YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1386 Okunma
26 VE 27.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-9

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

NOT: 21-23. âyetler sehven atlanmıştır, gelecek hafta/larda inşaallah...

 

لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُون(26) وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَا لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(27)

***

لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُون(26)

(Li elLaÜIyNa EaXSaNUv elXuSNAv Ve ZiYaDaTun Va LAv YarHaQu VuCUvHuHuM QaTaRun Va LAv ÜilLaTun EuLAEiKa EaÖXABu elCanNaTi HuM FIyHAv PAvLiDUvNa)

“Hüsna ihsan edenlere bir ziyade vardır, yüzlerini ne katar ne de zillet rahk eder. Onlar cennet ashabıdır, orada haliddirler.”

Allah herkesi selam yurduna davet etmektedir. Selam yurduna icabet edenlere müstakim sıratı göstermektedir. Bu da ihsandır.

İnsanda dört meleke vardır.

His melekesi iyiyi kötüden ayırır.

Fikir melekesi sevabı hatadan ayırır.

İrade melekesi nafı' olanı darr olandan yani faydalıyı zararlıdan ayırır.

Ünsiyet melekesi zulmü adaletten ayırır.

Hüsn ise iyiliktir, kötüyü iyiden ayırır. Varlık yokluktan iyidir. Birlik ayrılıktan iyidir. İktisat israftan iyidir. Salih fasitten iyidir. İşte, iyileri yapmak ihsandır.

Hüsnaya karşılık hüsna vardır. İyilik ettiğin kadar sana da iyilik edilmiş olur. Bir de ziyadesi vardır. İşbölümünde herkes emeğinin karşılığını alır ama büyük verim elde edilir, ziyadesi de vardır. Değiştirilen mallarda değerler verilip alınır ama azalan verim kanununa göre kâr da elde edilir. Onların yüzlerini ne katar ne de zillet kaplar.

Bu üç kelimenin manaları tanımlanmalıdır.

“Rahk” Bira gibi hafif sarımtırak içkidir. Hafif sarhoşluk, düşüncesizlik anlamlarında kullanılmıştır.

Sarıktır. Sarmak anlamındadır. Yokuşa çıkarken virajlar dolanarak çıkıldığı için sarma anlamı kazanmıştır. Yapışkan maddenin bez yüzeyine yapışması anlamına da gelmektedir.

“Zeyl” etek demektir. “Y” “Lam”a dönüşmüş, alçaklık, aşağılık anlamını kazanmıştır.

“Katar” moloz demektir. “Katran” zift demektir.

“Rehl olmak” içine düşmek anlamındadır. Zillete düşmek, bataklığa düşmek, yokuşa koyulmak. İçine girmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmaktır.

Zillet sosyal bataklıktır.

Katar doğal bataklıktır.

Onlar ne toplulukta kötü duruma düşerler ne de hayatta kötü duruma düşerler.

Onların yüzlerine ne fiziki zararlar gelir ne de sosyal zararlar gelir.

Buradaki vech yüzden çok işlerinde yapmak istediklerinde demek olur. Yahut insanın bir nefsi var, bir de vechi var. Nefs, kişisel varlığını ifade eder. Vech ise ekonomik varlığını ifade eder. Mal varlığı beşeri varlıktan farklıdır. Deri ile elbise arasındaki farka benzer.

Onlar cennet ashabıdır. Orada haliddirler. Cennet ashabı deniyor da cennet ehli denmiyor. Kur’an’da ne cennet halkı için ehl diyor, ne de cehennem halkı için ehl diyor. Oysa ehli karye vardır, ashabı karye vardır. Demek ki âhirette ehl yok ashab vardır. Ehli, topluluk oluşturan ve topluluğun ferdi olarak düşünebiliriz. Ashab ise bir arada olan, kişisel ilişkilerle birbirine bağlı olanlar demektir. Demek ki âhiret hayatı birlikte yaşama hayatıdır ama orada ast ve üst yoktur, kimse kimseye emretmemektedir. Herkes birbirine eşittir. Orada haliddirler, ölmeyecekler demektir. Kur’an’da halid diyor, halidine ebeden diyor. Halid, sürekli kalıcıdırlar yani kesintisiz demektir. Ebeden ise sonsuz demektir.

Bir kimse ne kötülük işliyor ne de iyilik işliyor. Bunlarda katar meydana gelir. Bir kişi kötülük işliyorsa onda zillet meydana gelir. İyilik işleyenlerde ne katar ne de zillet meydana gelir.

Bu tasniften anlıyoruz ki insanlar üç gruptur; zillet içinde olanlar, katar içinde olanlar, ne zillet ne de katar içinde olanlar.

Halk oylaması yapılır. İktidar partisini destekleyenler vardır, muhalefet partisini destekleyenler vardır, bir de kararsızlar vardır. Muhalefeti tercih edenler iktidar aşkı ile tutuşmaktadırlar. İktidar partisinde olanlar zafer kazanmanın rahatlığı içindedirler. Kararsızlar ise ya siyasetten uzak dururlar veya o andaki etkilere göre hareket ederler.

Şeker hastalığı gibi hastalıklar vardır. Acı duymazsınız ve farkına varmadan bir gün gelir bir tarafınız çöker. Bu katardır. Bir de acı duyduğunuz hastalık vardır. Sıkıntısını çekmeye devam edersiniz. Bunun gibi toplukta da durum budur. Topluluk içinde öyle sosyal gruplar vardır ki durumdan ne memnun ne de muzdariptirler. Köylüler alışmışlardır. Onu doğal kabul ederler. Oysa durum kötüdür. Topluluk içten içe çökmektedir.

Bugünkü Türkiye katar içindedir.

İktidarda olanlar başarılı yönetim yaptık gafleti içindedirler.

Türkiye’de on iki senede neler olmuştur?

a) Dış borçlar artmıştır.

b) Köyler boşalmıştır, tarım arazilerimiz ekilmemektedir.

c) Halktaki din/düzen uğruna cihad duyguları azalmıştır. Dün başlarını açmamak için işlerini terk ediyor, milletvekili bile olmaktan vazgeçiyorlardı. Bugün onların çocukları tam serbestlik içinde mezarlıklara giderken başlarını istemeye istemeye örtünüyorlar.

d) Bürokratik engeller insanları isyana vardıracak duruma getirmiştir.

Ama bütün bunlardan şikâyet eden yoktur. İktidar partisine aferin diyor, onun oyunu artırıyor. Kötü tarafı, katar tarafı, iktidarda olanlar da bu durumu sorun bile kabul etmiyorlar; çok memnunlar; 2023’e kadar iktidarda kalma planları içindedirler!

İhsan edenler ise bu durumları hissederler, kendileri bu durumlara çözüm ararlar.

Adil Düzen Çalışanları dış borçları nasıl dengeleyeceklerinin çözümü içinde olmalıdırlar. Köylerin boşalmasını nasıl durduracağız, halkın imanını nasıl yeniden harekete geçirmeliyiz, bürokratik engelleri nasıl aşacağız? Bunlara karşı alınacak tedbirler üzerinde dururlar. Başkalarını değiştirmeden önce kendilerini değiştirirler, kendi sorunlarını çözerler. Bu da ihsan ile olur. Yani karşılık bekleyerek iş yapma yerine karşılık beklemeden iş yapmadır. Yani sen Ahmet’e iş yaparken ondan bir şey beklemiyorsun ama başkaları da sana iyilik yaparken senden bir şey beklemiyor. İhsan edenlere başkalarından ihsan gelir.

لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا

(Li elLaÜIyNa EaXSaNUv)

“İhsan edenler için...”

Filmlerde görüyoruz. Birine birisi bir şey soruyor. O da avucunu açarak elini uzatıyor. Soran avucuna bir para koyuyor, o da cevabını veriyor. İşte bunlar katar içindedirler.

Ülkemizde ise siz birisine bir şey sorduğunuz zaman sizden hiçbir şey beklemeden yalnız ihsan olsun diye cevabını verir. Sonra o da başkasına sorduğu zaman ona bir şey ödemeden cevabını alır.

Karl Marx komünizmi tarif ederken şöyle tarif ediyor: Herkes hiçbir şey beklemeden çalışıyor, üretiyor, ortaya koyuyor... Sonra ona lazım olanları da başkasının koyduklarından alıyor... Buna “komünizm aşaması” diyor. Sonunda insanlık ona gidecektir diyor.

İslâm düzeninde bu sistemleştirilmiştir: Sen gidersin, bir işyerinde çalışırsın, sana ücretini verir. Sana ücret olarak tüm insanlıktaki mallardan pay belgesini verir. Sonra da siz gider onunla başkalarının ürettiklerini alırsınız. Bu uygulama eğer serbest arz ve talep kanunları ile gerçekleşiyorsa, o zaman ihsan edenler hüsna olmuş olur.

İhsan etmek çalışmak demektir.

Hüsna ise ona karşılık bakkaldan/marketten aldığın maldır.

الْحُسْنَى

(elXuSNAv)

“Hüsna”

“el-Husna” “hasene”nin ism-i tafdilidir. İhsan edenlere daha çok ihsan vardır demektir. Yani siz bir hasene işlediğiniz zaman ondan daha büyük karşılıkla karşılanır.

Bir kimse bir işyerinde çalıştığı zaman verdiğinden daha fazlasını alır. Bir gün çalışır, ondan elde ettikleri ile ailesini geçindirir. Bu verdiğinden daha fazlasını almak demektir. Marife olarak gelmiştir. O halde çalışan belli olan payını/ücretini alacaktır. Topluluk böyle bir düzeni kuracaktır. Herkesin işi olacak şekilde bir çalışma düzeni oluşturulmalıdır.

Biz bu düzeni şöyle sağlıyoruz. İşyerlerine diyoruz ki; yer ve tesislerin kirasını verme, üründen pay ver. Çalışanlara ücret ödeme, üründen pay ver. Ham maddeye bedelini ödeme, üründen pay ver. Kamu ve genel hizmetlere de haraç ödeme, üründen pay ver. Böylece işverenlerin işini kolaylaştırıyoruz. Bunun için bir şart koşuyoruz. İşçiyi çalıştır. İşçileri de imtihan ediyoruz, ne iş yapacaklarsa onun sertifikasını veriyoruz. Git diyoruz, nerde istersen çalış diyoruz. O işletmeyi borçlandıracağız, ücretini biz ödeyeceğiz diyoruz. Böylece anlaşma ile tesbit edilen ücretler ödenmiş olacak. Herkes ihsanda bulunacak, çünkü çalıştığı yerden bir şey almayacak, üretilen mal paylaşılacaktır. Ama malı da kamu satın almaktadır.

Kişi aldığı ücretle bakkala/markete giderek istediğini alacak yani başkasının ihsan ettiklerini şimdi o da alıp kullanacaktır.

Burada hem “ihsan” kelimesi hem de “temlik lamı” getirilmiştir. Yapılan iş hem karşılıksızdır hem de karşılıklıdır. Parayı karşılık olarak saymazsan mutlak ihsandır, çünkü gerçekte bir değeri yoktur. Parayı karşılık sayarsan o zaman da ihsanın karşılığı olmuş olur.

Kur’an’daki bu ifade ne kadar beliğ bir ifadedir.

وَزِيَادَةٌ

(Va ZiYaDaTun)

“Ve bir ziyade vardır”

Eğer sadece işçilik olup karşılığını alma söz konusu olsaydı ihsana karşılık ihsan olurdu. Oysa üretilen mallar değiştiriliyor. Bu da ziyadesini getiriyor.

Bir ailede su kullanılır. İçme suyu çok kıymetlidir, zaruridir. Sonra kullanma suyu gelir, bu su ile de temizlik yaparsınız. Ondan sonra sulama suyu gelir. Demek su arttıkça birim başına değerleri düşmektedir. Sizin suyunuz, karşı tarafın da ekmeği olsa, tek başlarına yalnız su veya yalnız ekmekle yaşayamazsınız, ama eğer değiştirirseniz ikiniz de yaşamaya devam edersiniz. O halde değiştirme bazen kârı birkaç misli artırır. Böylece ihsan edenler yalnız verdiklerinin karşılığını almakla kalmazlar, işbölümü ve değiştirme sebebiyle kat kat ziyade elde edilir. Bu mübadeleyi de tam olarak sağlamak için devreye ortak ambar ve ortak nakliye girer. Şimdi teslim ettiğin bir malı baştan masraf vererek bir yıl sonra alabilirsin. Zamanla masraf artmaz. Yine baştan bir nakliye vererek malını tüm dünyaya pazarlayabilirsin. Uzaklığa göre nakliye değişmez. Tüccar devreye girer ve sizi buluşturur. Satın alırsınız. Nakliye de size Brezilya’dan alıp Ankara’da teslim eder. Demek ki ihsan edenlere hüsna vardır ifadesi üretimi, ziyadeyi mübadelede sağlıyor.

Anne babalar çocuklarına ihsan ederler, çocukları da kendi çocuklarına ihsan eder.

Demek ki “ihsan müessesesi” ile insanlık neslini sürdürebiliyor. Yoksa çocuklar büyüyemezdi. Ziyade de nüfusun artmasıdır, uygarlaşmadır. Bir topluluk eğer ihsan içinde oluşursa o topluluğun nüfusu artar, ülkesi de imar edilmiş olur.

وَلَا يَرْهَقُ

(Va LAv YarHaQuHuM)

“Ve onları rahk etmez”

“Rahk etmek” sarmak demektir, her tarafı kaplamak demektir.

“Murahık” erginlik yaşına ulaşmakta olan kimsede görülen haller için kullanılır.

Bana işlerinde zorlukları sorma. (18/73)

Yüzler vardır onların üzerine tozlar konmuştur. Onu karanlık sarmıştır.(80/40-41)

Gözleri korku içindedir. Zillet onları rahk etmiştir. (68/43)

İnsanlardan cinlere sığınanlar olmuş. Onlar onların rahkını artırmışlardır. (72/6)

Rabbine inanmışlar vardı. Onlar ne bahs ne de rehak’dan havf ederlerdi. (72/13)

Anne babasını tuğyana ırhak edeceğinden havf ettik. (18-80)

Âyetlerdeki “rahk” kelimesini çevresini sarmak, içine batırmak anlamına gelecek şekilde yorumlayabiliriz; zorluk içinde olmak, bataklığa batmak.

