YUNUS SÛRESİ-25
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونِي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ (79) فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسَى أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ (80) فَلَمَّا أَلْقَوْا قَالَ مُوسَى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ إِنَّ اللَّهَ سَيُبْطِلُهُ إِنَّ اللَّهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ (81) وَيُحِقُّ اللَّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ (82) فَمَا آمَنَ لِمُوسَى إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ عَلَى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَنْ يَفْتِنَهُمْ وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ (83)
***
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونِي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ (79)
(Va QAvLa FıRGaVNu EiETUvNIy BiKulLı SAXıRın GaLIyMın)
“Ve Firavun alim sahirin küllünü bana ety edin diye kavletti.”
Hazreti Musa Peygamber sopa ile gelmişti; Sopayı koyuyor ve yılan oluyordu.
Bu nasıl mümkün oluyordu? Kuru sopa yılan olabilir mi?
Masanızın üzerinde bardak vardı, sağ köşede duruyordu, sonra sol köşeye aldınız.
Nasıl oldu da sağ köşedeki bardak şimdi sol köşede yer aldı?
Siz zannediyorsunuz ki sağ köşedeki bardağı yok ettiniz, sol köşedeki bardağı icat ettiniz. Önce sağ köşede bardak icat etseydiniz de sol köşedeki bardak sonra yok olsaydı olmaz mı idi? Olmuyor, yapamıyoruz. Demek ki sağ köşedeki bardağı yok etmedik, sağ köşedeki bardağı icat etmedik.
Ya ne yaptık?
Elimizde iki resim vardır, iki kutuya konmuştur. Sağa çekersek sağ resmi görürüz, sola çekersek ikinci resmi görürüz. Resimler yok olmadı, sadece perdedeki görüntüsü değişti. Eğer iki lambamız olsaydı iki resim perdeye düşecekti. Eğer ekranınız büyük olsaydı iki resmi de bir arada gösterebilirdik.
Beş boyutlu uzayda yılan da var, değnek de var. Allah isterse yılan kısmını aydınlatır ve biz onu görürüz, isterse değnek kısmını aydınlatır ve biz onu görürüz. Biz zannederiz ki değnek yılan oldu. Hayır, biz gözümüzle yılana baktık, değnek yılan oldu.
Tüm hareketler ve olaylar böyle olmaktadır. Her şey yerinde duruyor, sadece elimizdeki fenerle istediğimiz tarafta yolculuk yapıyoruz. Bu açıklamadan yirminci yüzyılda anlaşılmıştır ki sihir de mucize de her zaman olabilir. Allah için bunları yapmak ve yaptırmak, bir paranın yazı tarafını veya tura tarafını göstermek kadar kolaydır.
Önce imkân bakımından herhangi bir sorun söz konusu değildir.
Sorun şudur; böyle bir şeyi Allah yapar mı yapmaz mı?
Kur’an’da deniyor ki; Allah’ın sünnetleri vardır, kanunları vardır. Bunlarda değişme olmaz. Bu âyete baktığımızda sihirbazların Allah’ın sünnetini değiştirmeleri gerekir. Peygamberler için de bu böyledir. Sihir ve mucize gerçekte olma yerine öyle görünmedir. Bu anlayışta televizyonda seyrettiğimiz her film baştan sonuna kadar sihirdir, olmayanı olmuş göstermedir. Peygamberlerin mucize göstermesi de sünnetullah içinde olabilir. Onu yalnız peygamberler yapabilir. Bununla beraber mucizelerin de teknoloji ile başarıldığını kabul etmede bir sakınca yoktur. Bediüzzaman, mucizeler insanların ulaşabileceği teknolojilere işaret eder, diyor. Yani peygamberler bize diyorlar ki; bakınız, ben sizin bilmediğiniz teknolojiyi kullandım, size yapacaklarınızı veya yapabileceklerinizi gösterdim, yani çalışın ve siz de benim gibi yapın diyor.
Gerçek olan şudur ki; sihir göz yanılmasıdır, tarihte hep var olmuştur ve bugün sektör hâline gelmiştir. Kur’an, Mısır sahirlerinin bunu yaptığını söylemektedir.
Peygamberlerin mucizelerine gelinirse; bunlara da doğal kanunlarla açıklama yapabildiğimiz gibi, beş boyutlu uzay imkânları ile de açıklayabiliriz.
İlerde teknoloji öyle gelişecektir ki biz dört boyutlu uzaya geçebileceğiz. Dün uzaya çıkamıyorduk ama şimdi çıkıyoruz. Yarın bizim boyuttan bizi beşinci boyuta fırlatacak bir füze bulabiliriz. Kur’an bunun mümkün olduğunu Rahman Sûresi’nde bildirmekte, üç boyutlu uzaydan sultansız çıkamazsınız demektedir. Muhalif manası ile sultanla çıkabiliriz demektir. Sultan satır demektir. Demek ki üç boyutlu uzayı yaracak bir araç gelecekte bulunacaktır.
Firavunlar Mısır’ı iki bin yıla yakın idare ettiler. Onlar bu imkânları ancak yüksek kabiliyetleri ile bulmuşlardır. Hazreti Musa sarayda büyümüş, sonra adam öldürdüğü için kaçmıştı. Firavun, Hazreti Musa Mısır’a geri gelir gelmez ‘öldürün bunu’ diyebilirdi. Hele bir de kafa tuttuğu zaman, bundan daha büyük fırsat bulunur mu idi? Ama Firavun öyle yapmadı, onu dinledi. Sorunu silah zoruyla çözmedi, ilim yoluyla çözdü, âlim sahirleri getirin dedi.
Burada Firavun’un çok asil iki davranışı vardır.
Birincisi; Hazreti Musa’yı muhatap alması, onu kapıdan geri çevirmemesidir.
Biz iktidardaki arkadaşlarımızdan randevu istedik de 12 (evet, yazıyla, tam “on iki”) senedir kendilerine henüz ulaşamadık! İşte, onların yani Mısır’daki yöneticilerin binlerce sene varlıklarını korumaları bundan dolayıdır.
İkincisi ise; kendisinin düzenine saldırana silahla ve hapishane ile değil de, doğrudan ilim ile cevap vermesidir. Nitekim Hazreti Yusuf Peygamberi de o dönemin Mısır yöneticileri bilgisinden dolayı hapishaneden çıkarmışlardı.
Biz 1960’lardan beri Kur’an mucizesini ilmî olarak gösteriyoruz… Onlar ise Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile bize saldırdılar. Ne oldu? 1969 yılında “Bağımsızlar Hareketi” ile siyasete başladık, 30 sene sonra anayasa ekseriyeti ile iktidarı bize teslim ettiler.
Muaviye o gün tüm İslâm âlemine hâkim oldu, yönetimdeki en önemli özelliği şuymuş; herkesi uzun uzun dinler ve tartışırmış.
Necmettin Erbakan’ın başarısı da buradan gelir; herkesi uzun uzun dinlemek...
Adil Düzen Çalışanlarının tek özelliği; kendilerine hakaret etseler de, karşı tarafın ağzına bez tıkmamadır, herkesi dinlemedir...
Ne söylüyor Firavun?
Âlim sahirleri getirin diyor.
Beliğ sahir getirin, mahir sahir getirin yani sahir getirin deniyor.
Silahla mukabele etmediği gibi silah olarak yalnız ilmi kullanmaktadır.
