YUNUS SÛRESİ-17
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (48) قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ إِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ (49) قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا أَوْ نَهَارًا مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ (50) أَثُمَّ إِذَا مَا وَقَعَ آمَنْتُمْ بِهِ آلْآنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ (51)
***
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (48)
(Va YaQUvLUvNa MaTay HAvÜa eLVaGDu EiN KuNTUM ÖAvDıQIyNa)
“Ve sadıklar iseniz bu vaat ne zaman diyorlar.”
Bundan önce “yoksa o mu uydurdu diyorlar” denmiş ve Kur’an’ın İlâhi söz olmadığını iddia ederler denmişti. Şimdi “diyorlar” diyerek “Em Yequlûne”ye atfedilmiştir. “Qul”dan sonra “Ve Yekulûne” gelmiştir. Yukarıdaki “Em Yequlûne”ye atıf olduğunu ifade etmek için atıf harfi getirilmiştir. Ayrı ayrı zamanlarda ve ayrı ayrı kimselere söylediği için de bir “Yekulûne”de değil de ikinci “Yequlûne”de toplamıştır.
2002 yılında bir makale yazdım ve orada dedim ki; AK Parti’nin iki yıl ömrü vardır. İlk altı ayda ne yapacaktır diye beklerler, ikinci altı ayda da saldırı projesini hazırlar, son senede de bu projeyi uygularlar. Burada eksik bıraktığım bir şey varsa o da şudur; Allah isterse ömrü sona erdirirler demedim. Hata ettim. Benim söylediğim operasyonları hep yaptılar. Mesela meclis resepsiyonu deneme safhası olarak gerçekleşti. Partiye birinci saldırı kapatma davasıyla başladı. Şimdi ikinci ve üçüncü safhalar geçmektedir.
Kur’an’da usuldür; tarih vermez, söyler. Bazen tarih ertelenir. Mekke Fethi böyle olmuştur. Mekke müşrikleri buradaki âyetlerle hep tehdit edilmiştir ama Mekke müşrikleri sonunda varlıklarını kaybetmeden Müslüman olmuşlar, hâlâ yaşıyorlar. Kur’an’ın inzarlarını böyle anlayacaksınız. Nuh Tufanı gelmiş ama insanlık yok olmamıştır.
Şimdi biz Kur’an’da anladıklarımızı anlatıyoruz. Benim AK Parti’nin iki senelik ömrü vardır demem yanlıştı. İki tane ecel vardır. Biri müsemma ecel, biri kaza ecelidir. Müsemma ecel ortalama genel eceldir. Ona kaza eceli demişler.
Diyelim ki elinizde bir madeni para vardır. Deneyin, mesela 20 defa yere atın, yazı ve turaları sayın. Bakın, mesela, yirmi hamleden kaçı tura, kaçı yazı gelir? Onda birden az ihtimalle yazı veya tura olur. Hepsinin yazı gelme ihtimali milyonda birdir.
İşte, eceli kaza ikinci ihtimaldir. Hangisinin olacağını bilmek mümkün değildir. Sadece şu kadar muhtemel denir. Eceli müsemma ise hesaplanan ve bilinen bir yüzdedir.
İşte, biz burada böyle olacak dediğimiz zaman eceli müsemmayı söylüyoruz, eceli kaza bizim için meçhuldür. Ben iki yıllık ömrünü biçtiğimde eceli müsemmayı biçmiştim. Ama bunu açıklamadığım, hattâ bunları düşünmeksizin yazdığım için hata olmuştur.
Ben AK Parti için diyorum ki; arabayı çok iyi sürüyor ama arabayı uçuruma götürüyor. AK Parti’nin sonu mutlaka uçurumdur demiyorum. Gerekli tedbirler alınır veya insanlığın yapısı değişir, ömrü uzar. Nitekim benim 2 senem 12 seneyi geçti, AK Parti hâlâ iktidardadır. Yine eceli müsemma ile on sene daha iktidarda kalabilir.
Romalılar yenildiler, İstanbul’a kadar geldiler. Müşrikler müminlerle eğlendiler, hani Allah onları galip getirecekti dediler. Hazreti Ebubekir bahis yaptı, üç seneliğe onu dokuza çıkar dedi Hazreti Peygamber. Böylece Romalılar sonunda galip geldiler.
Şimdi varsayalım ki CHP, MHP, BDP ve SP birleşti, ekseriyet muhaliflerin eline geçti. Allah isterse bunları birleştirebilir. Nitekim cumhurbaşkanı seçiminde birleştiler.
AK Parti ekseriyetini kaybeder. İktidara gelen dört parti zaten AK Parti’yi yok etmek için birleşmektedir. Dosyalar şimdi hazırlanmış, hepsi durmaktadır. O halde bizim hesapladığımız on yıllık eceli müsemma yine olur. Sonra ne olur? Yine eceli müsemma içinde konuşuyorum. Bu dört parti AK Parti’yi devre dışı bıraktıktan sonra diğer partiler arasında gruplaşma başlar. Onlarda birleşince başka grup başlar, o da ülkeyi uçuruma yuvarlar.
Bu âyeti onların uydurdu ise diyorlar sonra ikinci sözleri “hani nerde, kim yıkılacaktı, ne oldu” şeklindedir.
Bu soruya ulema cevap veremeyince bu vaat âhiret vaadidir, kıyamet olmuyor diyorlar. Oysa kıyamet Kâinat ömrünü doldurduğu zaman olacaktır. Yeryüzündeki müsemma ecel Güneş enerjisinin tükenmesi sonucu olacaktır. Galakside ölüm yıldızların sürtünme sonucu kara deliğe dökülmeleri ile gerçekleşecektir. Bunların ecel-i müsemmaları hesaplanabilir ama ecel-i kazayı yalnız O bilir, melekler de bundan bihaberdir.
“Yekulûne”deki muhatap mahzuftur. “Leküm” hazf edilmiştir. “Küntüm”deki “Tüm”den dolayı ona gerek kalmamıştır. Eğer bir kelimeye karine varsa onu hazf edersiniz. “Ahmet geldi mi?” sorusuna “Evet” dediğinizde cümleyi hazf etmiyorsunuz. “Geldi” derseniz Ahmet’i hazf edersiniz. Çünkü soruda karine var. Sadece Ahmet diyerek cevap vermezsiniz.
“Sıdk” söz ile gerçek arasında uyum anlamına gelir. “Ahmet erkektir” derse, cümleyi söyleyen sadıktır. “Zeynep erkektir” derse, söz ile olay birbirine uyuşmadığı için söyleyen sadık değildir. Söz savab veya hata olur, söyleyen sadık veya kazib olur.
Kâzibin sözü savab olabildiği gibi sadıkın da sözü hata olabilir. Kişi kazib söz savab olabilir. Buradaki “siz sadık iseniz” demek, siz gerçekten bu görüşte iseniz, hani gelmiyor, niye düşünmüyorsunuz diyorlar.
Âyetteki vaadi âhiret olarak anlayabiliriz. O zaman kişiye hitap edersiniz. Kişinin âhirete inanıp inanmaması söz konusudur. Topluluğa hitap etmezsiniz. Dünyadaki olacakları kastediyorsak o zaman cemi sigasını kullanırız. Demek ki burada kastedilen âhiret değil, burada kastedilen bu dünyadaki Nuh Tufanı benzeri vaattir.
