YUNUS SÛRESİ-26
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَقَالَ مُوسَى يَاقَوْمِ إِنْ كُنْتُمْ آمَنْتُمْ بِاللَّهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُوا إِنْ كُنْتُمْ مُسْلِمِينَ (84) فَقَالُوا عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (85) وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (86) وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّأَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ (87)
وَقَالَ مُوسَى يَاقَوْمِ إِنْ كُنْتُمْ آمَنْتُمْ بِاللَّهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُوا إِنْ كُنْتُمْ مُسْلِمِينَ (84)
(Va QAvLa MUvSAv YAv QaVMı EiN KüNTüM EAvMaNTuM Bi elLAHi FaGaLaYHi TaVakKaLUv EiN KuNTuM MuSLiMIyNa)
“Ve Musa, Ey Kavmim, dedi; eğer Allah’a iman etmiş iseniz, müslim olmuşsanız, O’na tevekkül ediniz.”
Hazreti Musa’nın muhataplarını değiştirdiği cümle “Ve” harfi ile başlamaktadır. “Ve” gelmeseydi aynı muhataplara hitap etmiş olurdu. Ancak kavminden bir kısmı açıkça desteklemişlerdir ama Hazreti Musa bunu bildiği için onları ayırmadan hitap etmektedir.
Akevler olarak beraber yola çıktığımız Cemaat mensuplarının ve Millî Görüşçülerin bizden uzak durarak yerlerini sağlamlaştırdıklarını bildiğimiz için bunların bu davranışlarını hoş karşıladık.
Adil Düzen Çalışanları şunu bilsinler ki, bugün bize karşı olanların pek çoğu sadece kendilerini korumak için bize karşı olmaktadır. Bu sebeple onlarla mücadele etmemek gerekir. Düzeni değiştirecek hâle geldiğimiz zaman onlar bizden daha fazla Adil Düzenci olabilir. Burada iki şart cümlesi getirilmiştir.
ان جئت اكرمك ان استطعت “Gelirsen, gücüm yeterse ikram ederim.”
Önce gelen şart olur. Cevap cümlesinin olması için şartın olması gerekir.
“Namaza kalktığınızda abdest alın” âyetinde, namazın geçerli olması için abdest almak şarttır. Abdest almazsanız namaz geçerli olmaz. Sonra gelen “İn” ise cevazın şartıdır.
“Bilmiyorsanız sorun” âyetinin manası; biliyorsan sormazsın, sorabilmek için bilmemen şarttır.
Buna göre bu âyette de Allah’a tevekkül etmek için önce Müslüman olacaksın ki Allah’a tevekkül edesin. Müslüman olmayanların Allah’a tevekkül etmeleri geçersizdir demektir. Ne var ki müslimler isterlerse tevekkül ederler, isterlerse etmezler. Müslimler için tevekkül şart değildir. Oysa müminler tevekkül etmek zorundadırlar. Tevekkül etmezlerse mümin olamazlar.
Burada iki kural ortaya çıkmaktadır. Biri, önce gelen “İn” vücub için, sonra gelen “İn” cevaz için şarttır. Bu kuralı daha önce tesbit etmiştik. Bir cümlede ikisinin kullanılmasına bu âyette karşılaşmış ve kuralımız tansis edilmiştir.
Kur’an’ın beyanında iki yol vardır.
Âyetin ittifakla anlaşılan manasıdır. Buna nass denir. İlk fıkıhçılar hadislerin beyanlarını da nass saymışlardır. Biz hadisleri doğrudan delil almayıp âyetle teyit edilmelerini delil kabul ediyoruz. Dolayısıyla hadis hiçbir zaman nass olmamaktadır. Bunun sebebi hadisleri yanlış kabul ettiğimizden değildir. İki sebebi vardır. Hadisler bize kesin rivayetle gelmemiştir. İkincisi ise hadisler o zamanın sorunlarını çözmüşlerdir, bugünün sorunlarını çözmez. Kur’an ise Allah’ın sözüdür, her zamanın sorunlarını aynı derecede açıklıkla çözer.
Şeriat hükümleri ikinci olarak içtihatla çözülür. İçtihatlarda birlik sağlanırsa icma olur.
İçtihat da iki şekilde yapılır.
Biri istihsandır. Diğeri ise kıyastır.
İstihsan, değişik delilleri (dört çift delili) bir araya getirerek sentez ile çözümü bulmaktır. Diğeri ise kıyas yolu ile çözümü bulmaktır.
Önce nass, sonra istihsan, sonra da kıyas gelir. Kıyasın başka manası, aslı bilinen bir hükmün illetini bulmaktır. İstihsan ise illeti bilinen bir hükmün aslını bulmaktır.
Bu âyette istihsandan nassa geçme vardır. Müslim şeriat hükümlerine uymak zorundadır. Cihat edebilir, cihat farz değildir. Mümin ise şeriat hükümlerine uymak zorunda olduğu gibi onun için cihat eden kimsedir. Buradaki iki şart bunu tansis etmiştir.
وَقَالَ مُوسَى
(Va QAvLa MUvSAv)
“Ve Musa kavl etti”
Hazreti Musa Firavun’la tartışmış ve sonunda galip gelmişti ama Firavun ve melei Hz. Musa’ya teslim olmamışlar, direnmeye devam etmişlerdir. Firavundan korkan halk sesini çıkaramamıştır. Hazreti Musa Peygamberin kavminden olanlar da Hz. Musa peygamber tarafında olmamışlar, sadece bir kısmı, Hazreti Musa’nın akrabaları yanında yer almışlardır.
Biz “Adil Düzen”i savunduk. Masonlar, CHP ve ordu bir olup bize karşı savaşa girişti. Bunlar Firavun’un sihircileri mesabesindedirler. Sonunda mağlup oldular. Yapılan seçimlerde halk yılan olup onları yuttu.
Bunun üzerine bunların hakkı teslim etmeleri gerekmez mi?
Öyle olmadı; hâlâ direnmeye devam ediyorlar, hâlâ halkın seçtiği cumhurbaşkanını oradan indireceklerini iddia ediyorlar.
Bu durumda bunların durumu ne olacaktır?
Bir gün biz sahneyi terk edecek ve kooperatiflerimize kavuşacağız ama onlardan bir kısmı bizi kooperatif içinde ezmek için takip edecek, onlarla bir olanlar bize saldıracaklardır. İşte o zaman onlar zulmün denizinde boğulacaklardır.
Hazreti Musa bu durumda kendi cemaatine dönmüştür; onlara nasihatte bulunuyor ve direnmelerini istiyordu.
