YUNUS SÛRESİ-12
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللَّهُ فَقُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ (31) فَذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ (32) كَذَلِكَ حَقَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ فَسَقُوا أَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (33)
***
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللَّهُ فَقُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ (31)
(QuL MaN YaRZuQuKüM MiNa elSaMAvEi Va eLEaRWı EamMaN YaMLiKu elSaMGa Va eLEaBWAvRa Va MaN YuPRıCu eLXayYa MıNa eLMayYıTı Va YuPRıCu eLMayYıTa MıNa eLXayYı Va MaN YuDabBiRu eLEaMRa FaSaYaQUvLUNa elLAvHu FaQuL EaFaLAv TatTaQUvNa)
“Sizi Semadan ve Arzdan sizi rızıklandıran kimse mi yoksa Sem ve Ebsarı mülk eden kimse mi ve Meyyitten Hayyı ihraç eden ve Haydan Meyyiti ihraç eden kimse ve Emri tedbir eden kimse mi, kavlet. Allah diye kavledecekler. İttika etmeyecek misiniz diye kavlet.”
Yeryüzünü insanları eğitmek için yarattığını ve âhirette imtihan olunup sınıflarını geçenlerin cennete, sınıflarını geçemeyenlerin cehenneme ikmal için gönderileceğini beyan ettikten sonra, tekrar dünyaya dönmüş ve bu sefer insanların düşünmelerini istemiştir. Ayrı ayrı düşünme değil de birlikte düşünmelerini istemiştir. Herkes bir diğerine soracaktır; kim bizi rızıklandırıyor, kim öldürüp diriltiyor? Aynı zamanda nasıl rızıklandığımızı da bilmemizi istiyor. Yani bizim müsbet ilimleri öğrenmemize teşvik ediyor.
Burada “Küm” Türkçedeki “biz” anlamına gelmiş olabilir. Yani size kim rızık veriyor değil de bize kim rızık veriyor şeklinde de tercüme edebiliriz.
Âyette “kim bunu yapar” şeklinde dört defa geçmektedir. O halde bizim dört konuda düşünmemiz gerekmektedir. Dördüne birden cevap olarak “Allah” denmektedir.
Önce Kâinatı bizim için var ettiğine işaret ederek “kim sizleri sema ve arzdan gelenlerle rızıklandırıyor” diyor. Allah Güneş’i yaratmış, içine uzun zaman dayanacak yakıt koymuş. Güneş her an muntazaman ışık vermektedir. Bu ışık ne fazladır ne de eksiktir, bize yarayacak kadardır, muntazaman çevreye salınmaktadır. Biraz fazla, biraz eksik olsaydı biz var olmazdık. Yahut artıp eksilseydi bizim işimize yaramazdı. Güneş lekelerinde bazen değişmeler olursa onun etkisi dünyadaki iklime etki eder.
Bundan sonra ışık saniyede 300 000 km hızla yola çıkar ve sekiz dakikada bize ulaşır. Bu uzaklık fazla olsaydı donardık, az olsaydı pişerdik. Tam bize uygun mesafede koymuştur. Güneş denizleri ısıtır. Oradan buhar olarak çıkan sular gökte bulut olur. Gece ve gündüz, yaz ve kış farkları nedeniyle meydana gelen hava akıntıları rüzgârlar sayesinde dağlara çarpar ve yağmur olur, yağmur olarak yere iner. Karaların denizlere oranı 3/7 kadardır. Fazla olsaydı yeryüzü Güneş görmezdi, eksik olsaydı yağmur görmezdi. Dağlar olmasaydı göğü bulut kaplar kalırdı. Geceler uzun olsaydı veya yaz-kış farklı olmasaydı bugünkü iklim olmazdı. Böylece Güneş’ten gelen ışık yeryüzünde su döngüsünü meydana getirir.
Su yeryüzünün kanıdır, Güneş’ten gelen ışık da kalbi olan denizleri çalıştırarak su döngüsünü sağlamaktadır. Yağan yağmur da Güneş’ten gelen ışıkla olmaktadır.
Semadan gelen ışık bize yaramaktadır. Yerden çıkan sular ve onların sağladığı imkânlarla bitkiler oluşmakta ve maddede depolanan kimyasal enerji sayesinde biz yaşamaktayız. O halde biz gök ve yerin birleşmesinden ortaya çıkan besinlerle yaşamaktayız. Bu sebepledir ki “mine’s-semai ve mine’l-erdi” denmemiş, “mine’s-semai ve’l-erdi” denmiştir.
Bize hayat veren çevremizi anlattıktan sonra da bizim ondan yararlanmamızı sağlayan “sem’ ve basar”dan bahsetmektedir. “Üzün” kulaktır, dışarıdan gelen ses dalgalarını alıp beyne ulaştırır. Beyinde bir işitme merkezi vardır. Gelen sesler orada 01’lerle beyin bilgisayarında depo edilir. Aynı şekilde gözümüze gelen ışık 01’ler ile beyne ulaşır, görme merkezinde dosyalara depo edilir. Bu bir tür plan ve projedir. Dışarıdan gelen bilgilerle oluşturulmuş haritadır. Kâğıt üzerindeki boya ne ise beyindeki elektrik devreler de odur. Bir haritayı insan alıp okumazsa o harita hiçbir işe yaramaz.
İşte, beyindeki haritayı okuyan olmazsa o beyin hiçbir işe yaramaz. Nitekim uyku hâlinde bir işe yaramamaktadır. İnsanın bu bilgisayarı şifrelidir. Yalnız bir kişi ziyaret edebilmekte, yalnız o bilgisayarı okuyabilmektedir, onun üzerine gerekli yazıları yazabilmektedir. İşte bu kâinata manasını insanlar kazandırmaktadır.
O beyni okuyan ve üzerinde yazan ruhtur. Ruh dediğimiz varlık budur. Ruh bu yolla kâinat penceresine açılmakta, oralardan gelen bilgileri okuyabilmekte ve oraya mesajlar göndermektedir. Bu suretle diğer insanlarla da diyalog kurmaktadır.
İşte, ayet Kâinattan bahsettikten sonra, şimdi de “sem’ ve basar”a temlik ettiğini bildirmektedir. Yani insanın bilgisayarını insana temlik etmiş, şifresini ona vermiş, onu yalnız o kullanabilmektedir.
“Mülkün maliki sensin” âyetinde mülkü istediğine ita ettiğini söylediği halde, burada mülk eder denmektedir. Çünkü “sem’ ve basar” insanın kendisine verilmiştir. Onun için öncesi ile sonrasını “Em” ile bağlamaktadır.
Burada iki “Men” tekrar edilmektedir. “Fi’l-beyti Ahmedu ev Mehmedu” dendiği zaman, evde Ahmet veya Mehmet’ten hiç olmazsa biri evde vardır demiş olursunuz. “Fi’l-beyti Ahmedu em Mehmedu” dediğinizde, evde olan Ahmet veya Mehmet’tir dersiniz. Yani sadece biri vardır ama hangisinin olduğu belirtilmemiş olur. Yani Kâinatı yaratmış ve size sem’ ve basar vermiş biri olmalıdır. Ama bu hangisidir? Sorulan sual budur. Size semadan ve yerden rızık veren kimdir? Size sem’ ve basar veren kimdir?
Burada farklı siga ile tekrar ettikten sonra “Ve” harfleri ile diğer işleri, doğadaki işleri anlatmaktadır. “Men” soru kelimesini iade ederek, bunları yapanın ayrı ayrı kimse olmadığını soru sorarak anlatmaktadır.