Denizde boğulan Firavunun bu Firavun olmadığı ileri sürülüyor. O zaman bu sayede kendisi varlığını korumuş demektir. Denizde boğulan Firavun aynı Firavun olsa bile, yirmi sene daha bu sayede direnmiş ve iktidarda kalabilmiştir.
وَقَالَ فِرْعَوْنُ
(Va QAvLa FıRGaVNu)
“Ve Firavun da kavl etti”
Firavunun taraftarları söylüyorlar. Aslında Firavun söylüyor. Ne var ki mele’ de yani Firavunun bürokratları da onu onaylıyor. Bir grubun başı bir şey söyler de yanındakiler sükût ederlerse, sükût ikrardandır, böylece onlar da söylemiş olur.
Firavunun eski söyleyenler içinde olduğunu belirtmek için “Ve Kâle” getirilmiştir. Eğer burada “Ve” harfi getirilmeseydi Firavun onlara söylemiş olurdu.
Firavun Hazreti Musa’nın söylediklerini reddetmek için çare aramaktadır. Ne var ki halkı ikna etmeden reddedecek olursa yarın halk başka Firavun bulur.
Harun Reşit tarihin meşhur sultanlarındandır, Abbasilerin en güçlü hükümdarıdır, halk arasında bilinen bir sultandır. Bu sultan demiş ki; ben halkıma pamuk ipliği ile bağlıyım, gelirlerse ben çekerim, onlar çekerse ben giderim.
Yöneticilik ile tebliğcilik bunun için farklıdır. Tebliğci direnir, kimse gelmezse tek başına yoluna devam eder. Yönetici ise halk onu dinlerse onlara emreder, dinlemezse o halkına uyar. Sivil mahkemeler ile askeri mahkemeler farklıdır. Çünkü sivilin kuralları ayrıdır, askerin kuralları ayrıdır. Erbakan bunu başaran bir liderdir, partisini dağıtmadan “Adil Düzen”i partisine taşımıştır. Akevler tebliğci olduğu için büyüyememiştir. Tebliğciler etki ederler ama büyüyemezler, onların yaptıklarının meyvelerini siyasiler toplarlar. Hazreti İsa’nın tebliğinin sonuçlarını Roma imparatorları toplamışlardır.
ائْتُونِي
(EiETUvNIy)
“Bana ety ediniz”
“Etâ” “Bi” ile gelirse getiriniz anlamı çıkar. Arapçada lazım bir fiili müteaddi yapmak için değişik yollar vardır. En meşhurları ifal veya tefil bâbından getirmektir.
“İta etmek” vermek demektir. “Etâ” geldi anlamındadır. “Atâ” verdi demektir. “Etâ Bi” de getirdi demektir. İfal bâbında taaddi, fiilin başkasına taaddidir. “Etâ Bi”de işi başkasına yaptırmaktır. Türkçede “çıkardı” var, “çıkarttı” var. Çıkardı ifal bâbı ile, çıkarttı ise İhrace bi ile ifade edilir.
Firavun saray erkânına Mısır’daki bilgili sahirleri toplamalarını emretmektedir. Sahirler, saraydaki teknik bilgilere sahip ilim adamlarıdır. Halkın bilmediği tekniklerle halka olağanüstü gösteriler sunuyorlar, sonra da Firavun’un bunları yaptırdığını ileri sürerek onu tanrılaştırıyor, böylece halkın kendilerine itaat etmesini sağlıyorlardı. Bu suretle güç elde eden Firavun kendisini gerçekten tanrının oğlu sanıyordu. Çünkü babası da kendisi gibi idi, bunlar Güneş’in çocukları idi. Güneş ise tanrı idi. Kur’an’da sık sık semavat ve arzın tanrısı diyerek Güneş’in tanrı olmadığına işaret edilmektedir.
بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ (79)
(BiKulLı SAXıRın GaLIyMın)
“Bütün bilen sahirleri.”
Burada “âlim” sıfatını kullanmaktadır. Yani bir şeyi bilen değil ilmi bilen demektir. Mesleği ilim olanları getirin deniyor. Firavun’un âlim sıfatı ile zikretmesi, Hazreti Musa’ya karşı güç ile değil de ilim ile çıkmasıdır.
Biz şimdi bizim karşımıza ilim ile çıkacak Firavun arıyoruz. Hazreti Musa çok şanslıdır. Biz onlara delilleri sunuyoruz. Onlar ise delillerimize cevap vereceklerine bizim gıyabımızda, Kur’an, Hazreti Muhammed ne anlatmışsa odur, siz ona o manayı veremezsiniz deyip insanları iğfal etmeye çalışıyorlar.
Size ne diyeyim bilemem ama Kur’an “enam gibidirler, beterdirler” diyor.
Biz Hazreti Muhammed’in ne söylediğini nasıl bileceğiz, Kur’an’a mânâ vererek bilmeyecek miyiz? Hayır, onu da bilmemize gerek yok, çünkü onlara göre Kur’an sadece o günün kitabıdır, sadece o çağın kitabıdır!
Kur’an insanlığın en büyük inkılâbını başarmış bir kitaptır.
Eğer Kur’an’ı öyle anlamasaydılar o uygarlık doğar mı idi?
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسَى أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ (80)
(FaLamMAv CAvEa elSaXaRaTu QAvLa LaHuM MUvSAy EaLQUv MAv EaNTuM MuLQUvNa
“Sahirler ciet edince Musa onlara mülki olduğunuzu ilka edin diye kavl etti.”
Saray görevlileri görevi alıp Mısır’da dolaşıyor, nerede âlim sahir varsa haber veriyorlar, şehrin her birine değişik taraftan ciet ediyorlar.
Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Aslında “Sümme” gelmesi gerekirdi. Ne var ki görevliler hemen yola koyuluyorlar ve zaman kaybetmeden sahirler geliyorlar. Gelme işi Firavunun söylediği zamandan itibaren başladığı için “Fa” harfi getirilmiştir.
“Lemmâ” burada “İzâ” mânâsında getirilmiştir. Çünkü bize anlatmaktadır. Artık gelecekte olacak değildir. “Lemmâ”daki her gelişlerinde mânâsı burada söz konusu değildir.
Hazreti Musa onlara “ilka edin” diyor, önce onların maharetlerini göstermelerini istiyor. Burada da önemli bir incelik vardır. Son söz etkilidir. Son olay etkilidir. Onlar maharetlerini ortaya koyuyorlar, sonra Hazreti Musa’nın yılanı onların yaptıklarını yutuyor. Önce Hazreti Musa koysaydı, onlarınki konduktan sonra yutacaktı yani mâni olacaktı. Hâlbuki şimdi nafi durumdadır. Men nefyden kolaydır. Hazreti Musa onlara öncelik vermekle kendisine zor olanı seçiyor.
Bir işçiye bir şey gösterdiğin zaman ona itiraz eder. Sen ısrar etmeyeceksin, peki bildiğini yap diyeceksin. O bildiğini yapar, başaramaz, sonra senin bildiğini tekrar eder. O artık onun aklında kalır ve yerleşir. Bu sebepledir ki ders verilmez. Baştan doğrusu gösterilip sonra araştırma yap denmez. Önce soru sorulur. O araştırmaya başlar. Sonra sen ona fikir verirsin, o zaman doğruyu öğrenir.