Biz de bugün peygamberlerin vârisi âlimler olarak size yani “Adil Düzen”i baştan kabul edip sermayenin (Firavun’un) baskısı ile onların yanında yer alanlar veya almayanlara diyoruz ki; Allah’a tevekkül edin.
يَاقَوْمِ
(YAv QaVMı)
“Ey kavmim”
Hazreti Musa kavmine hitap ediyor.
Kimdir o kavim; kime hitap ediliyor?
Önce Adil Düzen Çalışanlarına hitap ediyor. İzmir Akevler ve Medhal grubu gibi Akevler’in yanında yer alan kardeşlerimize hitap ediyor. Bizim sitemize yazı yazan Sam Adian’a da hitap ediyor. Başlangıçta bizimle beraber olan Risale-i Nur mensuplarına hitap ediyoruz, Allah’tan aldığımız emri tebliğ ediyoruz... Sonra Millî Görüşçülere ve AK Partililere hitap ediyoruz... Süleyman Tunahan cemaatine hitap ediyoruz... Nakşi cemaatine, Uşşaki cemaatine, Menzil cemaatine hitap ediyoruz... Hâsılı, ehl-i kıbleye hitap ediyoruz.
Ey kavmimiz, diyoruz. Çünkü artık biz bir peygamber değil, o peygamberlerin halifeleri olan pek çok ilim adamlarıyız.
İlâhiyatçılara da hitap ediyoruz...
Hâsılı; ister “Adil Düzen”in yanında olsunlar, ister sermayeden korktukları için “Adil Düzen” karşısında olsunlar, ehl-i kıbleye hitap ediyoruz.
Aslında biz hitap etmiyoruz; sadece Allah’ın emrini yerine getiriyoruz.
Siz de aynı âyetleri bize aktarabilir ve hatırlatabilirsiniz.
O zaman gelin beraber çalışalım diyoruz.
Siz ise bizden uzaklaşmak için örgütler kuruyorsunuz. Her birinizin içinde paraleller var ve onlar sizi “Adil Düzen”den uzak tutmak için çaba gösteriyorlar. Sermayenin bu maşalarına uymayın diyoruz, Allah dediği için diyoruz.
إِنْ كُنْتُمْ آمَنْتُمْ
(EiN KüNTüM EAvMaNTuM)
“İman etmiş iseniz”
Siz başlangıçta bizimle beraber oldunuz, gerek Kooperatifi (Akevler’i) gerekse Millî Görüşü desteklediniz... Cihat yaptınız... En zor günde bize oy verdiniz... Bize ortak oldunuz, bizim için çalıştınız, tehlikelere göğüs gerdiniz...
Onları elbette bizim için yapmadınız, biz de sizin için yapmadık; Âlemlerin Rabbi için yaptık. Biz bir adım attık, Allah on misli, yüz misli ihsanlarda bulundu.
Şimdi iktidar olduk, zengin olduk, çoğaldık.
Siz o zaman mümin idiniz; müminlerin imandan dönme yetkileri yoktur. Cihattan kaçma da yoktur. Gelin, temelini attığımız ve bir katını çıktığımız bu binanın ikinci temelini, ikinci katını atalım, birlikte çalışmaya devam edelim; diyor, Hazreti Musa ve bize/size.
بِاللَّهِ
(Bi elLAHi)
“Allah’a”
Âlemlerin Rabbi Allah’a iman etmiş iseniz, O’nun emniyet teşkilatına katılmış iseniz, diyor.
Şüphesiz, zafer kazanılmaya başlandığı zaman birçok çıkarcılar yanımızda yer aldılar; bizler arasında şimdi münafıklar var, kalblerinde maraz olanlar var.
Hazreti Musa onlara hitap etmiyor. Biz de onlara hitap etmiyoruz. Onların gelmesini istemiyor. Onlar kendi nifakları içinde kalsınlar. İktidarlar onların olsun, zenginlikler onların olsun. Ne iktidar ne servet bir işe yaradı, insanlık ve ülkemiz zulümden kurtulmadı.
-Hâlâ faizli düzen içinde ezilip gidiyoruz...
-Hâlâ İstanbul fuhşun batağına olmaya devam ediyor...
-Hâlâ yalancı basın/medya her gün bizi yanıltmaya devam ediyor...
-Hâlâ bürokratlar kaç misli engeller çıkararak bizi canımızdan bezdirmektedirler...
Demek ki ne iktidar ne de para bir işe yaramadı. Aksine, bizi birbirimize düşürdü. Artık paraya ve iktidara dayanmaktan vazgeçip Âlemlerin Rabbi olan Allah’a dayanmalıyız. Biz O’na dayanıyoruz, siz de O’na dayanın. Bırakın iktidar onların olsun, bırakın bankalar onların olsun. Onlar birer put; onları onlara bırakalım da o putları onlar kırsın.
فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُوا
(FaGaLaYHi TaVakKaLUv)
“O’na tevekkül edelim”
Usulümüz malumdur. Siz anlamındaki “tüm” zamiri bizi de içine alır, siz + Biz manasındadır. Arapçada “gelelim” sigası yoktur; “geliniz” sigası ile “gelelim” sigası aynıdır. Çünkü Arapçada ben ve sen, siz olarak söylenir. Türkçede biz diye söylenir.
O halde Hazreti Musa da kavmine “tevekkül ediniz” demiyor, kendisini de katarak “tevekkül edelim” diyor.
Biz de şimdi size diyoruz ki; Allah’a tevekkül edelim.
İktidara tevekkülden vazgeçelim. Dolara tevekkülden vazgeçelim. Kalabalık cemaate tevekkül etmekten vazgeçelim. Kendimizi tanrı kabul edip düşmanlara saldırarak yeneceğimizi zannetmekten vazgeçelim.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a tevekkül edelim. Kimseye saldırmayalım, kimseye küfür etmeyelim. Biz Allah’ın dediklerini yapalım, ondan sonrası bize değil O’na aittir.
إِنْ كُنْتُمْ مُسْلِمِينَ (84)
(Ein KuNTuM MuSLiMIyNa)
“Müslim iseniz.”
Böyle yapabilmemiz için müslim olmamız da şarttır. Yani önce kendimiz amel edeceğiz, ondan sonra başkalarının amel etmelerini isteyeceğiz. Ondan sonra cihat etme hakkımız vardır.
O halde kooperatifleri kuracağız, kendimiz o kooperatifin içinde yaşayacağız…
Ondan sonra Firavuna (sermayeye) diyeceğiz ki;
Bak, bu düzene gelin, artık zulüm içinde yaşamaktan vazgeçin... Fuhşu teşvik etmeyin, faizi meşrulaştırmayın… Bürokrasiyi halkı ezmek için değil, halka yardım etmek için örgütleyelim… Basını insanlara zulmetmek için kullanmayın…
Ve biz bunları yapmıyoruz.
