YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1305 Okunma
96 VE 100.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-31

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

إِنَّ الَّذِينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ (96) وَلَوْ جَاءَتْهُمْ كُلُّ آيَةٍ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (97) فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ آمَنَتْ فَنَفَعَهَا إِيمَانُهَا إِلَّا قَوْمَ يُونُسَ لَمَّا آمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ (98) وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (99) وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تُؤْمِنَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ ( (100

 

إِنَّ الَّذِينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ (96)

(EnNa elLaÜIyNa XaqQaT GaLaYHiM KaLiMaTu RabBıKa LAv YuEMıNUvNa)

“Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak etmiş o kimseler iman etmezler.”

Sen bundan şek içinde isen senden önce kitabı kıraat edenlere sual et ve onlara sakın tabi olma âyeti gelmiştir. Bizden önce kitabı kıraat edenler kimlerdi?

Süleyman Tunahan’ın arkadaşları ve Bediüzzaman Said Nursî’nin arkadaşları kitabı tilavet etmişlerdi. Orada Kur’an ehli ile beraber olmamız gerektiğini bize bildirmiştir.

Şimdi de Kur’an’ı okumayanlar hakkında iman etmezler diyor.

Araplarda bir söz vardır; nâs meliklerinin dinindendir. Halk güçlü gördükleri kimselerin çevresinde toplanır. Siz zayıf oldukça kimse sizin yanınızda yer almaz. Güçlendiğiniz zaman onlar sizin yanınızda olurlar.

Bu sebepledir ki Kur’an kâfirlerin eimmesi ile cihad et diyor. Bu sebepledir ki 1960’tan sonra her taraf Kur’an kursları ile doldu, İmam-Hatipler lise oldu, enstitüler fakülte oldu. Beklenir ki bunlar Kur’an’ı tilavet etsinler ve İslâm düzenine gelsinler. Oysa bir kişi bile gelmemiştir.

“Rabbinin kelimesi hak olmuştur. Onlar iman etmezler.” ifadesinde iki kelime üzerinde durmamız gerekmektedir; önce “Rabbinin kelimesi”, sonra “iman etmezler”.

“Rabbinin kelimesi” nedir? “İman etmemek” nedir?

“Rabbinin kelimesi” şudur.

Herhangi bir inkılâp yapan kimse geldiğinde halk ona hemen uymaz, hemen dinlemez. Direnmeye başlar. İnkılâp yapacak kimse de inkılâbı savunmaya başlar. Uzun tartışma ve çatışmadan sonra inkılâplar yapılmış olur. Bu sünnetullahtır.

Neden tartışılır, neden çatışılır?

Bu tartışma sayesinde halk inkılâpları öğrenmiş olur, o sayede halk inkılâpları gerçekleştirmiş olur. Eğer tartışma ve çatışma olmasaydı halk inkılâpları anlamadan benimser, sonra da onu yapmazdı ve/ya yapamazdı. Demek ki bu tartışmalar ve bu çatışmalar halkı eğitmek içindir.

Bunun başka tarafı da, bizzat inkılâp yapacak kimselerin yapacakları inkılâpları öğrenmeleri ve doğru dürüst olarak uygulamalarıdır. Çatışma olunca inkılâp yapanlar savunmak zorunda kalırlar, dolayısıyla inkılâpların doğru yapılması mümkün olur. Eğer çatışmayı kaldırırsanız, o zaman siz o inkılâbı yapmış olmazsınız, mevcut düzeni yamarsınız.

Türkiye üçyüz senedir batılılaşmaktadır. Ne var ki bu batılılaşmayı yapanlar halka kendilerini inandırarak değil, siyasi baskı veya sermaye baskısını yaparak yapmaktadırlar. Başarılı olamayışın sebebi budur.

Akevler olarak biz inkılâbı devlet gücüne veya sermaye gücüne dayanarak yapmıyoruz, bize ortak olan halkın gücüne dayanıyoruz. Zengin olan Millî Görüş, güçlenen Nur Cemaati mensupları bizden ayrılıp paraya dayalı olarak inkılâp yapmayı denediler, iktidar olarak inkılâp yapmayı denediler ama inkılâp yapamadılar. Biz de inkılâp yapamadık, çünkü biz de henüz hazır değildik, hatalarımız vardı, onları düzeltmeliyiz.

Bugün Türkiye’de eksik olan yalnız bir şey vardır, o da “Adil Düzen”in bilinmeyişidir. İslâm düzenini öğrenme ihtiyacını duymayan kahir ekseriyet vardır. Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanıyor ama Kur’an’ın ne dediğini hiç kâle almıyor, ona ihtiyaç duymuyorlar. Allah bin senedir kayıptır, bizimle ilgilenmiyor! Büyük büyük sadrazamlar ve şeyhülislâmlar, vehbi ilimleri ile bizi pekâlâ yönetiyorlar! O halde Kur’an’a ne ihtiyaç vardır!

İnsanların Kur’an okuma ihtiyacını duymaları için şimdilik halk inanmayacaktır. Ne zaman ki İslâm düzeninin ne olduğunu anlarlar, işte o zaman İslâm düzeni gelecektir. Tahakkuk eden kelime budur. Gerek Millî Görüş, gerekse Nur Cemaati başarıya ulaşsaydı, o zaman “Adil Düzen”i öğrenme ihtiyacını bu millet duymayacaktı. Ama başarısızlık ortaya çıkınca şimdi “Adil Düzen”i yani Kur’an düzenini öğrenmek zorunda kalacaklardır.

İman etmek nedir?

Türkler bunun kolayını bulmuşlar. Kelime-i şehadet getirirsin. Ağzından küfür kelimesi çıkmaz. Ondan sonraki iş kolaydır. Ne kadar günah işlersen işle, ne kadar kötülük yaparsan yap; cehenneme gider, cezanı çeker, ondan sonra imanın dolayısıyla cennete gidersin. Yok, sen kelime-i şehadet getirmez yahut ağzından Allah’ı, Kur’an’ı, âhireti, resulü küçümser söz söylersen, istediğin kadar iyi işler yap, istediğin kadar sevap işle, artık cennetin yüzünü göremezsin, cehenneme gidersin.

İşte, Türklerin Ehli Sünnet mezhebinin itikat kısmını tedvin eden Matüridi böyle söylemiştir. Kur’an’ın hiçbir âyetine dayanmadığı, hattâ yanlış olduğu Kur’an’ın birçok âyetlerinde belirtildiği halde, halkımız ve ulemamız hâlâ böyle inanmaktadırlar.

Kur’an imanı çok açık bir şekilde tarif etmiştir Kur’an, "Allah müminlerden cennet karşılığı mallarını ve canlarını satın almıştır" diyor. Ne diyor burada? Beyinlerini satın aldı demiyor, mallarını ve canlarını diyor. Evet, bir şeye inanmak demek onun için her şeyini verebilmek demektir. Malını ve bütün varlığını çekinmeden vereceksin. Çünkü mal ve can senin değil O’nundur. Canını vereceksin, ölmen gerekiyorsa da öleceksin.

Böyle olunca bugün dünyada Allah’a inanmayan kimse yoktur. Hattâ âhiret bile bugün artık ilmen ortaya çıkmıştır. Öldükten sonraya inanılmaktadır ki anıt kabirler yapılmaktadır, saygı duruşları yapılmaktadır, heykeller dikilmektedir.

Oysa insanlar canını değil, bütün mallarını değil, sandığa oy bile atarken Allah rızasını düşünerek oylarını atmamaktadırlar; başka hesapları var, putları var!

İman etmezler demek “Adil Düzen”e gelmezler, Kur’an düzenine gelmezler demektir.

Kur’an bununla bize neyi anlatmaktadır?

Bizim görevimiz onların “Adil Düzen”i kabul edip etmemeleri değildir. Bizim görevimiz kendimizin “Adil Düzen”i yaşaması ve onlara göstermektir. Yoksa onların bize gelip katılacaklarını beklememeliyiz.