Demek ki burada Allah bize eğitim sistemini, inkılâp sistemini öğretiyor.
Cumhuriyet dönemlerinin başarısızlıkları, Millî Görüş ve Cemaat denemelerinin başarısızlıkları, insanları “Adil Düzen”e getirmede yardımcı olacaktır. Bu “Adil Düzen”i anlayarak benimseme imkânını sağlar.
Ceza hukuku sistemi de buna dayanır. Kimsenin suç işlemesine mâni olunmaz, suç işleyen işler ve cezasını çeker. Bu da başkalarının suç işlemesini önler. Ama suç işlemeye mâni olmaya kalkışırsanız, suç işleyenler çoğalır, baş edemezsiniz.
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ
(FaLamMAv CAvEa elSaXaRaTu)
“Saharalar ciet ettiğinde”
Saray sihirbazlarının yanında halk içinde de sahirler olmalıdır ki oradan çağırmaktadır.
Mısır bürokrasi ile idare edilmektedir. Sarayda eğitim alanlar taşrada görevlendirilir, orada yönetici olurlardı. Bugünkü diplomanın yerini o zaman sihir almıştı. Kim iyi sihir yapabiliyorsa, önemli makamlara onlar getiriliyordu. Mısır’da Nil yataklarında tarımla geçiniliyordu. Sahirler ise devletten aldıkları maaşlarla geçiniyorlardı.
Firavun burada yine devlet adamlarına örnek olacak davranış yapıyor. Muhalifleri ile doğrudan mücadele etmiyor. Muhaliflere karşı kendi takımını hazırlayıp onunla karşı çıkıyor. O tarafsızlık rolünü oynuyor. Haydi diyor, Musa ile yarışın; yenerseniz sizinle, yoksa Musa ile olurum diyor. Bu sebepledir ki devlet başkanları sorumsuzdurlar, dolayısıyla baştan müdahale yetkileri yoktur. Hiçbir kimse kişisel mücadele ile bir değişiklik yapmaz. Karşı örgüt kurar ve o örgütle diğer örgütü dengeler.
Sermayeye saldırmakla, bürokratlara saldırmakla biz onları yenemeyiz, onları yola getiremeyiz. Biz bürokrasiye ve sermayeye karşı bir örgüt kurmalıyız. O örgüt de kooperatiflerdir. Kooperatifler parasız iş yapacaklardır. Kooperatifler “Genel Hizmetleri” ile bürokratların yapacakları işleri kendi kooperatiflerinde yapacaklardır.
قَالَ لَهُمْ مُوسَى
(QAvLa LaHuM MUvSAy)
“Musa onlara kavletti”
Önce davacı iddiasını beyan eder, sonra davalı savunmasını yapar.
Burada iddia edenler sahirlerdir, sihirbazlardır. Hazreti Musa onlara mucize olarak sopayı yılan yapmıştır ama onun iddiası mucizesi değildir; onun iddiası İsrail oğullarına Mısır’dan çıkma izni verilmesidir. Bu mucize değildir. Muddea bih değildir.
Oysa sahirlerin iddiası bizzat sihrin kendisidir. Dolayısıyla davacı olanlar onlardır. Hazreti Musa da bu sebeple onlara ilka etmelerini söylüyor. Onlar da bunu kabul ediyorlar.
Mısır yöneticileri burada da yine devlet yönetme kurallarına uyuyorlar.
أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ (80)
(EaLQUv MAv EaNTuM MuLQUvNa)
“Mulki olduğunuzu ilka edin.”
Mezopotamya’da da sihir vardır, Mısır’da da sihir vardır. Mezopotamya’daki sihir daha çok insanlara etki eden ve karı-kocanın arasını açan sihirdir, ruhsal etkileri olan sihirdir. Buna karşılık Mısırdakilerin yaptığı eşyaya etki eden ve daha çok teknolojiye dayanan sihirdir. Bunun sebebi şudur; Mezopotamya’da müsbet ilimler gelişmişti, eşyaya yapılan etkilerin kanunları biliniyordu. Dolayısıyla bu yolla halkı inandırmak mümkün değildi. Mısır’da ise teknoloji sahirlerin elindeydi, halk yapılanlarla kandırılabiliyordu. Gösterdikleri sihir maddî idi, sopaları ve ipleri yere koyuyor ve onlarla halkı büyülüyorlardı.
Hazreti Musa’ya da böyle bir mucize veriliyordu. Yani Hazreti Musa gösterecekleri şeylerin yerlere konan şeyler olduğunu biliyordu. Bunun için koyacağınızı koyun diyordu. Başka bir bakışla da Hazreti Musa; ben ilka ederek yani koyarak maharetimi göstereceğim, siz de böyle bir şey yapın diyordu. Bu da misli ile mukabele etme kuralıdır.
Savaşta benzer silahlar çatışır. Farklı silahlarla savaş olmaz.
Bugün sermayenin silahı paradır, devletlerin silahı askerdir. Bunlar arasında savaş yapılamadığı için yenen-yenilen belli değildir.
Cemaat ile AK Parti arasında da silah farkı var; biri oya, diğeri imana dayanıyor.
فَلَمَّا أَلْقَوْا قَالَ مُوسَى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ إِنَّ اللَّهَ سَيُبْطِلُهُ إِنَّ اللَّهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ (81)
(FaLamMAv EaLQaV QAvLa MUvSAy MAv CiETuM BiHIy elSaXaRu EinNA elLAvHa SaYuBOıLuGUv EinNa elLAvHa LAv YuÖLiXu GaMaLa eLMuFSiDIyNa)
“İlka ettiklerinde, Musa, ‘ciet ettikleriniz sihirdir’ dedi. Allah onu iptal edecektir. Allah müfsitlerin amelini ıslah etmez.”
Hazreti Musa onlara ‘ilka edeceğinizi ilka edin’ diyor, onlar da ilka ediyorlar.
Yine burada “ilka” “izâ”nın geçmişi olarak gelmiştir.
Hazreti Musa onlara diyor ki; Allah getirdiğinizi iptal edecektir, yakında iptal edecektir. Elan yani şimdi iptal edecektir demiyor, yakında iptal edecektir diyor. Hazreti Musa da sopayı koyuyor ama sopa hemen harekete geçmiyor. O da yılan oluyor, onları biraz oyalıyor, seyircileri heyecanlandırıyor ve sonunda onları yutuyor. Bu da sanatta en çok başvurulan bir uygulama ve olaydır.
Yarışta sonucu hemen söylemezler. Beklerler, başka şeylerle oyalarlar. Sonuç baştan bilinmez. Hazreti Musa ‘Allah iptal edecektir’ diyor ve ekliyor; Allah müfsitlerin amellerini ıslah etmez. Burada Hazreti Musa bu mağlubiyetlerinin hayattaki mağlubiyet olacağını bildiriyor. Firavun’un denizde boğulacağına işaret ediyor.
Hazreti Musa’nın bu hikâyesi sadece Musa ile Firavun arasındaki olayı anlatmıyor. İnsanlık içinde cereyan eden olayların bir temsili anlatılmaktadır. Hazreti Musa’nın hikâyesini baştan alacaksınız ve buraya kadar getireceksiniz. Sarayda büyümesi… Mısır’dan kaçması… Medyen’de eğitimi… Yolda görevlendirilmesi… Firavun’a tebliği… Sihircilerin toplanması, sopaların konması ve sonunda sihircilerin sopalarının yutulması…
Bütün bunlar hayat olaylarını hikâye eder.
