YUNUS SÛRESİ-24
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَى وَهَارُونَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ (75) فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا إِنَّ هَذَا لَسِحْرٌ مُبِينٌ (76) قَالَ مُوسَى أَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَكُمْ أَسِحْرٌ هَذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ (77) قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَاءُ فِي الْأَرْضِ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنِينَ (78)
***
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَى وَهَارُونَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ (75)
(ÇümMa BaGaÇNAv MiN BaGDiHiM MUvSAv Va HaRUvNa EiLAy FıRGaVNa Va MaLaEiHIy Bi EAvYAvTıNAv FaSTaKBaRUv Va KAvNUv QaVMaN MuCRıMIyNa)
“Sonra onlardan sonrasında Firavun ve meleine Musa ve Harun’u ayetlerimizle ba’s ettik. İstikbâr ettiler ve mücrim kavim oldular.”
İnsanlık binlerce yıl kişi yönetiminde yaşadı, yazılı kuralları yoktu, başkanları onları koydukları “sözlü kurallarla” yönetiyordu. Sümerler Fırat ve Dicle vadilerini işgal ettiklerinde barajlar yaparak sulama tekniği getirdiler, verim yüz misli arttı. Çevredeki insanlar oraya çalışmaya geldiler, böylece kentler oluşmaya başladı. Kentler artık sözlü kurallarla idare edilemedi, bu sefer yöneticiler “yazılı kurallar” koydular, “yazılı hukuk” doğdu. İnsanlar artık sözlü emirlere değil yazılı kurallara uyuyordu ve böylece geniş toplulukların yönetilmesi mümkün olmuştur. Bu yeni düzene Fırat ve Dicle halkı uymadığı için Nuh Tufanı oldu. Orada ard arda gelen resuller Fırat uygarlığını kurdular.
Bunlardan sonra Hazreti İbrahim Peygamber geldi, Fırat uygarlığını beşerileştirmek ve tüm dünyaya yaymakla görevlendirildi. Bu yeni ikinci uygarlık olmamıştır. Ne var ki bu ikinci uygarlık bir geçiş hazırlığı yapan uygarlıktır. Fırat uygarlığı siteler uygarlığı idi, bizim bucak modelini uyguluyorlardı. Bunu örnek alan Mısırlılar Mısır’da ulus uygarlığını kurdular. Fırat’taki sitelerden bir ulustaki siteleri bir araya getirerek merkezi bir yönetim oluşturdular.
İşte bu ikinci batı uygarlığından sonra bu iki uygarlığı sentez eden Tevrat uygarlığını kuran peygamber geldi. “Sümme” diyerek Nuh uygarlığından sonra ara uygarlığın Hz. İbrahim veya Mısır uygarlığının doğmuş olduğuna, Hz. Musa Peygamberin bu iki uygarlığı sentez etmeye görevlendirilmiş bulunduğuna işaret etmektedir.
Hazreti Yusuf’u, Hazreti Yakup’un oğulları yani Hazreti İbrahim’in oğlu İshak’ın torunları kuyuya atmışlar, o da Mısır’a gitmiş, daha sonra kardeşleri ile birlikte orada devlet kurma eğitimini almışlardı. Hazreti Musa da adam öldürdüğü için Mısır’dan kaçmış ve büyük amcaları İsmail’in şehri olan Mekke’ye gelmişti. Hazreti Musa orada dedelerinin uygarlığını da öğrenmiş, sonra yeni uygarlık kurmak üzere Mısır’a dönmüştür.
Hazreti Musa’nın kurduğu yeni uygarlık Nuh uygarlığından farklı idi. Nuh uygarlığı sünnet uygarlığı idi, kuralları yöneticiler koyuyor ve gerektiği zaman değiştiriyorlardı. Hazreti Musa ise kuralları Sina Dağı’nda kendisine verilen ve tabletler üzerine yazılan yazılı metinden almıştı. Mısır’dan kaçıp Sina Yarımadası’na geldiği zaman Tur Dağı’na çıkmış, orada atalarının gömdüğü Fırat uygarlığının seramik tabletlerine yazılı levhalar bulmuştu. Bunlar Hazreti İbrahim zamanından kalma levhalardı.
Kanun devri tamamlanmış, artık anayasa dönemi başlamıştır. Tevrat ilâhi kitaptı. Hazreti İbrahim peygamber zamanında ona öğretilmiş, o da yazdırmıştı. Hazreti Musa da ona uymak zorunda idi. Tüm yöneticiler de uymak zorunda olmuşlardır. Böylece sünnet döneminden kitap dönemine geçilmiştir. Bu sebeple Yunus Sûresi’nde iki uygarlıktan bahsedilmiştir; sünnet uygarlığı olan Nuh uygarlığı ve kitap uygarlığı olan Musa uygarlığı.
O uygarlıklarda kitap var. Kitabı yorumlayıp uygulama yapmak Hazreti Musa ve ondan sonra gelen peygamberlerin görevi olmuştur. Çünkü o zamanki irfan kitabı ilim yoluyla uygulayacak seviyede değildi, insanların kültürleri henüz o seviyeye çıkmamıştı. Ondan sonra Hazreti İsa’nın İncil uygarlığı gelecektir ama o da kitap uygarlığı olacak, kitabın yorumu ise sünnet üzerinden yapılacaktı.
Kur’an’dan sonra artık sünnet uygarlığı kalkmış, yerine fıkıh uygarlığı gelmiştir. Yani içtihat ve icmalarla kitap yorumlanacaktır. Bu sûre önce yeni uygarlığın nasıl oluşacağını anlatmış, sonra uygarlaşmada bundan önce geçen çift uygarlıklara işaret etmektedir; Nuh ve İbrahim uygarlıklarına, Tevrat ve İncil Uygarlıklarına, Kur’an ve Adil Düzen uygarlıklarına.
Adil Düzen uygarlığı, peygambersiz oluşacak, ilim adamlarının içtihat ve icmaları ile oluşacak ilk uygarlıktır. Bundan sonraki uygarlıklarda artık uygarlaşma tipinde yenilik olmayacak, bu üç türlü uygarlaşma sonunda elde edilen uygarlaşma modeli ile yeni uygarlıklar oluşacaktır.
Yeni uygarlığın başka bir özelliği daha vardır. Devleti yönetenler başkanlar ve onun veziri olan başkan yardımcıları olacaktır. Devlet başkanı orduya kendisi komuta eder, dış ilişkiler de başkana aittir. Buna karşı iç ilişkiler, içte adaleti tesis etme ve ekonomik faaliyetleri dengeleme görevi ise vezire yani sadrazama aittir. Bu sebepledir ki bu modelde başkan var, vezir vardır. Başbakan vardır. Başbakan iç işleri tedvin eder. Başkan ise orduyla dış ilişkileri tanzim eder. Musa’nın yanında Harun da vardır.
Hazreti Musa Peygamber kırk sene kavmine başkanlık yaptı. Hazreti Muhammed aleyhisselâm ise on sene içinde devleti kurdu ve aralarından ayrıldı. Çünkü peygambersiz uygarlık kurulacaktı. Hazreti Muhammed on senede peygambersiz uygarlığın temelini attı. Sonra birinci uygarlığı dört halife ve ondan sonra gelenler kurdu. İç düzenlemede Hazreti Peygamber’in tek veziri yoktu ama sonradan onun yerine geçen dört veziri vardı.
