YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1352 Okunma
55 VE 58.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-19

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ أَلَا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (55) هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (56) يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ (57) قُلْ بِفَضْلِ اللَّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ (58)

 

***

 

أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ أَلَا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (55)

(EaLAv EinNa LilLAvHı MAv Fı elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı EaLAv EinNa VaGWa elLAvHı XaqQun VaLAvKinNa EaKÇaRaHuM LAy YaGLaMUvNa)

“Evet, semavat ve arzda olanlar Allah’ındır. Evet, Allah’ın va’di haktır. Onların ekserisi ilmetmezler.”

Bundan önceki âyetlerde zulmedenlere gelecek ağır günlerden bahsetmişti. Bunu iki uyarı “değil mi” anlamındaki “Elâ” ile ifade etmektedir. Gerçi lügatçiler buna “ey insan, dinle, anla” anlamında manalandırıyorlar. Ancak kelimenin yapısı “değil mi” anlamındadır.

Ne diyorsunuz siz, böyle değil mi?

Bu Kâinatta Allah’tan başka kimsenin bir ortaklığı var mıdır?

Yapısını incelediğimizde bir başka yerden bir şey aldığı görülüyor mu?

13,7 milyar yıl önce bir bilye kadar iken, bugün dev bir Kâinat olmuştur. Çapı 13,7 milyar ışık yılı olmuştur. Bu kadar büyük ve bu kadar uzun zaman oluşan olaylar ne içindir? Sizin içindir. Siz olmasanız bu dağlar, bu sular neye yarayacak, kimin için akacak?

Allah size bu imkânları verdi, bu görevleri verdi.

Sonra yine sizin için size imkânlar hazırladı, onları neden kötü kullanıyorsunuz?

“Elâ”dan sonra “İllâ” gelmiştir. “Elâ” zaten uyarıcı bir kelimedir. Te’kidden “İnne” de gelmiştir. Hiçbir tereddüt ve itiraz edilmez durumdur. Kâinat elektron ve pozitron denilen iki parçacıktan oluşmuştur. Bu parçacığın yükü vardır, bu parçacığın kitlesi vardır, değişmemektedir. Hepsi aynı büyüklüktedirler.

Yüz kişiye emir verseniz, bana ormandan bir çalı getir deseniz, yüz çalı gelse ve yüzünün çapı aynı olsa, yüzünün uzunluğu aynı olsa, ne dersiniz? Bunlar ormandan değil de birisinden aldı dersiniz. İşte, Kâinatı dolduran bu zerrelerin hepsi birbirinin aynıdır. Başka bir söze hacet kalmadan dersiniz ki; bu parçacıklar bir kimsenin eseridir.

Biraz daha ileri gidelim.

Bu parçacıklarda hiçbir değişiklik yapılmadan şartların değişmesi ile hepsi aynı özellikleri alıyorlar. Şartlarla parçacıklar arasında da tam uyum vardır. Yani parçacıklar aynı fabrikada üretildiği gibi parçacıkların konaklayacağı yerler de aynı.

Hâsılı, bugünkü ilimler kesin olarak göstermiştir ki tüm varlıkları var eden tek güçtür, tüm bu varlıkları bir düzene koyan da bir tanedir.

Bu kadar uzun yılların içinde, çok küçük ve kısa zaman içinde yaratılıp yaşatılan varlık; sen ey insan, sensin. O Kâinatı senin için yarattı. Milyar milyar milyar yıldızlardan gelen ışığı tahlil ederek öğreniyoruz ki bizde ne varsa tüm Kâinatta o vardır. Hepsi elektron ve pozitrondan var edilmişlerdir. O halde orada da burada olan canlılar vardır, insanlar vardır. Çünkü aynı madde kullanılıyor, aynı özelliklere sahip.

Kâinatta ne varsa hepsi O’nundur, Allah’ındır. O size bir şey vaad ediyor. Öldükten sonra dirilecek ve cennete gideceksiniz veya cehenneme gideceksiniz. Nerde vaad ediyor? İşte bu kitapta vaad ediyor; geçmiş kitaplarda da vaad etti.

Âhirette dirilmemiz hak olduğu gibi bu dünyaya “Adil Düzen” gelmesi de haktır, O’nun vaadidir. Allah nurunu tamamlayacaktır.

Kur’an’ı okuduğumuzda, onun düzenini kavrayınca, insanlığın ondan ne kadar uzak olduğunu görürüz. Bugün anayasalarda kabul edilen temel kurallar vardır. İnsanlık savaşa savaşa sözde de olsa Kur’an’ın getirdiği gerçeklere gelmek istemektedir.

1- Merkezi yönetimler yerine yerinden yönetim. Kişilerin başkaları tarafından yönetilmesi yerine kişilerin kendi kendilerini yönetmesi. Buna “demokrasi” diyorlar. İnsanlık bugün demokrasiyi benimsemiştir. Ne var ki ulaşabildikleri en yüksek seviye “ekseriyet demokrasisi”dir.  Bir fazla kimsenin kararı güya doğru bir şeydir. Onun oyunu da ya para ile ya da silahla sağlıyorlar, buna da “demokrasi” demektedirler.

Hâlbuki Kur’an’ın getirdiği “içtihat sistemi”dir, “icma sistemi”dir, ekseriyet demokrasisi yerine “hicret demokrasisi”dir. Bir apartmanı düşünün, bir de beş yaşında bir çocuğun kâğıtta çizdiği apartman resmini düşünün. Aralarındaki fark ondan fazladır.

Bu düzen “kanun” değil, “şeriat düzeni”dir.

2- Onlar ekseriyet sistemi içinde lâikiz diyorlar. Madem insanlar ekseriyetin kararlarına uyacaklardır, ondan sonra herkes kendi inancı ve anlayışı içinde farklı olarak nasıl yaşayacaktır? Dinsizleşerek lâik olacak! Öyle değil, herkes kendi dinini bırakarak ekseriyetin her gün değişen yaz-boz tahtasına uyacak, böyle lâik olacak!

Oysa Kur’an yalnız dinde değil, düzende de zorlamayı kaldırmıştır. Kişi “kendi içtihadı” ile yaşayacak, “kendilerinin sözleşmeleri” ile birlikte yaşayacaklar. Kendilerinin kuracağı topluluk içinde yaşayacak. Kendi seçtiği hakemlerin kararlarına uyacak.

Bunun adı “barış”tır, “İslâm”dır.

3- Onlarda adalet halkı kuvvetliye itaat ettirmedir. Kim zenginse, kim silahlıysa, o kanunları yapacaktır, o hâkimleri atayacaktır, o ordusunu oluşturacaktır. Ülkede güvenlik sağlayacaktır. Hapishanelerde terörist yetiştirmeyi adalet kabul ediyorlar.

Oysa İslâmiyet’te “şeriat” vardır, “kanunlar” yoktur. Halk kendi kurallarını kendisi koyar. Uymayanlar hakemlere giderler. Kendi seçtikleri hakemlerin kararlarına halk kendi rızalarıyla uyar, tutuklanmaz, yakalanmaz, gözaltına alınmaz. 

Bu “Adil Düzen”dir.

4- Sonunda sermayeye yükledikleri sosyal yükümlülük ile güya sosyal güvenliği sağlayacakladır.

Oysa Kur’an Yeryüzü’nü tüm insanlığa temlik etmiş, herkesin doğada kira hakkı vardır. Çalışmayanlar veya çalışamayanlar o haklardan yararlanarak yaşarlar. Yeryüzü kira payı ile topluluk yaşar. Her gün değişen vergi nisbetleri yoktur, değişmez anayasa maddeleri ile çalışmayan ve/ya çalışamayanların hakları üretimden pay olarak ayrılmaktadır.