Bediüzzaman’la uğraşanlar tarihten silinip gittiler, ona bir mezarı bile layık görmeyenler tarih oldular.
Erbakan’la uğraşanlar şimdi karşılarında onun yolunu izleyenleri buldular, onlarla çatışma hâlindedirler.
İnsanlıkta iyiler ve kötüler daima olacaktır, yok olmayacaklardır ama kötülerin amelleri daima yok olacaktır. Hep Hakka doğru yol alınacaktır. Bunun için müfsitlerin kendilerini ıslah etmez demiyor, amellerini ıslah etmez diyor. Müfsitler ıslah olabildikleri gibi müfsitler var olmaya da devam edeceklerdir.
Biz müfsitleri ortadan kaldırmakla uğraşmayacağız, biz mikropları yok etmekle uğraşmayacağız; bizim işimiz müfsitlerin etkisini yok etme olmalıdır. Paralel yapı ortadan kalkmaz. Bir paralel yapı gider, başka bir paralel yapı gelir. Biz paralellerin etkilerini yok edeceğiz, onları devre dışı bırakacağız.
AK Parti’nin paralel yapıyı yok edeceğim diye okulları ve dershaneleri kapatması yanlıştır.
Onlar ilka ediyorlar, geçmişteki olayların sonucu ilka ediyorlar. Buradaki “Fa” sebep “Fa”sı dediğimiz bir “Fa” olmaktadır. Koyacağınızı koyun dediğinde, bunun üzerine onlar da ilka ediyorlar. İlka ettiklerinde ne olduğunu söylemeden yaptığınız sihirdir diyor.
Demek ki ilka ettiklerinde gerçekten bir şeyler oldu ki yaptıklarınız sihirdir diyor. Orası hazf olmuştur. Başka yerde ne olduğunu anlatmaktadır. Hazreti Musa yaptıklarına bakıyor ve bu sihirdir, Allah onu iptal edecektir diyor. Sonra da Allah müfsitlerin amelini ıslah etmez diyor. Salih olmak demek, bir işe yaramak demektir. Islah etmez, düzeltmez, işe yaramalarını sağlamaz. Müfsitlerin amellerini ıslah etmediğini söylüyor. Bu son cümleyi Hazreti Musa onlara söylemiş olabilir yahut kendi kendine içinden söylemiştir.
Burada “Allah” lafzı izhar edilmiştir. Muhatap değiştiği için izhar etmiş olabilir. “Allah onu iptal edecektir” cümlesinin izahıdır, ayrı cümle değildir. Tekrar izharla olur.
“Ahmet sınıfını geçer, o çalışkandır” denebildiği gibi; “Ahmet sınıfını geçer, Ahmet çalışkandır” da denir. Manaları farklıdır. O sınıfını geçer de sınıfını geçmesi çalışkan olduğu için değil, başka sebeplerle de sınıfını geçer anlamındadır. Oysa “Ahmet çalışkandır” dediğinizde, Ahmet’in sınıfını çalışkan olduğu için geçtiğini ifade etmiş olursunuz. Cümle tekid ise birincisinin tekrarı olduğu için kelime izhar edilir.
فَلَمَّا أَلْقَوْا
(FaLamMAv EaLQaV)
“İlka ettiklerinde”
Mısır uygarlığı Nuh uygarlığından 500 sene sonra doğmuştur. Hazreti Nuh gemiyi icat etmiştir. Daha önce de tahtaların üzerine binip suyun akıntısı ile yol alma mevcuttu.
Hazreti Nuh ise buharlı gemi yani açık denizlerde seyahat edecek sağlamlıkta gemi yapmıştır. Bu teknoloji Mısır’da süratle gelişmiştir. Kıyı kenarlarından hareket ederek Mısır’a ulaşılmıştır. Böylece Mezopotamya medeniyeti Mısır’da oluşmaya başlamış, ne var ki halk arasında temas olmadığı için farklı şekilde gelişmiştir.
Mısırlılar müsbet ilimleri alamamışlar ama sonuçlarını almışlar, Mezopotamya’nın öğrettiği formüllerle Ehramları dikmişlerdir. Sihir böylece Mısır’a girmiştir.
Sihir teknik uygulamalarla oluşan bir oluş hâlinde ortaya çıkmıştır. Yere koydukları maddelere özel hareket yaptırarak halkı Firavun’un tanrılığına ve kendilerinin de ondan güç aldıklarına inandırmışlardır.
قَالَ مُوسَى
(QAvLa MUvSAy)
“Musa kavl etti”
Hazreti Musa, mucizesini göstermek için onlara göstermeden önce açıklamak durumundadır. Yapılır, sonra kimse dikkat edemeden gözden kaybolur. Hazreti Musa karşı tarafın başarılı sihrine karşı onları heyecanlandırmak için konuşmaya başlıyor. Firavun’a ve yanındakilere birlikte cevap veriyor. O sebeple “ve” harfi getirilmemiştir.
Bizim de olaylar cereyan ettiği zaman heyecanla cevap vermemiz gerekir.
Bekleyeceğiz…
Sonra da olacaklar gelecekte böyle olacaktır diye cevap vereceğiz...
Biz, AK Parti kurulduğu zaman kendilerine faizli işler yapmayın, faiz Allah’la savaştır dediğimizde bize kulak vermediler ama 12 sene sonra dediklerimizi anlamaya başladılar. Böyle olmakla birlikte hâlâ çare ve çözümlere kulak vermiyorlar.
مَا جِئْتُمْ بِهِ
(MAv CiETuM BiHIy)
“Getirdiğiniz”
Yaptığınız sihirdir, gerçek değildir, gözlere öyle gösterilmektedir.
Bu ifade bize sihrin asıl olmadığını, sadece yanılma olduğunu ifade eder. Ne var ki bu böyle değildir demekle yetinmemeliyiz. Biz o sihirleri ortaya çıkaran ve ibtal eden karşı gerçekleri ortaya koymalıyız.
Ekseriyet sistemi bir sihirden başka bir şey değildir. Gerçekte ekseriyetin görüşü veya fikri değildir. Belli merkezlerin oyunlarından başka bir şey değildir. Ama biz bu bir şey değildir diye iddia ettiğimizde bir netice elde edemeyiz. Ekseriyet sistemini kabul edip ona göre hareketler yapmalıyız.
Biz Akevler’i bu amaçla kurduk. Mademki ekseriyet sistemi var, o halde biz de ekseriyete sahip olalım. Partimiz anayasa çoğunluğunu elde etti. Ama bu yeterli değildir. Onu yutacak bir Musa’nın asasına ihtiyacımız vardır, o da “Adil Düzen”dir.
السِّحْرُ
(elSiXRu)
“Sihirdir”
Hazreti Musa onlara diyor ki; sizin yaptığınızın gerçekle alakası yoktur, bu sadece bir sihirdir, bilinen bir şeydir. Marife getirilmiştir. Bu bilinen bir oyundur. Bunun ne olduğunu bilmekteyiz diyerek, kendisine olan güvenini belirtiyor.
Bizim bir görevimiz de şudur; bize karşı çıkanların oyunlarını ortaya koymamız gerekir. Örnek olarak CHP’yi, MHP’yi, SP’yi ele alın; yaptıkları iş Erdoğan’a saldırmaktan ibarettir. Neden yeni bir şey söylemiyorlar? Neden programları ile çıkmıyorlar, bunun sebebi nedir? Çünkü onlar halkın programlarını anlamayacaklarını kabul etmeyeceklerini biliyorlar.
