YUNUS SÛRESİ-11
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ أَنْتُمْ وَشُرَكَاؤُكُمْ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَاؤُهُمْ مَا كُنْتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ (28) فَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ إِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِلِينَ (29) هُنَالِكَ تَبْلُو كُلُّ نَفْسٍ مَا أَسْلَفَتْ وَرُدُّوا إِلَى اللَّهِ مَوْلَاهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (30)
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ أَنْتُمْ وَشُرَكَاؤُكُمْ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَاؤُهُمْ مَا كُنْتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ (28)
(Va YaVMa NaXŞuRuHuM CaMIyGan ÇümMa NaQUvLu Li elLaÜIyNa EaŞRaKUv MaKAvNaKUM EaNTuM Va ŞuRaKAvEaKuM FaZayYaLNAn BaYNaHuM Va QAvLa ŞuRaKAEuHuM MAv KuNTuM EiyYAvNAv TaGBuDUvNa)
“O gün onları cemian haşrederiz. Sonra işrak edenlere "siz ve şürekânız mekanınızda … deriz. Beynlerini tezyil ettik. Şerikleri siz bize ibadet etmiyordunuz dediler.”
Âyetin birinci kısmında “o gün” diyerek âhiret gününü anlatmaktadır, muzari sigası ile anlatmaktadır. Ondan sonra mazi sigasıyla “aralarını zeylettik ve ortakları siz bize ibadet etmediniz diyecekler” deniyor, mazi sigasıyla anlatmaktadır. “Fa Nuzeyyilu Beynehüm” diyeceği yerde “Fe Zeyyelna Beynehüm” denmektedir. “Ve Yekulu” denecek yerde “Ve Kale” denmiştir. Dilciler bunu kesinlik ifade etsin diye yorumluyorlar. Kesin olacak bir şeyi ifade etmek için gelecek sigasını değil geçmiş sigasını kullanırsın. Bu şekilde anladığımızda bu iki hususa bizim dikkatimizi çekiyor demektir. Aralarını tezyil ettik. Şeriklerle birbirinden ayırdık.
Âyet “Ve” harfi ile yukarıya bağlanmaktadır. Onlar cehennem halkıdır, bunlar cennet halkıdır derken “ve” harfi ile haşirden bahsetmektedir. Yani cennet ve cehennemin dışındadır bu haşir. Öldükten sonra bütün insanlar birlikte dirileceklerdir. Bu dirilme yeri burası olacaktır yani insan öldüğü yerde dirilecektir. Dört boyutlu uzay içinde dirilecektir. Bundan sonraki hayat beş boyutlu uzay içinde başlayacaktır. Başka bir ifade ile artık biz dört boyutu göreceğiz; şimdi üç boyutlu görebiliyoruz.
Haşere, yerde yürüyen böcek kurtlarının sürüsüdür. İnsanların mezarlarından kaldırılıp muhakeme meydanına getirilmesini haşr olarak ifade etmektedir. Üç melek herkese refakat edecek ve yargı önüne çıkarılacaklardır. Önce herkese defter verilecek, ifadede nelerin sorulacağı bildirilecektir. Hazırlık yapıldıktan sonra sorulan sorulara cevapların verilmesi sonunda karar defterine yazılarak verilecektir. Yol ayırımında kimi cennete kimi de cehenneme sevk edileceklerdir. Cehenneme giden yol sol tarafta olacak. Sol tarafta adları okunanlar defterleri soldan verilecek ve cehenneme gönderileceklerdir. Sağdakiler de cennete gönderileceklerdir. Yeni hayat bundan sonra başlayacaktır. Hesaplaşabilmeleri için bütün insanlar birden diriltileceklerdir.
Sonra, haşirden sonra, yani muhakemeden sonra, muhakeme dönemi zor dönemdir. İnsanlar devamlı savunma ve korku içindedirler. Dava bitip karara bağlandı mı insanlarda kadere rıza ortaya çıkar ve artık yeni hayatın içinde çaba başlar. Bu sebepledir ki muhakeme döneminde hesapları görülenler gidecekleri yerlere gönderilirler. Ashab-ı nâr da gideceği yere gider. Sadece müşrikler ve şirk koştukları kimseler istisna edilir, onlara siz bekleyin denir.
Kur’an’da her kötülüğün cezasını çektikten sonra veya çekmeden affedilebileceği, sadece şirkin cezasının affedilmeyeceği belirtiliyor. Bu ifadeye bakılırsa cehennemde sürekli kalma yalnız müşriklere ait olup onlar ayrı sevk edileceklerdir. Siz ve şerikleriniz deniyor.
Zeval, en üst seviyeye çıkıp çökmeye başlamaktır. Birden değil de yavaş yavaş çöküşe gitmektir. Güneş’in öğle vaktine zeval denir.
Uygarlıkların böyle zeval zamanları vardır. Bugün Batı uygarlığı zeval içindedir. İstanbul’un fethinden sonra İslâm âlemi aslında zevale girmiştir.
Zeyele ise ayağın kayması demektir. Birden düşme anlamına gelir.
Tezyil ettik, birbirlerinden kaydırdık demektir. Yani daha evvel canciğer iken sonra birbirlerinden ayrıldılar demektir. Cemaat ile Ak Parti arasında böyle tezyil vardır. ABD yönetimi ile ABD sömürücü tekel sermayesi arasında da böyle zeyl vardır.
Şerik edilenler şirk edenlere ‘siz bize ibadet etmiyorsunuz’ diyeceklerdir.
Burada önemli bir hususa işaret etmektedir. Tarihte büyük diktatörler gelmiştir ama bunlar kendi kendilerini diktatör yapmamışlardır. Çevredekiler onları yüceltirler. Onların sırtına binerek sırt üstü taşınmaya başlanır. Artık kendi ayakları ile yürüme imkânına sahip değildir. Sırtlarına bindirdiklerini istediği yerlere götürürler. Sırtlarından inmek istese de indirmezler. İnse düşüverir ve belki ezilip gider.
İşte, yargının kapısında bekletilenler artık bu durumlarını anlatacaklardır.
Mustafa Kemal kendisi diktatör olmadı. Kendisine suikastlar tertip edip onu kullanmak isteyenler onu diktatör yaptılar. İzmir suikastı bir tertipti, devleti sömürmelerini önlemekte olan kadroyu bertaraf etmekti. Kimdi bunlar? Askerler ve din adamları. Suikast bahanesi ile bu iki gücü de yok edeceklerdi. Kazım Karabekir idamlıktı. O zamanın başvekili İsmet İnönü’nün tutuklanması için İstiklâl Mahkemesi tutuklama kararı çıkartmıştı. Mareşal Fevzi Çakmak’ın müdahalesi ile kısmen önlendi.
Bugün de paralel mahkeme aynı işi yapacaktı. Askerler tutuklandı, muhakeme edildi. Bakanların çocukları tutuklandı. Başbakan’ın oğlu da tutuklanacak, sıra R. T. Erdoğan’a gelecekti. Ordu Erdoğan’ın yanında yer aldı ve sonuç durduruldu. Şimdi Erdoğan cumhurbaşkanı oldu. Paraleli tasfiye ediyorum derken Müslümanları tasfiye ediyor, yeniden eski paralelleri yani Masonları iktidar etmeye gidiyor.
