YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1460 Okunma
15 VE 17.AYETLER

YUNUS SÛRESİ-6

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (15) قُلْ لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَا أَدْرَاكُمْ بِهِ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا مِنْ قَبْلِهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (16) فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ (17)

 

***

 

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ

(Va EiÜAv TuTLAy GLaYHıM EAYavTuNAv BayYıNAvTın QAvLa elLaÜIyNa LAv YaRCUvNa LiQAvEaNAv iETı BiQuREAvNın ĞaYRı HaÜAv EaV BadDiLHu)

“Beyyinat olarak ayetlerimiz onlara tilavet edildiği zaman likamızı reca etmeyenler bundan başka bir kuran getir veya onu tebdil et, dediler”

Tanımadığınız birisiyle sohbet ettiğiniz zaman havadan sudan konuşmaya başlarsınız. Başlangıçta herkes kendisini gizleyip karşı tarafı öğrenmeye çalışır. Karşı tarafın hoşlanmayacağı fikirlerini sonraya saklar. Anlaşabilecekleri fikirleri arar. Sohbet devam eder.

İki kişi arasında daha derin tanışıklık meydana gelir, arkadaş olurlar, dost olurlar. Ondan sonra arkadaşlar karşı taraflarını kendilerine benzetirler. Herkes karşı tarafın değişip kendisi gibi olmasını ister. İşte bu noktada arkadaşlık biter, sadece iki tanıdık kişi olurlar. Çoğu zaman çekişmeye başlar ve karşı grup olurlar.

Bu durum konuşmada da böyledir. Kitapta ise böyle bir şans yoktur, o (kitap) söyler sen dinlersin, sen ona söyleyemezsin. Çoğu kez okuduğuna bile pişman olursun. Örnek olarak hadisleri alalım ve okuyalım. Birçok yerde hoşumuza gider, ama hoşlanmadığımız sözleri de duyunca hepsini birden atmaya kalkışırız.

Biri konuşuyor, siz de sadece dinleyici iseniz, durum böyledir.

Kur’an’ın durumu böyledir. Siz onu okumaya başladığınız zaman hoşunuza gitmeyenleri duymazsınız. İçinde çok hoşunuza giden sözleri duyarsınız. Size Kur’an’ı anlatanı zevkle dinlersiniz. Bazen de hoşunuza gitmeyenlerle karşılaşırsınız, o zaman Kur’an’ı kendinize uydurmağa çalışırsınız, tevillere girişirsiniz; yetmez, başkalarının da sizin anladığınız gibi anlamalarını istersiniz.

İnsanın yapısı budur.

Kur’an’da “bize likaı reca etmeyenler” ifadesi dört yerde geçer; biri bu sûrede geçer. Dördüncüsü ise Furkan Sûresi’nde geçmektedir. Demek ki bu sûre ile Furkan Sûresi birbirinden ayrılmışlardır. Buradaki “Hum” zamiri mücrimlere raci olacağı gibi bütün insanlara da raci olabilir.

İnsanın yapısı böyledir.

Bugün yeryüzünde Kur’an’la ilgilenen herkes Kur’an’dan hoşlanmaktadır, onun Allah sözü olduğunu zımnen kabul etmektedir ama ondaki hükümlere ise bir türlü razı olmamaktadır. Yaşadığı hayat o kadar Kur’an’dan uzaktır ki, beş vakit namazını kılan ve Allah’a inanmış örtülü kadınlar bile çok evliliği hazmedememekte, hattâ kocaları bile bu hususu duymaktan rahatsız olmaktadırlar. Onlar hep Kur’an’ı değiştirmemizi istemektedirler.

AK Parti mensupları başörtüsü için savaş vermişlerdir ama faizle ilgili hükümlere dokunamamışlardır. Oysa başörtüsü ile ilgili ve o da tevil edilir bir âyet vardır. Faiz için Allah ve resulü ile savaş vermişlerdir diyor. Çünkü sömürü sermayesi başörtüsüne laf olsun diye itiraz etmektedir ama faiz ise onun hayatıdır.

Buradaki bu durum, insanların Allah’a mülaki olacaklarını beklemeyen kimselerin özelliği olarak görülüyor. Yani kâfir olmaları, müşrik olmaları, fasık olmaları, zalim olmaları gerekmez. İyi insanlar da Kur’an’da hoşlarına gitmeyen şeyleri duydukça onu değiştirmek isterler. Süleyman Demirel bir zamanlar öyle yapmadı mı, ‘iki yüz ahkâm/hüküm âyetini kaldırırız işimiz kolaylaşır’ demedi mi?

Kur’an’ı okuyanlar bilmelidirler ki Allah onlardan akıllıdır ve bilmelidirler ki Kur’an bir düzendir, Kur’an bir sistemdir; bir makine gibidir, bir parçası eksik olursa sistem çalışmaz.

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ

(Va EiÜAv TuTLAy GLaYHıM)

“Onlara tilavet edildiği zaman”

Tilavet etmek demek, bir şeyi bir yerden alıp başka yere aktarmak demektir.

Kitabı tilavet etmek, kitaptan okumaktır.

İnsanın kendi içine doğan fikirleri ve düşünceleri de başkalarına aktarmak tilavettir.

Kim tilavet edecektir?

Bundan sonraki “Kul” kelimesinden anlaşılıyor ki tüm Kur’an ehli tilavet edecektir.

Canlıların iki görevi vardır; biri, kendileri yaşarlar, diğeri ise kendilerinin yerine geçen nesiller yetiştirirler.

Müminlerin de iki görevi vardır.

- Kur’an’ı okuyacaklar, anlayacaklar ve uygulayacaklar; bu birinci görevleridir.

- İkinci görevleri ise; Kur’an’ı başkalarına ulaştıracaklardır. Kimseyi zorlamayacaklar ama Kur’an’ı herkese ulaştıracaklardır.

Bu görevlerini şöyle yapacaklardır.

1) Nerede rastlarlarsa, nerede imkân bulurlarsa, Kur’an’dan bahsedeceklerdir. Bir konuşma söz konusu olduğu zaman hemen Kur’an’ın o hususta ne dediğini söyleyeceklerdir. Böylece o kimse/ler Kur’an’ı duymuş ve zamanla ilgilenmiş olur/lar.

2) Kur’an hükümlerini uygulayacaklar ve bu hükümlerin Kur’an hükümleri olduğunu belirtecekler. Böylece insanlar Kur’an’ın uygulandığını görerek anlarlar.

3) Kur’an’ı öğrenmek isteyenlere yardımcı olacaksınız; okullar açacaksınız, kitaplar yayınlayacaksınız, televizyonlarla duyuracaksınız.

4) Kur’an’ı değiştirmek veya bozmak isteyenlere karşı direnecek, onlar çatışmadıkça siz çatışmayacak ama asla onlara uymayacaksınız; direnecek ve sabredeceksiniz.

Burada şunu öğreniyoruz ki; Kur’an’a karşı olmayanlar, Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul edenler içinde Rablerine likayı reca etmeyen insanlar vardır. Onların ortak vasıfları, Kur’an’ın bazı hükümlerini kabul etseler bile, hoşlarına gelmeyen kısımlar da vardır, onları değiştirmek isterler, sizi de kendilerine uydurmak isterler.

آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ

(EAvTuNAv BayYıNAvTın)

“Beyyinat olarak âyetlerimizi”

“Tukrau” denmemiş de “Tutlâ” denmiş. Onlara ulaşan yalnız lafızlar değildir, tüm fıkıhtır, tüm uygulamadır. Burada “kitap” veya “Kur’an” denmemiş de “âyetlerimiz” denmiş; “min âyâtinâ” denmemiş de “âyâtünâ” denmiş. Çünkü âyetler bir bütündür. Bütünü kabul edilir veya bütünü terk edilir. Kur’an bütünüyle bir sistemdir.