Ben daha önce “İslâmiyet’te demokrasi ve lâiklik vardır” diyordum.

Şimdi diyorum ki; “Demokrasi ve lâiklik, liberallik ve sosyallik yalnız İslâmiyet’te vardır.” Aksini iddia eden biri çıkıp ağzını açabilir mi; açıyor, açabiliyor mu? Türkçede bir atasözü vardır; Güneş balçıkla sıvanamaz. Siz istediğiniz kadar küfre devam edin.

Küfrü anlamak eskiden zordu. Şimdi kolay tarif edebiliriz: İslâmiyet’i anlatanları susturmaya çalışmak, onları söyletmemek, onlara kulak vermemek küfürdür. Bugün basın böyledir, bugün yayın böyledir, bugün üniversiteler böyledir, bugün dinler böyledir; hepsi küfür içindedirler. Güneş’i balçıkla sıvıyorlar. Başarıyorlar mı? Görünürde başarıyorlar. Gerçekte ise Adil Düzen Çalışanlarının daha çok çalışmalarına vesile oluyorlar.

أَلَا

(Ea Lav)

“Değil mi?”

Hayvanlar sadece yaşadıkları günü görürler, en çok diyelim ki kendi hayatlarını hatırlarlar. Bugün hayvanlar psikolojisi üzerinde yapılan ilmî çalışmalar yeterli olmamaktadır. Ruhları var mıdır; varsa, ne derecede ruhları vardır ve hafızaları ne kadardır? Bilgimiz yoktur.

Ne var ki mesela karıncaların, DNA’ları keşfedip atalarının üç milyon yıl önce yaratıldıklarından haberleri yoktur.

İnsan ise yalnız kendisinin değil, yalnız insanlığın değil, tüm Kâinatın ve canlıların geçmişlerini bilmekte, gelecekleri hakkında yeterli bilgi edinebilmektedir.

Bugün atomların yapısı ile ışık arasındaki ilişkiyi çok iyi bilmekteyiz. En uzaktan gelen ışıkları tahlil ederek hem uzak yerlerin özelliklerini bilebiliyoruz hem de tarihlerini bilebiliyoruz. Çünkü bize gelen ışık bizden çok önce var edilip bize ulaşmıştır. Şimdi Allah bize diyor ki; siz ne diyorsunuz? Yerde ve gökte olanlar Allah’ın değil midir? Müsbet ilimden haberli olan herkes evet diyecek, yer ve göklerde ne varsa Allah’ındır.

إِنَّ لِلَّهِ

(EinNa LilLAvHı)

“Allah’ındır”

“İnne” getirilerek tereddüt edenlere, başkaları varmış gibi düşünenlere hatırlatma yapıyor. Eskiden yer ve gökte olanları tasavvur ettikleri ikinci tanrıları ortak ediyorlardı. Şimdiki insan kendi nefsini Allah’a ortak etmektedir. Kendileri kanunlar yapıp Kâinatı düzelteceklerini sanmaktadırlar. Lâikliği dini özgürlük değil de tanrı tanımazlık şeklinde anlamaktadırlar. Eskiler Allah’a bir şeyler bırakıyor, O’na ortaklar buluyorlardı. Şimdikilerin hayâsızlığı, yüzsüzlüğü, edepsizliği ve ahmaklığı onlardan çok daha ileridir; Tanrı yoktur, Kâinat onlarındır, istedikleri gibi tasarruf edebilirler! Bizim Tanrı’ya ibadet etmemiz gerekmez, onlara ibadet edelim yeter! Yani eski müşrikler bunlardan çok insaflı idiler. Hep bize demiyorlardı, bölüşelim diyorlardı. İşte bunları uyarmak için burada “İnne” gelmiştir.

“Lillâhi”deki “Lam” temlik içindir. İki türlü mülkiyet vardır. Biri meta mülkiyetidir. Onu siz yapmışsınız, emek vermişsiniz, edinmişsiniz, ondan yararlanma hakkınız da sizin. Diğeri ise onu siz yapmadınız, onu işleten sizsiniz. Sizin de ondan yararlanma hakkınız vardır. Allah yer ve göklerin hem meta mülkiyetine hem kıyam mülkiyetine sahiptir.

Önce Kâinatı var etti, bu altı yevmde düzenlendi. Sonra bu Kâinatın sakinlerini yarattı; melekler, ruhlar, cinler ve insanlar. Onları yerleştirip onlara kiraya verdi, onu imar etme karşılığı kiradadırlar. Yaşarlar, imar ederler ve yeni nesle devrederler.

Hayvanlar ve bitkiler de benzer işler yaparlar.

مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ

(MAv Fı elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı)

“Semavat ve arzda olanlar”

“Semavat” “Sema”nın kurallı dişi çoğuludur. Birbirini tamamlayan tabakalardan oluşmaktadır. Yağmur tabakası suların buharlaşmasını önler, hava tabakası yağmur tabakasının dağılmasını önler, elektrikli tabaka havanın dağılmasını önler, Güneş enerjisini orada tutar. Ay da Dünya’nın kendi etrafında dönüşünü ayarlar. Güneş Yeryüzü’nün ısısını dengede tutar. Görülüyor ki semalar iç içe ama her biri birbirini tamamlamaktadır. Bunun için dişi kurallı çoğulla ifade edilmiştir.

“Arz” harfi tarifle getirilmiştir, marifedir. Yeryüzü kastedilir. Göklerde pek çok arzlar vardır. Bunlar sema gibi değiller. Her biri kendi içinde varlığını sürdürür.

Buradaki “Lam” ahd için ise bizim Kâinatımız kastedilmiştir, istiğrak için ise tüm Kâinattaki Yeryüzü kastedilmiştir.

“Semavat ve arz” tabiri Kur’an’da bir deyimdir. Bizim yaşadığımız üç boyutlu uzayın adıdır. Üç boyutlu uzayda hareket ancak dört boyutlu uzayda mümkündür. Kâinatımızda hareket var, o halde dört boyutlu uzay vardır. Kur’an’da buna “kürsi” denmektedir. Üç boyutlu uzayda tercihli hareketin olabilmesi için beş boyutlu uzaya ihtiyaç vardır. Biz insanlar tercihli hareket yapabiliyoruz. O halde âlem beş boyutludur. Kur’an buna “arş” diyor.

Bizim üç boyutlu uzay içinde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bunlar derece derecedir.

a) Işık ve kuantumlar, elektron ve pozitron.

b) Atomlar ve moleküller.

c) Canlılar, hayvanlar ve bitkiler.

d) İnsanlar. Bilinçli ve iradeli varlıklar.

Bunların hepsinin maliki Allah’tır.

أَلَا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ

(EaLAv EinNa VaGWa elLAvHı)

“Allah’ın vaadi”

Allah Kur’an’da iki şey vaad etmektedir. Biri bu dünyadaki vaadidir, bu vaad “Kur’an düzeni”dir. Kendisi buna “nur” demektedir. “İslâm düzeni” gelecektir. İnsanlık “Kur’an düzeni”ne kavuşacaktır. Hicret demokrasisi gelecektir. Zorlamadan, barış içinde birlikte yaşama düzeni yani lâik düzen gelecektir. Herkes kendi işinde veya ortak olduğu işinde özgürce çalışacak, işçilik işkencesinden kurtulacaktır. Kimse yaşamak için çalışmayacak, çalışmak için yaşayacaktır. Herkesin yaşaması toplulukça garanti edilecektir.

İşte bu vaad dünyevi vaattir, gerçekleşecektir.