Onların gazeteleri yalan söylüyor, bizim gazetelerimiz de yalan söylüyor. Onların gazeteleri saldırıyor, bizim gazetelerimiz de saldırıyor. Size söylüyorum mürtetler, size söylüyorum Millî Gazete, Zaman, Yeni Mesaj, Yeni Şafak, Türkiye, Yeni Akit; size söylüyorum. Gelin, kendinizi tanrı kabul edip müşriklerin putları yanında yer almayın. Bâtılı kovmakla değil, Hakk’ı getirmekle meşgul olun. Adil Düzen çalışmalarından başka şeyler sahifelerde yer almasın. Spor oynanır, seyir bile edilmez, hele yazılması gülünçtür, sermayenin insanları oyalamak için uydurduğu saçmalıklardır; hepiniz spor sahifelerini “Adil Düzen” sahifelerine çeviriniz. Müslüman iseniz bu böyledir.
فَقَالُوا عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (85)
(Fa QAvLUv GaLay elLAvHi TaVakKaLNAv RabBaNAv LAv TaCGaLNAv FiTNaTan LıeLQaVMı elJAvLıMIyNa)
“Bunun üzerine; Allah’a tevekkül ettik.
Rabbimiz, zalim olan kavim için bizi fitne kılma dediler.”
Hazreti Musa ile beraber onun bu sözlerini kabul edenler Allah’a tevekkül ettik dediklerini söylemektedirler.
Burada “Aleyhi” kelimesini kullanmayıp “Allah’a tevekkül ettik” demektedirler. Hazreti Musa’ya cevap vermiyorlar, birlikte Allah’a tevekkül ettik diyorlar.
“Allah” kelimesinin izharı ile anlıyoruz ki buradaki tevekkül Âlemlerin Rabbi olan Allah’a tevekkül değildir. Buradaki tevekkül müslim olan müminlerin oluşturdukları cemaattir, cihad cemaatidir. Hazreti Musa ile beraber direnen kavimden olanlardır. Hazreti Musa’ya hitaben söylemiyorlar, doğrudan Rabbe yönelerek söylüyorlar.
Günümüze geldiğimizde; siz Adil Düzen Çalışanları bize katılın demiyoruz, biz hepimiz bir olup Allah’ın Kur’an düzenine katılalım diyoruz.
Başarısızlığın yegâne kaynağı; İslâmiyet’i içtihat ile anlayıp uygulayarak onu savunma yerine, bin sene evvelki içtihatlarla ve tefsirlerle yorumlar yapıp ölüyü diriltmeye çalışmalarıdır. Artık yeni tohum ekilecek, o yeniden fidan olacak. Tohum o tohum ama gövde o gövde değil; çünkü o gövde çürümüştür. Yeni gövdeye ihtiyaç vardır.
Biz belki size tohum verebiliriz ama biz size gövde veremeyiz. Gövdeyi hep beraber çalışarak oluşturacağız. Onun için herkes doğrudan yola koyulmalı, kooperatiflerini kurmalı, Kur’an üzerinde ilmî çalışmalar yapmalı, yüz lojmanlı işyerleri olan apartmanları inşa etmeli; bu arada mala-mal marketlerini de kurma durumundayız.
Bakınız, ben size demiyorum ki bizim kooperatifimize katılın.
Biz size diyoruz ki; kendiniz, kendiniz için “Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi” kurunuz. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nca onaylanmış iki adet kooperatifimiz İstanbul ve İzmir’de kurulmuştur, Ankara’da üçüncüsünün kurulması çalışmaları yapılmaktadır. Sizler, Cemaat ehli ve diğerleri, sizler de bu sözüme kulak verin ve “Hizmet ve Dayanışma Kooperatifleri” kurun.
Akevler 1967 yılında kurulurken, Fethullah Gülen’in kooperatife katılmasını önlemek için ona Akyazılı Vakfı’nı mescid-i dırar olarak kurdurdular. Gerekçelerinde de “kooperatif” değil “vakıf” olması gerekir dediler. Gülen ile kurmaya çalıştığımız Nur Evleri son aşamaya gelmiş ve arsa temin edilmiş olduğu halde, vazgeçti ve vakıf kurdu veya kurdurdu. Biz Akevler olarak onu destekledik.12 Eylül’de vakıflara baskı yapılınca, Gülen; “Süleyman Karagülle’nin dediği gibi Kooperatif kurun” dedi ama o zaman onu dinlemediler.
Şimdi Gülen alenen insanlara duyurmalıdır; “Genel Hizmet Kooperatifleri” kurun...
AK Parti üç dönemzedelerinin her biri de kendi seçim çevrelerinde Genel Hizmet Kooperatifleri kurmalı... Süleymancılar kurmalı... Menzilciler kurmalı...
Ülkemizi illegal kayıtsız ekonomiden kurtarmalıyız...
Bizim Akevler’de kayıt dışı bir kuruşumuz yoktur.
Bunun sistemini ve tekniğini bilmekteyiz.
Faizli TL’yi kullanmayın, faizsiz TL’ye çevirin.
Biz Akevler’de bunu “Demir-Çimento Hesabı” ile yaptık.
Mahkemelere gitmeyin, hakemlerle sorunlarınızı çözün dedik...
Biz bunları yaptığımızda bizi Devlet Güvenlik Mahkemelerine şikâyet edip mahkemeye verdiler. Mahkemelerin hepsinden beraat ettik. Çünkü orada askeri hâkimler vardı, haklı idik, onlar hakkımızı korudular, bir gece bile nezarette kalmadık.
Dua edeceğiz, Rabbimiz bizi zalim kavmin şerrinden korur diyeceğiz. Korkmayacağız. Hapishaneye girebiliriz; nitekim Bediüzzaman hapse girmedi mi? İktidardan olabiliriz; nitekim Necmettin Erbakan iktidardan olmadı mı? Sonunda hepimizin gideceği yere gittiler. Cenneti hak ettiler. Neden biz de onlara katılmayalım?
فَقَالُوا
(Fa QAvLUv)
“Kendi kendilerine dediler”
Buradaki “Fe” harfi “kendi kendine dediler” manasını vermektedir.
Hazreti Musa aleyhisselâma cevap vermediler, başkalarına dediler anlamı çıkar.
“Ve” değil de “Fe” gelmiş olması, Hazreti Musa’nın teklifi üzerine demiş olmalarıdır ama ona değil de kendi kendilerine demiş olmalıdırlar.
Diyenler, Hazreti Musa aleyhisselâma açıkça destek verenlerdir.
Şimdi de açıkça “Adil Düzen”i benimsediklerini söyleyenlerdir.
عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا
(GaLay elLAvHi TaVakKaLNAv)
“Allah’a tevekkül ettik”
Kırgızlar “gidelim” demezler, “kettik” derler.
Buradaki “Tevekkelnâ” da haber cümlesi inşa cümlesi anlamındadır; “tevekkül ettik” değil de, “tevekkül edelim” anlamındadır.
Arapçada tevekkül edelim sigası yoktur. “Allah” kelimesinin tekrarı gösteriyor ki bu tevekkül sadece tevekkül etme değil de gerekli tedbirleri alarak tevekkül etmedir, Allah’ın emirlerini beklemedir, vahyi beklemedir.
Bugün de biz Kur’an’ın bize vereceği emri bekleme durumuna geçmekle tevekkül etmiş oluruz. Kur’an bize ne söylüyor, bu durmada ne yapalım deyip harekete geçme, kulak kesilme demektir. Bize “Hizmet Kooperatifleri kurun” diyecek ve biz de o kooperatifleri kurarak tevekkül etmiş olacağız.
رَبَّنَا
(RabBaNAv)
“Rabbimiz”
Doğrudan Âlemlerin Rabbi olan Allah’a dua etmektedirler. “Rabbena” hitaptır. Nünadike Rabbena demektir. “Rabbena Nunadike”deki “Ke” harfinin bedelidir. Sen bizim Rabbimizsin demektir.
“Rabbena” demekle bütün bu olayların terbiye için olduğunu belirtmek içindir.
Firavun, Hazreti Musa’ya ve onun kavmi olan İsrail oğullarına zulmetmeye başlamıştır. Bu durum başlangıçta onların Hazreti Musa’dan uzak durmalarına sebep olmuştur. Zulmetmeyi artırınca yavaş yavaş Hazreti Musa’nın etrafında toplanarak güçlendiler. Güçlenince de sonunda bütün İsrail oğulları Hazreti Musa’nın yanında yer aldılar. O suretle Mısır’ı terk ettiler. Kırk sene çölde dolaştılar. Sonra devlet kurdular. Bugün dünyayı avuçlarında oynatıyorlar. Demek ki şer görülen hayır olmuştur.
“Adil Düzen”e bugünkü firavunun yaptığı zulüm, sonunda insanları birleştirmektedir. Sonunda bütün insanlık “Rabbena” diyecektir, tav’an ve kerhen “Rabbena” diyecektir.
لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً
(LAv TaCGaLNAv FiTNaTan)
“Bizi fitne yapma”
“Fitne” bir madenin filizinden çıkarılmasıdır. Isıtırsınız, eritirsiniz, Karbon ile indirgersiniz, elinize demir filizinden maden elde edersiniz.
İnsanlığın böyle sıkıntılı günleri olur, onlar o sıkıntıyı çeker, sonra birileri hayata ulaşırlar. Filiz yok olur, maden ortaya çıkar.
Bizi yok olan filiz yapma. Zalim olan kavmin kurtulması için bizi yok etme. Yahut zalim olan kavmin zulümlerine bizi ezdirme. Başka bir ifade ile; biz Sana tevekkül ettik, Senin emirlerini yerine getireceğiz ama bizim gücümüz zalimleri yenmeye yetmez. Sen bizi koru.
Bugünkü mücadele de aynı şekildedir. Adil Düzen Çalışanlarının hiçbir güçleri yoktur. Ne yaptılar? Sadece insanlığa “Kur’an düzeni”nin ilâhi bir düzen olduğunu anlattılar.
Almanya’da Adil Düzen çalışmaları yaptığımız dönemde, Prof. Ninhaus dedi ki;
“Şimdiye kadar ben İslâm deyince ahlâklı davranış olarak anlıyordum, bir ekonomi sistemleri yok diyordum ama şimdi bir tanımla karşılaştım. Sosyalistler faizi ve kârı yasaklıyorlar, kapitalistler faizi ve kârı meşru görüyorlar. İslâmiyet ise faizi yasaklıyor, kârı meşru görüyor. Bu bir düzen, bir sistem olabilir.”
Bugün sermaye ikiye bölünmüştür. Bugün devletler ile faizci sermaye arasında kavga vardır. İşte biz bu sayede bunların zulmünden kurtulmak üzereyiz. Evet, peşimizi bırakmıyorlar, bize saldırıyorlar ama sonunda Firavun ve ordusu gibi kendi zulüm denizlerinde gark olacaklardır.
لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (85)
(LıLQaVMı elJAvLıMIyNa)
“Zalim olan kavim için.”
Firavun ne yapıyordu? Tüm Mısır halkını çalıştırıyor, kendisine ehramlar yaptırıyordu. İsrail oğulları köle idiler, adları bile anılmıyordu. Firavun’un o büyük gücü karşısında ‘bizi ezdirme’ diye dua ediyorlardı.
Evet, biz de kooperatifler kuracağız, dev dolar imparatoruna yani sermayeye karşı küçücük birer kooperatif kuracağız. O bizi rahat bırakmayacak. Ama Hazreti Musa’nın kavmi dua yapmıştır. Bizi zalim kavmin zulmüne fitne yapma. Allah da onları kurtarmıştı. Biz de dua ediyoruz. Rabbimiz, günümüzün Firavunu olan sermayeye bizi fitne yapma.
Allah o gün onların dualarını kabul etmişti.
Bugün de sabır ve sebatla çalışırsak bizim duamızı kabul edecektir.
Nitekim birinci çıkışımızda duamızı kabul etmişti ve biz galip gelmiş bulunuyoruz.
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (86)
(Va NacCiNAv BiRaXMaTiKa MiNa eLQaVMiL KAvFiRIyNa)
“Ve rahmetinle bizi kâfir kavimden tenciye et.”
Zalim kavim için bizi fitne kılma dedikten sonra “ve bizi kâfir kavimden necata erdir” demektedirler. “Vav” harfi ile atfedildiği için “fitne kılmamak” ile “necata erdirmek” ayrı şeylerdir demektir. “Kavim” kelimesini izhar ettiğine göre birinci “kavim” ile ikinci “kavim” de farklıdır demektir, “kâfir olmak” ile “zalim olmak” da ayrı ayrı özellikler demektir.
Kur’an bunları böyle zikretmekle bizim bunları karşılaştırmamızı istemektedir. Ne var ki bu karşılaştırmaları yapmak için derin ilim gerekmekte, bu da bizi çalışmaya zorlamaktadır. Bunun için işbölümü yapıp araştırmalarımızı ileri götürmemiz gerekir.