Başlangıçta İslâmiyet bir bütün olarak anlaşılmış, insanlar tüm hayatlarını Kur’an’a göre değiştirmişlerdir. Hicri 400’den sonra Kur’an’ın hükümlerini bir bütün olarak değil de kısmen almaya başlamışlardır. İçtihad babının seddi yani içtihad kapısının kapatılması da bunu ifade eder. İşte, boza boza sonunu getirmişler ve kendileri de batmışlardır.

Demek ki “âyet” dendiği zaman sadece sözler değil, o sözlerin taşıdığı yol gösterici hükümlerdir, fıkıhtır, şeriattır. “Beyyinâtin” kelimesi nekredir ve kesrelidir, dolayısıyla hâldir. Beyyinat olarak onlara tilavet olunduğu zaman anlamındadır. İspatlı bir şekilde onlara aktarılır. Yani bizim görevimiz karşı tarafa sadece söylemek değildir, aynı zamanda söylediklerimizi ispat etmek durumundayız. Bugün bu ispat uygulama ile olur. ‘Böyle yaparsanız böyle olur’ dersiniz, yaparsınız ve gösterirsiniz.

Hem “âyât” hem de “beyyinât” kurallı dişi çoğuldur. Tüm sistemin açıklamalı ve ispatlı şekilde aktarılması gerekmektedir. Bunun için de bizim bunları bilmemiz gerekir.

İşte…

Bizim “Müçtehid Yetişme Merkezi”, “Uygulamalı Matematik, Kur’an Arapçası, Çağımızın Fıkhı ve Ortaklık Muhasebesi” dersleri bunlardır.

Birinci uygulamada başarısız olduk diye vazgeçme yoktur. Yeni yollar denemek zorundayız. Biz çalışacağız. Bir gün Allah bize hidayet edecektir.

قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا

(QAvLa elLaÜIyNa LAv YaRCUvNa LiQAvEaNAv)

“Likamızı reca etmeyenler dediler”

Hepimiz yaptıklarımızın hesabını vermek üzere âlemlerin rabbi olan Allah’ın huzuruna çıkacak ve bütün yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.

İşte…

İnsanların bir kısmı her hareketini o gün için hazırlar ve yapar.

Bugün insanların çoğu âhireti çoktan unutmuş ve lâikleşmiştir. Sömürü sermayesinin uyuşturduğu dimağlar sadece günlerini düşünüyor, âhiretteki likayı reca etmiyorlar.

Biz bunu 1960’larda gördük ve âhireti reca eden insanları toplayarak site oluşturmak istedik. Biz, ‘Ben Müslümanım’ diyen herkesin âhireti reca ettiğini sandık. Sonra gördük ki Müslümanların Müslümanlığı gelenek Müslümanlığıdır.

Bugün yeniden başlıyoruz... Rablarına likayı reca eden insanları bulmaya çalışıyoruz...

Bunu nasıl başaracağız?

Biz başarmayacağız. Allah böyle bir cemaati getirecektir.

Biz çalışıyoruz... Biz yazıyoruz... Sizler bunların yazılmasında katkıda bulunuyorsunuz... Allah’ın izniyle uygulamaya geçeceğiz... O zaman daha çok insan bize katılacak, âhireti reca eden nesil ortaya çıkacak ve Kur’an’ı tağyir ve tebdil çabasından uzaklaşmış cemaat oluşacaktır...

Aralarında kavga başlıyor…

Kuran hakemlere gidin diyor…

Onlar ise siyasi hesaplar yapıyor...

ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا

(iETı BiQuREAvNın ĞaYRı HaÜAv)

“Bundan başka bir kur’an getir”

“Bundan başka bir kur’an getir” diyorlar. Bunu ağızları ile söyleyemeseler bile halleri ile söylüyorlar. Aralarındaki ihtilafı halletmeleri için biz onlara hakemlik âyetlerini hatırlatıp okuduğumuz zaman hoşlarına gitmiyor, öyle değil de diyemiyorlar. Ama bunlardan başka âyetleri oku diyorlar. Yukarıdaki bölümde “âyetlerden” bahsetmişti, burada “Kur’an” diyorlar. Çünkü onlar da çok iyi biliyorlar ki Kur’an öyle diyor.

Ne yapıyorlar?

Şeyhlerin kerametini getirip Kur’an yerine koymakla yetiniyorlar.

Yerine ne getiriyorlar?

Uydurma hadisleri getiriyorlar, çünkü orada kafalarına göre uydurmalar var.

Başka ne getiriyorlar?

Fıkhı getiriyorlar; bin sene önceki müçtehitlerin sözlerini Kur’an yerine koyuyorlar.

Başka ne istiyorlar?

Batı uygarlığı var, Avrupa Birliği var, Kur’an o uygarlığa (AB’ye) uymalıdır diyorlar!

Hâsılı, bugün insanlık Kur’an’ı reddetmiyor; onu kabullenmiş, onu benimsemiş ama onu değiştirmekle meşgul. Usul-ü fıkıh kuralları ile sahih sünnete uygun ve geçmiş ulemanın icmaı ile sabit olan yol vardır. Ona “Ehli Sünnet” diyoruz. Kur’an “müstakim sırat” diyor. Ona uyup bugünkü müsbet ilmin verilerine göre Kur’an’ı anlayıp uygulayacaklarına; onları nasıl değiştiririz, nasıl tepetaklak ederiz diye uğraşıyorlar. Acı tarafı, kendilerinin Ehli Sünnetle ilgileri kalmamıştır. Oysa içtihad ve icmayı inkâr eden Ehli Sünnet değil, ehli Kur’an da olamaz. Tüm dünya şimdi Kur’an’ı tağyir ve tebdil etmeye çalışmakla meşguldür.

أَوْ بَدِّلْهُ

(EaV BadDiLHu)

“Yahut onu tebdil et.”

“Tağyir” onun yerine başkasını koymaktır

“Tebdil” ise aslını koruyarak içindekileri kısmen değiştirmedir.

Marksizm bir tağyirdir. Tasavvuf ise bir tebdildir. Yani Kur’an’la beraber şeyhlerin beyanlarını koymak bir tebdildir. Bu yaptıkları büsbütün kötü de olmayabilir. İyi niyetle yapılanların pek çokları iyi olmuştur, yararlı olmuşlardır ama Allah’a likaya inanan insanlar bunları yapmazlar. Bunlar âhirete değil şeyhlerine inanıyorlar, adeta onlara tapıyorlar. Hepsi böyledir demiyoruz ama böyle olanları var. Yaptıkları hepten kötüdür demiyoruz. Tebdil edenlerin bir kısmı akıllarınca yine İslâmiyet’e hizmet etmek için bunları yapmaktadırlar.

قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ

(QuL MAv YaKUvNu LIy EaN EuBadDiLaHUv MiN TıLQAvEi NaFSIy EiN EatTaBıGu EilLAv MAv YUvXAv EiLayYa EinNIy EaPAvFu EiN GaÖaYTu RabBIy GaÜAvBa YaVMın GaJIyMın)

“Kendi tilkaımdan onu tebdil etme olamaz. Ben sadece bana vahy olanlara tabi olurum. Rabbime isyan edecek olursam azim yevmin azabından korkarım.”

Âhiret gününde Yaratıcı likasını reca etmeyenler. Bu grupların görevi insanlığa tebliğ etmedir. Onlar bunu tebliğ ederler. Bunları değiştirmek isterler.

Biz Akevler olarak değişmedik, değiştirmedik. Bir kısım Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler ise şartlara uyup büyüdüler.

Kur’an bizim bunlara ne diyeceğimizi bize öğretmektedir; ‘Benim onu değiştirmeye ne gücüm ne de yetkim var de’ diyor.

Yukarıda tağyir ve tebdil olarak teklif ettikleri halde, burada ‘tebdile yetkim yoktur’ demektedir. Mefhumu muhalefetle tağyir edebilirim anlamı çıkar ama kıyasla tağyire de yetkim yoktur demektir. Bu şekilde anladığımız zaman tebdil tağyiri kapsar. Hükümleri aynıdır. Bu sebepledir ki bir sözleşmede bir maddeyi ihlal bütün maddeleri ihlal demektir.

