YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
2160 Okunma
21 VE 23.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-10

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

Bu üç âyeti atlamış, ondan sonra 31’inci âyeti yorumlamışız.

Şimdi, iki seminerden sonra bu âyetleri yorumluyoruz.

 

وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُمْ إِذَا لَهُمْ مَكْرٌ فِي آيَاتِنَا قُلِ اللَّهُ أَسْرَعُ مَكْرًا إِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ (21) هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ حَتَّى إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَاءَتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنْجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (22) فَلَمَّا أَنْجَاهُمْ إِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (23)

                                                                                     

وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُمْ إِذَا لَهُمْ مَكْرٌ فِي آيَاتِنَا قُلِ اللَّهُ أَسْرَعُ مَكْرًا إِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ (21)

(Va İÜAv EaÜaQNav elNAvSa RaXMaTan MiN BaGDi WarRAvEa MasSaTHuM EiZa LaHuM MaKRun FIy EAvYAvTıNAv QuLı elLAvHu EasRaGu MaKRan EnNa RusUvLaNAv YaKTuBUvNa MAv TaMKuRUvNa)

“Ve nâsa onlar messetmiş darranın arkasından bir rahmet izaka edersek, onların o durumda âyetlerimizde bir mekrleri vardır. Allah mekr etmede esra’dır diye kavl et. Resullerimiz mekr ettiklerini ketb etmektedirler.

Ona Rabbinden bir âyet indirilmeliydi denmiş, sonra da bekleyin, biz de bekliyoruz denmişti. “Ve” harfi ile atfederek bu izakanın intizardan farklı olduğuna işaret etmektedir. Burada insanın yapısını anlatmaktadır.

İnsan bedeni olan ruhtur. İnsan ruhu bedensiz faal değildir. Ruh bir pilota benzer, uçağı yoksa uçamaz. Uçak da pilotsuz hareket edemez. Ne var ki öyle bir uçak ki sadece o binebilmekte, başkaları çalıştıramamaktadırlar. Yahut bir tohuma benzer, tohum bir ağaçtır ama ancak belli şartlarla filizlenir ve hareketlenir.

İnsan ruhu da böyledir. Hareketsiz ve bilinçsiz beklemektedir.

Bunu şöyle de açıklayabiliriz. İnsan ölü ve uykuda iken üzerinden zaman geçmez. Uykuda rüya görürken zaman geçer ama o zaman bizim zamanımız değildir. Bazen rüyada çok uzun zaman geçtiği halde, uyanık olanlar için çok az zaman geçer. İşte, dolayısıyla insan ruhunda kesinti yok, insan ruhu zaman dışına çıkmakta yani zamanı atlamaktadır.

İnsanın “bedeni”nde öyle bir hal vardır ki onunla “ruh” ile irtibat kurabilmektedir. Buna “hayat” diyoruz. Yine insan ruhunda öyle bir özellik vardır ki insan bedeniyle irtibat kurmaktadır. Buna da “nefis” diyoruz. İnsan bu dört kavramı ile ortaya çıkmaktadır.

İnsanın en büyük özelliği kişiliğidir yani insan geçmişten geleceğe bir kimsedir.

Ben çocukluğumu hatırlıyor ve o zaman bana ait olanları şimdi de benim kabul ediyorum. Annem hayatta yoktur ama benim beynimde o annemdir.

Yine insanın bir özelliği olarak insan düşünmekte ve kararlar almaktadır, kararlarını erteleyebilmektedir. Bir hayvan düşünür, o anda yapar, ben bunu bir sene sonra yapayım demez. Demek ki insan geçmişine ve geleceğine hâkimdir.

Böylece insan çevresini algılayabilmektedir. Milyon ışık yılı uzakta olan galaksileri tanımakta, oradaki olayları takip etmektedir. Atomların parçacıklarına inerek onların yük ve kitlelerini ölçmektedir. İşte bu insanın özelliklerinden biri olarak, insan Tanrı’ya muhatap olmakta, hattâ O’nunla çatışabilmektedir. Allah bazı sıfatlarını insanda özel olarak tezahür etmiştir. Allah onu öyle yaratmış.

İnsandan başka meleklerin olduğunu biliyoruz. Bahçemizdeki güzelim çiçeğin kendiliğinden olamayacağını, onu yetiştiren birinin olduğunu biliyoruz.

Acaba melek ve insandan başka varlıklar da var mıdır?

Kur’an onları da bildirmektedir. Bu varlıklar cinler ve ruhlardır. Cinler ve ruhlar hakkında fiziki bilgimiz yoktur. Cinlerin varlığından Güneş ışığından haberdarız. Orada da yeryüzündeki canlılar gibi özümleme yapmaktadır. Karbon-azot döngüsü vardır. Ruhları da bizim ruhumuzla düşünebiliyoruz.

Bunların içinde görünür dünyada hâkim olan insan vardır. Kur’an’ın ifadesi ile insan ekremi mahlûkattır, en ileri varlıktır. Yine Kur’an’ın ifadesi ile insan aynı zamanda en rezil, en aşağı mahlûktur. Bunu bedenindeki eksikliklerle biliyoruz. Çıplağız. Azalarımızla avımızı parçalayamıyoruz. Aklımızı kullanıp makineler icat etmesek yaşamamız bile mümkün olmaz.

İnsan en güçlü varlık olduğu için canlılar arasında kurulan denge insanlar için oluşamamaktadır. Diğer canlı türleri insanları dengeleyememektedir. Bu sebeple Allah insanlara birbirlerini yok etme melekesini vermiştir. Aralarındaki kavga ile canlılık dengesi korunmaktadır. İşte buradaki dengeleme bu âyette bir yönüyle izah edilmektedir.

Sıkıntıya girdiğinde uslu uslu olan insan, sıkıntıdan kurtulunca şaşkına döner ve çevresine zulmetmeye başlar. Böylece insanlık evrimleşmeye gider. Zulüm görenler zulümden kurtulmak için çaba gösterirler, iktidarda olanlar veya zengin olanların zulmü olmasa insanlar yeni düzen, yeni hayat, yeni iktidar aramayacaklardır. Sosyalizm gelmeseydi biz “Adil Düzen”den bahsedemezdik. Sömürünün zulmü olmasaydı biz İzmir ve İstanbul’da Akevler’i kurmayacaktık. Demek ki onların yaptıkları mekr bizi uyandırmak içindir, insanlığı daha ileri bir hayata götürmek içindir.

Onlar mekr ediyor, biz de mekr ediyoruz. Bizim mekrimiz daha seridir, onları geçecektir. Demek ki kâinatta iyilik ile kötülük sürekli yarıştadır. Böylece iki taraf da varlığını sürdürmek için karşı tarafla yarışma durumundadır. Düzen böyle oluşturulmuştur. Gevşeme ve tembellik yoktur. Nasıl uçak havada dursa düşerse, insanlık da yarışa devam etmezse düşer. Âyetin birinci kısmı bunu anlatmaktadır.

Burada bir şeye daha işaret etmektedir. İyiler ile kötüler arasında yarış vardır ama zafer daima iyilerindir. Kötülerin ve yıkıcıların başarıya ulaşması söz konusu değildir. Firavun Hazreti Musa için vardır. Hazreti Musa’nın kavmi bugün dünyaya hâkim, oysa Firavun’un sadece mezarı var.

Ve âyette şuna işaret edilmektedir. Bu yarış sadece bu dünya için olan bir yarış değildir. İnsanlar niyetlerine göre yaptıklarının karşılığını âhirette göreceklerdir. Olayların dört boyutlu uzayda filmleri çekilmektedir. Ancak onların miktarları kendiliğinden kaydedilmektedir. Ama değerleri ise yani sevap ve günahlarını elçiler/kâtipler yazmaktadır. O halde âyet çok açık olarak insanlık felsefesini yapmaktadır.