Ölüyü diriden ve diriyi ölüden çıkarır diyerek canlılar âlemine işaret etmektedir. Yani bizim için Kâinatı yarattığını ve bizim de o Kâinatı kavrayabildiğimize işaret ettikten sonra, Güneş enerjisinden yararlanabilmemiz için canlıları aracı kıldığına işaret etmektedir. İnsan ve Kâinat ve Kâinata insanın ulaşmasını sağlayan canlılar âlemi.
Biz Türkçede “canlı-cansız” diye adlandırırız. Cansız da canı varmış sonra canı alınmış olarak anlaşılır. Oysa “meyyit” ayrı bir yapıdır, “hay” ayrı bir yapıdır. Her ikisi de aynı cevher sahibidir, aynı maddeleri kullanır ama birinin dizilişi diğerine benzemez. Birinde DNA’lar özel dizilişe sahiptir. Mesajları taşımaktadır. Bilinçli bir anlam taşır. Buradaki hay ile meyyit biri diğerinin özelliği değildir yani ölü dirinin yokluğu değildir. Her ikisi de aynı maddeyi ve enerjiyi kullanır. Arz meyyittir ama üzerinde yaşayanlar haydır. Meyyit statik enerjiye sahiptir, uyarılmadığı takdirde kendisinde değişiklik olmaz. Hay ise sürekli enerji harcayıp hareket içinde olmak zorundadır. Beslenmek zorundadır. “Siz meyyit idiniz ihya ettik” demek, siz beslenmiyordunuz, enerji harcamıyordunuz demektir.Bunların birbirinden çıkar olduğunu söylemektedir. Canlı cansızdan çıkar, canlanır, sonra cansız canlıdan çıkar, ölür.
Burada “ihraç” kelimesini tekrar etmiştir. Çünkü cansızdan canlıyı çıkarmak başka bir olaydır, canlıdan cansızı çıkarmak ters olaydır. Benzer olmayan olaydır.
“Ve Men” kelimesini iade etmiştir. Çünkü dönüştüren güç ayrıdır. Ölüm de planlanmıştır. Yani ölüm canlının bozulması değildir, Ölüm canlanma gibi planlanmış bir olaydır. Ömür DNA’larla belirlenmiştir.
Dördüncü olarak “Men” kelimesini kullanarak “emri tedbir eder” denmektedir. “Emr” kelimesi burada marifedir. Bütün işleri tedbir eder anlamına gelir. Bunun içinde doğa olayları vardır, canlılık olayları vardır. Kişilerin yaptıkları vardır ve topluluğun oluşması ve işleri vardır. Topluluk sadece savaşla oluşturulmuş fertler değildir. Kişilerin örgütlenmesi sonucunda doğmaktadır. Dolayısıyla tedbir edilen emrin içinde topluluk da vardır.
Bir gölde su zerreleri devamlı değişmektedir, gelen sular öbür taraftan akıp gitmektedir ama göl değişmemektedir.
Bunun gibi; bir topluluk içinde de fertler sürekli doğmakta, ölmekte ve değişmektedir ama topluluk yine devamlı kalmaktadır. O halde topluluk fertlerin toplamı değildir.
“Yakında Allah’tır diyeceklerdir” deniyor.
Öğrenciliğime başladığım zaman Tanrı’ya inanmak ayıp sayılıyordu, gericilik sayılıyordu! Eğer zenginseniz artık namaz kılmazdınız! Devlet dairesinde bir kapıcı olsanız bile siz medenileştiniz, artık ilkel değilsiniz, Allah’a inanmanız size yakışmaz!
Hukuk dersine gelen bir hocamız vardı. Keppler Kanunlarını keşfedene sormuşlar; iyi ama demişler, bu yıldızlarda Tanrı’ya bir yer vermedin! O da demiş ki; benim Kâinatı anlatırken Tanrı’ya ihtiyacım yoktur! Ben itiraz etmiştim. Sonra biraz yumuşattı; yani biz Kâinatı anlatırken doğa kanunları ile anlatacağız. Kâinatı O yapıyor demeyeceğiz. Allah böyle yapıyor demek ilmî değildir. Böyle oluyor derseniz ilmî olurdu!
Hâlâ bu mantıkla yaşayan ve buna inatla inananlar vardır!
Ne var ki bugün artık müsbet ilim tanrısız Kâinatı izah etme gücünü kaybetti.
Kâinat yoktu, 13,7 milyar yıl önce var edildi. Kâinat bir kaostu.
Bugünkü düzeni kim getirdi?
Bundan 3 milyar yıl önce canlı yoktu. DNA’lara dizildi.
Kim dizdi?
Kâinatta her şey ince hesaplarla belli miktarlarda var edildi.
Kim bunları hesaplayıp yerleştirdi?
İnsan beyni ileri bir bilgisayardır.
Bu bilgisayarların çiplerini kim yaptı, programları kim yükledi?
Bu sorulara artık bugün hiçbir ilim adamı cevap veremiyor. Bir olan Tanrı’yı kabul etmeden Kâinatı açıklamak mümkün olmamaktadır. Mukaddes kitaplarda bildirilenlerin bir bir gerçek olduğu görüldükten sonra, bunların da ilâhi kitaplar olduğu ilmen sabit olunca, onların vahyi de kabul etmekten başka çareleri kalmamıştır.
Bugün Allah’ın verdiği haberler gerçekleşmiştir.
Bugün Müslümanlar inanmış ilim adamlarını toplayıp onlara beyanatlar verdirmektedirler. Oysa bu platformlara ateist olan ilim adamları ile ateist olmayan ilim adamlarını toplayıp buradaki “Kul” emrini yerine getirmemiz gerekir. Bakalım ne diyecekler, bize nasıl cevap verecekler? Sonunda “Evet, Allah” diyecekler; nitekim demektedirler de.
Madem ki insanlık artık ateizmden çıktı, kurtuldu...
Çin sosyalizme devam etmektedir ama Çin’de de artık ateizm baskısı yoktur.
O halde Allah bize diyor ki; ittika etmeyecek misiniz; ittika etmeyecek misiniz?
Madem ki Allah’ın varlığını kabul ettiniz, madem ki işleri O’nun tedbir ettiğini gördünüz; o halde O’nun emirlerine ve O’nun şeriatına uyun. Yeryüzüne gönderdiği ilâhi kitapları ele alınız, inceleyiniz ve ona göre şeriatın içine giriniz. İttika ediniz ve artık faizli sistemden vazgeçiniz. Artık ekseriyet sisteminden vazgeçiniz. Artık düzende zorlamadan vazgeçiniz. Artık gümrükleri ve vizeleri kaldırınız...
Bunları onlara dememiz gerekiyor ama önce biz kendimiz bu sözleri duyup “Adil Kur’an Düzeni”ne gelmemiz gerekir.
Yani “ittika ediniz” değil de, “ittika etmeyecek miyiz” dememiz gerekir.
Emri O tedbir eder, kararı O verir, şeriatı O koyar dedikten sonra; “ittika etmeyecek misiniz” sorusunu sormamızı emreden Allah; şeriata geliniz, artık Avrupa müktesebatı, Marks’ın müktesebatı değil de, artık şeriatın müktesebatına katılın anlamı çıkmaz mı?