“Tilka” “Lika”nın bir masdarıdır.

“Lekat” iki yerleşik bölge arasındaki buluşma yerinin adıdır.

“Lika” buluşmak, kavuşmak demektir.

“İlka” ise koymak, yerleştirmek anlamına gelir.

“Tilka” masdardır. Kural üstün ile gelmemesidir. “Tibyan” kelimesi ile “Tilka” kelimeleri kesre ile gelmektedir. Bu husus tecvit kuralları ile açıklanabilir. Müteaddiyi lazım yapar. İfteale de Tefaale de böyledir.

“Lika” müteaddidir, birinin diğeri ile buluşmasıdır. “Tilka” ise insanın kendi kendine iş yapmasıdır. Nefsi ile buluşmasıdır. Kendi başına demek olur.

Bana verilen görev vahye tabi olmak, vahye uymaktır; yoksa onu değiştirme yetkim yoktur. Bu çok önemli bir kuraldır. İçtihad bir vahiydir. İcma bir vahiydir. Dolayısıyla bunları ancak yine kendi usulü içinde değiştirebilirsiniz. Ben kıblenin bu tarafta olduğuna dair içtihad ettim ama o tarafa dönmesem de olur diyemezsiniz. Ona uymak zorundasınız. Hattâ uymaz da isabet etseniz bile uygulamanız geçerli değildir.

İçtihad yaparken Allah’ın halifesi olarak içtihad yaparsınız. Sonra artık ancak yeni içtihatla değiştirebilirsiniz. Değiştirmeden önceki bütün tasarruflarınız geçerlidir. Siz içtihad yaptınız, benim bu seneki zekât borcum budur dediniz; artık onu ödemekle yükümlüsünüz. İçtihadınız değişse bile bundan sonraki zamanlar için değişir.

İstişare ile alınan kararlar da böyledir. Başkan şura ile istişare eder, kararı o mecliste o istişareden sonra alır, sonra değiştiremez. Değiştirmek için yeniden istişare edip yeniden karar alması gerekir. İcmalar da böyledir. Muhkem derecedeki icmalar değişmez. Müfesser derecedeki icmalar ancak yeni icmalarla değişir. Kavim veya kabile icmaları da o kavim veya kabileler için aynıdır.

İçtihadla sabit olanları içtihadsız değiştirme, istişare ile sabit olanları istişaresiz değiştirme, icma ile sabit olanları icmasız değiştirme Rabbe isyan kabul edilmiştir. Çünkü Rab içtihadı emretmiştir. Kur’an’a kadar insanlar içtihadla değil vahiy ile amel ederlerdi. Kur’an’dan sonra vahiy yoktur. İnsanlar artık içtihadla amel edeceklerdir. İlhamda insanların kalbinde bir fikir doğar, o onun için doğru olur. Delil aramak zorunda değildirler. Bulurlarsa nebilere yani âlimlere sorarlar, bulamazlarsa kendi ilhamları ile hareket ederlerdi.

Kur’an böyle delilsiz hareket etmeyi kaldırdı. Başkalarının içtihadı ile amel etmeyi de kaldırdı. Herkes kendisi delilini arayacak ve ona göre amel edecektir. Delil bulamadıklarını yine içtihadla seçtiği kimselere soracak.

İçtihadda delil nedir?

Müsbet ilmin verileri insan için delildir. Müsbet ilimle sabit olan da yine aynı şekilde içtihad ve icmalarla olur. Onun dışında şer’i deliller arayacaktır.

1- Kitap yani Kur’an birinci delildir. Kâinatın tekrar eden veya edilebilen kanunları kitap hükmündedir. İstediğin zaman denersin, tahkik edersin.

2- Başkalarının gördükleri veya yaşadıkları şeyler de başkasına delildir. Haber mahiyetinde olanlarda onlara uyacağız. Ancak onların doğru söyleyip söylemediklerini kendilerine olan güvenimizle veya dereceleri ile bileceğiz.

3- İlim adamlarının delilsiz de olsa ittifak ettikleri hususları da delil olarak alabiliriz. Madde atomlardan oluşur bu tür hükümlerdendir.

4- Benzetme yani kıyas yoluyla sonuçlara varmadır. Benzer olaylarda benzer sonuçlar beklemek doğaldır. Bu her zaman doğru olmaz ama biz aksi sabit oluncaya kadar onu da delil kabul ederiz.

Temel husus budur. Bilmiyorum o halde bekliyorum yoktur. Yanlış da olsa vakti gelince yapacaksın. Ertelemek yanlış yapmaktan çok daha kötüdür. Bürokratlarımıza önce bu öğretilecektir.

Azim günün azabının sorumlusu olunacağını bildirmektedir.

قُلْ

(QuL)

“Kavlet”

Burada mahzuf olan “Lehüm” vardır. Onlara söyle.

“Bu Kur’an’ı tebdil et” diyenlere söyle denmektedir. Muhatap kimdir?

Elbette ilk muhatap Hazreti Muhammed’dir. Çünkü ilk olarak ona söylenmiştir.

Çağımızda muhatap olanlar Adil Düzen Çalışanlarıdır.

Kur’an’ın lafızlarına bir diyecekleri yoktur. Hattâ senden daha saygılıdırlar. Onun öğrenilmesi için Kur’an Kursları açıyorlar... İmam-Hatip Okulları savaşı veriyorlar... İlâhiyat Fakültelerinde binlerce öğrenci yetiştiriliyor... Ama Kur’an’ın getirdiği Arapça hükümler vardır. İlk okuduğunuz zaman o manaları veremezsiniz. Ama Arapça kuralları uyguladığınız zaman manalar bir bir ortaya çıkar. İşte bunda yoklar. Fıkhı değil ilmihalleri okurlar. Kur’an’ın manası üzerinde düşüneceklerine, İhlâs Sûresi’ni yüz defa okurlar. Okullarda Kur’an Arapçası öğreteceklerine sokak Arapçasını öğretirler...

İşte bunlara söyleyecek olanlar kimlerdir?

Kur’an’la meşgul olanlar, günün sorunlarını Kur’an’la çözmek isteyenler bu soruya cevap verirler. Demek ki bugün bu emir “Adil Düzen” üzerinde çalışan herkese verilmiştir. Herkes diyecek ki; içtihadımı ve icmamızı kendi başıma değiştirmemiz mümkün değildir. Sen de senin istediğin gibi anla ama heva ve hevesinle anlama. Kur’an’a mana verirken soruyu ona sorarsın ve ne cevap vereceğini beklersin; en sonunda gelen cevap vahiydir. Eğer baştan bir inandığın şey var, Kur’an’ın manalarını senin baştaki kabullerine göre manalandırırsan, bu fitneyi ifta etmek olur, kelimeleri mevziinden değiştirme olur. Her Adil Düzen Çalışanı kendisini ona göre ayarlayacaktır, öyle olacaktır ve öyle söyleyecektir.

مَا يَكُونُ لِي

(MAv YaKUvNu LIy)

“Benim için olamaz”

Buradaki “Yekûnu” bana bunu yapma yetkisi verilmedi manasına geldiği gibi; ben istesem de değiştirmek istesem de değiştiremem anlamındadır.

İnsanlık 14 asırdır Kur’an’ın manasını değiştirmek istemiş, bunu başaramayınca Kur’an’ı terk etmiş ve onun yerine başka güçler ikame etmiştir. Kur’an’ı sadece dua etmek, mezardakilere okumak için bir araç olarak görmüş, böyle yapmasının cezasını da dünya hayatının her alanında çökmekte bulmuştur. İnsanlık müsbet ilimdeki gelişmelerle Tanrı’sız bir kâinat düşünmeye başlamıştır. İki üç asırdır insanlar kandırılmış ve uyuşturulmuşlardır. Ama şimdi insanlık ve Müslümanlar yeniden canlanmaya, içtihada ve icmaya başlamışlardır. İşte bu gelişmeleri görenler insanlığı ifsat etmek istemektedir.