إِنَّ الَّذِينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ

(EnNa elLaÜIyNa XaqQaT GaLaYHiM)

“Aleyhlerine hak etmiş olanlar”

Başta “İnne” getirilmiştir. Hepimiz faaliyete geçer, onlara anlattığımızda yola geleceklerini ümit ederiz. Hattâ menfi cevap alınca da üzülürüz. İşte, Kur’an buna vurgu yapmak için siz tebliğ görevini yapacaksınız, onlarla tartışacaksınız, savunmanızı yapacaksınız ama bileceksiniz ki onlar hiçbir zaman sizin tarafa geçmezler. Çünkü geçerlerse maç biter. Biz de çalışmaktan vazgeçeriz. Halk da artık ilgilenmez.

Maç oynanırken karşı tarafa gol atmak istersiniz ama onların sahneyi terk etmelerini istemezsiniz. Kendi taraflarını terk edip de sizin tarafa geçmesini istemezsiniz. O halde biz de onların bizim tarafa geçmelerini istememeliyiz. Ama onlara gol atma çabasında olacağız.

Bunlar halk değil, şeytanın cephesinde görevli küçük bir şirzimedir. Biz aslında maçımızı bunlarla yapıyoruz. Bir gün gelecek halk galip takımın hangi takım olduğunu öğrenecek ve oraya katılacaktır.

Onlar iktidarda olacak, onlar zengin olacak ama halk paraya değil, iktidara değil Hakk’a gelecektir. Onun için bu mücadelede daima Hak tarafı olanlar, gerçek inkılâpçı olanlar ne iktidarda olurlar ne de zengin olurlar. Oysa onların savundukları bâtıl olduğu için sahte paraları geçerli kılmak için varlıklı olmaları gerekir, iktidarda olmaları gerekir. Biz Hakk’ı savunduğumuz için bizim ne iktidar ne de servete ihtiyacımız vardır.

كَلِمَةُ رَبِّكَ

(KaLiMatu RabBıKa)

“Rabbinin kelimesi”

Burada yine “Senin Rabbin” kelimesi geçmektedir. “Rab” izafetle marifedir. “Kelime” sözü de marifedir. Seni terbiye etme ile ilgili bilinen kelimedir. Yani senin İslâmiyet’i öğrenmen ve yaşaman için imtihanlardan geçmiş olman gerekir. Dolayısıyla onların böyle davranmalarına izin verilmiştir, takdir edilmiştir.

Adil Düzen Çalışanları sıkıntılar içinde olacaklardır. Bu sıkıntılar “Adil Düzen” üzerinde çalışanların eğitilmesi için takdiri ilahidir, Allah’ın onlara zulmü değil rahmetidir. Böylece imtihanda başarılı olanlar yarın “Adil Düzen”i kuracaklardır. Bu sebepledir ki insanlar kolay kolay imana gelmeyeceklerdir. Ne zaman biz olgunlaşır hazır hâle gelirsek o zaman iktidar olacağız, o zaman “Adil Düzen”i çevremize yayma imkânına sahip olacağız. Biz çalışmalıyız. Acele etmemeliyiz. Günü gelince Allah gerekenleri bize verecektir. Bugün de bize ne gerekiyorsa Allah onu vermektedir.

“Rabbinin kelimesi” ifadesiyle çok açık olarak anlıyoruz ki çektiğimiz sıkıntılar Allah’ın bize rahmetidir. Bizim çalışmamızı kolaylaştırmak, bizim yetişmemizi sağlamak ve çevremizdeki insanların “Adil Düzen”i öğrenmelerini sağlamaktır.

لَا يُؤْمِنُونَ (96)

(LAv YuEMıNUvNa)

“İman etmeyecekler.”

“Adil Düzen”i kabul etmeyeceklerdir.

Bugün yeryüzünde birçok çıkmazlar vardır. Bu çıkmazların hemen hepsi Türkiye’de görülmekte ve yaşanmaktadır. Bu çıkmazlara tek çözüm ancak “Adil Düzen”de bulunmaktadır. Ama insanlar şimdilik kulak vermiyorlar. Sermaye duymuyor, siyaset duymuyor. Üniversiteler hepten sağır olmuşlar. Dini cemaatler de helal-haram demeden para kazanmakla meşguldürler, zengin olurlarsa dini sorunlarını çözeceklerini sanıyorlar. Zengin olunca başkalarını dindar yapma şöyle dursun, kendileri dinsiz olmaya başladılar. Bu yalnız Nur cemaatine ait bir şey değildir. Bütün dini cemaatler böyledir. İslâmî olmayan cemaatler de böyledir. Hepsi ya iktidar olma hevesinde, ya da zengin olma hevesindedirler.

Putin’in Müslüman olması önemli değildir; Putin’in mümin olması gerekmektedir; Obama’nın mümin olması gerekmektedir; Erdoğan’ın mümin olması gerekmektedir.

Mümin olmak demek, bütün mukaddes kitapların ortak hedefi olan İslâm düzenini tesis etmedir. Putin ve Obama Hıristiyan kalmalı ama “Adil Düzen”e gelmelidirler. Çünkü “Adil Düzen” aynı zamanda Hıristiyanlığın da düzenidir.

وَلَوْ جَاءَتْهُمْ كُلُّ آيَةٍ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (97)

(Va LaV CAyEaTHuM KulLu EAvYaTin XatTAy YaRaVUv eLGaÜABa elEaLIyMa)

“Onlara âyetin küllüsü gelse de elim azabı görmedikçe.”

Cümle birinci âyette bitmemiş, ikinci âyete geçilmiştir. İkinci âyet tek başına cümle değildir. Ama biz konuşurken böyle yarım cümleler kullanılmadıkça, birinin gelip gelmediği konuşulurken biri çıkıp dayak yemedikçe der susarsa, buradan anlaşılır ki dayak yemedikçe gelmeyecek. Önceki âyette zikredilen “iman etmezler” kelimesi burada tekrar edilmemiştir, hazf edilmiştir. Birinci âyetten bu kelimenin ne olduğu bellidir. Aslında “velev caethum” cümlesi “yeravu’l-azab”dan sonra yer alır ama âyete vurgu yapmak için öne alınmıştır.

Âyet burada nekre getirilmiştir. Her çeşit âyet demektir. Yani delillerden hepsi getirilmiş olsa da onları inandıramazsın diyor.

Ne zaman inanacaklar?

Onlara elim azap gelecek de ondan sonra inanacaklar.

Yani ondan sonra “Adil Düzen”e gelecekler.

Aslında burada “lâ yu’minûn” hazf edilmiştir. Çünkü onların imanı İslâm şeklinde olacaktır. İslâm düzenini kabul edecekler ama İslâmiyet için yine cihat yapmayacaklar. Âyet bunun için ayrılmıştır. Onlar elim azabı gördüklerinde “Adil Düzen”e teslim olacaklardır. Müminlerin arkasından gidecekler ama cihadı müminler yapacaktır. Hazreti Musa Peygamberin kavmi buna çok açık bir örnektir.

Bu âyet gösteriyor ki sırf demokrasi ile sorunlar çözülmez.

Halk korku görmedikçe demokrasiye inanmaz yani kimse kendi hakkına razı olmaz. Herkes eline fırsat geçti mi başkalarının haklarına saldırır. Ancak kurulacak yargı sistemi sayesinde herkes elim azabı görmelidir. “Yuazzibu” denmiyor, “Yerav” deniyor. Yani birilerine ceza uygulaması yapılırsa kişi o zaman yola gelir. Ben o cezaya çarpılmayayım diye suç işlemez, onun cezalandırılması gerekmez.

Elim ceza olmalıdır. O kadar elim ceza olmalıdır ki onu caydırsın. Bu sebepledir ki idamın olmadığı bir ceza sistemi hiçbir zaman yeterli değildir. Kısasın olmadığı bir ceza sistemi ceza değildir. Hırsızın kolu kesilirse hırsızlık olmaz. Zinayı kesin olarak sanat yapmış olan kısırlaştırılmazsa zinanın önüne geçemeyiz.

