YUNUS SÛRESİ-28
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ (90) آلْآنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ (91) الْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ آيَةً وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ آيَاتِنَا لَغَافلُونَ (92)
***
وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا
(Va CaVaZNAv Bi BaNIy EiSRAvEIyLa eLBaXRa Fa EaTBaGaHuM FıRGaVNu Va CuNUvDuHUv BaĞYan Va GaDVan)
“Beni İsrail’e bahrı mucaveze ettik. Firavun ve cunudu onlara bağyen ve adven tabi oldu.”
Allah, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’a diyor ki; Duanızı kabul ettim, onların servetlerini ellerinden alacağım, onların iktidarlarını kıracağım, yalnız siz sağlam durun demiştir.
Bugün de Allah bize demektedir.
Bugün ne olmuştur?
Allah onlardan iktidarı almıştır, Allah onlardan zenginliği almıştır. Anayasa ekseriyeti ile bizim taraf güçlenmiş, bizim cemaat zengin olmuştur. Dün güçlü sermayeden ve onların adamlarından olan kimselerden korktukları için Millî Görüşçüler ve Gülen Cemaati Akevler’in yanında olmamıştır. Cemaat, Millî Görüşe cephe almıştır. Millî Görüşçüler de “Adil Düzen”e bigâne kalmışlardır.
Allah vaadini yerine getirmiş, onların elinden iktidarı ve zenginliği almıştır.
Artık ne Ak Partililerin ne de Cemaatin korkacakları bir şey kalmamıştır. Bizimle beraber olmaları için büyük bir sıkıntıyı geçtiler ama bugün her ikisi birbirine düşmüş, çetin günler yaşamaktadırlar. Artık iki tarafın da Akevler dışında gidecekleri yer olmadığını görme zamanı gelmiştir.
Hazreti Musa ve Harun’a vaat ettikten sonra, ne oldu da İsrail oğulları Hazreti Musa’nın arkasından gittiler? Kur’an bunu burada anlatmamakta, bu hususu atlamaktadır. Başka sûrelerde Hazreti Musa kıssası okunup neler olduğunu öğrenmemiz gerekmektedir. Dokuz mucize bundan sonra cereyan etmiş, Mısır’da İsrail oğulları üzerine belalar gelmiştir.
Benzer belalar Türkiye’nin ve dünyanın başına gelmektedir. Bugün bütün dünyada sermaye ile siyaset arasında çok derin bir soğuk savaş vardır. Türkiye’deki AK Parti-Cemaat çekişmesi de bunun uzantısıdır. Cemaat hep zannetmiştir ki sermaye galip gelecektir, dolayısıyla hep onların yanında yer almıştır. Oysa galip gelen biz olduk. Şimdi de siyaset sermayeyi yenecektir. Ne var ki bu yenme kolay olmayacaktır.
İşte o zaman siyasetin Akevler’e ihtiyacı olacak ve Akevler ile “Adil Düzen” çalışmalarına girecekler, kooperatifleşme önerilerimizi ister istemez kabul edeceklerdir.
İnsanlardan “Adil Düzen”e inananlar Akevler’in kooperatifleşme çağrısına kulak verecek, kooperatifler çölüne doğru yol alacaklar ve engelleri aşıp denizi geçeceklerdir. Bu sefer onlar da kooperatifçilik yapmaya kalkışacaklar. Nitekim 1967’de kurduğumuz Akevler Kooperatifi’nden sonra Türkiye kooperatifler tarlasına döndü ama sonra TOKİ ortaya çıktı! Şimdi biz yeniden kooperatifçiliğe başladık. Onlar bizi taklit edecekler; nitekim ediyorlar da. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermekle onlar da denizi geçeceklerini sanıyorlar. Bu olay CHP ve MHP’nin, ANAP ve DYP gibi tasfiye olmasına kadar gider.
Elbette Mısır yenilmeyecek ve yok olmayacaktır ama Firavun ve ordusu boğulacaktır. MHP’nin ve CHP’nin kadrosu tasfiye olabilir. BDP, MHP gibi güçlü parti olabilir.
Bu sûrede Allah’ın vaadinden sonra ne olduğu anlatılmaktadır. Dolayısıyla bugünkü durum hakkında bundan fazla bilgiye sahip olamıyoruz. Ama kabaca iktidar ve zenginlik İslâm düzeni taraftarlarının eline geçmiştir.
Bununla beraber insanlık ve Türkiye hâlâ “Adil Düzen” ile meşgul değil. Artık Hazreti Musa ve Harun’un taraftarları yani AK Parti ve Cemaat, Akevler’in yanında yer alacak ve denizi geçip Kooperatifler çözümünde yaşamaya başlayacaklardır. Elbette sıkıntıları olacak ama belli zaman sonra “Adil Düzen”i getireceklerdir.
Bizim istidlalimize göre bu, yani çölden kente dönme 2033 yıllarına doğru olacaktır.
Şimdilik, 2023’e kadar Akevler’le yapacakları uygulamalar ile örnek kooperatifçiliği ortaya koyacak ve son sekiz yılda da Türkiye kooperatifleşmiş olacaktır...
“Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanları” kurulmuş olacak, “Yüz Villalık Dinlenme Evleri” yapılmış olacak, “Mala-Mal Marketleri” açılmış ve “Adil Düzene Göre Bucak Yönetimleri” faaliyete geçmiş olacaktır...
Diğer taraftan “Bin Dil Üniversitesi” açılmış, bu üniversitede ve diğerlerinde bütün ilimlerin “Kur’an Arapçası” ile tedrisine başlanmış olacaktır...
Bizim hazırladığımız “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” uygulanmaya başlanacaktır...
Bunların gerçekleşeceğinde asla şüphemiz yoktur, çünkü bunlar Kur’an’ın vaatleridir. Ama bunun 2033’de veya daha sonra olacağı hususundaki belirlememiz sadece bir tahmindir. Onun tam olarak ne zaman gerçekleşeceğini yalnız Allah bilir.
وَجَاوَزْنَا
(Va CaVaZNAv)
“Ve mücaveze ettik”
“Ceyeze” vadinin oraya girilen sırtı, su veya insanın geçtiği geçit yeridir. “Ceveze” buradan gelir. “Mücaveze” etmek demek, birbirine yol verme demektir. Burada mücavezenin birinci mefulü bahrdır. Bahr bize yol verdi, biz de bahra dokunmadık demektir. Bu ifade şunu gösteriyor ki denize dokunulmamış, denizin durumundan yararlanılmıştır.
فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ (63)
“Biz Musa’ya vahyettik ki asanı bahra darb et. İnfilak etti her azim tavd gibi birer fırak oldu.”
“Tavd” çölde rüzgârın sürükleyerek meydana getirdiği kum sıra tepeciklerine denir. Yığın anlamındadır.
Şimdi şu soru ile karşı karşıya gelebiliriz. Allah tayyi mekânla Hazreti Musa’nın cemaatini denizin karşısına rahatlıkla geçirebilirdi. Böyle yapmamış, onların geçmesi için denizde yol açmıştır. Yine Hazreti Musa’nın sopasına gerek kalmaz, denizin kenarına gelir gelmez, denizdeki suları çeker ve geçirebilirdi. Ama hayır, böyle yapmamış, Hazreti Musa’ya sopasını vurmasını emretmiştir. Demek ki olaylar hep fizik kanunları içinde hareket etmiştir.
“Bi” harfi ile müteaddi yapılmıştır. Yani “Sabaktu Zeyden” dersin, “Sabaktu Bi Zeydin” demezsin. “Âmenna Racülen” dersin, recule güvendik anlamındadır. “Âmenna Recülen Bi Racülin” derseniz, biz birimizi recüle emanet ettik manasına gelir.
Burada da Allah diyor ki; Musa ve kavmine denizle birlikte yol verdik; deniz de yol verdi, biz de yol verdik diyor. “Biz” dediği için de bu yol vermenin doğrudan değil de başkalarının vasıtası ile yapıldığını ifade eder.
Denizin bir sopa vuruşu ile infilak etmesi nasıl olacak, hem de birden fazla hattâ ikiden fazla parçacık nasıl olacaktır?
Ay ile Güneş’in aynı hizaya geldiği zamanda deniz kabarır. Bu kabarma denizin büyüklüğüne bağlıdır. Birkaç metre yükseldiği gibi, on onbeş metre ve daha fazla yüksekte de olabilir. Kızıldeniz ile Akdeniz arasındaki gel-git olaylarında birbirine doğru akış olmaktadır. Bunun sebeplerinin başında iki deniz arasındaki yükselme farklı olur, başlayıp bitmeleri de farklı olur. Geçit yeri de dar ve sığ olduğu için bu sel şeklinde olur.
Dalga kanunlarında şu esas vardır. Bir taraf yükseldiği zaman diğer taraf alçalır. Durgun sularda baskı ve sıkışma meydana gelir. Dışarıdan yapılan etki suları dalgalandırır. Rüzgâr estiği zaman dalga olur. Dalgayı oluşturan rüzgâr değildir. Denizde zaten ısı farkından dolayı bir basınç vardır. Ancak bu durgunluk hâlinde iken dalga oluşmaz. Rüzgâr ise bunu uyarır ve harekete geçirir. Sopanın etkisi budur. Bunu deneylerde şöyle yapabilirsiniz. Sular 0 derecede donar ama durgun su -3 -4 derecelere kadar donmaz. Dokunursanız birden donuverir. Dalgalanması da böyle bir olaydır. Bunun üzerinde deneylerle araştırma yapmak gerekir. Kur’an böyle bir fiziki olayın olduğunu bildirmektedir.
Kur’an burada İsrail oğulları ile kendisinin de karşı kıyıya geçtiğini ifade etmektedir. Mufaale bâbının “Bi” harfi ile taaddisi budur. Yani onları geçirmiş ve orada bırakmış değildir, bizzat onlarla iş yapmak için oraya geçirmiştir.
Bizim Kooperatifleri kurmamız da böyle olacaktır. Yollar birden açılacak ve artık zalimlerden kurtulmuş olacağız.
Bürokratların baskısından kurtulacağız, çünkü onlar boğulmuş olacaklardır. Bürokrasi kalkmış olacak. İnsanlığın en korkunç düşmanı bürokratlar değil bürokrasidir. Bürokrasiyi korumak için bizi kovalayacaklar ama deniz onları boğacaktır.
O deniz nedir ve kimdir? Oradaki gerilmeler nereden gelecek? Dalga tepeleri nasıl oluşacak? Bu hususta şimdilik bilgimiz yoktur. Ama kooperatifler bürokrasinin zulmünden azat olacak ve kooperatifler çölünde kendi başımıza kendi başımızın çaresine bakacağız.
بِبَنِي إِسْرَائِيلَ
(Bi BaNIy EiSRAvEIyLa)
“Beni İsrail’i denizden geçirdik”
“İsrail” Hazreti Yakup Peygamberin adıdır. Bununla beraber Kur’an “İsrail” ismini doğrudan kullanmaktadır. Aynı kimsenin iki adla anılması, ancak farklı görevle görevlenmiş olmasından dolayı olur.
Peygamberler arasında zikredilirken “Yakup” olarak zikredilmektedir. 41 yerde İsrail oğullarından bahsedilmektedir. Hazreti Yakup’un oğullarından söz ederken sadece kendisinin çocukları olarak zikrediyor, “Âli Yakup” diyor. “İsrail”den de iki yerde zikrediyor; İsrail’in nefsine haram ettiği etlerden söz ediyor, bir de Nuh, İbrahim ve İsrail’den bahsediyor.
Buna göre “Yakup” dendiği zaman İshak gibi bir peygamber söz konusudur. “İsrail” dendiği zaman bir uygarlığın kurucusu olarak zikredilmektedir. “Âli” dendiği zaman da özel yakınları anlamında zikredilmektedir.
Burada “İsrail oğullarını bahrı geçirdik” dendiği zaman tüm bir ulus söz konusudur.
Bugünkü uygarlıkların kuruluşunu sağlayan İbraniler “İsrail oğulları” olarak zikredilmektedir. “İsrail oğulları” dendiği zaman yalnız Yahudiler değil de, Hıristiyan ve Yahudiler şeklinde anlaşılır mı? “İsra” gece seyahat eden anlamındadır. Hazreti Yakup gece yolculuğu yaparak Mekke’den Filistin’e gelmiştir. Yolda şimdiki Kudüs’ün bulunduğu yerde rüya görmüş, oranın tüm torunlarına merkez olacağını öğrenmiştir.
Hazreti İbrahim’in üçüncü hanımı Katura’dan olan dört oğlu doğuya gitmiş ve orada Brahmanizm’i geliştirmiştir. Hazreti İsmail Mekke’de kalmış ve İslâmiyet’in doğmasını hazırlamıştır. Hazreti İshak’ın oğlu olan Hazreti Yakup’un çocukları ise Kur’an öncesi uygarlığı kurmuşlardır. Bunlar Beni İsrail’dirler. Bize göre Hıristiyanlar da Beni İsrail’dirler.