Hem AK Parti’de hem de Cemaat’te yerleşmiş kadim yiyiciler vardır, bunlar sermaye ile işbirliği içindedirler, ikisini de yıkmak için hareket içindedirler. Aslında bunlar ne AK Parti’nin ne de Cemaat’in adamıdırlar. Âhirette bu gerçekler görülecek, Cemaat ve AK Parti’yi kötülüğe götürenlerle bunlar bekletilecek, siz bizim dediğimizi yapmadınız, bizden olmadınız diyeceklerdir.
İhsan edenlerden bahsetti. Seyyieyi kesp edenlerden bahsetti. Bir de işrak edenlerden yani diktatörlerden bahsetti.
Mustafa Kemal’e tapma İnönü zamanında değil, Celal Bayar zamanında başladı. Onun aleyhinde konuşma yasağı Demokrat Parti zamanında tedvin edildi. Oysa Mustafa Kemal çoktan ölmüştü. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ı aynı tehlikeler beklemektedir.
Bu tehlikeden uzak durabilmesi için hakemlerden oluşan yargı sisteminin tesis edilmesi gerekir. İç güvenlik ordudan ayrılmalıdır. Jandarmanın iç işlerine aktarılması yerinde bir harekettir, ne var ki bunun oluşması farklı olmalıdır.
وَيَوْمَ
(Va YaVMa
“Ve o günde”
“El-Yevm” bugün demektir, “Yevmen” herhangi bir gün demektir.
“Yevme” ise bilinen bir gün, o gün demektir.
Demek ki “nun”u düşürerek de marife yapılabilmektedir. Buradaki “ve” harfi bundan önceki iki âyete atıf yapmaktadır. Lillezîne ahsenû vellezîne kesebû ve yevme nahşuruhum, nahşuruhumun mefûlüdür. Ve biz o gün haşr ederiz. Bu takdirde fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiş olur. Mahzuf olan bir fiilin mef’ûlu olsa da yine de fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiş olur. Cennet ve cehenneme girmeden hallederiz anlamındadır. “Ve” harfi ile atfetmiş olması, haşrın cennet ve cehennem olmadan ayrı olduğunu ifade etmektedir.
Ashabı cennet ile ashabı nârı zikrettikten sonra, birlikte haşr olunacağı onlara gönderdiği “Hum” zamiri ile ifade edilmiştir. Burada “Hum” zamirinin işaret ettiği ashab-ı cennet ile ashab-ı nâra racidir. “Hum” zamiri onlara işaret etmektedir. Dolayısıyla cümle fiil cümlesi değil isim cümlesidir. Bu takdirde bu cümle hâl cümlesi olur. Yani ashab-ı nâr olmadan ve ashab-ı cennet olmadan ashab-ı kıyamet olacaklardır.
“Yevme” kelimesi bir gün müdür yoksa bir dönem midir?
Cennet ve cehennemde gece ve gündüz var mıdır, yoksa sonuna kadar gündüz müdür?
Âhirette gölgelerden bahsedildiğine göre Güneş vardır. Gece ve gündüzün de olması düşünülür. Bu soruyu okuyarak Kur’an’ı araştırmamız gerekir.
نَحْشُرُهُمْ
(NaXŞuRuHuM)
“Onları haşr ederiz”
Cennet ashabını ve cehennem ashabını haşr ederiz.
“Huma” demeyip “Hum” demiş olmasının sebebi; daha cennet ehli olmamışlardır, daha cehennem ehli olmamışlardır. Haşirden sonra cennet ehli mi yoksa cehennem ehli mi oldukları anlaşılacaktır. Bu dünyadan gidenler, kim olursa olsun, önce haşr edilecek, sorguya çekilecek, hükümler sonra verilecektir. Bugünkü muhakemeye çok yakın bir muhakeme usulü anlatılmaktadır. Kur’an nâzil olduğunda Arabistan’da mahkeme yoktu, polis yoktu, soruşturma yoktu. Hazreti Muhammed ilerde olacak bu muhakeme sistemlerini orada anlatacaktı. Geleceği bilen âhireti de bilmiş olur, söyledikleri gerçekleşir.
“Biz haşr edeceğiz” diyor. Çünkü o gün melekler istihdam edilecek.
Bu dünyada da insanı takip eden melekler vardır. Bir fiil işlendiğinde onun filmi çekilmektedir. Ne var ki filmde miktarlar görülmekte, değerler görülmemektedir. Bakkala gittiğiniz zaman üç kilo patates aldığınızda 450 kuruş ödersiniz, bu onun değeri olur. Meleklerden biri günahları değerleri ile yazar, diğeri ise sevapları değerleri ile yazar. İhtilaf olursa bir başmelek vardır, son kararı o verir. Böylece âhirete geldiğimiz zaman hepimizin hesap defteri bize verilecek ve yaptıklarımızı değerleri ile göreceğiz.
Bilmediğiniz bir havaalanına indiğinizde sizi biri karşılar, sizi alır ve gideceğiniz yerlere götürür, rehberlik yapar.
Âhirette öldüğümüz yerden dirildiğimiz yere geldiğimizde bizi yine üç melek karşılayacak ve bizi soruşturma yerine götürecektir. Bu haşrdır. Allah kendisi değil de bu sevkiyatı bu meleklere yaptırdığı için “Biz haşr edeceğiz” diyor.
“Haşara” fiil-i müteaddidir, derleyip toparlayan demektir. Kişiler mezarlarından alınacak ve soruşturma alanlarına getirileceklerdir.
جَمِيعًا
(CaMIyGan)
“Cemian”
“Cemian” hâldir, birlikte anlamındadır. Kuralsız çoğul ile tekili, müzekkeri ve müennesi aynıdır. Birlikte bir zamanda demektir yahut bir yerde demektir. Yoksa bir topluluk hâlinde demek değildir. Aynı alanda ve aynı zamanda toplanacak, herkes dünya hayatında yaptıklarının hesabını verecektir.
Allah bu dünyayı insanlar için yaratmış, insanların o günü için yaratmış. Okul açarsınız, beş sene okutursunuz ve sonunda basit bir kâğıtta yazılı bir diploma verirsiniz.
Allah da dünya hayatını yaşatmıştır, okutmuştur ve sonunda yapılanlara bakarak sınıfı geçirecek veya sınıfta bırakacaktır.
Muhakeme günü aynı gündür. Yani insanlar Hazreti Âdem’den başlayıp çoğalmışlar, doğup yaşıyor ve ölüyorlar; bugüne kadar 2000’e yakın nesil geçmiştir. Şimdiki sayıları on milyara yaklaşmaktadır. Bundan sonra daha uzun zaman yaşayacaklardır. Denizlere açılacak, göklere çıkıp yerleşecek ve çok daha geniş bir nüfusa ve zamana sahip olacaklar. Bunların hepsi birden haşr olunacaktır. Bugün yeryüzü bize küçük görünmektedir, oysa yeryüzünün belki de sadece beşte birinden yararlanıyoruz.
O gün insanlık dört boyutlu uzayda birlikte ortaya çıkacaktır.
ثُمَّ
(ÇümMa)
“Sonra”
Sonra işrak eden topluluğa diyecek. Kendisi bekletilerek diğerleri muhakeme edilip yerlerine gönderildikten sonra anlamındadır. Müşriklerin muhakemeleri uzatılıp daha sonraya alınmış olmaktadır. Bunlar için ayrı mahkeme kurulacaktır. Belki de müşrik olmayan kimselerin cezaları çektirilip cennete gönderildikten sonra onların hesabı ayrı görülecektir. İbadet etmeyenlerle ibadet edenler birbirinden ayrılacaktır.