Hazreti Musa ve Hazreti Harun birlikte Firavun’a gönderilmiştir. Başkanlık işlerinde birlikte görevlidirler. Başbakan başkana karşı sorumludur ama atamalar meclis tarafından yapılmaktadır. Hazreti Musa’nın istediği kimse vezir yapılmıştır. Yani bugünkü uygulama doğrudur. Başkan başbakanı atar, meclis kabul ederse başbakanlık onaylanmış olur. Başbakan meclis tarafından atandığı için onu azletme yetkisi yoktur. Ancak hakemler kararı ile azledilebilir. Hakemler başkanları da başkanlıktan alabilirler.
“Firavun ve mele” kelimesi kullanılmaktadır, “Kavmine” denmemektedir. “Mele” kelimesi “Melaike” kelimesinin de köküne akrabadır, bürokrasi demektir. Mısır merkezi yönetimle yönetiliyordu, sosyalist bir ülkeydi, büyük bir maaşlı kadroya dayanıyordu. O gün büyük devlet başka türlü yönetilemezdi. “İmla etmek” doldurmak demektir. “İmlal etmek” çuvalı tam doldurup üzerini dikmek demektir. “Mele” dolan demektir, devlet kadrosuna alınan kimseler demektir, bürokratlar demektir. Tarihte peygamberler hep bürokratlarla uğraşmışlardır. “Melaike” de buradan gelmektedir, Allah’ın bürokratları demektir.
“Mele” ile “melek” arasındaki fark; melekler kanunlara uymak zorunda olan ve kanun dışına çıkamayan görevliler, mele ise denetimden uzak bürokratlardır.
“Adil Düzen”de mele değil melaike olacaktır. Merkezi yönetimlerde son söz bürokratlarındır, halk onlara uymak zorundadır. Mahkemeye mağdur olan halk gider. Melaikede ise son söz uygulayandadır, yanlış uygularsa görevli mahkemeye gider. Mahkeme de hakemlerden oluşur, bürokrat hâkimlerden oluşmaz.
“Adil Düzen Anayasası” Ehl-i Sünnetin içtihat ve icmalarına dayanılarak hazırlanmış, sonra Kur’an’la kontrol edilerek fıkıhtaki değişik görüşlerden Kur’an’a göre uygun olanlar tercih edilmiştir. Önce çağımızın müsbet ilimlerine dayanılarak ihtilaflarda tercih yapılmış, sonra da Kur’an’dan tercihlerle deliller aranmıştır. Bu sistem de Kur’an’dan alınmıştır; “Biz onu ilim üzerine tafsil ettik” denmektedir.
“Âyetlerimizle gönderdik” diyerek tebliğcilerin ve davetçilerin ikna yoluyla delilleri açıkça göstererek yapmaları gerekmektedir. Bu sebepledir ki Akevler Adil Düzen Çalışanları mutlaka örnek işletmelerini kurup insanlığa sunmalı, Kur’an’ın çağın sorunlarını nasıl çözdüğünü göstermelidirler. Yeni kurmakta olduğumuz “Hizmet Kooperatifleri” bunu sağlayacaktır. Kooperatifimizin İzmir’de olanı kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. İstanbul’da Medhal Kooperatifi kurulmuştur. İstanbul Hizmet Kooperatifi tescil aşamasına gelmiştir. Bizim yaptığımız ve bakanlığın görmediği hatayı Ticaret Sicili gösterdi, biz de onu düzelterek kuruluşu tamamlıyoruz. Arkasından Kur’an’ın âyetlerini onun istediği işletmeleri kurarak göstereceğiz, inşaallah. Biz bu çalışmaya 1967’de başladık. Yarım asır sonra sözleşmeyi bürokratlara anlatabildik. Çeyrek asırda da örnek işletmeler ortaya konacak ve Allah’ın âyetleri asrın üçte birinde görülecektir, zannediyorum.
Firavun âyetleri çok açık şekilde gördüğü halde küfründe ısrar etti ve gark oldu.
Biz örnek işletmeleri kurup Kur’an’ın dediklerinin nasıl başarılı sonuçlar verdiğini gösterdikten sonra yine Firavun gibi ısrar ederlerse, onlar da küçük sularda boğulacaklardır. Bu arada babamdan öğrendiğim bir sözü zikretmede yarar görüyorum; “Boğulacaksan büyük suda boğul.” Küçük su işkence ile öldürür.
ثُمَّ
(ÇümMa)
“Sonra”
Nuh Peygamberin Fırat ve Dicle havzasında kurduğu ilk medeniyet kavmî medeniyetti, sadece Mezopotamya halkına hitap ediyordu, Hakkı üstün tutan peygamberler medeniyeti idi. Mısır bu uygarlığı alarak kuvvet uygarlığına dönüştürdü. Böylece ilk iki büyük uygarlık ortaya çıktı.
Fırat uygarlığı hukuk uygarlığı idi, insanlığı kişi yönetiminden şeriat yönetimine geçirmişti. Mısır uygarlığı ise teknik uygarlıktır. Fırat uygarlığından öğrendiği müsbet ilmi tekniğe uygulamış ve bizi şaşırtan ehramlar imparatorluğu doğmuştu.
Hazreti Musa bundan sonra geliyordu, onun için burada “Sümme” getirilmektedir.
Benzer olay İbrani uygarlığı ile Roma uygarlığı arasında olacaktır. İbrani uygarlığı Tevrat ile hukuku getirecek, Roma da heykelleri dikecektir.
Yine aynı olay Birinci Kur’an uygarlığında olmuştur. İslâmiyet fıkıhta zirveye çıkacak, bunun üzerine oturan Avrupa uygarlığı bugün Ay’a gitmiş olacaktır. Geceyi gündüz yapmış, dünyayı köy kadar yaklaştırmıştır.
Demek ki İslâm âlemi neden geridir sorusunun cevabı tarihte vardır, Kur’an’da vardır. İşte, tedavül ettirilen eyyam gereği böyle olmuştur.
Ah, şu Ak Partililer Kur’an’la ilgilenseler de Avrupa sokaklarında sürünmeseler.
Avrupa kim, Allah’ın Kur’an düzeni kim?
بَعَثْنَا
(BaGaÇNAv)
“Ba’s ettik”
Resulün ba’si ifade edilmektedir. Meb’usun irsali yoktur. Buna göre ba’s resulü de içermektedir. Ba’sde kendi kararı ile hareket etme vardır. İrsaller ise sadece elçiliktir. Meb’us olanın görevi belli değildir, işe göredir. Resulün görevi ise bellidir. Meb’us görevli olduğu işte kendisi karar alır. Resulün ise görevi ve davranışları sınırlıdır. Dolayısıyla meb’usa karşı direnme caizdir. Hakemlere gidilir ve hakem kararı ile meb’usun veya direnenin dediği olur. Oysa resule direnme yoktur; ya ona itaat edeceksin ya da onun topluluğunu terk edeceksin, çünkü resule isyan gönderene isyandır. Meb’usa isyan ise sadece görevliye isyandır.
Dikta rejimlerde meb’us yoktur, hepsi resulün memurudur, ona isyan devlete isyan kabul edilir.