Yoksa ben yorumluyorum ama yapmıyorum. Yapmıyorsam, Allah’ın ittika etmeyecek misiniz sözünü diyemeyiz. Bugün şartlar hazırlanmıştır. Bir yerden kıvılcım çakacak ve yağmurlar yağmaya başlayacaktır.
قُلْ
(QuL)
“Söyle”
Eğer Kur’an sadece bir asrın, sadece bir devrin kitabı olsaydı, “Qul/Söyle” dediğinde sadece Hazreti Muhammed’e emreder, sadece Hazreti Muhammed’e söylerdi; hattâ “Kul” kelimesini söylemezdi. Biri bana ‘Git Ahmet’e söyle, buraya gelsin’ dese; giderim ve ‘Ahmet, falan senin oraya gitmeni söyledi’ derim; başına “söyle” sözünü getirmem. O halde buradaki “söyle” sözü sadece Hazreti Muhammed’e hitap edilmiş bir söz değildir; Kur’an’a inanıp onu okuyan her mümine söylenmektedir.
Hepimiz yapmakla mükellef olduğumuz gibi söylemekle de mükellefiz.
“Adil Kur’an Düzeni”ni Akevler ortaya koydu, Prof. Dr. Necmettin Erbakan benimsedi ve tüm dünyaya söyledi; “Qul/Söyle” emrini yerine getirdi.
“Söyleyin” değil de “Söyle” emri müfred olarak getirilmesi ile tek kişi de olsak söyleyeceğiz demektir. Ayrıca birimizin söylemesi yeterli demektir, farz-ı kifayedir demektir. Başkan veya yetkili söyleyince hepimiz söylemiş olacağız. Erbakan bu hizmeti yaptı da bizden farz sakıt oldu. Gülen Cemaati de tüm dünyaya yaydı da bizden farz sakıt oldu.
Evet, Bediüzzaman İslâmiyet’in bir hak inanç olduğunu ortaya koydu ve Gülen bunu bütün dünyaya yaydı...
Akevler İslâmiyet’in bir düzen olduğunu ortaya koydu ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan bunu bütün dünyaya duyurdu...
Şimdi de İstanbul Akevler, İslâmiyet’in bir uygulama olduğunu ortaya koyuyor; birileri çıkacak ve bütün dünyaya yayacaklardır; uygulayıp örnekler olarak ortaya çıkardığımızda, birleri çıkıp dünyaya yayacaklardır...
Bu belki de Erdoğan olacaktır...
Belki de bir general Adil Düzen Partisi’ni kuracak ve o yayacaktır...
O bizim işimiz değildir, şeriatın sahibi olanın işidir.
Bizim işimiz söylenecek sözleri hazırlamadır.
Allah emirleri nasıl tedbir ediyor, onu ortaya koymamız gerekiyor.
مَنْ يَرْزُقُكُمْ
(MaN YaRZuQuKuM)
“Size kim rızık veriyor”
“Rızk” bir üzüm çeşididir. Türkçede “razakı üzüm” olarak geçmiştir.
“Rızık” demek, insanın yaşaması için gerekli besin demektir. İnsan değişik maddeleri alır ama sonunda üzüm şekerine dönüştürür ve onu yakarak yaşar. “Rızık” kelimesi buna da işaret etmektedir. Güneş enerjisi sonunda üzüm şekeri vasıtası ile insanın kullanacağı fosfata dönüşür ve onu harcayarak varlığını sürdürür. Diğer bütün ürünler hep onun elde edilmesi için vardır. Kur’an buna işaret ederek “onlara rızık olarak verdiklerimizi harcarlar” demek suretiyle bunu ifade etmektedir. Harcama, sonunda enerji üretme anlamındadır. Allah canlıları yarattı ve tüm canlılar aynı mekanizma ile hayatlarını sürdürmektedirler.
Sonunda Kâinatın varlığı Güneş enerjisinin şeker enerjisine dönüşüp onun da ısıya intikali Kâinatın oluşudur.
“Men Yerzukuküm” dediği zaman bu büyük döngüye işaret etmektedir.
مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ
(MiNa elSaMAvEi Va eLEaRWı)
“Sema ve arzdan”
Semadan ışık gelir, yerden de madde alınır. Bunların birleşmesinden şeker oluşur ve biz bu şekeri yakarak yaşarız. Hayatımız bununla oluşur.
Kâinatta enerji hidrojen atomunda depolanmıştır. Hidrojen atomları birleşerek helyum atomunu üretirler. Bunlar da Güneş ışığını salarlar. Bu ışık enerjidir. Yerdeki bitkiler bunu şeker hâlinde depolarlar. Böylece biz onu gerektiği kadar kullanırız.
“Min” kelimesi marifenin başına gelirse ondan bir cüz olur, belli cüz olur. “Sema ve arz” denmiş “Min” tekrar edilmemiştir. O halde yani ancak ikisinin birlikte olması ile rızıklanıyoruz. Yerin maddeleri alınıyor, göğün ışığıyla birleşiyor, besin üretiliyor ve o bize rızık oluyor.
Sema yüksek demektir. Arz da aşağıdır. Sema sıcak, arz ise soğuktur. Fizikte ve kimyada kullanılan madde ve enerji deyimleri Kur’an’da sema ve arz olarak geçer.
أَمَّنْ يَمْلِكُ
(EamMaN YaMlİQu)
“Ya da kim mâlik olur”
“Meleke” tek mefullü fiildir. “Meleke’l-erda” demek, araziye malik oldu anlamındadır. “Li” harfi ile taaddi eder. “Meleke’l-erde li Ahmede” derseniz, yeri Ahmet’e mülk yaptı manası çıkar.
Kur’an’da ne “imlak” ne de “temlik” fiili geçmektedir; mülkü ita vardır, mülkü nez’ vardır. Burada “Leküm” kelimesi hazf olmuştur. “Men YerzukuKüm”de “Küm” buna delalet eder. “Em” kelimesi de bunu ifade eder. Çünkü “Em’de “E Amrün fî’d-dâri em Hasanün” dediğiniz zaman “Eellezî fî’d-dârı Hasanun” demektir.
“Mâlik olmak” muktedir olmak anlamına da gelir, yani sem’ ve ebsarı size verecek başka birisi var mıdır?
Ankara’da televizyon neşriyatı yapılır. Antene gelir. Televizyonda o neşriyatı alan cihaz vardır. Frekanslar uyarsa yayın ekrana çıkar.
İşte, insan beyninde insan ruhundaki neşriyatı alan bir cihaz vardır. Aynı şekilde insan beyninde, ruha dalgalar gönderen araçlar vardır. Yani insan beyni hem alıcı hem vericidir.
İnsan ruhu da böyledir. Beyin tarafının çalışmasını biliyoruz ama ruh tarafı hakkında hiçbir haberimiz yoktur. Sadece varlığını ve bizim beynimizdekilerle etkileşimini biliyoruz.
Allah da böyledir. Kâinattaki etkileşimi biliyoruz, varlığını biliyoruz ama onun ne olduğunu bilmiyoruz.
السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ
(elSaMGa Va eLEaBWAvRa)
“Sem’ ve ebsarı”
Sem’ ve basarı size temlik eden biri var mıdır, edebilir mi, buna muktedir olan var mı?
Kâinat iki çeşit varlıktan oluşur. Biri bilinen ve yapılan varlıklardır, diğeri bilen ve yapan varlıktır. Görünürde yalnız bilen ve yapan varlıktır. Diğer varlıklar bilinen ve yapılan varlıklardır. Hayvanların ruhu vardır veya sadece birer robotturlar.