Burada şirkin putlara değil insanlara tapmak olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. “Ellezîne Eşrakû” deyip muhakeme edilenlerin tek tek kişiler olmayıp topluluk olduğu anlaşılmaktadır. Yani muhakemeye ayrı ayrı kişiler değil tüm topluluk çıkarılacaktır. Sonra yargılanacaktır.
Şöyle açıklayalım. Diyelim ki Gezi Olayları (Taksim-İstanbul) tertip edildi. Değişik cemaatler katıldı. Hattâ polisler devreye girdi. Bunlar önce gruplar hâline getirilir. Onlar birlikte mahkemeye sevk edilirler. Muhakeme esnasında suçlularla suçsuzlar tefrik edilir. Dünyada grup olarak yaşayanlar âhirette grup olarak mahkemeye alınacaklar, iyi gruplar önce alınacaklar, en sonunda ise müşrikler yer alacaklardır. Muhakeme esnasında cezalar topluluğa verilmeyecek, herkes şahsen yaptığı fiillerden cezalandırılacaktır.
Sokak hareketleri yapanlar tesbit edilir, birlikte olanlar birlikte yargı önüne çıkarılır. Yani herkes yargılanır ve suçsuzlar soruşturma esnasında serbest bırakılır.
Diyelim ki Taksim Meydanı işgal edildi. Hemen askeri birlik orayı kuşatır. Herkese mekânınızda kalın denir. Siz ve ortaklarınız mekânınızda kalın denir. Çıkmak isteyenlerin kimliği tesbit edilerek serbest bırakılır. Muhasara daraltılarak tümü oradan boşaltılır. Hasar tesbit edilir. Kasame yapılır, fail tesbit edilirse faile ödetilir, fail tesbit edilememişse, orada bulunanların hepsi zararları bölüşerek öderler.
نَقُولُ
(NaQUvLu)
“Diyeceğiz”
O gün diyeceğiz yani görevliler diyecekler.
İnsanların yaptıkları iki şey vardır; söylemek ve yapmak. Yapmak enerji isteyen ve zaman alan bir iştir. Oysa söylemek kısa zamanda ve fazla enerji harcamadan yaptıkları iştir. Ne var ki insanlar arasındaki birlik sözlerle sağlanmaktadır.
Sözler sayesinde topluluk oluşmakta, sözler sayesinde bilgi ve istekler birbirine aktarılmaktadır. Sözler sayesinde geçmiştekilerden haberdarız, gelecektekilere de haber bırakıyoruz. Biz söylediğimiz ve dinlediğimiz için diğer canlılardan ayrılıyoruz ve kişiliğimizi koruyabiliriz. Âhirette de aynı özelliğimizi koruyacak, birbirimizle konuştuğumuz gibi dünyada karşılıklı olarak konuşamadığımız kimselerle ve meleklerle de konuşma imkânı bulacağız. Allah da bizimle doğrudan konuşacaktır. Allah diyor ki; bizi işrak etmiş olan kimselere söyleyeceğiz, görevli melekler söyleyecekler demektir.
لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا
(Li elLaÜIyNa EaŞRaKUv)
“İşrak eden kimseler”
İşrak edenler bir topluluktur. Dünyada yargılamayı kabul etmemiş, hakemlere teslim olmamış kimselerdir. Hâlbuki kâfirler de dâhil hakemliği kabul etmiş olan kimseler oradaki hakemler tarafından yargılanıp dünyada eksik kalan adalet tamamlanacaktır. İşrak eden kimseler ise dünyada hakemler sistemini kabul etmedikleri için onların yargılanması hakemler sistemi ile olmayacaktır. Onların yargılanmaları hâkimler sistemi ile olacaktır. Başka bir ifade ile onların muhakemesine gerek görülmeyecektir. Çünkü onlar yargıyı kabul etmemişti. O topluluğun içinde suçsuzlar ve çocuklar olacaktır. Bu sebeple oradakilerden cehenneme gitmeyecek olanlar da tefrik edilecektir. Bu sebeple bekletilmektedirler.
مَكَانَكُمْ
(Ma KAvNaKuM)
“Mekânınızda”
Siz yerinizde kalın, yerinizden ayrılmayın demektir.
Kesreti istimalden dolayı “imküsü” fiili hazf edilip “mekâneküm” olarak söylenmiştir.
Demek ki mahşerde herkesin durduğu bir yeri olacak, bulunduğu yer olacaktır.
Mahkeme esnasında sanıklar çalıştırılıp beslenirler. Çalışmadıkları saatlerin giderleri kamuya aittir. Suçsuz olanlar zaten bunu istihkak ederler, suçlu olanlar da cezaları içinde böyle bekletme olmadığı için tazmin etmiş olmak zorundayız. Yani ifadesi alınan herkesin ifadesi esnasında harcadığı saatlerin ücretleri verildiği gibi, eziyet yapılmışsa diyeti ödenir.
Âhiret hayatı cennet ve cehenneme gitmeden önceki dönemde bu dünya gibidir. Dolayısıyla bu dünyadaki hükümler değiştirilmemişse devam ettiği kabul edilir. Bu dünyada soruşturmaya aldığımızda ne yapacaksak âhirette de Allah onu yapacaktır. O halde orada anlatılanlar aynı zamanda bizim bu dünyada anlatacaklarımıza uygulanabilir.
أَنْتُمْ وَشُرَكَاؤُكُمْ
(EaNTuM Va ŞuRaKAvEuKuM)
“Siz ve şerikleriniz”
Siz ve mabutlarınız denmemekte, siz ve şerikleriniz denmektedir.
Şeriklik eşitlik ilkesine dayanır. Bir tür çıkar paralelliği içindedirler. İkisi de insandır. Ve dünyada birlikte yaşadıkları zaman olmuştur. Bunlar çıkar şebekesidir. Bir grup birleşir, iktidara talip olanları desteklerler. Hepsini desteklerler, iktidara hangisi gelirse gelsin sonunda kendileri gelmiş olur. İktidardakiler onlar sayesinde iktidar oldukları için onların dediklerine, onların yolsuzluklarına göz yumarlar. Onlar da onları büyütür ve tanrılaştırır, halkı onlara taptırırlar. Siz ve şürekânız dendiğinde bunu söylerler.
Biz müşrik olan kimseyi hakem kararlarına uymayan olarak tabir ettik. Gizli müşrikler vardır. Uyarız derler de uymamak için çeşitli yollar bulurlar.
İslâmiyet’te kişi birisini hakem tayin ettiği zaman ben kazanayım diye tayin etmez. Benim hakkım ona, onun hakkı bana geçmesin, ne ben ona haksızlık yapayım ne de o bana haksızlık yapsın diye hakem atar. Müminler bunlardır.
Bu dünyada bile müşrik olanı ayırmak çok zordur. Mahkemeyi etki altına almak için biri müşrik midir değil midir? Gasp eden veya çalan kimse müşrik değildir ama rüşvet verip başkasının hakkını kendisine aktaran kimse müşrik midir değil midir? Bunu belirlemek zordur. Âhirette de müşrikler olarak ‘siz yerinizde kalın’ denecek olan kimselerin kimler olduklarını bu dünyada biz zor belirleriz. Âyet bunları marife olarak getirmektedir. Beraat-ı zimmet asıldır ilkesine bakarak açıkça işrak etmeyen kimseleri biz müşrik kabul etmeyiz.