Oysa İslâmiyet’te her bucağın bir başkanı vardır. Ona itaat edilir veya o bucak terk edilir. Diğer görevliler halka eşittir. Onların dokunulmazlıkları yoktur. Eşit şartlarda hakem seçerler ve eşit şartlar içinde yargılanırlar. Genel hizmetlerde halkın dediği asıldır. Yargıya görevli gider. Kamu görevlerinde görevlinin kararları asıldır. Halk onu iptal ettirmek için eşit şartlar içinde yargıya gider.
مِنْ بَعْدِهِمْ
(MiN BaGDiHiM)
“Onların arkasından”
Buradaki zamir ilk uygarlığı kuran Hazreti Nuh ve orada gelmiş olan peygamberler ile Fırat ve Dicle halkıdır. Sümerlerin Çivi yazısı ile oluşmuş o ilk uygarlık tek uygarlıktır. Mısır uygarlığı o uygarlığın kuvvet uygarlığına dönüşmüş şeklidir. Greko-Romen uygarlığı da Hazreti Musa peygamberin İbrani uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmüş şeklidir. Batı uygarlığı da birinci Kur’an uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmüş şeklidir.
Bizim uygarlığımız bu büyük uygarlıklar kadar olmayacak, Hazreti İbrahim’in ve Hazreti İsa’nın uygarlıkları gibi birinci Kur’an uygarlığının ikinci versiyonu olacaktır.
مُوسَى وَهَارُونَ
(MUvSAv Va HaRUvNa)
“Musa ve Harun”
“Musa” “Usve”den iştikak etmiştir. “Usve” örnek demek, ilaç demek, tedavi eden demektir. Musa’nın aslı müsbet gibi müf’el kalıbıdır. Baştaki “vav” hemzenin vav’a dönüşmesiyledir, aslı Mu’sev dir. Tedavi görmüş, iyileştirilmiş anlamındadır, yetiştirilmiş anlamındadır. Yetişmesi sarayda başlamış, Medyen’de tamamlanmıştır. Allah’ın istina’ ettiği kimsedir, özel eğitim almış kimsedir.
“Harun” ise “HRN”den “Karun” gibi bir kelimedir. Arap dilinde bu kökte başka kelime yoktur. Kur’an’da buna en yakın kelime “Hilal” kelimesidir. “Hilal” Ay’ın ilk günlerdeki görüntüsüdür. Avcılık döneminde Ay’ın safhaları çok önemlidir. Ay’ın son günleri kararır ve av avlamak zorlaşır. Yeni Ay’ın ortaya çıkması gündüzün başlaması gibi sevinçli gün kabul edilir. Bu manası ile de “Harun” müjde anlamına gelen kelimedir.
Burada ben belki uzak bir yolla “Harun”un manasını açıklamaya çalıştım. Siz daha yakın uygun manayı getiremediğiniz takdirde benim bu izahlarımı şimdilik kabul etmek durumundasınız. Bu da yorum usulüdür.
إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ
(EiLAy FıRGaVNa Va MaLaEiHIy)
“Firavun ve meleine”
“Firavun” Mısır’ın sonradan gelen hükümdarlarındandır. Hazreti Yusuf peygamber zamanında krallar melik olarak anılıyorlar. ‘Melikin dini’ denmektedir. İkinci krallık kuzey ve güney krallıklarının birleştiği dönemdir. Yalnız iki devlet bir devlet olmamış, iki devletin hükümdarı bir olmuştur.
“Fer’” dal demektir.
“Firavun” iki dal demektir, iki sopa demektir, iki iktidar demektir.
“Mele” ise onun görevlileri yani bürokrasisi demektir.
Başbakanı vardır, o da Haman’dır.
Demek ki Hazreti Musa peygamber Mısır halkına değil Mısır yönetimine gitmiştir. Şekil yazısı zor yazıdır, halkın öğrenmesi mümkün değildir. Nuh uygarlığında din adamları okur-yazar ve halkın emrinde idiler, onların işini yaparlardı. Daha çok hukuk ve ticaretle ilgili tabletler vardı. Oysa Mısır’da din adamları krala hizmet ederlerdi. Sarayda yetişir ve yazıyı halka öğretmekten kaçınırlardı. Mısır’da sihir bu sebeple gelişmiştir. Hokkabazlıklar göstererek Firavun’un özel adamları olduklarını, Firavun’un tanrı olduğunu, bu maharetleri onun için gösterdiklerini anlatır ve halkı tanrının otoritesine bağlar, kendileri de halkı sömürmeye devam ederlerdi. İşte “mele” denen takım bu saray halkı idi. Taşraya gönderdikleri görevliler de buralarda yetişirdi.
Hazreti Musa yalnız Firavun’a gelmedi, Hazreti Musa bu bürokrasiye geldi, çünkü bugün olduğu gibi o gün de kral bürokratlara söz dinletemiyordu, dolayısıyla Hazreti Musa bürokrasiyi de muhatap alıyordu.
“Adil Düzen” çalışmalarımızda yarın insanlıkla tartışmaya giriştiğimiz zaman karşımızda başkanlardan çok bürokratları bulacağız.
Nitekim bugün Başkan Obama ABD bürokratlarına teslim olmuş durumdadır. Türkiye’de AK Parti bürokratlara teslim olmuş durumdadır. Paralel yapı işte bu mele’ yapıdır.
بِآيَاتِنَا
(Bi EAvYAvTıNAv)
“Âyetlerimiz ile”
Evet, kanıtlarımızla denmiştir.
“Âyet” nedir?
“Kütüphanenin şu rafında yeşil kaplı bir kitap var, onun arka sahifesinde babanızın öldüğü tarih vardır” der, o da gider açar, o yeri bulur ve o tarihi okursa, bu âyet olur. Yolu gösterir, o yola koyulur ve istenen yere varırsa, kişinin göstermesi âyet olur. Trafik işaretleri bunun için âyettir.
O halde biz insanlığa diyoruz ki; “Adil Düzen” sizi işsizlikten kurtaracak, bozuk gelir dağılımından kurtaracak bir düzendir. İşte biz bir bucak kurduk, gelin görün dersek, onlar da gelip görürlerse, bu âyet olur. Demek ki bizim bugün göstereceğimiz âyet Kur’an’ın kooperatifler olarak uygulamasıdır.
فَاسْتَكْبَرُوا
(FaSTaKBaRUv)
“İstikbar ettiler”
Hazreti Musa gibi köle kekeme birinin söylediklerine uymayı onurlarına yediremediler.
Gerek Millî Görüş gerekse Ak Parti, Akevler’in dediklerini yapmayı bir türlü hazmedemiyor. Dikkat edin, kitaplar yazıyorlar ama bu kitaplarda 1969 yılı bağımsız adaylarının listesini bulamazsınız. Olaylar anlatılır, Akevler’in başrol oynadığı olaylardan bahsederler ama Akevler’in adı geçmez.
Çok kıymetli ve etkin ortağımız olan Sabahattin Zaim’e ait üç ciltlik basılmış kitapta ne Akevler, ne Satoğlu, ne de Karagülle geçmektedir. Oysa yakın akrabası Avni Özyürek’e geldiği zaman mutlaka geceleri beraber oluyorduk. Osman Eskicioğlu Akevler’de İslâm ekonomisi üzerine tez yaptı ve Türkiye’nin tanıdığı profesör oldu. Doktora yaptırdığı kimselerin arasından onun adı çıkarılmıştır. İşte bu onların istikbarıdır.