Hazreti Musa ile denizi geçen İsrail oğullarında dört grup vardır.
Biri Hazreti Musa’nın grubudur. Bunları bugün Yahudi dediğimiz kimseler temsil eder. Hazreti Zekeriya peygamber gelinceye kadar gelen peygamberlere inanırlar ve bunlar şeriatçı İsrail Yahudileridir.
İkinci grup ise Hazreti Harun peygamberi izleyenlerdir. Bunlar şeriat değil tarikat yolunu seçmişlerdir. Bunlar Hazreti Harun’un kardeşi Hazreti Meryem’i izleyen Hıristiyanlardır. Manastırlar ona bağlıdır. Hazreti Meryem’e bunun için Harun’un kardeşi denmiştir, çünkü onun kurduğu mabetlerde eğitim almıştır.
Üçüncü grup ise Samiri’nin grubudur. Bunlar teknolojiye sahip İsrail oğullarıdır. ABD’deki patron Yahudiler bunları temsil eder. Teknolojinin gelişmesine hizmet etmişler ve insanları teknoloji ile büyülemişlerdir.
Dördüncü grup ise Karun’un grubudur. Bunlar da ABD’deki banker Yahudilerdir.
Bizim savaşımız Hıristiyanlarla veya Yahudilerle değildir.
Bizim savaşımız Samiri’yi ve Karun’u izleyenlerledir.
Belki biz Hıristiyanlara ve Yahudilere bazen dil uzatıyoruz ama bunu Hazreti Hazreti Musa’nın Harun’un sakalından çekmesi olarak kabul etmeliler. Biz onlara neden bunların şirklerine engel olmuyorsunuz diyor ve sakallarından çekiyoruz. Yoksa Yahudiler ve Hıristiyanlar bizim insan kardeşlerimizdir.
الْبَحْرَ
(eLŞBaXRa)
“Bahrı”
“Bahr” deniz demektir. Türkçede büyük sulara deniz, küçük sulara göl denmektedir. Arapçada ikisinin adı aynıdır, bahrdır.
Yükselen dalgalar karayı ortaya koymuştur. Bundan dolayı bunun Süveyş Körfezi’nde cereyan ettiğinde fazla şüphe duymamalıyız. Firavun’un ordusu orada suların altındadır. Bir gün orada yapılacak arkeolojik kazılarla ordu ve kalıntıları bulunacak, böylece Tevrat, İncil ve Kur’an’ın nasıl gerçekleri anlattıkları ortaya çıkacaktır.
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ
(Fa EaTBaGaHuM FıRGaVNu)
“Firavun onlara tâbi oldu”
Hazreti Musa geçer de ben geçemem mi dedi.
Günümüzde MHP ve CHP de, ‘AK Parti dindar görünüp oy alır da ben görünemem mi’ dedi ve işbirliği içinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiler ama başarılı olamadılar ve seçim sandığı yani halkın oyları denizinde gömüldüler.
O halde biz bu olaya dayanarak diyebileceğiz ki, gelecekte sandık itiraz edilmez bir etkinlik kazanacaktır. Nitekim bugün yüzde seksen seçimlerde kazananlar iktidar olmaktadır.
İşte, oylar denizinde Firavun ve ordusu boğulacaktır. Nitekim bugün de boğulmaya başlamıştır. Seçimleri kazanmakla denizi geçtik demektir. Şimdi çöllerde dolaşma zamanıdır, Kooperatifleri kurma zamanıdır.
Bakınız, Kur’an’ı bugünkü olayları gözlemleyerek anlamaya başladığınız zaman sizi beklenmedik dünyalarda dolaştırır.
وَجُنُودُهُ
(Va CuNUvDuHUv)
“Ve orduları”
Mısır’daki olaylardan bahsederken “melei” diyordu, burada “orduları” deniyor.
Bugünkü Firavunların da melei vardır, ordusu vardır. Sandıkta oy denizinde boğulanlar mele’ değil cunud olmuştur yani onları savunan bürokratlar olmuştur.
Siyaset bürokrasiyi yenmektedir. Oy denizinde sömürücülerin sömürüsüne bilerek veya bilmeyerek hizmet eden bürokratlar boğulup gideceklerdir. Firavunla başlayan bürokratik düzen, “Adil Düzen”in oyları ve sistemi içinde boğulup gidecektir.
Maaşlı memur ortadan kalkacak, “ortak memur” olacaktır, işletmelerden gelen verginin yarısı o işletmelere hizmet veren görevlilerin olacak, diğer yarısı halka hizmet verenlere ait olacaktır. Her görevli işletmeye ortak olacağı için işletmeye zorluk çıkarma yerine ona yardımcı olacaktır. Bürokratik düzen yok olup gidecektir.
بَغْيًا
(BaĞYan)
“Bağyen”
Saldırarak demektir.
İsrail oğulları tüm varlıklarını Mısır’da bırakmışlardı. Onların işledikleri topraklar vardı, evleri vardı, onları hep Mısır’da bıraktılar. Buna karşılık Mısırlı komşularından altın ve gümüş aldılar, merasime katılacaklarını söylediler. Evlerinin anahtarlarını onlara verdiler. Onları alarak Mısır’dan kaçtılar. Böylece takas yaptılar. Bu meşrudur. Türkiye’de de mübadele yapıldı, muhacir olarak gidenlerin yerleri gelen muhacirlere bırakıldı.
وَعَدْوًا
(Va GuDVan)
“Ve adv olarak.”
Saldırarak onları yakalayıp öldüreceklerdi. Onların Mısır’dan gitmelerini istemiyorlardı. Çünkü Mısırlılar Filistin’deki uygarlığı biliyordu. Oraya giderlerse gelecekte güçlü düşmanla karşı karşıya kalırlardı.
حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ
(XatTAy EiÜAv EaDRaKaHu eLĞaRaQu QAvLa EaMaNTu EanNaHUv LAv EiLAHa EilLay elLaÜI EAvMaNaT BiHIy BaNUv EiSRAEIyLa VaENa MıNa EaLMuSLiMIyNa)
“Ta ki gark ona idrak etti, İsrail oğullarının inandığı ilâhtan başka ilâh olmadığına iman ettim ve ben müslimlerdenim dedi.”