Şirk genel olarak amelle değil de imanla ilgili kabul edilir. İmanın karşılığı küfürdür. İşrak akli değil fiilidir. Dolayısıyla müşrikler dediğimiz zaman hakem kararlarına uymayan topluluk olarak tanımlıyoruz.
فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ
(FaZayYaLNA BaYNaHuM)
“Beynlerini tezyil ettik”
‘Burada durun’ denmiş ve durma esnasında araları açılmıştır. Aralarında konuşurken savunma hazırlığı yaparken, büyüttükleri kimselere uydukları için onların suçları yüklenmeleri gerektiği kanaati vardır. Çünkü dünyada hep öyle yapmışlardı. Şirk eden bir iktidar olmuş, diğeri şerikin sömürmesine bekçilik yapmaktadır. O da rahat rahat soymaktadır. İktidar olan zaten iktidar olduğu için payını almaktadır.
Aralarını kaygan yaptık, aralarını açtık anlamındadır. “Fe” harfi de o mekânlarında beklerken böyle olduğu anlatılmaktadır. Başarılı günlerde çıkar paralelliği içinde birbirlerine kenetlenenlerin zor günlerde bağları çözülür, birbirlerini suçlamaya başlarlar. Sıkıntılı günlerde birbirlerine dayanırlar, iktidar olunca aralarında kavga başlar, ondan sonra servetleri kaybolup gider.
“Zeyyelna”yı “zelzelna” şeklinde de anlayanlara göre dağıttık, aralarını açtık anlamına da gelir.
وَقَالَ شُرَكَاؤُهُمْ
(Va QAvLa ŞuRaKAEuHuM)
“Ve şerikleri söyledi”
Burada “tezyil ettik ve şerikleri söyledi” denmekte, “vav”la atfedilmektedir.
Tezyil ettiğimizi söylemedi, gerçek öyle idi.
Aradaki bağ ortadan kalkınca mevcut olan gerçek ortaya çıktı.
Birbirlerine sıkı bağlı kimseler vardır. Aralarında ne kadar ayrılık olursa olsun, bunu açığa vurmazlar, kendilerini birlikte gösterirler. İçleri paramparçadır. Birlik bozulunca bu birlik görüntüsünü bozarlar ve birbirlerinin aleyhinde konuşurlar.
Müminler ise birbirlerini açıkça eleştirirler, hakkı tavsiye ederler, sabrı tavsiye ederler. Ama aralarındaki birlik devam eder, daha sağlam yapılı hâle gelirler.
Demek ki müminler ile kâfirler veya müşrikler arasındaki fark; müminler birbirlerine gizli değil açıkça söylerler ama birbirlerinden ayrılmazlar. Mümin olmayanlar ise birbirlerine söylemezler, ketum davranırlar ama sonra ayrılarak konuşurlar.
Sosyal olaylarda baskı genellikle ters teper. Boşanmayacaksınız dersen, zorlarsan, daha çok boşanma ortaya çıkar.
مَا كُنْتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ (28)
(MAv KuNTuM EiyYAvNAv TaGBuDUvNa)
“Siz bize ibadet etmiyordunuz.”
Demek ki işrak etmek ibadet etmek demek değildir. Kötülükte ortak olmak, işbirliği yapmak işraktır. Birr ve takvada yardımlaşanlar müminlerdir, ism ve udvanlarda yardımlaşanlar müşriklerdir.
Biz yazılarımızda AK Parti’yi ve yanlışları olan partilileri eleştiriyoruz, ondan daha iyi bir parti olmadığı için de onu destekliyoruz. Biz eleştirirken çıkarlarımızdan vazgeçiyoruz. Onlar ise kendilerini eleştirenleri yanlarında veya etraflarında görmek istemiyorlar. Ama biz buna rağmen onlara oyumuzu veriyoruz, çünkü onların yerine geçecek olanlar onlardan daha çok zararlı olabilirler.
فَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ إِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِلِينَ (29)
(Fa KaFAy BilLAHi ŞaHIyDan BayNaNAv VaBaYNaKuM EiN KunNAv GaN GıBAvDaTıKuM LaĞAvFıLIyNa)
“Sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter; biz (sizin bize) ibadetinizden gafil idik.”
Örnek üzerinde açıklama yaparsak âyet daha kolay anlaşılır.
Sömürü sermayesi önce İslâmiyet’i kökünden yok etmek istedi. Baştan Halk Partisi (CHP) bu konuda sermaye ile anlaştı, inkılâplar öyle yapıldı. Sonra Halk Partisi sermayeye ihanet etti, Türkiye’yi dinsizleştirmedi veya dinsizleştiremedi. Sermaye onu iktidardan indirdi, onun yerine para/kredi vererek DP’yi halka hâkim kılmak istedi. DP de sermayenin dediklerini yapmadı veya yapamadı; bundan dolayı Başbakan Menderes’i astırdı.
Bunun üzerine sermaye siyasetini değiştirdi; İslâmiyet’i ortadan kaldırmayacak ama şeriatı ortadan kaldıracaktı. Bu işi yapması için S. Demirel’i destekledi. Din serbest olacak ama şeriat serbest olmayacak. Bu esnada Demirel karşısında Erbakan’ı buldu. Akevler’in “Adil Düzen” çalışmasını benimseyen Necmettin Erbakan, şeriat ile Demirel’in karşısına çıktı. Bu mücadelede Erbakan’ı yenemeyen sermaye, Demirel’in ve Özal’ın da aklı ile Erbakan’ı devre dışı bırakacaktı. Bunun için iki muhalif çıkardı; biri sonra Cemaat adını alan bir Risale-i Nur şakirtleri grubu, diğeri de Bülent Arınç, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan grubu. Bunlar AK Parti’yi kurdular. Sermaye Cemaat’i de AK Parti’yi de destekledi. Böylece Erbakan’ı siyaset dışı bırakacak ve “Adil Düzen” bitecekti. İşte böylece R. T. Erdoğan’ın ve F. Gülen’in şerikleri ortaya çıktı.
Parti’yi ve Cemaat’i destekleyerek dünyadaki en güçlü siyasi partiyi kurdular ve yine dünyadaki en güçlü dini cemaati oluşturdular.
Şimdi de bunları hormonlu bir şekilde büyütüp iktidar edenler iki tarafı da kemirmektedirler. AK Partililer haksız yere F. Gülen’e saldırıyor, Cemaat da haksız yere Erdoğan’a saldırıyor. Bu iki grubun asıl sahipleri gerçekten bu olanlardan habersizdirler.
Bunların her ikisi de samimidirler ama müşrikler şirklerine devam etmektedirler.
İşte âhirette bunlara denecek; ‘siz bekleyin bakalım, sizin hesabınızı sonunda görelim’ denecek. Samimi Cemaat kadrosu ile samimi AK Parti kadrosu o müşriklere böyle diyecekler.
Nasıl oluyor da samimi müminlerin arasına bunlar giriyor ve bu fitneyi yapabiliyor?
Bunlar, bundan daha büyük bir fitneyi Sahabeler Asrında gerçekleştirmişlerdir.