Bir hususu daha bilmemiz gerekmektedir. Kur’an’da vaad edilen helakler iki kısımdır. Biri zelzele ve tsunami benzeri fiziki helaklerdir. Bir de manevi vaatler vardır. Burada mutlak olarak söylemiştir. Kur’an nâzil olurken Araplara vaad edilen fiziki musibetlerdir. Ama bugün bize vaad edilen dünyada sermaye, Türkiye’de AK Parti’de vaad edilenlerdir. AK Parti’ye iktidarlarının gideceği ve Demokrat Parti’nin başına gelenlerin de sizin başınıza geleceği şeklinde vaattir. Sömürü sermayesine de; siz bu serveti kaybedecek ve Sovyetler’in başına gelenler sizin başınıza gelecektir şeklindedir.
İşte, biz 1970’lerde kapitalizm yıkılacak, sosyalizm yıkılacak dediğimizde; ‘meta’ (ne zaman) diyorlardı. Birini gördüler (sosyalizm yıkıldı), diğerini de (kapitalizmin yıkıldığını) görüyorlar. İkisinin de savaşla değil de kendi kendilerine yıkıldığını yani ıslah olmadıklarından dolayı yıkıldıklarını görüyorsunuz. AK Parti’nin yapacağı tek iş Kur’an’ın dediklerine kulak vererek bu vaadden yani bu ecelden kurtulmasıdır.
Şimdi soru Adil Düzen Çalışanları ile gelmiştir, Akevler’le gelmiştir. Onlar da bu halde muhataptır. Şu hataları yapabilirler.
a) Kazançlarını Erbakan’ın ve Erdoğan’ın yaptıkları gibi mevcut düzende yapabilirler; kooperatifler ve faizsiz sistem yerine şirketler ve faizli sistem içinde yapabilirler. Bu durumda bekleyecekleri musibet aynı musibettir.
b) Kendi durumlarını siyasetteki iki batıktan birine koyabilirler. Mevcut düzen içinde bir siyasi zihniyetin yanında yer alır, diğerlerine karşı çıkabilirler. Bu da İslâmî değildir. Bu da helake götüren husustur. Biz konuştuğumuz zaman akrabamız da olsa söyleyeceğimizi tarafsız söyleriz. Kim Adil Düzenci olursa biz oradayız demelidirler. Saadet Partisi gibi “Adil Düzen”i askıya almaya kalkışmayın. Her konuda Kur’an düzenini savunacaksınız.
Sömürü sermayesi temsilcileri bizi Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne şikâyet etti. Solcu bir savcı önce takipsizlik kararı aldı ve serbest bıraktı. Akşam kulüpte baskı görmüş olmalıdır ki beni özel olarak çağırdı ve “İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri” diye yazdığım kitaptan tutuklanmak üzere mahkemeye sevk etti. Bir hâkim sorgulamaya aldı. Konuşmamızda dedim ki; ben “İslâm dini”ni değil “İslâm düzeni”ni savunuyorum, Türkiye’de ne İslâm yasaktır ne de düzen yasaktır, dinin istismarı yasaktır. Hz. Peygamber zamanında da bu böyledir. Biz zahire göre hükmederiz dedim. Hâkim katili görse ceza veremez, tanık olabilir dedim. Hâkim dedi ki; bizde olduğu gibi. Ben de; evet bizde olduğu gibi dedim. Takipsizlik kararı aldı.
Siz doğruyu bileceksiniz ve öğreteceksiniz.
Bugün, Erbakan sayesinde insanlık “Hak düzeni” öğrendi. “Adil Düzen” anlatmalarımız yanında uygulamalarımız da dünyayı şaşırttı. Biz Halk Partisi (CHP) ile koalisyon yaptık, biz Hareket Partisi (MHP) ile seçim ittifakı yaptık. Akevler bu tarafsızlığını korumaktadır. Yoksa Allah’ın vaadi onların başına gelecektir.
c) Akevler, Akevler Kooperatifi sözleşmelerini, ta 1967’den beri yaptığımız seminerleri, adi ortaklık mukavelelerini ve Yenibosna çalışmalarını yakından takip etmelidir. Uygulama yapmalıdır. Bizim bir profesörümüz vardı; aklıselim diye saçma bir şey yoktur, aklıselime uyarsak dünya durur ve düz olur demişti. Demek ki okumadan ve anlamadan, yeniden içtihad yapmadan kesinlikle doğru yolu bulamazsınız.
Şunu gördüm ki Sayın R. T. Erdoğan zaten baştan öğrenmeye gerek görmedi. Akevler ve Millî Görüşçüler ise öğrenmeye çalıştılar. Ne zamana kadar? İktidar oluncaya kadar! İktidar olunca köprüyü geçtiler, artık öğrenmeye ihtiyaçları kalmadı, bizimle ilgiyi kestiler!
Siz bizim elli senede yaptıklarımızı yakından öğreneceksiniz. Sonra kendiniz içtihad yapacaksınız. Okumadan ve öğrenmeden içtihad yapmıyorsunuz. Bu okumayı da günde en az bir defa akşamla yatsı arasında iki üç saat birlikte çalışarak yapacaksınız. Bugün bunu yalnız Yenibosna’da yapmaktayız. Bunu yapmadan, birlikte olunmak için hicret etmeden “Adil Düzen”i öğrenmek ve uygulamak mümkün değildir. Biz herkesi Yenibosna’ya davet ediyoruz. Böyle her gün en az bir yerde toplanıp “Adil Düzen”i öğrenen varsa, oraya hicret etmeye ben şahsen hazırım; arkadaşlarım gelir veya gelmez, onlar bilir.
d) Akevler’in başka bir görevi de arazileri alıp girişimcilerin emrinde tutmaktır. Bu araziler küçük tasarruflar eden ve “Adil Düzen”i destekleyenlerin ortaklığı ile alınacaktır. Ondan sonra da girişimcilerin emrine verilecektir. Bu amaçla biz şimdi Yalova’da 20 dönüm kadar bir yeri/araziyi almak için girişimdeyiz. Belki de yakında beş dönüme yakın payı almış olacağız inşaallah.
Demek ki Akevler’e Allah’ın vaadi vardır. Bu ne zaman diyenler de hazır. Ben bunları anlatırken “vaad” kelimesini size açıklıyorum.
وَيَقُولُونَ
(Va YaQUvLUvNa)
“Ve derler”
Fiil-i muzari Arapçada bizdeki üç sigaya tekabül eder; gelir, geliyor, gelecek. Bazı âyetlerde sadece hâli, sadece geleceği ifade eder. Mesela “Lâ”dan sonra gelen geleceği ifade eder, “Mâ”dan sonra hâli (şimdiki zamanı) ifade eder. Ayrıca “Yekûlu” geçmişte gelecekte bu üçünü de ifade eder. Türkçede söyleyecekti dersiniz.
“Ve” harfi ile “Em Yekulûne”ye bağlıdır. Bu “Yekulûne” o “Em”in içine dâhil midir? “Em” ihtimaliyatı bu söylediklerinde de var mıdır? “Yekulûne” demeyip “Em Yekulûne” şeklinde söylemiş olması, olabilir de olmayabilir de demektir.
Burada “Ev” değil de “Ve” atfedilmiş olması “Metâ Haza’l-Va’du” diyenlerin aslında iftira etmeleri beraberliğidir. Diyenler ayrı kimselerdir. Deme bakımından ikisi aynıdır yani yine kimi söyleyebilir anlamındadır.