İnsanlar “Adil Düzen”in geleceğine inanmıyorlar; Akevler’deki Adil Düzen Çalışanları bile Adil Düzen”in geleceğine inanmıyorlar. Hazreti Nuh gemi yaparken ne ile karşılaşmışsa biz de bugün “Adil Düzen” çalışmalarında aynı şeylerle karşılaşıyoruz. Gemiye binmiyorlar. Gemi tamamlanmaktadır, sosyal tufan yakındır, gelin buna binin diyoruz...

Allah’ın ikinci vaadi ise âhiretteki vaadidir. Bu kısa dünya, bu elemli ve sıkıntılı dünya o büyük Kâinatın hazırlık safhasıdır. Kimse bu vaad ile ilgilenmiyor. Öğrenciler sınıf geçmek için uğraşıyorlar ama cenneti kazanmak için kimse uğraşmıyor, aklına bile getirmiyor. Bu sebeple burada “İnne” gelmiştir.

حَقٌّ

(XaqQun)

“Haktır”

İnsan beyninde Kâinatın haritası çizilir. Bu harita canlıdır. Yani dışarıda değişme olunca beyindeki haritada değişme olur. İnsan beyni birtakım projeler üretir, onu uygular. Bu Allah için de böyledir, takdir etmiştir, şimdi takdirini kaza etmektedir.

Beyindeki harita ile dışarıdaki varlıklar uyuyorsa o zaman o harita haktır. Diyelim ki ikinci köprü varsa bu bilgi haktır. Bizim beynimiz ile dışarıdaki olaylar arasında hatalar olabilir, yalanlar olabilir ama Allah’ın takdiri ile kazası arasında herhangi bir farklılık olmaz. Bu sebeple Allah’ın vaadi haktır.

İster “Adil Düzen gelecektir” vaadi olsun, ister “âhirette cennet veya cehennem içinde olacağız” vaatleri haktır, ikisi de gerçekleşecektir.

وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ

(VaLAvKinNa EaKÇaRaHuM)

“Velâkin onların ekserisi”

“Lâkin ekseriniz” denmiyor, “onların ekserisi” deniyor.

“Adil Düzen”e inanmayanların, Kur’an’ın vaatlerine inanmayanların çoğu, vaadin hak olduğunu bilmiyorlar. İnsanlık hep Allah’ın vaadinin hak olduğuna bir türlü ilmen ulaşamayacaktır. Kıyamete kadar insanlar hep reyb içinde olacaklardır.

İstiklâl Savaşı’nı düşünün, o gün zafere kimse inanmamaktadır. Sevr’i imzalamaktadırlar. Oysa eğer Türkiye’nin “Adil Düzen”i getirmekle yükümlü olduğunu bilselerdi, cumhuriyet onlara vaad edilmiş olacaktı.

1960’larda biz İslâmî dirilişe geçtiğimizde, bizim ne ekonomide ne de siyasette başarılı olacağınıza kimseler inanamıyordu. Biz ise Allah’ın vaadi olarak gördük, bize düşen görevi yapalım dedik, sonuç bize değil O’na aittir dedik.

Bugün de aynı durumdayız. Adil Düzen Çalışanları, emri ilâhidir diye bu işleri yapıyorlar. Yoksa “Adil Düzen”in geleceğinden kimse ümitli değildir. Onun için de dört elle değil de serçe parmağı ile çalışma vardır.

لَا يَعْلَمُونَ (55)

(LAy YaGLaMUvNa)

“Bilmeyecekler.”

“Lâ” ile gelen fiil-i muzari geleceği haber verir; şimdi bilmiyorlar, gelecekte de bilemeyeceklerdir demektir. “Lâ”da süreklilik yoktur. “Len” gelirse süreklilik olur. Yani hiçbir suretle bilemeyecekler manasında olur. Gelecekte de onların ekserisi vaad edilenlerin olacağına bir türlü inanmayacaklardır.

Allah’ın vaatleri ufuklara benzer. Bakarsınız, ufuk gördüğünüz sırttadır, oraya varırsanız dünyanın kenarına varacaksınız sanırsınız. Oraya vardığınızda yeni ufuk çıkar ve bitmez. Allah’ın vaatleri böyledir. Biri gerçekleşir, arkasından başkası çıkar. Geçmişe bakıldığı zaman hep vaad edilenlerin gerçekleştikleri görülür ama geleceğe baktığımızda insan bir türlü olacağına inanamıyor.

Benim gibi siz de içinizden bu nasıl olacak diye reybe düşebilirsiniz ama bu sizi gevşetmemeli, bu sizi çalışmaktan alıkoymamalıdır. Bilakis ‘daha çok çalışmamız gerekir’ deyip cihada başlamalıyız. “Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarını” kurmak için hemen işe başlamalıyız. “Ahşap Evler İmalatına” hemen başlamalıyız. “Yüz Villalı Dinlenme Evleri Sitelerinin” inşaatına başlamalıyız. “Kooperatifleri faaliyete geçirmeğe” koyulmalıyız...

Sabah yakındır.

Emin olmalıyız.

“Allah” kelimesi burada iade edilmiş, “Va’deHu” denmemiştir. Çünkü vaad ikinci dönemde yani Allah’ın arşa istiva etmesinden sonra gerçekleşen bir şeydir. Oysa mâlik olma istiva olmadan önce başlar. Birincisinde mutlak mâliktir. İkincisinde ise yararlanma haklarını Allah topluluklara ve kendi halifesi olan insanlara bırakmıştır. Bu sebeple “Allah” kelimesi iade edilmiştir.

هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (56)

(HuVa YuXYIy Va YuMIyTu Va EiLaYHı TuRCaGUvNa)

“O ihya eder ve imate eder ve ona rücu olunursunuz.”

Burada vaadi açıklıyor. O ihya eder ve imate eder. Sizi bu dünyaya O getirmiştir. Bu dünya düzenini O kurmuştur. Bu dünyayı iyiler ile kötüler arasında yarış dünyası yapmıştır. İyiler iyilik yapmak isteyince kötüler saldıracak, iyiler kötülere galip gelecek, böylece insanlık gelişecek. Bu ihyadır. Bu ihya dünyasıdır.

Kâinat 13,7 milyar yıldan beri ihya hâlindedir. Yeryüzünde canlılar 3 milyar yıldır ihya hâlindedir. İnsan 60 bin yıldır ihya hâlindedir. Uygarlıklar da 5000 senedir ihya hâlindedir. Buradaki “Yuhyî” bu ihyaları ifade etmektedir.

Sonra “imateler” de var. Biri “ihya” edilirken diğeri “imate” edilmektedir. Bir canlı diğer canlıyı yemekte, kendisi yeni canlı üretmektedir. Topluluklar ve uygarlıklar da böyledir. Biri ölmekte, başkası dirilmektedir.

Bu dünyadaki ihya ve imate kanunu kıyamete kadar devam etmektedir. Yapılan ana vaad budur. Uygarlık doğar, gelişir, yaşlanır ve başka uygarlık onu ortadan kaldırır. Sonra yeni uygarlık doğar ve böylece uygarlaşma sürüp gider.

Canlılarda bu türler arasında olmuştur.

İnsanlarda uygarlık şeklinde olmaktadır.

Mezopotamya uygarlığı doğmuş, sonra Mısır uygarlığı onu ortadan kaldırmış, yerine İbrani uygarlığı doğmuştur. Sonra Yunan uygarlığı onu ortadan kaldırmış, yerine Hıristiyanlık uygarlığı doğmuştur. Hıristiyanlığı Roma uygarlığı ortadan kaldırmış, yerine İslâm uygarlığı doğmuştur. Birinci Kur’an uygarlığını Batılılar ortadan kaldırmış, şimdi ikinci Kur’an uygarlığı yani Adil Düzen uygarlığı doğmaktadır. Böylece ihya ve imate sürüp gitmektedir.