Bu fitnenin tek sebebi vardır, o da merkezi yönetimdir. Sahabeler de bu hatayı işlediler, tüm yetkileri halifede topladılar, merkezi son söz söyleyen yer yaptılar. Bunun bir diğer sebebi de içtihad ve icma müesseselerinin henüz doğmamış olmasıydı.
Eğer fitne olmasın istiyorsanız, işrak olmasın, kişilere ibadet olmasın istiyorsanız; Akevler ekolünü takip edin: Birbirinize Hakkı tavsiye edin, birbirinize sabrı tavsiye edin ama birbirinizden ayrı olmayın, birbirinizden kopmayın. O zaman size tapmak isteyen müşrikler sizin yanınıza gelemezler, sizi büyütemezler, çünkü sizin elinizde hiçbir şey olmayacaktır.
Müşrikler AK Parti’de Erdoğan ile Gül’ün çevresinde toplandılar ve bu gruplanma hâlâ devam ediyor. A. Gül ve R. T. Erdoğan gruplarına hâkim olunca bu durum devam eder. Ama biraz sonra bunlar eski tanrılarını bırakır, yeni tanrı Davutoğlu etrafında toplanırlar. O da Gül ve Erdoğan kadar masumdur ama sistem/düzen onu da aynı hapishaneye getirir.
Tek çözüm vardır; o da “yerinden yönetim sisteminin” getirilmesidir.
Bunu Davutoğlu yapabilecek midir?
Ne yazık ki ufukta böyle bir aydınlık belirtisi yoktur.
Görevliyi doğrudan görev veren atamışsa, gerektiğinde onu resen görevden alabilir ama görev verdikten sonra ona talimat vermez, onun işlerine karışmaz.
Hukuk düzeninde kişi yargıya karşı sorumludur.
Askeri düzende kişi görevlendirene karşı sorumludur.
Bazı atamalarda ise atanan başka yerden onaylanır. Mesela bugün hükümet Meclis’ten güvenoyu alır. Bunlar artık atayan tarafından görevden de alınamazlar. Bunların görevden alınması için hakemlerin kararı gerekir.
Yolsuzluğun olmaması için de sistem ona göre oluşur.
İhalelerde artırma ve eksiltme ihale alanlar arasında yapılmaz, ihaleye çıkaran artırır veya eksiltir. İlk ‘evet’ diyen ihaleyi almış olur.
Buraya kadar olan kısımda topluluğun sorgulanması anlatılmıştır. Suç kollektif değildir. Dolayısıyla topluluk cezalandırılmayacaktır. Bu sebepledir ki bu âyette sorgulama anlatılmış ama sonuçta verilecek cezadan söz edilmemiştir.
Burada “şirkinizden” denmiyor da “ibadetinizden” deniyor.
Şirk doğrudan fiil olmadıkça cezalandırmak için yeterli midir?
Kur’an şirki zulüm olarak adlandırıyor. Zulüm ettiklerinden dolayı da cezalandırıyor. Dünyada sırf şirk ettiklerinden dolayı insanları cezalandırmıyoruz, öldürmüyoruz. Yurdumuzu terk edin diyoruz. Terk etmedikleri için öldürüyoruz.
Kendi dağlarına çıktıklarında onlara da dokunmuyoruz. PKK dağda kendisine bir vatan edinmiş, PKK mensupları orada yaşamaya başlamışlardır. Hayvan besliyorlar, sera yapıyorlar, ağaçlandırıyorlar. Elde ettiklerini getirip pazarda satıyorlar. İhtiyaçlarını alıyorlar. Sadece bize vergi vermiyorlar. Biz onlarla savaşmayız.
Ne zaman savaşırız?
Eğer çıkar da dükkânları tehdit ederek haraç toplamaya başlarlarsa, hakemlerin kararı ile orada kurşuna dizeriz. Asmayız. Hakemlikleri kabul etmeyenleri asmayız.
Görevli de öldürebilir, vatandaş da öldürebilir. Çünkü biz onun masuniyetini tekeffül etmiş değiliz. Bizden de oraya giden olur da onlar öldürürse, biz bir şey talep etmeyiz. Gitmeseydi deriz. Bu çıbanda iltihabın toplanmasına benzer. Orada izoledirler.
فَكَفَى بِاللَّهِ
(Fa KaFAy BilLaHi)
“Allah kifayet eder”
İşrak edenler, işrak ettiklerini itham edip ‘sizin haberiniz vardı’ dediklerinde, onlar; ‘hayır, yoktu, Allah buna şahittir, O da bize yeter’ demektedirler.
Benzer olay paralel polis ile başbakan arasında geçmiştir. ‘Biz her yaptıklarını başbakana arz etmiştik’ demişlerdi. Onların çok sanatkârane taktikleri vardır. Olayı öyle anlatırlar ki söylenenler başka, anlatılanlar başka olur. Söylenene göre ‘evet’ dedirtirler, sonra ‘evet’in kastında olmayanları yaparlar.
İşte o gün bu hususta işrak edilenler Allah’ı şahit tutarlar.
Haklılar, gaflet içinde olurlar, dedikleri doğrudur.
Buradaki “Fa” harfi mahzuf olan cümleye atıf yapmaktadır. ‘Biz sizin yaptıklarınızdan gafil idik’ diyecekler. Onlar da; ‘Hayır, gafil değildiniz, haberiniz vardı’ diyecekler. Bunun üzerine; ‘Gafil olduğumuza dair Allah’ın şehadeti kâfidir’ diyeceklerdir.
Burada önemli bir husus açıklanmaktadır. Paralel yapılar birer şirktir. Devlet tektir. Devlet içinde devlet işraktır. Allah insanın bir cevfinde iki kalp yaratmadı; bir devletin de iki başı olmaz, iki kan dolaşımı olmaz, iki beyin sistemi olmaz.
Başka devletin içinde o devlete karşı ajanları hazırlamak işraktır ve suçun en büyüğü işlenmektedir. Suriye’deki olaylar bunun en açık delilidir. Suriye’de muhalifler desteklenmiş, otorite boşluğu meydana gelmiştir. Şimdi onu bunu suçluyoruz. Suçlu biziz.
Başka devlet kendi tebaasına sahip çıkamıyorsa, hakemler kararı ile başka devletler o devleti yıkar, topraklarını bölüştürebilirler ama halkı ayaklandırarak bir yere varılamaz. Halk düşmana karşı zafer kazanırsa yaşar. Sovyetler Çarlığı yıktılar, koskoca dıştan beslenmiş bir devlet ortaya çıktı ama zamanla yerle yeksan oldu. Gorbaçov’un inkılâbı sarsıntılar geçirdi, imparatorluğu dağıttı ama şimdi toparlanmaktadır. İstiklâl Savaşı’nı kazanan Türkiye, imparatorluğun etkin gücünü almak yolunda ilerlemektedir.
شَهِيدًا
(ŞaHIyDan)
“Şahit olarak”
“Şahadet etmek” demek, bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmaktır, gaybdan şehadete geçirmek demektir.
Allah’ın şehadetini yeterli görüyorlar.
Erdoğan da Allah’ın şehadetine başvurdu. Oy aldı. Bu bana yeter diyor. Yapılan saldırılar karşısında sandıktan başka melce bulamazdı. Yargı ihanet etmişti, polis ihanet etmişti. Sandığa gitti, asker de sandığa saygı gösterdi ve şimdi yükselerek yerinde oturuyor.