Burada “katar ve zillet içinde olmazlar” deniyor.

وُجُوهَهُمْ

(VuCUvHaHuM)

“Yüzleri”

İnsan ağlayan ve gülen canlıdır. Başka hayvanlarda ağlama yoktur. Başka hayvanlarda gülme de yoktur. Ağlama ve gülme yüzde ortaya çıkan bir olaydır. Gülme ve sevinme bir arada ifade edilir, üzülme ve ağlama bir elde ifade edilir. İnsan yalnız konuşmaz, yüzdeki görüntü ile de içini ifade eder. Böylece diğer insanlar onun durumunu görürler.

İnsan topluluk içinde özgür varlıktır. Özgürlüğüne dokunulduğu zaman ne kadar üzülürse, topluluğun üyesi olduğu için onda da bir sarsılma olduğu zaman etkiler. Kızgınlığını ve sürurunu ifade eder.

Burada “yüzleri” ifadesini kullanması, kötü durumun bedensel veya çevresel değil de kötü durumun ruhsal olduğunu ifade eder. Bundan önce ihsan edenlere hüsna vardır diyerek topluluk içinde insanın nasıl yaşadığı ifade edilmektedir. Şimdi de aynı iyiliğe karşı fiilen iyilikle karşılamanın yanında, durumunun da iyi olduğunu ve kişi olarak da ruhen de kötülük içinde olmadığını ifade eder.

قَتَرٌ

(QaTaRun)

“Katar”

“Meskenet” karşılığı “katar” kullanılmıştır. “Zillet” ile beraber “katar” kullanılmıştır. Burada “Ğadab” yerine “katar” ile getirilmiştir. “İnsan katurdur” denmektedir. Hep gelecekten endişelidir. “İsraf” karşılığı “katur etmezler” diyor.

“Katar” kelimesi darlık anlamındadır yani geçimini sağlayamayan kimsedir, geçimini sağlayamayacağından endişe eden kimsedir.

Bugün herkes gelecekten endişelidir. İşçilik dönemi böyledir; insan ‘ya işime son verirlerse’ diye endişe ediyor. İşte, ihsan edenlerin böyle bir endişeleri yoktur, işsizlik ve açlık endişeleri yoktur. Çünkü “Adil Düzen”de çalışmak isteyen herkesin işi vardır.

Bir toplulukta yaşamak için gerekli olanlar sınırlıdır. Bir kimse günde bir ekmek yer. Eğer iki ekmek almışsa diğerini çöplüğe atar. Bu sebepledir ki tüketim mallarında toplulukta tam istihdam sağlanamamakta, halkın bir kısmı işsiz kalmaktadır. Çünkü fazla ürettiği malları satamamaktadır. Bu da işte katarı oluşturmaktadır.

“Adil Düzen” bu soruna “sipariş sistemini” getirmiş, fazla ve eksik üretime son vermiştir. Artan emeğe de inşaatta iş vermiş ve kimseyi işsiz bırakmamıştır. Herkesin çalışma kredisi vardır. Müteahhidin yanında çalışır, karşılığını bankadan alır. Emek binaya şarj olur. Bunun doyumu yoktur. Yapılacak inşaat sonsuzdur. Dolayısıyla işsizlik sorunu da yok edilmiştir. “Adil Düzen”de katar yani darlık yoktur.

وَلَا ذِلَّةٌ

(Va LAv ÜilLaTun)

“Ve ne de zillet”

“Katar” işsizlikten, dolayısıyla açlıktan doğan korkudur, sıkıntıdır.

“Zillet” ise aşağılık duygusudur.

Mağlup olan topluluklar galip olan toplulukların emrine girer, onları kendilerinden üstün görür ve onlara imrenirler.

Mustafa Kemal ayaklarına kapanan bir öğretmeni şiddetle azarlamış ve öğreten örnek insandır, kişilerin ayağına kapanmaz demiştir. Mustafa Kemal Türklere arız olmuş aşağılık duygusunu bertaraf etmek için uğraşmış ama bunu kazandıramamıştır.

Hamasi hikâyeler ulusun zilletini giderememiştir.

Bugünkü Avrupa Birliği kapılarında sürünme buradan gelir. Bugün bizde çalışma yerine gidip mevcut faizli sistemde çalışmayı tercih edenlerin zilleti budur.

Zeki Altuboğa ile Kamuran Bilaloğlu’nun aramızda bulunmaları onların zillet içinde olmadıklarını ifade eder. Onların başarılı olmalarını istememin sebebi budur. Sabır gerekecektir. Ayrılıp gitmeleri yerine kalıp başarmalarını istemeliyiz. Onlar bunu yani başarılı olmayı istemektedirler.

Bugün tüm halkımızı zillet sarmıştır. Kendimizi değil Avrupalıları beğeniyoruz. Müslüman işletmeleri değil de sömürü sermayesinin faizci sömürü işletmelerini beğeniyoruz. Herkes oralarda ve/ya onlarla iş yapma peşindedir. Oysa cari sistemde kurulan ortaklıkların hepsi batmıştır. Akevler ise yarım asırdır yerinde duruyor. İnsanlar için en büyük hastalık budur; kendilerini aşağı görüp başkalarını üstün görmek. Kendisini başkalarından üstün görmek kibirdir. O da hastalıktır. Ama ben inanmış insanım, inanmayanlardan üstünüm, inanlarla eşitim diyecek, böylece zillet yerine izzete sahip olacaktır.

Hüseyin Kayahan’la konuşuyorduk. Avrupa’da elmayı tane ile satarlar. Kişi başına tüketim Türkiye’dekilerin belki yarısından azdır. O halde Türkiye dünyanın en gelişmiş ülkesidir, en müreffeh ülkedir. Batılılar doları refahla ölçüyorlar, biz ise refahı yediğimiz yemeklerle ölçüyoruz. Onlardan çok ileri refahtayız. Dünya ülkelerinde ya tek parti var ya da iki parti vardır. Bizde ise yüzde 10’luk baraja rağmen Meclis’te dört partimiz var. Ülkedeki partilerin sayısı 60’tan fazladır. Bu durum bize dünyada en ileri demokrasinin Türkiye’de olduğunu gösterir. Yasak olmasına rağmen bizdeki tarikatların sayısı yüzleri aşkındır. Cemaat dünyayı tehdit eder hâle gelmiştir. Demek ki din özgürlüğünün fiilen en çok gerçekleştiği ülke Türkiye’dir. “Adil Düzen” Türkiye’de ortaya çıkmıştır. İnsanlık cehalet içinde iken Türkiye’de ışık yanmaya başlamıştır. Ne var ki ahlâkımız henüz zillet hastalığından kurtulamamıştır.

Adil Düzen Çalışanları başarılı işletmeler kurarsa halkımız da zilletten kurtulacaktır. Halkımıza birden cesaret gelecek, onlar da kimmiş diyecekler, biz Kur’an’a sahibiz diyecekler. Sorumlu olan AK Parti değildir. Sorumlu olan bizim Akevler Adil Düzen çalışanlarımızdır; henüz örnek bir işletme kuramadık.