Demek ki burada mahzuf olan kelime güvene girmezler şeklindedir.

Bu kelime hazfedilerek buna geniş mana verme imkânı ortaya çıkmaktadır.

Elim azab da caydırıcı azabdır.

Görmek demek, ileride kendilerinin öyle bir cezaya çarpılacaklarından korkmalarıdır.

وَلَوْ جَاءَتْهُمْ

(Va LaV CAyEaTHuM)

“Onlara ciet etse”

Tebliğden ve anlatmadan sonra onlara kesin ispat eden deliller gelse de.

Burada “Ve” harfinin getirilmesinden anlıyoruz ki ondan önce hazfedilmiş bir fiil vardır demektir. “Lav Baleğte ve Caethum Külle Ayetin” şeklindedir. Sen tebliğ ettikten sonra onlara her türlü deliller gelse de onlar yine de güven içine girmez, güvenli bir ülkede yaşamaz, fitne çıkarmaya ve haddi aşmaya devam ederler demektir. Onlara ciet edecek âyet tebliğ edilmeden gelmeyebilir başkaları da söylemiş olabilir.

Erbakan “Adil Düzen”i dünyaya anlattığı zaman kimse çıkıp da siz bunu anlatıyorsunuz ama bunlar saçma sapan şeylerdir demedi, dünyanın değişik yerlerinde yaptığımız toplantılara katılan ilim adamları bize böyle bir şey söylemedi.

Ne yaptılar?

Partimizi kapattılar. Yöneticilerin milletvekilliklerini düşürdüler. Hapishanelere koydular. Söylenenlere itiraz eden olmadı. Anayasa Mahkemesi de “Adil Düzen”in şurası yanlıştır, ülkeye zararlıdır, insanlık için kötüdür demedi. Lâiklik ilkesi dışına çıktığı için dediler! Lâiklik ilkesi uygulamasından çıkarsan suç olan nedir? Cumhuriyet yerine saltanatı getireceğiz deyip sandığa gidip oy kullanacağına, bir Osmanoğlunu getirip onu başkan yapıp bizim başkanımız cumhurbaşkanı değil, devlet başkanımız budur derseniz, onun koyduğu ahkâmı sultaniyeyi kendinize kanun yaparsanız, işte lâikliğe aykırı hareket budur. Zavallılar; daha hukukun H harfini öğrenmemişler. Fikir hakaret olursa yahut fikir fiili zarar doğurursa suç olur. Saltanat cumhuriyetten iyidir demek suç olmaz, fiilen saltanatı getirme suç olur.

كُلُّ آيَةٍ

(KulLu EAaYaTin)

“Âyetin küllisi”

“Âyet” delil demektir.

Nasıl bir delildir?

Yola konan işaret levhası âyettir, onun gösterdiği tarafa gidersen seni istediğin yere götürür. İstenen yere gidildikten sonra o levhanın orasını gösterdiğinin kesin delili olur.

“Adil Düzen” âyetlerdir. “Adil Düzen” yerinden yönetim yaparsanız anarşi biter diyor. Denediniz mi? Hayır! Çünkü deneseniz siz de biliyorsunuz ki terör biter ama Allah’ın kelimesi tahakkuk edecek demeyecekler. Niye? Çünkü söyleyenler daha tam söylemiyorlar. Eksikleri vardır. Denemiyorlar. Çünkü daha oranın halkı bunu uygulayacak durumda değildir. Bakarsınız isyana kalkışır.

حَتَّى يَرَوُا

(XatTAy YaRaVUv)

“Görünceye kadar”

Nasıl görülecek?

Biri birini öldürdüğünde polis yakalıyor, katil mahkemeye çıkarılıyor, idam kararı veriliyor ve asıyorlar. İşte bu elim azabı görmedir. Suçluların cezalandırıldıklarını gördüğü zaman insan suç işlemekten vazgeçer.

Bir toplulukta güveni sağlamanın tek yolu budur. Suçlu olduğu kesin olarak sabit olan kimseye çok ağır ceza vermek; geciktirmeden vermek, herkesin gözü önünde teşhir ederek vermek. Bu sebepledir ki hapis görülen bir ceza değildir. Gözaltına alınanlar da hapistirler. Zina yapana herkesin önünde yüz sopa vurulacak ki başkaları zina yapmasın. Hırsızlar kolu kesik dolaşacaklar ki halk hırsızlık yapmasın.

Biz burada “re’y etmeye” hakiki mana veriyoruz.

Mecazi manalar getirme dil kurallarına aykırıdır.

الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (97)

(eLGaÜABa elEaLIyMa)

“Elim azabı”

“Elim azab” burada marife gelmiştir.

Buna bugün cezalarda kanunilik ilkesi deniyor.

Herkesin bir suç işleyene ne ceza verileceğini önceden bilmesi gerekmektedir. O ceza uygulanacaktır. Yoksa caydırıcı olmaz. Çünkü kişi hangi suçtan kolunun kesildiğini bilmezse bu ceza caydırıcı olmaz. Bu sebepledir ki burada marife gelmiştir.

Azab marife olduğu gibi elim olmalıdır, ağır olmalıdır, korkunç olmalıdır.

Kesin ispatlanmayan hırsızın kolu kesilmediği gibi belli miktardan aşağı çalanın da kolu kesilmiyor. Çaldığı şeyin miktarı belli kısmını aşınca kolu kesiliyor. Bu miktarı her bucak kendisi tayin eder. Demek ki suçların çoğu ispatlanamadığı için cezasız kalıyor. Hafif suçlar cezasız kalıyor. Ama cezalandırılan suçlar da en şiddetli bir şekilde cezalandırılır.

فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ آمَنَتْ فَنَفَعَهَا إِيمَانُهَا

(Fa LaV LAv KAvNaT QaRYaTun EAvMaNavT FaNaFaGaHAv EIyMANuHAv)

“İman edip imanı ona menfaat vermiş bir karye bulunmazsa (bulunmalıydı).”

Elim azabı görmeden iman etmiş ve imanı ona menfaat vermiş bir karye bulunmadığı müddetçe iman etmezler.

Burada işaret edilen bir konu vardır.

O konu nedir?

Bir köy/semt kuruyorsunuz. Bu semtte İslâmî hayat yaşıyorsunuz. O İslâmî hayat size menfaat veriyor. Onu gören halk bu sefer azab görmeden iman ediyor. Yani şeriatın hükümlerine girdiğimizde en sağlıklı bir hayat süreceğimizi bilirsek, o zaman caydırıcı ceza olmadan da topluluk oluşur. Öyle semtler, öyle bucaklar olacaktır ki, oradaki halk iman edecek ve iman ettiği için suç işlemeyecek, suç işlemek zorunda kalan o karyeyi terk edecektir.

Burada ikinci tip bir yönetimden bahsetmektedir. Birinci tipte olan caydırıcı cezanın olduğu düzendir. İkincisinde ise ceza yerine iman ile oluşmuş kenttir.

Biz kooperatifleri buna dayanarak kuruyoruz. Kooperatifte hakemler karar verecek ve herkes hakem kararlarına polise gerek kalmadan uyacaktır. İşte burada bahsedilen kent budur. Buradaki düzene uymak istemeyen de o kenti terk edecektir.

Bu şekilde kentler oluşmazsa o zaman birinci tip kentler oluşacak, caydırıcı cezalar uygulanacaktır.

Bugün Türkiye caydırıcı cezaların olduğu bir ülkedir. Türkiye’deki bu caydırıcı cezalar caydırıcılık da yapamamaktadır. Çünkü ülkemizde “insan fıtratına uygun bir ceza hukuku sistemi” yoktur. Hapis cezalarıyla, onlarca sene süren davalarla, merkezden atanmış hâkimlerle “caydırıcı hukuk sistemi” oluşmaz, oluşamaz.