Âhirette de kendilerinden emin olup Allah’ı tanık yapacaklardır.
بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ
(BayNaNAv Ve BayNaKuM)
“Sizinle bizim aramızda”
Şirk kelimesi 1400 sene evvel putlara tapma olarak anlatılıyordu. Oysa şimdi iki taraf arasında tartışma konusu olan bir şeydir. İşrak edilenlerle işrak edenler arasındaki niza anlatılmaktadır.
Hazreti İsa tanrılaştırılıyor, yerine de iki halife atanıyor; papa ve imparator. Bunlardan birisi halkın iç yapılarını diğeri de halkın dış yapılarını istismar ederek bin yıldan fazla insanlığı birlikte sömürdüler. Roma’da dine bağlı siyaset, İstanbul’da siyasete bağlı din oluşturuldu ama ezilen, sömürülen ve zulmedilen halk olmuştur.
Daha ileri giderek diyebiliriz ki ne papalar zalimdir ne de imparatorlar zalimdir, bunları tanrılaştıranlar zalimdir.
Biz bunu bildiğimiz içindir ki ne krallara ne de papalara karşıyız, biz zulme karşıyız. Batı kralların sömürüsüne cumhuriyet ile son verdi. Kiliseyi de devre dışı bıraktı. Ama Batı’da zulüm bitmedi, sömürü bitmedi. Demek ki bu zulmün failleri bunlar değilmiş.
Bütün bu olanların muhakemesi devam edecektir...
Ve orada Allah’a başvurmaktan başka bir dayanakları olmayacaktır.
إِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ
(EiN KunNAv GaN GıBAvDaTıKuM)
“… biz (sizin bize) ibadetinizden…”
Buradaki “İn” “İnne” manasındadır. Fiilden önce geldiği zaman “İnne” “İn” şeklinde söylenir. Şart fiili cezm ettiği halde tahkik “İn”i cezm etmez. “Biz idik” demekle “dünyada idik” demiş olacaklardır, “sizin ibadetinizden gafildik” diyecekler.
Çağımız dünyasında yani şimdi diktatörler savaşı vardır. Herkes kendi başkanını tanrı yapmak istiyor. Yetmedi, ortak tanrı çıkardılar ama milleti kandıramadılar.
Böylece Erdoğan’ı tanrılaştıranları bertaraf edeceklerini sanıyorlar. Oysa zulmeden Erdoğan değildir, onu oraya getirip oturtanlar zulmediyorlar. Yarın K. Kılıçdaroğlu o makama otursa aynı şeyi yapacaklar, D. Bahçeli otursa aynı şeyi yapacaklar.
Yapılacak tek iş vardır, o da bu zalim düzeni değiştirmedir.
Zalim düzen öyle zalimdir ki başta olup da zalim olmayanlara da zulmeder.
Bu şirkten topluluğumuzu ve dünyayı kurtarmamız için görevliler bir iş yaptıkları zaman kendi içtihatları ile yapacaklardır. Üstleri onlara talimat vermez, emir vermez. Çünkü onlar sorumlu değildirler. Sonra herkes hesabını kendi seçtiği hakemlere verecektir. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Başhakemi hakemler seçer. Hesabı onlara verir. Buna “içtihad sistemi” diyoruz. Sorarak iş yapma ise “ifta sistemi”dir. Kur’an’da; senden fetva isterler, Allah fetva veriyor, diyor. Yani fetva makamı yöneticiler değildir, fetva makamı topluluktur yani hakemlerden oluşan yargıdır.
1960’lerde Demokrat Parti’nin indirilmesi ile düşünmeye başladık; neden indirdiler?
İndirdiler, çünkü Demokrat Parti iki taraflı oynadı. Karşı taraf bundan hoşlanmadı. İndirdiler dedik ve biz kendi örgütlerimizi kurmaya başladık. Zannettik ki biz iktidara gelirsek sorunlar kalmayacaktır, işler düzelecektir, müşrikler mümin olacaklardır.
Öyle oldu mu?
Müşrikler bizim arkadaşlara tapmaya başladılar.
Bugün bizi temsil ederken kendilerine tapılan üç kişi var; Erbakan, Gülen ve Erdoğan.
Üçünü de çok yakından tanırım. Üçü de alelade birer insandır. Kendilerinin herhangi bir üstün kabiliyetleri yoktur. Allah’a inanmışlar, O’nun uğruna cihada koyulmuşlar, Allah da onlara görev vermiş, görevlerini yapmışlardır.
Bunların iyi insan olduklarına şehadet ederim, ama bunların yaptıkları bir şey yoktur. İlâhi düzen onlara o görevleri vermiş, onlar da yapmışlardır.
Ama her üç cemaatte de bunlara tapanlar vardır. Bunlar çıkarları sebebiyle bu tapmada bulunuyorlar. Bazıları da gaflet içindedirler.
Bu şekilde bizi/sizi kullanmak isteyecekler ortaya çıkacaktır. Onların tuzağına düşmeyelim. Bunun ilaçlarını aklımızda tutmalıyız. Birbirimizi açıkça uyarmalı, yanlışları göstermeliyiz. Bu bizim Allah’a inandığımıza dair çevreyi inandırır. Bu bizim tanrı olmadığımızı herkese gösterir. Bu sayede bizi tanrılaştırmalarını önleriz.
Akevler’in en büyük başarısı budur. Akevler’de kutsiyet taşıyan kimse yoktur. Herkes elinden geldiği kadar katkıda bulunur, diğerini ne kıskanır ne de ululaştırır.
Bu tür şirkin aracı olmamanın ikinci yolu ise içtihat sistemi ile herkesin özgür olmasıdır. Yapanlar hakemlerin önünde yargılanır. Böylece tanrılaştırma sistemi çalışmaz olur. Bu hususta başarılı olduğumuzu söyleyemem. Evet, kimse başkasının içtihadı ile bir şey yapmıyor ama işler de yürümüyor. Bizim en çok takıldığımız konu budur.
Nasıl yapacağız da bir türlü hareket etmeyen yapıyı harekete geçireceğiz?
Merkezi baskı kullanmayacağız…
Kendileri de hareket etmiyor...
O halde nasıl kurtulacağız?
Akevler’de denemelere devam ediyoruz; Allah bunun da yolunu açacaktır.
Benim teşhisim şudur; bilgi ile bundan kurtulacağız. Zarar da etse, biri bir iş yapıyorsa, ona yardım etmeliyiz. Böylece içtihatla iş yapan insanları çoğaltabiliriz. Biz de yaptığımız iyiliğin karşılığını alırız.
لَغَافِلِينَ
(La ĞAvFıLıYNa)
“Gafiller idik.”
Evet, gafil idiler, bu gerçektir. Ama kendilerine işrak ediliyordu.
Onlar sorumlu olacaklar mıdır?
Gafil idiniz, anladık, ama siz bunun için tedbir aldınız mı diye Allah soracak mıdır?
Bu âyetlerde böyle bir işaret bulamadık.
Bu demektir ki bu gafletten dolayı sorumlu olmayacaklardır.
Erbakan bütün cehdi ile düzeni değiştirmek için çabaladı.