Kıyamette dirileceğiz ve O’na rücu edeceğiz. Bu rücu en çok tartışılan konudur. Onlar rücu edecektir denmiyor, siz rücu edeceksiniz.

Tasavvufçulara göre insan Allah’tan bir ruhtur. O’nun kendisidir. O’ndan kopmuş ve uzaklaşmışız. Sonunda O’na döneceğiz. Denizden çıkan buhar gibiyiz, sonunda yine oraya dönüp yok olacağız.

Şeriatçılara göre “ruhumdan nefh ettim”deki “Min” teb’iz için değil izafet içindir. Bana ait olan, benim var ettiğim ruhtan nefh ettim. Onda başkasının bir payı yoktur. Sadece insanın Allah’ın vasıflarını basit bir şekilde taşımış olması sebebiyle bile onun için kendisine izafe ediyor. Ona benim özelliklerime benzerlerini verdim demektir. Bunlar O’na dönüş demek, dünyaya gelmeden önceki duruma geri dönme demektir. 

Genç yaşta oğlunuzu tahsile gönderirsiniz. Mezun olduğunda döner ve size katılır. Bu rücudur. Allah insanları dünyaya gönderdi, kendisi doğrudan görüşmüyor. Âhirette ise doğrudan artık Allah’la görüşecek seviyeye çıkacağız. Bunun ne anlama geldiğini burada bilmemiz mümkün değildir. Buradaki “rücu edeceksiniz” dendiğinde cennet ve cehennem ehli olarak ayırmadan söylenmektedir. Âhirette Allah doğrudan bizimle görüşecektir.

“Ve” ile atfedilmektedir. Bu rücu ihya ve imateden sonra anlamında da değildir. Ölüp dirilmede hep Allah’a yaklaşılmaktadır. İnsanlar uygarlaşmakta ve daha çok Allah’ın halifesi olma yeteneğine ulaşmaktadır. Dolayısıyla bu dünya hayatında biz hep Allah’a rücu etmekteyiz. Bugün bu semineri okumakla O’na biraz daha yaklaşmış olmaktayız.

هُوَ

HuVa

“O”

Buradaki “O” zamiri “Va’dellah”daki Allah’tır. O vaad eden Allah ihya ve imate etmektedir. Vaatler hep ihya ve imateden gelmektedir. Yani “Adil Düzen” vaadi bir ihyadır, II. Kur’an uygarlığının ihyasıdır.

Birinci Kur’an uygarlığı gelmiş ve insanlığı bugünkü seviyeye çıkarmıştır. İnsanlığın 1500 sene içinde yaptığı hamle, diğer uygarlıklarla yaptığı hamlelerden kat kat üstündür. Bugün ulaştığımız Avrupa uygarlığı da Kur’an uygarlığının devamıdır.

2000 yılında birinci Kur’an uygarlığı sona ermiş, ikinci Kur’an uygarlığı başlamıştır.

Hıristiyanlık da ömrünü 1000 yıllarında doldurmuştur. Batı uygarlığı artık Hıristiyanlıkla değil İslâmiyet ile gelişmeye başlamıştır. Bundan 500 sene evvel bugünkü uygarlık doğmuş, bugün yani çağımızda çökmeye başlamıştır.

Öldüren ve dirilten Allah, uygarlaştıran Allah’tır.

Ölüm yok olmayı değil, daha yüksek hayatın ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

يُحْيِي

(YuXYIy)

“İhya eder”

“Hay” yılan demektir. Yılan kış uykusuna yatar. Kış uykusuna yatan yılanın adı “meyyit”tir. “İhya etmek” demek canlandırmak demektir. Yazın yeşillenen bitkiler sonbaharda kururlar, yaz gelince yeniden yeşerirler. Bu “ihya”dır. Kurumak ise “imate”dir.

Bitkilerdeki ihya ve imate kanunları topluluklarda da caridir.

Şimdi ikinci Kur’an uygarlığının ortaya çıkış zamanıdır.

Biz yeni bir şey söylemiyoruz. Her bin yılda bir doğuda yeni Hak uygarlığı doğar. Bu yeni uygarlığın başlangıcı hicri takvim değil miladi takvimdir. Bugün ikinci Kur’an uygarlığının doğma zamanıdır. Bu uygarlığı kuracak olanlar ilim adamları olacaktır. Bu husus 1400 sene evvel Kur’an’da ve Sünnet’te bildirilmiştir, 1400 sene sonra gerçekleşmektedir.

Kıyamet günü dirilmesi de bu dünyadaki dirilmeye benzer.

Daha yüksek hayat için ölmekteyiz.

وَيُمِيتُ

(Va YuMIyTu)

“Ve imate eder”

Yaşlılar ölmezse gençler nerede yaşayacaklar. Bu dünya hayatı böyle kurulmuş, denge bunun üzerine oturmuştur; doğum ve ölüm dünyası.

Topluluklar da kurulur ve yaşar, sonra yok olurlar ama uygarlığa bir şey katarak yok olurlar. Beş bin sene önce yazı yoktu. Dolayısıyla ondan önceki hayatı bilmiyoruz. Ondan sonraki uygarlıkları takip ediyoruz.

Bugün uygarlaşma tamamlanmıştır. Şöyle ki, başlangıçta insanlar ayrı ayrı yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Zamanla aralarında işbölümü yaparak bugünkü hayata doğru ilerlemişlerdir. Bugün artık kimse kendi ürettiğini tüketmiyor. Bu sebepledir ki insanlıkta bundan sonra yeni sistem yerine mevcut sistemde ilerleme olacaktır.

وَإِلَيْهِ

(VaEiLaYHı)

“Ve O’na”

Buradaki “O” zamiri nereye gidiyor? Vaad edene gidiyor. Vaad eden O’na döneceğimizi de vaad ediyor.

Bu dönüşü bu dünyada anlarsak, Kur’an nizamına sonunda ulaşmış olacağız. Kur’an nizamına dönme O’na dönmedir. Birinci Kur’an uygarlığı, Kur’an uygarlığına doğru atılan adımdır. İkinci Kur’an uygarlığı daha fazla atılacak bir adım olacaktır. Her bin yılda bir Kur’an uygarlığına daha da yaklaşılacaktır.

Kur’an’ın son aşaması kıyamet günü olacaktır.

İnsan cennet ve cehennem hayatını burada görmüş olacaktır.

Âhiret hayatını yalnız insanlar değil melekler de öğrenmiş olacaklardır.

تُرْجَعُونَ (56)

(TuRCaGUvNa)

“İrca edileceksiniz.”

“İrca olunacaksınız” yani siz rücu edeceksiniz değil siz irca olunacaksınız.

Biz bu dünyaya kendimiz gelmedik, Allah’ın takdiri ile geldik. Bir daha dirilirken de biz kendi isteğimizle dirilmiyoruz. Allah imate ediyor ve Allah ihya ediyor.

Dünyadaki gelişme böyle olduğu gibi âhiretteki gelişme de böyle olacaktır.

“Adil Düzen”i biz getirmeyeceğiz. Biz varız ama yapan O’dur, getiren O’dur. Bizim işimiz çalışmadır, sonrası bize değil O’na aittir.

يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ (57)

(YAv EayYuHav elNAvSu QaD CAvEaTKuM MaVGıJaTun MiN RabBıKuM Va ŞıFAvEun LiMAv FIy eLÖuDUvRi Va HuDan VaRaXMaTün LieL MüEMiNIyNa)

“Ey nâs, rabbinizden size bir mev’ize ve sadırdakilere şifa olan hidayet ve müminlere rahmet ciet etmiştir.”