KARŞILAŞTIRILAN KELİMELER:
FİTNE ve RAHMET:
FİTNE imtihandır. Sıkıntıdan sonra huzura kavuşmaktır. Öğrenci imtihana girdiği için sıkıntıdadır, ders çalışırken sıkıntıdadır ama sınıfı geçtiğinde artık sevinç içindedir. Bir kadın çocuk doğururken en büyük sıkıntı içindedir ama çocuk dünyaya geldikten sonra canını onun için verecek kadar çok sevdiği büyük bir varlığa kavuşur. O halde fitne başlangıçta sıkıntılı ama sonra saadet getiren bir olaydır.
RAHMET ise tersinedir. Sıkıntı çektirmeden yapılan ihsandır. Bizim çalışmamızla değil, senin rahmetinle bizi kurtar anlamındadır. Biz kooperatifimizi kurduğumuz zaman birliğimiz fitneye ve rahmete dayanacaktır. Bizim mücadele edeceğimiz de iki grup olacak; zalimler ve kâfirler.
CA’LETMEK, TENCİYE ETMEK:
CA’LETMEK bir görev vermek demektir, bir şeyi yerine yerleştirmek demektir. Canlıların hayatı iki şeye dayanır; beslenmek ve korunmak. Canlı beslenmek için başka canlıları yemek zorundadır. Ne var ki başka canlılar da onu yiyerek yaşayacaklardır. Beslenme olayı yani başka canlıları yeme olayı vardır. Başka canlılara yem olmama olayı da NECATTIR. İnsan toplulukları da tamamen aynı kanunlara tabidir. Her topluluk başka topluluklarla doğa imkanlarını paylaşarak yaşar, bu paylaşma ca’l ve fitne ile olur. Uygarlık yaşlanınca yeni uygarlığın gelmesi için eski uygarlığın gitmesi gerekir. Çatışma yeni uygarlık ile eski uygarlık arasında başlar. Firavun eski uygarlığı temsil etmektedir. Hazreti Musa yeni uygarlığı temsil etmektedir. Sermaye eski uygarlığı temsil etmektedir. “Adil Düzen” yeni uygarlığı temsil etmektedir. Hazreti Musa’nın galip gelmesi gibi “Adil Düzen” de galip gelecektir. Kur’an nâzil olduğu zaman da Firavunu Mekke zenginleri temsil ediyorlardı ve onlar da mağlup oldular.
KÂFİR ve ZALİM:
Zulüm karanlıktır. Gündüz olduğu halde görülmez olmasıdır. Kurallara dayanan topluluk aydınlık içindedir. Kural dışı hareket eden kişi ve ne yapacağı belli olmayan topluluk zalim topluluktur. Bir ülke kanunlarla doldurulur, bu kanunları bilme imkânı ortadan kalkarsa, kişilerin şahsi takdirleri ile ülke yönetilir. Bu düzen zalim düzendir. Kayıt dışı ekonomi zalim düzendir. Rüşvetle işleyen düzen zalim düzendir. Demek ki Hazreti Musa’nın kavmi zalim düzende yaşıyordu, o kavminin zulümden korunmasını istemektedir. Bugüne gelinirse, zalim düzen demek bürokratik düzen demektir. Hukukun çalıştığı düzen değil de, kişilerin çalıştığı düzendir. Bir ülkeye eğer izinle giriyorsanız, izinle çıkıyorsanız, zalim düzen içindesiniz demektir. Kâfir düzen ise nankör düzendir. Yani insanlar yararlanıyor ama onun karşılığında şükür yapmıyorlar. Ülkenin imkânlarından yararlanarak iş yapıyorlar ama vergisini vermiyorlar. Diploma alıyorlar ama bilgi edinmiyorlar. Bu düzen nankör düzendir.
KAVİM ve KAVİM:
Âyette iki kavim geçmektedir. İkisi de karşı tarafın kavimleridir; zulmeden kavim, nankör olan kavim. Suçu sabit olmayan vatandaşı karakola çağıran düzen zalim düzendir; bu düzen insanları insanlara köle etmektedir. Vergisini ödemeyen düzen kâfir düzendir; başkalarının haklarını yemektir. Hazreti Musa peygamberin zamanındaki Firavun düzeni bugünkü gibi idi. Bürokratlar vardı ve onlar halka zulmediyorlardı. Halk da görevlerini yerine getirmedikleri, kamu mallarını gasp ettiklerinden dolayı zulüm görüyordu.
Bugün de bizim cihad yapacağımız iki zümre vardır. Biri sermaye ile işbirliği hâlinde sömüren zümredir, bunlar zalimlerdir. Diğeri de bunları tanrı edinmiş halk, dolar esiri halk; bunlar da çalmakla ve soymakla hayatlarını yaşamaktadırlar.
وَنَجِّنَا
(Va NacCiNAv)
“Bizi tenciye et”
“Neciy” kuytu yer demektir. Rüzgârdan ve saldırılardan korunmak için oraya sığınılır.
“Necva” gizli toplantının yapıldığı yerdir.
“Tenciye etme” demek kurtarmak demektir. Kötü durumdan ve onların pisliklerinden kurtar demektir.
Hazreti Musa’nın kavmi, Allah’a; bize imkân ver de biz kendi kendimize, kendi kuytu ve korunmuş yerimizde yaşayalım, onlara ezilmeyelim diye dua ediyorlar.
Dün Hazreti Musa’nın kavmi ne yapmışsa, ne dua etmişse biz de ona dua edeceğiz. Rabbimiz bize kooperatifler kurdur, rabbimiz bize siteler oluştur da bugünün Firavun kavmi olan sermaye ve onunla bir olan işbirlikçiler bizim Senin emirlerini yerine getirmemize mâni olamasınlar. Zalimler kırk sene Akevler ile uğraştılar, Akevler dayandı, bugün vardır. Allah necata erdirdi. Siz de kooperatifler kuracak ve gelecek saldırılardan korunacaksınız.
بِرَحْمَتِكَ
(BiRaXMaTiKa)
“Rahmetinle”
Kanunlar çıkarıyorlar. Kanunlar hedef olarak sermayenin halkı nasıl ezeceğinin yollarını gösteriyor ama diğer taraftan sermayenin halkı nasıl sömüreceğini de gösteriyor.
Ne var ki kural olarak çıkardıkları için ondan biz de yararlanacağız.
Şöyle ki, küçük küçük işletmeleri kooperatifler içinde birleştireceğiz. İçte çalışırken ayrı küçük küçük halk işletmesi olacağız, dışa karşı ise bir tek firma imişiz gibi kooperatif olarak görüneceğiz. Böylece sermayeden daha avantajlı hâle geleceğiz. Tek büyük bir kooperatif değil de çok kooperatifler kuracağız ama anlaşmalarla kooperatifler hayırda yarışacaklar, şerden korunacaklardır.