أُولَئِكَ

(EuLAEiKa)

“Onlar”

İhsan eden kimselere işaret etmektedir.

Herkes çalışacak, çalıştığının karşılığını çalıştığı kimseden değil topluluktan yani Allah’tan isteyecektir. Bunlar âhirete inanacaklar. Ben burada çalışırım, karşılığını fazlasıyla bu dünyada alırım ama buna karşılık âhirette de cennete giderim, diyecekler. Demek ki ihsan edenlerin karşılığı çalıştığı kimselerden değil de Allah’tan istemeleri, topluluktan beklemeleri, ancak insanların Allah ve âhirete inanmaları ile mümkündür.

Bir köye gidiyorsunuz. Orada otel yoktur. Biri sizi konuk ediyor. Bakıyorsunuz ki kişi Allah’a ve âhirete inanıyor, size hiçbir karşılık yapmadan ihsan ediyor. Siz onu seviyorsunuz, köyünü seviyorsunuz. Gerisin geriye dönüp eve geldiğinizde; ben şehirde yaşıyorum, evime gelen tanımadığım misafirim var mı, olsa ben de onun kadar sevinebilir miyim?

İşte burada düşüneceksiniz. Ne var ki köydeki o karşılama yalnız o aileye has değildir, o köye has bir şeydir. Şehirdekiler artık sermayenin israf ekonomisi içinde kendilerinden artırdıkları bir şey yoktur ki misafire versinler.

أَصْحَابُ الْجَنَّةِ

(EaÖXABu eLCanNaTi)

“Onlar cennet ashabıdırlar”

Cennet burada marifedir, âhiretteki cennettir.

Âhiret hayatı ikiye ayrılmaktadır; cennet ve cehennem. Önce her ikisinde de insanlar yiyecekler, içecekler ve giyeceklerdir. Sadece ölüm ne cennette ne de cehennemde olacaktır. İnsanlar cennette yaşamaktan zevk alacaklar, cehennemde de sıkıntı içinde olacaklar. Cennettekilerle cehennemdekiler konuşacaklardır.

Bu dünyanın yapısı bilinmektedir. Kâinat patlamıştır. Işık kendi hızı ile yayılmaya devam ediyor, gidebildiği yere kadar da mekânı ve zamanı götürmektedir.

Bu dünyada da depolanmış enerji azalmaktadır. Cisimlerden çıkan ışık sönmüş olacaktır. Helyum sonunda enerjiye dönüşecek, bugünkü galaksiler büzülecek ve ayrı ayrı birer tanecik olacaklardır. Bu sefer Kâinat küre kabuğu gibi büyümeye devam edecek ama galaksi merkezlerinin çevresi boşalacaktır.

İşte, cennet ve cehennem bu mekânda olmayacaklar, başka bir mekânda var olacaklardır. Oranın kanunları nasıl olacak; onu bilememekteyiz.

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ  

(HuM FIyHAv PAvLiDUvNa)

“Onlar orada haliddirler”

Kur’an’da cennette haliddirler dediği gibi bazı yerlerde ebeden de demektedir. Ebed halidin vasfı olmaktadır. Ebed olmayan huld da vardır demektir.

Bu nedir? Kelamcılar bunu çözmek durumundadırlar. Ben zahiri bir mana olarak süreklidirler, haliddirler demektir diyorum. Ebediyen haliddirler denen yerler de vardır.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Halid dendiği zaman süreklidirler. Ebed dendiği zaman da sonsuz olarak oradadırlar. Kur’an’da ebediyen halid kelimesi 11 yerde geçer; üçü cehennemdekiler için, sekizi de cennetlikler içindir diyoruz. Burada ebeden kelimesi geçmemektedir.

Bu açıklamalardan sonra kelamcıların klasik anlayışlarına bu delil olmaktadır. Müşrikler ebediyen cehennemde kalacaklardır. Müslimler ise cezalarını doldurunca çıkacaklardır. Bu çıkışın başka bir delili de; orada ne ölürler ne de yaşarlar denmektedir. Cehennemden cennete geçiş anlatılmaktadır. Atom yapısından moleküler yapıya geçeceklerdir denmiş olur.

وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَا لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(72)

(Va elLaÜIyNa KaSaBUv elSayYıEAvTi CeZAvEu SayYıEaTin BiMiSLiHAv Va TaRHaQuHuM ÜilLaTün MAv LaHuM MiNa elLAvHi MiN GAÖıMın KaEanNaMAv EuĞŞıYaT VuCUuHuHuM QıOaGan MıNa elLaYLı MUJLıMan EuLAvEıKa EaÖXABu elNAvRı HuM FIyHAv PAvLiDUVNa)

Seyyiatı kesb edenlere gelince, seyyienin cezası misli iledir. Onları zillet rahk eder. Allah’a karşı onların asımı yoktur. Onlar nâr ashabıdır. Onlar orada haliddirler.”

Allah Kâinatı denge üzerinde yaratmıştır. Elektron var, Yer var, Güneş var. Canlılarda erkek var dişi var. Topluluklarda da dengeyi iyiler ile kötüler arasında kurmuştur.

Daha önceki âyette ihsan edilenleri anlatmış, şimdi de seyyiatı kesp edenleri anlatıyor. “Ahsenû’l-husnâ” diyor, “kesebû’l-hasenati” demiyor. Burada ise “esau” demiyor, “kesebû’s-seyyiâte” diyor. Hemen sorulacaktır: Neden bu siga değişikliği yapılmıştır?

Hasenayı işleyenler sonuç elde edemezlerse de sevabını alacaklardır. Davranışlarından dolayı kendileri ödülleneceklerdir. Oysa seyyieyi işleyenler seyyie sonuç verirse cezaları verilecektir. Adam birine silah attı, öldürecekti, ama öldürmedi; ona ceza verilmez. Oysa bir doktor hastayı kurtarmaya çalıştı ama kurtaramadı; o yaptığı iyilikten dolayı ücreti istihkak eder. Bu sebepledir ki orada fiil karşılık için yeterli sayılmış, burada ise fiil yeterli sayılmamış, seyyienin kesp edilmiş olması istenmiştir.

Bu kuralı daha önce biliyorduk, delili ise burada ortaya çıkmaktadır.

Önceki âyette “el-husna” denmiş, “cezau’l-hasani” denmemiştir. Burada ise “cezau seyyietin” denmiştir. Çünkü seyyienin yalnız cezası verilecektir. Oysa ihsanın karşılığı hasene değil daha büyük hasenedir. Seyyiatı işleyenler denmiş ama cezau’s-seyyieti denmemiştir. Çünkü ceza şahsidir. Suç toplulukça işlense bile herkese kendi yaptığının cezası verilir. Topluca herkes cezalanmaz. Her şeyin cezası mislidir deniyor, “bimisliha” diyor. Çünkü yaptığı kötülüğe karşılık kötülük yapılmayacak, başka tür ceza ile cezalandırılacaktır.