“O’na rücu edeceksiniz” diyerek muhatapların bütün insanlar olduğunu teyiden “Ey nâs” diye başlamaktadır. Kur’an’ın diğer kitaplardan farklı olarak ilâhi kitap olduğunu kanıtlamaktadır. Diğer kitapların ilâhi kitap oldukları peygamberlerin mucizeleri ile ortaya çıkıyordu. Kur’an ise her asırda mucize olsun diye anlattıkları şeylerin yanında hep kendisinin ilâhi söz olduğunu belirlemektedir.

Medine sûrelerinde daha çok “Ey iman edenler” kelimeleri, Mekke sûrelerinde ise “Ey nâs” kelimeleri geçer. Mekke sûreleri davet sûreleridir, insanları Kur’an’a inandırma sûreleridir, bu sebeple müminlere değil insanlara hitap etmektedir. Bu sûrede “Nâs” kelimesi geçmektedir. Bize şimdi yani şu anda Kur’an’ı anlatmaktadır.

Kur’an’ın dört vasfından bahsedilmektedir;

MEV’IZA, ŞİFA, HİDAYET ve RAHMET.

İnsanda dört meleke vardır;

FİKİR, HİS, İRADE ve ÜNSİYET.

Bu dört melekenin oluşturduğu dört araç vardır;

LİSAN, LEVN (güzel sanat), SANAT ve HUKUK.

Bunlar da;

İLİM, DİN, İKTİSAT ve SİYASET kurumlarını oluştururlar.

FİKİR, yanlıştan doğruyu ayırır.

HİS, iyiden kötüyü ayırır.

İRADE, yararlıdan zararlıyı ayırır.

ÜNSİYET, zulmü adaletten ayırır.

Burada ilk ikisi kavlîdir, son ikisi ise fikrîdir. Vazediyorsunuz, ona bilgi veriyorsunuz. Söylediklerinizi anlıyor, bilen hâline geliyor. Ama bu yetmiyor. Ona karşı beyinde birtakım tereddütler vardır. Bir türlü ikna olmuyor, biliyor ama benimseyemiyor.

Onun beynindeki şüpheleri nasıl gidereceksiniz?

Onu tedavi edeceksiniz. Ona ilaçlar vereceksiniz. İşte Kur’an bunu vermektedir. Yani insana doğruyu öğrettiği gibi Kur’an doğruyu sevdirmekte, onu benimsetmektedir, insandaki hastalıkları gidermektedir.

Öğrendi, benimsedi, sonra da onu yapmayı öğretti. Nasıl yapılacağını gösterdi ve yaptırdı. Ondan sonra müminlere rahmet olmaktadır. Müminler o sayede rahmete ulaşmaktadır. Kur’an mümin olanlara rahmet olmaktadır.

Nimet maddî imkânlardır, rahmet manevi imkânlardır.

Kur’an yalnız müminlere gelmemiştir, bütün nâsa gelmiştir. Herkese mev’izedir. Herkesin beynine şifadır. Herkese hidayettir. Ama yalnız müminlere rahmettir. Mümin olmayanlar da onlardan yararlanırlar. Yani Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmasalar da ondan yararlanırlar ama onlara rahmet olmaz. Rahmet yalnız müminleredir.

Bu şekilde manalandırabildiğimiz “Lam” harfi müminlere mev’ıza olmak şeklinde de anlaşılabilir. Yani Kur’an tüm insanlara gelmiştir ama yalnız müminlere rahmettir.

Lâik düşünceli insanlar olduğunu düşünelim. Bunlar Kur’an’a Allah sözü olarak inanmıyorlar ama Kur’an da bir kitaptır. O halde neden ondan yararlanmayalım deyip onu tetkik ederler. İslâmiyet bunu emretmiştir, her söze kulak vermemizi istemiştir. Batılılar bu usulümüzü kabul etmişler ve yeryüzündeki bütün uygarlıkları incelemeye başlamışlardır. Bu arada Kur’an’ı da incelemeye başlamış, Kur’an’ın yorum ve tefsirlerine katılmışlardır. Batı bunlardan yararlanmış ki bu sayede bugünkü uygarlık doğmuştur.

Kur’an yalnız müminlere değil tüm insanlığa yararlı olmuştur.

Burada müminler tahsis edilmiştir.

يَاأَيُّهَا النَّاسُ

(YAv EayYuHav elNAvSu)

“Ey nâs…”

Tek hücreli canlılar vardır. Bunlar ikiye ayrılırlar; çekirdekli ve kromozomlu hücreler, çekirdeksiz ve kromozomsuz hücreler. Bunların dışında hücrelerin bir araya gelmesi ile oluşturulan canlılar vardır. Bu hücrelerin toplamı değildir, hücrelerden oluşan yeni bir varlıktır. Nasıl tuğla ve fayans bir araya gelirse yapı olmazsa, yapı olması için özel bir projeye göre dizilmeleri gerekiyorsa, canlılar için de durum böyledir.

Çok hücreli canlılar da ikiye ayrılırlar, bitkiler ve hayvanlar. Bitkiler magnezyum taşırlar ve özümleme yaparlar. Hayvanlar demir taşırlar ve hareketlidirler. Hayvanlarda sinir sistemi vardır. Bitkilerde sinir sistemi yoktur. Hayvanlar da iki koldan gelişmişlerdir. Biri kalbi olan hayvanlardır. Bunlarda kan damarlar vasıtası ile hücrelere gider ve tekrar kalbe döner. Böcekler grubunda ise kalb yoktur. Hava hücrelere kadar gider. Kalbi olan hayvanların aynı zamanda omurgaları ve beyinleri vardır. Bunlar da beş sınıftır; balıklar, kurbağalar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler yani doğurganlar. Bunlar da takımlara ayrılırlar. Seçkin bir takım vardır. Bunlara primatlar denmektedir. Birinciler anlamındadır. Beyinleri büyüktür. İki gruba ayrılırlar; maymunlar ve insanlar. Maymunlar dört takımdır; şempanze, goril, orangutan ve gibon. İnsan ise bir takımdır.

Tarihte Neandentral tipi bir insan takımı var olmuştur. Homo sapiens denen bugünkü insan 23 çift kromozoma sahiptir. 60 bin seneden beri yeryüzünde vardır ve çoğalmaktadır. Bunun diğer hayvanlardan ayrılığı uygarlaşma kabiliyetinin olmasıdır. Konuşur, resim yapar, doğuştan bilmediği alet üretir, topluluklar oluşturur. Anne rahmine yapıştığı andan itibaren kişiliği başlar, mirasın taksimi ile sona erer. Çocuklar babalarına vâris olurlar. Aile ocakları vardır, onu sürdürürler.

Kur’an’da “Ey nâs” dendiği zaman bunlara hitap edilmektedir. Hitap kişilerden her birine ayrı ayrıdır.

قَدْ جَاءَتْكُمْ

(QaD CAvEaTKuM)

“Şimdi size gelmiştir”

İnsanlık devam etmektedir. Ne var ki insanların ömrü yüz yıldan fazla değildir. Ortalama ömür 50 yıla kadar düşmektedir. Sürekli olarak yaşlılar ölmekte, onların yerine yeniler yani yeni nesiller gelmektedir.