فَلَوْلَا كَانَتْ

(FaLaVLAv KAvNaT)

Olmazsa (olmalı)”

Bundan önce “caydırıcı ceza sistemi” olmadan güvenin ve güvenliğin olmayacağı ifade edilmiştir. Suçlu cezalandırılmazsa hiçbir zaman güven sağlanamaz.

“Çözüm Süreci”ni ele alalım. Suçlu olanlar var, suçsuz olanlar var. Çözüm süreci diye suçlularla suçsuzları bir tutarsanız, yarın herkes suç işlemeye başlar. O halde suçlular cezalanmalıdır. Suçsuzlar ise suçlularla beraber mağdur edilmemelidir. Bunun bir istisnai durumu vardır. O da düzenin değişmesidir.

Yeni düzen getirirsiniz, “Adil Düzen” getirirsiniz ve dersiniz ki; bundan evvel suç işleyenler zulüm düzeni sebebiyle işlemişlerdir. Dolayısıyla onlar suçlu değildi, “bozuk ve zalim düzen” suçlu idi. O düzeni de cezalandırdık, idam ettik, ortadan kaldırdık. Bundan sonra bu “Adil Düzen”de suç işleyen olursa, onun canına okuruz denmelidir.

Yani…

Eğer bir yerde imana dayalı bir düzen kurulursa, o zaman azab-ı elimi göstermeye gerek kalmayabilir. Buradaki “Fa” harfi bunu ifade eder. “Lev” mazide gerçekleşmiş olan şartın harfidir. “La” olumsuzluk demektir. Bununla beraber “LevLâ” ile ifade edilen şudur; böyle yapılmalı idi, böyle olmalı idi ama böyle yapılmadı denmiş olmaktadır.

قَرْيَةٌ آمَنَتْ

(QaRYaTun EAvMaNaT)

“İman etmiş karye”

Bu nasıl mümkün olacaktır?

Bir kent kuracaklar. Yüz dairelik apartmanlar yapacaklar. Halk orada “çalışacak” ve orada “yaşayacak” yani çalışmada ve yaşamada beraber olma gayesini gerçekleştirecek  (1967 yılında İzmir’de kurduğumuz S.S. Akevler Kredileşme ve Yardımlaşma Kooperatifi’nin ana gayesi). Burada çalışanlar ürettikleri malları kendi tüccarlarına satacaklar, ihtiyaçları olan malları da kendi tüccarlarından alacaklar. Halkın dışarı ile çevresi ile akrabalık ve komşuluk dışında bir ilişkisi olmayacaktır. Bu karye kendi emniyetini kendisi sağlayacaktır. Apartmanın çevresi surlarla çevrilecek. Apartmana da bir kapıdan girilecek. Kendi aralarında nöbet tutacaklar. Kendi güvenlik teşkilatını oluşturacaklar. Böylece iman etmiş olacaklardır.

Burada bir hususa dikkat etmemiz gerekir. Karye halkının imanından bahsetmemektedir, karyenin imanından bahsetmektedir. Çünkü kastedilen halkın inanması değil, kastedilen karyenin güven içine alınmasıdır, güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesidir.

Kur’an’ın manasını anlamakta zorluk çekenler hemen ona mecazi mana verip karyenin imanını karye halkının imanı şeklinde yorumlarlar. Oysa hayat düşünüldüğünde karyenin imanı demek onun güvenliği demektir. Yapısıyla ve görevlileri ile karyenin imanı yani güvenliği söz konusudur.

فَنَفَعَهَا إِيمَانُهَا

(FaNaFaGaHAv EIyMANuHAv)

“Ona imanı nef’ etmezse”

Karyeden kasıt halkı olsaydı, burada zamir olarak “hum” zamiri gönderilir veya hiç zamir getirilmezdi. Zamir gönderilerek karyeye menfaati olacaktı. Karye o güvenliği ile yararlı hâle gelecektir.

İzmir’de Akevler’i site olarak kurduk. Hiçbir tedbir almadığımız halde orasını emniyetli gördüler ve herkes arabasını oraya park etmeye başladı. Askere gidenler eşlerini oraya yerleştirdiler. Erbakan’ın tabiri ile “imanın (Adil Düzen’in) kokusu” bile işe yaradı.

İmanı karyeye menfaat verecektir.

إِلَّا قَوْمَ يُونُسَ لَمَّا آمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ (98)

(İlLAv QaVMa YUvNUvSa LamMAv EAvMaNUv KaŞaFNAv GaNHuM GaZaBa eLPıZYı FIy eLXaYAvTi elDuNYAy Va MatTAGNAvHuM EiLAv XIyNın)

“Sadece Yunus kavmi… İman ettiklerinde onlardan dünya hayatında hızyın azabını keşfettik ve onları bir hîne dek temti’ ettik.”

Hazreti Yunus peygamberin yaşadığı kent Ninova kentidir. Roma İmparatoru Heraklis’in mağlup olduğu yerdir. Yeryüzünün en alçak yeridir. Asurluların merkezidir. Musul’un yakınlarındadır. Dicle üzerindedir.

Hazreti Yunus Peygamber tebliğini yapmış ama kimse ona kulak vermemişti. Bunlar adam olmaz diyerek gemiye binmiş ve yola çıkmıştır. O tarihlerde Hint Okyanusu üzerinde gemi seferleri yapılıyordu. Orada büyük balıklar vardır. Balıkların ağzı 6 metre kadardır. Bunlar dışarıdan hava aldıktan sonra ciğerlerine çekerler, sonra fışkırtırlar. Hazreti Yunus bu hava ile dışarıya atılmış, sonra tekrar Ninova’ya dönmüştür. Halkı bu sefer tebliğini kabul etmiş ve daha Hazreti Yunus peygamber kentin merkezine gelmeden iman etmişti.

Kur’an’da Hazreti Yunus peygamberin kıssası daha uzun anlatılmaktadır. Burada sadece halkın elim azabı görmeden iman etmelerine işaret etmektedir. Firavuna tavsiye edilen kendi meskenlerine çekilme örneğini burada zikrediyor.

Bu sûrede peygamberden söz etmektedir. Bu sûre Hazreti Yunus’un adını almıştır. Kooperatifçiliği anlatan bu sûre Ninova halkını da örnek olarak göstermektedir. Bu bir belediyenin “Adil Düzen”i kabul edip uygulayabileceği anlamına da gelebilir.

Hazreti Yunus peygamber burada istisna edilmiştir. Bunun mefhumu muhalefeti, başka onlar gibi olmayan karye yoktu anlamı çıkar. Biz mefhumu muhalefeti kabul etmediğimize göre böyle bir anlam vermeyiz. Geçmiş için “Lev” harfinden dolayı çıkmadı desek bile, gelecekte çıkmayacak anlamı çıkmaz. Kaldı ki “İllâ” ile istisna etmesi “Lev”in mutlak nefy manasını ortadan kaldırır.

Biz kooperatifleri kuracağız. Bu kooperatifler caydırıcı kuvvete değil imana dayanacaklardır. Ortaklarımızdan isteyenler her zaman ayrılabilecekler, payları eksiltmeden kendilerine verilecektir. Akevler buna çokça riayet etmiştir. Haklılığı tam olarak belirlenmemiş olsa bile herkese hakkını vermeye çalışmıştır.

“Bir hîne kadar onları temti’ ettik” denmektedir.

İnsanlık uygarlık yapacak şekilde yaratılmıştır.

Biyolojide bir kural vardır. Canlılarda kural vardır. Canlıların görevi daha çok canlının üretilmesini sağlamaktır. Canlılar kırmızı toprağı alırlar ve organik moleküller yaparlar. Bu işlem tuğlayı üreten fabrikaya benzer. Sonra da bunları kullanarak yeni canlı yaparlar. Canlı öldüğü zaman organik moleküller bozulmaz. Onlar yeniden canlılar tarafından kullanılır hâle gelir. Böylece ölen canlı canlılığa hizmet etmiş olur, bedeni ile kırmızı toprağı siyah toprağa çevirir ve bu sayede yeryüzünde daha çok canlının yaşamasına imkân verir. Canlının bu görevi yapması için canlılar yaşlanmalı ve ölmelidirler.