O halde onların programlarını biz ortaya koymalıyız. Onları savunma zorunda bırakmalıyız. O zaman gerçek hüviyetlerini ortaya koymak zorunda olurlar. Bu sayede gerçek ve olması gereken particilik ortaya çıkar.
Hazreti Musa “bu bilinen sihirdir, onlar gerçek değildir” demekle onları savunmasız bırakmıştır.
إِنَّ اللَّهَ
(EinNA elLAvHa)
“Allah”
Peki, Mısırlılar “Allah” kelimesini biliyorlar mıydı, “Allah” kavramı onlarda var mıydı?
Hazreti Musa Mısır’da yetişmişti, onların dillerini çok iyi biliyordu; onlara Mısır dilinde Allah’ı anlatacak kelimeyi bulmuştur, onunla ifade etmiştir.
Mısır’da halk arasında kullanılan yazı yoktu. Sadece dikili taşlarda yazılan kitabeler vardı. Halkın çoğu bunları okuyamıyordu. İstanbul’daki Dikilitaş oradan getirilmiştir ve Mısır yazısıyla yazılmıştır. Firavun tanrı değildir, oğlu da değildir. Sihirle onu tanrılaştıramazsınız. Gerçek tanrı olana “Allah” denmektedir.
Bugün de sermaye tanrı yerine ikame edilmektedir. Bugünün sihri de karşılıksız paradır. Dün Mısırlıları nasıl sihirle korkutuyorlar ve öylece devletlerini yaşatıyorlar idiyse, bugün de karşılıksız para ile dünyayı korkutup sömürmektedirler.
Firavun yani sermaye yine yenilecek ve Allah’ın dini yeryüzüne hâkim olacaktır.
سَيُبْطِلُهُ
(SaYuBOıLuHu)
“Onu iptal edecektir”
“Savab” var “hata” var, “sü’” var “hasen” var, “nef’a” var “zarar” var, “adalet” var “zulüm” var.
Bunlardan “savab, hasen, nef' ve adalet” haktır.
Buna karşılık “hata, sü', zarar ve zulüm” bâtıldır.
Bâtılı iptal etmek demek, negatifin negatifi yapmak demektir. O zaman o hak olur. Eksi ile eksinin çarpımı artıdır.
Yakında demekle arada zaman geçecek, insanlar biraz bekleyeceklerdir.
Günümüzün hayatına getirirsek; bugünün Firavunu sermayedir, bugünün sihri karşılıksız paradır. Bu iptal edilecektir. Allah bunu Musa’nın asası ile iptal edecektir. Musa “Adil Düzen”dir, koyduğu silah ise kurulacak kooperatiflerin çıkaracağı altın bonolarıdır.
Burada “Se” harfi getirilerek bunun kısa zamanda olacağını haber veriyor, hemen de olamayacağını bildiriyor.
إِنَّ اللَّهَ
(EinNa elLAvHa)
“Allah”
“İnne” ile teyit etmiştir. “Ve” harfi getirilmemiştir. “Allah” lafzı iade edilmiştir.
Bu cümle, eski cümlenin açıklamasından başka bir şey olmadığını göstermek içindir.
Bu cümleyi Hazreti Musa onlara değil de genel olarak söylemiş olur; Allah bize söylemiş olur. Muhatap değiştiği için zamir gönderilmemiştir.
Siz de düşünün; size göre hangisidir?
لَا يُصْلِحُ
(LAv YuÖLiXu)
“Islah etmez”
“Salih olmak” uygun olmaktır. Marangozun yaptığı kapı kasaya uyuyorsa, kapı salihtir. Canlıların genleri öyle ayarlanmıştır ki hepsi salih amel yapmaktadırlar, Kâinatı bozacak hiçbir hareketi yapmazlar. İnsanların yaptıklarının çoğu salih değildir.
“Islah etmek” demek, birbirine uydurmak yani sistemi çalışır hâle getirmek demektir.
“İfsat etmek” demek bozmak demektir.
عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ (81)
(GaMaLa eLMuFSiDIyNa)
“Müfsitlerin amellerini”
Bir gemi kötülük yapmak için gitmektedir. Orada çalışanlar ise geminin sağlıklı gitmesini sağlamakla görevlidirler. Onların amelleri gemiyi yürütmede salihtir ama geminin gitmesi salih değildir, Allah onları başarıya ulaştırmaz.
İki grup çatışırken biri müfsit ise biri diğerine galip gelebilir ama biri muslih ise diğeri galip gelemez.
Eğer mağlup oluyorsak bilmeliyiz ki bizde bir fesatlık vardır, kendimizi düzeltmeliyiz.
وَيُحِقُّ اللَّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ (82)
(Va YuXıqQu elLAvHu eLXaQqa BiKeLiMAvTıHı Va LaV KaRiHa eLMuCRiMUvNa)
“Ve mücrimler kerh etseler de Allah hakkı kelimatı ile ihkak edecektir.”
Sihirleri iptal edeceğini, hakkı ihkak edeceğini ifade etmektedir.
Sihir gerçekte olmayan ama görüntüsü öyle olandır.
Hak ise gerçekte öyle olandır.
Yunanistan’dan gelen safsatacılar vardır. Reybiyyun vardır. Bu gördüklerimiz gerçek değildir, sadece bizim yanılgımızdır. Rüya gibidir. Rüyada gördüklerimiz görüntüden ibarettir. Kolunuz kesilir ama gerçekte kesilmez. Bunlar da böyledir diyenler vardır.
Gerçekten var olanları kabul edenler vardır.
Görülenlerden bazıları haktır, bazıları ise bâtıldır.
Batıl nedir?
Bize göründüğü gibi olmayanlar bâtıl, bize görünüp var olanlar haktır.
Allah bâtılları iptal edecektir. Allah Hakkı ihkak edecektir.
Enfal Sûresi’nde Allah’ın yardım gönderdiğini belirten âyetten sonra
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ (8)
Hakkı ihkak ederek bâtılı iptal etsin diye bunu yapmıştır diyor.
Önce “Allah” kelimesi izhar edilmiştir. Yukarıda geçen manadan farklıdır. Allah arşa istiva etmeden önce hakkı var etti. Hakkın gereği olarak bâtılı ortaya koydu. Gerçi bâtıl da Allah’ın meşietinde ve kaderinde vardır ama iptal için vardır, geçici olarak vardır. Âhirette bâtıl yoktur. Ölüm olmadığı için butlana da gerek yoktur. Dolayısıyla burada sadece hakkı ihkak eder denmiştir. Allah’ı izhar etmesinin sebebi, Hakkı ihkak arşa istiva etmeden önce bunu takdir etmiştir. Allah önce hak takımı ile bâtıl takımını kurmuş, hak takımını yetiştirmek için bâtıl takımına yol vermiştir. Ne var ki, bâtıl, hak takımın eğitimi için kurulmuş takımdır. Eğitim bittikten sonra bâtıl takıma gerek kalmayacağı için o takım iptal edilecektir.