Canlılar uygarlaşacak şekilde var olmuşlardır. İnsana kadar türden türe evrim vardı. Tür içinde evrim diğer canlılarda yoktur. İnsanlar dünyaya geldikten sonra artık yeni tür canlılar gelmemektedir. Nasıl ağaçlar çiçek verdikten sonra yeni tür dokular oluşmazsa, bunun gibi insanlarla biyolojik evrim sona erdi. İnsan da bir hayvan olarak biyolojik evrimden uzaktır. Hazreti Âdem ne kadar akıllı ise biz de ancak o kadar akıllıyız. Büyük sosyal evrim geçirdiğimiz halde, eskilerin kitaplarını okuduğumuz zaman kendimizi onlardan farklı hissetmiyoruz, onlardan daha akıllı imişiz diyemiyoruz.
İnsanlar biyolojik evrimden sosyal evrime geçmişlerdir.
İnsanlık tarihinde yeni dönemler ortaya çıkar, yeni uygarlıklar doğar. Tarihte toplayıcılık, avcılık, çobanlık, çiftçilik dönemlerinden sonra, bin yılda bir yazılı uygarlık gelmiştir: Doğu’da Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Kur’an uygarlıkları hukukta sıçramalar yapmışlar; Batı’da Mısır, Yunan, Roma ve Avrupa uygarlıkları gelmiştir.
Firavun uygarlığı zirvede iken Hazreti Musa gelmiş ve İbrani uygarlığını kurmuştur.
Peygamberler davetler yaparlar, uzun dönem karşılıklı çatışmalar devam eder ve sonunda hazırlık tamamlanınca uygarlığa karşı çıkanlar mağlup olur. İşte Hazreti Musa’nın garkı budur. Düzeni değiştirmek istemezler, en sonuna kadar eski yaşlı düzeni savunurlar.
Bugün de Batı dünyası, kendi faizli karşılıksız parasını ilâh ittihaz edinen düzeni savunmaktadır. Adil Düzen Çalışanları da bunlarla cihad hâlindedir. Belli bir olgunluğa ulaşıncaya kadar varlıklarını sürdürecekler. Belli bir olgunluğa varınca tutucular gark olurlar.
Bugün sermayenin yanında olanlar iki gruptur. Bazı kişiler korkularından dolayı oradadırlar. Kimileri de gerçekten onlar tarafıdırlar. Bir gün gelecek bu korkak Ak Partililer (gömlek çıkaran Millî Görüşçüler) ve korkak Risaleciler (F. G. Cemaati mensupları) cesaretlenecekler ve tekrar bizim yanımıza geleceklerdir. Biz Kooperatifimizi kurup Allah’ın nizamını gösterdiğimizde Süleymancılar, Nurcular, Millî Görüşçüler, İlâhiyatçılar ve tarikat ehli hep yanımızda oldular; sonra Firavunlardan korkarak karşımızda kümelendiler. Şimdi dayandıkları dağlara kar yağdı. Bunlara artık cesaret gelecek ve bizim yanımızda olacaklardır. Firavun da yeni sermaye ve onun ordusu da oy denizinde boğulacaklardır.
Bize göre 2025’lere varıldığında seçim yapılacak ve cumhurbaşkanı seçiminde bizim adayımız kahir ekseriyetle cumhurbaşkanı olacaktır. Bir kurmay asker çıkacak “Adil Düzen”i öğrenecek ve o tarihte emekli olmuş olacak, o zaman AK Parti ve MHP Akevler’in göstereceği adaya oy verecekler, böylece “Adil Düzen” iktidar olmuş olacaktır. Duam odur ki bu planımıza şimdiki cumhurbaşkanımız da katılır ve on sene içinde “Adil Düzen”i bilen komutanları komutanlıklara getirir.
Harp Akademisi “Adil Düzen”i okumak ve öğrenmek zorundadır. Türk Ordusunun önünde duran en büyük sorun budur. Türk Ordusu şimdi sermayeye karşı Obama ve Putin’in yanındadır ama onlara “Adil Düzen”i öğretecek bilgiye sahip değildir.
Askerler çok iyi bilirler ki; bir şeyi bilmek onların yanında olmak demek değildir. Bilakis düşmanı daha çok bilmemiz gerekmektedir. Biz Türk Ordusunun düşmanı isek bizi yenebilmesi için bizi öğrenmelidir; dostu isek zaten öğrenmek zorundadır. Bizim görevimiz insanlara “Adil Düzen”i ulaştırmaktır. Yapıp yapmamaları bizim işimiz değildir, orası kendileri ile yönetim arasında kalmış bir iştir. Firavun boğulurken iman ettim dedi ama işe yaramadı. Bizim karşımızda olanlar Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermekle bizim inandığımıza iman ettiklerini beyan ettiler ama oy denizinde boğulmaktan kurtulamadılar.
حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ
(XatTAy EiÜAv EaDRaKaHu eLĞaRaQu)
“Ta ki gark ona idrak etti”
“Derek” halatla bir şey bağlandıktan sonra, çözülmesin diye onun bağlandığı yerin uçlarına bağlanan ince iptir. “Derece” ile de akrabadır.
“Derece” yukarı doğru derecedir. “Dereke” aşağı doğru derecedir.
Matematikte derece 1, 2, 3, 4, 5, olarak derecelenir. 1, 1/2, 1/3, 1/4, 1/5 olarak derekelenir.
“İdrak etmek” yakınlaşmak demektir. “Edrektu” yakınlaştım demektir.
“Gark onları idrak etti” demek, gark onlara yakınlaştı anlamındadır.
Gark olmadı ama gark olacağını anladı demektir. Bir şeyin sebebi gelir, sonra sonucu gelir. Sebebi gelirse idrak olur. “Edreke’l-yevme” günü geldi manasındadır. Gark Firavun’a yetişti ama daha boğmamış idi. Boğulmak üzere iken diye tercüme edebiliriz.
Gark fail oluyor. Aslında su faildir ama burada fiil fail yapılmıştır. Hastalık onu yakaladı deriz.
قَالَ آمَنْتُ
(QAvLa EaMaNTu)
“İman ettim dedi”
Biz ne diyoruz?
Biz diyoruz ki; bu düzen yürümez, bu düzen devam etmez. Karşılıksız para, zina serbestliği, merkezi yönetim, on yıllarca süren davalar ile bu dünya yaşamaz diyoruz.
Daha başka ne diyoruz?