İnsanların dünyada eğitilmeleri için rahmet ve darra birlikte yürümektedir. Rahmet ile darra arasında yarış vardır. Rahmet öndedir. Yarışanlar iyilik tarafında iseler mükâfat görecekler, kötülük tarafında iseler cezalanacaklardır. Tarafı herkes kendisi seçiyor. Kâinatın var oluşu ve işleyişi bundan başka bir felsefe ile izah edilemez.

وَإِذَا أَذَقْنَا

(Va İÜAv EaÜaQNav)

“Ve izaka ettiğimizde”

“Sevik” (sin) özel bir un çorbasıdır. Sonra “sin” “zel’e dönüşmüş, tat anlamını almıştır. İnsan ihtiyacını gören bir fiilde bulunduğu zaman hoşlanır, doyunca da bu hoşluk sona erer. Onun için zevk kısa zamanda olan bir konudur, insanların rahatlamasıdır. İnsanlarda evrimin olabilmesi için ömrünü dolduran durum olarak yaşlanmaya başlar ve sıkıntı ortaya çıkar. Darranın mess ettiği dönemdir.

Bugün İslâm âlemi böyle darra içindedir. Osmanlı yönetimi darra içinde idi. Böylece insanlığa artık değişme zamanı geldi, inkılâp yapın, yeni duruma geçin deniyordu.

İnsanlık sosyalizm ile darra içinde olmuştur.

İnsanlık kapitalizm sömürüsü ile darra içinde olmuştur.

İşte bu darranın içinde iken bir bakarsınız durumları düzelir ve rahatlığa kavuşurlar, sürekli sıkıntılardan kurtulurlar. Onlara rahatlık durru hatırlatılır. Bu kısa ömürlü olduğu için zevk olarak ifade edilmektedir.

النَّاسَ

(elNAvSa)

“Nâsa, tüm halka”

Sosyal olaylar, iyilerle kötülere ayrı ayrı gelmez. Sıkıntı gelirse bütün insanlara gelir. Rahmet gelirse de bütün insanlara gelir. Zulüm geldiğinde o zulüm düzeninde zulmedenler ve hükmedenler de sıkıntı içinde olurlar.

Bugün Amerika’daki sermaye tüm dünyaya hâkimdir, denizdeki su gibi doları vardır. O dolar gücünü kullanarak her türlü iyilikleri de kötülükleri de yapabilmektedir. Gaz borularını alıp dünyaya dağıtmaktadır. İstanbul’da kanal ihalesine girebilmektedir. Karşılıksız dolarla kiraları indirip çıkarmaktadır. Ama gidin sorun/bakın bakalım, huzur içinde midir? Her gün korku içindedir; ya Çin doları kabul etmezse, ya İran riyalle Rusya rubleyle petrolü satarsa, o zaman sermayenin hâli ne olacaktır?!

Krizler ortaya çıkınca herkes için çıkmaktadır.

Rahmet olunca da herkes için rahmet olmaktadır.

Kur’an’da başka âyette kötülük yalnız kötülere dokunmayacak, kötülükten korkun diyor. Evet, biz çok iyi insan olabiliriz, cennete de gidebiliriz ama eğer bu dünyanın düzenini değiştirmezsek kötülükten kurtulamayız. Bunun gibi; eğer iyi düzen gelirse herkes yararlanır.

AK Parti’nin yaptıklarına karşı çıkanlar en çok yararlanan kimseler olmaktadır!

رَحْمَةً

(RaXMaTan)

“Rahmeti”

Nimet var, rahmet vardır.

“Nimet” maddi bolluktur. “Rahmet” ise manevi ve maddi bolluktur.

İnsanların huzur içinde yaşaması rahmettir. Demokrasi bir rahmettir. Özgürlük bir rahmettir. İnsanlık üçüncü binyıla doğru adımlar atarken bazı nimetleri de tatmaktadır.

Soğuk savaş en büyük darar idi. O zulüm geçti, insanlık rahata kavuştu. İslâm âlemi esaret içinde idi; bağımsızlıklar kazandı. Sovyetler yıkıldı, ülkeler bağımsız demokratik devletlere kavuştular. Türkiye’de Batı’nın zulmüne göre hareket eden yöneticiler artık demokratik yönetimi ele aldılar. Ordu artık Batı’nın talimatı ile silaha sarılmıyor.

Bütün bunlar rahmet değil midir?

مِنْ بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُمْ

(MiN BaGDi WarRAvEa MasSaTHuM)

“Onlara messetmiş olan darranın arkasından”

Arap baharı ne idi? Darradan sonra messedilen rahmet değil miydi?

İnsanlık bugün rahmet içindedir. Dünya çapında sıcak savaşı görmeyeli 70 seneye ulaştık. Soğuk savaşı terk edeli de çeyrek asırdan fazla oldu. Dünyanın her yerinde demokrasiye doğru adımlar atılmaktadır. Türkiye başta büyük inkılâplar geçirdi ama sonunda ateizm siyasetinden rücu etti. CHP Tanrı’yı yenemeyeceğini idrak etti, halkı zorla dinsiz yapmaktan vazgeçti.

1960’larda dünyanın en geri ülkesi Türkiye idi. Türkiye’de en geri halk inanmış Müslümanlardı. Bugün ise dünyada en ileri ülke Türkiye’dir; siyasette de dünyaya nisbetle en demokratik ülkedir, ülkemizde çok partili sistem vardır. Dinde de en ileri ülkedir, çağın ilimleriyle mücehhez bir din anlayışı yalnız Türkiye’de vardır. Ekonomide de halk ekonomisi sayesinde holdingleri olan ve krizleri en az yaşayan ülke Türkiye’dir. İlimde “Adil Düzen”i ortaya koyan ve geliştiren ülke Türkiye’dir.

Demek ki dünkü darardan sonra bugün rahmet içindeyiz.

إِذَا لَهُمْ مَكْرٌ

(EiZan LaHuM MaKRun)

“İşte o zaman mekr içinde olurlar”

İnsanlık sıkıntıda iken çıkış aramış, sosyalizme onun için sarılmış, dikta rejimler o sebeple doğmuştu. Bugün rahmet gelmiştir ama insanlık çare aramıyor, insanlığın çağımızdaki sorunları çözülmemiştir. Önümüzde ve üzerimizde şiddetli fırtınaları bekleyen bulutlar vardır. Onlar hâlâ eski sömürü düzenini sermaye ile sürdürme peşindedirler.

Obama bugün ABD sömürü sermayesi ile anlaşmış durumda yine fitne ve fesada yavaş da olsa devam etmektedir.

Putin yeni topraklar (Kırım) ilhak edip büyüme peşinde. Oysa Rusya’nın fazla fazla toprakları vardır. Bugün sera ziraatı geceleyin bile yapılabilmektedir. Petrolu var, toprağı var. Sibirya’yı cennete çevirebilir. Ama hâlâ ABD dolarının peşinde koşmaktadır!

Çin’deki durum da bundan farksızdır.

Herkesin mekri mevcut düzeni yaşatma doğrultusunda…

“Mekr” sinekkapan bitki demektir. “Keyd” ise tuzak demektir.

Savaşta düşmanı yanıltarak tuzağa düşürmek “keyd”dir. Askerlikte buna “taktik” denmektedir. “Mekr” planlı, programlı, uzun hedefe varmak için hazırlanan bir sistem demektir. Askerlikte buna “strateji” denmektedir.