Kur’an’dan önce her yeni nesle yeni peygamber ve yeni kitap gelirdi. Kur’an’dan sonra artık yeni kitap gelmeyecek ama o eski kitap yeniden inzal olacaktır. Başta “Qad” kelimesinin söylenmesinin sebebi budur. Her okuduğumuzda Kur’an yeniden bize nâzil olmaktadır. Matematik formülleri gibi yere ve zamana göre Kur’an’daki kelimeler mana taşırlar. “Ciet etmek” bir yönden değil de değişik yönlerden gelmektir. Kur’an’ı bize Cebrail değil de atalarımız öğretmişlerdir. Değişik kanallardan bize gelmiştir. Manası da içtihatla ortaya çıkmaktadır. Bu sebepledir ki “Etâ” denmemiş de “Câe” denmiştir.

“Beni Âdem” dendiği zaman tüm insanlık kastedilir, Hazreti Âdem’den kıyamete kadar tüm halk kastedilir. “Nâs” dediğimiz zaman ise bugün yaşayan insanlar kastedilmektedir. Bizim görevimiz Kur’an’ı tüm insanlara ulaştırmadır. Ruhu’l-Kur’an Çalışmaları bunu hedeflemektedir. Arapça kelimeyi diğer dillere kelime kelime çevirmeye çalışmalıyız ama ayrıca o dilde her kelimeyi kavratmalıyız.

Bugün “Ruhu’l-Kur’an”ın temeli atılmıştır. Gelecekte bu büyük bir hazine olacaktır. Kur’an Arapçası bin dile de tercüme edilir hâle gelecektir. Gerek kurallar gerekse lügat bütün dillere aktarılacaktır. Başka bir şey daha olacaktır; başka dillerde mevcut olup Arapçada mevcut olmayan kurallar da Arapçada yazılabilecektir.

Bir örnek vereyim.

Gürcü dilinde fiillerin başına harfler gelir ve fiilin yönünü gösterirler.

A = yukarı  

Ça = aşağı  

Ga = dışarı  

Şa = içeri  

Tza = uzaklaşma  

Da = yandan inme  

Mo = bu tarafa  

Mi = öbür tarafa

Arapçada buna karşı harfler yoktur. Bununla beraber yönü gösteren harfler vardır. “Min, İlâ, An, Alâ”. Bu harflere okunmayan harfleri ekleyerek yazı dilinde o dilin özelliklerini de Arapçada ifade edebiliriz.

Böylece dünyadaki bütün diller Arapçaya çevrilecektir.

İşte o zaman Kur’an bütün insanlara ulaşmış olacaktır. Yani Kur’an’la ilgilenen herkesin elinde kendi dilinde kaynaklar bulunacaktır.

Bunun için “Bin Dil Üniversitesi”nden söz ediyorum.

Şimdi o üniversiteyi kurmadan önce “Ruhu’l-Kur’an Vakfı”nı oluşturmalıyız.

Tüm insanlar çalışmaya başlamalıdırlar…

Üniversiteyi sonra kurarız, önce alın da bunu okuyun deriz.

مَوْعِظَةٌ

(MaVGıJaTun)

“Mev’iza”

Mev’iza akla hitap edecektir. İnsanlara bilgi verecek ve onları aydınlatacaktır. Onlar onun üzerinde düşünmeye başlayacaklardır.

Mev’izada zorlama yoktur. Sadece bilgi aktarmadır. Dinleyen ondan aldığını alır, üstünde düşünür ve uygular. Vaz’ edenin kişiyle herhangi bir özel ilişkisi yoktur. Bizim asıl görevimiz budur; söylemek. Sonra onları kendi hallerine bırakmak...

İnsanlar 33 yaşlarına kadar vazi’leri dinlerler. 66 yaşına kadar vazi’lerin öğrettiklerini değerlendirip uygular ve üretirler. Ondan sonra vaiz veren olaylardır. İslâmiyet’te öğretmenlik mesleği yoktur. Gençlik yıllarında herkes öğrencidir. Olgunluk yaşlarında herkes uygulayıcıdır. Yaşlılıkta herkes öğretmendir. Yani 33 yaşına kadar Kur’an’ı uygulayarak öğrenmeye çalışır. 33-66 yaşları arasında öğrendiklerini uygular. 66 yaşından sonra da torunlarına öğretir. Böylece Kur’an her dönemde insanlara yeniden gelmiş olur.

مِنْ رَبِّكُمْ

(MiN RabBıKuM)

“Rabbinizden”

Bizi var edip yetiştiren Allah, bizi diğer canlılardan farklı yaratmıştır. Uygarlaşan bir topluluğuz. İşte bu uygarlaşmayı sağlayan bir kitap gelmiştir. Kur’an sayesinde insanlık müsbet düşünme melekesini kazandı. Doğu bunu hukukta uyguladı; Batı bu müsbet düşünme metodunu alıp sanayide uyguladı, bu sayede bugünkü uygarlık doğdu.

İşte Kur’an böylece birinci uygarlık hamlesini yaptırdı.

Şimdi “Ruhu’l-Kur’an Çalışmaları” ile ikinci Kur’an uygarlığı ortaya çıkacaktır.

“Ruhu’l-Kur’an”ı Lütfi Hocaoğlu grubu hazırladı. Akevler’in hemen hemen hiçbir katkısı yoktur; ne var ki bu proje Akevler’de hazırlandı. Gülen Cemaatini Fethullah Gülen oluşturdu, Akevler’in bir katkısı yoktur ama Akevler’de oluştu. Millî Görüş’ü Erbakan oluşturdu, Akevler’in bir katkısı yoktur ama Akevler’de oluşturuldu.

Akevler sadece çalışma usulünü ortaya koymaktadır, sonra o usul sayesinde insanlar büyük gelişmeler kaydetmektedirler.

Ruhu’l-Kur’an Çalışmaları da büyük başarılara ulaşacaktır.

Dua ediyorum ki; Gülen Cemaati ve Millî Görüş Cemaati gibi Ruhu’l-Kur’an Cemaati de Akevler’den kopmaz, sermayenin tuzaklarına yakalanmaz.

وَشِفَاءٌ

(Va ŞıFAvEun)

“Ve şifadır”

Bir şeyi öğrenmek yetmez; onu benimsemek gerekir, ona sahip çıkmak gerekir, onu birinci konu yapmak gerekir.

Ben İzmir’e gittiğim zaman Remzi Güres konuşmada hep “birinci konu” derdi; anlayamıyordum. Sonra öğrendim. Günlük yaşamak için gerekli olarak yaptığımız işler vardır, bunlar “ikinci konu”dur. Bir de dünyaya gelmemizin sebebi vardır, o “birinci konu”dur. “Adil Düzen” için çalışmak birinci konudur, Kur’an için çalışmak birinci konudur.

İşte, bir işe giriştiğimiz zaman karşımıza pek çok sıkıntılı günler gelir, zorlu günler gelir, insanda tereddütler ortaya çıkar, yapmak istediklerimizden vazgeçmek isteriz...

İşte o zaman Kur’an insana yetişir, ona devam etmesini emreder. "Sabret, senin sabrın âlemlerin rabbi içindir" âyeti (16/127) her derde şifa değil midir?

Bazı kardeşlerimiz Kur’an seminerlerini takip etmeden “Adil Düzen”e hizmet edeceklerini sanırlar. Bu mümkün değildir. Kur’an’ın şifa ilacını kullanmayı bıraktığınızda sizin hastalığınız artar, beyninizi tedavi edemezsiniz. Mutlaka herkes Kur’an Seminerlerini takip etmelidir. Bizim seminerlerin takibi gerekmez, kendileri kendilerine göre çalışıp takip ederler.

Kur’an’ı takip edenler er geç hidayete ereceklerdir.

لِمَا فِي الصُّدُورِ

(LiMAv FIy ÖuDUvRi)

“Sadırlarda olanlar için”

Sadra şifa değildir, sadırdakilere şifadır.