Bu bürokratik engellerle insanlık yaşayamaz diyoruz... Boşalan köylerle insanlar karnını doyuramaz diyoruz... Gelin, “Adil Düzen”e gelin diyoruz... Para karşılıksız değil de emek ve mal karşılığı çıksın diyoruz... Zina yerine eşlik sözleşmesi yapılsın diyoruz... Dengeli yönetim diyoruz… Hakemlik sistemi diyoruz… Yüz lojmanlı apartmanlar diyoruz...
Kimse kulak vermiyor!
Ama bir gün oy denizinde boğulacakları zaman evet diyecekler, Adil Düzen Çalışanları doğru söylüyor, “Adil Düzen” olmaksızın bu olmuyor diyecekler.
Buradaki iman bir fikri benimseyip onun için canını dahi verebilme imanıdır. Yaşarsam ben de “Adil Düzen” için çalışacağım diyecekler. “Adil Düzen”e karşı olduklarını beyan edenler pişman olacaklardır.
أَنَّهُ لَا إِلَهَ
(EanNaHUv LAv EiLAHa)
“Tanrı yoktur”
Evet, artık itiraf edecekler, “dolar” tanrı değilmiş diyecekler; “karşılıksız para” ve o paraya dayanan tüm müesseseler (ilim, din, siyaset ve ekonomi) artık gerçek değildir diyecekler. Karşılıksız para, para değildir diyecekler. “Adil Düzen”in, “Adil Ekonomik Düzen”in emeğe ve mala dayanan parası paradır diyecekler.
Sam Adian diyor ki; Bugünkü bono senedi ile sizin buğday bonosu arasında ne fark var, ikisi de bono diyor!
Evet, ikisi arasında gerçek Tanrı ile put kadar fark vardır.
Birinin karşısında ambardaki Allah’ın buğdayı var, diğerinin karşısında sermayenin faiz alacağı var, karşılığı olmayan alacak vardır.
Sakız ile şeker arasındaki fark kadar fark vardır.
İşte, gark idrak olununca herkes gerçek Tanrı’ya yani karşılıklı paraya inanacak.
إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ
(EilLay elLaÜI EAvMaNaT BiHIy)
“Sadece onların iman ettiği kimseye”
Evet, Hazreti Musa, Âlemlerin Rabbinden bahsediyordu...
Oysa Firavunlar kendilerinin a’lâ rab olduklarını söylüyorlardı...
“Beni İsrail” burada kurallı çoğul olduğu halde “âmene” denmemiş de “âmenet” denmiştir. “Benu İsrail” kalıp olarak kurallı çoğuldur ama “sinin” de olduğu gibi mana olarak topluluğu ifade etmez, onun için “âmenet” diyor.
بَنُو إِسْرَائِيلَ
(BaNUv EiSRAEIyLa)
“İsrail oğulları”
“Ebna İsrail” denmiyor, “Benu İsrail” deniyor. Bu durumda “âmene” değil “âmenet” olması gerekir. Çünkü bir topluluğu ifade eder. Ne var ki Mısırlılar onları ayrı bir topluluk olarak tanımıyor ve onlara kişilik vermiyordu.
İsrail oğullarının oradaki adı “Beni İsrail” idi. Ne var ki onlar bunlara “Beni İsrail” derken bir topluluk olarak değil, sadece bir grubun adı olarak söylüyorlardı. Şimdi papirüslerinde İsrail oğulları geçmekte midir?
Mısır papirüslerinde İsrail oğullarından bahsedilmez.
Gelecekte bizim bu yayınları okuyanlar Akevler diye bir oluşumun olup olmadığını tartışacaklar, bugünkü basında arayacaklar ama bulamayacaklardır. Çünkü basın bizden bahsetmez. Mısır papirüslerinde İsrail oğullarından bahsetmezler ama İsrail oğulları ve Tevrat vardır. Mısırlıların ise kendileri değil bıraktıkları mezarları vardır.
وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ (90)
(VaENa MıNa EaLMuSLiMIyNa)
“Ve ben Müslimlerdenim.”
Burada da “Ve” harfi ile atfederek iman ile İslâmiyet’i ayırmıştır. İslâm barışçı olma demektir, yargı kararlarının dışına çıkmama demektir. İman ise kanunlara yani şeriata inanma demektir. Çünkü insanlar kuralları insanların koyduklarını zanneder ve onları çiğnemek isterler. Oysa kurallar ilâhidir, ilâhi kanunlar sebebiyledir. Kanun yapanların üstünde şeriat mevcuttur. Kanunlar şeriatı açıklamaktadırlar.
Batı’da Napolyon Bonapart Mısır’dan öğrendiklerini kanunlaştırmak istemiş ve tabii hukuk ekolünü” kurmuş, kanun yapanların doğa kanunlarına uymalarını istemiştir.
Sermayenin işine gelmediği için sonra “pozitif hukuk” diye kanun koyanların keyfi olarak kurallar koyabilecekleri, bunun kanun olacağını ileri sürmüşlerdir.
Şimdi bu aldatmaca hâlâ yürürlüktedir. Ama sonra anayasalara uyma zorunluluğu getirmişler, şimdi ilmin verileri ile de kanunlar yürürlükten kaldırılır hale gelir.
Müslüman olmak demek doğa kanunlarına inanmak demektir; ben kralım, ben güçlüyüm, istediğimi yazarım ve o kanun olur dememektir.
آلْآنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ (91)
(EAvLEAvNa Va QaD UaÖaYTa QaBLu Va KuNTa MiNa eLMuFSiDIyNa)
“Şimdi mi; oysa daha önce isyan etmiştin ve müfsitlerden idin.”
Allah böyle dedi demeden Allah’ın dediklerini söylüyor. “Kâle”den sonra “Kâle” gelmeli iken, “Kâle” denmeden cevap söylenmiş, “Kâle” hazf edilmiştir. Çünkü verilen cevapta kime söylediği açıkça ifade edilmiştir.
Bugün de biz bugünkü yönetime diyoruz ki:
Bak, biz sizin makamınıza talip değiliz. Sizden hiçbir şey istemiyoruz. Ama birlikte seyahat etmekte olduğumuz gemi su alıyor, bu gidişle bir gün batacak. Gelin şu delikleri kapatalım diyoruz.
Hayır diyorlar; bu gemi batmaz, sular bir şey yapmaz diyorlar!
Su alsın, ne zararı var diyorlar!
Mahkemelerde kırk sene süren davalarla devlet yaşamaz diyoruz…
Hayır, yaşar diyorlar!