Keydde çatışmayı kazanma vardır. Stratejide ise savaşı kazanma vardır. Keydde elde ettiğinde kazanç yoktur. Mekrde ise büyük imkânlara ulaşma vardır. Böcek kapan bitki gibi ondan yararlanma söz konusudur.

Keyd yarışırken geçme sorunudur. Ama sadık sonuç yarışın sonudur. O da mekrdir. Kim süratle ilerlerse yarışı o kazanır. Yani sonunda Allah kazanacaktır.

فِي آيَاتِنَا

(FIy EAvYAvTıNAv)

“Âyetlerimizde”

Buradaki âyetler Kur’an’daki âyetlerdir. Kur’an’daki âyetlerin nasıl devre dışı bırakılacağı üzerinde mekr yaparlar. Bugün insanlar Kur’an’ın lafzını değiştirme, hattâ onun Tanrı sözü olmadığına inandırmanın imkânsız olduğunu çok açık şekilde görmüşlerdir.

Sermaye 1960’lara kadar Kur’an’ı kökten kaldırmakla uğraştı. Daha sonra bunu başaramayacağını anladı. Askerler geldiler, komünizmi de İslâmiyet’i de serbest bıraktılar. Özgürlük olduğu için Batı bir şey diyemedi. Ama bunun sonucu belli idi. İslâmiyet’in yeniden canlanması anlamına geliyordu.

Nitekim Akevler 1960’larda kuruldu.

Gülen Cemaati 1960’larda oluştu.

Millî Görüş 1960’larda kuruldu.

Bunun üzerine sermaye tarikat olarak dini kabul etti, şeriatı uzak tutmak istedi. S. Demirel bununla görevli idi. Karşısına Erbakan çıktı…

Sermaye sonra ne yaptı?

AK Parti’yi ve Cemaat’i Erbakan’a karşı örgütledi...

Sermaye şimdi de Müslümanları birbirlerine düşürmek, “Adil Düzen”i devre dışı etmekle meşguldür. Millî Görüşçüler bile “Adil Düzen”i ağızlarına alamıyor. Fatih Erbakan ise “Adil Düzen”i sessiz söyleyebilmektedir. Şimdi Kur’an’ı tahrif faaliyetleri vardır. Herkes başka başka mana vermektedir. Akevler çalışmasını da böyle görenler vardır.

Oysa biz;

1- Kur’an Arapçasını esas alıyor ve Kureyş Arapçası üzerinde duruyoruz. Klasik Arapça derslerini Ruhu’l-Kur’an yazılım projesi çalışmalarımızla yeniden devreye sokuyoruz.

2- Biz Kur’an’ı klasik İslâm fukahasının içtihat ve icmalarına göre ortaya konan usulü fıkıh kuralları içinde yorumluyoruz.

3- Sahabelerin kavlî ve fiilî icmaları ile sabit olan Kur’an yorumlarını Kur’an gibi kabul ediyoruz.

4- Nihayet biz müsbet ilmin verilerine göre Kur’an’ı yorumluyoruz. Kur’an; “biz onu ilim üzerine tafsil ettik” diyor.

قُلِ

(QuLı)

“Söyle”

“Qul/söyle” ifadesiyle burada emredilen kimdir?

Her mümin, Kur’an’a inanan herkes yahut onları temsil eden başkan.

Biz bu emri kendimize kabul ediyor ve söylüyoruz.

Kime söylenecektir?

Sermayenin temsilcilerine söylenecektir...

Sermayenin peşinde koşanlara söylenecektir...

Her şey dolar yani paradır diye inananlara söylenecektir...

Millî hâsılayı hesaplarken dolarla hesaplıyorlar. Dolar insanlığın birinci tanrısı olmuş! Kâinatın tanrısı ya yoktur yahut uyumaktadır!

İşte, biz onlara söyleyeceğiz. Kooperatifleri kurup Kur’an’ın para kabul ettiği ve en uzun âyette anlattığı “hamiline yazılmış senetler” ile iş yapmak gerektiğini söyleyeceğiz.

Sağırlara söylesen de onlar duymazlar ama Kur’an “sen yine de söyle” diyor.

Bugünkü insanlığın ıstırabı “karşılıksız üretilen para”dır.

اللَّهُ أَسْرَعُ مَكْرًا

(elLAvHu EasRaGu MaKRan)

“Allah mekrde esra’dır”

Evet, sömürü sermayesi Kur’an’ı devre dışı etmek için var gücü ile faaliyettedir. Dolara tapanlar da sermaye ile beraber faaliyettedir. Ama Allah daha süratle hareket ediyor. Nitekim Erbakan’a karşı donatılan AK Parti ve Gülen Cemaati bugün onların başına bela olmuştur. Türkiye’de İslâmî parti 12 senedir anayasa ekseriyeti ile iktidardadır; 10 sene daha iktidarda olması büyük ihtimal dâhilindedir. 22 sene iktidarda kalan bu parti arkasına Obama ve Putin’i de almıştır. Bu gidişle on sene sonra Türkiye etkin güçler arasına girecektir. İslâm âlemi onu koruyan bir güce sahip olacaktır. “Adil Düzen”i dünyaya getirecektir. “Adil Düzen”e karşı oluşmuş olan parti, şimdi onlar için “Adil Düzen”i getiren tehlike olmuştur.

Diğer taraftan Nur Cemaati tüm dünyada okullar açmış, bürokratlar yetiştirmektedir. Dünya bürokrasisine Nur Cemaati hâkim olacaktır.

Sermaye kendi kendine çöküp gidecektir.

İşte, Allah esra’dır.

Türkiye’de Tanzimat’la başlayıp Mustafa Kemal’in on yıllık inkılâpları ile yenilik olmasaydı, 1000 sene önceki içtihatlarla, içtihadın yasak olduğu bir dünyada İslâmiyet çökmeye devam edecekti. Şimdi ise “Adil Düzen” ile insanlığın geleceğini aydınlatmaktadır.

إِنَّ رُسُلَنَا

(EnNa RusUvLaNAv)

“Resullerimiz”

“Resul” elçi demektir. Kur’an’daki bu kavram başkanlar için getirilmektedir.

 Burada yazanlara, kâtiplere resul denmiştir.

Bunlar kimlerdir, melekler mi yoksa insanlar mıdır?

Mekr ettiklerinizi yazıyorlar diyeceğiz. “Söyle” emri gereğince ben söyleyeceğim, mekr ettiklerinizi yazıyorlar. Bu ifadede “Nâ” yerine “Allah” kelimesi gelmeliydi, “rusul” yerine “küttâb, huffâz” kelimesi gelmeliydi veya “temkürûn” yerine yemkürûn” gelmeli idi.

Burada söyleme emredilen kimse de yazarlar arasına konmuştur. Allah, melekler ve müminler birlikte elçilere yazdırıyorlar. Resul yalnız kâtiptir. Tesbit et, sonra da gereğini yap anlamındadır. Yani kişilerle savaşmayı değil, mekr ettiklerinin yazıldığını söylüyor.

Demek ki burada bize görev düşmektedir. Mekrlerini öğreneceğiz ve kaydedeceğiz, elçi olarak tesbit edecek, hükümler koyacak ve icra edeceğiz.

Cümlenin üzerine mahzuf bir “Kâle” vardır.

“Qul” buna delalet ettiği için hazf edilmiştir.

Kur’an’da ölüm melekleri veya saat meleklerinden bahsederken “rusulena” kelimesini getirmektedir, dolayısıyla âhiret için yazan melekler manasına da gelebilir.

يَكْتُبُونَ

(YaKTuBUvNa)

“Ketb ediyorlar”

Yazıyorlar anlamına geldiği gibi hüküm koyuyorlar anlamına da gelir.