Bu hususta Kur’an’da araştırma yapılabilir.
Bizim topluluğun ruhu yoktur. Başkanların ruhu topluluğun ruhu olmaktadır.
Hayvanları topluluğa benzettiğine göre onların da ruhu yoktur demektir. Hayvanların sem’ ve basarı yoktur anlamı çıkar. İnsanın ruhu vardır ve sem’ ve basara sahiptir.
İnsan karşı tarafın katı cisimlerini dokunarak algılar. Sıcaklığı ve soğukluğu da deri vasıtasıyla veya iç algılarla algılar. İnsan ruhu bunları sadece algılar, bununla kavramlar oluşturmaz. İnsan kavramları ve varlıkları göz ve kulaktan aldıkları ile oluşturur, geçmişi ve geleceğini onlar üzerine kurar. Ses dalgaları çizgiseldir, kulaktan gelip geçer. Oysa ışık algıları yüzeysel, hattâ hacimseldir. Baktığınızda görüntü devam eder. İnsan bunlarla varlıklar oluşturur. Kendisine göre Kâinatı algılar. İnsan sem’ ve basarla insan olur. Diğer canlılarda nazar vardır, ama basar yoktur, ses duyma vardır ama kavramları oluşturma yoktur.
Kur’an’ın bildirdiğine göre şuurlu varlıklar dört tanedir; melek, ruh, cin ve insan. Biz bunlardan yalnız kendimizi görmekteyiz. Demek ki bu âyet insanın Kâinattan aldığı madde ve enerji ile Kâinattan aldığı söz ve görüntüleri anlatmaktadır.
Kâinat olmadan insan olamaz. İnsansız Kâinat manasız abes bir şey olurdu. Allah tek başına insanı yaratsaydı, tek bir şey yaratmış olurdu. Çünkü bilinecek bir şey olmadığı için o insan bir şey bilmeyecekti. Yapan olmasaydı yapılacak bir şey olmayacaktı.
İnsan ve Kâinat bir kumaşın iki yüzü gibidir, biri olmadan diğeri olmaz. İnsanın Kâinatta olmadığı zamanlar vardı. Yeryüzü sistemi ile beş milyar seneden beri var olduğu halde, insan ancak 60 000 seneden beri vardır. Dolayısıyla insansız uzun zaman geçmiştir ama gaye insana imkânlar hazırlama olduğundan abes sayılmaz. Melekler de sonra yaratıldılar.
وَمَنْ يُخْرِجُ
(Va MaN YuPRıCu)
“Kim ihrac eder”
Bir yerden bir bitki çıkarma inbattır.
“Ölüden ise diriyi ihrac eder” diyor.
Çünkü cansız varlıklardan canlı varlığı ayırır demektir.
“İhrac etmek” dışarıya çıkarmak demektir. Cansız maddelerden tutar, işine yarayacak canlı maddeleri ayırıp canlı yapar. Diğer taraftan canlı maddeyi de cansız maddeye çevirmek, o da ihraçtır; ibdal değil, tağyir değil de ihraçtır. Canlıyı elde etmek için cansız maddeyi döndürüyoruz ve onların arasından seçiyoruz. Cansız maddeyi canlıdan ihraç ediyoruz.
Neharı leyle, leyli nehara îlâc ettiği halde, burada canlıyı cansızdan, cansızı canlıdan ihrac etmektedir. Arada denk oluşum farkı vardır. İhraçta seçicilik vardır. Yerden her madde alınmamaktadır. Belli maddeler alınıp yerleştirilmektedir. Yine herkes öldürülmemektedir. İşe yaramayanlar canlılar âleminden çıkarılıp cansızlar âlemine eklenmektedir. Bununla beraber o cansızlar âlemi de farklı meyyittir. Daha önce kırmızı toprak iken şimdi siyah toprak olmuştur yani madde istenilen maddeye dönüşmüştür.
الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ
(eLXayYa MıNa eLMayYıTı)
“Meyyitten hayyı”
“Meyyit” cansız varlıklardır; gaz, sıvı ve katı şeklinde bulunurlar. Katı olanlarında da değişik şekillerde kristal yapıları vardır. Bunlar belli özellik sahibidirler ama kendileri kendilerine bir iş yapmazlar, dış tesirlerle değişirler.
| Işık Hızına Yakın Olanlar | Işık Hızına Uzak Olanlar |
Dalga Hızları Büyük | Melek | Ruh |
Dalga Hızları Küçük | Cin | İnsan |
Başlangıçta Kâinat ölü idi. Belli bir yaratılıştan sonra Allah melekleri var etti. Ruhlar, cinler ve insanlar sonra yaratıldılar. Canlılık onlarla başladı. Bedeni olmayan hiçbir varlık yoktur. İnsanlar soğuk dünyada, cinler sıcak dünyada var edildiler. Melekler ve ruhlar hızları ışık hızından fazla olan yerlerde var edildiler. Ruhlar bizimle aynı soğuk dünyadadırlar, cinler meleklerle aynı sıcak dünyadadırlar.
“Hay” kendi kendini çoğaltabilen varlıktır. Varlığını sürdürmek için sürekli enerji tüketmek zorunda olan varlıktır. Allah önce bir hücre var etti. O hücre mükemmel bir hücre idi, bütün canlıların DNA’ları o hücrede mevcuttu. Ne var ki bu DNA’ların çok azını kullanıyorlardı. Suda yaratılan hareketli bu madde hem hayvan gibi dolaşabiliyordu hem de bitki gibi özümleme yapabiliyordu. Demir ve magnezyum yapılı hücreler vardır. Demir 01’lerin aynı sıraların oluşmasına, magnezyum da özümlemenin yapılmasına yarıyordu. Özümleme ile Güneş enerjisini kimyasal enerjiye çeviriyor, şeker üretiyordu. Ömrü dolanlar öldü. Denizi kirletmeye başladılar. Demiri kullanan hücreleri de magnezyumu kullanan hücreyi de bunlardan çıkardı. Bunlar ölüyü parçaladılar ve toprağa iade ettiler. Bakteri denen bu varlıklar da yaşlanınca onları parçalayan DNA zincirinden oluşan ayrı canlı varlıklar meydana geldi. Böylece döngü başladı.
Bundan sonra büyük işlerin başarılabilmesi için canlılar ikiye ayrıldılar. Demir taşıyanlar hayvan, magnezyum taşıyanlar bitki oldular. Böylece iki taraf da gelişti ve bugünkü canlılar âlemi doğdu. Bunlar işbölümü içinde geliştiler. Örnek olarak çiçekli bitkiler arılara bal özü üretir, onlar da onların üreme araçlarını çiçekten çiçeğe taşırlar. Arısız çiçekli bitkiler olmadan, arılar da çiçeksiz ve bitkisiz yaşayamazlar. Böylece meyyitten hay çıkmaya başladı.
Biz insanlar da hayvanlardan biriyiz. Her canlının ömrü vardır. Günü gelince ölür. Ölen canlıların yerlerine yeni canlılar gelir.
وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ
(Va YuPRıCu eLMayYıTa MıNa eLXayYı)
“Ve haydan da meyyiti ihrac eder”
Her canlıya ömür biçilmiştir. Canlının DNA’larında bu ömür yazılıdır. Ömrünü doldurunca canlı ölür ve diğer canlılar onun bedenini parçalayarak tekrar toprağa iade ederler. Bu suretle döngü sürüp gider.