Mısır’da Hazreti Musa peygamberin 20 senelik mücadelesi kayıtlarda yer almamaktadır.
وَكَانُوا قَوْمًا
(Va KAvNUv QaVMaN)
“Ve kavim oldular”
Nuh kavminden, Salih kavminden bahsettiği gibi Firavun kavminden de bahsetmektedir. Mısır halkı bir dil konuşan tek kavim idi.
“Kavmen” kelimesi burada müfred ve nekredir. Bir tek kavim olduğuna delalet eder. Marife olsa da tek kişi olduğu zaman nekre tekil getirilebilir. “İçerde kaç kişi var?” dediğimiz zaman, “İçerde bir adam var, yalnız Ahmet oradadır” cümlesi beliğ cümledir.
مُجْرِمِينَ (75)
(MuCRıMIyNa)
“Mücrimler.”
Evet, suçlu kavim oldular.
Demek ki istikbar etmek suçtur. Köle de olsa başka insanları küçük görmek suçtur. Tüm insanlar Allah’ın halifesidir. Günah işleseler de onlar insandır. Sadece cezalarını çekerler, kendileri kötü olmazlar, kötülük ederler.
İsrail oğullarını kötülemek de suçtur. Çıkış yasağı koymak cinayettir. Kişi katil de olsa, çıkıp gidiyorsa gider. Öldürme kararı varsa kurşunlar öldürürsün ama onun özgürlüğünü kısıtlayamazsın. Onun için İslâmiyet’te hapishane yoktur.
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا إِنَّ هَذَا لَسِحْرٌ مُبِينٌ (76)
(Fa LamMAv CAvEaHuMu eLXaqQu MıN GıNDıNAv QAvLUv EinNa HAvÜAv La SıXRun MuBIyNun)
“İndimizden onlara hak ciet edince ‘bu mübin bir sihirdir’ dediler.”
Burada söyleyenler bellidir. Söylenen kimse zikredilmelidir. Hazreti Musa da olabilir, başkalarına yani ortalığa da söylemiş olabilirler. Nitekim “Adil Düzen” aleyhinde gelip de biri ne bana ne de Erbakan’a bir tek kelime söylemiş değildirler. Gıyabımızda konuşmaktadırlar. O gün de öyle olabilir, Hazreti Musa’ya gelip de kimse tartışmamıştır, İsrail oğullarını alıp götürmesi yanlıştır denmiştir. Firavun ve bürokrasisine hak gelince, bizim indimizden hak gelince bu etkin sihirdir dediler.
Birinci “Adil Düzen” uygulamasında bu sözler aynen görüldü. Necmettin Erbakan, Akevler’in desteği ve teşviki ile Konya’da bağımsız adaylığını koydu. Üç misli rey alınca Akevler’i dışlayarak Millî Nizam Partisi’ni kurdu. Akevler bu dışlamaya aldırmayarak Millî Nizam Partisi’ne katıldı. MSP döneminde de CHP ile koalisyona kadar yanında oldu. Erbakan yine Akevler’i dışlayarak siyasete devam etti. Sonunda Mamak’a gittiler. Akevler bu sefer “Adil Düzen” ile Erbakan’a katıldı, RP bu sayede birinci parti oldu, Erbakan başbakan oldu.
“Adil Düzen”in etkili olduğunu görenler, bu etkin bir ütopyadır dediler, hâlâ söylediklerimize ütopya demeye devam ediyorlar. 1967’de kurduğumuz kooperatifte ilk söz olarak sosyalizmin ve kapitalizmin ömürlerinin sona erdiğini beyan etmiştik. Sovyetler yıkıldı. Amerika’daki kapitalizm de sosyalizme kaydı. Türkiye’de Millî Görüş ve Adil Düzen kaçkınları anayasa ekseriyeti ile iktidar oldular; hâlâ bizim söylediklerimize ütopya diyorlar!
Biz kendiliğimizden bir şey söylemiyoruz, Kur’an’ın söylediklerini yarım yamalak tercüme ediyoruz. Yanlışlar bizim, doğrular O’nundur. Allah size de akıl vermiş, doğruları seçin, yanlışları da düzeltin. Bizim söylediklerimiz ütopya olabilir ama Allah’ın indinden gelen hakkı anlamaya çalışın. Hazreti Musa aleyhisselâm Firavun’a ‘sen in ben iktidar olacağım’ demedi, ‘İsrail oğullarına izin ver de gidelim’ dedi. Biz Akevler olarak parti kurmadık, Millî Görüşü destekledik. MSP’nin CHP ile koalisyon yapması için çalıştık. RP’nin MHP ile seçim ortaklığını önerdik. BBP ile seçim birliğini tavsiye ettik. Erbakan’la hazırladığımız “Adil Düzen”de hiçbir pay talep etmedik. Hâlen de bugünkü AK Parti iktidarından hiçbir talebimiz yoktur. Türkiye Cumhuriyeti iki senede savaşları kazanarak devleti kurdu, biz iki senedir Hizmet Kooperatifini kuramadık. Bu bürokrasi çarkından memleketi kurtarın diyoruz; bürokratları sokağa atın, hapishaneye gönderin demiyoruz.
a) Bürokratlardan memurun aldığı karar uygulansın, merkeze sormasın. Yanlış yapılmışsa merkez sonradan mahkemeye gitsin, yapılan yanlışı mahkeme düzeltsin.
b) Memur ile vatandaş arasında bir niza çıkarsa hemen hakemlere gidilsin, eşitlik içinde hakem kararları uygulansın.
c) Devlet görevlilerinden biri serbest iş yapmak istiyorsa, emekliliği devam etmek şartı ile ona ücretsiz izin verelim, piyasaya çıksın, iş kursun; masa başında sorumsuz olarak ahkâm kesmekle ülkenin ilerlemesini önlemesin.
d) Okullar teorik bilgilerle değil pratik bilgilerle eğitim yapsın, çalışarak okuma sistemini getirelim diyoruz. Bunun neresi ütopiktir? Ütopik değildir ama onlar öyle derler.
Burada zikredilen hak, Hazreti Musa Peygamberin, Âlemlerin Rabbi tarafından geleni tebliğ ettiğidir. Tevrat o zaman yoktu. Demek ki bugün hak dediğimiz zaman “Adil Düzen”dir. Biz de fazla bir şey istemiyoruz, Hazreti Musa Peygamberin istediği kadar bir şey istiyoruz. Hazreti Musa Peygamber İsrail oğullarına izin verilmesini istemişti. Biz de Hizmet Kooperatiflerinin kurulmasına izin istiyoruz. Baro avukatları halkı sömürecekler diye bizim hukuki mütalaa sözümüz engellenmesin.
فَلَمَّا جَاءَهُمُ
(Fa LamMAv CAvEaHuMu)
“Onlara ciet edince”
Burada cümle “Fa” harfi ile eklenmiştir. Bu atıf harfi değildir, tafsil harfidir. Nasıl istikbar edip mücrim olduklarını açıklamakta, beyan etmektedir.