Müslümanlar örgütlenmeye başlamışlardır. Fethullah Gülen ve Necmeddin Erbakan cemaatler oluşturmuştur. Ne var ki bunlar “mâ yekûnu lî en ubeddilehu” emrini dinleyememişlerdir. Tansu Çiller’in şartı sebebiyle Erbakan “Adil Düzen”i on sene terk etmiştir. Sömürü sermayesi zannetmiştir ki; Necmeddin Erbakan terk ederse, Fethullah Gülen terk ederse, herkes terk eder. Akevler içtihad yapmaya devam etmekte ve içtihadlarında ısrar etmektedir. Aklî ve naklî delil getirin, içtihadımızı yenileyelim. Ama şunu iyi bilin ki sizin saçma saplantılarınız nedeniyle biz içtihadımızı değiştirmeyiz.

أَنْ أُبَدِّلَهُ

(EaN EuBadDiLaHUv)

“Onu tebdil etmem”

İçtihad yapan kendisi hüküm vermez. İçtihad eden kimse ben Allah’ın görevlendirdiği kimseyim der. Allah beni boşu boşuna yaratmadı, beni iş yaptırmak için yarattı. Benim şimdi görevimi öğrenmem ve onu yapmam gerekir.

Peki, ben görevimi nasıl öğrenirim?

Önce bana akıl verdi. Aklımı kullanırsam, düşünürsem, görevimin ne olduğunu öğrenirim. Bunun yanında dört kaynak daha verdi; Kitap, Sünnet, icma ve kıyas. Bunlardan yararlanarak görevimi öğrenebilirim. Yanlış anlamış olabilirim yahut şartlara göre hükümler değişebilir. Ama yeniden dört delile dayanıp içtihad yapmam gerekir.

Burada önemli bir hususa işaret vardır. Halkın istekleri içtihad edenler için delil teşkil etmez. Kur’an halkın sorunlarını çözer, halkın çözümlerini yani isteklerini onaylamaz. Kur’an’a biz emretmeyiz, Kur’an bize emreder. Tanrı’yı biz yaratmadık, Tanrı bizi yarattı.

مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي

(MiN TıLQAvEi NaFSIy)

“Nefsimin tilkasından dolayı”

“Min” “Bi” manasında olabilir.

 “Min” başlangıç için olabilir. Yani benim kaynağım ve delilim nefsim olamaz. Sizin arzularınızı yerine getirmek istesem de bu arzular içtihada etkili olamaz. İçtihad mevcut delillere dayanılarak hükme varmak demektir. Ne yapacağıma karar verme söz konusudur. İçtihadın kaynağı ihtiyaçlar değildir, ihtiyaçların giderilmesidir.

‘Avrupa İnsan Hakları’ diye bir şey icat etmişlerdir. Bunların içinde doğru olanlar vardır. Ne var ki bunları Avrupalılar bulmamış, Tevrat, İncil ve Kur’an’dan almışlardır. Roma’dan alınanlar vardır. Roma hukuku da Tevrat ve İncil’e dayanır.

Sömürü sermayesi onlara bazı yeni haklar telkin etmiştir; ekseriyet sistemi, faiz serbestliği, zina/fuhuş serbestliği, işgale dayanan mülkiyet vs. Bunların hepsi bâtıldır. Kendi nefislerine göre hak ve hukuku tebdil etmişlerdir.

Bugün insanlık maddeten şimdiye kadar ulaştığı imkânların yüz katından fazlasına ulaşmıştır ama insanlığın ıstırabı da kat kat artmıştır. Eskiden köyde tarlasını eken köylüler yıllık mahsulünü elde edip çocuklarını yaşattı mı en büyük saadeti duyardı. Şimdiki insanlar hayatını garanti etmesi için emekliliğini yani ölümü iple çekmektedir. Günümüzdeki insan çocuk yetiştirmek istemiyor. Artık evlenmek bile insanların istekleri arasında değildir.

İşte, tilkai nefs böyle yapar. 

إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ

(EiN EatTaBıGu EilLAv MAv YUvXAv EiLayYa)

“Ben bana vahyolunana tabi olurum”

“Ben bize vahyolunana…” demiyor, “Ben bana vahyolunana…” diyor.

Buradaki vahiy içtihaddır. Herkes kendi içtihadına uymak zorunda olduğu için “bana vahyolunana uyarım” diyor. Ben içtihadıma göre hareket ederim. Sizin de sizin yani kendinizin içtihadınıza göre hareket etmeniz gerekir. Ben içtihadımı sizin için değiştiremem. Siz de değiştiremezsiniz.

Benim Kur’an’ı sizin isteğinize göre yorumlamamı istemeniz yanlıştır, hatalıdır. Ben istişare ettiğim zaman kararı ben alırım ama onların meclisinde onların görüşlerinin sentezi olarak alırım. Bana gelen bir ilham yoksa onların görüşlerinden tercih yaparım. Sonra istişareye katılan herkes, hakemlere gidip kararımı iptal ettirebilir. İstişare tamamlandıktan sonra artık onu ben değiştirmem, yine ancak istişare ile değişir. İcma da yeni icma ile değişir. Demek ki içtihadı vahiy olarak alırsak, ben benim içtihadımla amel ederim anlamı çıkar.

Fıkıhçılar sadece Sünnete dayanarak pek çok hükümler ortaya koydular. Biz şimdi onların koydukları hükümleri kabul etmiyoruz. Sünnet de kendi zamanlarına ait olduğu için günümüzde geçerli olmayabilir. Bizim usulümüze göre eğer fukahanın dediklerine Kur’an’da delil bulursak kabul ediyoruz, bulamazsak tavakkuf ediyoruz.

Örnek olarak Dr. Lütfi Hocaoğlu Kur’an’da hıtan (erkek çocuğun sünneti) yoktur, tebdili halkullah olduğu için hıtanın olmadığına dair âyet vardır diyor. Dr. Mete Firidin de buna “temizlen” âyetini getirdi. Siyabını/elbiseni tathir et (temizle) diyor. Ruczdan uzak dur. Ben “rucz” kelimesinde insandaki fazlalıkları atmak olarak anlıyorum yani hıtanı rucz içine sokuyorum. Şimdi tartışma uzuvda kesilen parçanın rucz olup olmadığının tesbitidir derim. Sorunu tıp çözer diyorum. Tabipler arasında ihtilaf varsa, ben fukahanın tarafını tutarım.

İşte bu bizim metodumuzdur, “Akevler Ekolü” dediğimiz ekol budur.

إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي

(EinNIy EaPAvFu EiN GaÖaYTu RabBIy)

“Ben Rabbime isyan edersem havf ederim”

“Havf” gelecek bir tehlikeyi önceden sezmektir, ondan kaçmaktır. Ben eğer kendiliğimden içtihadımı değiştirecek olursam, o zaman Allah’ın âhiretteki ve dünyadaki büyük azabından korkarım demiş olmaktadır.

“İsyan” sopa kaldırmak demektir. İsyan bayraklarını dikip emirlerine karşı gelmek demektir, onunla savaşa girmek demektir.

Mümin birisine biat eder. Ondan sonra artık ona karşı gelmez, onun aleyhinde çalışmaz. Eğer onu dinlemeyecekse onun yönetiminden uzaklaşır.

“Rabbim” diyerek içtihadı kendi isteğine göre yapmak Rabbe isyandır. Yani içtihadını kendi heva ve hevesine göre yaparsa Rabbine isyan etmiş olur. Demek ki nefsin tilkasına göre içtihad yapan Rabbine isyan etmiştir.

Burada başka bir husus daha öğreniyoruz.