Bundan maksat yeryüzünü canlı için daha uygun yaşayacak hâle getirmektir. Sonra bu canlılar milyon yıllar içinde evrimleşe evrimleşe sonunda insan var edildi. Ondan sonra evrimleşme durdu. Onun yerine şimdi insan uygarlaşıyor.
Haydan meyyiti çıkarmaktadır, cansızı çıkarmaktadır. Ne var ki cansızlar daha kolay yeni cansızlara malzeme olmaktadırlar. Böylece yeryüzü gittikçe canlılaşmaktadır. İnsanların katkısı ile bu canlılaşma tamamlanacaktır. Çöller sulanıp yeşillenecek, Antartika sera hâline gelecektir. Bu olay burada bitmeyecek, insanlar göğe giderek orada da canlılığı yayacaklardır. Hazreti Nuh peygamberin gemisi orada ortaya çıkacaktır. Gökyüzüne sonunda bütün canlı türleri taşınacaktır. Orada anlatılan hikâye bize göğe nasıl gideceğimizi öğretmek içindir.
وَمَنْ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ
(Va MaN YuDabBiRu eLEaMRa)
“Ve emri kim tedbir eder”
“Tedbir” Türkçede kullanılan manasındadır, gelecekte olması gerekenleri şimdiden yapmak demektir. “Tedvir” kelimesine akrabadır. Tedvirde tam döngü vardır. Tedbirde ise geri dönme yerine ilerisine yönelik faaliyet göstermedir.
Kâinat da bir döngüdür; doğmuştur, gelişmektedir, yaşlanıp ölecektir. Ne var ki bu bir döngüdür. Sonbaharda buğday ekilir. Buğday çimlenir, köklenir, sonra soğuk gelir, buğday yapraklarını kaybeder. Sonra ilkbaharda canlanır ve artık sonuna kadar yaşar.
Dünya insan için sonbahar çimlenmesidir. Asıl hayat ve büyüme orada olacaktır. Allah Kâinatı insan için var etti ama topluluk içinde eğitmektedir. Topluluk bir okuldan ibarettir. İnsanlar öğrencidir. 33 yaşlarına kadar ders alırlar. 33 ile 66 arasında imtihan olurlar yani uygularlar, son yıllarını da öğretmenlikle geçirirler.
Her döngüde insanlık biraz daha uygarlaşır, dünyada daha çok insanın yaşaması zeminini hazırlar.
فَسَيَقُولُونَ اللَّهُ
(FaSaYaQUvLUNa elLAvHu)
“Allah’tır diyecekler”
Emri tedbir ettiği için bir gün gelecek onlara Allah bu gerçeği anlatacaktır.
Nitekim insanlar son çeyrek yüzyıldaki keşifler ve sosyalizmin yıkılması ile Tanrı’nın varlığını, her şeye kadir olduğunu, bizden çok çok ilim bildiğini öğrenecekler ve kabul edeceklerdir.
Kur’an’ın bu söylediği gerçekleşmiştir. Tarihte şirk edenler olmuş ama Tanrı’yı inkâr eden olmamıştır. Bu inkâr furyası ancak 19 ve 20. asrın hezeyanı idi. Bundan sonra bu tür saçmalıkları iddia eden kimse olamayacaktır. Türkiye’de CHP’nin Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesi ile o cephenin çöktüğü açıkça görülmektedir.
فَقُلْ
(FaQuL)
“Öyleyse söyle”
Madem ki itiraf ettiler, madem ki hakkı kabul ettiler, artık vakit kaybetmeden hemen söyle. Çünkü biraz sonra alışacaklar, duymayacaklar; şimdi ise kararsız durumdalar.
Biz bunu nasıl söyleyeceğiz?
Akevler’in bu husustaki projesi hazırdır. Yüz adet yüz lojmanlı işyeri binaları yapılacaktır. Bunların üst bodrumlarında belli ülkelerin malları “mala-mal market” esasına göre satılacaktır. Her katta başka dil konuşan halk yerleştirilecek. Böylece bin dil üniversitesini kurmuş olacağız. Buraya ailece geleceklerdir. Üst bodrumdaki katta kendi ülkelerinin mallarını satacaklar, buradaki malları o ülkelere göndereceklerdir. Böylece kendi hayati ihtiyaçlarını böyle gidereceklerdir. Bunlar Arapçayı öğrenecekler ve kendi dillerine çevirecekler, kendi dillerinden de Arapçaya çeviriler yapacaklardır. Bunlar on senede yeterli birikim de yapacaklar ve memleketlerine hem bilgi hem de tesis sermayesi ile dönecekler, orada “Yüz Lojmanlı İşyeri” yapısını yapacak ve o yapıya Türkçe öğrenmek isteyenler gelecek ve bodrum katlarında Türk mallarını takas yoluyla satacaklardır.
İşte bu organizasyon sayesinde buradaki “Qul” emrini yerine getirmiş olacağız.
Şimdi içimizden biri çıkmalı, ‘ben “Bin Dil Ünversitesi”ni kuruyorum’ demeli ve Akevler’den destek istemelidir. Başarma işi bize ait değildir. Biz başlarız, elimizden geleni yaparız. Sonuç bize değil O’na aittir.
أَفَلَا تَتَّقُونَ
(EaFaLAv TatTaQUvNa)
“İttika etmeyecek misiniz?”
Evet, onlara “Bin Dil Üniversitesi” yoluyla diyeceğiz ki…
İşte, bakınız, bizim “Mala-Mal Market” çalışıyor. Siz de Allah’ın varlığı yanında her şeyi yaptığını gördünüz, artık ittika edin, kendi şeriatınızı oluşturun ve insanlık barış içinde varlığını devam ettirsin.
Faizden vazgeçin, ekseriyet sisteminden vazgeçin...
İlim, din, iktisat ve siyaset birbirine hükmetmesin; birlikte hareket edip ilim yasaları yapsın, din insanları eğitip denetim yapsın, ekonomi üretsin, siyaset de bölüştürsün...
“Adil, Kur’an Düzeni” kurulsun...
Bugün kapitalistler sermayeyi, sosyalistler siyaseti, karmacılar da her ikisini hâkim kılmaktadırlar. Artık bu tahakküm ve sömürü sistemi sona ersin. Çoklu sistemde isteyen özgürlük içinde istediği yerini alsın...
فَذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ (32)
(Fa ÜAvLıKuMu elLAvHu RabBuKuM elXaqQu Fa MAvÜAv BaGDa elXaqQı ilLa elWaLAvLu FaEanNAv TuÖRaFUvNa)
“İşte hak olan rabbiniz Allah budur. Haktan sonra yalnız dalalet vardır.
Nereye sarf olunuyorsunuz?”
“Bunu yapan kimdir, bunu yapan kimdir, bunu yapan kimdir?” sorularından sonra, siz dediniz ki; “Allah’tır”. İşte o Allah sizin rabbinizdir.
Emirleri tedbir eden, işleri yapan kimse O’dur.
Sizi de sizin topluluğunuzu da oluşturan O’dur.
Hayatı düzenleyen O’dur.
En önemlisi, uygarlaştıran O’dur.