Ceza hukukunun başka bir kuralını da ortaya koyuyor. O da ceza kesp edilene verilir, kesp edene verilmez. Örnek olarak fiili işleyen kimseye ceza verilirken o fiilin cezası verilir, sabıkasına bakılarak ceza verilmez. Batı hukuku bunu henüz öğrenememiştir. Bir hırsızın adam öldürmesi ile bir komutanın adam öldürmesi aynı cezayı istihkak eder. Bir zaniye birinci zina için yüz sopa vurulursa, ikinci zina için de yüz sopa vurulur. Hattâ bir kişi ile elli defa zina yapmışsa son zinanın cezası verilir. Birden ispatlanmış cezanın cezası da birdir. Ayrı ayrı ispatlamada da diğerinden farklı olduğunun ispatı ile bu da o değil, budur anlamındadır. Olmadığının ispatı menfinin ispatıdır.

Bundan önceki âyette “onları katar ve zillet rahk etmez” dendiği halde, bu âyette yalnız “zillet rahk eder” diyor, katardan söz etmiyor. Bunun manası ne seyyie edene ne de ihsan edene katar sarar ama zillet sarmaz demek olur.

Önceki âyette katar ve zillet rahk etmez dedikten sonra, onlar cehennem ashabıdır denmiştir. Burada ise arada iki kayıt daha getirmiştir. Onların Allah’tan başka asımları yoktur deniyor. Leylden/geceden muzlim bir parça onları ğaşy eder diyor. Böylece rahk etmenin yanında ğaşyı da karşılaştırmamız gerekmektedir.

Seyyieleri kesp edenler için koyduğu bu kayıtlar, seyyieler ile hasenelerin arasındaki farkı ifade eder. Hasenelerde ziyade kelimesi ile bu vasıflara karşı getirilmiştir. Allah böylece benzer âyetleri alt alta zikrederek bizi düşünmeye yöneltir.

Fatiha’da müminlerden, magdubun aleyhimlerden bahseder. Arkasından gelen Bakara Sûresi’nde bu üç grubu açıklar. Müminleri muttakiler olarak tavsif eder, mağdubun aleyhimleri küfretmiş olarak tavsif eder, dallinleri ise ağızları ile inananlar olarak tavsif eder. İfadelerde değişiklikler yaparak bizi düşünmeye yöneltir.

Bizim bu yorumlarımızı okuyanlar, okudukça bu melekeyi kavramaya başlarlar. Sonra kendileri de aynı şekilde karşılaştırmaya başlarlar. Bizim elde ettiğimiz sonuçlar hatalı olabilir ama usulümüz doğrudur. Bir rehber sizi istediğiniz sokağa götürebilir, ondan sonra da siz rehberin görmediklerini görür veya rehberin neye yaradığını bilmeyenleri siz bilirsiniz. Eski müfessirlerin bizim için durumları budur. Bizi istediğimiz çarşıya götürürler, artık biz orada cevherleri seçeriz. Bizi istediğimiz çarşıya götürürken kendilerinin aldığı malları gösterir, biz o sayede o çarşıda neler satıldığını biliriz. Yoksa biz onun aldıklarını almayız.

Kur’an ilim çarşısıdır. Siz de eskiden o çarşıları dolaşanlardan o çarşıda neler olduğunu öğreneceksiniz. Başlangıçta onların gösterdiği yollardan yürüyüp çarşıya varacaksınız. Sonra çarşıdan istediğinizi alacaksınız. Hattâ zamanla çarşıya giden kısa yolları arayacak ve bulacaksınız. Sonra da siz sizden sonra gelenlere böylece yol göstereceksiniz. Dr. Mete Firidin ve Sam Adian’ın hataları, geçmiş yorumcuları beğenmeyip karşı çıkmalarıdır. Diğer klasik müfessirlerin hataları, rehberin aldığı malları almaktan öteye gitmemeleri ve çarşıya gitmek için kısa yolları aramamalarıdır. Benim için birinciler çok daha kıymetlidirler. Bunlar hiç olmazsa akıllarını Kur’an’ı anlamak için yoruyorlar. Diğerleri ise akıllarını askıya almışlardır.

وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ

(Va elLaÜIyNa KaSaBUv elSayYıEAvTi)

“Ve seyyiatı kesb edenlere gelince”

Buradaki “Ve” bu “Ellezîne”yi bundan önceki “Ellezîne”ye bağlamaktadır. İhsan edenler ile seyyiatı iktisab edenler başka kimseler oldukları için “Ve” harfi ile atfetmiştir. Birileri ile karşı karşıya oldukları için de “Ve” ile atfetmiştir. İyiler kendi başlarına iyi değildirler. Kötüler de kendi başlarına kötü değildirler. İyiler iyiliklerini ancak kötülerin yanında gösterebilirler, kötüler de kötülüklerini ancak iyilerin yanında gösterebilirler. Evlilik olmadan zina tarif edilemez. Zina olmadan da evlilik tarif edilemez. Kötüler de iyiler de olacak ki kişi iyileri veya kötüleri seçebilsin. Mikroplar sağlıklı hücrelerin bekçileridir, sağlıkları bozulan hücreleri gelip ortadan kaldırırlar, böylece temizlik yaparlar. Çay içerken dökülse koşar onu temizlersiniz, böylece yeni çay içme imkânını bulursunuz. Yahut çay koyarken bardağınız kırılırsa o kırıkları toplar atarsınız ve yerine yeni bardak alırsınız. Canlılarda işte bu temizlik işleri yapanlar mikroplardır. Çatlamış bardakları kırarlar ki çay konduktan sonra kırılıp çaylar etrafı ıslatmasın.

Burada “Men” yerine “Ellezîne” veya “el-Kâsibûne” kelimelerini kullanmayıp “Ellezîne Kesebû” denmiş, topluluk içinde sosyal grupların da tüzel kişilikleri olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla fertlerle ayrı ayrı ilişki kurma yerine topluluğun temsilcileri ile ilişki kurma yeterlidir. Burada bahsedilen kişilerin ayrı ayrı yaptıkları seyyie değil, topluluk olarak seyyie yapılmaktadır. Bugün Türkiye’de kötü insanlar yoktur, kötü düzen vardır. Seyyieyi kişiler ayrı ayrı işlemekte, hep birden işlemekteyiz. Bir memur önüne gelen evrakı düzenlerken suç işlemektedir, çünkü kanunlara uymaktadır. Ne var ki sonunda büyük bir zulüm çıkmaktadır. Burada bahsedilen seyyiat bu seyyiattır. Bu seyyiatı ortadan kaldırmak din adamlarının işi değildir. İhsan edenler de böyledir. Tek başına ihsan yetmez. Ayrı ayrı yapılan ihsan topluca ihsan olmalıdır. Bir arabanın parçalarının çok kıymetli ve kaliteli olması yetmez. Parçaların birbirine uyması gerekmektedir. İyiler ayrı topluluk olacaklar, kötüler de ayrı topluluk olacaklardır. Partileri ayrı olacak, tarikatları ayrı olacak, kooperatifleri ayrı olacak, okulları ayrı olacak. Çoklu sisteme bunun için ihtiyaç vardır. Tekli monopol bir düzende İslâmiyet olmaz. Türkiye aşiretlerden oluşacak, iyi aşiretler olacak, kötü aşiretler olacak. Türkiye bucaklara bölünecek, iyi bucaklar ve kötü bucaklar olacaktır. İyi partiler ve kötü partiler olacaktır. İyi tarikatlar ve kötü tarikatlar olacaktır. İyi odalar ve kötü odalar olacaktır. Monopolün iyi yanı yoktur. Sadece başkanlar ve merkezler monopol olacaktır. Bunlar birliği sağlamak içindir. Türkiye’nin merkezi olacaktır, sınırları olacaktır ama bu merkezin etrafında ve sınırları içinde çoklu sosyal gruplar olacağı gibi çoklu yerel yapılar olacak ve bunlar yerinden yönetime tâbi olacaklardır.