O halde Allah’ın rahmeti bugün kooperatifleredir. Hazreti Musa peygamber zamanında da Hazreti Musa’nın etrafında toplanan İsrail oğullarıdır. Şimdi tartışılacak konu kooperatifler nasıl rahmet olacaktır. İşte, Kur’an’ı okuyup içtihat yapmak ve onun nasıl olacağını Kur’an’dan öğrenmek gerekir. O gün dua edilen sistem Tevrat düzeni idi, bugün de bizim istediğimiz Kur’an düzenidir. Demek ki “rahmet” dediğimiz zaman “Kur’an düzeni”ni anlayacağız, o da “Adil Düzen”dir, o da kooperatifleşmedir.
مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
(MiNa eLQaVMiL KAvFiRIyNa)
“Kâfir olan kavimden...”
Kâfir olan kavim, nankör olan kavimdir, kurallara göre değil de keyfi olarak hareket eden kavimdir.
Hazreti Yusuf aleyhisselâm zamanında adil olan Firavun yönetimi zamanla bozulmaya başlamıştır. Mısır uygarlığı zirvededir. Çökmeye başlamıştır.
Bugün de sermaye en yüksek yerdedir, çökmeye başlamıştır.
Biz şimdi Hazreti Musa’nın geldiği dönemi yaşıyoruz, Kur’an’ın geldiği dönemi yaşıyoruz.
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّأَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ (87)
(Va EaVXaYNAv EiLAv MMuSAy Va EaPiHIy Ean TaBavVaEAv Lı QaVMıKüMAv Bı MuÖRa BüYUvTan Va CGaLUv BüYUvTaKUM QıBLaTan Va EaQIyMUv elÖaLAvTa Va BaşŞıRı eL MuEMiNIyNa)
“Ve Musa ve kardeşine vahyettik. Mısır’da kavminize evler/beytler yapın ve beytinizi kıble yaparak salâtı ikame edin ve müminleri tebşir et.”
Hazreti Musa’nın kavmi Allah’a dua ediyor:
Bizi zalim kavme karşı koru ve bizi kâfir kavimden kurtar...
Biz de Allah’a dua ediyoruz;
Bugünkü yönetimden koru, bugünkü kayıt dışı kural dışı yaşayan halktan da kurtar...
Evet, demek ki Hazreti Musa’nın zamanındaki Mısır’da da, aynen bugünkü Türkiye’de olduğu gibi, devlet görevlileri ile kanun dışı uygulamalar yapılıyor, halk da kayıt dışı çalışıyor. Bir taraftan zulüm görüyoruz, diğer taraftan biz de onlar gibi vergi kaçırmak ve rüşvet vermek durumunda kalıyoruz. Allah’ım, Sana tevekkül ettik, ne yapalım? Nasıl yapalım da devletin zulmünden, halkın küfründen uzak olalım?
İşte, Allah bunun üzerine bu âyette anlattığını Hazreti Musa’ya vahyediyor. Elbette bu vahiyle aynı şeyi bize şimdi bildiriyor...
Şimdi, size soruyorum:
- Devlet bürokratların eliyle bize zulmetmiyor mu?
- Halk kayıt dışı ekonomi ile küfretmiyor mu?
- Biz de bundan rahatsız değil miyiz?
O halde;
- Ne yapalım, nasıl kurtulalım diye O’na tevekkül edip dua etmemiz gerekmez mi?
Halka düşman olmakla, devleti yıkmakla bir şey kazanamayız. Kaptana ve yolculara kızıp da gemiyi batırmaya benzer. Biz de o gemideyiz.
Ne yapalım, nasıl yapalım da sömürü sermayesi ve sermaye işbirlikçilerinin zulmünden korunalım da bu nankör kavim içinde yaşayalım?
İşte bu dua üzerine Allah Hazreti Musa’ya vahyetti: "Kavminize siteler kurun, orada mescitler olsun, oralarda toplantılar yapınız, yine oralarda müminlere müjdeler verin ki imanlarında sebat etsinler."
Hazreti Musa’nın kavmi bir taraftan Allah’a tevekkül ettiklerini ve O’ndan ne yapmaları gerektiğini sorarken, öbür taraftan da Hz. Musa Peygambere vahyederek ne yapacaklarını bildirmektedir.
Burada dikkat edeceğimiz bir husus var. “Fe” harfi getirilmemiş de “Ve” harfi getirilmiştir. Yani biri diğerinin sonucu değildir. İkisi bağımsız konudur. Halk dua ederken Allah da emretmektedir. Çünkü vahyeden Allah aynı zamanda Hz. Musa’nın kavmine de ilham ederek o duayı yaptırmaktadır. Dua ettiren O’dur, duayı kabul eden de O’dur.
Adil Düzen Çalışanlarına; kooperatif kurun, beş vakit namazı cemaatle kılmaya başlayın, orada sohbetler edin diye Kur’an’la bildiriyor, diğer taraftan da Türk halkına kooperatiflere ortak olalım diye dua ettiriyor, çünkü O kendi düzenini gerçekleştirecektir.
Mimar ve kooperatif başkanımız Bünyamin Demir, beni kalıp fuarına götürdü, onları inşaatta kullanalım diye; ben ise onlardan daha üstün kalıpları nasıl yaparız diye gittim.
Yapabilir miyiz?
Biz yapamayız ama Allah yapar. Bu âyet bize haber veriyor. Türk Milleti “Adil Düzen”in gelmesi için hazırlanmaktadır. Mevcut bozulmuş ve yaşlanmış olan Mısır’dan yani faizli firavun düzeninden çıkıp gideceklerdir. Hazreti Musa’nın kavmi gibi çölde de olsa, kendi dünyasında yaşamaya başlayacak ve insanlığa Kur’an nurunu getirecektir.
Musa ve Harun’a vahyettik diyor.
O halde meclisin çıkardığı kanunlar dört yoldan uygulanır.
a) Halk doğrudan kendisi uygular, kendisi hakemlere karşı sorumlu olur.
b) Başkan doğrudan uygular, başkan olarak kendi bucağında kendisi sorumlu olur.
c) Hükümet/başbakan doğrudan kendisi uygular ve kendisi yargıya karşı sorumlu olur.
d) Başkan ve vezir birlikte uygularlar.
Burada kooperatifler kurma, siteler meydana getirme söz konusu olduğu için başkan ve veziri bunu birlikte kuracaklardır. Birlikte kuracakları için ikisine birden vahyettik denmektedir. Hazreti Musa’ya vahyedilmiş, İsrail oğullarına o emretmektedir. Harun ise onu destekleyen halka işler yapmaktadır.