Ketb ediyorlar demek kaydediyorlar, muhasebe defterine kaydediyorlar demektir.

Allah’ın resulleri meleklerdir.

Âhirette hesap sormak için kaydediyor.

مَا تَمْكُرُونَ(21)

(MAv TaMKuRUvNa)

“Mekr ettikleriniz.”

Cümlenin gelişi “yemkürûn” olduğu halde “temkürûn” olmuştur.

Burada “Kul”      Kalellahu   şeklindedir. “Kul” emri buna delalet ettiği için hazf olmuştur. Yahut “Nâ” kelimesi içine melekler dâhil olduğu gibi resule dahil olur.

هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ حَتَّى إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَاءَتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنْجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (22)

(HuVa elLaÜIy YuSayYıRuKuM FIy elBarRı Va eLBaXRı XatTAy EiÜAv KunTuM Fı elFuLKı Va CaRaYNa BıRıYXın OayYıBaTın Va FaRIyXUv BiHAv CAvETHAv RıYXun GaÖıFun Va CAvEHuM elMaVCu Min KulLi MaKAvNın Va JanNUv EnNaHuM EuXIyOa BiHıM DaGaVUv elLAvHa MuPLıWIyNa LaHUv elDIyNı LaEıN EaNCaYTaNAv MiN HAvÜıHIy LaNaKUvNanNa MıNa elŞAvKıRIyNa)

“O berrde ve bahrda sizi seyrettiren kimsedir. Hattâ siz fulk içinde iken ve onlar onunla tayyib bir rih ile cereyan ederken ve ondan ferahlanırken onlara asıf bir rih gelir ve onlara mevc her mekândan ciet ederken onlar muhlis olarak dua ederler; eğer bundan bizi necata erdirirsen şükredenlerden oluruz.”

Resullerimizdeki “Nâ”ya işaret ederek “O” demektedir. Bununla “Nâ”nın manasının “Hüve” olduğunu ifade etmektedir. Sizi O seyrettirirken diyerek insanların yaptıkları gemilerin ve içinde koydukları motorların da O’na ait olduğuna işaret etmektedir.

İlim adamları toplanmışlar, bir canlıyı var etmişler, yaptıklarını Allah’a inanan ilim adamlarına göstermek için davet etmişler ve toplantıda canlıyı nasıl var ettiklerini anlatmaya başlamışlar; “Topraktan şunları alırız” diye başlamışlar. Allah’a inanmış olan âlimler demişler ki; “Durun, siz kimin toprağını alıyorsunuz, kendi malzemenizi kullanın!”

O halde siz motor yaparken kimin bakırını kullanıyorsunuz, kimin yakıtını kullanıyorsunuz? İşte bunlara işaret etmek için sizi karada ve denizde yürütürken denmektedir. Havadan bahsetmemektedir. Örneği denizden vermektedir.

“Fulk” uçan veya yüzen araçtır. Uçak da gemi de gezegen de fulktur. “İzâ”dan sonra geldiği için gelecek manasını taşır.

“Rusulehu” yerine “Rusulenâ” gelmiştir. Şimdi de “Biküm” yerine “Bihim” gelmiştir. Bundan sonra zamirler “Hum” olarak gelecektir.

“Siz bir fulkda iseniz” ifadesinden “hepiniz” anlamı çıkmaz, “bazınız fulkda iseniz” anlamı çıkar. Yani “küll” söylenir, “cüz” kastedilir. Bizden birileri yaptığında hepimiz yapmış oluruz. Çünkü şimdi birimiz yapıyoruz ama başka zaman diğerimiz yapacağız. Zaten ilk önce karada ve denizde dediği halde, şimdi sadece fulkda olanı anlatmaktadır. “Siz bunu yapıyorsunuz” dediği zaman hepimizin yapması gerekmediğini ifade etmiş oluyor.

“Fulk” kelimesi tek bir yüzeni veya uçanı ifade ettiği gibi topluluğu da ifade eder. Yani kelime hem tekil hem çoğuldur. Arapçada böyle kelimeler vardır. “Fi’l-fulki el-meşhun”de tekil olarak “meşhûn” denmiş, “meşhûne” denmemiş. Oysa burada “cera” değil de “cerayne” denmiş. O halde tek başına gemi değil de gemiler filo hâlinde seyrederken denmektedir. Biz başka gemide, onlar başka gemide olacaklar. Beraber aynı yerde yürümemiz gerekmez. Siz gemide iken fırtına gelmeyebilir. Gelse bile siz dua ettiğinizde onlar gibi yapmazsınız.

Kur’an’da gruplara ayırmalar yapar ve grupları erkek ve dişi zamirle işaret ettiği gibi siz ve onlar şeklinde de işaret eder. “Sizin kesb ettiğiniz sizin, onların kesb ettiği onların” derken bu usulle bir ayrımdır.

Bu âyet bize oradaki erkeklere “siz”, kadınlara “onlar” demesi bu anlamda ayırmadır, yoksa kadınları muhatap almadığı için değil. Bu âyet onu açıklamak için böyle getirilmiştir.

Burada iki rih karşılaştırılıyor; rih-i tayyib ve rih-i asıf. Bir barajdan akan su ile bir sel olarak akan su vardır. Biri bize elektrik üretir, diğeri ise etrafı harab eder. Dizginlenmiş ve yararlı hâle getirilmiş güç, dizginlenmemiş ve zararlı hâle getirilmemiş güç. Bir istikamette akan parçacıklar bir güç oluşturur. Güneş ışığı da böyle bir doğrultuda akan ve yüksek hızla hareket eden en küçük parçacıklardan oluşur. Isı ise değişik istikametlerde hareket eden moleküllerdir. Işığın yararlı olanı vardır, bir de zararlı olanı vardır; tayyib ve asıf.

Onlar anladılar ki kendileri ihata edilmiş durumdadır.

“Sekeytu bi main” demek, ben su ile doydum manasındadır.

Ben su ile doymuş durumdayım demek isterse “Ene sekeytu bi main” demek olur.

Buradaki manası kuşatılmış durumdayız olur.

Kuşatılmış durumda olduklarını anladılar.

Mevcin her taraftan gelmiş olması girdap anlamındadır. Eğer suyun akıntısı bir taraftan gelip bir tarafa gidecek olursa sizi sürükler ama dalga çevrelerse yani çevrenizde dönmeye başlarsa, o zaman dönen miktarda basınç düşer ve boğulur gidersiniz. Kazaların çoğu böyle olur. Hortumlar da böyledir. Hava bir dönmeye başladığı zaman yukarıya çeker aldırır ve başka yere atar.

Dinde O’na muhlis olarak düzeni ona halis kılarak.

Allah insanlara böyle kötü durumları isabet ettirir.

Bugünlerde Soma’da ve Karaman’daki madenlerde iki büyük kaza oldu.

Fırtınalar ve zelzeleler olmaktadır.

Bugün bunun kolayı bulunmuştur. İktidara saldırmak... Suçu iktidarda bulmak... CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu; Avrupa’da olmuyor da bizde neden oluyor diyor, bununla AK Parti’yi suçluyor. Sanki bu şimdi oluyor da başka zaman olmamış. Biz buna cevap verelim.

Ülkemiz sanayileşmeyi üç yüz seneden fazladır Batı’yı kopya ederek yapmaktadır. Teknoloji anlamadan aktarılmaktadır. Dünyanın değişik ülkelerinden çorba teknolojisi ile iş yapılmaktadır. Kendi teknolojimiz gelişmemiştir, kendi teknolojimiz üretilmemiştir. Bu sebeple kaliteli otomobil ithal edebiliriz ama kaliteli uçağı satın alamayız, onu biz yapmak zorundayız.