Haseneyi tanımlarken toplulukta bir iyilik yapıyorsun, iyilik yaptığın kimseden karşılık istemiyorsun, topluluktan veya Allah’tan istiyorsun demiştir. Şimdi seyyieyi de böyle tanımlayabilirsiniz. Toplulukta birisine ve birilerine zarar vererek kendine çıkar sağlamaktır. Hasene yaptığın birinde senin yararın olduğu gibi başkasının da yararı vardır, topluluğun da yararı vardır. Seyyie başkasının zararına senin kâr etmendir. Çıkar paralelliği yerine çıkar çatışması içinde olmamızdır. Alışverişte alan ve satan ikisi birden kazanmaktadır. Çünkü bir cins malda miktar ne kadar azalırsa onun sağlayacağı toplam yarar o kadar artar. Alan da veren de kâr etmektedir. Oysa faizde borç veren kâr etmektedir. Borç alan kâr etmemekte, zarar etmektedir. Gerçi işletme de kâr etmek için almaktadır. Kâr edebilir ama zarar etme ihtimali de vardır. O zaman borç veren kazanmakta ama borç alan zarar etmektedir. Onun için faiz bir seyyiedir. Zinada erkek zevk almakta ama çocuk olursa çocuk babasının olacağı için zarar etmektedir. Kadın da tek başına çocuğa bakmak zorunda kalacağı için zarar etmektedir. Çocuğun akrabaları belli olmadığı için kardeşi ile cinsi ilişki kurabilir. O zaman sakat çocuklar doğar, topluluk zarar eder. Sabit işçilik, sabit kira ve sabit vergi böyle tek taraflı zarar etmeyi içerdiği için seyyiedir.

جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا

(CeZAvEu SayYıEaTın BiMiSLiHAv)

“Seyyienin cezası misli iledir”

Canlılarda miktarlar vardır. Bir hayvan karnını doyurması için günde şu kadar ot yeme durumundadır. Buna miktarlar düzeni diyoruz.

İnsanlarda miktarların yanında bir de değerleri vardır. ‘Bir kimsenin karnını doyurması için günde bir kilo ekmek yemesi gerekir’ dediğimiz zaman miktarlar düzenini ifade etmiş olur. Bir de onu elde etmemiz için harcadığımız emeğimizden zaman vardır. Bu da onun maliyet değeridir. Demek ki insanlara mahsus olmak üzere bir de değerler düzeni vardır. Miktarlar düzenine ekonomide “reel ekonomi” denmektedir. Değerler düzenine “finans ekonomisi” denmektedir.

“Ceza” demek eşit değer demektir. Beş kilo patatesi üç kilo soğanla değiştirsem, beş kilo patates üç kilonun cezası olur, eşdeğeri olur. Seyyienin miktarı da seyyienin değeri de misli iledir.

Diyelim ki biri geldi ve sizin patatesi aldı. Siz de sonra ondan beş kilo patatesi veya üç kilo soğanı aldınız. O zaman aldığınız misli olur. Ama sen benim patatesimi benden izinsiz neden aldın deyip beş kilo yerine altı kilo alırsanız, mislinden fazlası olur. Yahut üç kilo soğan yerine dört kilo soğan alırsanız, mislinden fazla almış olursunuz.

Seyyieye ait değerin karşılığı mislidir demek daha fazlasıyla cezalandırılmaz demektir. Hâlbuki hasenede ziyade verdi.

“Bi” harfi karşılığı ifade eder. Alışverişte parayı, olaylarda sebebi ifade eder. Belirlilik vardır. Bu sebepledir ki “Fî” manasına kullandığınızda belli bir yeri ifade etmiş olursunuz.  Cezalandırmak için seyyienin sebebini işlemek yeterli değildir. Seyyienin ortaya çıkmış olması gerekir. Faizli akitler geçerlidir. Faiz şartı geçersizdir. Dava faizle beraber açılırsa reddedilir. Ama anaparada açılırsa davaya bakılır. Bir yerde tek taraflı zarar varsa o seyyiedir.

Burada ifade edilen kural yalnız dünyada geçerli olan bir kural değildir, yalnız âhirette geçen bir kural değildir. Öyle olsaydı o zaman “fi’d-dünya” veya “fi’l-âhireti” derdi. Hem bu dünyada hem âhirette geçerli bir kuraldır. Buna dayanarak diyoruz ki, kötülük yapanların cezası ölçülebilir. Sonsuzun tanımı ise ölçülemez olmasıdır. O halde cehennemde kalmak ebedi olsa da cehennemde azab ebedi değildir.

وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ

(Va TaRHaQuHuM ÜilLaTün) 

“Ve zillet onları rahk eder”

Zillet onları rahk eder, böylece onlar kendilerini aşağı görürler.

Bugün dünyadaki bütün devletler Avrupalıları üstün görüp onların arkasından koşmaktadırlar. Koskoca Çin, dünyanın dörtte biri kadar olan Çin, doların peşine koşmakta, kendi ülkesinde kendi parası ile otelinde kalamamaktadır. Bu ne derece bir aşağılık duygusudur? Rusya’da da durum farksızdır. Sovyetler zamanında da hep kapitalizme özenilmişti. Türkiye zaten AB kapılarındadır. Milletime hakaret olmasın diye cümleyi tamamlamıyorum. Batı ülkeleri de Yahudi sermayesinin peşindedir. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları’nı onun arzusuna binaen çıkardı. Almanya’da Yahudileri tenkit etmek hâlâ suç teşkil etmektedir. Bugün AB tek güç olarak dünyanın etkin güçleri arasına girmektedir. Almanya da bu gücün başını çekmektedir. AB’liği üç devletten sorulur; Almanya, Fransa ve İngiltere. İngiltere ABD ile yakınlığı sebebiyle itilmiştir. AB demek Fransa ve Almanya demektir. Bunlar arasında herhangi bir görüş ayrılığı olmamaktadır. Yahudileri ayrılıkçı bir ırk yapmaktadır. Bu onlardaki aşağılık duygusudur.

Aşağılık duygusunda olmaması gereken Yahudiler olmalıdır. Sermayeleri ile tüm dünyaya hâkimdirler. Ama İsrail’de her akşam korku içinde yatıp korku içinde kalkmaktadırlar. Dünyadan tecrit edilmiş olarak korku içinde yaşıyorlar. Zillet içinde olmasalar Araplarla iyi geçinip dünyaya hâkim olurlar. Ama Amerika’daki 200 Yahudi sermayedarın zilleti içindedirler. Demek ki tek zillet içinde olmayan ABD’deki 200 Yahudi ailesidir. Ama hayır; onlar da dünyadaki tüm insanlardan kokmakta, herkesin onlardan nefret ettiğini, onlara kötülük yapacaklarını zannedip fitne ve fesat çıkarmaktadırlar. Hâlbuki onlar insanlardan korkmasalar da imkânları ile ihsan etseler, tüm dünya onları sevecek ve sayacak, onlara medyunu şükran olacaktır. Çünkü bugünkü uygarlığı getiren onlardır.