مَتَى هَذَا الْوَعْدُ
(MaTay HAvÜa eLVaGDu)
“Bu vaad ne zamandır?”
Yukarıdaki açıklamalarımıza hep vaad olarak mana verdik.
Oysa tam zıt mana verebiliriz.
Hani “Adil Düzen” gelecekti; iktidar olduk, anayasa ekseriyetini elde ettik ama hâlâ “Adil Düzen”den bir emare yok diyorlar anlamındadır. Bunların soruları kötülüklerin niye gelmediği üzerinde değildir, aksine bunlar iyilik niye gelmedi diye soruyorlar. Buradaki “Küntüm” demesiyle de eğer biz sadıksak, hani nerde derler anlamı çıkar. “Adil Düzen” getirecektik, getiremedik; o halde biz nasıl sadıkız deyip kendimize söylüyoruz.
Bundan sonraki ifadelerde bu husus daha çok aydınlanacaktır.
“Meta” “Maza” kelimesinden dönüşmüştür. “İz” ve “İzâ”daki “Zal”larda olduğu gibi zamanı ifade eder. Burada “Zal” harfi “Te”ye dönüşmüştür. “Hattâ”daki “Te” harfi böyledir. Mekandaki intiha-i gâye “ila” ile gelir. Zamandaki intiha-i gaye “hatta” ile gelir. “Haza” biraz evvel geçen vaattir yahut yakın vaattir yani dünyadaki vaattir. Onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstereceğiz, bir kısmını da vefat ettireceğiz. İşte buradaki vaattir, dünyadaki vaattir ve her ikisini de içerir, iyiliği de kötülüğü de içerir.
إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
(EiN KuNTuM ÖAvDıQIyNa)
“Sadıklar iseniz/isek”
“Sadıklar isek” olarak tercüme ettim, çünkü buradaki vaad tüm insanları ilgilendiriyor, yalnız müminleri değil. Tüm insanlara vaad edilen vardır. Hiçbirimiz onu/onları hayatımızda göremeyeceğiz. Bir kısmını göreceğiz ama bir kısmını göremeyeceğiz.
Nitekim bizim nesil akıllarından bile geçiremediklerini görmüş oldu ama beklediklerinin hemen hiçbirisini göremedi.
Benim beklentim “Adil Düzen”in gelmesi idi, bunun ancak kooperatiflerle gerçekleşeceğine inandım ve ona göre arkadaşlarla işe başladık.
Bazı arkadaşlar kısa yolu seçtiler; siyasetle, ekonomiyle, dinle bu işin başarılacağını zannettiler. İlim olarak da bin sene önceki içtihatları ezberlersek hedefimize ulaşırız dediler. Sonunda onlar başardılar; iktidar oldular, zengin oldular, dünyanın her yerinde tekkeler açtılar ama sonuç bizim baştan söylediklerimiz oldu, yazdıklarımız oldu ama hâlâ uyanamadılar.
قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ إِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ (49)
(QuL LAv EaMLiKu Li NaFSIy NaFGan Va LAv WarRan EilLAv MAv ŞAvEa elLAHu LiKulLi EumMaTin ECaLun EiÜAv CAvEa EaCaLuHuM LAv YaSTaEPiRUNa SAvGaTan Va LAv YaSTaQDiMUvNa)
“Kavl et; Allah’ın meşieti dışında nefsime ne nef’ ne de zarara malikim. Her ümmet için bir ecel vardır. Onların eceli ciet edince ne bir saat isti’hâr ederler ne de istikdâm ederler.”
Rabbim bana, bazısını göreceksin, bazısı ise sonradan olacak dedi. Dolayısıyla ben size bir şey söyleyemem, zamanını bilemem. Ne zaman olursa o zaman. Ben size olacağını söylüyorum ama ne zaman olacak, nasıl olacak, kim yapacak, onları bilmiyorum.
Burada “nef’” ve “zarar” karşılaştırılmıştır. Hasar rıbhden farklıdır. Onlar ticaretteki kazanç ve zarardır. Hâlbuki burada insanın topluluk içindeki durumudur. Hasene ve seyyie ise beden ile ilgili hususlardır.
Nef’ ve zarar mülkiyet ile ifade edilmiştir yani benim bunların üzerinde tasarruf yetkim yoktur. Onlar vaat ne zaman diyor, ben çıkarımı ve zararımı bilemiyorum, malik değilim diyor. Yani vaadin gelmiş olması müminleri mağdur edecektir. Vaadin erken gelmesi kişinin yararınadır ama siz getiremiyorsunuz, o geliyor.
Kendime bunu yapmaya malik değilim yahut kendi kendime buna malik değilim anlamındadır. Onlar vaad ne zaman diye soruyorlar; cevap olarak zamanın ne zaman geleceğini bilemiyorum şeklinde cevap vermiyor, ben bana zarara ve yarara malik değilim demektir. Yani sonuçları haber vermekte, o yolla onu da bilemiyorum dememizi istemektedir. Yani eğer vaad edilen gelirse yararımıza ve zararımıza olacaktır, kiminize zarar kiminize yarar olacaktır. Ama ben yararıma ve zararıma malik değilim denmektedir. Dolayısıyla vaadin geliş zamanını bilemiyorum dememizi istemektedir.
Burada âyetin ifade ettiği derin mana vardır. Biz bize emredileni yaparız. Bize doğru ne ise onu yaparız. Sonuçlar hakkında bilgi sahibi değiliz. Çünkü bizim görevimiz sonuç değildir. Sonuç başka şartlara ve yaptıklarına bağlıdır. Siz bir arabanın bir vidasını sıkarsınız. Onu sıkmanız gerekir ama o araba demek değildir. Şeriat düzeninin usulü de budur, herkes davranıştan sorumludur. Sonuç Allah’a aittir, topluluğa aittir. Sadece Allah ne isterse ben ona malikim diyor. Allah bir şey ister, ondan sonra onun meşieti içinde benim meşietime bir şey bırakırsa orada nef’ime ve zararıma malikim demektir.
Topluluk bir plan yapacaktır, yasalar yapacaktır, kişiler o plan ve yasalar içinde irade sahibidirler, orada gösterilen aralık içinde hareket edebilirler. Topluluğun kuralları dışına çıkmazlar. Sünnetullahın dışına kimse çıkamaz. Topluluk da yasaları yaparken sünnetullaha uymak zorundadır. Demek ki kişilerin özgürlüğü ancak sünnetullaha uygun yapılmış icmalar içinde hareket etme durumundadır. Sünnetullaha aykırı icmalar geçersiz olduğu gibi icmalara aykırı içtihatlar da geçersizdir. Bu sebepledir ki yargı yasamanın üstündedir. Sünnetullaha aykırı olanları yargı ayıklar.
Benim söyleyeceğim şudur diyerek devam ediyor. Yani önce cevabın açıklamasını genel kurallar içinde yapıyor. Sonra soruya cevap veriyor. Demek ki bu da cevaplamada bir usuldür. Önce gerekçeleri ortaya koyar, sonra açıklama yaparsınız. Türk dil mantığında böyledir. “Ben dün hasta olduğum için gelemedim” dersiniz, önce mazereti sonra sonucu söylersiniz. Arapçada ise “Ben dün gelemedim, çünkü hasta idim” şeklindedir. Bununla beraber Arapçada takdim edilebilir. Yani bizdeki çünkü ile döndürüldüğü gibi Arapçada sadece takdim yapılabilir.