Bugün insanlar Tanrı’ya inanmakta oldukları için O’na dua etmekte, iktidarı suçlamakla yetinmektedirler. İnsanlık O’na dua edeceği günü beklemektedir.

“Bizi necata erdirirsen şakirlerden oluruz” diyecekleri günü beklemektedirler.

İstiklâl Savaşı işte o günlerdi. Bugün bir asır olacak, o zamanki duruma düşmüş değiliz. Osmanlı İmparatorluğu yenilmiştir. Ülkenin yarısı Hıristiyan’dı. Yenildik. Rum ve Ermeniler katliama girişmişlerdir. Koskoca imparatorluğun çocukları ihata edilmişlerdi. Dua ettiler. Mustafa Kemal dâhil herkes dua etti. Kurtulduktan sonra şükür yerine İslâm düşmanlığı yapılmaya başlandı. Aradan bir asır geçti, hâlâ şükretmekten uzağız.

هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ

(HuVa elLaÜIy YuSayYıRuKuM)

“O sizi tesyir eden kimsedir”

Buradaki zamirin en yakın “Allah” kelimesine gittiğini söyleyebiliriz. “Allah mekrde esra olandır” denmektedir. Biz burada “Rusulena”ya gönderiyoruz. Kuran’da biz kelimesi Allah’ı ifade eden kelimedir. “Allah” ifadesi ile söyleyenin her şeyin hâliki olan kimseyi anlatır. “Biz” deyince de konuşanın O Allah olduğunu ifade eder. Bu sözlerin söyleyene ait olmadığını ifade eder. “Sizi tesyir eder” ifadesi ile her şeyi yapan O’dur.

Önce maddeyi O yaratmış, ona bütün özelliklerini de O vermiştir. Sonra enerjinin tek kaynağı olan Güneş enerjisi de O’nundur. O halde seyr ettiren O’dur. Bizim onu yapmamız da O’na aittir. Çünkü bizim maddelerimiz de O’nundur, bizim kullandığımız enerji de O’nundur.

O halde tesyir eden O’dur.

Tef’il babını getirerek bu tesyirin devamlı olduğunu ifade eder.

فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ

(FIy elBarRı Va eLBaXRı)

“Berr ve bahrda”

Seyr etmek mekânın değişmesidir.

Karada değişme yüzey üzerinde yürümedir.

Bahrda seyr etme ise üç boyutlu uzayda seyretmedir; denizde, havada ve uzayda.

Seyir araçları farklıdır. Fulk karada olmayan araçların hepsini kapsamaktadır. “Fi’l- berri ve fi’l-bahri demeyip de fi’l-berri ve’l-bahri demesi, seyri birlikte yapmaktayız manasındadır. Havada yürürken karada devam ederiz. Tüm seyir yolları birbirine bitişiktir. Birbirinin devamıdır.

Ben İzmir’e giderken önce karada seyrederim, sonra uçağa binerim, sonra tekrar karada hareket ederim. Karasız hareket aslında mümkün değildir.

“Ve” hafi ile bağlanması ve Fi’yi iade etmemesi bunları ifade eder.

حَتَّى إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ

(XatTAy EiÜAv KunTuM Fı elFuLKı)

“Fulkte olduğunuz zaman”

Buradaki “Hattâ” neyi ifade eder? Yani durumlarda da yine seyr ettiren O’dur. Sizi oraya kadar götürür ki o duruma düşesiniz. Buradaki seyri sadece hakiki manadaki seyr olarak anlamamız gerekir. Topluluğun düzen içindeki gelişmesi tesyirdir.

Osmanlı İmparatorluğu seyr edip devam etmiş, sonunda İkinci Cihan Savaşı girdabına gelmiştir. Tüm oluşlar böyledir. Bir gün Cumhuriyet hükümeti de gelecektir. Yeni şeriat düzeni doğar. İnsanların önünü açar. Yeni hukuk yeni teknoloji doğurur. Eski hukuk yeni teknolojiye yetmez olur. Yeni hukuk eski hukukla bir araya getirilemez. Allah eski düzeni yıkar. İnsanlık adeta mahkûm olacağını zanneder. Yeni düzeni kabul ederler.

20. yüzyılın ateizmi, Sovyetler zulmü işte bu rih-i asıftır, her yandan gelen mevc idi.

Buradaki “fulk” marife olarak gelmiştir. Yeryüzü gezegeni içinde iken ve beşeri âfetler yer küresini sararken denmektedir.

İnsan nesli dejenere olmaktadır. Aile müessesesi yıkılmaktadır. Nüfus azalmaktadır. Çevre kirlenmektedir ve biz III. binyılın acılarını yaşamaktayız.

Burada “İn Küntüm” denmemiş de “İzâ Küntüm” denmiştir. “Fulk” da marife getirilmiştir. Yani fulkda olmak mukadderdir. Demek ki ilerde gemiler olacak ve biz onun içinde olacağız. Tarihi gelişmede insanlar karada yaşadılar. Balinalar da öyledir, kara hayvanı iken denizlere döndüler. Biz de ileride denizlere döneceğiz. Gemiler içinde olacak ve oralarda yaşayacağız. Orada gemilerden kentler kuracağız. Bu gemiler denizin içinde dolaşacaklar.  Sonra uzaya gidecek ve orada da benzer uygarlıklar kuracağız.

Yeryüzünde de uygarlıklar için benzer fırtınalar olacaktır.

وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ

(Va CaRaYNa BıRIXın OayYıBaTın)

“Ve tayyibet rih ile cereyan ederken”

Buradaki birinci “Ba” ta’diye “Ba”sıdır. Yani onları götürür. İkincisi ise güçtür. Bu güç dışarıdan gelen rüzgâr veya su akıntısı olabilir yahut içeride üretilen buhar veya elektrik rüzgârları olabilir. Çünkü bütün mekanik kuvvetler Güneş’ten gelen ışık rüzgârı ile üretilen elektrik, buhar veya su rüzgârları ile çalışır.

“Rih” kelimesi dişi bir kelimedir, çünkü gücü doğurandır.

Arapçada bazı kelimeler dişilik alameti taşımadıkları halde onlara dişi zamir gönderilir, sıfatlarda dişilik alametleri bulunur. Bunlar iki gruptur.

Gruplardan biri insandaki çift azalardır. Göz ve kulak böyledir. Diğeri doğurgan olmasıdır. Güneş ve yer dişidir. Ay dişi değildir. Rih de güç kaynağı olduğu için müennestir.

“Habis” zararlı, “Tayyib” yararlı demektir. Burada kullanılan yararlı anlamındadır. Yoksa hava anlamında değildir. Buna yararlı enerji denmektedir.

Güneş’te depolanmış bulunan enerji rih ışık hâlinde yayılır. Yeryüzünde denizlerde buhar olur. Bitkilerde şeker olur. Sonra bunları istenildiği gibi kullanırız. Gölde depo edilen su gibidirler. Serbest kalınca aşağıya akar. Yüksek sıcaklıktan alçak sıcaklığa akarken düzgün akarsa tayyibet olur.

وَفَرِحُوا بِهَا

(Va FaRIyXUv BiHAv)

“Ve ondan ferahlanırlar”

Tayyib rüzgâr gemileri düzgün yürüttüğü için ferahlanırlar. Bir de durgun hava kirlenmektedir. Akışlar sayesinde yıkanmakta, zararlı hava yararlı hâle gelmektedir.

Onunla ferahlanırlar manasına gelir.

“Ferah” sevinmek anlamındadır. Bir de rahat olma demektir. Tehlikeli bir durumda isen huzursuz olursun, tehlike geçtikten sonra ferah bulursun.

