğdır’da 2 yıl sürecek olan projede, 15 milyon metrekarelik Ermenistan, Azerbeycan ve İran sınırında 222 bin mayının bulunduğu 511 mayınlı alanın temizlenmesi hedefleniyor. Mayınların önce yeri tarayıcılar ve köpeklerle belirleniyor, ardından titiz bir şekilde temizleniyor…….” Nisan 2017
1639 yılında savaşmadan, kalın çizgilerle çizdiğimiz tek sınırımız İran sınırıdır. İran sınırı; Güney sınırımızda olduğu gibi Fransız veya İngilizlerle değil direk İran ile anlaşarak, “sen bizden değilsin” yani “sen Allah Resulû’nün (sav) eşine, Hz. Ebubekir’e, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a sövüp, lanet okuyorsun, sen Müslüman olamazsın” diyerek çizdiğimiz sınırımızdır. Bu sebeple çok yüksek ihtimal İran, Irak ve Suriye olmayacak, parçalanmayacaktır. Yani İran, kendi ülkesinin tek varisidir.
Şunu aklımızın en hatırlanabilir yerine idrak çivisi ile bir daha, olmadı bir daha çivileyelim; AB, Nato, ABD veya BM, kafasında sinsi bir plan olmadan bize bir konuda veya yapacağımız herhangi bir işte, bir projede teşvik ve yardımda bulunmaz.
Batılılar, Türkiye üzerinde planladıkları tezgâhları çaktırmadan, ürkütmeden hayata geçirebilmek için yapılacak kötülükleri bizlere en başta çok faydalı ve masummuş gibi gösteriyorlar. En başta her şey çok şirin ve çok faydalıymış gibi gözükürken üç beş yıl sonra şöyle dönüp geriye bakınca, yani aklımız başına gelince işin bizim için hiçte öyle hayırlı olmadığını başka bir tabir ile işin işten geçmiş olduğunu görüyoruz. Anlatabiliyor muyum?
Batılıların Cennet vatan üzerindeki tezgahı nedir..?
Batılılar; güney sınırımızda ne tezgâhlanmış ise doğu sınırımızda da aynı olmasa bile bir benzerini tezgâhlamaktadır..!?
Batılıların bu tezgâhının gözümüzden ve aklımızdan kaçırmaya çalıştıkları en sinsi ayrıntılarından birisi şudur: Batılılar, uzun vadede bizim millet olma vasfımızı ortadan kaldırmanın hesabı ve sinsiliği içindedirler. Peki, bu ne anlama gelmektedir..?
Şunu baştan belirtmekte fayda var diye düşünüyorum. Müslüman ve vicdan sahibi bir insan olarak kapımıza gelmiş, “aman” dileyen mazlumlara yardım edilmesi ve kol kanat gerilmesi taraftarıyım.
Lakin şöyle de bir realite var. Ülkemizde 4 milyon civarı mülteci (misafir) vardır. (Binli istisnalar hariç) İnanın bana, hiç kimsede bu insanların çok büyük bölümünün geri dönmeyeceğine inanmış durumdadır.
Hiç uzağa gitmeye gerek yoktur. En basitinden, İstanbul’a ve diğer büyük şehirlerimize göçüp, iş sahibi olup, o şehre alışanlar geri köylerine dönebiliyorlar mı?
Ve bir de ülkemizde bulunan 4 milyon mültecinin üstüne, Sayın Veysi Kaynak’ın yazımızın başında ifade ettiği 3 milyon civarı da bir mülteci riski var doğu sınırımızda. Her yıl gayri resmi yani kaçak yollardan 30-50 bin gelenleri zikretmiyorum bile.
Hoşumuza gitmese de şöyle tehlikeli bir realite var; Etnik yapı olarak Türkiye, yavaş yavaş Suriye ve Irak'a dönüşüyor. Türkiye psikolojik olarak tam sınırdadır. Bundan sonra çok büyük rakamlarda ülkemize gelebilecek bir mülteci akınının bizim çok hayrımıza olmayacağı aşikârdır. Neden? Çünkü; Her mülteci grubu beraberinde ait olduğu ülkenin kültürünü de getirmektedir.
Toplumsal olarak uğranılacak dejenerasyon öyle hemen bir iki yılda kendini göstermez. Yavaş yavaş, sinsice devam eder ve İki haneli yıllara gelindiğinde kendisini çok şiddetli bir şekilde gösterir. Ve bunun ne bir telafisi ne de geriye dönüşü olur..!
Oy.
Türkiye’yi ayakta, diri tutan "Millet" olma vasfından başka bir şey değildir. Bu vasıf; İslam’ın, son bin yılda başka hiçbir millette görülmeyen ilahi bir tezahürüdür.
Ne güzel demiş alemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (sav); "Sizin içinizde iman, elbisenin eskidiği gibi eskir. Allah'a niyaz edin ki, sizin imanınızı tazelesin.." Millet olma vasfımızı tazele, kaybettirme Yarabbelalemin...Yazı bitti. Bin selam
saymayansayilmaz@gmail.com @hikmetguvel