Buradaki “Lemmâ” “Lemma yensur”daki “Lemmâ” değildir, “İzâMâ” anlamındadır. “Lam” da “Li” de LiMa daki “Lam”dır. Geleceği içerir harftir. “Beyn” kelimesi ters çevrilmiş, “Neym” olmuş, “N” “L”ye dönüşmüş, “Leym” “Lemme” olmuştur. Sonra “E” eklenerek “Lemmâ” olmuştur. Onlar her geldikçe anlamını taşır.
Hazreti Musa Peygamber 20 sene onlara bu tebliği yapmıştır. Mucizeler görüldükçe her seferinde bu sihirdir diyorlardı.
“Adil Düzen”in ortaya koydukları bir bir ortaya çıktıkça onlar hâlâ ütopya demeye devam ediyorlar.
الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا
(eLXaqQu MıN GıNDıNAv)
“İndimizden hak”
“İndimizden” denmektedir. Çünkü Hazreti Musa kendiliğinden konuşmuyordu, Hazreti Musa aldığı görevi yerine getiriyordu. İsrail oğullarını Mısır’dan alıp götürecek, bugün yerleştikleri arz-ı mev’uda ulaştıracaktır. Filistin’i İsrail Oğulları Hazreti Musa zamanında almamışlar, kendisinden sonra Hazreti Yuşa zamanında almışlardı. Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman tarafından İsraillilere vatan olmuş, devlet kurmuşlardı. Sonra Babil’e sürgün gitmiş, Filistin yine vatan olmaktan çıkmıştı. Sonra Asurlular tarafından geri dönmelerine izin verilmiştir. Sonra Romalılar tekrar sürmüşlerdir. İslâmiyet döneminde Hazreti Ömer Kudüs’ü fethedince onların orada yerleşmelerine imkân sağlamıştır.
Bugün de Kur’an’ın vaat ettiği İsrail yönetimini oluşturmaya başlamışlardır.
İşte, Hazreti Musa aslında İsrail oğullarına devlet kurdurmak istiyordu, Mısır’dan toprak istemiyordu.
Bugün Kürtler devlet kurmak istiyorlar. Selahattin Demirtaş çıkar, beş milyon, on milyon Kürt’ü ikna eder, ben Kürt devleti kurmak istiyorum, vatandaşlara izin ver gelsinler der. İsrail oğulları da onlara çölde yer verir. Kırk sene dolaşıp dururlar. Sonra kendileri orada veya başka yerde devletlerini kurarlar.
Firavun İsrail oğullarının çıkışlarına mâni oluyordu.
Biz ne yapıyoruz?
Biz iktidar istemiyoruz, çöllerde dolaşmak da istemiyoruz. Hazreti Nuh ve ondan sonra gelen peygamberlerin yaptıklarını yapmak istiyoruz. Halkımızı yüz haneli semtler içinde kooperatifler olarak organize etmek istiyoruz. Halkımızın kooperatifler içinde sömürülmeden yaşamaları için imkân sağlamalarını istiyoruz. Yarım asırdır başladığımız mücadelenin tepesine gelmiş bulunuyoruz. AK Parti iktidarı ile uzlaşır gibiyiz. Ülke içinde “Hizmet Kooperatifleri” kuracak ve böylece halkın sömürülmesini yerinden tedbirle önlemesine imkân sağlayacağız. Kur’an sağlayacaktır. Biz onun görevlisiyiz.
قَالُوا
(QAvLUv)
“Dediler”
Kimler dedi?
Firavun ve melei dediler.
Bugün de aynısını iktidarda olanlar ve bürokratlar dediler.
Biz bu iktidardan fazla bir şey istemiyoruz. Biz Akevler Kooperatifi’ni kurunca, basın saldırıya geçti. Turgut Özal ve onun başdanışmanı -bizim yönetici ortaklarımızdan- Ekrem Pakdemirli, faizli kooperatifler kurarak bizim Akevler çalışmasına karşı yarışa girdiler. Bugünkü TOKİ böyle doğdu. Bize karşı üretilen faizli kooperatifler bir bir kapanarak hepsi TOKİ’de toplandı. Devlet TOKİ’ye ayrıcalıklı imkânlar vermektedir, ucuz ucuz arsalar vermektedir. Projelerin tasdikini belediyelerden alarak onlara vermiş bulunmaktadır. TOKİ büyümüş ve ülkeyi sömürecek duruma ulaşmış, şimdi sömürü sermayesine devredilme zamanı gelmiştir; biraz sonra satılığa çıkarılacak ve dış sermayeye devredilecektir.
Biz bu zulme karşıyız.
TOKİ’ye tanınan imkân “Hizmet Kooperatifleri”ne tanınsın. Boş arsaları değerlendirelim ama TOKİ’ye yaptığınız gibi peşkeş çekmeyin, beşte bir ile ortak olun.
Bize ne diyecekler?
Sizinki ütopya diyecekler ve bize zorluk çıkarmaya devam edecekler. Biz de direneceğiz. Bir gün gelecek, onlar bizi kovalarken, Allah onları küçük sularda gark edecektir, biz değil Allah gark edecektir. Kendi kurdukları tuzağa kendileri düşeceklerdir. Millî Görüşü engelleyelim diye Risale-i Nurları desteklediler, şimdi paralel devlet diye karşılarına çıktı!
إِنَّ هَذَا لَسِحْرٌ
(EinNa HAvÜAv La SıXRun
“Bu sihirdir”
Sihir nedir?
Eskiden sihrin ne olduğu tartışılıyordu. Bugün ise sihir büyük bir sanayi şeklini almıştır. Televizyonda seyrettiklerimiz sihirdir. Montaj filmlerin tamamı sihirdir. Hattâ montajı yapılmayan film yoktur. Gerçekte olmayan, göze görüntü olarak ortaya çıkandır. Hayalin görüntülenmesidir. Halkımız bunlara gözbağcı veya göz boyama diyor yani gözler boyanıyor, olanı başka türlü gösteriyor.
Sihirbazlar işte bu şekilde Firavun’un ilâh olduğuna dair halkı inandırıyorlardı.
Bugün bizim yaptıklarımıza sihir diyemiyorlar. Çünkü müsbet ilmi getirerek sihir kandırmacasını tarihe gömdük. Bugün de “ütopya” diyorlar. Ellerindeki karşılıksız para ile insanları kandırıyorlar. Dün sihirle kandırıyorlardı, şimdi karşılıksız para ile kandırıyorlar. Bizim söylediklerimize ütopya diyorlar.
Biz kooperatiflerin bono senetleri ile onların karşılıksız paralarını yer ile yeksan edeceğiz, Hazreti Musa’nın sopası, bizim kooperatiflerin işletme bonoları olacaktır.
مُبِينٌ (76)
(MuBIyNun)
“Mübin.”
“Beyn” yarık demektir.
“İbâne etmek” demek, yanlışı doğrudan ayırmak demektir. Kendi kendisini açıkça ortaya çıkaran anlamında kullanılmaktadırlar. “Mübeyyen” manasında tercüme edilmektedir. Biz açıklayan manasını veriyoruz, burada etkin diyoruz.
“Beyan” ispat demektir. Haklı haksız davaları kazanan avukat mübin avukattır. Hz. Musa’yı da mahir sihirbaz kabul ediyorlar. Bizimle tartışmaya çıkamıyorlar. Buyursunlar, Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ekonomistlerini toplasın; biz “Adil Düzen” ile gelelim, onlar da Avrupa Birliği ile gelsinler, tartışalım...