Herkesin eceli vardır, ecelleri geldiği zaman takdim veya tehir olunmazlar. “Hüm” zamiri ve fiil sigaları topluluğu da fertleri de ayrı ayrı içerir. Dolayısıyla burada takdim veya tehir edilmeyen ecel hem kişilerin ecelidir hem de toplulukların ecelidir. Böyle olmasaydı “Likülli Vahidin Ecel Lâ Yeste’hiru Saaten Ve Lâ Yestekdimu” şeklinde olurdu.
قُلْ
(QuL)
“Kavl et”
Ey mümin, sen söyle; onların suallerine karşı onlara söyle. “Lehüm” hazf olmuş. Cevap karşılığı olduğu için zikre hacet kalmamıştır. Yahut kendine de söyle, bil ki sen bir şeye mâlik değilsin. Allah’ın meşieti olmadıkça bir şeye mâlik değilsin. Allah sana imkânlar hazırlamış, sana cüz’î irade vermiş, seni mürit yaptığı yerde irade sahibisin.
Allah her şeyi bilir, bu doğrudur. Olmayanları bilir manasına gelir. Olmayanlar yoktur ki onu bilsin. Onlar ne zaman var olurlar, Allah veya insan beyninde tasavvur edince o zaman onlar var olurlar. Ondan sonra hepsini bilir.
Biz ancak Kâinat içinde, zaman ve mekân içinde düşünürüz. Ama Allah bizim düşündüğümüz gibi değildir. Çünkü bizim düşüncelerimiz mahlûktur, O ise hilkatin dışındadır.
لَا أَمْلِكُ
(LAv EaMLiKu)
“Mâlik değilim”
“Meleke Zeydun arden li Ahmede” dediğimiz zaman, Zeyd toprağı Ahmet için işledi demektir. Demek ki bir şeye mâlik olmak demek sadece onu senin emrinde bulundurmak demek değildir. İnsanın gözü vardır, onundur ama insan göze mâlik değildir. Mâlik olunan şey öyle bir şeydir ki o başkasına devredilebilir. Ben mâlik değilim dediğimiz zaman kendime zarar veya menfaat veremem anlamında olduğu gibi onu başkasına zarar veya yarar olarak kullanma demektir. Semavat ve arzın mâliki demek, onu var eden ve onu başkalarına kullandırabilen demektir. Melik toprakların malikidir ama kendisi için değil halkı için.
لِنَفْسِي
(Li NaFSIy)
“Nefsim için”
Nefsim için kendime onu kullandıramamam yahut li, bi manasında olarak kendi başıma malik değilim anlamı çıkar.
İnsan kendisi hiçbir güce sahip değildir. Onun gücü Allah’tan gelmektedir. Allah ona güç vermeye devam ederse o güçlü olur, gücü keserse o hiçbir şey yapamaz.
İnsan bunu bilirse hiçbir zaman ‘bunu ben yaptım’ demez ve yaptıklarından böbürlenmez. Yaptığı iyiliğin kendisine ait olmadığını bilir, kendisini ondan üstün görmez. Birisinden bir destek almışsa, bir yardım görmüşse, kendisini aşağı görmez, onu sever ama onun kulu olmaz. Çünkü iyilik yapan o değil Allah’tır.
نَفْعًا وَلَا ضَرًّا
(NaFGan Va LAv WarRan)
“Ne fayda ne de zarar”
Evet, nef’ ve darara insan mâlik değildir. Karşı taraftan bir zarar gördüğü zaman bilir ki Allah istemeseydi o zararı o kişi ona veremezdi. Dolayısıyla kimseye kin beslemez. Kötülüğün kaynağını kendi nefsinde arar. İyilik de Allah’ın rahmetidir.
Muhyiddin-i Arabî’nin nasihatlerini okuyordum. Orada diyor ki: İnsan bir şeyi yapmaya niyet ettiği zaman ona onu yapmış gibi sevap defterine yazar, onu yaptığında onu on misli büyütür. Kötülük yapmak istediğinde, eğer yapamazsa veya yapmazsa günah yazılmaz, yaparsa bir günah yazılır, o da affedilebilir.
İşte, insan bu dünyada bu şekilde hareket edecek, Allah’ın ona verdiği imkânları nef’ine kullanacaktır. Bir şeyi yaptığı için değil, yapmak istediği için sevap alıyor. Eğer Allah onun sevabını ona çıkaracaksa onu kendisi yapıyor. Kötülük yapmak isteyen insana ceza vermemek için de onu yapmaya mani oluyor. Yapan O’dur.
إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ
(EilLAv MAv ŞAvEa elLAHu)
“Allah’ın meşieti dışında”
Allah’ın meşiet ettiğinin dışında ben bir şey yapamam. İstisna muttasıl olabilir. O zaman ben ancak Allah istemişse o iyiliği yapabilirim, Allah istemişse o kötülüğü yapabilirim. Yahut kimse bana iyilik de yapamaz, kötülük de yapamaz. O zaman malik olma fiili müteaddi değil lazım olur.
Allah beş boyutlu uzayda her şeyi meşiet etmiştir. Orada vardır. Biz bir şey yapmak istediğimizde o meşiette olana doğru gideriz. Yeni bir şey olmamaktadır. Sadece biz yolumuzu değiştiririz. Ankara’ya gitmek için tren de vardır otobüs de, biz sadece onlardan birine biniyoruz, yoksa biz ne tren ne de otobüs yapıyoruz. Onlar Allah’ın veya O’nun halifesi olan topluluğun eseridir. Allah dilemiş olacak. Orada topluluğa da dilemesini verecek. Yani yolları yapacaklar. Sonra kişi kendisine yararlı ve zararlı işi yapabilecektir.
Bundan başka bir şey tasavvur edilebilir. Doğada o bulunmayacak. Örnek olarak elektriği ışığa çıkaran Tungsten madeni olmayacak, sen lamba yapamayacaksın. Yahut insanlık o lambayı icat edemeyecek...
لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ
LiKulLi EumMatin ECaLun
“Her ümmet için bir ecel vardır”
“Ümmet” demek, imamı olan ve örgütlenmiş topluluk demektir. Tüzel kişiliği olan, dolayısıyla insanların ölümü ile dağılmayan halktır. Biz bunu “ocak, bucak, il, ülke ve insanlık” olarak tasnif ediyoruz. Kur’an’da bunların adları “aşiret, kabile, şa’b, kavm ve nas” olarak geçmektedir.
“Ümmet” nekre olduğu gibi “ecel” de nekredir.
Yani “likülli ümmetin eceluha” olabilirdi.
“Ecel” bir işin olması için belirlenmiş tarihtir. Bir borcun ödenmesi tarihidir. Topluluklar bir canlı gibidir; doğarlar, yaşarlar yaşlanırlar ve ölürler. İnsanların müsemma ecelleri vardır. Toplulukların müsemma ecelleri vardır. Uygarlıkların müsemma ecelleri vardır. Bu ecelleri kendi yapılarında ve geliştikleri durumlarda farklıdır. Bu eceller belirsizdir.