Akevler’deki Adil Düzen Çalışanlarının böyle sorunları yoktur. Onlarda sermayenin kibri olmadığı gibi tüm dünyayı saran zillet de yoktur. Allah’ın emirlerini telakki ederek çalışmalarına devam etmektedirler. Kimseden üstünlükleri yoktur ama kimseden de aşağı değildirler. Bir gün hüsna işletmelerini kuracaklarına inanmaktadırlar.

مَا لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ

(MAv LaHuM  MiNa elLAvHi MiN GAÖıMın)

“Onları Allah’tan koruyacak kimse yoktur”

Yani onları bu misliyle cezadan ve zillet duygusundan koruyacak kimse yoktur. 

Burada iki “Min” gelmiştir. “Min” teb’iz veya iptidai gaye için gelir. Ayrı manalar taşıdığı için bir cümlede gelebilir. “Allah’tan” da başlangıcı göstermektedir, kaynağı göstermektedir. İkinci “Min” ise teb’iz için gelmektedir. Herhangi bir bulunmaz demektir.

“Asım” içinde kimse yoktur demektir. “Asımun” denseydi, yardım edecek güçte kimseler var olsa bile ona yardım etmezler anlamı çıkardı. “Min Asım” demekle böyle bir güç yoktur demektir.

Dünyanın düştüğü bu zilletten kurtulmasının tek yolu vardır, o da ihsandır.

İhsan eden ihsanın karşılığını bulandır.

Türkiye’de âlimler yetişmez, çünkü siz ilim yaparsanız en yakınlarınız size düşman olur. Ya bin sene önceki âlimler söylemiş olacak yahut Yahudilerin Batı âlimleri söyleyecek. Sen söylersen inanmaz. Orada karşılık arar. Bulamayınca da sana hasım olur, seni susturur.

Türkiye’de bizim kadar Allah’a inanmış televizyon ve radyoların sayısı, bize karşı olanlar kadardır. Ama aşağılık tutumları vardır. Bizden olan gazeteler okunmaz, bizden olan televizyonlar seyredilmez. Onun için kimse onlara kıymet vermez. Onların bu zilleti yetmiyormuş gibi yarım asırlık bizim neşriyatımız var. On binlerin üzerindeki bu neşriyat Türkiye’yi değiştirmiştir, dünyayı değiştirmiştir. Adil Düzen o neşriyata dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Bugünkü durum Adil Düzen Çalışmaları ile bu hâle gelmiştir. Sovyetler Adil Düzen çalışmalarından sonra yıkılmıştır. Ama bizim medyada birileri çıkıp Karagülle böyle diyor diyebiliyor mu, kaynak gösteriyor mu? Bunu yapmıyorlar, çünkü onlarda aşağılık duygusu vardır. Sermayenin onaylamadığı kimseden bahsetmezler, yazmazlar, yayınlayamazlar. Yazılanlar da okunmaz. Bizde de aşağılık duygusu olsaydı, zillet içinde olsaydık; kimse okumuyor niye yazalım derdik. Oysa biz zillete düşmedik. Yazmaya devam ediyoruz. Birlikte okumaya devam ediyoruz. Allah beklediğimizden çok daha fazla nimetlerini ihsan etti. Gelecekte bunlar daha çok görülecektir.

İşte, insanları zilletten kurtaracak olan yalnız Allah’tır. Bu da ihsana karşı hüsnadır.

Eğer Türkiye’nin ve dünyanın aklı olsaydı, Adil Düzen çalışmaları yetersiz ve saçma da olsa bir çalışmadır derlerdi. Tarlayı ekerseniz bu sene vermez ama gelecek sene verir.  Bizim arkadaşlar Erbakan’ı teşvik edeceklerine, “Adil Düzen’i hemen bırakın” diye tavsiye ettiler. İşte bu onları zilletten kurtaramamıştır. İktidar oldular ama zilletten kurtulamadılar. Hâlâ Batı’nın ateist ilimlerini okullarda ezberletmekle meşguldürler.

كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ

(KaEanNaMAvEuĞŞıYaT VuCuHUuHuM)

“Sanki vecihleri ğaşy edilmiştir.”

Rahk etmek, sarıp sarmalamak, içine kadar nüfuz etmek demektir. Bir ağacı suyun içine koyduğunuz zaman yalnız etrafını kaplamaz, içine kadar nüfuz eder ve ağacı şişirir. Zilletin içine düştüler, zillet onların içine girdi, ıslattı, içlerini bozdu demektir.

Ğışave ise kabuk demek, örtü demek, perde demektir. Yani içine nüfuz etme yerine dışarıdan örtmedir. Buradaki ‘keennemâ terhakuhum’ zilletin beyanıdr. Zillet öyle kaplamıştır ki sanki yüzlerini perde örtmüştür, yüzleri perde ile örtülmüştür.

Burada açıklanması gereken, onlar için asım yoktur ifadesinin araya getirilmesidir. Onların koruyucusu yoktur, yüzleri ğişavetli imiş gibi bir ifade de düşünülebilir.

Neden bu beyan sonraya alınmıştır?

Tehlikeli bir durum varsa önce yapma veya kaç dersin de sonra neden yapmayacağını izah edersin. Onları zillet rahk etmiştir. Kimse onları koruyamaz. Onları zilletten kurtaramaz deyip onları kurtarma ümidinin olmadığını, sizin uyarılarınız, kurtarma çabanız işe yaramaz demektedir. Orada bize bir görevin düşmediği ifade edilmiştir.

Bundan sonra açıklamaya geçilmiştir.

Bugünkü dünya sömürü sermayesine diyoruz ki; gelin, sömürüden vazgeçin, faizi bırakın, insanlar arasına fitne ve fesadı sokmakla denge kurmaya çalışmayın, ilim din ve siyasete hükmetme sevdasından vazgeçin, siz yine ticarette ve ekonomide tekel olmadan insanlığa hizmet etmeye devam edin.

İşte, bunun olmayacağını belirtiyor. Çünkü onlar bu serveti seyyie ile elde ettiler. Bütün varlıkları insanlığı sömürerek başardılar. Vazgeçemezler. Bunun haberini vermek için onların asımı yoktur cümlesi öne alınmıştır.

Bugün ufukta bir ışık belirmiştir. ABD’deki patron yani üretici Yahudiler bu sömürü siyasetini, fitne ve fesat, savaş ve terör siyasetini bırakmak istemektedirler. Bunlar ihsan etmeye başlamışlardır. Zaten bugünkü Avrupa uygarlığını da faizci sermaye değil, iş yapan sermaye getirmiştir.

Yüzleri örtülmüştür diyor.