Sadırlarda olanların aleyhine değil, lehine şifadır.

Bilgisayarınız zamanla virüs alır yahut kendiliğinden takılmalar olur. Onu sağlıklı kullanmanız için formatlamanız gerekmektedir. İnsan beyni de bilgisayardır, ona da virüsler girer, çalışmada aksaklıklar olur, onu da formatlamanız gerekir.

İşte…

Kur’an insan beynini formatlayan bir kitaptır, onu tedavi eder, hastalıklardan kurtarır.

Kur’an bunu nasıl yapar?

Önce Kur’an sesleri ile insan vücudunu titreştirir. Canlıların böyle titreşimlere ihtiyacı vardır. Böcekler durmadan öterek canlıların ihtiyaçları olan titreşimleri karşılarlar. Rüzgâr devamlı olarak bitkileri sallayarak onların sağlıklı büyümelerini sağlar. İnsanların ağlaması bundandır. Tüm topluluklarda türküler ve şarkılar vardır. Müzik yalnız ruhun değil bedenin de gıdasıdır. İnsan vücudu ile rezonansa gelen ahenkli olan sesler şifadır.

Diğer sanatlar insandaki hisleri şiddetlendirirler. Üzüntünüz varsa üzüntünüzü artırırlar. Sevinçli iseniz sevincinizi artırırlar. Üzüntülü iken sevinç müziği sizi rahatsız eder, cinayetler işletebilir. Kur’an bunun tam aksidir, sevinçli iseniz sizin sevincinizi azaltır ve normal insan yapar, üzüntülü iseniz üzüntünüzü azaltır ve sizi teselli eder, böylece müziği ile insanın beynine şifadır. İnsan beyni öyle yaratılmıştır ki Kur’an sesleri ile şifa bulsun.

Yediğiniz bir meyve sizin bünyenize uygunsa gıda olur, değilse zehir olur. Müzik de böyledir. Kur’an insana şifa olacak müziği içermektedir. Bunun dışında manası ile de insandaki şüpheleri, tereddütleri, ümitsizlikleri ve kızgınlıkları tedavi eder.

وَهُدًى

(Va HuDan)

“Ve hidayettir”

“Hidayet” yol göstermek veya götürmek demektir. Fıkhın kaynağıdır. Kur’an bizi selamet diyarına götüren bir kitaptır.

Kur’an’a dayanılarak hazırlanmış olan “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” ile insanlık üçüncü binyıl uygarlığını tedvin edecektir, asrımızın sorunlarını bir bir çözecektir.

Birinci Kur’an uygarlığında bu işi çok iyi başarmış olan Kur’an şimdi de devrededir ve başaracaktır.

وَرَحْمَةٌ

(VaRaXMaTün)

“Ve rahmettir”

“Rahim” çocuğun tek hücreden tüm organları oluncaya kadar içinde kalacağı annedeki yataktır. Her türlü şartlar hazırlanmıştır. Kimsenin bir müdahalesi olmadan çocuk büyümektedir. “Rahmet” bu durumu ifade eder.

Bulunduğumuz çevre ve olaylar bizi ve insanlığı oluşturmaktadır, cenin gibi sosyal ceninleri yetiştirmektedir. Kur’an’ın asıl görevi toplulukları oluşturmadır, yeni topluluklar ve yeni uygarlıklar kurmadır. Bir anne rahmi gibi orada da uygarlıklar oluşur, sonra doğarlar.

İslâmiyet 1000 yıllarına kadar cenin hâlinde Kur’an tarafından oluşturuldu ve 1000’li yıllarda doğup bağımsız uygarlık oldu.

لِلْمُؤْمِنِينَ (57)

(LieL MüEMiNIyNa)

“Müminler için.”

Son cümleyi yazmadan önce müminler için rahmet olmasını anlayamamıştım.

Niye müminlere rahmettir de tüm insanlara değildir. Hâlbuki başka yerlerde âlemlere rahmettir denmişti. Rahmet, uygarlıkları kurmadır.

Uygarlıkları müminler kurarlar, kurulan uygarlıktan tüm insanlık yararlanır.

Uygarlıkları kurmada yani uygarlıkların ceninlik zamanlarında diğer insanların yerleri olmadığı için yalnız müminlere rahmettir, diğerlerine ise sadece hidayettir, çünkü ondan yararlanmaktadırlar.

قُلْ بِفَضْلِ اللَّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ (58)

(QuL Bi FaWLı elLAHı Va BiRTaXMaTıHIy Fa BiÜAvLıKa FaLYaFRaXUv HuVa PaYRun MimMAv YaCMaGUvNa)

“Kavl et, Allah’ın fadlı ve onun rahmetiyle. Bununla ferahlansınlar. O cem ettiklerinden hayırlıdır”

“O hak mıdır diye sual ediyorlar” dendikten sonra; “Evet, o haktır” denmiştir.

Sonra da Kur’an’ın o hakkı gerçekleştireceğini bildirdi.

Benim gençliğimde insanlar hep İslâmiyet’in artık sona erdiğine inanıyorlardı. Ateistler zaten İslâmiyet’in uydurma olduğunu iddia ediyor, zaferyab oldukları için bunu iddia ediyorlardı. Müslümanlar ise kıyametin yaklaştığını söylüyorlardı. Hazreti Peygamber’e istinaden hadis de uydurmuşlardı; 1300 (hicri), onu geçemez, o da 1400’e varmaz!

1400 oldu, 1500 demeye gerek kalmadan ufukta ışık göründü; “Adil Düzen” göründü.

Akevler’in kuruluşu bu bâtıl inancı yıkmak içindi.

Bediüzzaman Kur’an’la ortaya çıktı ve üç yüz sene sonra İslâm düzeninin geleceğini görüyorum dedi... Süleyman Tunahan ortaya çıktı ve medrese ilimlerinin yasaklar asrında alenen çalışmaya devam etti... Prof. Dr. Necmettin Erbakan Gümüş Motor’u kurarak çalışmaya başladı, devamında Millî Görüş Hareketi ile Türkiye’de ve dünyada inkılâplar gerçekleştirdi, kıyameti beklemedi...

Bugün çok büyük mesafeler almış bulunuyoruz. Artık yeryüzünün mağlup zavallı cahil kimseleri değiliz. İnsanlık “Adil Düzen”e doğru seri adımlarla ilerlemektedir. Henüz “Adil Düzen” devreye girmemiştir ama olaylar ona doğru ilerlemektedir.

Bu âyetten önce Kur’an’ın bunu müminlerle başaracağını ifade etmiştir.

Buna karşı insanlar hâlâ tereddüt içindedirler. Hâlâ çocuklarını Amerikalara gönderip ateist olarak yetiştirmeye devam ediyorlar. Hâlâ karşılıksız sahte doların peşindedirler. Hâlâ AK Parti Avrupa’nın fuhuş sokaklarında imdat aramaktadır. Hâlâ Adil Düzen işletmeleri yerine sömürü sermayesinin lütufları içinde yaşama çabasında. Allah’ın altınına değil de şeytanın kâğıdına inanmaya devam ediyor. Yine hâlâ soruyor; bu nasıl olacak!? Allah da bize diyor ki; söyle onlara, bu olacak ve olmaktadır.

Allah’ın fadlı ve rahmeti ile “Adil Düzen” gelecektir.

“Allah’ın fadlı ve rahmeti” denmektedir.