Buradaki zamir rıha gitmektedir. Rüzgâr aynı zamanda oksijen taşımaktadır, karbondioksit taşımaktadır. Karbondioksit çoğalınca sıkıntı başlar, rüzgâr havayı aşırı karbondioksitten temizler. Oksijenli havayı teneffüs ettiğinizde rahatlarsınız.

Böylece işleri iyi gitmektedir, keyifleri de yerinde olur.

جَاءَتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ

(CAvETHAv RıXun GaÖıFun)

“Ona asıf rih gelir”

Buradaki “Ha” zamiri “Fülk”e racidir.

Gemi denizde giderken birden kasıp kavurucu rih gelir. Bu sert bir rüzgârdır. Hortumlu rüzgârlardır. Dengelenemeyen güçtür. Patlayan kazandır. Yangındır. Bunların hepsi rihtir. Yangın rih sayesinde çevreye yayılır, bir türlü söndüremezsin.

Rih yukarıda tayyibet olarak sıfatlandırılmış, burada asıfet olarak değil asıf olarak vasıflandırılmıştır. Böylece rıh kelimesi hem müzekker hem müennes olmuştur. Demek ki akan şey yapıcı ise kendisinden yararlı enerji elde edebiliyorsak dişidir. Artık zapt edilemez. Kendisinden enerji elde edemiyorsan o zaman erkek bir kelimedir.

Önemli olan husus “caet” gelmiş ama “asıfet” gelmemektedir. Oysa Süleyman’da “rıhun asıfetin” denmektedir. Buradan yeni kural keşfetmiş oluruz. Eğer kendisinden yararlanılan bir vasıfsa “asıfet” olmaktadır, zarar veren bir sıfat ise “asıf” olarak gelmektedir.

Dikkat edecek olursak âyette basit gramer kurallarından değişiklikler var. Dinleyenlere gramer hatası olarak gelmemektedir. Demek ki Araplar da böyle kullanıyorlar.

وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ

(Va CAvEHuM elMaVCu Min KulLi MeKAvNın)

“Ve onlara mevc her mekândan ciet ederken…”

“Mevc” dalgadır. Eğer dönmeye başlarsa merkezkaç kuvvetler meydana gelir ve çukurlaşmaya başlar. Kaldırma kuvveti düşer ve gemiyi yutar.

Tarihte böyle bir facia vardır. Bu geminin inşasında en gelişmiş teknolojiyi kullanırlar ve zenginler binip onunla seyahate çıkarlar. Gemide bütün emniyet tedbirleri alınmıştır. Ateizm dünyasının dönemidir, meydan okuyorlar; Allah’a, batır batırabilirsen diyorlar. İşte o gemi böyle bir girdaba yakalanıyor ve batıyor. Deniz onu yutuyor. Uzun zaman kalıntısı bile bulunamıyor.

Bir de deniz yükselmeye başlayınca su dalgaları her tarafı sarmış olur. Tsunami böyle bir olaydır. Vücutta tansiyon vardır, şeker vardır. Birçok mekanizma onları dengede tutuyor.

Kâinattaki durum da böyledir. Güneş’te hidrojen helyuma dönüşüyor. Bu da asıf şekline dönüşebilir. Ama dönüşmüyor. Dünyanın dönmesi de böyledir. Ama Allah bazen bu dengeyi bozmakta, insanları ve canlıları uyarmaktadır.

وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ

(Va JanNUv EnNaHuM EuXIyOa BiHıM)

“İhata edildiklerini zannettiler”

Ehli artık kuşatılmıştır. Artık esir edildiler. Artık dört tarafı çevrilmiş, kaçacak yer kalmamıştır. Buradaki “zan” o şekilde kanaat sahibi olmadır. Ama o kanaat de hatalı olabilir. Oysa “alime”de hata ihtimalin olmaz. Nitekim Allah bu durumdan kurtaracaktır.

Önce çevremiz kirlenmektedir. Hava kirlenmektedir. Su kirlenmektedir. Toprak kirlenmektedir. Canlı kirlenmektedir.

Öyle bir düzen yaratılmış ki her şey dengede tutuluyor. Yeryüzündeki maddelerin miktarı canlıların yaşayacağı şekilde yaratılmıştır. Havadaki helyum ile ciğer arasında uyum vardır. Fazla miktar veya eksik miktar teneffüsü zorlaştırmaktadır. Oysa insanlar bu çevredeki dengeyi bozmaktadırlar. Dengenin bozulması sebebiyle kuşatılıyoruz. Bu kirlilik böyle devam ederse 200 sene sonra yeryüzünde hayat kalmayabilir.

İnsan nesli dejenere olmaktadır. Koruyucu tababet yerine tedavi edici tababet insan neslini dejenere etmektedir. Doğum kontrolü insan neslini dejenere etmektedir. Sosyal sigortalar kurumu sistemi insan neslini dejenere etmektedir. Tahrip edici silahlar ve savaşlar insan neslini dejenere etmektedir. Böylece uygarlaşmış ülkelerde nüfus azalmaktadır. İnsanlık bunları bugün idrak etmiştir, insanlar artık Tanrı düşmanlığından vazgeçmek üzeredirler.

دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ

(DaGaVUv elLAvHa MuPLıWIyNa LaHUv elDIyNa)

“Dinde muhlis olarak Allah’a dua ederler”

Bundan önce yaptığımız izahlarda arşa istiva etmeden önceki Allah ile arşa istiva ettikten sonraki Allah hâl ile farklıdırlar. Daha önce her şeyi bizzat kendisi yapıyordu, oysa arşa istiva ettikten sonra Kâinatı kendi kendine oluş içinde bırakmıştır. Bu şekilde düşündüğümüzde Allah’a dua etmenin hiçbir yararı yoktur. Çünkü zaten her şey kadere terk edilmiş olur. İşte bu durumun istisnaları vardır. O da insan, melek, ruh ve cin görevlerini yaparken Allah’tan aldıkları talimatla görev yapmaktadırlar. Koyduğu düzenin/şeriatın yorumlarını kendisi yapmaktadır.

Evet, Kâinatın değişmez kanunları vardır. O kanunlara göre hareket eden insan ve benzerleri vardır. Onların cüzi iradeleri vardır. Cüzi iradeleri ile Kâinatı kullanıyorlar. Allah onların bu cüzi iradelerini kullanırken o da cüzi iradesini kullanmaktadır. Külli irade sahibi ayrıca cüzi irade sahibidir. Bunu istivadan sonra da kullanmaktadır. Külli iradesi yok olmamıştır. Sadece günü gelinceye kadar kullanmamaktadır. Sonra O’na döneceğimiz âyet, Allah’ın istivadan önceki duruma geçmesi anlamındadır. 

İşte, bizim duamız bu cüzi irade ile yapılacakları talep içinde olur. Dualar bu çerçevede olursa kabul olunur. Yoksa beni öldürme şeklindeki dua elbette kabul edilmez.

لَئِنْ أَنْجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ

(LaEıN EaNCaYTaNAv MiN HAvÜıHIy)

 “Bizi bundan necata erdirirsen...”

Allah’a dua ediyor ve insan kurtulmak istiyor.

İnsan bu dünyada yaşamak arzusundadır. Ölmek istemiyor. Oysa er geç ölecektir, ha bugün ölmüş ha yarın ölmüş, ne çıkar. Kendisi ölse bile neslinin yaşamasını istiyor. Bazen nesli yaşasın diye kendisini feda ediyor.