Demek ki Firavun çağımızın yöneticilerinden daha insaflı imiş, o kekeme ve köle Musa’yı muhatap alıyordu; bunlar ise onları oraya getiren Akevler’i muhatap almıyorlar!
Asırlar sonra günümüzün tarihini yazacak olanlar bu satırları okuyacak, araştırmalarını ona göre yapacak ve gerçekleri ortaya koyacaklardır. Böylece dördüncü binyıl uygarlığına kaynak hazırlamış olacaklardır.
Gerçeklerin bilinmesi bizim için gerekli değildir, gelecektekiler için gereklidir.
Tarihi kandırmak isteyenler yenildiklerini göreceklerdir.
قَالَ مُوسَى أَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَكُمْ أَسِحْرٌ هَذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ (77)
(QAvLa MUvSAy Ea TaQUvLUvNa LiLXaqQı LemMAv CAEaKuM Ea SıXRun HaZAv Va LAv YuFlıXu elSAvXıRUvNa)
“Musa şöyle kavl etti: Size Hak ciet ettikten sonra, bu sihir midir diyorsunuz. Oysa Allah sahirleri iflah etmez.”
Buradaki muhatap Hazreti Musa’dır, onların “mübin sihirdir” demelerine cevap vermektedir. Hazreti Musa Peygamberin isminin zikredilmesi özel bir manaya işaret etmektedir. “Kâlû”dan sonra “Kâle” yeterli idi.
Hazreti Musa ve Hazreti Harun görevlidirler. Hazreti Musa mı söyledi, Hazreti Harun mu söyledi, ikisi birden mi söyledi?
Hayır, sadece Hazreti Musa söyledi.
Başkan görüşmeler yaparken istişare ederek görüşmez. Görüşme bağımsız olarak yapılır. Eğer bir sözleşme söz konusu ise, son maddede ‘şuraca onaylandıktan sonra geçerli olur’ denilerek, istişari görüşmelerini sonra yapar. Burada Akevler görüşme usulü Kur’an’ca onaylanıyor. Herhangi bir görüşmeyi Genel Hizmet sorumlusu yapar ve anlaşır. Anlaşırken kimseye sormak ve danışmak zorunluluğu yoktur. Son maddede; bu anlaşma kooperatif yönetim kurulu başkanı tarafından görüşüldükten sonra geçerlidir denir. Görüşme yönetim kurulu başkanına sunulur. Başkan da şurada istişare eder. Şuradan onay çıkarsa sözleşme kesinleşmiş olur. Bu sebeple Hazreti Musa burada fail olarak izhar edilmiştir.
“Böyle mi diyorsunuz” diyor. Burada “hemze-i inkâri” vardır. Bu söylediğiniz yanlıştır. Gerçek olan sizin söylediğiniz değildir.
Türkçede bu soruyu dört şekilde sorabilirsiniz. (Arapça karşılıkları da verilmiştir.)
Bu sihir midir diyorsunuz تقولون أسحرهذا (sihir değildir)
Bu sihir değil midir diyorsunuz تقولون أليس بسحرهذا (sihirdir)
Bu sihir midir diyorsunuz تقولون هل سحر هذا (sihir midir?)
Bu sihir değil mi diyorsunuz تقولون هل ليس بسحر هذا (sihir değil midir?)
Böylece bu ifadede onların sihir olmadığına kani oldukları manası çıkarsa da; baştan “diyorsunuz” değil de “E” ile sorduğu için “böyle demiyorsunuz, kötü ediyorsunuz” demek olup onların “sihirdir” demiş olması manası çıkar.
“Allah sahirleri iflah” etmez ifadesi “ve” ile atfedilmiştir. Fiil cümlesidir, hâl olması ihtimali azdır. Dolayısıyla bu söz de onların sözüdür. Sahirler iflah olmaz diyerek yaptıklarınıza devam etmektesiniz yani nasılsa Musa’nın söyledikleri ütopiktir, olması mümkün değildir. İsrail oğullarını Mısır gibi zengin bir yerden çıkarıp çöllere götürecek ve orada yeni uygarlık kuracaktır. Bu olur şey değildir diyorlar.
Demek ki Hazreti Musa’nın isteklerine sihir demeleri, onların da söylenenleri ütopik görmeleridir.
Ne diyoruz?
Küçücük bir kooperatif kurulacak, bu kooperatif basit bir bono senedini işletme senedi yapacak, sonra bu kooperatifler çoğalacak, faizsiz kredileşme uygarlığı doğacak; gülmeye bile değmez diyorlar. Ütopik kimseler başarılı olamaz diyorlar.
Kur’an diyor ki; biz onlara zorluğu kolay gösteririz, kolaylığı zor gösteririz.
Biz onların bu makrodaki girişimleri olmaz diyoruz, onlar da bizim mikroda kooperatifimiz olmaz diyor.
Arkadaşlarımız yaptığımız kooperatifçiliği küçük görüp tenezzül edemeyeceklerini beyan ediyorlar.
Hazreti Peygamber diyor ki: Başkana itaat ediniz, çekik gözlü bir zenci de olsa. Soruyorlar: Fasık ve facir olsa da itaat edecek miyiz? Cevap veriyor: Evet, sizinle namaz kıldığı müddetçe itaat edeceksiniz.
Evet, bizim kooperatife ortak olmaya tenezzül etmeyen kimselere itaat etmekle yükümlü değiliz.
Bu âyetin istikbardan sonra gelmiş olması bu bakımdan çok anlamlıdır.
قَالَمُوسَى
(QAvLa MUvSAy)
“Musa kavl etti”
Onlar “bu sihirdir” dediklerinde Hazreti Musa da kavl etti.
Daha önce “kavl ettiler”de kime söylediler yoktur.
Hazreti Musa peygambere mi söylediler, yoksa birbirlerine mi söylediler?
Birbirlerine ve başkalarına söylemiş olmalıdırlar ki Hazreti Musa aleyhisselâmın adını zikretti. Hazreti Musa onlara ne diyorsunuz, bu sihir midir diye sordu. Yani onların bu husustaki görüşlerini öğrenmek istedi.
Bizim de bugün aynı şeyi sormamız gerekir; Adil Düzen ütopya mıdır?
Ütopya değildir.
أَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ
(Ea TaQUvLUvNa LiLXaqQı)
“Hak üzerine mi söylüyorsunuz?”
Bu takdirde hak size geldikten sonra yine mi konuşuyorsunuz şeklinde mana çıkar.
“Fi’l-Hakki” denmemiş de “Li’l-Hakki” denmiş; “Ala’l-Hakki” de denmemiş. Onlar daha uygun olabilir.
Onlar “bu sihirdir” derken küçümsemiyor; o da bunu bizim gibi yapıyor, gözleri boyayarak bizi veya kavmini kendisine itaat ettiriyor diyorlar. Sahte sihirlerine benzettikleri için onu yüceltiyorlar.
Bugün de “Adil Düzen”i sosyalizme benzeterek takdir etmeğe kalkışıyorlar, sizinki de sosyalizmdir diyorlar. Sosyalistler İslâmiyet’ten aldıklarını kendilerine mâl ediyor, biz kendi değerimizi ortaya koyduğumuzda sanki biz onlardan almışız gibi bize de sosyalizm deyip küçümsüyorlar. Bizim dediklerimizi söylüyorsunuz diye küçümsemeye kalkışıyorlar.