İnsanlar ikinci bin yılın sonlarında dinlerinde büyük sapmalar meydana getirdiler. Gerek Müslümanlar, gerek Hıristiyanlar, gerekse diğer dinler dinlerini bozup haktan ayrıldılar. Bu sebeple Allah bunları doğru yola getirmek için sermayeyi ve sosyalizmi insanlığa musallat kıldı. İnsanlığı birkaç asırdır inim inim inletiyorlar. Şimdi görevleri bitti, iptal ediliyorlar.
Millî Görüşçüler ve Cemaat ortaya çıktı.
Bâtıl iptal ediliyor...
“Adil Düzen” hazırlanıyor...
Siz Adil Düzen Çalışanları, sizler çok mutlu insanlarsınız. Peygamberiniz yoktur ama siz sahabesiniz. Onlar sizden üstündüler, çünkü onların önlerinde birinci Kur’an uygarlığı yoktu, yeniden kurdular. Ama siz de onlardan üstünsünüz, çünkü sizin de peygamberiniz yoktur, Cebrail gelip size bir şey öğretmiyor. Bunu ilk olarak siz yapıyorsunuz.
Birinci Akevler uygulamasından sonra bir duraklama devri geçirdik. ‘Metâ nasrullah’ dedik. Şimdi ise sabah olmaktadır. Fecri sabah gelmemişse de fecri evvel gelmiş, fecri saniye gidilmiştir. Yolunuz açık olsun.
“Kelimet” bir cümledir, bir karardır. “Kelimât” ise bir projedir, Kâinatın var ediliş projesidir. Bâtıl ortaya çıkacak, hak içindeki bâtılı yok edecek, sonra hak ihkak olunacak.
وَيُحِقُّ اللَّهُ
(Va YuXıqQu elLAvHu)
“Ve Allah ihkak eder”
Buradaki “Ve” “Seyubtiluhu”ya atfetmektedir.
Evet, bâtıl olan sihri iptal edecek ve hakkı ihkak edecektir. Bu Allah’ın istiva etmeden önce takdir ettiği kaderdir, projedir.
Allah, kurduğu iki takıma başlangıçta müdahale etmiyor, oynayabildikleri kadar eşit oynuyorlar ama sonra bâtıl olanı iptal ediyor, hak ise gerçekleşiyor.
Yaşlanan vücudu ortadan kaldırmak için mikropları görevlendiriyor, sonunda yaşlı vücudu yok ediyorlar ama bu arada mikropların kendileri de ölüyorlar. Oysa o bedenin oluşmuş organik moleküllerden yararlanan yeni tohum veya döl veya nutfe yumurta harekete geçerek daha ileri ve daha gür canlı oluşmaktadır.
Bâtıl olanlar iptal ediliyor, hak ihkak ediliyor. Bu arada biz insanlar da eğitiliyoruz. Hakkı tutanlar dünyada muzaffer oluyor, öldükten sonra da cennete gidiyorlar.
Kur’an’ın temel felsefesi budur. Müsbet ilimler bu oluşu tasdik etmektedirler. Bunun böyle olduğunu bilmek ilimdir. Ama Allah niçin böyle yaptı? Batı felsefesi onu araştırıyor. Bu araştırma boş araştırmadır. Allah’a akıl verecek aklımız olsaydı biz tanrı olurduk.
الْحَقَّ
(eLXagQa)
“Hakkı”
Görüneni gösteren haktır. Görünmeyeni gösteren bâtıldır. Bizi hedefe götüren haktır.
Canlılarda iki grup vardır. Bunlardan biri yapıcılardır. İnsanın hücreleri yapıcılardır. Biri de yıkıcılardır. Mikroplar yıkıcılardır. Yapıcılar haktır. Yıkıcılar bâtıldır. Daha doğrusu yapma haktır, yıkma bâtıldır. Bu sebepledir ki biz daha iyisini yapmak için yıkarız. Biz barış için savaşırız. Yıkma ve savaş bizim işimiz değildir, Hakkı korumak için birer aracıdır.
Sosyalistler yıktıktan sonra yaparlar. Biz yaptıktan sonra yıkarız.
Evet, benzer işi yapıyoruz ama onlar butlan içindedir, biz hak içindeyiz.
بِكَلِمَاتِهِ
(BiKeLiMAvTıHı)
“Kelimatını”
“Kalem” kesilmiş daldır. “Kelime” ise kesilmiş yerden biten daldır. Mesela, fındığın bir ocağında birkaç dal yerden biter. Bunlar aynı ocakta oldukları için daldırlar. Ama her biri ayrı fidan gibi olduğu için bağımsız ağaççık gibidir. Kökleri ortak ağaçlar gibidirler.
İşte bunlardan her biri bir kelimedir, ayrılıyorlar ama kopmuyorlar.
Parçaların projesine “kelime” denmektedir. Bütüne ise “kelimât” denmektedir.
Peygamberler birer kelimedir. Getirdikleri hükümler birer kelimedir. Bütün nebiler kelimattır. Şeriat kelimattır. Allah kâinatı kelimeler olarak planladı. Tüm kâinat ise kelimat olarak ortaya çıktı. Buradaki kelimat tüm kâinattaki kaderdir, onun icrasıdır.
Kelimatın gayesi hakkı ihkaktır. Hak müfret, kelimat çoğuldur ama sistem içinde çoğuldur. Beş kere yedi 35 eder, haktır ve bu tektir. Beş kere 7 kırk eder dersek bu yanlıştır ve bu tespit çoktur, çünkü 36, 37, vs. de denebilir. Bununla beraber ehli bâtıl bir bâtılla ortaya çıkarlar. Farklı grupların bâtılları ise çoktur. Şirk budur. İcmada tek hak olduğu için kesin delildir.
وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ (82)
(Va LaV KaRiHa eLMuCRiMUvNa)
“Ve mücrimler kerh etseler de.”
Her iki âyette “mücrimler” sözünü kullanmaktadır.
Kur’an’da bir terkib tekrar ediliyorsa, onlar arasında özel ilişki vardır.
Hakkın ihkakından sadece mücrimler hoşlanmazlar. Hakkın tahakkukuna çok kimseler mâni olmaya çalışır ama hak geldikten sonra artık direnmezler.
Nitekim Millî Görüşe karşı zorlu direnmeler oldu ama şimdi AK Parti’nin yanında yer almışlardır. Esrar kaçakçısı olanlar, rüşvette aracılık yapanlar, kadın ticareti yapanlar elbette “Adil Düzen”den hoşlanmayacaklardır. Çünkü onlar hayatlarını cürüm üzerine kurmuşlardır. Sermayenin direnmesi bundandır. Karşılıksız faiz parası ile dünyayı yalnız sömürmüyor, inim inim inletiyorlar. Bu cürümdür.
Bunlar “Adil Düzen”den hoşlanmıyorlar ama “Adil Düzen” Takdir-i İlâhi olarak gelecektir. Uygarlıklar doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. İki uygarlık vardır; Hak uygarlığı ve kuvvet uygarlığı. Kuvvet uygarlıkları hak uygarlıklarının gelişmesi için gereklidir. Gece ve gündüz olarak devrededirler. Şimdi kuvvet uygarlığı çökmeye, Hak uygarlığı yeniden oluşmaya başlamıştır. Bu çok basit olaya tüm tarih şahittir.