Aynı çaba Erdoğan’da ve Gülen’de görülmedi. Onlar kendileri düzeni değiştirmekle uğraşmadılar, düzeni değiştirecek imkân hazırlamaya başladılar. Biri eğitim yoluyla bu işi çözeceğini zannetti. Diğeri de siyaset yoluyla bu sorunu çözeceğini zannetti.
Akevler ise; eğitime ve siyasete ihtiyaç vardır, ama bu sorun eğitimle ve siyasetle çözülmez, bu sorun kooperatifte inanmış az kimselerin çalışmaları ile çözülür dedi.
O gün kulak vermediler. Bizi desteklemek şöyle dursun, bizim arkadaşlarımıza makamlar vererek bizden ayırdılar. Bu durum hâlâ devam ediyor. Asıl tehlike de budur.
Ne siyasette ne ilimde çözüm vardır.
Çözüm hazırlığı yapılmıştır. Şimdi inşa zamanıdır. Artık uyanma zamanı gelmiştir.
هُنَالِكَ تَبْلُو كُلُّ نَفْسٍ مَا أَسْلَفَتْ وَرُدُّوا إِلَى اللَّهِ مَوْلَاهُمُ الْحَقِّ
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (30)
(HuNALiKa TaBLuV KulLu NaFSın MAv EaSLaFaT Va RudDUv EiLay elLAvHı MaVLAvHuMu eLXaqQı Va WalLa GaNHuM Mav KavNUv YaFTaRUvNa)
“Orada her nefis islaf ettiğinden belv olur. Hak mevlaları olan Allah’a reddolunurlar. İftira ettikleri de onlardan dalleder.”
Soruşturma günü günah işleyenler ile şirk edenler ayrı ayrı soruşturmaya tâbi tutulur. Onlar önce baş başa bırakılır. Aralarında konuşmalara imkân verilir. Sonra soruşturmaya alınır. Onların soruşturması da sona erdirilir.
Kur’an’da bugün yaygınlaşmış bulunan imtihan sistemi anlatılır. Biri imtihan biri de ibtiladır. Mihnet sıkıntı demektir. İnsana zor iş verirsin; başarırsa imtihanını kazanmış olur. Mesela, bir marangozu imtihan edecekseniz; ona bir proje verir ve bunu yap dersiniz. O da onu yaparsa imtihanı kazanmış olur. İkinci imtihan olarak ise eski yaptıklarını ve bildiklerini sorarsınız, size vereceği bilgilerle imtihan edersiniz. Marangoza sorarsınız; şimdiye kadar ne yaptın? Mesela, ben şu evin doğramasını yaptım der. Ondan sorarsınız; gerçekten kendisi mi yapmıştır, yaptığını bile bile mi yapmıştır? Size verdiği bilgilerle onun onu yapıp yapmadığını tesbit edersiniz. Yaptıklarını değerlendirirsiniz. Bu ibtiladır.
İşte, soruşturma esnasında dünyada yaptıkları teker teker, madde madde ele alınır. Değerleri ile hesaplanır. Savunma alınır. Melek avukatı vardır. Kamuyu temsil eden avukat da vardır. Yargıç bulunmaktadır. Soruşturma esnasında dosya tamamlanır. Bu hususta herhangi bir kişi istisna edilmez. Herkesin dosyası inceden inceye incelenir. Kişi yaptıklarının hesabını adım adım verir. Dosya tasdike sunulur. Tüm insanların mevlası olan, gerçekten mevlası olan, görünürde değil gerçekten mevlası olan Allah’a reddolunur. O’nun onayına sunulur. Son kararı O verir.
Askeri mahkemelerde de durum böyledir. Hâkim vardır, hakemler vardır. Tartışılır ve sonunda karara bağlanır. Karar komutana arz edilir. Komutan dosyaya bakar, kişilere bakar ve son kararı o verir. Komutan bir katili terfi ettirebilir ve komutan yapabilir; suçsuz olanı cezalandırabilir de. Eğer onun cezalandırılması, hattâ öldürülmesi zafer için gerekiyorsa öldürür. Ölen şehit olur ama ordu zafere erer. Çünkü ordu yenilseydi o yine ölecekti.
Allah da mevla sıfatı ile herkes için en iyisi ne ise onu yapar. Gerekirse diyetini vererek cezadan kurtarabilir. Burada önemli olan husus Allah’ın müşriklerin de mevlası olmasıdır. Mevla “veli” kelimesinden türemiştir. İsm-i zaman, ism-i mekân ve mimli masdardır. Köle ile efendi arasında kullanılır. İkisi birbirinin velisidir. Köle efendisinin işlerini yapar, onu korur. Efendisi de onun giderlerini karşılar, onu hukuki bakımdan korur.
İnsanlarla Allah arasında da böyle bir ilişki vardır. İnsan Allah’ın işlerini yapar, Allah da onun rızkını temin eder. Bütün insanlar bu kanunun içindedirler. Her nefis için bu böyledir. Çünkü hepsini Allah yaratmıştır. Bir görevi vardır, görevi yerine getirmektedirler. Müşrikler de genel dengede görevlerini yapmışlardır.
“İftira ettiler” deniyor. Yukarıda kendileri ile konuşan insanlardı. Burada iftira edilenler eşyadır. Bunların kaybolup gittiğini söylemektedir. Kaybolan şerikleri değil şeriklerin vasıflarıdır. Kaybolan onların tanrılığıdır, onların kötülükleridir. Yani artık orada kötülükten eser kalmadı.
Allah dosyalara bakacak ve son kararı verecektir. Velisi olduğu kimseler için en iyisi ne ise onu yapacaktır. Cennete gitmeleri iyi ise cennete gönderecektir, cehenneme gitmeleri iyi ise cehenneme gönderecektir. Şairin “Nârın da hoştur, nurun da hoştur” demesi bu âyetin ifadesidir. Hak mevladır O.
İftira edilenler sanki Allah’tan başka bir güç varmış gibi sayılıyordu. Âhirette artık insanlar günah işleyemeyeceklerdir.
هُنَالِك
(HuNALiKa)
“Orada”
“Hünalike” yer işaretidir.
“Hüna” burada, “Hünake” şurada, “Hünalike” orada demektir.
Âhiretteki yeri gösterdiği için “orada” demektedir.
Zamana işaret edildiği zaman “tilke-l eyyamu” denmektedir. Eşyaya işaret eder gibi işaret edilmektedir. Oysa yere işaret edildiği zaman “orada” denmektedir.
“O zaman” demeyip “orada” demiş olması, âhiretteki muhakeme yerinin buradan, cennetten ve cehennemden ayrı bir yer olduğu ifade edilmektedir.
Demek ki bizi ilgilendiren yerler dört tanedir; bu dünya, kıyamet, cennet ve cehennem.
Bunlar bizim uzayımızda değil, beş boyutlu uzayda, ayrı ayrı dört boyutlu uzaylardır. Birden var olmaktadır. Şimdi onlar da vardır.
تَبْلُو
(TaBLuV)
“Bela olunur”
“Yeblû” değil de “Teblû” denmektedir. Oysa “Küllü” kelimesi müzekkerdir. Çoğul manası vardır. “Her nefis” demek bütün nefisler demektir. Nekreye izafe edilen “Küllü” kelimesi istiğrak için gelmiş olur. Eğer “Küllü el-Nefsi” denseydi, o zaman “Küllü” müfred olurdu. Malum nefsin tamamı anlamına gelmiş olurdu. Burada “Teblû” denmiş olması bize bu kuralı da öğretmektedir. “Bela” kelimesi “BLV” kökündendir.