Hazreti Musa’ya bizim sihrimizi yapıyorsun diyorlar.
لَمَّا جَاءَكُمْ
(LemMAv CAEaKuM)
“Size her ciet ettikçe”
Her ciet ettikçe sihirle bir ilişki kurup bizim yaptığımızı yapıyorsunuz diyerek kendilerini de yüceltiyor ve Hazreti Musa’nın getirdiklerini etkisiz hâle getirmeye çalışıyorlar. Sihir nasıl ütopya ise, gerçek olmadığı gibi gerçekmiş görünüyorsa, seninki de budur diyorlardı. Her gelişte aynı şeyleri tekrar ediyorlardı. Bu sebeple “E Kultum” denmemiş de “E Tekulûne” denmiştir. Bu takdirde “E Sihrun Hâzâ” sözü onların değil Hazreti Musa’nın sözü olmuş olur. Onların ne söyledikleri hazfedilmiş olur. Çünkü onların ne söyledikleri önemli değildir, önemli olan lehte söylemeleridir.
أَسِحْرٌ هَذَا
(Ea SıXRun HaZAv)
“Bu sihir midir?”
Bu sihir değildir. Bu sihir olamaz. Bunun gerçekten etkileri vardır. Sopalar ipler yok olmuştur. Kurbağalar Mısır’ı işgal etmiştir.
وَلَا يُفْلِحُ
(Va LAv YuFlıXu)
“Ve iflah etmezler”
Yani bir etki yapamazlar.
Ekranda seyrettiğiniz bir film insanın bedenine etki etmez, acıtmaz, beslemez.
Adam sihirle birçok işler yaptığını söylemekte, gerçekte kendisine bir şey yapmamaktadır.
Hazine yerlerini gösteren müneccimler vardır ama kendilerinin metelikleri yoktur.
Tanrı putunu yapan Samiri kendisine bir gram altın icat edememektedir.
السَّاحِرُونَ (77)
(elSAvXıRUvNa)
“Sahirler.”
Sahirler iflah olmazlar.
Peygamber ile sahirler arasında en büyük fark; peygamberler kendilerinden sonra dünyaya hükmederler. Hazreti İsa 12 Havari bıraktı, bugün arkasından giden 3.5 milyar insan vardır. Mısır sahirleri Firavunlardan sonra varlıklarını bile sürdüremediler.
Sosyalizm ile “Adil Düzen” arasındaki fark budur.
Sosyalistler sermayenin desteği ile oluşturdukları zoraki düzeni bir gecede kaybettiler, kalan yerlerde de her gün fiilen bırakmaktadırlar. Çin kapitalizme teslim oldu da öylece yoksulluktan kurtulmaya başladı. Oysa halk ekonomisi timsah ağzı içinde eritilmek istenmesine rağmen varlığını korudu, bugün de gelişmektedir.
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَاءُ فِي الْأَرْضِ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنِينَ (78)
(QAvLUv Ea CıETaNAv LiTaLFıTaNAv GamMAn VaCaDNAv GaLaYHı EAvBAEaNAv Va TaKUvNa LaKuMAv eLKiBRiYAvEu Fıy eLEaRWı Va MAv NaXNu LaKuMAv Bi MuEMıNIyNa)
“Kavl ettiler: Bizi eblerimizi üzerinde bulduklarımızdan telf etmek, arzda kibriya ikinizin olsun diye mi ciet ettiniz? Biz ikinize iman edecek değiliz.”
Bundan önceki “böyle mi diyorsunuz” sualine cevap değil, Hazreti Musa’nın dediklerine cevaptır. Hazreti Musa dedi, onlar da cevap verdiler. Baştan sen getirdin diye yalnız Hazreti Musa’ya hitap ettikleri halde, sonra istikbar ikinizin olsun istiyorsunuz, biz ikinize iman etmeyeceğiz diyerek ikisini muhatap aldılar.
Asıl tebliği yapan, yeni görüşleri ortaya koyan, mucize gösteren Hazreti Harun değil Hazreti Musa’dır. Hazreti Harun ise onun görüşlerini desteklemektedir. Desteklediği için ikisi birden muhatap oluyor, asıl iddia sahibi Hazreti Musa olduğu için ona getirdin diyorlar.
Bu da bize başkanla vezir arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Başkan halkı yani meclisi temsil eder. İkisini de aynı yerler atarlar. Başbakanı ise başkan teklif eder, meclis seçer. Buradan anlıyoruz ki cumhurbaşkanını da meclis seçecektir yahut başbakanı da halk seçecektir. Yani başkan yardımcısını başkan aday gösterecek ama onu da halk seçecektir. Amerika’da da buna yakın bir başkan yardımcılığı vardır.
Burada sihirbazlar ile peygamberler arasındaki önemli iki farka işaret ediliyor. Sihirbazlar bürokratlardan mevcut düzenin korunmasını isterler, yeniliğe karşıdırlar. Oysa peygamberler inkılâpçıdırlar.
Bugünkü sahirler bir de şunu iddia ediyorlar. Dinler ilâhidir, onlarda değişiklik yapılamaz. Onun için dindarlar tutucudurlar, gericidirler. Oysa tüm inkılâpları dinler yapmışlardır. Dinler tutucu değil, dinin bürokratları tutucudurlar. Bu sebepledir ki peygamberler bürokratları istihdam etmezler.
Akevler’de de bundan uzak durmak için çırpınıyoruz. Maaşlı memur çalıştırmıyoruz. Arada taviz vermek zorunda kalıyoruz, cezasını da çekiyoruz. Henüz bu sorunu çözmüş değiliz. Yenilikleri ütopik görenler sahirdirler.
قَالُوا
(QAvLUv)
“Kavl ettiler”
Hazreti Musa’ya cevaben kavl ettiler. Hazreti Musa onlara; Bu sihir midir, oysa sahirler iflah olmaz deyince, onlar bu sefer başka yönden yaklaştılar.
Bir düzen kurulunca o düzende herkes yerini alır. Nasıl insanın yarası alışınca acımaz olursa, topluluk da zulme ve kötülüğe alışır, insanlar rahatsızlık duymazlar ve durumlarını kabullenirler. Köleler köleliklerinden memnun olurlar.
Hindistan’daki kast sistemi bunun içindir ki binlerce senedir var olmaya devam etmektedir. Yeniliğin mevcut olan durumlarını da kaybettireceğini hissettiklerinden değişmesini istemezler, bir olup yenilik yapmaya karşı çıkarlar.
Kur’an bize bu tutucuların durumlarını bildirmektedir.
Kur’an bu sözlere kulak vermemiz gerektiğini söylemektedir.
أَجِئْتَنَا
(Ea CıETaNAv)
“Bize ciet ettin mi?”
“Ciet” değişik yönden gelmedir.
Hazreti Musa peygamber onlara konuyu değişik yönlerden izah etmiştir.
Burada en önemli husus demir perdenin oluşturulmasıdır.
İslâm devleti demek o ülkeye giriş ve çıkış serbesttir demektir.
Dar-ı terk demek, çıkışın serbest, girişin izne tabi olması demektir.