Bu bürokratik engelleri halk ancak kayıt dışılıkla aşıyor, bu da topluluğu ileri seviyeye gitmekten alıkoyar diyoruz; hayır diyorlar.
Bir gün gemi batmaya gittiği zaman artık “Adil Düzen” kadrosu duruma el koymak zorunda kalır. O zaman da ‘biz iman ettik, gene iktidarda kalalım’ diyecekler. Yani biz devleti kurtaracağız, onlar yine iktidarda olacaklar! Mustafa Kemal İstiklâl Savaşı’nı kazanmış ama hâlâ saltanatın devamını isteyenler var!
Evet, AK Parti’ye Allah on yıl gibi zaman vermiştir; “Adil Düzen”i benimsesin ve Akevler ile işbirliği yaparak yerinde kalsın, on sene sonra yine o kalsın.
Bizim herhangi bir şey istediğimiz yoktur; ne makam ne de ücret istiyoruz. Bizim makamımız ve ücretimiz vardır; Adil Düzen Çalışanı olmak bizim en büyük makamımız ve servetimizdir. Buna kulak vermezse, ne zaman olacağını bilmiyorum ama ‘şimdi inandım’ diyecek ama artık iş işten geçecektir.
Kur’an bunu yalnız AK Parti’ye söylemiyor, herkese diyor, Meclis’te olan CHP, MHP, HDP dâhil herkese söylüyor. Erdoğan’a saldırmakla bir yere varamazsınız, gelin “Adil Düzen”i benimseyin, önce öğrenin, sonra da aklınız yatarsa inanın, işte o zaman nasıl iktidar olacağınızı görürsünüz. Yoksa bir gün gelecek ve siz de AK Parti gibi bir gün gelecek oy/lar denizinde boğulacaksınız.
Ben söylediklerim ütopyadır demeyin diye oylar denizi diyorum, yoksa silahlar denizi de olabilir; bombalar, atom bombaları, kimyasal silahlar, biyolojik silahlar olabilir; yangın, zelzele, sel, hastalık olabilir; yani topyekün bir “SOSYAL TUFAN” da olabilir.
Burada dikkat edecek olursak “iman ettiğine” karşılık “isyan” getirilmiştir, “müslim” karşılığı da “müfsid” getirilmiştir. Hâlbuki Bakara’da “biz muslihiz” dediklerine karşılık “onlar müfsittirler” denmiştir. İfsadın karşılığı ıslahtır ve İslâmdır. Islah ve barışın bir dengesidir. Islah ameldir. İslâm ise kalbidir. Islah yargı kararlarına teslim olmaktır. İslâm ise şeriata teslim olarak iyi işler yapmadır. Amel-i salihattandır.
İsyan; yönetimin kendi kanunlarına uymamasıdır, hukuk dışı yönetimdir, kayıt dışı çalışmadır. Şeriata, o gün mevcut şeriata karşı isyan edilmiştir. Kanun değiştirip yabancıların Türkiye’ye istedikleri gibi girebileceklerini söyleyeceklerine, Suriyelilere bakanlık talimatı ile kaçak girme uygulaması yapılmakta, bakanın talimatı kanunların üstünde görülmektedir.
Türkiye’de ve hattâ dünyada yapılan budur. Kanunlar yazılır ama yapılan başkadır. Sovyet anayasasını okuyun, dünyanın en iyi anayasasıdır ama dünyanın en büyük zulmü orada yapılmıştır. Türkiye’de kanunlar AB’nin gözüne girmek için yazılır ama uygulanması düşünülmez. Diğer taraftan da yargı kararları işlemez hâle getirilir ve mafyaların ve mafyalarla işbirliği hâlindeki bürokratların dünyası içinde yaşarsınız. Yabancı ülkeden gelen bir ortağımızı meşru yoldan ülkeye getiremiyoruz. Çünkü bir mafya vardır. Üç bin, dört bin dolar alarak giriş ve çıkışları ayarlamaktadırlar. Yabancılar meşru yoldan gelirse bu kaynak kuruyacaktır. Bunu tahkik çok kolaydır. Bugün Türkiye’de pasaportsuz dolaşan pek çok yabancı vardır. Onları yakalayıp dışarı atmak gerekmez. Onların nasıl girdiğini MİT rahatlıkla öğrenebilir, o şebeke rahatlıkla bulunabilir. Onlarla beraber çalışan paraleller bulunabilir. Ama bunu kim yapacak? Sıradan biri yapamaz. Bunun için ne yaparsınız? Sıkıyönetim ilân eder ve bunu askerlerin çözmesini istersiniz. Sorun yine çözülmez. Çünkü düzen düzeltilmedikçe biraz sonra askerleri de bozarlar.
Yapılacak iş nedir?
Yapılacak iş “Adil Düzen”i getirmedir. Bürokratların yetkilerini ellerinden alma, onlara yalnız olayları tesbit edip yargıya gitme yetkisini vermektir. Zaten hukuk düzeni budur. Polis düzeni ile sorunları çözemezsiniz.
آلْآنَ
(EAvLEAvNa)
“Şimdi mi?”
Akevler Lügati’nde “Ane” ile “Xane” akrabalığından hareket edilmiş ve “Hâle” ile karşılaştırılarak an manası açıklanmıştır.
“Hâle” Ay’ın veya Güneş’in etrafında oluşan halkadır. “Havl” çevre demektir. Mekânla zaman arasındaki alakadan dolayı zamandaki döngüyü ifade eden “Hyn” kelimesi vakit anlamında kullanılmıştır. Sonra “H” harfi “E” harfine dönüşmüş, “An” (kısa zaman) olmuştur. “Eyne” nerede anlamında soru edatıdır.
Burada sadece bir soru var, cümle bir kelimeden ibarettir, şimdi mi mümin ve müslim oldun denmiştir.
Doğanın kanunları vardır. Hazırlık safhası olur. O safhada gerekli etkiler yapılabilir, olaylar istenen tarafa yönlendirilebilir. Ama olay bir defa başladı mı artık onu durduramazsın, olay sonuna kadar gider.
Firavun Hazreti Musa ile cedelleşirken baş edemeyeceğini anlar, haydi gidin diyebilirdi, ne var ki kimse Hazreti Musa ile gitmezdi. Ama öyle olmadı. Firavun Hazreti Musa ile cedelleşti, İsrail oğullarına baskı yaptı. Baskı onları birleştirdi.
Nitekim bize de baskı yapılınca birleşip birlikte hareket ettik. Bunun üzerine baskı kaldırıldı. Dolayısıyla ortada kaldık.