Topluluklar da böyledir. Doğarlar, yaşarlar, gelişirler ve uygarlığa bir şeyler bırakıp giderler. Onların bıraktıkları yeni uygarlığa malzeme olur. Daha ileri uygarlıklar kurulur. Uygarlaşmanın devam etmesi için eski uygarlıkların çökmesi gerekir. Bu sebeple diyoruz ki; ölüm yok olma değildir, tam tersine daha ileri bir hayatın oluşmasına imkân vermedir.

Kâinatın da bir canlı gibi doğduğunu, geliştiğini, büyüdüğünü ve yaşlanmakta olduğunu biliyoruz. O halde bir gün gelecek kâinat büyüyecek, yıldızların ürettiği enerjinin basıncı daha çok büyümeye yeterli olmayacak ve duraklama çağına gelecek, daha çok büyüyemeyecektir. Bir gün gelecek yıldızlar hidrojen enerjisini bitirmiş olacak, mevcut ışıklar kâinatın büyüklüğünü koruyamayacak ve küçülmeye başlayacaklardır. Böylece kâinat küçülmeyecek ama dengesi bozulacak ve kıyamet olacaktır. Kıyametin ardından yeni hayat başlayacak, daha ileri hayat başlayacaktır.

Ninova belli müddet yaşamış ama sonra bütün topluluklar için mukadder olan bir son ile sonlanmıştır.

“Hîn” nekre gelmiştir. Tarihi gelişmelerde kesin tarihler yoktur. Belli akış içinde oradaki insanların tutumuna göre tarihler değişebilir. Bir gün insan ölecektir. Bu mukadderdir ama ölüm tarihini kişi bilemez.

Ninova’nın tarihi de böyledir.

“İlâ Hîn” demesiyle ilelebet yaşamayacağına da işaret etmiş olmaktadır.

“Dünya hayatında onlarda hızy keşfettik” denmektedir.

Burada kastedilen dünya hayatı ne demektir, hızy nedir, keşf ne anlama gelir?

İç güvenliğini sağlayamayan topluluklar sonunda hızya uğrarlar.

Ninova iç güvenliğini temin etmiştir, Hazreti Yunus aleyhisselâm onların iç güvenliğini sağlamıştır.

İç güvenlik, acil olarak tedbir alınması gereken hususları kapsamaktadır. Bir başka devletin himayesine girer, bu sayede uzun zaman dış savunmasını başkalarına havale edebilirsin ama iç güvenlik başkaları tarafından temin edilemez. İç güvenlik yine kendileri tarafından kendilerince sağlanabilir. Dışarıdan gelen askeri kuvvetler böyle bir şeyi sağlayamazlar. O sebeple “dünya hayatı” deniyor.

Demek ki buradaki “hızy”den maksat iç güvenliğin olmaması, terör ve mafya düzenidir; “dünya hayatı”ndan maksat ise acilen tedbir alınmasıdır.

Türkiye’nin ve dünyanın en büyük sorunu budur yani “güvenlik sorunu”dur. “Arap Baharı” dendi, tüm Arap ülkeleri kana boyandı ve bu kan akmaya devam ediyor. Türkiye hiç gerek yokken otuz senedir savaş içindedir. Bu tamamen Türkiye devletinin sorumlu olduğu bir iştir. ABD’ye uyularak ülkenin doğusunda mafya teşkilatı kuruldu. Onlar faaliyet gösterince Türk ordusu üstlerine yürüdü, böylece devlet-millet çatışması ortaya çıktı. Hâlâ çözemiyoruz. Oysa “yerinden yönetim sistemini” kurup onların kendilerinin kendi güvenliklerini sağlaması düzenini yani “Adil Düzen”i kursaydık, oraya valiler ve kaymakamlar değil de aşiret reislerini görevli kılsaydık, asla bir çatışma olmazdı.

Hazreti Yunus peygamberi dinleyerek Ninova halkı iç güvenliğe kavuşmuş, böylece uzun zaman barış içinde yaşama imkânı bulmuşlardır.

“Keşf” alnın üzerindeki kâkül, saçı bağlayan bağ demektir, saçların alna dökülmesini önler. Buna göre “keşfetmek” demek, bir yerde görünmesi ve faaliyeti mümkün olmayan yerden onu kaldırıp başka yerde bağlamak anlamına gelmektedir. “Hızyın keşfedilmesi” demek, anarşinin oradan uzaklaştırılması demektir. Yani anarşi yok olmuyor ama oradan uzaklaşıyor.

Bu bize terör olaylarını önlemek için de yol göstermektedir.

Yüz daireli işyeri apartmanları inşa edip bunları oraya sürmeliyiz. Onlara orada yaşama imkânı verince orada kalır ve bizim güvenliğimizi bozamazlar. Yoksa bugün onları serbest bırakırız, yarın aç kalınca yine saldırmaya başlarlar.

Eşkıyaların Kürtlükle alakaları yoktur. Aç kalmışlar ve Kürtlüğü bahane ederek yaşamaya başlamışlar. Gerçek budur. Bu sebepledir ki suçluya ceza vermeliyiz ama suçlunun suç işlemesine bizim zorladığımızı da unutmamalıyız.

إِلَّا قَوْمَ يُونُسَ

(İlLAv QaVMa YUvNUvSa)

“Yunus kavmi dışında”

Hazreti Yunus kavmi dışındakiler de iman etmeli ve imanları ona menfaat vermeliydi.

Arapçada iki şekilde istisna vardır. “Kuşların dışında insan uçmaz” dediğimiz zaman munkatı’ istisnadır. “Uçağa binme dışında insan uçmaz” dediğimiz zaman, bu muttasıl istisnadır. Burada istisna munkatıdır. Bu sebepledir ki burada “kavm” kelimesi gelmiştir. Yani yukarıda “karye”, burada “kavm” gelmiştir, karyeden kavm istisna edilmiştir. Munkatı’ istisnalarda bu caizdir. Bununla beraber “illâ karyete kavmi Yunus” şeklinde de düşünebiliriz.

“Yunus”un aslı “yufilü” kalıbındandır, inas eden anlamında yani barıştıran anlamındadır. Yani topluluk içinde iç güvenliği sağlayan demektir. “İns” kökünden gelen kelimedir. “Üns” vahşinin karşılığı olan bir kelimedir. Bir yer içinde birlikte yaşayan demektir, birbirlerini gören ve bilen demektir. Yukarıda “hızy” kelimesine anarşi ve terör anlamlarını verdiğimizde isabet etmiş oluyoruz.

“Yunus’un kavmi” demek barışın kavmi anlamına da gelebilir. Bu takdirde ancak barış içinde siteler kurmuş olanlar elim azabı görmeden yaşayabilmişlerdir.

لَمَّا آمَنُوا

(LamMAv EAvMaNUv)

“İman ettiklerinde”

Yani güvenlik tedbirlerini almış ve kendileri iç güvenliği bozmayan kimseler demek olur. “İman etmek” demek, yeryüzünün güvenliğini sağlamada gönüllü asker olmak demektir, illerde iç güvenliği sağlayanlar demektir.

Hazreti Yunus aleyhisselâm polis teşkilatı kurmuş olabilir. Ninova uygarlığı üzerindeki kazılar devam etmektedir. Ninova aynı zamanda harf yazısını icat eden bir kenttir. Bu sebeple Kur’an’da “Nun ve’l-kalemi vema yesturûn” denmektedir. Buradaki “Nun” Ninova’dır. Yazıyı onlar icat ettiklerinden kalem üzerine onun için yemin ediyor.

Belki de diyebiliriz ki; harf yazısını insanlığa öğreten Hazreti Yunus aleyhisselâmdır.