İçtihad yaparken Rabbin onu terbiye etmesi için gerekenleri söyler. Yani Allah hiçbir nefse kendi aleyhine olan bir şeyi emretmez, kişinin çıkarına emreder. Topluluğun çıkarı kendi çıkarı olduğu için kendi çıkarı yanında topluluğun çıkarını da gözetmesini ister. Nefsin tilkası başka, nefsin menfaatleri başkadır. Sigara nefsin tilkasıdır ama nefse zarardır.

عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ

(GaÜAvBa YaVMın GaJIyMın)

“Azim yevmin azabından.”

“Azab” kelimesi burada nekre olduğu gibi “Yevm” kelimesi de nekredir. Dolayısıyla bu sadece âhiretteki azab değildir, bu dünyadaki azab da bu havf edilen azabdır.

Kur’an’da, bir topluluk kötülük yaptığı zaman onu uyarırız diyor, küçük azablarla uyarırız diyor. Sonra da eğer uyanmazsa helâk ederiz diyor. İşte o helâk azim azabdır. Böylece kendi heva ve hevesleri ile içtihad ve icmalarda bulunanlar sonunda helâk olurlar.

Sosyalizm bunun zamanımızdaki örneğidir.

Kapitalizmde de durum bütün vahşetiyle budur.

Avrupa Birliği de her yönüyle aynı hatayı işlemektedir.

Türkiye de maalesef körü körüne onların peşinden gitmektedir.

Bunun anlamı şudur; bunları yapanlara dünyada azim azap gelecektir.

Âhirette de dünyada yaptıklarından dolayı büyük azap olarak cehennem vardır.

Küçük azaplar ise sevaptan mahsup edilerek cezalandırılır.

Buradaki “azim” “büyük yevm”in sıfatıdır.

Türkiye’de 12 Eylül 1980’den önce büyük karışıklıklar vardı. Ülke ikiye ayılmış, taraflar birbirleri ile savaşa başlamışlardı. Pol-Der (solcu polisler), Pol-Bir (ülkücü polisler) gibi dernekler oluşmuştu. İnsanlar sokaklarda birbirini vuruyordu. Öğretmenler dersleri bırakmış, solculuk aşılamakla uğraşıyordu, çocuklara isyanı nasıl yapacaklarını anlatıyorlardı. Kenan Evren geldi, düdük çaldı ve büyük gün başladı, bu asileri dayaktan geçirerek ıslah ettiler. Bugün Türkiye hâlâ onun sopasının kerameti ile yaşamaya devam ediyor.

Bugün de eğer insanlar Kur’an’ı değiştirmek isterlerse, büyük günün azabı gelecektir. Bunu ordu yapmazsa, cihan savaşında olduğu gibi düşman gelir, işgal eder ve ikinci istiklâl savaşını yapmak zorunda kalırız.

قُلْ لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَا أَدْرَاكُمْ بِهِ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا مِنْ قَبْلِهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (16)

(QuL LaV ŞAyEa elLAHu MAv TaLaVTuHUv  GaLaYKuM Va LAv EaDRAvKuM BiHIy FaQaD LaBiÇTuM FIyKuM GuMuRan Min QaBliHIy EaFa LAv TaGQıLUvNa)

“Söyle. Allah isteseydi ben size onu tilavet etmezdim ve onu size idrâ etmezdim. Daha önce ömür olarak içinizde lebs ettim. Akl etmez misiniz?”

“Kul” emrini tekrar etti. Muhatap değişirse yahut söylenecek kimseler değişirse “Kul” tekrar edilir. Bundan önceki “Kul”da muhatap Kur’an’a inanan ve onu insanlara ulaştıran kimsedir. Oysa şimdiki “Kul”da muhatap Hazreti Muhammed’dir. Çünkü Kur’an ilk önce ona nâzil oldu ve kırk yaşından sonra onlara okumaya, Medine’ye hicretten sonra uygulamaya başladı. Hassaten bu âyet Kur’an’ın inişini anlatmaktadır. Nasıl Hazreti Musa ve Hazreti İsa peygamberler kıssa ediliyorsa, Kur’an’ın inişi de Kur’an’da kıssa ediliyor. Bu âyet bugün içtihad eden âlimlere uymamaktadır. Bugün ancak ilimde rusuhu olanlar içtihad yapabilmektedir. İlimde rusuh seviyesine ulaşmak ise uzun bir eğitime gerek göstermektedir.

Kur’an’ın en büyük mucizelerinden biri, Kur’an’ın sosyolojik bir oluşumla gelmiş olmamasıdır. Arap âleminde sosyal olaylar gelişmiş, insanlar kendilerine çare aramaya başlamış, dolayısıyla Kur’an nâzil olmuştur şeklinde değildir. Tam tersine, Araplar kendi hayatlarından memnun idiler. Kâbe’de putları birleştirerek tek Tanrı’ya ulaşamamışlar ama tanrılar birliğini sağlamışlardı. Tüm Arabistan Kureyş’in yöneticiliğini kabul etmişti. Diğer taraftan Kur’an herhangi bir ilmi çalışmanın gelişmesi ile oluşturulmuş bir kitap değildir. Mekke’de sadece 17 kişi okuma yazma biliyordu, yazılı eser de 600 satırlık şiirlerden ibaret idi. Yazıyı Arap tüccarları sadece aldıklarını-verdiklerini yazmak için kullanıyorlardı.

Hazreti Musa Peygamber önce Firavun sarayında eğitildi. Sonra Medyen’de bir nebi tarafından eğitildi. İsrail oğulları dünyanın en uygar toplumu içinde yaşıyorlardı. Bunların Tevrat’ı benimsemeleri sosyolojik bakımdan doğal olaydır. Oysa Kur’an’dan önce Arabistan’da yazılı eserler olmadığı gibi Hazreti Muhammed de özel bir eğitim almamıştır.

Bir topluluğun değişmesi ya içeride oluşan sorunların çözümü için iç düşünürler asırlarca çare ararlar ve yenilik yapılır yahut dışarıdan dayatma ile değişmeler olur. Oysa Kur’an’ın gelişinde ne içte ne dışta bir itici etki yoktu. Hazreti Muhammed aleyhisselâmın kendisi de olaylardan dolayı şaşırmıştı.

İşte, insanlık bugün buna cevap veremiyor.

Kur’an’ın vahye dayandığını kabul etmeyenler bir açıklama bulamıyorlar.

Ben sizin aranızda bir ömür olarak oturdum ama ben bir şey söylemedim. Ben söylemediğim gibi benden öncekiler de sizlere bir şey söylemedi. Bu sosyal bir gelişme değildir. O halde buna sebep bulmamız gerekir.

Bu sebep nedir?

Rabbin vahyidir.

Akletmek demek, sebep-sonuç ilişkilerini bulmak demektir. Yeryüzünde sünnetullah vardır. Sebepsiz bir şey olmaz. Ama kâinat sebepsiz yaratılmamıştır, çünkü onu yaratan vardır. Kur’an da sebepsiz oluşmamıştır, çünkü onu indiren vardır.

Kur’an’ı Hazreti Muhammed telif etmedi, aksine Kur’an Hazreti Muhammed’i yetiştirdi. Çünkü Kur’an o günkü Arap topluluğunu çoktan aşmıştı. Hazreti Muhammed ise o topluluğun çocuğu idi. Kur’an’ın o topluluğu aştığını gösteren en büyük delil Arabistan’da kısa zamanda, on yıl gibi bir uygulama zamanında devlet aşamasından önce devlet aşamasına gelmesidir, bir asır sonra yalnız Arabistan’ın değil bütün dünyanın önüne geçmiş olmasıdır.

Şimdi de bu âyetleri yorumladığımızda, bunların ifade ettiklerinin bizden ileri olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmıştır ve bu durum kıyamete kadar devam edecektir.

İnsanlar uzay uygarlığına geçecekler, Ay’da kentler kuracaklar ama yine sorunlarını Kur’an’a çözdüreceklerdir. Bu sebepledir ki zaman geçtikçe Kur’an ilâhi söz olduğunu ispat etmektedir.