Örnek olarak Sovyetler’in ömrü 70 sene olmuş, sonra yıkılmıştır. Bugün Rusya tekrar hâkim olmak istemektedir. Putin bunu Rus olarak değil, İslâm olarak değil de eski Sovyetler’i yaşatma şeklinde istemektedir. Çin de güçlenmektedir. Bunların hepsinin ecelleri vardır.
Türkiye’nin durumu da budur. Mustafa Kemal “Yurtta sulh cihanda sulh” diyerek emperyal siyasetten vazgeçmiştir.
Gelecekte ulusal devletler olacak, devletlerin nüfusu 30 milyon ile yüz milyon arasında olacaktır. Süper güçler olmayacak, devletlerin birliği olacaktır.
Bu oluşma ne zaman olacaktır?
İşte bu belirlenmiştir.
Tarihte hep devletler kurulmuş, belli ömürleri sonunda yıkılmışlardır.
إِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ
(EiÜAv CAvEa EaCaLuHuM)
“Ecelleri geldiğinde”
Buradaki “Hum” zamiri ümmete gitmektedir, halkına gitmektedir. Ecelleri gelince bir saat takdim olunmazlar, bir saat tehir olunmazlar demektir.
“Ha” zamirini gönderebilirdi. O zaman “Ha” zamirinin anlamı olarak toplulukların kendileri yıkılır, kişiler varlıklarını sürdürürler. Japonlar ve Almanlar böyle olmuşlardır.
Burada “Hum” zamiri gönderildiğine göre kişilerin ecelleri söz konusudur.
Türkiye’de yaşayan Rum ve Ermenilerin ecelleri böyle olmuştur. Türkiye’yi terk etmişler veya Müslüman olmuşlardır. Burada kastedilen ecel budur.
Ecele göre geçmişte hep savaşlarla gelmiş ve savaşlarla gitmişlerdir.
Gelecekte topluluklar bucaklar olarak ele alınacaktır. Her taşra bucağının eceli vardır, eceli gelince dağılır. Örnek olarak Harput kentini alabiliriz. Elazığ’a göçmüşlerdir. Nüfusu üç binden aşağı düştüğü zaman o bucağın eceli gelmiş demektir. Merkez bucaklar için de durum budur. Bir ilin veya ilçenin merkez bucağı ömrü tamam olunca kapanacaktır.
Başka bir deyişle, buradaki isim cümlesi haber cümlesi olabildiği gibi inşa cümlesi de olabilir. O halde ortaya konan kriterlere göre bucak olma veya bucaklıktan çıkma, merkez bucağı olma veya merkez bucağı olmadan çıkma kuralı kesindir. Bir saat dahi izin verilmez demektir. İnsanın ya canı vardır ve hayattadır yahut ölmüştür, hayatı biter. Toplulukların durumu da budur. Yaşıyorsa yaşıyor, ölmüşse ölüyor. Ara geçiş yoktur.
Buna göre Türkiye Cumhuriyeti devleti 1920’de mi kuruldu, 1923’te mi? Türkiye devleti 1920’de hamile oldu, 1923’te doğdu. Osmanlı İmparatorluğu 1911’de Balkan Savaşı ile hastalandı, Cumhuriyet’in ilanı ile öldü. Bunların hepsi eceldir.
فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ
(FaLAv YaSTaEPiRUNa)
“İstihâr edemezler”
“Tehir etme” demek erteleme demektir. “Ahir” son demektir. “Aher” başkası demektir. Bu durumda “İ'har” iki şekilde topluluğun sonu olmasıdır, biri yerine başkasının gelmesidir. Mekke müşriklerinin durumu böyledir. Türkiye’deki Rum ve Ermenilerin durumu böyledir. Ama Emevilerin yerine Abbasiler, Abbasilerin yerine Selçuklular, Selçukluların yerine Osmanlılar, Osmanlıların yerine Cumhuriyet gelmiştir.
Lâ yeste’hirûne ahiren veya ahera manaları verilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şekli er geç “Adil Düzen” olacaktır. Ölmeden istihâle şeklinde olabilir. Bugünkü iktidarlar “Adil Düzen”i benimserler, tedrici bir şekilde inkılâplarla “Adil Düzen”e geçilmiş olur. Bu ecelsiz geçiştir. Devlet yıkılır ama ikinci cumhuriyet kurulur, halk hayatına devam eder.
Burada bir hususa işaret etmek isterim. Adil Düzen Çalışanları bu devleti yıkmaz; bu ne onların görevi ne de yetkisi içindedir. Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen”i hazırlar, kooperatifler şeklinde kendi içlerinde uygularlar. Devlete sadık birer dağınık ortaklıklar olurlar. Ama devlet “Adil Düzen”i kabul etmediği için dışarıdan veya “Adil Düzen” dışındaki iç güçler tarafından yıkılır demektir. Nasıl Osmanlı İmparatorluğu’nu Cumhuriyetçiler yıkmadılar, kendisi yıkıldıysa; birinci cumhuriyetçileri de ikinci cumhuriyetçiler yıkmayacak, birinci cumhuriyetçiler kendiliğinden yıkılmış olacaklardır. Bir son ihtimal daha vardır; halk “Adil Düzen”i kabul etmez, yeni cumhuriyeti de kurmazlarsa, o zaman Türk halkları Türkiye’de kalmaz, Ermeni ve Rumların durumuna düşerler.
سَاعَةً
(SAvGaTan)
“Bir saat”
Daha önce nehardan bir saat denmişti ve bize neharı 12 saat olarak belirlemişti.
“Saat” bir dönemin 12’de biridir.
Ecelleri belirlenenler bir saatten fazla yani ömürlerinin 12’de birinden fazla takdim olunmazlar demek olur. Yoksa “saaten” kaydına gerek kalmaz.
600 senelik Osmanlı İmparatorluğu’nun saati 50 senedir. Demek ki Osmanlı İmparatorluğu yıkılışının başlangıcı 93’tür yani 1878-1923 arası yaşamıştır, 45 sene içinde yıkılmıştır.
وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
(Va LAv YaSTaQDiMUvNa)
“Ve takdim olunmazlar.”
Biz şimdi diyoruz ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde seçenekler vardır.
1) “Adil Düzen”i benimseyecek ve ömrü yüzlerce sene uzayacaktır.
2) “Adil Düzen”i benimsemeyecek ve ikinci cumhuriyet kurulacaktır.
3) “Adil Düzen”i benimsemeyecek, ikinci cumhuriyet kurulmayacak, başkaları gelip yönetecek, halk “Adil Düzen”i benimseyecek.
4) Halk baskı ile de olsa “Adil Düzen”i benimseyecek, Türkiye’deki Türk halkları yok edilecek, başka halk gelecek ve onlar kuracaktır.
Bunlar için eceller vardır. Bir saat takdim edilmez, bir saat tehir olunmaz. Ama bir saatlik tolerans vardır.
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا أَوْ نَهَارًا مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ (50)
(QuL EaRaEYTuM EiN EaTAvKuM GaÜABuHUv BaYAvTan EaV NaHAyRan MAvÜAv YaSTaGCiLu MiNHu eLMuCRıMUvNa)
“Kavl et; Re’y etmiyor musunuz, size azabı beyaten veya neharen ety etse, mücrimler onun hangisini isti’cal ediyorlar?”
“Söyle; ben kendime ne nafaa (faydaya) ne de darara (zarara) malikim”den sonra açıklamalar yapmıştır. Onların cevaplarını meskütünanh geçmiştir. Onlardan cevap almak üzere söylemiyoruz. Sükût edip cevap vermeseler bile söylemeye devam ediyoruz.