Dar-ı harb demek çıkışın da yasaklandığı devlet demektir. Bu harbin sebebidir. Böyle yapan devletlerle savaşmak meşrudur. O ülkelere harb diyarı denir.
Firavun’un işlediği en büyük suç İsrail oğullarının çıkışını önlemekti, izne tabi tutmaktı. Hazreti Musa aleyhisselam dikta rejimiyle mücadeleye hicret demokrasisi ile başlamıştır. Bırakın insanlar gideceklerse gitsinler.
Demek ki çıkış vizesinin uygulanması şeriata tamamen aykırı bir durumdur.
Hazreti Musa’nın getirdiği hak nedir?
Hicret demokrasisidir.
Bırakın, orada kalmak istemeyen istediği yere gitsin.
Ekseriyet demokrasisi yerine hicret demokrasisi için cihad Hazreti Musa Peygamber tarafından başlatılmıştır. O mücadelede elde edilen başarı Kur’an’da kıssa edilmektedir.
لِتَلْفِتَنَا
(LiTaLFıTaNAv)
“Bizi left etmen için”
“Left” “lif” ve “fitil” kelimelerine akrabadır. Bir dalı eğip kendisinin lifi ile başka tarafa bağlamaktır. “Lefete” demek o tarafa çevirmek ve oraya bağlamak demektir. Dalı fitille liflemek yapıştırmak anlamına gelir. “İltifat etmek” demek, kendi kendini ona çevirip bağlamak, başkaları ile meşgul olmayıp onunla meşgul olmak demektir.
“Left” “An” ile geldiği zaman oradan ayırmak demektir. Yani bir yerden uzaklaştırmak için dalı bağlarsınız, “Lefete An” olur veya bir dalı bir yere yaklaştırmak için bağlarsınız, bu da “Lefete” ile olur.
Hazreti Musa’nın maksadı Mısırlılara zarar vermek değildi, İsrail oğullarını devlet yapmaktı. Bugün Kürtlerden bunu yapmak isteyenler vardır. Anadolu’yu terk edip Kuzey Irak’a göç etmelidirler. Boşalan Doğu Anadolu’yu sonra talep edebilirler. İstanbul’da bir yerde toplanarak kendi belediyelerini kurabilirler. Devlete karşı gelme şeklinde değil de, devlet içinde kendi bucaklarında istedikleri gibi yaşayabilirler. Akevler’de olduğu gibi kooperatiflerini kurar dillerini yaşatabilirler. Buna mâni olunması haksızlıktır. Hazreti Musa aleyhisselam bunun cihadını yapmıştır.
عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ
(GamMAv VaCaDNAv GaLaYHı)
“Üzerinde bulduğumuzdan”
İyi olsun kötü olsun, geçmişte babalarımız ne yapmışsa biz ona devam edeceğiz.
Eğer biz diğer hayvanlar gibi olsaydık öyle yapardık. Tür içinde hiçbir yenilik yapmazdık. Oysa insandan önce canlılarda türden türe evrim vardı. İnsanın gelmesiyle türlerin evrimi sona erdi. Onun yerine insanlarda uygarlaşma başladı. Biyolojik yapı aynen kaldı, sosyal yapı değişmeye başladı.
Babaların durumunda ısrar etmek bu uygarlaşmayı durdurmak demek olur. İnsan topluluğu iki oluşun dengesi içindedir; bu denge babalarının yaptıkları iyileri sürdürmek, babalarının artık işe yaramayan yanlışlarını bırakmadır. Mustafa Kemal bunlardan birine milliyetçilik, diğerine inkılâpçılık diyerek bunları dengelemiştir.
آبَاءَنَا
(EAvBAEaNAv)
“Eblerimizi”
“Valid” öz babadır.
“Âbâ’” ise atalardır, baba ve dedeler anlamındadır.
İyi işleri devam ettirmede onlara tâbi olunacaktır ama artık yanlış yapılan işlerden uzaklaşılacaktır.
Mustafa Kemal inkılâplar yaptı. O zaman yapılan bu inkılâplar doğru olabilir ama bugün artık uygarlaşma gereği zararlı olmaya başlamışlardır, bırakmamız gerekir. O gün vahdet-i kuvva içinde tek parti, tek mezhep, tek sermaye ve tek ilim, birliği sağlamak için gerekli olabilirdi. Bugün ise uygarlaşmamız için çok partiye, çok tarikata ve/ya mezhebe, çok firmalara, çok okullara (ilim ekollerine) ihtiyaç vardır. Buna karşı direnmek gericiliktir.
Hazreti Musa aleyhisselâm bununla mücadele etmiştir.
وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَاءُ
(Va TaKUvNa LaKuMAv eLKiBRiYAvEu)
“Ve kibriya ikinizin olsun”
Batı mantığında yöneticiler üstte, halk alttadır, yöneticiler halka hükmederler.
Bu sistem kibriya sistemidir. Mısır buna dayanıyordu. Hazreti Musa Firavun’un yerine geçmek istiyor zannetmişlerdir. Oysa Hazreti Musa sistemi değiştirmek istiyordu.
Yöneticiler üstte değil yöneticiler altta olmalıdır, hâkim değil hâdim olmalıdır. Bu sebepledir ki insanlık köktür, asıldır. Devletler kavimdir. İller şa’bdır. Bucaklar kabiledir. Ocaklar aşirettir. İnsanlar tepede çiçek ve meyvedir.
Biz Akevler olarak CHP gitsin de biz onun yerine oturalım, Demirel gitsin de biz gelelim demedik. Sistem/düzen değişsin, sömürü düzeni bitsin, dinsizlik dayatması bitsin, dindarlık dayatması da olmasın dedik.
Hazreti Musa peygamber iktidarı değiştirmek değil, sistemi değiştirmek istiyordu.
Onlar bunu anlamıyor, iktidar mücadelesini veriyorlardı.
فِي الْأَرْضِ
Fıy eLEaRWı)
“Arz’da”
Buradaki “Arz” Mısır olabilir, tüm yeryüzü olabilir.
Mısırlılar dünyayı fethetmeye pek çıkmazlardı ama dünyayı da kendi ülkelerinden ibaret sanırlardı, dolayısıyla “arz” kelimesi onlar için Dünya ve Mısır olarak birlikte anlaşılıyordu.
Bugün de bize ‘Osmanlılar gibi tek süper güç olmak istiyorsunuz’ demektedirler.
Oysa biz, yeryüzündeki süper güçleri kaldırıp yerine yerinden yönetimle İslâm düzenini yani barış düzenini getirmek istiyoruz. Hattâ biz sadece kendimizi insanlık içinde özgür yapmak istiyoruz, insanlığın düzenini bozmadan bunu yapmak istiyoruz.
Hazreti Musa da öyle yapmıştı, sadece İsrail oğullarını alıp götürmek istemişti.
وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنِينَ (78)
(Va MAv NaXNu LaKuMAv Bi MuEMıNIyNa)
“Ve biz ikinize inanacak değiliz.”
Size güvenecek ve sizin bu yaptıklarınıza izin verecek değiliz demişlerdir.
Bugün de Akevler’de işe başlayıp bugünkü duruma gelen bazı Saadetçiler, Ak Partililer ve Gülen Cemaati mensupları bize güvenmiyor, bize inanmıyor!..
Biri Amerika’da, biri de Avrupa’da me'va arıyor!