Yüz görme aracıdır, işitme aracıdır, koklama aracıdır, nefes alma aracıdır. Bunların örtülmesi, kalın bir örtü ile örtülmesi, bu uzuvların çalışmaması demektir. Ne söylersen söyle, beyinlerine ulaşmaz. Siz ne kadar anlatırsanız anlatın, zillet sahibi olanlar duymazlar.

Bugün insanlar sermayeye o kadar takılmışlar ve onlara karşı o kadar zillet içindedirler ki; gösteriyorsunuz, anlatıyorsunuz, hâlâ dinleyen yoktur. İstanbul Milattan sonra 300’lü yıllarda kurulmuştur. Hâlâ büyüyerek varlığını sürdürmektedir. Oysa üzerinde kurulan imparatorluklar yoktur. Demek ki kentler devletlerden daha güvenlidir, daha uzun ömürlüdürler. Ama insanlar kentlere değil, Akevler’e değil de devletlere güveniyorlar. Bir pencere buldular mı kendilerini devletin kucağına atıyorlar. Oysa Akevler devletten daha güvenli bir yerdir. Orada oturan insanlar yaşamaya devam edeceklerdir.

Allah’a duamız; Akevler ihsan edenlere karşı hüsnayı sağlayacak bir düzeni kurar ve bizim bu anlattıklarımızı gösterirler.

قِطَعًا مِنَ اللَّيْلِ

(QıOaGan MıNa elLaYLı)

“Leylden bir kıt’a” 

Leylin iki manası vardır. Zamanda karanlık demektir. Bir de enerji değil de maddedir. Burada zamandan bir parça olarak ifade edilmektedir. Bu işin geçici sınırlı olduğu ifade edilmektedir. Bu perde hep böyle kalmayacak, insanlar hep zillet içinde olmayacaklardır.  Bir gün ortalık aydınlanacak, aşağılık duyguları gidecektir. Kendileri ihsan edecekler ve hüsnayı göreceklerdir.

Bu ifade bize büyük müjde vermektedir. Artık insanlar kendilerine güvenmeye başlayacaklar, zilletten kurtulacaklardır. Gözlerini kör eden, kulaklarını sağır eden, konuşamaz hâle getiren perde yok olacaktır.

Leyl burada marife gelmiştir. Yani bugün yeryüzünü kaplayan zilleti oluşturan leyl kastediliyor. Bu kötü durum sona erecektir. İnsanlar paraya ve sermayeye tapmayacaklardır. İnsanlar Allah’ın kendilerine verdiği emek nimetine güvenecek ve madem ki çalışıyorum o halde ben aç kalmam diyeceklerdir.

Bugün insanlar emeklerine değil de sermayenin atıfetine güveniyorlar. Herkes devlette bir iş bulmaya çalışıyor. Devleti zilletten kurtulma yeri buluyor. O halde devletin herkese iş verdiği zaman bu gece parçası da sona erecektir. Devletin bunun için fazla bir şey yapması gerekmez. Her çalışana çalışma kredisini verir, git istediğin işverenin yanında çalış, onu borçlandıracağım, sana ödeyeceğim der. Böylece herkes çalışmaya başlar. Üretim olur ve ihsana hüsna sistemi kurulmuş olur.

مُظْلِمًا

(MuJLıMan)

“Muzlim olarak”

Gündüzün karşılığı olan leyle muzlimdir. Buradaki leylin gece olduğunu ifade etmesine işarettir. Biz görünüşte neharı aydınlık kabul eder, leyli de neharın olmadığı şeklinde görürüz. Gölgeyi de Güneş ışığının olmadığı şekilde görüyorsa, gölge daha düşük derecedeki sıcaklık olduğu gibi leyl de ışığın olmadığı anlamında değil, bizim onları görmememiz anlamındadır. Leyl de nehar gibi yaratıktır. Zulumat da nur gibi yaratıktır. Enerji ve madde sakımı kanunları bugün bunları ispat etmiştir. Muzlim ismi faildir. Izlam eden kıtaan mine’l-leyldir yani leylin hâlidir.

أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ

(EuLAvEıKa EaÖXABu elNAvRı)

“Onlar nâr ashabıdır”

Cennet ashabına karşılık nâr ashabını getirdi. Kur’an’da çok açık şekilde vurgulayarak cennetten ve cennet ashabından bahseder. Buna karşılık değişik kelimelerle cennette olmayanlardan bahseder. Nâr, cehennem, cehim, sear ve sakar olanlardan bahseder. Cennet bir tanedir. Çünkü tek kelime kullanmaktadır. Cehennem çok mudur da onun için mi ayrı ayrı kelimeler kullanılmıştır, yoksa cehennemin değişik özellikleri midir? Değişik suçlular değişik okullara mı gönderilecek? Yahut değişik hapishanelere mi gönderilecek?

Şimdiye kadar ulemanın anladığı mana hep aynı yer olduğu, sadece vasıflarından dolayı değişik isimlerden bahsedilmiştir.

Cennette de değişik makamlar vardır ama onların ismi hep aynıdır.

Su balık için cennettir, kara cehennemdir. Bizim için kara cennettir, su cehennemdir.

O halde âhirette de aynı yerde olduğumuz halde kimimize orası cennet olabilir, kimimize cehennem olur.

 Burada ashabı nâr ve ashabı cennet olarak zikredilmektedir; nâr ve cennet. Cennet görünmeyen bir şeydir, nâr ise görünen bir şeydir.

Ehl kelimsini değil de ashap kelimesini kullanmaktadır. Ashap geçici bulunmadır. Ehl ise kalıcı bulunmadır. Diğer taraftan da halidine fîhâ denmektedir. Ashab ile halidlik aslında zıttır.

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(26)

(HuM FIyHAv PAvLiDUVNa)

“Onlar orada haliddirler.”

Cennettekiler cennette haliddirler, cehennemdekiler de cehennemde haliddirler. Orada istedikleri kadar kalabilirler mi demektir, yoksa orada kalmaya mahkûm mudurlar? Mahkûm iseler cennettekiler de bir tür saray hapsindedirler. Orda haliddirler, istedikleri kadar kalırlar anlamı çıkar.

Bunlar cennet ashabıdır. Bunlar da cehennem ashabıdırlar. Onlar oralarda haliddirler şeklinde bir cümle kullansaydı cennetteki huld ile cehennemdeki huld aynı olurdu. Böyle değil de halid kelimeleri iade edildiklerine göre farklı halidlik söz konusudur. Cennettekiler istedikleri zamanlarda kalır, istedikleri zaman oradan ayrılıp başka yerlere gidebilirler demektir. Oysa cehennemdekiler orada haliddiler, başka yere ayrılıp gidemezler demektir.

Biz bu iki hâle böyle mana veriyoruz.

Siz de başka bir mana verebilirsiniz ama aralarında fark yoktur diyemezsiniz 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1683 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1496 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2263 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1452 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1305 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1461 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1590 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2223 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1558 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1386 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1387 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1496 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1308 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1287 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1408 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1410 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1261 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1741 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1353 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1379 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1614 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1348 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1380 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2081 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1408 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1358 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1974 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1657 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1381 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1382 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1355 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1271 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1327 Okunma
34-109.AYET
1562 Okunma

© 2024 - Akevler