فَمَا آمَنَ لِمُوسَى إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ عَلَى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَنْ يَفْتِنَهُمْ وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ (83)
(FaMAv EAvMaNa Li MUvSAv EilLAy ÜurRiYaTun MiN QaVMiHIy GaLAv PaVFın MiN FıRGavNa Va MaLaEiHiM EaN YaFTıNaHuM Va EinNa FıRGaVNa La GAvLın FIy eLEaRWı Va EinNaHUv LaMiNa eLMuSRiFIyNa)
“Firavun ve onların meleinden onlara fitne yapar diye havf ettiklerinden dolayı Musa’ya kavminden bir zürriyetten başkası iman etmedi. Firavun arzda âli idi ve o müsriflerden idi.”
Karşılaşmada başarıya ulaşmış olmasına rağmen Hazreti Musa’ya kimse inanmadı, kendi kavminden bir zürriyetten başkası iman etmedi. Firavun arzda âli idi, o müsriflerden idi.
Buradaki “Fe” harfi takip “Fe”sidir, aynı zamanda sonuç “Fe”sidir yahut cevap “Fe”sidir. Hazfedilmiş bir cümlenin cevabı olarak gelen cümlenin başlangıcıdır. Bundan sonra ne oldu sorumuza cevaptır.
Hazreti Musa’nın söylediklerine iman etmediler.
“Kavminden” demekle Hazreti Musa’nın ayrı kavmi olduğu ifade edilmiştir. Oysa Hazreti Musa’nın henüz kavmi yoktu. Hazreti Musa’nın adam öldürmesinden bahsederken “Min Şiatihi” denmiştir, kendi grubundan demişti. Buradaki kavim geniş manada kavimdir. İnsanlık, kavim, şa’b, kabile ve aşiret birer tüzel kişiliği olan topluluklardır. Bunların ortak adı da kavimdir. Her dilde böyle kelimelerden biri o nevin dâhil olduğu cins için kullanılır.
Buradan çıkaracağımız anlam şudur. Bir devlet içinde bir dil konuşulur ama halkın bir kısmı kendilerine ait dili de konuşurlar. Bunlar ayrı ulustanmış gibi muamele görürler. Örnek olarak üniversitelerini kurar ve kendi dilleri ile tedrisat yapabilirler ama imtihanları devletin ortak dili ile verirler.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda her ilin ayrı dili vardır. Lise öğrenimini o dille yaparlar. Üniversite eğitimi ise devlet dili ile yapılır.
İller birleşip kendi dilleri ile tedrisat yapan üniversite kuramazlar mı, yabancı dilden üniversite kurulamaz mı?
Kurulur. İngilizce veya Kürtçe üniversiteler olabilir. Ne var ki Türkiye’de iş yapacak kimselerin Türkçe olarak imtihana girmeleri ve o imtihanda başarılı olmaları gerekmektedir. Yabancı üniversitede mezun olanlar da Türkçe imtihan vererek Türkiye’de çalışabilirler. Kürt üniversitesinden mezun olanların durumu da böyledir.
Burada “Min Kavmihi” demekle bir devlet içinde değişik kavimlerden halkların olabileceğini ifade etmektedir.
“Firavun ve Melei” denmektedir. Bürokratlar ikiye ayrılırlar, yüksek bürokratlar var, bir de sıradan bürokratlar vardır. Yüksek bürokratlara “mele’” denmektedir; bakanlar, genel müdürler, generaller bunlardandır. Sıradan bürokratlar meleklerdir.
Firavundan korkmaktadırlar, halka onlar fitne eder demektedir. Onlara azab eder demiyor, onlara fitne eder diyor. Çünkü halkı durup dururken suçsuz cezalandırmak devletin varlığını tehlikeye sokar. Onun için bazı uydurma veya iftiralarla zulüm yaparlar. Bölücüsün der ve zulüm yaparlar, gericisin der ve zulüm yaparlar. Ruhsat için başvurursun, ruhsat vermez ve zulüm yaparlar. Kazanmadığın mallardan vergi alır ve zulüm yaparlar.
Bugün Firavunun yerine geçen sermaye önce devletleri emrine almıştır. O istediği kanunları çıkarttırmaktadır, yüksek bürokratları o tayin ettirmektedir. Ondan sonra parasını kullanarak her türlü fitneyi yapmaktadır. Basını eline geçirmiş, istemediği kimseyi diline dolayıp herkesi onun aleyhine harekete geçirmektedir. İnsanlık da onun korkusundan sesini çıkaramamaktadır.
Firavun Mısır’da iktidar sahibi idi. Allah insanları topluluk hâlinde yaşayacak şekilde yaratmıştır. Ona göre de duygular vermiştir. İktidardan herkes korkar, onun gücü olmasa da herkes ondan korkar. Bugün dolar hiçbir şey olmadığı halde yani karşılığı olmadığı halde herkes onun peşine takılmıştır. Parayı nasıl kazanayım düşüncesi tüm insanları saptırmıştır. Bu şirktir. İnsanların bundan kurtulması gerekmektedir.
Kooperatifler kuracağız. Kim gelirse iş vereceğiz. Gelirleri az olacak ama aç kalmayacaklardır. O zaman bunlar çağımızın Firavunundan korkmayacak, kooperatif içinde özgür olacaklardır. Bundan sonra iktidarları Firavunun iktidarı gibi denizlerde boğulacaktır.
“Firavun” sözü izhar edilmiştir. “O” diyebilirdi. Tekrar etmiştir. Firavun aslında Mısır hükümdarlarının adıdır. “Cumhurbaşkanı” dediğimiz zaman nasıl bugünkü cumhurbaşkanı anlaşılırsa, “cumhurbaşkanını halk seçer” dendiği zaman da bütün cumhurbaşkanları anlaşılırsa; “firavun” dendiği zaman o günkü firavun kastedilir. Birinci firavun odur. Diğeri ise bütün firavunlardır.
Firavunlar Mısır’da mutlak hükümdar idiler. Mısır merkezi yönetimle yönetiliyordu denmektedir. Böceklerin gövdesini delik deşik ettiği ağaç demektir. Yapraklarının kemirildiği ağaca da bu ad verilir. İsraf eden demek, halkı ağır vergilerle ezen anlamındadır.
Bugün büyük soyma mekanizmaları gelişmiştir. Gümrükler, vizeler, ruhsatlar ve izinler, zenginlerin ve bürokratların halkı sömürmesi için kurulmuş düzeneklerdir, israftır. Gereksiz yapılan her iş israftır. Güya hile ve yanlışlıkları önleyeceğiz diye bir sürü gereksiz muamele yapılmış. Noterler rica etmiş, devlet vergi almak istiyor, halkın kooperatiflerini kurması için her yıl yeni muamele şartlarını geliştirmektedirler. Eskiden bir karar defterini tasdik ettirdiğin zaman onu senelerce kullanabilirdin. Sonra dediler ki; her yıl yeniden tasdik ettirmek durumundasınız! Sonra Ocak’ta yeniden açtırma durumu var! Ne için bu yapılacak? Noterlere para kazandırmak, devletin bu arada vergi alması için yapılacak!
Bütün yasaklar, gereksiz yaptırılan işler, bürokratik belgeler hep israftır.
Firavun devleti böyle yönetiyordu.
Bugün de sömürü sermayesinin koyduğu çalışma engelleri, bürokratların icat ettikleri bitmez tükenmez kırtasiye uygulamaları vs. hepsi israftır.
Eski Mısır devlet yapısını incelediğimizde, bugünkü sömürü düzenini daha kolay anlayacağız.