Bundan evvelki dönemde “faiz” işe yaramış olabilir; “ekseriyet sistemi” geçici olarak işe yaramış olabilir ama uygarlaşma vardır, onlardan daha iyisi gelecektir. Faizli işçilik sistemi yerine “kredileşmeli ortaklık sistemi”, ekseriyet sistemi yerine “hakemlerin denetiminde ortak vekil sistemi” gelecektir. Ekseriyet demokrasisi yerine “hicret demokrasisi” gelecektir. Bütün diğerleri hep sahtedir. Avrupa Birliği, Amerikan doları sahte mabutlardır. Hakiki rabbiniz Kâinatı var edip sizi buraya koyandır. Siz Allah’a inanıyorsunuz, Kur’an’a inanıyorsunuz da nasıl oluyor da sahte mabutların peşinde koşuyorsunuz?
1960’da ihtilal olmuş, Demokrat Parti’yi iktidardan indirmişlerdi. Biz CHP’ye kan kusuyorduk. Beni, Demokrat Partili olmadığım halde görevimden attılar. Askerler İzmir’de iş verdiler de oraya gittim.
Orada ikinci devre Milletvekili Remzi Güres vardı. Bizim DP taraftarı olduğumuzu görünce bu âyeti okudu; Haktan sonra yalnız dalalet vardır. DP hak değildi ama ehveni şerdi.
Hayır!
Kur’an açıkça diyor ki; ehveni şer yoktur.
Onun başka bir sözü daha vardı. İzmir Gümüldür’de yeni bir bahçe ve plaj için deniz kenarında toplanmıştık. Bize dedi ki; bu konu cumhurbaşkanı olma konusundan daha önemlidir. İhtida oradan değil buradan yapılır. Bana bu sözler etki etmiştir. Akevler’i bu sözlerin etkisi ile kurduk.
Doç./Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu, Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’nin başkanı oldu. Daha sonra yeğeni Abdullah Gül de cumhurbaşkanı oldu. Yirmi sene sonra, otuz sene sonra Ahmet Satoğlu ve kurduğu kooperatif bütün akademisyenlerin ağzında olacak, Akevler “Adil Düzen”i getirmiş olacak. Ama kimse yeğenden bahsetmeyecektir.
Evet, ben Gül’e teklif ettim; Kooperatif kur ve üç dönem/zedeleri topla ve senin dayın tarafından başlanan Akevler’den daha ilerisini kur ve cumhurbaşkanlığından yüz defa daha iyi olan bir işi yap diye tavsiyede bulundum.
Gül’ün yakını, Milletvekili ve Profesör Mehmet Tekelioğlu;
‘Cumhurbaşkanı kooperatif başkanı olur mu’ demiş!
Evet, bu âyetin manasını bu kardeşimize duyuramamışız demektir.
Haktan sonra yalnız dalalet vardır.
Evet, ben yine partili kardeşlerime öneriyorum. AK Parti hak değildir. O halde BDP/HDP’den ve CHP’den hiçbir farkı yoktur. Yıllarca faaliyet içinde hakkı aradınız, şimdi artık hakka gelin. Gelin Akevler’e katılın. Hak içinde yer alın.
“Nereye sarf olunmak” demek, değişmek, oraya gitmek, oraya atlamak demektir. Hak varken nasıl oluyor da hakkı terk edip başka yere, AK Parti’ye, Avrupa Birliği’ne gidersiniz? Siz ki Allah’a inanmış ve ‘İşte hak olan rabbiniz Allah budur’ diyen kimselersiniz.
Âyeti herkes bir defa daha okusun.
فَذَلِكُمُ اللَّهُ
(Fa ÜAvLıKuMu elLAvHu)
“İşte bu Allah’tır”
Haktan sonra yalnız dalalet vardır.
Madem ki haktan başka yalnız dalalet vardır... Madem ki Kur’an Allah’ın sözüdür. Madem ki hak olan kitap odur... O halde bu Allah sizin de rabbinizdir.
Zamire “o” işaret sıfatı getirilmez, onun için “Allah” kelimesi tekrar edilmiştir.
Bir de bu rahmettir.
‘Bu adam bir şeyler soruyor, dün gelen bu adamdır’ dersiniz. Burada da sizin rabbiniz olan Allah budur diyor. İşte bu Allah’tır. Yani bu Allah’tır, başkası Allah değildir anlamı verilebilir. Yahut bu Allah sizin Allah’tır dediğiniz Allah rabbinizdir manasında olabilir.
رَبُّكُمُ
(RabBuKuM)
“Rabbinizdir”
“Rabbiniz” kelimesi “Allahu”nun haberi olabilir yahut “Allah”ın sıfatı da olabilir. Hangi şekilde anlarsak anlayalım, doğru ifadedir. Rabbimizdir. Bizi terbiye etmektedir, evrimleştirmektedir.
Arabayı süren arabayı tamir etmez.
Başbakan Davutoğlu arabayı sürüyor. Onun bu araba üzerinde herhangi yeni bir şey yapması mümkün değildir. Kısmen cumhurbaşkanı yapabilir.
Ama asıl yapmakla mükellef olanlar üç dönem dolayısıyla pasif hâle gelenlerdir; ama onlar büyük kimselerdir, bu kadar basit işlere tenezzül edemezler. (!)
Bu büyük iş yine bizim gibi küçük garibanlara bırakılmıştır.
Allah’a karşı sorumluluğumuzu idrak edip Allah’a hamd ederek işimize devam edeceğiz...
الْحَقُّ
(elXaqQu)
“Hak”
Gerçek olan rabbiniz O’dur. ABD değildir. AB değildir. AK Parti değildir. Yalnız ve yalnız O’dur. Cemaat da değildir. Herkes tevbe edip Kur’an düzenine gelmelidir. Cari sistemde ancak paralelleri yetiştirebiliyorsunuz. Gülen ve arkadaşları bunu idrak etmelidirler. Gülen’in yaptığı yanlıştır. Gemi terk edilmeyecek. Belki birlikte hicret edilecektir. Tek başına ayrılıp AK Parti’ye katılmak bir dalaletten başka dalalete gitmektir.
Bazı Millî Görüşçüler de Gülenciler de ta ilk yıllarda Akevler’den koptular.
Sebebini biliyor musunuz?
Biz, mevcut dalalet düzeninde Hak aranmaz demiştik. İkisi (Cemaat ve AKP) de mevcut düzende sorunların çözüleceğini iddia ettiler ve ayrıldılar. Büyüdüler, büyüdüler, büyüdüler ama sorunları çözemediler. Hizmet verdiler ama sorunları çözemediler.
Onlara düşen tevbe edip “Adil Kur’an Düzeni”ne gelmektir.
Akevler, Ruhu’l-Kur’an çalışmaları ile “Kur’an düzeni” üzerinde araştırmalar yapmaya devam ediyor. Akevler Dergisi ile “Kur’an düzeni” üzerinde çalışanları bir araya getiriyor. “Adil Kur’an Düzeni”ne göre sözleşmeler hazırlayıp bakanlıklarla uzlaşıp geçiriyor, araştırmacı müçtehitlerin yetişmesi için harcamalar yaparak denemelere devam ediyor. Akevler Kur’an yolundadır. Sizi de davet eder; bize değil Kur’an yoluna davet eder...
Siz de bana deyin ki; biz de Kur’an yolunda şu şu adımları attık...
فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ
(Fa MAvÜAv BaGDa elXaqQı)
“Haktan sonra nedir?”
Evet, hakiki rabbiniz, kâinatı ve sizi var eden rabbiniz Allah’tır.
Cari sistemin yolları, barajları, hastahaneleri, okulları, yargılama sarayları, hapishaneleri nedir?