Çağımızda telif edilen Marks’ın kitaplarının Kur’an ile yarışabilmesi, 1400 sene önce nâzil olan Kur’an’ın etkisini kaybetmesi, komünizmin dünyaya hâkim olması gerekirken, ne oldu? Sömürü sermayesi böyle mi hayal etmişti? Dinin yerine sosyalizmi koyacaktı ama sosyalizm/komünizm sistemi yetmiş sene içinde patladı ve yok oldu.

قُلْ

(QuL)

“Söyle”

Kur’an, tüm insanlığa söyle diyor.

Hassaten âhireti kabul etmek istemeyen bugünkü ateist insanlara söyle.

Şuna dikkat etmemiz gerekir; âhireti inkâr eden ve şeriatı yalnız dünyevi sorunları çözmek için gören zihniyet yalnız ve yalnız çağımızın insanıdır.

Eskiden de Dehriler vardı ama bunlar kenardaki birkaç kişiden ibaretti.

Oysa çağımızda dinsizlik ve âhireti inkâr modası o kadar fazla gelişti ki, adeta âhirete inanan insanlar aptal, gerici, zavallı, noksan akıllı kabul edildi.

Devlette bir görev mi alacaksınız; mutlaka dinden uzak olacaksınız!

Servet mi edineceksiniz; mutlaka helal-haram diye bir şey tanımayacaksınız!

Bizim asrımız böyle geçti. Biz işte bu zihniyetle savaştık. Sonunda biz galip geldik.

لَوْ شَاءَ اللَّهُ

(LaV ŞAyEa elLAHu)

“Allah isteseydi”

Bir şey tasarladığınız zaman meşiet edersiniz. Beyninizde ben bunu yapayım dediğiniz zaman proje yapmış olursunuz. Onu yaptığınız zaman kaza etmiş olursunuz.

Meşiet ile kaza arasında zaman farkı vardır. Önce meşiet, sonra kaza. İnsanın meşieti ile insanın kazası ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü insan her meşiet ettiğini kaza edemez, her projeyi gerçekleştiremez. Allah için ise meşiet ile kaza arasında sadece zaman farkı vardır. O’nun meşiet ettiği mutlak surette gerçekleşir.

Allah insanlığın tarihini çizmiştir. Toplulukları kendi kendiliklerine bırakmamıştır. Sadece kişiler görev alırken farklı hareket ederler.

Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Bunların ilâhi olmaması düşünülemez. Onların da şeriat dini olduğunu kabul etmediğimiz zaman dünyayı zor izah ederiz, Tanrı’yı zor izah ederiz. Ne var ki küçük bir araştırma bize onların da ilâhi kaynaklı olduğunu anlatır.

Biz onların da hak din olması gerektiğini söyledikten seneler sonra, Tevrat’taki Hazreti İbrahim’in üçüncü karısı ve ondan doğan dört oğlunu doğuya göndermesi kısmını okuduk. Sonra Brahmanizm üzerinde düşündük. Sonra S. Diker’in Türkçe üzerinde yazdığı kitaptaki “Burhan/Burkan” kelimelerini gördük.

Evet, Kur’an Allah’ın kelamı olmasaydı, O’nun meşieti olmasaydı, birileri okuyabilir ve 1400 sene sonra bize bu manaları verdirebilir miydi?

Evet, bugünkü Batı uygarlığı takdir-i ilâhidir. Bunu çok iyi bir şekilde uygarlıklar tarihi ile biliyoruz. Almanya’da ortak ararken, oradakilere anlatmak için ortaya koyduğumuz bu tez Arif Ersoy’un doçentlik çalışması oldu. Sonraki çalışma Süleyman Akdemir’in reddedilmiş doçentlik çalışmasıdır. Gelecekte bu dönemde Türkiye’nin düştüğü perişan hâlini tarihler anlatırken Süleyman Akdemir’in reddedilen tezi örnek olarak gösterilecektir.

Uygarlık Mezopotamya’da Hazreti Nuh Peygamber ile doğdu, Mısır onu geliştirdi. İkinci uygarlık Hazreti Musa ile İbranilerde doğdu, Yunanlılar onu geliştirdiler. Hıristiyanlık Hazreti İsa ile Havarilerde doğdu, Rumlar onu geliştirdi. Kur’an Hazreti Muhammed ile Arabistan’da doğdu, çağımızdaki Avrupalılar onu geliştirdiler.

Dinsizlik, III. binyıl uygarlığının doğabilmesi, bozulmuş olan dinlerin yeniden canlanması için Allah’ın takdiri ile oluşmuştur. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz. Batı uygarlığın tepesindedir, zirvededir, çökmektedir.

III. binyıl uygarlığını Adil Düzen Çalışanları kurmaktadır. Bu hususta çok alâmetler geldi, geçti. Tanzimat’la başlayan ve imparatorluğun yıkılması, cumhuriyetin doğması, inkılâpların yapılması, Türkiye’nin %98’lere varan bir ekseriyetle Müslüman halktan oluşması, Akevler’de başlayan “Adil Düzen” çalışmalarının Erbakan tarafından tüm dünyaya duyurulması, bugün AK Parti’nin ve Cemaat’in dünyadaki durumu hep bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bediüzzaman Türkiye’de yetişmiştir. Bugün yeryüzünde Risaleler’den ve Adil Düzen çalışmalarından başka İslâmiyet’i günümüzün içtihatları ile anlamak isteyen bir topluluğun olmadığını Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve Prof. Dr. Sabahattin Zaim “Adil Düzen” ile ilgili yazdıkları raporlarında beyan etmektedirler.

مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ

(MAv TaLaVTuHUv GaLaYKuM)

“Size tilavet edemezdim”

Buradaki “size” kelimesi önemlidir.

Siz bir üretim yaparsınız ama onu satamazsanız o üretim hiçbir şeye yaramaz. Siz ve insanlık duymasaydı, Adil Düzen çalışmasının bir kıymeti olmazdı. Necmettin Erbakan isimli bir profesör çıktı ve tüm insanlığa “Adil Düzen”i duyurdu. Demek ki Allah istemeseydi, O’nun meşieti olmasaydı, “Adil Düzen” tüm dünyaya ulaşmamış olurdu.

Böylece “Adil Düzen” insanlığı aydınlatan bir nurdur. Onu değiştirmek istiyorlar. Bu mümkün değildir diyorlar. Her Adil Düzen Çalışanı, Allah’ın meşieti olmasaydı ben onu size okuyamazdım diyecektir. Evet, Kur’an’ın çağımızdaki en büyük mucizesi “Adil Düzen”in yeryüzüne yayılması olacaktır. Peygambersiz bir uygarlığı kurma o kitaba istinaden ilk olarak bu asırda “Adil Düzen” ile olacaktır.

Bir kitabın 1400 sene sonra en karışık zamanda insanlığın sorunlarını çözüme kavuşturması, Kur’an’ın çağımızdaki en büyük mucizesidir.

وَلَا أَدْرَاكُمْ بِهِ

(Va LAv EadRAvKuM BiHIy)

“Ve onu size idra etmezdim”

 “Dery, Diraye” saç tarağı veya baştaki saç demektir. Başa düşmek yani anlamak demektir. Kur’an’da “zikretmek” ve “akletmek” gibi pek çok kelime bu anlamda kullanılmaktadır. Psikolojik olarak bunlar farklı anlamlardadır.

“Dirayet” “kavramak” kelimesi ile çevrilebilir.

Ben söylerdim ama siz onu anlayamazdınız.