Biz söylemekle mükellefiz, söyletmekle değil. Adil Düzen Çalışanları şunu bilmelidirler ki her yerde söyleyecekler, söylediklerinde görevleri orada biter, onların cevabını beklemeyecekler. Biz Akevler olarak Erbakan’la birlikte sadece söyledik. Ondan sonrasını ecellerine bıraktık. Ecelleri geldi ve geçti. Dün ateistlere karşı cihad yapmak zorunda idik, bugün teistlere karşı cihad yapmak zorundayız. Medine dönemine girdik. Ama yine sadece söyleme durumundayız. Bugün inkılâp makroda olmayacaktır. Bugünkü inkılâpta ekonomik inkılâp esastır. Çünkü bugün sanayi dönemine geçilmiş, kimse artık kendi tarlasında çalışmıyor, başkasının işini yapıyor. İstihdam sorununu çözmek zorundayız.
“Azabında”ki zamir Allah’a raci olacak şeklinde anladığımız gibi ecele de raci olabilir. Ecelin azabından bahsetmiş olur. Size ecelin azabı beyaten veya neharen gelse, ondan hangisini i’cal edersiniz demiyor da, mücrimler hangisini isti’cal ederler deniyor. Yani muhatapların hepsine azab gelmeyecektir, suçlulara gelecektir. “Adil Düzen”i kabul etmeyenlere azab gelmeyebilir. O’nun azabı “Adil Düzen”e karşı gelenlere gelecektir.
Biz kendi kooperatifimize çekilecek ve kendimiz İslâm düzenini yaşayacağız. O onlara zulmedecektir. Kooperatiflerin İslâmî hayatı yaşamaları hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında yasak olmamıştır. Yasakta devletin diyor, kamunun denmiyor, ulusun denmiyor. Düzeni demiyor, temel düzeni diyor. Dini fikriyat deniyor, faaliyet demiyor, sadece hissiyat diyor ve sonunda “istismar edemez ve kötüye kullanamaz” diyor. “Ve” diyor, “veya” demiyor.
Kooperatifler hiçbir yönüyle bu yasak içine girmez. Ama bize yarım asırdır zulmediyorlar. AK Parti de zulmediyor. 150 senelik tapuyu, ortakların yüzer bin liraları ile satın aldığımız İzmir’deki Yaylabelen arazimiz hâlâ gasp durumundadır. Devlet elli milyon dolarlık yerimizi birilerine peşkeş çekmek için bekletiyor. Biz devleti yönetenlere karışmıyoruz. Allah onların hesabını görür. Bize zulmediyorlar. Bunun için mücrimdirler. Şimdi ne yapıyor? 400 ortağın parası ile aldığımız araziyi bize vermiyorlar ama kişilerin malik oldukları arazileri sömürü sermayesine iade edip imar veriyor ve zengini daha çok zengin ediyorlar.
Bu sorunlar ancak “Adil Düzen”le, Kur’an düzeni ile çözülebilir. Başka türlü çözülemez. Devlet arazileri tarla fiyatı ile alır. Sonra imarını yapar. Kim inşaat yapacaksa ona % 20, altyapıyı getirecekse % 40 kat karşılığı verir. Bugünkü mevzuat buna tamamen müsaittir ama devlet görevlileri müsait değildir.
قُلْ
(QuL)
“Kavl et”
“Kul”un faili Âlemlerin Rabbi Allah’tır, mefulü Adil Düzen Çalışanlarıdır. Kur’an’ın Allah sözü olduğuna, bütün sorunları çözebileceğine, bugün bize bizim sorunları çözmek üzere geldiğine inanmaktadır. Kur’an’a inanmayanlar veya Kur’an’ı 1000 sene önceki olaylara hapsedenler muhatap değildirler.
Burada kime söyleneceği mahzuftur. Herkese ve kendi kendimize de söyle anlamındadır. Hepimiz korku içinde olmalıyız, ecel gelir de onun azabı bize çarparsa hâlimiz ne olacaktır diye düşüneceğiz. Kendimizi hazırlamalıyız.
Eğer “Adil Düzen”i öğrenmiş ve uygulayacak hâle gelmişsek Allah bizi kurtaracaktır.
Allah “Adil Düzen”i kuracakları da helâk etse o zaman kimlerle kuracaktır?
Buradaki “Kul” emrini böyle anlayacağız; yap ve söyle.
İşte, yap emrine muhatap olduğumuz içindir ki; biz Araştırma Merkezini kuruyoruz, Ahşap Evler imalat yerlerini kuruyoruz, Dinlenme Evleri ve Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarını kuruyoruz, Mala-Mal Marketleri kurmayı planlıyoruz...
أَرَأَيْتُمْ
(EaRaEYTuM)
“Re’y etmediniz mi?”
Görmüyor musunuz?
Re’y etmek nazar etmek değildir. Basar etmek de değil de basarda topluca bakman demektir. Nazar etmek bir yere bakmak demektir. Re’y etmek ise muhakeme edip hükümler çıkarmak demektir. Fikirden farkı, fikirde varsayımlar kesindir, sonuçlar da kesindir, reyde ise varsayımlar sonradan doğrulanacaktır. O halde düşünün ve görün.
Biz elli sene önce Sovyet sosyalizmi liberalizm olacaktır, Amerikan kapitalizmi sosyalizm olacaktır demiştik; biri gerçekleşti, ikincisi de gerçekleşiyor.
Devletler ile sömürü sermayesi çatışıyor. Devletlerin galip gelmesi demek, kapitalizmin sosyalizme dönüşmesi demektir. Bugün Obama’ya ve Erdoğan’a saldırılmaktadır. Putin yurt içinde dengeyi kurmuştur ama dünyada aleyhine büyük kampanya vardır. Türkiye’yi yarım asırdır ortaklığa (Avrupa Birliği) almadılar, Ukrayna’yı almaya kalkıştılar; Rusya da Kırım’ı aldı. Bunların hepsi Putin’e oynanan oyunlardır.
İşte benim anlattıklarım rey etmek demektir.
إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُهُ
(EiN EaTAvKuM GaÜABuHUv)
“Azabı size ety etse”
Evet, Kur’an’ın birinci binyıl uygarlığı doldu, şimdi ikinci binyıl uygarlığına geçilmektedir. Eceli gelmiştir. Sizin içinizde direnenler var.
Sömürüyü devam ettirmek isteyen sermaye direniyor. Sömürülen ülkelerin yöneticileri de sermaye ile işbirliği içindedirler. Cürüm devam ediyor. Azab ise yalnız onlara gelmeyecek, “Adil Düzen” için çalışmayanların hepsine gelecektir.
Mücrimler bunun gelmesini isterler mi?
Âyet bunu soruyor.
Bugün Erdoğan’ı düşürmek için yerli ve yabancılar çalışıyor, hattâ bazı Ak Partililer de bunun temennisindedirler. Peki, sonra ne olacaktır? Oysa herkes Türkiye’de birini cumhurbaşkanı yapmak için çalışmalıdır. İhsanoğlu nerededir? Konma akıl, akıl olmaz. Sadece Erdoğan’ı yıkmak için aday seçerseniz durumunuz bu olur. Oysa muhalifler birleşeceklerdi. Hareket Patisi’nin (MHP) gösterdiği bir asker adayla çıkılmalı idi. O aday “Adil Düzen”i benimseyecekti. Akevler’le temas ederek desteğini isteyecekti. O zaman ikinci tura kalırdı. Eğer “Adil Düzen” konusunda BDP’yi de yanlarına alabilselerdi, şimdi o general cumhurbaşkanı olurdu, ülke de “Adil Düzen”e giderdi.