Akevler’i kurmadan önce Uşşaki tarikatı mensuplarını evlerden toplayıp -Uşak’ta olacak- 45 kişiyi aylarca hapiste tuttular. Hapisten çıktıktan sonra biz Akevler’de onlara mescit yaptık ve aleni yaptık. Yüksek sesle yaptıkları zikirle vadiyi inlettiler. MİT’ten biri bana gelip seslerini kısmalarını istedi. Ben de onlara cevap verdim; Romen vatandaşlar sabahtan akşama kadar vadiyi inletiyor, onları susturun, ben de bunların sesini kısarım dedim. Bir daha uğrayan olmadı. Bunlar bu rahatlığa Akevler sayesinde kavuştular, çünkü Akevler kanunsuz bir şey yapmaz, gizli bir şey de yapmaz idi.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Hocalarla bir olup Akevler aleyhinde faaliyete yeltendiler. Sonra da 12 Eylül geldi, 28 Şubat geldi. Ama Akevler yine hiçbir hasar görmeden bugün varlığını sürdürmektedir. Çünkü hâkimler bizi korudu, askerler bizi korudu. Niçin? Her şeyimiz açıktı ve devletimizin yanında idi. Bürokratın yaptığını devlet yapıyor kabul etmiyorduk. Bugün o baskı kalkmıştır, gizlilik de kalkmıştır.
Bu “Al’âne” cümlesini Allah doğrudan söylememiştir, ona ilham etmiştir yahut meleklere söyletmiştir. Onun için “Kâle” dememiştir. “Kâle” deseydi doğrudan Firavun’la da konuşmuş olurdu ki o da peygamberler sınıfına girerdi.
Kur’an’da en küçük bir eksiklik bulmak mümkün değildir.
وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ
(Va QaD UaÖaYTa QaBLu)
“Daha evvel isyan ettin”
“İsyan” sopa kaldırma demektir, karşı çıkmak ve silah kullanmak demektir. Daha önce isyan ettin deniyor da kime isyan ettin denmiyor. Allah’a isyan etmiştir. Ne var ki tebliğ yapan Hazreti Musa’dır, Hazreti Musa’ya isyan etmiştir. Elçiye isyan gönderene isyandır. Başkana itaat Allah’a itaattir, topluluğa itaattir.
Evet, sermaye ve onun yandaşları bundan elli sene evvel ne kadar güçlü idiler. Söylediklerimizi duymuyorlardı. Şimdi nerdeler? Kimileri yok olmuş, kimileri de sinmiştir.
AK Parti ve Saadet Partisi bilsin ki bugün güçlüdürler. Bizim Kur’an’dan alıp kendilerine ilettiğimiz sözleri dinlemiyorlar. Onlar zannediyorlar ki biz güçlüyüz. Kur’an’ın yolunu tutmazsanız sizin akıbetiniz de Firavun’un akıbeti kadar olacaktır.
Bugün durmadan basındaki neşriyatla AK Parti’yi suçlamakta, alenen muhakeme edeceklerini beyan etmektedirler. AK Parti Meclis’te etkin çoğunluğu sağlayamadığı gün önce milletvekillerinin bir kısmını satın alırlar, sonra partiyi iktidardan indirirler. Bu sefer asker de sizi koruyamaz. Bürokratlar ve hâkimler sizin yanınızda yer almaz ve sizin akıbetiniz 28 Şubat’tan daha kötü olur.
Tek çözüm vardır; “Adil Düzen” çözümdür.
“Adil Düzen” sizden ne istiyor?
Ekseriyet sistemini derhal bırakacaksınız. Barajı sıfırlayacaksınız. Vergi ödeyen her vatandaşın bu devleti yönetme yetkisi vardır. Ekseriyetin azınlığı ezmesi yoktur. Sermayenin sömürüsü ile siyasilerin sömürüsü arasında hiçbir fark yoktur.
وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ
(Va KuNTa MiNa eLMuFSiDIyNa)
“Ve müfsitlerden oldun.”
Evet, bugünkü iktidar mensuplarının kendileri müfsit değildir ama müfsitlerle beraberdirler; müfsitlerin zulmü devam ediyor.
Biz Akevler olarak rüşvet vermiyoruz diye kimseye uygulamadıklarını bize uyguluyorlar. Örnekleri burada anlatmak beni sıkıntıya sokuyor. Bu ülkede fesat var.
AK Parti kendisi müfsit değil ama müfsitlerin ifsadına ses çıkarmıyor. Ne yapayım deme hakkı yoktur. Ya orada oturmayacak ya da müfsitleri etkisiz hâle getirecektir.
فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ آيَةً وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ آيَاتِنَا لَغَافِلُونَ(92)
(Fa elYaVMa NuNacCIyKa BiBaDaNiKa LiTaKUvNa LiMaN PaLFaKa EAvYaTan Va EinNa KaÇIRan MiNa elNAvSi GaN EAvYAvTıNAv LaĞAvFiLUvNa)
“Elyevm senin halfinde olanlara bir âyet olsun diye seni bedeninle tenciye edeceğiz. Nâsın ekserisi âyetlerimizden gafildirler.”
Firavun kıssasına devam ediyor. Denizin karşısına geçen İsrail oğulları üzerindeki beyanlara ondan sonra devam edecektir. Mısır uygarlığı Büyük İskender’in Mısır’ı işgali ile sona erer. Yunan uygarlığı gelişmiş durumdadır, Mısır uygarlığının ilerisindedir. Mısır uygarlığının en büyük özelliği halka kapalı olmasından ileri gelmektedir. İskender saray halkına son verince uygarlıktan iz kalmamıştır, mumyalama sanatı da sona ermiştir. Dolayısıyla sonra Hıristiyanlık ve Tevrat kıssalarında mumyalamaktan bahsedilmektedir. Sadece Kur’an’da ve Eski Ahit’te bedeninin kurtarıldığından söz etmektedir.
Şimdi yapılan kazılardan öğreniyoruz ki Mısırlılar mumyalamayı bilmekte, kralları mumyalayarak halka güya onların tanrılıklarını kanıtlıyorlardı yani tanrı oldukları için bedenleri çürümüyordu.