Sadece bâtıldır. İstanbul kanalı bâtıldır. Beş yüz bin dairelik siteler bâtıldır. Çünkü cari sistemin apartmanlarıdır. Yarın insanlar o apartmanlarda oturmayacaklar.
Çünkü yüz lojmanlı apartmanlarında işlerinin başında oturacaklar. Yabancılara ülkemizde yer vereceğiz, her devlet kendi sitesini kendisi kuracaktır. Sermayenin sömürü gücü bittiği için üretim yapmayan, halkı soyan işletmeler olamayacaktır. Haksız kazançlar olamayacaktır. Sosyalistlerin dedikleri olacak ama bu kanla/savaşla değil, Kur’an’ın nuru ile olacaktır. “Adil Kur’an Düzeni”nde enginler olacak ama zenginler sınıfı olamayacak.
إِلَّا الضَّلَالُ
(ilLa elWaLAvLu)
“Sadece dalalet”
Evet, “Adil Kur’an Düzeni”ne göre yapılmayan her şey boştur, dalalettir.
Durmadan borçlanarak yatırım yapılıyor... Halk tarlasını, dükkânını bırakıp inşaata yani doların peşine koşuyor... On sene sonra inşaat bitecek, parası var ama iş yok hâle gelecek, halkımız işsizlik sebebiyle nefesini başka ülkelerde alacak... Burada, kendi ülkesinde, hiç olmazsa çocukları ezan sesi duyuyordu, yarın onu da duyamayacaklar...
Bu gerçekleri AK Partililere duyurma gücümüz maalesef yoktur. Ayrıca, Allah böyle istediği için onlar dilsiz, sağır ve kör oluyorlar. Son olarak bir maden ocağı kazasında 18 vatandaşımızı daha kaybettik diye servetler harcanıyor. Tüm halkımız, tüm neslimiz dalalet içinde boğuluyor, adalet yani adil bir düzen için bir kuruş ayrılmıyor. İslâmiyet için çalışan Cemaat da sermaye ile işbirliği yaparak devletine saldırıyor...
Biz bu yazılarımızda hep AK Parti’yi eleştiriyoruz ama oyumuzu ona veriyoruz, çünkü devletimizin zarar görmesini istemiyoruz.
Bir genel müdürün evinde dört milyon dolar bulundu diye devletimizi yıkacağız! Kaldı ki kanunen bir kimsenin evinde dört milyonun bulunması suç değildir. Ev yalnız erkeğin değil ki; şeran kadınındır. Eğer bir kimsenin parası kaybolmamışsa, katil yoksa, nasıl ceza vereceksiniz? Yolsuzluk yaptı diyorsanız, önce yolsuzluğu ortaya koyun, sonra o yolsuzlukla ilgili suçluyu arayın.
Mevcut düzen baştan sonuna kadar bozulmuştur. Bunu düzeltecek tek kaynak vardır. O tek kaynağı biliyorsunuz; artık istisnasız herkes onun üzerinde araştırmaya başlamalıdır.
فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
(FaEanNAv TuÖRaFUvNa)
“Nereye sarf olunuyorsunuz?”
“Sarim” (Sad harfi ile) toplanıp yığılmış meyve, “Serm” meyve veya ekin toplamak demektir. “Sarafe” bir şeyi başka bir şeye çevirmektir. Akevler Lügati’nde “sarf” böyle tanımlanıyor. Demek ki kimin sepetine gidiyorsunuz demek olur. Nereye gidip onlara katılıyorsunuz anlamındadır.
Evet, “Adil Düzen”den ayrılıp, Kur’an’dan ayrılıp nereye?!
Hem “Allah” diyorsunuz, hem de yolunuzu dalalet tarafına çeviriyorsunuz!
Durup bunlara bağırmamız gerekir: Hey, nereye gidiyorsunuz?!.
Bunu yapabilmemiz için önce biz kendimiz Kur’an’ı öğrenmeye başlayacağız... Her akşam toplanıp iki saat “Kur’an üzerinde çalışmamız” gerekir... Sonra “örnek işletmelerimizi” kurmamız gerekir... Dergimiz olmalı, yayın organımız olmalı... Yüksek sesle bağırmalıyız...
Ben yazılarımı yazarım, bir daha okumam, aleyhine de yazsalar bile cevap vermekle uğraşmam. Benim adımla yayımlananlar bile benim değildir. Kimileri düzeltiyor, kimileri değiştiriyor. Ben karışmıyorum. Bana göre başkalarının yazılarını değiştirmek ahlâksızlığın en büyüğüdür, yalan söylemedir, iftiradır...
Bu sebepledir ki;
“Hey, nereye gidiyorsunuz?!.”
Diye bağıracağımız ses aygıtımız yoktur.
Yakında olacak ve bağıracağız, inşaallah...
كَذَلِكَ حَقَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ فَسَقُوا أَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (33)
(KaÜaLıKa XaqQaT KaliMaTu RabBıKa GaLay elLaÜIyNa FaSaQUv EanNaHuM LAv YuEMiNUvNa)
“Böylece Rabbinin kelimesi fasık olanlar üzerinde hak oldu, onlar iman etmezler.”
İttika, şeriat sınırları içinde kalmadır; özgür olmak ama şeriat içinde özgür olmadır.
Bir bardağa çay koyarsınız, kısa zaman sonrasında şeker molekülleri özgürlüklerini kullanır ve bütün bardağa yayılırlar ama camı/bardağı delip dışarıya çıkamadıkları gibi havaya da yükselemezler. Bunlar bardak içinde istediği yeri devrederler. Bardak içinde özgürdürler.
İnsanlar da şeriat içinde özgürdürler. Bardağı çatlatıp üstümüzü ıslatan çay gibi; şeriatın sınırlarını çatlatıp dışarıya taşan insanlar fasıktırlar.
Bugün insanlık fısk içindedir.
Boşanma zorluğu getirilmiş, kadını koruyacağız diye erkek ezilmiştir! Evlenenler bin pişman, evlenmeyenler evlenme hasreti içinde! Dini nikâh suç, ikinci kadın ile evlenmek suç, ama zina yapmak serbest, zinanın aleyhine konuşmak bile suç!
Bundan daha büyük fısk olur mu?
Bugün vergi kaçırmayan firma var mı?
O halde herkes fısk içinde.
Bugün mal alıp faturayı tam olarak alan var mı?
Bir kereste 5*10=50 diye satılıyor, ama 8*4=32 olarak veriliyor!
Bu yapılan fısk değil mi?
Bugün rüşvetsiz ihale var mı?
Eskiden bakanlar ve müdürler alıyordu, şimdi onlar almıyor, kâtip ve kapıcılar alıyor!
Bunlar fasık değil mi?
İşte bu fıska rıza gösterip devam edenlerin Allah’a inanmaları mümkün değildir.
Evet, onlar “Allah’tır” diyorlar; biliyorlar ama inanmıyorlar!
Şeytan da böyle değil midir; Allah’ı biliyordu ama iman etmedi.
O halde iman edenler kimlerdir, iman nedir?
İman etmek demek, malını ve canını O’nun için vermek demektir. Ben zarar edeceğim diye vergi kaçırmayı meşru görmek iman değildir. Milletvekilliği ve bakanlıktan olacağım diye meclisten zinayı takdis eden ceza kanununu geçirmek iman değildir…
Bütün bunları zaman kazanmak için yapabilirsiniz ama gecenizi-gündüzünüze katarak “Adil Kur’an Düzeni”nin gelmesi için çalışmalısınız... Bu amaçla çalışanlarla bir olmalısınız... İşte o zaman Allah sizlere hidayet eder, hak yolunu bulursunuz...