Rahmet başka fadl başkadır. “Müminler için rahmettir” dedikten sonra, “söyle” diyerek “rahmet”e “fadl”ı da ilave etmiştir. Rahmet içinde müminler çalışacak ve “Adil Düzen” gelecektir. Ama bu yetmez, ayrıca Allah müminlerin çalışması söz konusu olmadan da beklenmedik bir fadl gelecektir.

Biz Akevler’de, Millî Görüş’te ve Gülen Cemaati’nde, Tarikatlarda, İlâhiyatlarda çalışmalar yaparak bugünkü dünyayı oluşturduk. Ama beklemediğimiz olaylar da oldu. Sovyetler yıkıldı, bugün Putin iktidarda. ABD’de sermaye bölündü, bu sayede Obama iktidarda. Ordu gerçekleri gördü, yanımızda yer aldı. PKK’lılar bizimle çözüm sürecine girdi. Bunlar bizim çalışmamız değil, Allah’ın fadlı olarak gelmiştir. Önce Allah rahmeti ile bize çalışma zemini hazırladı, sonra da fadlından ikram ederek bugünkü duruma geldik. Bundan sonra da başka bir şey olmayacak, O’nun rahmeti ve fadlı ile “Adil Düzen” gelecektir.

Buradaki “Kul”un muhatabı karşımızda olanlardan ziyade, biz “İslâm düzeni” için çalışanlardır. Akevler, Gülen Cemaati, Millî Görüşçüler, Süleyman Tunahan Cemaati, İlâhiyatçılar, Tarikatlar yani biz müminleriz.

Allah bize diyor ki; siz bunları Allah’ın fadlı ile ve rahmeti ile yaptınız. Kendinizin bir eseri olarak değil de Allah’ın fadlı ve rahmeti ile olduğunu hatırlatıyor. Hamd etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. AK Parti ile Gülen Cemaati’ne bir hatırlatmada bulunmaktadır; “Adil Düzen”le ferahlansınlar. Bunu yapmaları edindikleri servetlerden daha hayırlıdır.

قُلْ

(QuL)

“Söyle”

Kimlere söyle?

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında İslâmiyet için çalışanlara söyle.

Akevler, Millî Görüş, Nur Cemaati, Süleyman Tunahan Cemaati, İlâhiyatçılar, Tarikatçılar; bunlara söyle, söyle...

Önce elde ettiğiniz başarı Allah’ın fadlı ve rahmeti ile olmuştur. Hamd etmelisiniz. Miras kavgasını yapmamalısınız. Birinizin yaptığını diğeri yıkmamalıdır.

بِفَضْلِ اللَّهِ

(Bi FaWLı elLAHı)

“Allah’ın fadlı ile”

“O’nun fadlı” denmemiş de “Allah’ın fadlı” denmiştir.

Buradaki “Allah” âlemlerin rabbi olan Allah’ın halifesi olan insanlıktır. Birlikte olan, beraber çalışandır. Yani siz bunu yani bu çabayı birlikte gösterdiğiniz için başardınız. Ayrı ayrı çalışsaydınız bu imkânlara ulaşamazdınız.

Topluluğun fadlı nedir?

Herkes kendi odasında derse çalışırsa birer kilovat elektrik yakar, sonunda on kişi birer lira ile on lira öder. Ama bunlar bir odada çalışsalar, on kişi bir lira öder.

O halde topluluğun sağladığı bir artık değer vardır. Bu on misli, bazen yüz misli olur.

Girişilen cihadda birlikte olmanın sonunda başarıya ulaşıldı. Bundan sonra da birlikte olursanız başarırsınız demektir. Daha “Adil Düzen” gelmedi. Çatışma mecaliniz yoktur. AK Parti’ye ve Cemaate büyük bir ihtardır bu. Aynı zamanda İzmir Akevler ile İstanbul Akevler de buna yani bu ihtara kulak vermelidir.

وَبِرَحْمَتِهِ

(Va BiRaXMaTıHIy)

“Ve O’nun rahmeti ile”

Burada “Bi” tekrar edilmiştir.

“Rahmet” çalışma şartlarımızdır. “Fadl” ise bizim dışımızdaki oluşmalardır. Bunlar ayrı ayrı oluşmuştur. Siz de çalışmalarınızı yine birlikte yapmakla başardınız. Bir masayı bir kişi kaldıramaz ama dört kişi serçe parmakları ile kaldırabilir. Demek ki cihada birlikte devam etmek zorundasınız. Onlara bunu söyle deniyor.

فَبِذَلِكَ

(Fa BiÜAvLıKa)

“Öyleyse siz bununla”

Buradaki “Bu” İslâmiyet’in yirminci yüzyılın son üçte birinde elde ettiği büyük zaferdir, “Adil Düzen”dir. İkincisi Kur’an uygarlığına doğru gidilen yoldur. Gerçek demokratik, gerçek lâik, gerçek liberal ve gerçek sosyal düzendir; şeriat düzenidir, İslâm düzenidir, Adil Düzen’dir, Hak düzendir, Kur’an düzenidir. Hicret demokrasisi, değişik ırk ve din mensuplarının barış içinde birlikte yaşamaları anlamında lâiklik, tekelleşmemiş serbest piyasa ve yeryüzü kirasının bölüşüldüğü düzen. Buna doğru atılan “Adil Düzen” çalışmaları...

فَلْيَفْرَحُوا

(FaLYaFRaXUv)

“Ferahlansınlar”

Bu cihadı yapan grup olarak biz “Adil Düzen”e doğru adımlar attık, burada katkımız vardır. Allah da bize bunları vermektedir. Bundan dolayı sevinsinler.

Asıl başarıları ve Allah’ın ihsanı budur.

هُوَ خَيْرٌ

(HuVa PaYRun)

“Hayır olan budur”

Çocuklarınıza bırakacağınız en iyi miras iyi topluluktur.

İlim, ahlâk, servet ve iktidar kötü düzende hiçbir işe yaramaz.

Tek hayırlı olan bunları oluşturan ve yaşatan topluluktur.

Arabanız var, benzininiz var, şoförünüz var, yolcunuz var ama yolunuz yoksa onlar ne işe yararlar. “Adil Düzen”in olmadığı yerde her şey boştur, yararlı değil zararlıdır. Hayırlı olan “Adil Düzen”dir. Yani bize gelen mev’ize, şifa, hidayet ve rahmettir. Ve onun fadlıdır.

مِمَّا يَجْمَعُونَ (58)

(MimMAv YaCMaGUvNa)

“Cem ettiklerinden.”

Evet, bu gruplara; Akevler’e, Millî Görüşe, Gülen Cemaati’ne, S. Tunahan mensuplarına, ilâhiyatçılara, tarikatçılara…

Kimler hak yolunda cihat yapmışlarsa, onlar elde ettikleri büyük büyük güçlerle değil, “Adil Düzen”e doğru attıkları adımla ferahlansınlar, Kur’an’la ferahlansınlar.

O varlıklarının hepsinin üstünde olan odur.

Bundan dolayıdır ki Akevler’in yarım asırlık çalışmalarını sadece “Adil Düzen”le değerlendiriyoruz. Borçlu değil, davalar içinde değil; “Adil Düzen” için çalışmaya devam ediyoruz. Bundan dolayı hamd etmeliyiz...

Miras kavgasını yapmamakla Allah’ın rızasına doğru adım attığımızı ümit ediyorum...

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1682 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1495 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2263 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1451 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1305 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1460 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1589 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2222 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1558 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1384 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1385 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1495 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1307 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1286 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1407 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1409 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1260 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1741 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1352 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1378 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1613 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1347 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1379 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2080 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1408 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1358 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1972 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1657 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1381 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1381 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1355 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1271 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1326 Okunma
34-109.AYET
1561 Okunma

© 2024 - Akevler