Hâlâ ellerinde fırsat vardır. Hareket Partisi (MHP) bir orgenerali bundan sonraki seçim için aday çıkarsın. Halk Partisi (CHP) o adayı asker olduğu için desteklesin. O asker “Adil Düzen”i kabul etsin. Biz hiçbir karşılık beklemeden Erbakan’ı desteklediğimiz gibi onu destekleriz, o zaman onların yanında oluruz. Ama şimdi daha iyisi ile ilgili şartlar gelişmediği takdirde Erdoğan’ı destekliyoruz ve desteklemeye de devam edeceğiz.
بَيَاتًا أَوْ نَهَارًا
(BaYAvTan EaV NaHAyRan
“Beyaten veya neharen”
Gündüz karşılığında “Beyat” kelimesi kullanılmaktadır. “Leyl” Güneş’in doğmasına kadarki zaman, “Beyat” ise fecre kadarki zaman olarak anlayabiliriz.
Kur’an’ın kelimeleri üzerinde işbölümü içerisinde çalışmalıyız. Bir mümin daha ilkokulda Kur’an’dan bir kelime seçmeli ve ömür boyu üzerinde çalışmalıdır.
BU KUR’AN KELİMESİ ÜZERİNDE ÇALIŞIRKEN;
a) Önce kelimenin kök manası bulunacaktır. Bu mana da gösterilebilen bir isim ve doğal bir varlık olacaktır. Bu hususta Akevler Ekolü Çalışanları önemli çalışmalar yapmış ve ilk olarak kabaca köklere ilk müsemmaları bulmuştur.
b) Kelimenin kalıbı ele alınmalı, kalıp üzerinde çalışılarak o kalıptaki kelimelerle karşılaştırılmalıdır.
c) Kelimelerin Arapçada Kur’an’da geçmeyen akrabaları bulunacaktır. Örnek olarak “Hamd” kelimesine “Medh” kelimesi bulunarak manası üzerinde durulur.
d) Bugün dünya dillerinde o kelimeye lâfzen ve manen benzeyen kelimeler bulunmalıdır. Örnek olarak “Su” kelimesi ile “Saky” kelimesi arasındaki mana yakınlığı değerlendirilmelidir.
e) Kelimenin tarihi gelişmesi takip edilmelidir.
f) Kur’an’da o kelimenin geçtiği yerler tesbit edilip üzerinde çalışılmalıdır.
g) Akraba kelimeler üzerinde durulacaktır. Lafzen akraba kelimeler arasındaki mana yakınlıkları araştırılmalıdır.
h) Bundan sonra da kelimenin değişik konulardaki manaları ortaya çıkarılmalıdır. Örnek olarak “Kalb” kelimesinin göğüsteki yürek, baştaki beyin, otogar, istasyon, devlet merkezi, pompa gibi manaları ortaya konmalıdır.
Biz burada bu konulara sadece temas edip geçiyoruz.
Sizlere çalışma usulü üzerindeki düşüncelerimizi aktarıyoruz.
مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ
(MAvÜAv YaSTaGCiLu MiNHu)
“Onun nesini isti’cal ediyorlar?”
“Neharen” gelme” ile “Beyaten gelme” sadece zaman içinde gelme anlamında olabildiği gibi; geliyorum diye gelmek veya ansızın gelme anlamındadır. Çöküşlerin bazıları yavaş yavaş olur, bazıları aniden olabilir.
Onlar hangisinin acele olmasını isterler?
الْمُجْرِمُونَ (50)
(eLMuCRıMUvNa)
“Mücrimler.”
“Eraeytüm” denmiş, “in etaküm” de denmiş;
Burada “Minhü Mâzâ Teste’cilûn” olabilirdi.
“Mücrimler isti’cal mı ediyorlar?” denir. Çünkü mücrimler geç gelmesini isterler. Onun için mahkeme davaları uzar gider.
Şu bilinmelidir ki kader ne ise mutlaka o olacaktır. Biz onu değiştiremeyiz. Sadece kazasını erteleyebiliriz. Şöyle veya böyle olmasını sağlarız.
أَثُمَّ إِذَا مَا وَقَعَ آمَنْتُمْ بِهِ آلْآنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ (51)
(Ea ÇümMe EiÜAv MAv VaQaGa EAvMaNTuM BiHIy EAaLEAvNa VaQaD KuNTuM BiHIy TaSTaGCıLUvNa)
“Sonra mı? Vuku bulduktan sonra mı ona iman ettiniz? Şimdi mi? Oysa siz onu isti’cal ediyordunuz.”
Bir şey anlatıldıktan sonra soru sorarak ‘düşünmez misiniz’ denir.
‘Efelâ Tefekkerûn’ dendiği gibi ‘E Sümme’ de denmektedir.
Burada “Fa” yerine “Sümme” getirilmiştir.
Araplar böyle bir şekilde kullanmazlar. Kur’an ise kıyasla “Efe, Eve” gibi “ESümme”yi de kullanmaktadır ve bir yerde burada kullanmaktadır. “Efe Âmentüm Bihî İzâ Mâ Vaqaa”, Vaki olduğu zaman mı inanacaksınız? Vaki olduktan sonra mı iman edeceksiniz?
“Bihî”deki zamir, azaba gitmektedir. “AzabeHu”daki zamir de ecele gitmektedir. Ecelin azabı geldikten sonra mı ona iman edeceksiniz? O zaman Ma, kaffe ma’sı olup tamim için kullanılmaktadır. Ne zaman vaki olursa o zaman mı inanacaksınız anlamı çıkar. “Mâ” ism-i mevsul olabilir. “Mâ”dan evvel “Vakaa” mahzuftur. “İzâ vakaa mâ vakaa amentüm bihi” şeklinde olabilir.
Kaza olmadan önce tedbir alacaksınız, kaza olduktan sonra tedbir hiçbir işe yaramaz. ‘Kaza geliyorum demez, geldim der’ diye atasözümüz vardır. Burada anlatılan odur.
Bir canlı nasıl öldükten sonra dirilemezse, topluluk da öldükten sonra dirilemez.
Bugün Türkiye ve dünya iki şeyle karşı karşıyadır; ya “Adil Düzen”i kabul edecek ya da azabı tadacaktır, dünya ya “Adil Düzen”i kabul edecek ya da Nuh Tufanı benzeri tufan ile gark olacaktır, yer ve gök de onlar için ağlamayacaktır. Tarihte iki büyük inkılâp olmuştur. Hazreti Nuh zamanında gaz döneminden katı dönemine yani tarım dönemine geçilmiştir. Şimdi de tarım döneminden sanayi dönemine geçilmektedir. “Sosyal Tufan” kapıdadır.
“aalAne” el-yevm gibi düşünürsek şimdi anlamına gelir, öyle değil de genel kurallarla düşünürsek “o zaman mı” manası çıkar. Ondan sonraki ifade “şimdi mi” manasını vermeye işaret eder. Daha önce isti’cal ediyordunuz. Şimdi mi inandınız?