Akevler’de başkan olarak Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu, Hazreti Musa’nın yerinde yer almış, İzmir halkından kooperatife ortak olmalarını istemiş, onlar da kabul etmiş, Süleyman Karagülle de kooperatifi kurmuş ve onlara evler yapmıştır.
Tebvi etmeyi emretmektedir. “Bve” “Bye”den dönüşmüştür. “Bye” bilekten sonraki el, el atmak, hazırlamak anlamındadır. Bir de vurmak, çarpmak anlamında kullanılmaktadır. Dağdaki arı kovuğudur.
“Tebyi etmek” Türkçedeki kurmak anlamındadır. Bina kurulduğu gibi kooperatif de kurulur. Yani bir işi birlikte yapmak demektir. Organizasyon yapın demektir.
O gün Hazreti Musa ve Harun’a emredilen şimdi bize emredilmektedir. Akevler Hazreti Musa’nın yerinde olacak, Kur’an’dan aldığı emirleri tebliğ edecektir. Halkımızı kooperatife katılmaya çağıracaktır. Bunun yanında inşaat şirketleri ortaya çıkacak, onlar da inşaatları yapacaklardır. Projeyi Akevler ve diğer kooperatifler hazırlayacak, yapı ortakları ise yapıları yapacaklardır.
Mısır’da demek suretiyle bu işin Türkiye’de, hassaten İstanbul’da yapılacağını emretmektedir. Sonra orasını terk edip gideceklerdir. Ama buna rağmen yine Mısır’da siteler kurulacak ve orada toplanılacaktır.
Biz de şimdi İstanbul’da kooperatiflerimizi kuracağız.
İstanbul’da bize verecekleri yer olmadığı için Yalova’da bu faaliyeti yapacağız inşaallah; nitekim hazırlıklarımızı yapmaya başladık...
Sonra Türkiye’nin her yerinde kooperatifler kurulacak, insanlar beş vakit namazlarını birlikte kılmaya başlayacaklar, “100 Lojmanlı İşyeri Apartmanları” kuracaklar ve birlikte yaşayıp birlikte çalışacaklar. “100 Villalı Dinlenme Evleri” yapıp “dinlenme sitelerini” yaparak devremülk yoluyla tüm insanları buluşturmaya başlayacaklardır.
“Bevvee” kelimesi, kooperatifler kurulacak demektir.
“Mısır” kelimesi, tüm ülkede bu iş yapılacak demektir.
“Evlerinizi kıble yapın” deniyor.
“Beyt” kelimesi mesken demek değildir. “Mabetler” beyttir. Kurulacak kooperatiflerin merkezinde mabetler olacaktır. Mabetlerin çevresinde meskenler olacaktır. Kıble o zaman mevcut değildir. Henüz Davut aleyhisselâm gelmemiş, Mescid-i Aksa’yı inşa etmemişti.
“Evi” değil “evleri” demekle, her grup kendi mescidini kendisine kıble yapacak yani mescit yapacaktır.
“Ve namazları cemaatle kılınız” denmektedir.
Bizim neslin başaramadığı bir iş vardır. Beş vakit namaz cemaatle kılınmamaktadır. Oysa beş vakit namaz çalışma ve yaşamamızı düzenler.
a) Sabahleyin birinci ezan okunur, kalkarız ve evimizde vitir namazını kılarız. Kahvaltı yemeğimizi yer ve mescide gideriz. (Burada bahsedilen beyt budur.)
b) Orada birlikte sabah namazını kılar, sonra sabah mesaisine başlarız.
c) Öğle vakti öğle namazını birlikte kılar, dağılır ve evimize gideriz. Öğle yemeğini yer ve öyle uykusunu yaparız.
d) İkindi vakti yine beyte gider, orada ikindiyi kılar, akşam mesaisine başlarız.
e) Sonra akşam namazını kılar ve dağılırız, bir saat sonra tekrar geliriz.
f) Gece sohbetini yaptıktan sonra yatsıyı kılar ve yatarız.
Burada bir tek namaz çok kimse tarafından kılınmayacak, ikame edilecektir. Emredilen yaptığımız hareketler değildir, emredilen toplanmadır. Emredilen hareketler ise Kur’an’da tesbih olarak geçmektedir.
Evet, Akevler’i bu amaçla kurduk, İzmir’deki Akevler Sitesi’nin her apartman bloğunun çatısında mescit yaptık. Ne var ki kullanışlı olmadı, kadınlar ve çocuklar namaza katılamadılar. Erkekler de farklı iş zamanları nedeniyle bir araya gelemediler.
İşte, Hazreti Musa aleyhisselama emredilmiş emri yerine getiremediğimiz için Akevler’in birinci uygulamasındaki yapılaşmayı bırakıp şimdi “100 lojmanlı apartmanlar” sistemine geçiyoruz. İşyeri ile mesken aynı yerde olacak. Her katta mescit bulunacak ve beş vakit namaz katlarda hep birlikte kılınacaktır.
Bu âyet sanki Hazreti Musa peygambere değil de bugün bize nâzil olmuştur.
“Ve müminler tebşir edilecek.”
Ne zaman?
Bu vahiy olduğu zaman...
Eğer iman etmişseniz bu siteleri kurarsınız ve sonunda galip gelirsiniz. Siz bunu yapacaksınız, zalim ve kâfirlerden kurtulacaksınız diyor.
Bugüne gelinirse; bize yani Adil Düzen Çalışanı müminlere müjde var. Başaracağız. Bu kooperatifleri kuracağız. Ülkemiz şeriatçı (demokratik), müslim (lâik), âdil (liberal) ve hak (sosyal) bir düzene ulaşacaktır.
وَأَوْحَيْنَا
(Va EaVXaYNAv)
“Ve vahyettik”
Tenzil, Kur’an’ın veya İncil’in lâfzen indirilmesidir. Cebrail gelmiş, görünmüş, vahiy okumuş, yazdırmış. Kur’an’dan sonra artık inzal yoktur. Cebrail gelip bir kimseye görünmez ve bir kitap da vermez. Kromozomunuzda bazı genler vardır ki o genler her nesil boyunca eksilir, insan nesli tükenmeden o gen sona erer. Vahyi algılayan meleği gören gen de Hazreti Muhammed’in nesli ile sona erdi.
“Vahiy” kelimesi inzali de içerdiği için inzal anlamında da kullanırız.
“Musa’ya vahyettik” deniyor. Çünkü henüz yazılı metin Tevrat’tan bir parça olarak inmemiştir. Sina Dağı’nda Hazreti İbrahim zamanında yazılmış levhalar gömülmüştü. Hazreti Musa oraya çıktı ve onu buldu. Tevrat ondan sonra inmeye başlamıştır.