“BLV” bilemek anlamındadır. Törpüleyerek keskin hâle getirirsiniz. İnsanları da sınayarak etkin hâle getirirsiniz. Bela olarak insanı eğiten kötülükler vardır. Bela vardır, musibet vardır. Fitne vardır, fesat vardır, imtihan kökü vardır. Mihnet kelimesi yoktur. İmtihanda fiilî bir yaptırım yoktur, sadece sözle sormadır.
İbtila kelimesi de geçmektedir. Kişiye iş verirsiniz, o işte başarılı olursa kazanmış olur. Belada ise başarıdan çok yaptıklarının hesabını vermesi şeklinde anlamak durumundayız.
كُلُّ نَفْسٍ
(KulLu NaFSin)
“Her nefis”
“Nefis” kelimesi kişilik anlamındadır. Allah kendisi için de “nefsim” demektedir. Demek ki nefis kelimesi kişiliği olan herkes için her akıl sahibi için söylenmektedir.
Cinlerin, meleklerin ve ruhların da nefsi vardır.
Burada kastedilen küllü nefsin insanlara ait nefisler olmalıdır.
Nefis kelimesi demek ki müşterektir. Biri, biaynihi bizatihi anlamındadır. İkincisi nâsın müfredi kişi anlamındadır. İrade sahibi günah işleyenlerden her biri anlamındadır.
مَا أَسْلَفَتْ
(MAv EaSLaFaT)
“İslaf ettikleri”
Boğazın arka tarafına enseye “selef”, boğazın ön tarafına “halef”, yanlarına “unuk” ve “ıtk” denmektedir. “Rakaba” boyun anlamında değildir. “Rakb” gözetleme yeridir, gözetlemek için kullanılan tepedir, nezaret etmek demektir. Kölelik sahibinin nezaretinde evrilmiş kimsedir. Onu gözetip yetiştirmesi gerekmektedir.
“Efendi” hem mevladır hem de rakibdır. “Selef” ense tarafıdır. “Vely” bel tarafıdır. “Halef” arka tarafıdır. “Vera” en arkasıdır. “Veli” yakınıdır. “Selef” ise bitişiğidir.
Dünya hayatı “selef”, âhiret hayatı “halef”tir. Arada boşluk yoktur. Dünya zamanının ikinci boyutudur, âhiret. Nasıl bir deniz ile kara birbirine bitişikse, denizin kenarında ayrı ayrı yürüyen insanlar denizle devamlı temasta iseler, biz her birimiz âhiretle temastayız. ‘Sağa dön ve denize gir’ desek, hep birden denize girerlerse, âhirette de böylece denize girmiş olacağız. Karada yürüdüğümüz islâf edilmiş olacaktır. Bunu “selef” kelimesinden anlıyoruz. Birinin selefi ondan evvel gelen en yakınıdır. Bu durum bugün dört ve beş boyutlu uzaylarla çok kolay izah edilmektedir. Biz şimdi tek boyutlu zamanda üç boyutlu uzayda yaşıyoruz. Yarın iki boyutlu zamanda yaşayabiliriz yani zamanda da sağa sola gidebiliriz.
وَرُدُّوا
(Va RudDUv)
“Ve reddolunurlar”
Birisine bir şey verirsiniz, sonra onu sana geri verirse reddedilmiş olur.
İnsanlar da meleklere verilmiş, muhakemesi yapılmıştır. Karakol soruşturması bitmemiştir. Hüküm önerisi yapılmıştır ama hükmün infazı ise Allah’a reddolunmuştur.
إِلَى اللَّهِ
(EiLay elLAvHı)
“Allah’a”
Âlemlerin rabbi Allah’a reddolunmuştur. Son kararı O verecektir. Kendi rahmeti her şeyi kaplamıştır. Kimine ceza çektirse bile herkese rahmet edecektir.
مَوْلَاهُمُ
(MaVLAvHuMu)
“Mevlaları”
O herkesin mevlasıdır. Herkesi var etmiştir, terbiye etmektedir. Kimsenin mülkünde şeriki yoktur.
Bir hastayı ameliyat ettiğinizde ona eziyet vermek için etmezsiniz, onu kurtarmak için ameliyat edersiniz. Allah da insanları cezalandırırken onlara eziyet etmek için cezalandırmaz, onları yetiştirmek ve tedavi etmek için cezalandırır.
Diyebilirsiniz ki;
Başka türlü yani eziyet etmeden ve acı duyurmadan ameliyat edemez miydi?
Elbette ederdi. Doktorlar bile bunu yapıyorlar ama Allah böyle bir düzeni kurmuştur. Bizim O’na neden böyle yaptın deme yetkimiz yoktur.
Bunun üstün tarafı insanların kendi emekleri ile fazilet sahibi olmalarını sağlamaktır. Çok kısa zaman sürecek bu eziyetlerden sonra ebedi saadete ermiş olmanın hazzını tadacağız. Cehennemde olanlar da sonunda mesut olacaklardır.
الْحَقِّ
(eLXaqQı)
“Hakkı”
Gerçek mevlaya reddolunacaklardır.
“Hak” burada asıl anlamındadır. Yani vekil var asıl var yani müvekkil var. Vekil geçici görevli olan kimsedir. Asıl hak sahibi olan hak olan kimsedir.
“El-Hak” kelimesi Allah’ın sıfatı da olabilir, mevlanın sıfatı da olabilir.
Hak olan Allah manasını verebiliriz. Ama burada uygun olan Hak olan mevladır.
وَضَلَّ عَنْهُمْ
(Va WalLa GaNHuM)
“Onlardan dalalet etmiştir”
“Dall” demek kaybolmak demektir.
“Sarf” nerde olduğunu bilmemek demektir.
“Dalle anhum” onlardan ayrılmıştır, uzaklaşmıştır, kaybolmuşlardır demektir.
Âhirette artık yanlış bir şey olmayacaktır, kötü bir şey olmayacaktır. Kimse günah işler durumda olmayacaktır. Cehennemde olanlar bile orada günahlarını artıramayacaklardır.
Nasıl onbeş yaşına gelmeyen çocuk akılsız hareket eder, ama onbeş yaşından sonra artık kendi çıkarlarını bilir hâle gelirse, bu dünyada yaptığımız akılsızca davranışları artık âhirette yapmayacağız. Cehennemde olsak bile, bir an evvel cezamızı çekip saadeti hayata geçirmek isteyeceğiz. Buna dayanarak diyoruz ki; cehennem bile bu dünya hayatından daha iyidir, bu dünyanın günahı çoğaltan hayatından daha iyidir.
مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (30)
(MAv KAvNUv YaFTaRUvNa)
“İftira ettikleri.”
İşrak edilenler değil de işrak ettikleri yani şirk ortadan kaybolacaktır. Onlar artık âhirette şirk de edemeyeceklerdir, kötülük de işleyemeyeceklerdir. İyilik edip derecelerini yükseltmenin imkânına ereceklerdir.
Bundan önceki âyetlerde iyilik edenlere iyilik vardır, kötülük edenlere de kötülük vardır denmiştir. Birilerinin cennet, diğerlerinin de cehennem halkı olduğu belirtilmiştir.
Bu âyette cennet ve cehenneme gideceklerin sevkiyat süresi anlatıldı.