Canlılardaki durum budur. Yavruları için ölen canlılar çoktur. İnsan böyle bir duygu ile yaratılmıştır. Bu duyguyu veren Allah bu duygularını yerine getirmesi imkânlarını da var etmiştir. Son çare dua olacaktır. Hele tüm insanlık tehlikede ise ondan insanlığı kurtarmak en önemli işimiz olacaktır.

İnsanlık henüz çevresini kuşatan dalgaları yakından hissetmiyor ama bu gidiş insanları oraya doğru götürmektedir. “Adil Düzen” çalışmaları insanlığın bu çöküşünü durduran bir faaliyettir. Kur’an’dan öğrenilen reçetelerle insanlığın kurtuluşu sağlanacaktır.

لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (22)

(LaNaKUvNanNa MıNa elŞAvKıRIyNa)

“Şükredenlerden olacağız.”

Hamd etmek zihnen ve lisanen olmaktadır, oysa şükür amel etmektir.

Sorun şeriat sorunudur.

İnsanın kendisini Yaratan’dan daha akıllı sanmayıp O’nun şeriatına uyan şükürdür.

Gemide olanların günah işlediklerini şimdi anlıyoruz. Demek ki onlar şükretmiyordu. Bu durum ondan ileri gelmektedir.

Mevcut düzen yaşlanmıştır, onun hukuku bugünkü sorunları çözmüyor. İnsanlar teknikte gösterdikleri çalışmayı hukukta gösteremiyorlar. Sömürü düzenini sürdürmek istiyorlar. O düzene karşı oluşan nasyonal ve enternasyonal rejimler insanlığa kan kusturmuştur. Şimdi o zulümler durmuş gibi görünüyor ama başka zulümler gelmiştir. Mafyanın zulmü, bürokrasinin zulmü gelmiş bulunuyor.

Bugün insanlık hukuk araştırma merkezini kurmalıdır. Dünyayı yüz devlet kabul ederseniz, her bir devlet olarak ortalama 10’ar ilim adamını finanse etmelidirler. Bin ilim adamının çalıştığı bir araştırma merkezi kurulmalıdır.

Bunlar şunları yapacaklardır.

a) Bunlar önce mukaddes kitapları bir araya getirip külliye yapmalıdırlar. Bunların ortak görüşlerini ve ayrılıklarını ortaya koymalıdırlar.

b) Bunlar tarihteki tüm filozofların ve düşünürlerin görüşlerini tasnif edip bir araya getirmelidirler.

c) Bunlar insanlığın karşılaştığı hukuk maddelerini tasnif edip sorunları numaralamalıdırlar. Bu konularda tüm ilim adamları birlik sağlamalıdırlar. Anlaşamadıkları konularda hakemlere gitmelidirler.

d) Sonra herkes kendi içtihadına göre hukuki maddeleri çözmelidir. Böylece bin çeşit mezhep oluşmaktadır.

Sonra bu mezheplere göre semt ve bucaklar oluşacak. Zamanla başarılı semt ve bucaklar kalacak, diğerleri elenecektir. 300 sene içinde çözümler üretilecek, sonra duraklama dönemi gelecek. Sonraki 300 sene gelişme dönemi olacaktır.

Sanırım dördüncü binyıl uygarlığı deniz uygarlığı olacaktır.

فَلَمَّا أَنْجَاهُمْ إِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (23)

(FaLamMAv EaNCAvHuM EiÜAv HuM YaBĞUvNa FIy eLEaRWı BiĞaYRı eLXAqQı YAv EayYuHav elNAvSu EinNaMAv BaĞYuKuM GaLAv EaNFuSiKuM MaTAvGa eLXAYavTi elDüNYAv ÇümMa EiLaYNav MaRcIGuKuM Fa NuNabBiEuKuM BİMAv KuNTuM TaGMaLUvNa)

“Onları inca ettiğinde o zaman arzda hakkın gayrisi olarak bağy ederler. Ey nâs, sizin bağyınız sadece nefsinizin aleyhinedir. Dünya hayatının metaıdır. Sonra merciiniz bizedir. Amel etmekte olduklarınızı size tenbi edeceğiz.”

Her ne zaman inca ettiğimizde denmektedir. O zaman arzda bağy ederler.

Her zaman mı inca edecektir, yoksa bazen inca etmeyecek midir?

İnsanlık daima bin yılda bir böyle durumlara girecek ve her seferinde inca edecek, yeni uygarlık kurulacaktır. Arada ölenler ve helâk olanlar olacak, ancak insanlık helâk olmayacaktır. Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslâmiyet helâk olmayacaktır.

“Bağy” “boğa”dan gelen bir kelimedir. Boğa dişiye saldırır.

Canlılarda aynı tür içinde birbirleriyle çatışma yoktur. Cinsi çatışma vardır, cinsi saldırı vardır. İnsanlar ise birbirlerine saldırarak yaşarlar. Bu saldırı bedenî değil ekonomik saldırıdır. Herkes kendi çıkarı için hareket eder. Bu sebepledir ki kazanmak ibtiğa ile ifade edilmiştir. Bu saldırının meşru olanı vardır, meşru olmayanı vardır. Meşru olmayanı faizdir. Meşru olanı da bey’dir, ribhdir, ticarettir. Onun için haksız ifadesini getirmiştir. Haklı bağy meşrudur. Bağyınız sizin nefsinizin aleyhinedir.

İnsanlar bir taraftan çıkar paralelliği içinde yaşarlar, diğer taraftan birbirleri aleyhinde bulunurlar. Biri pahalı satar, diğeri ucuz almak ister. Yarışta ben kazanayım ister. Bu durum yalnız insanlar arasındadır. Bu düzen bu dünya hayatının düzenidir. Bu dünya düzeni için haklı bağya gerek vardır.

Sonra merciiniz banadır. Rab insanları eğitimden geçirmiştir. Kim haklı bağy etti, kim haksız bağy etti, orada kendilerine haber verilecektir.

Bundan önceki âyette mekr ettiklerinizi yazıyorlar demişti.

Şimdi de amel ettiklerinizi haber vereceğiz diyor.

Mekr de fiilîdir, amel de fiilîdir. İnsanlar fikirlerinden dolayı değil, fiillerinden sorulacaklardır. Allah şirki affetmez derken biz şirki fikir olarak anlıyoruz. Şirk fikir değil fiildir, hakem kararlarını kabul etmemektir.

فَلَمَّا أَنْجَاهُمْ

(FaLamMAv EaNCAvHuM)

“Onları inca edince”

Onları necata erdirince dua ederler ve duanın arkasından necata erdirir yani duaları kabul olunur.

Burada anlatılan kimi olan kimi olmayan olaylar değildir. Olaylar takdir-i ilâhi ile cereyan eden olaylardır.

“İzâ Encahum” demeyip “Lemmâ Encahum” denmiş olmasının sebebi şudur:

“İzâ”da şart vardır, “Lemmâ”da şart yoktur. Onları hemen necata erdirir. “İzâ”da uzun zaman sonra oluş kesinliği vardır. “Lemmâ”da hemen vardır. Necata erdirme en tehlikeli anda son noktadır ve birdendir. İnsanlığın “Adil Düzen”e geçmesi tedrici olmayacaktır. Bir hareket, bir savaş, soğuk veya sıcak savaş insanların hemen değişmesi anlamına gelir.

Üçüncü binyıl uygarlığını önce halk öğrenecek, halk artık “Adil Düzen” isteyecek. Mevcut düzen ona karşı çıkacak. Bir iktidar değişmesi veya savaş zaferi tüm dünyanın çehresini değiştirecektir. Misal olarak dünya demokrasiyi benimsediği gibi hakemliği de benimseyecek. Yani ekseriyet sistemini bırakacak, onun yerine hakemlik sistemini benimseyecek. Bu üçüncü binyıl uygarlığının insanlıkça kabulü demektir.