Bugünkü durum öyle görünüyor. “Adil Düzen”i insanlara kavratamamış, anlatamamış bulunuyoruz. Bugün “Adil Düzen”i sermaye dile getirmiyor, insanların onu dillendirmesine asla yönelmiyor. Erbakan’a bütün güçleri ile saldırdılar ama bir tek kelimesini alıp da bu yanlıştır diyemediler. Eleştiri karşı taraftan değil yine bizim kendi muhaliflerimizden geldi. Onlar da ilmî çalışma yapmadılar, sadece siyasilere zemin hazırladılar. Sermaye, Erbakan’ın anlattıkları karşısında şaşkına dönmüş ve ona cevap verecek imkân bulamamıştır. F. Gülen ve AK Parti gruplarını ayarladı ve onlara saldırttı. Ne var ki onlar da “Adil Düzen”e değil de “Adil Düzen”in siyasiler tarafından parti propagandasına karşı çıktılar.

Burada bir “tilavet” vardır, bir de “idra” vardır. “Ve” harfi ile atfedilmiştir.

“Tilavet” olanları aktarmadır, karşı tarafın duymasıdır.

“İdra” da karşı tarafın anlamasıdır. Bu görev de tilavet edene verilmiştir. Bu hususta henüz görevimizi tamamlamış değiliz. “Adil Düzen”i insanlığa anlatabilmemiz için uygulayarak göstermemiz gerekmektedir. Şimdiye kadar bunu yapmış değiliz.

Bu sûre nâzil olduğu zaman da henüz müminler anlamış değildi, Medine döneminin beklenmesi gerekli idi. Şimdi Medine dönemindeyiz. Artık idra zamanı geldi demektir.

فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا

(FaQaD LaBiÇTu FIyKuM GuMuRan)

“İçinizde bir ömür olarak kaldım”

Bir resul gelecek, Akevler’in çalışmasını benimseyecek ve insanlığa anlatacaktır. İşte bu onun için vahiy olacaktır. Bu kişi kırk yaşına kadar bu konularda bir şey demiş olmayacaktır. “Adil Düzen”i benimsedikten sonra bunları konuşmaya başlayacaktır.

مِنْ قَبْلِهِ

(Min QaBLiHIy)

“Ondan önce”

Buradaki zamir Kur’an’a gitmektedir.

Hazreti Peygamber’in peygamberlikten önce herhangi bir yenilikten bahsetmediği ifade ediliyor.

Yukarıda anlattığımız gibi, Kur’an’ın yaptığı inkılâpları sosyal bir gelişme olarak açıklamak mümkün değildir. Kur’an’ın birçok emirleri vardır ki bir yarım asır geçtikten sonra uygulanabilir hâle gelmişlerdir.

أَفَلَا تَعْقِلُونَ

(EaFaLAv TaGQıLUvNa)

“Akletmez misiniz”

Evet, Kur’an 1400 senedir söylediklerini şimdi de söylüyor. Yeni uygarlığın sorunlarını çözüyor. Anlaşılmayanlar şimdi anlaşılır hâl alıyor.

Hattâ kendi özel hayatımızda da bundan on sene evvel söyleyemediklerimizi şimdi söyleyebiliriz; o gün anlamadığımız manaları yeni anlıyoruz.

1960’larda harekete geçtiğimiz faaliyeti şimdi 2014 yılında değerlendirin, Kur’an’ın dediklerine ne kadar yaklaştığımızı görmeye çalışın. İşte, Kur’an’ı benimsemenin sözde olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Her birimiz sadece vahyedilene uyuyoruz. Kendiliğimizden bir şey söyleyemiyoruz. Hatalarımız vardır ama aynı istikamette ilerlemeye devam ediyoruz.

فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ (17)

(FaMaN EaJLaMu MinMaN ıFTaRAy GaLay elLAvHı KaÜıBan EaV KaüÜaBa Bi EAvYAvTıHIy EinNaHUv LAv YuFLıXu eLMuCRiMIyNa)

“Allah’a kezib iftira eden veya O’nun âyetlerini tekzib edenden daha zalim kim vardır. Mücrimler iflah olmazlar.”

Hazreti Muhammed’in yani bugün onun risaletini sürdüren resulün halifesi başkan diyor ki; bize vahiy gelmediği halde bana vahiy geldi diyorsam benden daha zalimi yoktur. Ama bana vahiy gelmiş, ben de size onları ispatlanmış şekilde iletiyorum ama onu tekzib edenden yani sizden daha zalim kim vardır.

Bir yol ayrımına geldiğiniz zaman tabelalara bakarsınız. Tabelalar Konya ve Ankara işaretlerini gösterir. Tabelalar âyettir, beyyine değildir, çünkü doğru olmayabilirler. Birileri bizi kandırmak için asmış olabilir. Ama elimizde sağlıklı olduğunda şüphe etmediğimiz harita varsa, ona bakar, Konya’ya giden yolda olanlarla Ankara’ya giden yol üzerinde olanlara bakarız. Konya tarafı ilerleriz, eğer yolda olanlar haritamızda olanlara uyuyorsa, o yolun Konya yolu olduğundan şüphe etmeyiz. İşte bu o zaman beyyineli âyet olur.

Yola devam ettiğimizde hep Konya’yı yazıyorsa, o zaman daha çok emin oluruz. Hele Konya’ya vardığımızda zaten kesin olarak onun doğru âyet olduğunu biliriz.

1400 sene evvel Kur’an bir şeyler söylemiştir. Bir avuç Mekke müminlerine bir şey vaat etmiştir. Mekke fethedildiği zaman Kisra/İran da Rum/Bizans da fethedilecektir demiştir. Kur’an’ın söyledikleri doğru çıkmadı mı?

Konya’nın içine girmişsiniz, herkes burası Konya’dır diyor, ‘siz yalan söylüyorsunuz, burası Konya değildir’ diyorsunuz. İşte bundan zalim kim vardır demektir.

“Zulüm” “adl”in karşılığıdır. “Zulumat” “nur”un karşılığıdır, karanlıktır. Akşam evinize geldiniz. Elektrik düğmesine bastınız ama elektrik parasını yatırmadığınız için evde elektrik yok, dolayısıyla ışık yok. Mum da almamışsınız. Evde nasıl dolaşırsınız?

Allah’ın âyetlerini kabul etmeyen işte böyle karanlıklarda dolaşır.

“Allah’ın âyetleri” demek ilâhi kanunlar demektir. Bunlar tabii ve sosyal kanunlardır. Bunları tanımayıp da hasta eden ve öldüren sigarayı içmeye devam edenlerden daha zalim, kendine zulmeden kim vardır. Kur’an âyetler de o âyetleri ifade eden cümlelerden ibarettir.

“Beyyinat” kelimesini burada tekrar etmemiştir.

Yine Konya-Ankara ayırımına geldiniz. Bir taraf Anakara’yı, bir taraf Konya’yı gösteriyor. Sizin elinizde başka bilgi yok. Harita yok, bilen insan yok. Orada çakılıp kalmazsınız, henüz ispatlanmamış Konya okuna doğru devam edersiniz.

İşte içtihad da budur.

İçtihad doğruluğu ispatlanmamış âyetlerdir. Hata ihtimali vardır ama yolun ortasında çakılıp kalamayacağınız için içtihadınızla amel etmeye devam edersiniz. Burada “beyyinat” kelimesini tekrar etmemekle bize içtihatla da amel etmemiz gerektiğini teşri etmektedir. Buna göre amel etmeyecek kimsenin zalim olduğunu hem de en ileri zalim olduğunu belirtmektedir.

Sonunda böyle yapanların mücrim olduğunu ifade etmekte, Allah’ın onları iflah etmeyeceğini anlatmaktadır.

Bugünkü insanlık faizi, fuhşu, çatışmayı, yalanı meşru gördüğü için zulüm içindedir. Düşünün ki sokakta giderken bilmediğiniz bir adresi soruyorsunuz; cevap veren size doğrusunu değil yanlışını söylemeyi tercih ediyor. Yani herkes yalan söylemeyi tercih ediyor.

Böyle bir dünyada yaşayabilir misiniz?