İman etmiş olmaları güvenlik teşkilâtı kurmalarıdır. Nöbetlerle güvenlik temin etmektedirler. Orta çağda güvenlik derebeylerce temin edilirdi. Tepelerin üzerinde kuleler yapar, oraya güvenlik sağlayanlar yerleşirdi. Halk onlara vergi verir, onlar da o çevrenin güvenliğine bakarlardı. O mıntıkaya giren kimselere karşı kaleden çıkar ve onları yok eder, tekrar kaleye dönerlerdi.

Bu sistemi icat eden peygamber Hazreti Yunus peygamber olabilir.

Ninova tabletleri bütün bunları ortaya çıkaracaktır.

كَشَفْنَا عَنْهُمْ

(KaŞaFNAv GaNHuM)

“Onlardan keşfettik”

Gramerciler “Lemmâ”da şartlık manasını verirler ama burada “Lemmâ” geçmiş için “İzâ” manasında kullanılmış, “Keşefnâ” da “Lemmâ”nın cevabı olmuş olur. “Lemmâ”yı geçmiş için “İzâ” manasına koymakta şimdiye kadar bir maniye rastlamadık. Tüm “Lemmâ”lar incelenmelidir.

عَذَابَ الْخِزْيِ

(GaZaBa eLPıZYı)

“Hızyın azabı”

“Hızy” azabın vasfı değildir. Hızyın yaptığı azab demektir. Bir topluluğun küçük görüldüğü durumdur. Bugünkü karışıklığın olduğu durumdur.

Kur’an’da “fitne katilden eşeddir” denmektedir.

Azab “Nâr, Harik, Cehennem, Cehim ve Saîr” olmak üzere 5 yerde yakıcı olanlara izafe edilmiştir.

“Azim, Kebir, Elim, Muhit, Akîm, Zulle, Kıyamet” olmak üzere bir de “Yevmeizin” olarak “Yevm”e izafe edilmiştir.

“Hûn, Huld, Hızy, Semum” olmak üzere 4 yerde sıfata izafe edilmiştir.

“Rabbin, Rabları, Allah, Azabım” olmak üzere 4 yerde Allah Tealaya izafe edilmiştir. Bir de âhirete izafe edilmiştir.

“Hûn, Huld, Semum ve Hızy” özellik veya hâl olmak üzere izafe edilmiştir. “Semum” zehirleyici demektir. “Huld” sürekli demektir. Demek ki bizim “Hızy” ile karşılaştıracağımız kelime “Hûn”dur.

Akevler lügatinde “Hûn” düzlük demektir. “Kevn” tepe demektir. “Beyn” çukur demektir. “Huve” o demektir. Gaybı gösterir. “İhanet” ilgisizlik, uzaklaştırma anlamlarına gelir deniyor.

Demek ki “hun azabı” demek ihmal etme, dışlama, ilgilenmeme anlamlarına gelir.

Çin bundan iki asır önce dünyanın en büyük nüfusuna sahipti ama yine de Birleşmiş Milletler’e alınmak için çırpınıyordu.

“Hızy” kelimesi kötü bir şekilde ilgilenme, aşağı görme, rezil etme anlamına gelmektedir.

Meclis’te toplanırlar, bir kanun çıkaracaklarsa dışarıda olanları almaya uğraşırlar. Hızydan korkmaktadırlar.

فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

(FIy eLXaYAvTi elDuNYAy)

“Dünya hayatında”

Dünya hayatında Ninova halkı hızydan kurtulmuş, saygın bir kent olmuştur.

“Dünya hayatı” iki anlama gelir.

Biri; bu dünyadaki yakın hayat demektir. Yani kısa zamanda başarıya ulaştılar demektir. Kendimizi Batılılara beğendirme çabası buradan gelir. Dünya bizi aşağı görür korkusu! Oysa İsrail oğulları bundan hoşlanıyor. Dünyanın istediği işleri yapıyorlar. Hattâ dünyada aleyhte neşriyat yapanları destekliyorlar! Böylece insanlığı korkutuyorlar.

“Azabe’l-hızy”ı aşağılık duygusu olarak da görebiliriz. Kendi değerlerini aşağı görüp sonra aşağılık bir insan olduğunu sanmak hızydır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son asırlarında başlayan bu duygu hâlâ devam etmektedir: Bizim her şeyimiz kötü, Batılıların her şeyi iyi!

“Adil Düzen”i küçümsemeleri de buradan ileri gelmektedir.

Kendi tarihini, kendi medeniyetini okullardan kaldırmış ve silmiş, Batı’nın bizden aldığı şeyleri Batı’nın kabul etmiş ve ondan sonra Türk halkında aşağılık duygusu doğmuştur.

وَمَتَّعْنَاهُمْ

(Va MatTAGNAvHuM)

“Ve onları temti’ ettik”

“Meta’” kelimesi ile “Nef’” kelimesi birbirine yakın mana taşımaktadır. Biz çevremizde olanların ya miktarlarını kullanırız, mesela ekmeği yer bitiririz yahut zamanlarını kullanırız. Zamanlarını kullanırsan buna “istikrar” denmektedir, maddesini kullanmaya da “Meta’” denmektedir. “Nef’” ise meta ve istikrarın her ikisinden yararlanma anlamını taşır. Armut yerken nef’inden yararlandığın gibi bir evde otururken de nef’inden yararlanırsın. Metada enerji tüketimi vardır, istikrarda tüketim yoktur.

Onlara bol gelir sağladık demektir.

Türkiye gittikçe borçlanarak yaşamaktadır. Ninovalıların Hazreti Yunus Peygamberi dinledikleri gibi Türkiye halkı da Adil Düzen Çalışanlarını dinlese, Türkiye Ninova olur. Allah temti’ eder. Bugün sadece yabancı işçilerin Türkiye’ye gelip çalışmalarına izin verilse, Türkiye’ye en az on milyon insan gelir ve çalışır. Türkiye’de yılda 10 bin doları bıraksalar, 100 milyar dolar eder. Demek ki bir yılda Türkiye dış borçlarının sekizde birini bitirir, sekiz sene sonra alacaklı ülke hâline gelir. Doğuda bir işçinin aylığı 100 dolardır. Bizde 1000 dolardır. Demek ki gelen 10 misli kazanacak, bize de o kadar miktar kazandıracaktır.

Türkiye dünyanın havası kirlenmemiş, dinlenmeye müsait en uygun ülkelerdendir. İzin verilse, ormanlarımızdan kesilen ağaçlarla dağlarımızda dinlenme siteleri kurulsa, Türkiye belki iki üç sene içinde borçlu olmaktan kurtulur.

إِلَى حِينٍ

(EiLAv XIyNın)

“Bir hîne dek”

Elbette ki her oluşun bir ömrü vardır ve hayat son bulacaktır. Herkes bilir ki doğan çocuk ölecektir. Ama yine de insanlar çocuk yapmaktadır.

Öyleyse bu dünya hayatında geçici olarak yaşamak idealimizdir.

Biz de Türkiye’nin gelecek bin yılda oluşturucu olmasını istiyoruz. Allah bu görevi bize verdi; insanlığa hükmetmek için değil, insanlığa hizmet etmek için bu görevi verdi.

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا

(Va LaV ŞAyEa RabBuKa LaEAvMaNa MaN Fıy eLEaRWı KulLuHuM CaMIyGan)

“Ve Rabbin meşiet etseydi arzda olanların hepsi birlikte iman ederdi.”

Bu dünya hayatı zıtların dengesi üzerine kurulmuştur. Elektron var, pozitron var; bunlar birbirini çekerler ama birbirinin etrafında dönerken de dengelerini korurlar. Tüm canlılar arasında iki kanun geçerlidir. Ya birbirine uyuşmuş topluluk hâlinde yaşarlar yahut aralarında savaş vardır, çatışma vardır, devamlı birbirini yok etmekle uğraşırlar ama başaramazlar. Dünya bu “denge” üzerine kurulmuştur. Diğer canlılardaki çatışma türler arasındadır. Oysa insanlardaki çatışma kendi aralarındadır.