فَمَا آمَنَ لِمُوسَى
(FaMAv EAvMaNa Li MUvSAv)
“Musa’ya iman etmedi”
Bir şeyi birine emanet ederseniz, ona inanmış, güvenmiş, iman etmiş olursunuz. İman fiilini “Li” ile kullanırsınız. Burada “Musa’ya güvenmediler” anlamındadır. Yani biz Musa tarafı olsak sonra o bizi koruyamaz, Firavun bizi mahveder dediler.
Bugün de aynı olaylar cereyan etmektedir. Halk Adil Düzen Çalışanlarına güvenmemektedir. Fethullah Gülen hep böyle takiyye yapmıştır. Biz nasıl olsa ona kötülük yapmıyorduk, bizden ona zarar gelmezdi. Ona göre bizim gücümüz de yoktu. Siyasi bakımdan hep bize muhalefet etmiştir. Biz de onu hoş karşıladık. Cemaat ise Akevler’i tutuyordu.
Bugün Obama, Putin ve Erdoğan sermayeye karşı baş çekiyorlar. İnsanlar sermayenin korkusundan bunlara güvenemiyor, bu sebeple karşı durumdadırlar.
Ama Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlara hep güvendiler.
“Adil Düzen” yakında fetih yapacaktır. Bu ekonomik fetih olacaktır. Gülen dinî fetih yaptı. Erdoğan siyasi fetih yaptı. Akevler de ilmî fetih yaparsa, sömürü sermayesinin sebebiyet verdiği korku ortadan kalkacaktır.
إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ
(EilLAy ÜurRiYaTun MiN QaVMiHIy)
“Kavminden bir zürriyet”
“Zerea” ekmek fiili demektir.
“Zeraa” ziraat, tarım demektir.
“Zürriyet” de insan nesli demektir.
İnsanlar derece derece birbirine yakındır.
Mısır’daki İsrail oğulları gruplar hâlinde idiler. Hazreti Yakup’un çocukları nesilleri devam ettiriyorlardı, birer zürriyet idiler. Bu durum Mısır’dan ayrıldıktan sonra da devam etmiştir. “Bir Zürriyet” denmektedir. Bu Hazreti Musa’ya yakın bir zürriyet olmalıdır.
Topluluk içinde böyle bir grup çıkar ve onun yanında yer alırlar.
Akevler’i başlangıçta bütün Müslümanlar desteklediler. Sonra Süleyman Demirel ve onun ekibi, İlâhiyatçılar da dâhil olmak üzere, hepsi bize karşı cephe aldılar. Çünkü onlar tehdit ediliyordu. Bir arkadaşımız bunalımlar geçirdi, bize cephe aldı. Şimdi onları hatırlayamıyor. Hayır diyor, ben öyle yapmadım diyor. Biz de hatırlatmıyoruz.
Bizde kavim olarak Müslümanları alabilir. Bizim zürriyet Akevler’de korkmadan ben Akevler’denim diyenlerdir. Biz bugün az kimseyiz. Çünkü sünnetullah böyledir. Hazreti Musa’nın gösterdiği o denli mucizelere rağmen ancak çok az kimsenin iman etmesi bizim durumumuzu izah eder. Hazreti Musa cihadına yirmi sene devam etti. Biz yarım asırdır devam ediyoruz. Daha çöllere düşmedik. Daha başlangıçtayız.
Yüz lojmanlı işyeri binalarını kurma zamanı gelmiştir. Yüz villalı siteler kurma zamanı gelmiştir. Bizim çölümüz bunları kurma olacaktır. Sıkıntılar çekeceğiz. Yoksulluklar çekeceğiz. Bir gün bize denecek ki; artık size vaat edilen yerlere girin. Biz böylece devleti yönetmeye hak kazanacağız yahut yönetenler bizden olacaktır.
عَلَى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ
(GaLAv PaVFın MiN FıRGavNa Va MaLaEiHiM)
“Firavun ve onların meleinden korktukları için”
Firavun ve onun yanındakilerin korkusu ile insanlar şimdilik “Adil Düzen”e inanmayacaklar ama inanan grup olacaktır. Bu grup büyümektedir. Başarıya ulaşacağız.
İçimizde inanmayan kimseler olacak, onlar da terk edip gideceklerdir.
Dünya bu korkuları içinde sömürülecek, insanlar bu korkuları içinde ezileceklerdir.
Cesaret sahibi bir belediye başkanı bile çıkmadı!
Bu bizim imtihan olmamız içindir. İnanmayanlar da ayrılıp gitsin diye Allah böyle korku veriyor onlara. Yarın iktidar olduğunuzda onlara her türlü nimeti sağlayacaksınız ama onları bugünkü inananların üzerine çıkarmayın, yoksa kısır kalırsınız.
أَنْ يَفْتِنَهُمْ
(EaN YaFTıNaHuM)
“Onlara fitne eder diye”
İki türlü korkutma vardır.
Biri; elinize sopayı alırsınız, halkı dayaktan geçirirsiniz. Sosyalistler böyle yaptılar.
Diğeri ise; sopa atmazsınız ama onları çeşitli hilelerle aç bırakırsınız. Böylece ben aç kalmayayım diye insanlar sizin yani hakkın yanında olmazlar.
Mısır yönetimi sosyalistlerin aksine aç bırakma yoluyla halkı kendisine uydurabiliyordu. Böyle yani dayak yerine açlığı tercih etmişti. O sebeple uzun ömürlü oldu. Sosyalistlerin dayağı ise onları 70 senede yıktı.
وَإِنَّ فِرْعَوْنَ
(Va EinNa FıRGaVNa)
“Ve Firavun”
“Firavun” burada tekrar edilmiştir.
Birinci Firavun Hazreti Musa’nın Firavun’u idi, bu Firavun ise cins olarak bütün Firavunlar anlamındadır.
Mısır’ı Firavunlar idare ediyordu. Bu Firavunlar önce sihirbazlardan oluşan din adamlarına dayanıyordu. Halkı onlar etkiliyordu. Öbür taraftan da güçlü ordusu vardı. Böyle devam edip gidiyorlardı.
Sömürü sermayesinin durumu da aynıdır; ele geçirdiği dolarlarla ilmi, dini, ekonomiyi ve siyaseti avucuna almıştır.
لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ
(La GAvLın FIy eLEaRWı)
“Arz’da âli idi”
Buradaki “Arz” ahd içindir ve Mısır kastedilmektedir. Bununla beraber süper güç olarak ortada idi bu bakımdan yeryüzünün âli devleti olmuştur. İktidar onda idi. Süper güçtü.
Bugün de süper güç, sermayenin emrindeki ABD’dir. Şimdi iktidarı kaybetmekte, denizde boğulmaya yaklaşmaktadır.
وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ (83)
(Va EinNaHUv La MiNa eLMuSRiFIyNa)
“Ve o müsriflerden idi.”
Hazreti Musa Peygamber, gereksiz bürokratik engellerden ve vergilerden halkını kurtarmak için öneride bulundu ama kabul edilmedi.
Biz de Kooperatiflerle bu öneride bulunuyoruz.
Sermaye bizi takip ederken kendisi boğulacaktır.
Onu takip eden siyasiler de boğulanlar arasında olacak.
Sûre, Adil Düzen Çalışanlarının karşılaştıkları ve karşılaşacakları sorunları örneklerle bildiriyor.