O günkü vahiy ile bugünkü vahiy arasında fark yoktur. Biz vahyi Kur’an’dan alırız. Kur’an’ı okuruz, aklımızla bir mana anlarız; işte bu vahiydir. Bize gelen vahyin Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed’e vahyedilenden farkı vardır.
Bize gelen yalnız bizi ilgilendiren vahiydir. İnsanlara duyururuz ama bize gelen vahiy onları bağlamaz. Oysa peygamberlere gelen vahiy bizi de bağlar; bağladığı içindir ki biz zamanımızı o zamana kıyas ediyoruz.
İkinci fark ise şudur. Peygamberler hata yaptıkları veya yanlış anladıkları zaman Cebrail onları uyarıyor ve yanlışlarını düzeltiyordu. Oysa biz yaptığımızda bizi düzelten olmaz, uygulamadaki başarısızlık düzeltir yani düzeltmemize vesile olur.
إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ
(EiLAv MuSAy Va EaPiHIy)
“Musa ve kardeşine”
Harun büyük kardeşti. Allah bunları başkan ve vezir yapmayı murat etti. Büyük kardeşini küçük kardeşe vezir etti.
İktidarda olan son söz sahibidir. Yaşlı-genç, büyük-küçük söz konusu değildir. Büyükler de küçüklerin emrine girerler. Hassaten 66 yaşından sonra artık emir-komuta yetkisi onlardan daha gençlere aittir. Yaşlılarla istişare edilir ama karar bizzat uygulayan tarafından alınır. Başka yerlerde “Musa ve Harun” dendiği halde, burada “Musa ve kardeşi” denmiştir.
Siteler kurulurken herkes kendi içtihadına göre hareket edecektir, kendi görevinde kendisi yetkili olacaktır, üstün asta buyurma yetkisi yoktur.
أَنْ تَبَوَّأَا
(Ean TaBavVaEAv)
“İkiniz tebevvu edin diye”
Bu tef’il bâbı değildir, tefe’ul bâbıdır. Kendiniz inşa ediniz demektir. Kendiniz kurunuz demektir.
Demek ki kooperatifi kurma görevi “Adil Düzen” okuyucularına düşmektedir.
Sözleşmeleri biz yapacağız, projeleri biz yapacağız, yapılar bizim olacak ama onlar için olacak. Bizim yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında oturanlar oranın mâlikleri değildir, orada çalışanlardır. Oranın mâlikleri ise o binaları yapanlardır, onlar o binada pay sahipleridirler, kiradan pay alırlar. Meta mülkiyetine sahiptirler. Kıyam mülkiyeti ise orada oturan ve orada iş yapanlara aittir.
لِقَوْمِكُمَا
(Lı QaVMıKüMAv)
“Kavminize”
Yapan kamudur ama bunu kendilerine yapmıyorlar, halk için yapıyorlar. Dolayısıyla yapının meta mülkiyeti iş yapanlara dağıtılacak, kârdan yararlanacaklardır.
Kıyam mülkiyeti de orada oturanlara verilecek, orasını işleteceklerdir.
Akevler sözleşmesinde fıkha dayanılarak yazılmış maddeler, burada, Hazreti Musa’nın kıssasında anlatılmaktadır.
بِمِصْرَ
(Bı MıÖRa)
“Mısır’a”
“Mısır” bir ülkenin adıdır, ayrıca büyükşehir demektir.
Büyük şehirlerde beytler yapınız denmektedir.
Bizim memleketimizin büyük şehirleri şimdilik 12 tanedir: Samsun, İstanbul, Bursa, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Kayseri, Konya, Ankara, Afyon.
Demek ki buralarda kooperatifler kuracağız. Bunlar örnek kooperatifler olacak. Buradakileri biz kuracağız. Ondan sonra illerde ve bucaklarda ise o kooperatifleri örnek alarak onlar kuracaklardır.
“Buyuten” yani “beytler” çoğul olduğu için kooperatifler de ayrı ayrı olacaktır.
بُيُوتًا
(BüYUvTan)
“Beytler”
“Buyuten” “Beyt”in çoğuludur. Bir apartman bir beyttir. Çok meskendir.
Burada “Buyuten” demek suretiyle ayrı ayrı yüz lojmanlı binalar kurun anlamı çıkar.
“Yüz” sayısını nerden buldunuz derseniz, “miet” kelimesinden bulduk.
“Miet” yüz demektir, aynı kökten gelen “meva” da ev demek, mesken demektir. Sonra, aşiretten sonra gelen bir topluluktur. Aşiret on hanedir. Onun on katı yüz olur. “Maaşır” demek onlu sistem demektir.
Biz her sözümüzü Kur’an’a dayandırmaya çalışıyoruz, hatamız oluyor, onu uygularken görüyoruz. Yeniden Kur’an’a başvuruyoruz ve hatamızı düzeltiyoruz. Bizden olmayanlar çözümlerini Avrupa bataklığında buluyorlar!
وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ
(Va CGaLUv BüYUvTaKUM)
“Ve beytlerinizi kılınız”
Burada “beyt” de çoğul, “siz” de çoğul. Herkesin bir beyti olmuş olur. Herkes kendi beytini kendisine kıble yapsın manası verilebilir ama buna bundan sonra gelen “kıbleten” kelimesi mânidir, çünkü o tekildir.
قِبْلَةً
(QıBLaTan)
“Kıble”
Buradaki “kıble”yi evin içinde uygun şekilde saf kurulacak, sitenin dışında olanlar o siteye yönelecek demektir. Böylece kendilerini merkez yapacaklardır.
“Kıble” kavramı o zaman söz konusu değildir.
Mekke var. Şimdi de oraya yönelme yerine kendi beytlerine yönelme şeklindedir. Bu nesh edilen bir hükümdür yahut “kıble” kelimesi burada müevveldir.
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ
(Va EaQIyMUv elÖaLAvTa)
“Ve salâtı ikame ediniz”
Namaz Mekke’de farz kılındığı gibi Mısır’da da namaz farz kılınmıştır. Cemaatle birlikte farz kılınmıştır. Toplantı yapmamız emredilmiştir. Tesbih şeklinde ifa edilen namaz olması şart olmayabilir.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ (87)
(Va BaşŞıRı eL MuEMiNIyNa)
“Ve müminlere müjdele.”
O beytlerde müjdele anlamında olabildiği gibi; şimdi müjde vermektedir.
Siz bu kooperatifleri kuracaksınız ve Allah’ın nuru insanlığa gelecektir, denmektedir.
Ne var ki mümin olmanız şartı ile bu olacaktır.
Müjdeyi almış olarak bu dersi burada bitirelim.