İnsanlar ya anlaşarak birlikte yaşarlar, “dayanışma ve yardımlaşma” içinde olurlar ya da cebelleşerek birbirleri ile savaşırlar. Allah bu dünyayı böyle yaratmış. Bahsettiğimiz barış dünyası ancak öldükten sonra var olacaktır.

Bu âyette bu hususa işaret ederek boş hayale kapılmamamız gerektiği ifade ediliyor.

Sosyalistler böyle bir hayale kapıldılar. ‘Kötülüğü din aşıladı, aile aşıladı, mülkiyet aşıladı’ dediler, bunları yok etmeye çalıştılar ama insanlığa en çok kötülüğü onlar yani sosyalistler/komünistler yaptılar ve sonunda kendileri yok olup gittiler.

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ

(Va LaV ŞAyEa RabBuKa)

“Ve Rabbin meşiet etseydi”

Bir arabayı yaparsınız, eksik hiçbir yeri bırakmaz piyasaya öyle sürersiniz. Araba zamanla aşınır, eskir ve devre dışı olur. Yalnız BMW arabasını insanlar birden bulmadılar.

İlk insanlar önce ağaç dallarına meyveleri bırakıp sürüklediler. Sonra kızak yaptılar. Sonra tekerleği buldular. Bilahare at arabalarını keşfettiler. Sonra buharlı makineleri icat ettiler. Önce benzinli, sonra mazotlu motor buldular. Bu arada elektriği bulup birleştirdiler. Sonra bilgisayarı buldular.

BMW yapma birden en olgunu üretmek demektir. Ama o en olgunu bulmak ancak ve ancak uzun denemelerden sonra ulaşılan bir şeydir. Allah böyle irade etmiştir, bunu insanların da katkıları olsun, katkıları olanlarla katkıları olmayanlar ayrılsın diye böyle yapmıştır.

Biz de bir inkılâp yaptığımız zaman halkın hemen gelmesi oluşmayı önler. Hava düzgün giderken yolları toz kaplar. Sonra hafif yağmur yağınca tozlar çamur olur, araba tekerlekleri dönmez ve kaza yaparsınız. Aslında sürtünme kötü bir şeydir. Sürtünme olmasaydı bizim arabamız benzinsiz yürürdü ama ne var ki o zaman da duramazdık.

İnkılâp yaptığınızda direnenler sürtünme görevi görürler, o sayede biz dengeli inkılâp yapabilmekteyiz. Allah bu dünyanın düzenini böyle kurmuştur. Herkesin görevi vardır, herkes kendi görevini yapar. Biz de bizim görevimizi yaparız. Tek başına da basketbolu oynayabilirdik ama o zaman kimse bizi seyretmezdi.

لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ

(LaEAvMaNa MaN Fıy eLEaRWı)

“Arzda olan kimse iman ederdi”

Yeryüzünde kimse şeriat dışına çıkmaz, herkes kanunlara uyardı.

Nitekim karıncalarda ve arılarda herkes kurallara harfiyen uyar, dolayısıyla aralarında bir çatışma yoktur. Emniyet teşkilatı yoktur ama savunma orduları vardır.

Allah insanları birlikte yaşayacak ve aynı zamanda başkaları ile çatışacak şekilde yaratmıştır. Aralarında çatışma olacak ve bundan dolayı emniyet teşkilatı olacaktır.

كُلُّهُمْ جَمِيعًا

(KulLuHuM CaMIyGan)

“Hepsi birden”

“Hûn” düzlük demektir. “Kevn” tepe demektir. “Beyn” çukur demektir. “Huve” o demektir. Gaybi gösterir. “İhanet” ilgisizlik, uzaklaştırma anlamlarına gelir.

Evet, arılar ve karıncalar doğrudan hepsi birden barış içindedirler. Aralarında çatışma yoktur. İnsanlar da eğer öyle yaratılsaydılar hepsi birden güven içinde olurlardı. Genel olarak bugün de öyledir. Topluluk bir yönetici kabul eder. Dün CHP’nin emrindedir. Bugün DP’nin olur. Dün sivil yönetim hâkimdir. Bakarsın sabahleyin Evren hükmetmektedir. Savaş galibin belli olması içindir. Biri galip geldi mi diğerlerini topluluk iter.

İnkılâp yapanlar da uzun zaman ezilirler, kimse onları dinlemez, ama sonra hepsi onları dinler. Dün Masonlar hâkimdi. Şimdi Millî Görüşçüler hâkimdir. Ama bu durum sadece siyasette böyledir. Ekonomide hâlâ onlar hâkim olduğu için Türkiye’de çatışma bitmiyor. İşte “Adil Düzen” bu sorunu “barış” içinde çözecektir. Sermaye kendi işini, siyaset de kendi işini yapacaktır. Din de bunlara karışmayacak, bunlar da dine karışmayacaklardır. Üniversiteler de öyle. Bunların hepsi asker devlet başkanının hakemliğinde barış içinde yaşayacaklar, hakemlerden oluşan yargı hepsinin üstünde olacaktır.

أَفَأَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ

(Ea Fa EaNTa TuKRiHu elNAvSa XatTAy YaKUvNUv MüEMiNIyNa)

“Bütün nâsa iman edinceye kadar ikrah mı edeceksin?”

O halde ne yapacağız?

Biz Firavunu mümin yapmakla uğraşmayacağız, o bizim işimiz değildir, o Allah’ın işidir. Biz Hazreti Musa ve kavmi gibi Mısır’ı terk edecek ve çöllerde kendimizi oluşturacağız. Kooperatiflerimizi kuracak, Kooperatifler sorunları çözünce varlığımızı sürdürecek. Orada kendimizi yetiştirdikten sonra bereketli topraklar içinde kendi düzenimizi kuracağız, böylece insanlığa binlerce sene hizmet etme imkânını bulacağız.

Burada “en-Nâse” demek, kendinizden başka bütün insanlar demektir.

Biz kendi kooperatiflerimizi kuracağız. Yüz lojmanlı apartmanlarda güvenimizi sağlayacağız. Şeriat düzenini getireceğiz. Ama bizim kooperatife ortak olmayan ve dışarıda kalan kimseleri de kendi hallerine bırakacağız. Biz onların bizim kooperatife girmeleri ile uğraşmayacağız. Biz kendimizi savunacağız. Savunma gücümüz olacaktır. Bize dokunmayan, bizimle uzlaşan partileri destekleyeceğiz ve onları iktidar edeceğiz. Ama onların “Adil Düzen”e gelmelerini istemeyeceğiz.

أَفَأَنْتَ

(Ea Fa EaNTa)

“Yoksa sen mi?”

Allah böyle takdir etmiş, böyle istemiş, onlara bir görev vermiş, sana da bir görev vermiş. Onlar da takım olarak varlıklarını sürdüreceklerdir ama hep yenilerek sürdüreceklerdir. Zaman zaman yenmiş gibi olacaklar ama görevleri bitince kendiliğinden çekileceklerdir. Hep inkılâp yapanlar ve yeni uygarlığı kuranlar galip geleceklerdir.

Buradaki “Fe”yi yoksa olarak tercüme ediyoruz.

Biz böyle takdir ettikten sonra sen o basit hâlinle tüm insanları zorla imana mı getireceksin?

تُكْرِهُ النَّاسَ

(TuKRiHu elNAvSa)

“Nâsa ikrah edeceksin”

“İkrah etmek” demek zorlamak demektir.

“Nâs” kelimesini zikrederek herkesi imana getirmeye demektedir.

Şeriat düzenine girip barış içinde yaşamayı istemeyenleri biz zorlamayız. Önce biz kendi bucağımıza çekilir orada kendi düzenimizi yaşarız. Kimseyi iç işlerimize karıştırmayız. Biz kendi sözleşmemizi kendimiz yaparız. Kendi hakemlerimizi kendimiz seçer ve kendi yargımızı kurarız. Başkalarının işlerine karışmayız. Onlarla onların istediği kadarıyla münasebet kurarız. Ülkede kooperatifler yayılır ve siyasi partilere etki etmeye başlar. İşte o zaman da biz hâkim oluruz. Onları kendi bucaklarında serbest bırakırız, onların kendi iç işlerine karışmayız, kimseyi imana zorlamayız.

حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ

(XatTAy YaKUvNUv MüEMiNIyNa)

“Ta ki mümin olsunlar.”

“Hattâ” kelimesi son sınırı göstermektedir.

“Sirtu hattâ Ankara” demek, Ankara’ya kadar yürüdüm demektir.

“Mümin oluncaya kadar zorlayacaksın” denmektedir. “Li Yekûnû” denmemiş de “Hattâ Yekûnû” denmiştir. Belli bir zaman için tebliğimizi yaparız. İç güvenliğimizi kurarız. Bizim sitede yer alanları güvenliğe zorlarız. Caydırıcı cezalar veririz. Ama sitemizin dışında onların kendi sitelerine ise karışmayız.

Bu sebeple “Li” değil de “Hattâ” getirilmiştir.

Bu yönüyle “Hattâ” “Li”den daha şiddetlidir.

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تُؤْمِنَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ  (100)

(Va MAv KAvNa Lı NaFSın EaN TuEMiNa EilLAv BiEiÜNı elLAvHı Va YaCGaLu elRıCSa GaLay elLYıNa La YaGQıLUnNa)

“Ve bir nefsin Allah’ın izni olmadan iman etmesi olamaz. Ve ricsi akletmeyenlerin üzerine kılar.”

Evet, iman edenlere Allah izin vermiştir, o sebeple iman etmişlerdir.

Demek ki bizim imanımız O’nun izniyle olmuştur. Biz bu göreve talip olmuşuz, O da bize bu görevi vermiştir.

Ben bir mümin ailede doğmasaydım… Ben İslâmî ilimleri okuma imkânını bulmasaydım… Benim zamanımda Demokrat Parti iktidar olmasaydı… İzmir’deki arkadaşlar benimle birlik olmasaydı… İstanbul’dakiler beni desteklemeseydi…

Ben bunları yazabilir miydim?

O halde ben sadece şükredebilirim, kendimde başka herhangi meziyet bulamam.

Aynı şeyler sizin için de söz konusudur.

Eğer şimdi bunu okuyorsanız, bu sadece Allah’ın takdiridir.

“Rics” kelimesi kumar, içki ve sigara benzeri fiillerdir. İman etmeyenler bunlarla vakitlerini değerlendirirler. Akıl ile hareket etmeyenler bunlardan kendilerini kurtaramazlar.

Sadece insanda nefis var, akıl var.

Nefis hislerle hareket etmek ister, başkasının tarlasında gördüğü hurma salkımlarını koparıp yemek ister. Eğer insan hayvan olsaydı hiç beklemez hemen dalardı. O anda korkulacak bir şey yoksa beklemezdi. Oysa insan; bu başkasının emeği ile elde edilmiştir, onun hakkıdır, ben bunu alırsam sonra cezalanırım der ve onları koparıp yemez.

İşte, insanı kötü hislerin sürüklemesinden koruyan akıldır.

Aklın anlamı şudur. Ben şimdi bana tatlı gelen sigarayı içersem sonra beni zehirler. İrademi köreltir. Âhirette hesabı zor veririm. Nimetine nankörlük etmiş oluyorum. Sonra aklının baskısı ile irademi kullanıyorum ve sigarayı bırakıyorum. Allah iman etmenin yolunu gösteriyor. Böylece sigarayı bırakan kimse aklını kullanmış oluyor. 

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ

(Va MAv KAvNa Lı NaFSın)

“Nefis için olmadı”

Nefis böyle bir şey yapmaz.

Burada dikkat edeceğimiz husus “Li-Ruhin” denmeyip Li-Nefsin” denmesidir.

Demek ki sorumlu olan, irade sahibi olan ruh değil nefistir. Ruh bedenle ilişki kurmadan önce bir şey yapmaya muktedir değildir.

İnsan ruh ile bedenin birleşmesinden oluşur. Nefis ruhun bedenle birleşme özelliğidir. Bu özellik insana günah veya sevap işletmektedir. Buradaki iman kalbî iman değil fiilî imandır. Fiilî iman olduğu için “nefis” olarak zikretmektedir.

أَنْ تُؤْمِنَ

(EaN TuEMiNa)

“İman etmesi”

Yani emniyet alanına girmesi, kooperatife katılması demektir.

Burada dikkat etmemiz gereken ikinci husus “En-Yü’mine” denmiyor, “En-Tü’mine” deniyor. “Nefis” müennes kelime olduğu için zamir olarak gönderiliyor. Beden müzekkerdir. Nefis müennestir. Onların birleşmesi ile insan oluşmaktadır. İnsanın sorumluluğu da bedene değil nefsedir. Cezası da nefsedir. Bedene gelen etki nefsi rahatsız etmektedir.

إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ

(EilLAv BiEiÜNı elLAvHı)

“Allah’ın izniyle”

“Allah’ın izni” denmekte, “Allah’ın iradesi” denmemektedir.

Demek ki insan irade ediyor, Allah da izin veriyor.

Burada başka bir hüküm öğreniyoruz. Bir kimsenin bir bucağa gelip yerleşmesi için yani oranın güvenlik alanına girmesi için topluluğun izni gerekmektedir. Başkanın izni ile gelip oturur ama diğer sakinler yargıya gidip onu bucaktan çıkarabilirler.

Kur’an’ı okurken fıkhı daima göz önünde bulundurup buradan ne hükümler çıkar diye düşünmemiz gerekmektedir.

وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ

(Va YaCGaLu elRıCSa)

“Ve ricsi kılar”

İnsanlar eğer akılları ile hareket eder ve hasene işlerinde zamanlarını değerlendirirlerse, o zaman kötü alışkanlıklara düşmezler. Ama eğer akılları ile meşru işlerle meşgul olmazlarsa boşta kalır ve kendilerine meşgale ararlar. Meşgale olarak da ricsi yani kötü alışkanlıkları bulurlar. Bu kötü alışkanlığı Allah onlara musallat eder.

Benim kırk sene öncesinde Yeşilay Dergisi’nde ilk basılan makalem vardır. Makaleye “İçki, kumar ve fuhşun sosyal fonksiyonu” başlığını koymuştum. Orada zekât vermeyenlerin topluluklara zararlı olmamaları için bu kötü alışkanlıkları yaptıklarını ifade etmiş, böylece paranın topluluğa dönmesi imkânı sağlanır diye yazmıştım.

عَلَى الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ (100)

(GaLay elLYıNa La YaGQıLUnNa)

“Akletmeyenlerin üzerine.”

Burada “akletmeyen kişilerden” değil “akletmeyen topluluklardan” bahsetmektedir.

Topluluklar plan ve projeye göre, şeriata göre makro düzenlemeleri yapacaklarına, heva ve heveslere göre düzenlemeye başlarlar. Bal ile rakıyı ekonomide aynı yere koyarlar. Hattâ rakı daha yüksek yerlerde olur.

Batılılar ekonomiyi tarif eder, içki araçlarını da ihtiyaçtan sayarlar.

Oysa İslâmiyet’te haram olan şeyler mal sayılmaz, devlet onlardan vergi almadığı gibi onları hukuken de korumaz, onların üretimine kredi vermez. Tütün ekenler tarlayı ekmemiş kabul edilir ve belli zaman sonra tarla ellerinden alınır.

Bu sûre Hazreti Musa ve Firavun hikâyesinden sonra Hazreti Yunus’u hatırlatmış ve ondan sonra bize dersler vermeye başlamıştır.

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1637 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1441 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2175 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1377 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1260 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1415 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1536 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2159 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1502 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1306 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1326 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1453 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1258 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1243 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1347 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1367 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1220 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1693 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1302 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1333 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1566 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1301 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1334 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2032 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1363 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1309 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1856 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1614 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1317 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1337 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1305 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1231 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1276 Okunma
34-109.AYET
1516 Okunma

© 2024 - Akevler