İşte bugünkü basın, bugünkü yayın, bugünkü medya halka doğru haberleri ulaştırmıyor, haberleri çarpıtıp olanları olduğundan daha farklı gösteriyor.

Bunlardan yani bunları yapanlardan daha zalim kim vardır.

فَمَنْ أَظْلَمُ

(FaMaN EaJLaMu)

“Daha zalim kimdir”

Bundan önceki âyette;

Ben sizlerle senelerce oturdum. Bir şey söyledim mi? Şimdi ben bunları kendiliğimden nerden söyleyeceğim. Düşünmüyor musunuz?

Böyle denmişti.

“Fa” harfi getirerek bu durumda onlara ikinci açıklama yapıyor. Allah’a yalan iftira edenden daha zalim kim olabilir. Ben onu yapmışsam zalimim ama siz de ben doğruları söylediğim halde tekzib ediyorsanız siz de zalimsiniz.

Bir kimse birinin sözünü duyduğu zaman üç durumla karşı karşıya kalır: a) Onun doğru söylediğinden emin olur. b) Onu kabul etmek zorundadır. c) Onun yanlış olduğunu bilmektedir. O zaman onu reddetmek durumundadır. Söylediği sözün doğru veya yanlış olduğunu bilmemektedir. O zaman da onun tavakkuf etmesi gerekir. Ne inkâr etmek ne de kabul etmek durumundadır. Araştırmaya devam edecektir. Ne zaman ki doğru veya yanlış olduğu tebeyyün eder, işte o zaman doğrudur veya yanlıştır der.

Batılılar bunlara peşin hükümlüler diyorlar.

Yani bir sözü baştan ne kabul ne de reddedeceksiniz. Doğru ise doğru olduğunun ispatına çalışacaksınız, yanlışsa yanlış olduğunun ispatına çalışacaksınız.

“Muttakilere hidayettir” diyor. Yani kurtuluş yolu arayanlara hidayettir. Yoksa yolunu seçenlere hidayet olmaz. Çünkü onlar bir şeyler öğrenmek istemiyorlar. Kendi görüşlerini empoze etmek istiyorlar.

مِمَّنِ افْتَرَى

(MinMaN ıFTaRAy)

“İftira edenden”

Allah öyle demediği halde öyle dedi diyenden daha zalim kim vardır.

Bir insan Kur’an’dan anladıklarını uygular. Başkalarına da delillerini göstererek ben böyle anlıyorum der. Dinleyen de onun anladığı manada anlarsa onun için de delil olur. Karşı tarafın manasını tasdik edemiyorsa, tekzib edemiyorsa, ona sen yanlışsın diyemez.

عَلَى اللَّهِ كَذِبًا

(GaLay elLAvHı KaÜıBan)

“Allah’a yalan uyduran”

Allah’ın söylemediği sözü ona söyletmek Allah’a zulümdür. Onun için “Alâ” kelimesi getirilmiştir. Topluluğa zulümdür.

Bürokratlar hemen ‘kanun böyledir’ derler. ‘Göster kanunu’ dendiği zaman gösteremezler; çünkü ya kanun yoktur ya da o bürokrat da bilmiyordur. Bir memurun beyyinesi, kanun böyledir demesi zulümdür. ‘Ben bu maddeyi böyle anlıyorum’ diyecektir.

Örnek olarak, MEDHAL çalışma gurubumuz kooperatif kurarken 7 kurucu 100’er lira sermaye koydular. Toplam sermayeyi de 3500 lira gösterdiler. Hukukçu yetkili ‘bu çelişkidir’ diyor ve imzalamıyor. Oysa kanun ‘değişir sermayeli ve değişir ortaklı’ diyor. O halde sermayenin ortak sayısına uyma zorunluluğu yoktur.

İşte, bu bizim için bir âyetin yorumudur.

O da diyecek ki; ben de şu maddeyi böyle yorumluyorum.

Şeriatta devlet görevlisinin izin verme yetkisi yoktur. Sadece şeriata aykırı görürse hakemlere gider. Kanunda mevcut olanı inkâr etmek ne kadar zulümse, kanunda olmadığı halde kanunda var demek de o kadar zulümdür. İnsanlığın bugün faiz kadar büyük bir sorunu da bu bürokratik uygulamalarda vardır.

أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ

(EaV KaüÜaBa Bi EAvYAvTıHIy)

“Veya âyetleri tekzib etmek”

Evet, kimse anlamadığı ve bilmediği şeye uymaya zorlanamaz. Kimse de anlamadığı ve bilmediği şeylere başkalarını zorlayamaz. Herkes kendi içtihadına göre hareket eder. Başkasını kendi içtihadına uydurmaya çalışmak zulümdür, en büyük zulümdür.

إِنَّهُ

(EinNaHUv)

“O”

Şan zamiridir. “İnne”den sonra isim değil de fiil gelecekse bir zamir getirilir. Bu zamirin işaret ettiği bir yer yoktur.

لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ (17)

(LAv YuFLıXu eLMuCRiMuNa)

“Mücrimler iflah olmazlar.”

İnsanları kendi içtihadına uydurmaya çalışmak veya başkasının içtihadına uymak en büyük zulümdür. Aynı zamanda cürümdür, suçtur. Böyle toplulukların felah bulmayacakları, refaha ermeyecekleri ifade ediliyor.

Sosyalizm siyasilerin, kapitalizm zenginlerin halkı kendi içtihatlarına göre harekete zorladıkları birer düzendir, dolayısıyla mücrimlerin düzenidir. Bu düzenleri uygulayan topluluklar refaha eremezler. Servetleri olur ama ıstırap içinde olurlar.

İşçilik sistemi bir zulüm sistemidir, çünkü kişilerin elinden içtihadı alma ve onları çağdaş köle yapmadır.

Ortaklık sistemi adil sistemdir.

Bu sebepledir ki biz diyoruz ki; bugün faizsiz kredileşme kooperatiflerine katılanlar müminlerdir, katılmayanlar zalimlerdir.

 

 


YUNUS SÛRESİ TEFSİRİ(10.SÛRE)
1-1 VE 2.AYETLER
1682 Okunma
2-3 VE 4.AYETLER
1495 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
2262 Okunma
4-7 VE 10.AYETLER
1451 Okunma
5-11 VE 14.AYETLER
1305 Okunma
6-15 VE 17.AYETLER
1460 Okunma
7-18 VE 20.AYETLER
1588 Okunma
8-21 VE 23.AYETLER
2222 Okunma
9-24 VE 25.AYETLER
1558 Okunma
10-26 VE 27.AYETLER
1384 Okunma
11-28 VE 30.AYETLER
1385 Okunma
12-31 VE 33.AYETLER
1495 Okunma
13-34 VE 36.AYETLER
1306 Okunma
14-37 VE 39.AYETLER
1286 Okunma
15-40 VE 44.AYETLER
1406 Okunma
16-45 VE 47.AYETLER
1409 Okunma
17-48 VE 51.AYETLER
1260 Okunma
18-52 VE 54.AYETLER
1741 Okunma
19-55 VE 58.AYETLER
1351 Okunma
20-59 VE 61.AYETLER
1378 Okunma
21-62 VE 66.AYETLER
1612 Okunma
22-67 VE 70.AYETLER
1347 Okunma
23-71 VE 74.AYETLER
1379 Okunma
24-75 VE 78.AYETLER
2079 Okunma
25-79 VE 83.AYETLER
1408 Okunma
26-84 VE 87.AYETLER
1358 Okunma
27-88 VE 89.AYETLER
1972 Okunma
28-90 VE 92.AYETLER
1657 Okunma
29-90 VE 92.AYETLER FİRAVN ÖLDÜ MÜ?
1381 Okunma
30-93 VE 95.AYETLER
1381 Okunma
31-96 VE 100.AYETLER
1355 Okunma
32-101 VE 104.AYETLER
1271 Okunma
33-105 VE 108.AYETLER
1326 Okunma
34-109.AYET
1561 Okunma

© 2024 - Akevler