Kur’an’ın bu âyetlerini okuyunca kendime dönüyorum da cennetin kapısını zor görüyorum. Allah’ın bana verdiği ilim nimetinin şükrünü eda edebiliyor muyum diye korkuyorum. Maalesef, zaman zaman birilerine kızıp çalışmalarımı gevşetiyorum. “Müçtehid Yetişme Merkezi”ndeki çalışmalarımızı bu yıl sonunda sona erdirmek düşüncesindeyim. Suçu sizlere atıp rahat etmeye niyetim var ama korkuyorum…
Herkesi Allah’a giden yolda bana yardıma çağırıyorum; birbirimizle yardımlaşalım...
كَذَلِكَ
(KaÜaLıKa)
“Böylece”
“Hey, nereye gidiyorsunuz?!.” diye bağıracağınız kimseler için diyor ki; siz onları çağırın, bağırın ama onlar duymayacak ve yollarına devam edeceklerdir.
Uygarlaşmanın kuralı budur. Yenilikçiler gelir, insanları gericilikten ve tutuculuktan vazgeçirip daha ileri ve daha uygar yere gelmelerini ister ama herkes direnir. Nasıl doğada sürtünme kuvveti varsa, toplulukta da sürtünme kuvveti, atalet kuvveti vardır. Direnir, hareket etmek istemez. Yenilikçiler cihat yaparlar ve yenerler veya yenilirler.
Osmanlılar Tanzimat’la ilericilik yapmak istediler. Batılıları taklit edersek ileri gideceğiz zannettiler ve yıkıldılar. Mustafa Kemal geldi, inkılâplar devam etti. Astı, kesti ve tamam dedi, inkılâbı yaptım dedi, ‘artık muasır medeniyetin fevkine çıkacağız’ dedi.
Çıktı mı?
Aradan yüz sene geçecek, muasır medeniyetin fevkine değil, kapının eşiğine bile gelemedi. Günümüzde hâlâ o eşikleri aşındıranlara şaşmamak mümkün mü?
Türkiye üç asırdır Batılılaşıyor; makrodan Batılılaşıyor ama Batılılaşamıyor. Halk direniyor... Batı direniyor...
AK Parti bizim için Allah’ın nimetidir, çünkü zulüm görmeden yolumuza devam ediyoruz ama AK Parti kendisi uçuruma gidiyor. TRT bir gün olsun “Adil Düzen”i anlatan Akevler Ekibini televizyona çıkardı mı? AK Parti’nin milyara yaklaşan paralar verdiği gazeteler vardır. Birileri çağırıp bu nedir, bu “Adil Kur’an Düzeni” nedir dedi mi?!.
حَقَّتْ
(XaqQaT)
“Hak oldu”
Gerçekleşti, sözü doğru çıktı.
Bir plan yaparsınız ve uygularsınız. Gerçekleşmiş olur. Proje hakikat olur.
Bir rüya görürsünüz, gerçek çıkar. Bir sözleşme yaparsınız, o da gerçek olur.
Allah’ın da takdiri gerçekleşti.
Bize bir söz geldiği zaman hemen reddetmemeliyiz. Üzerinde araştırma yapıp doğru veya yanlış olduğunu tetkik ettikten sonra reddetmeli veya kabul etmeliyiz. Bize bir öneri geldiği zaman hemen olmaz dememeliyiz. Düşündükten sonra bizim için imkânsız ise reddedebiliriz. Allah diyor ki; iyilikte yardımlaşın. Bunu emrediyor. O halde teklif edilen iş iyi ise bizim de imkânımız varsa, onu kabul etmek bize farzdır. Teklif edene bakmaksızın iyi işlerde yardımlaşmada olmak müminlere farzdır.
Biz Akevler olarak kırk sene Millî Görüş’ü ve Gülen Cemaati’ni destekledik. Onlar çoğunlukla bizden kaçtılar. Onlar hiç olmazsa bizimle görüşüyorlardı; AK Partililer görüşmüyorlar bile! Bu olanları akılla izah edemezsiniz, ancak takdir-i ilâhi ile izah edebilirsiniz. Herkes bir şey almak için görüşür, devletin bir şeyini kendisine aktarmak için görüşür. Biz ise Akevler olarak devletten bir kuruş yardım almadık. Hep vermek için çalıştık. Görüşmeleri de almak için değil, vermek için yapıyoruz. Ama hayır! Geriye doğru bakmıyorlar.
“Hey, nereye gidiyorsunuz?!.”
Sesimizi duyup duymadıklarını bile bilmiyoruz!
كَلِمَةُ رَبِّكَ
(KaLiMaTu RabBıKa)
“Rabbinin kelimesi”
“Kelim” çoğul kabul edilir, kelime kelimin tekili olarak alınabilir. Biz ise “Kelim”i tekil kabul ediyoruz. “Kelime”yi ise “Kelim”in çoğulu olarak alıyoruz. Kur’an’daki kullanılış şekillerine başka türlü mana veremiyoruz. Gramer bakımından ikisi de doğrudur.
“Kelime” bir tek cümle değil, birçok cümle demektir. Bir kanundur. Bir metindir. Bir projedir. Tamamlanmış projedir.
Rabbinin kelimesi gerçekleşsin diye demek, Rabbinin yaptığı plan ve proje uygulansın diye demektir. III. binyıl uygarlığı gelecek, “Adil Düzen” uygulanacak ama muhalifleri olacak ki eksiklikleri tamamlansın ve gerçek olan “Adil Düzen” kelimesi gelsin. Birinci Akevler uygulaması eğer muvaffak olup Anadolu’yu sarsaydı, yanlışları birkaç asır değiştiremezdik. Büyümediği içindir ki şimdi çalışıyoruz ve daha iyisini hazırlıyoruz...
عَلَى الَّذِينَ فَسَقُوا
(GaLay elLaÜIyNa FaSaQUv)
“Fısk etmiş olan kimselerin üzerine”
Burada marife gelmiştir. Bunlar bugüne kadar akdedilen sosyalist, kapitalist, karma sistemlerin sahibi olan güçler ile bunların arkasında koşanlardır. Uygarlığın temelini sömürü, ahlâksızlık, dinsizlik ve kan üzerine oturtmuşlardır.
Yalan mı söylüyorum?
İtiraz edin de tartışalım, hatamız varsa düzeltelim...
Bunlar fısk değil iyi şeylerdir diyebilirsiniz; onu da tartışalım...
Bunlar doğrudur ve/ya kötüdür diyen kardeşlerimize arkadan bağırıyoruz;
“Hey, nereye gidiyorsunuz?!.”
Allah bu Kâinatı yarattı, hiçbir yerde eksik bir şey bırakmadı.
Tarihte de böyle günler geldi ve geçti. Rabbin kelimeleri tamamlanmış olup zafere ermiş, fasık olanlar kendi fıskları içinde boğulmuşlardır.
أَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (33)
(EanNaHuM LAv YuEMiNUvNa)
“Onlar iman etmezler.”
Onlara güvenip bir adım atmamalıyız.
Biz Rabbimize güvenip elimizden geleni yapacağız.
Sonuç bize değil O’na aittir.
Ve diyebiliriz ki; Vakıflar Bankası’nı bunlar faizsiz banka hâline getirmeyecekler...
Ama Allah “Adil Kur’an Düzeni”ni getirecektir...