İnsanlar suçları başkalarına atarlar ve sanki kendileri o azabı tatmayacaklarmış gibi gelsin de kurtulalım derler.
Oysa o azab geldiği zaman bizim kurtulacağımızı kimse garanti edemez.
Siz isti’cal ediyordunuz.
İnsanlığın beklediği tufan veya tufanlar nelerdir?
1- Başta köyler boşalmakta, tarım sektörü çökmektedir. Böyle devam ederse insanlar tarımın nasıl yapılacağını unutmuş olacaklardır. Bunun sebebi faizli sistemdir. Çok kazanayım hırsı köyleri boşaltmıştır.
2- Çevre kirliliği alıp yürümektedir, her gün daha da kirlenen dünyada zehirleniyoruz. Bunun sebebi yine faiz, yine daha çok kazanayım hırsıdır.
3- Anarşi ve mafya, faili meçhul cinayetler her gün biraz daha bizi rahatsız etmektedir.
4- İşsizlik, nüfusun gittikçe azalması vs. insanlığı bekleyen tufan seviyesindeki âfetlerdir.
“ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” bunlara çözüm üretmiştir; hâlâ üretmektedir ama ilgilenen yok. İnsanlar; ‘hani nerde, gelmiyor’ diyerek oturmaktadır. Korkunç akıbetten habersiz olan insanlar birbirleri ile boğuşmaktadır.
أَثُمَّ
(Ea Çümme)
“Sonra mı?”
“Sümme” kelimesi harftir. “Ba’de” kelimesi isimdir. “Sümme”de aralık vardır yani isti’cal ettiklerinizden sonra zaman geçecek ve o zaman evet gerçekten oluyormuş diyeceksiniz. Böyle mi düşünüyorsunuz?
Bu hitap yalnız iktidar partisine değildir. Bu hitap asıl Adil Düzen Çalışanlarınadır, Akevler mensuplarınadır. Allah kendilerine “Adil Düzen” gibi bir nimeti vermiş, her türlü imkânları da bahşetmiş. Ne var ki “Araştırma Merkezi”ne doğru adım atan sadece birkaç kişi! Herkes günlük kazanç ve makam peşinde!
Sonra mı; yani azab geldikten sonra mı, olan olduktan sonra mı?!
إِذَا مَا وَقَعَ
(EiÜAv MAv VaQaGa)
“Vuku bulduğunda mı?”
“İzâ Vakaa” dendiği zaman fiilin zamanına işaret eder.
“İzâ Mâ” dendiğinde olaya işaret eder.
Burada azabın zamanına değil de azabın kendisine işaret etmek için azabdan sonra mı iman edeceksiniz? Bardak kırıldıktan sonra mı tedbir alacaksınız? Gelin uçuruma yuvarlanmadan biz gemimizin dümenini sahil-i selâmete doğru yöneltelim.
آمَنْتُمْ بِهِ
(EAvMaNTuM BiHIy)
“Onunla kendinizi emniyete alacaksınız”
“Âmene Billahi” demek, insanın kendisini Allah ile yani O’na güvenerek emniyete alması demektir. “Âhirete İman” demek, âhiretini emniyete alması demektir.
Siz olay olduktan sonra mı ona karşı tedbir alacaksınız?!
Her bin yılda bir insanlık yeni uygarlığa geçer. Bunların en büyüğü Hazreti Nuh zamanında olmuştur. O zaman insanlar yazıyı bulmuşlardı.
Bugünkü bu durum ikinci büyük evrim zamanıdır. İnsanlık yazının yanında bilgisayarı bulmuştur. O gün “doğa azabı” gelmişti. Şimdi de “sosyal azab” gelmektedir.
Uyanın ey insanlar uyanın, gark olmadan uyanın...
Yeni peygamber gelmeyecek, yeni kitap inmeyecek...
Kur’an ve Kur’an’ın âlimleri yeni uygarlığı kuracaklardır...
آلْآنَ
(EAaLEAvNa)
“Şimdi mi?”
Burada “kıyle lehum” ifadesi hazf olmuştur. Daha başka cümleler de hazf olmuştur.
“İzan kıyle lehum”den sonra “Şimdi mi?” denmiştir.
“El-Yevm” demeyip de “el-Ân” demesi azabın birden geleceğine işarettir.
Karşılıksız para birden çökebilir... İnsanlık birden felce uğrar... Kimse bir şey üretemez, kimse bir şey satamaz... Uluslararası hareket durur... Devletler yıkılır... Merkez Bankaları yağmalanmaya başlanır... Köylerdeki araziler ekilmez olur... Sokaklarda insanlar birbirlerini öldürmeye başlar... Sarhoş olmadıkları halde insanlar sarhoş gibi hareket etmeye başlar... Artık insanlar doğurmamaya, hamileler de çocuklarını aldırmaya başlarlar...
Bütün bunların bugün alametleri var. Bugün herkes aklını yitirmiş durumda. Ben insanları anlamıyorum; ya ben akılsızım ya da çevremdekiler. Kendi çıkarına olan bir şey anlatıyorsun; duyan yok! Kendi kendime diyorum ki; yalnız ben akıllı olamam. Ne yapacağımı şaşırmış durumda Kur’an’ı inzâl edene sığınıyor ve Kur’an üzerinde çalışıyorum.
وَقَدْ كُنْتُمْ
(VaQaD KuNTuM)
“Ve siz bundan önce”
“Ve” harfi getirilerek olaydan sonra isti’cal da etmiştiniz.
Biz şimdi ne diyoruz?
AK Parti uçuruma gidiyor. CHP de olsa uçuruma gidecek. Bunun aksini kimse iddia edemez. CHP zamanında bize saldırıyordu. Devletle çatışma içinde idik. Biz karşı çıkmıyorduk ama CHP ve AP bir olup bize saldırıyorlardı. İleride tarih yazacak, Akevler’e yapılan zulümler anlatılacaktır. Biz şimdi AK Parti iktidarda olsun diyoruz. Biz rahat çalışalım diyoruz. Acele olarak AK Parti’ye bir şey olsun istemiyoruz. Kin içinde Erdoğan ve AK Parti’nin gitmesini isti’cal ediyorlar. Peki, adayınız kim? Erdoğan’a çatmaktan gayrı sermayesi olmayan muhalefet mi?
İşte, azap geldiği zaman o azab bizden çok onu isti’cal edenlere gelecektir.
بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ (51)
(BiHIy TaSTAGCıLUvNa)
“Onu isti’cal ediyordunuz.”
Yani vaki olanı yani azabı isti’cal ediyordunuz.
Buradaki “Bi” isti’cala taalluk eder.
Evet, Erdoğan on sene daha iktidarda kalsın, AK Parti on sene daha devam etsin. Biz zaman kazanalım. “Kooperatiflerimizi” kuralım, “Ahşap Evleri” üretelim, “Lojmanlı İşyeri Apartmanlarını” yapalım, “Mala-Mal Marketlerini” kuralım da dünyaya “Sosyal Âfetler” geldiği zaman biz gemimizde olalım diyoruz.
Ondan sonra “Üçüncü Binyıl Uygarlığını” kuralım diyoruz.
Bu âyetlerin bize öğrettikleri bunlardır.
Başkalarından çok Adil Düzen Çalışanlarına hitap etmektedir.
Allah’ın verdiği mühletten yararlanalım, gerekenleri bir an önce yapmaya başlayalım.