إِذَا هُمْ يَبْغُونَ

(EiÜAv HuM YaBĞUvNa)

“Bağy ederler…”

Ne var ki insanlık hakemlik sistemini kabul etse bile fiilen yine haksız yere bağy etmeye devam edecektir. Ama hakemlik sistemi o bağyı sona erdirecektir. İnsanlar haklı bağy içinde yaşamaya başlayacaklardır. Yani arz ve talep kanunları sonuna kadar çalışacak, işçilik sistemi, kira sistemi, faiz sistemi kalkacaktır.

فِي الْأَرْضِ

(FIy eLEaRWı)

“Arz’da”

Bu bize üçüncü binyılın yeryüzü uygarlığı olacağını ifade etmekte, berr ve bahrda olacağını bildirmektedir.

İlerde insanlar Güneş sistemi içinde gök uygarlığı kuracaklardır. Oranın şeriatı buranın şeriatı olmayacak. İnsanlar artık birbirlerinden yararlanma yerine birlikte uzayla uğraşacaklardır.

Bu hükümler yeryüzü uygarlığı ile ilgili olduğu için âyette fi’l-berri ve’l-bahri denmektedir.

بِغَيْرِ الْحَقِّ

(BiĞaYRı eLXAqQı)

“Haksız yere”

“Hak” burada marife gelmiştir. O hak “Adil Düzen”dir. Yani Kur’an şeriatıdır. O şeriatın insanlara tanıdığı haklardır.

“Adil Düzen” nasıl ortaya konmaktadır?

Kur’an Arapçası öğreniliyor...

Uygulamalı Matematik öğreniliyor...

Sonra içtihatlar yapılarak günümüzün fıkhı ortaya konuyor...

Plan ve projeler yapılıyor...

Daha sonra da muhasebesi kuruluyor…

Herkes aldıklarını ve verdiklerini yazıyor, halk kendilerinin yaptığı ve kendilerinin kabul ettiği şeriata göre muhasebede borçlu ve alacaklı oluyor...

İşte…

“Hak” buradaki borç ve alacak hakkıdır. Burada belirtilen haklarda bağy caizdir.

Kur’an’ı yorumlamak demek onun uygulama şeklini ortaya koymaktır.

Eski müfessirler sadece beyanlarda bulunmuşlardır.

Biz ise şimdi Kur’an’ı içtihad yapa yapa yorumluyoruz.

يَاأَيُّهَا النَّاسُ

(YAv EayYuHav elNAvSu)

“Ey nâs”

Kur’an’da “Ey Nâs” hitabı ya âyetin başında geçer ya da “Kul”dan sonra yine âyetin başında bir yerde kıssa olarak âyetin içinde geçmekle beraber söyleyen bir insandır.

Yalnız burada âyetin içinde hem “Ey Nâs” diye geçmekte, hem de “Kul” şeklinde değil doğrudan kendisi hitap etmektedir.

Bundan sonra anlatılanlar yalnız gemide olanlar değildir; tüm insanlar anlatılmakta olduğu için “Ey Nâs” diye ifade edilmiştir.

Bundan önce yalnız haksız yere bağy edenlerden bahsetmiştir. Şimdi ise genel olarak tüm insanların bağyından bahsetmektedir. Bu sebeple araya “Ey Nâs” hitabını koymuştur.

Eğer bir âyete baştan doğru mana vermişseniz, sonra o manayı teyit eden ifadeler gelir. Bizim bağyın haklı olanı ve haksız olanı vardır ifademiz buradaki ey nas tarafından teyit edilmektedir.

إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ

(EinNaMAv BaĞYuKuM GaLAv EaNFuSiKuM)

“Bağyınız sizin nefislerinizin aleyhinedir”

Diğer bütün canlılarda çatışma yalnız türler arasındadır, aynı türler birbirleri ile çatışmazlar. İnsanlar ise birbirleri ile savaşarak çatıştıkları gibi ekonomide de ekonomik olarak çatışırlar. Herkes ürettiği malı pahalı satmak ister, diğerleri de ucuz almak ister. Böylece biz insanlar birbirimizin aleyhine hareket ederek dengemizi oluştururuz.

Bunu yalnız insanlar yapar. Bu özellik sadece insanın özelliğidir. Bu sebeple âyetin içinde “Ey Nâs” hitabı ile bu husus belirtilmiştir.

مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

(MaTAvGa eLXAYavTi elDüNYAv)

“Dünya hayatının metaıdır”

Dünya hayatı yarış hayatıdır, çatışma üzerine denge kurulmuştur. İnsanı dengeleyen başka canlı olmadığı için ancak kendi aralarında devletlere ve gruplara ayrılarak bu dengeyi sağlamaktadırlar. Bu çatışma ve yarış dünyada dengenin sağlanması için gerekmektedir. Bu dünyanın fani düzeni böyle kurulmuştur. Meşru yarışa ve çatışmaya devam ediniz denmektedir.

ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ

(ÇümMa EiLaYNav MaRcIGuKuM)

“Sonra merciiniz bizedir”

Rücu edeceğiniz yer bizedir.

“Bize” denmektedir, “Bana” denmemektedir. Çünkü orada da bir topluluktan çıkıp başka bir topluluğa gidilecektir. Orada baki hayat kurulacaktır. İyiler için cennet, kötüler için yani haksız yere bağy edenler için cehennem var olacaktır.

فَنُنَبِّئُكُمْ

(Fa NuNabBiEuKuM)

“Size tenbi edeceğiz.”

Orada bize haber verecektir.

“Haber” geleceği anlatmak için, “Nebe’” ise geçmişi anlatmak içindir.

Ben geçmişte yaptıklarımın çoğunu unutmuş bulunuyorum ama orada onlar hep anlatılacaktır, hatırlatılacaktır. Çünkü onların hepsinin filmi alınmıştır.

Beyindeki devreler duruyor. Çünkü bizim beynimizdeki bilgisayar eski kayıtları tutmakta, yenilerini yeni disketlere kaydetmektedir. Dört boyutlu uzayın disketi hiçbir şeyi kaçırmadan kaydetmiş bulunmaktadır Tef’il babını getirerek de birden değil zaman zaman, belki de istediğimiz zaman onları ziyaret edebileceğiz, o dosyaları açacağız.

بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (23)

(BiMAv KuNTuM TaGMaLUvNa)

“Amel etmiş olduklarınızı.”

Evet, dünyadaki fiillerimiz beyindeki düşüncelerimiz sonucu oluşmaktadır. Ne var ki denge beynimizdeki düşüncelerle değil de yaptıklarımız üzerinde kurulmuştur.

“İman ettiklerinin” değil, “amel ettikleriniz” deniyor.

Demek ki biz âhirete imanımızın değil amel ettiklerimizin hesabını vereceğiz. Bu âyet burada böyle söylüyor. Başka yerlerde de küfürden bahsediyor, imanın kalbî olduğunu söylüyor, küfrün iman karşıtı olduğunu ifade ediyor. Mümin iken ameliniz diyor.

Demek ki buradaki âyet ile o âyetler arasında tearuz vardır. Bunu tercih ile giderebiliriz. Usulü Fıkıhta bunun için tercih kuralları geliştirilmiştir.

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1637 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1441 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2176 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1377 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1260 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1415 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1536 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2160 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1502 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1306 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1326 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1454 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1259 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1243 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1347 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1367 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1220 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1693 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1302 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1333 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1566 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1302 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1334 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2032 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1364 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1309 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1857 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1614 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1318 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1337 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1306 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1231 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1277 Okunma
34-109.AYET
1516 Okunma

© 2024 - Akevler