Hazreti Musa’nın tarihi tam bilinmemektedir. Milattan en az 1200 yıl, en çok da 1400 yıl öncedir. Kur’an 2000 sene sonra gelmiştir. Bedeninin kurtarıldığından bahsedilmektedir. Firavunların mezarları bellidir ve hepsinin bedenleri mumyalanmış olarak mevcuttur. Böylece Kur’an gaybdan haber vererek insanlara Tevrat’ın ve Kur’an’ın ilâhi kaynaklı olduğuna delil vermektedir.
“İnsanların çoğu âyetlerimizden gafildirler” ifadesinin bedenin kurtarılması ile insanların çoğunun gafil olması arasında ne alaka vardır.
“Bedeninle seni kurtaracağız” denmektedir.
Âyette “seni kurtaracağız” deniyor, “bedeninle” deniyor. Âyet burada Firavun’un boğulmadığını söylüyor. 2/52 ve 8/54 âyetlerinde Firavun’un âlinin helâk olduğunu söylüyor, Firavun’dan bahsetmiyor. O halde Firavun geri dönmüş ve krallığa mecruh olarak devam etmiştir. “Nâsın çoğu âyetlerimizden gafildir” denmiş olması, Firavun’un ordusu ile kovaladığının bilinmemesidir. Geri dönmediği takdirde Mısır erkânı onu başka şekle sokabilir. Firavun inanmış olarak geri döner ve Mısır’da ıslahat yapar, böylece Mısır daha asırlarca yaşamaya devam eder. Bu olay Mısır’ın yıkılmasından bin sene öncedir.
Evet, Ramses denizde boğulmamış, bedeni ile kurtulmuştur. Hazreti Musa’nın geliş tarihinin de o tarihte olduğu kanaatine varıyorum.
فَالْيَوْمَ
(Fa elYaVMa)
“Elyevm”
“Bugün el’ân” denmiş olması gerekirken, “El-Yevm” denmiştir. Çünkü o dönem için kurtarılmıştır. Diğer taraftan zamanımıza kadar gelen devirler olmasaydı yine “El-Yevm” demezdi. “El-Yevm” dediğinde zamanın bozulma dönemini ifade etmektedir.
Bize göre bu Firavun birinci Ramses’tir. Hazreti Musa’dan sonra Mısır’da yaşamış ve imparatorluğunu kurmuştur. Hazreti Musa yirmi sene Firavun’un yanında bulunmuştur. Hazreti Musa kırk sene daha yaşamıştır. Ramses II ikinci Kadeş zamanında da bulunmuştur.
نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ
(NuNacCIyKa BiBaDaNiKa)
“Seni bedeninle kurtaracağız”
“Nunecciyke Bedeneke” denmesi beklenirken “Nunecciyke BiBedenike” denmiştir.
“Nunecciyke Bedeneke” denseydi “Beden” “Ke”nin bedeli olurdu.
Burada çok açık bir şekilde ifade edilmiştir ki Firavun bedeni ile sağ olarak kurtulmuş, âli ise boğulmuştur. Ordudan bahsederken buradaki âyetlerde âlini boğduk denmektedir.
Ramses ve başkası etrafını çeviren bir grup vardır. Onlar ona zulüm yaptırmaktadır. Allah onu o çevresinden kurtarmak için Hazreti Musa’yı geçirirken Firavun’un âlini boğmuş, Firavun eski âlinden kurtulmuştur. Sonra Mısır’a dönmüş ve yeni âli ile adil bir yönetim kurmuştur. Mısır ondan sonra daha uzun yıllar varlığını sürdürmüştür.
“Bibedenike” “Ke”nin zarfıdır, “Maa” anlamındadır.
Burada tartışılacak konu vardır. Firavun’un yanındakiler boğulmuş, kendisi ise kurtulmuştur. Yüzmeyi bildiği için veya yüksek yerde olduğu için veya başka sebeple kurtulmuştur. Sonra tek başına Mısır’a nasıl dönmüştür? Demek ki gelen bir âfet bir taraftan Firavun’u düzeltiyor, diğer taraftan çevresini ayıklıyor.
Bugün Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacakları iş vardır. Bu iş üç dönem uygulaması değildir. Yanındaki şoförünü, sekreterini, danışmanını tamamen değiştirecektir. Onlara daha yüksek rütbeler verebilir ama yanında kimseyi bulundurmaz. Tamamen yeni bir kadro kurar ve o kadro yenilik yapar.
Ben geçmişte hep yer değiştirerek kendimi özgür hâle getirdim.
Firavun’un sağ döndüğüne âyetteki ikinci delil ise “Nünciyke” değil de “Nünecciyke” getirilmiş olmasıdır. Yani uzun zaman için seni tenciye edeceğiz demektir.
لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ
(LiTaKUvNa LiMaN PaLFaKa)
“Senin halfinde olanlara olsun diye”
Halfinde olan kimselere âyet olman için bedeninle kurtarıyorum diyor. İmparator tecrübeli biridir. Ona gerçekleri anlatmak daha kolaydır. Yeni gelenlerin yetiştirilmesi zordur.
Onun için biz iktidarı değiştirmekle değil iktidarı düzeltmekle meşgul oluruz.
Allah bile eskisini iktidarda bırakıyor.
AK Parti üç dönem hikâyesini derhal bırakmalıdır. Deney kazanmış kadro uzaklaştırılmaz. Âl uzaklaştırılır, mele’ değil âl uzaklaştırılır.
Burada “Min Ba’dike” demiyor, “Min Halfike” diyor. Yani ondan sonra gelecek Firavunlardan bahsediyor. “Ellezî” demiyor da “Men” kullanıyor.
آيَةً
(EAvYaTan)
“Bir âyet”
“Bir âyet olarak” denmektedir. Hâl olduğu için nekre ve müfret olarak gelmiştir.
Ramses’in başından neler geçti?
Sonunda teslim oldu ve kurtuldu, büyük devlet oluşturdu.
AK Parti de “Adil Düzen”e teslim olacak ve büyük parti olacaktır. Kendisinden sonra gelenlere de âyet olacaktır. AK Parti bunu şimdi göstereceği adaylar sayesinde başaracaktır. Şeriata uyarak 15 ile 40 yaş arasındaki kimseler partinin yönetiminde görev alıp yetişecekler. 40 yaş ile 63 yaş arası devlet içinde yer almalıdır. Bunlar yönetici veya bakan olacaklar, böylece ülkeyi en iyi bir şekilde yönetecekler, 63 yaşından sonra da mecliste milletvekili olarak bulunacak ve genç kadroya yardımcı olacaklar.
Mısır tarihi daha geniş bir şekilde incelenip Kur’an’ı daha iyi anlama imkânını bulacağız, inşaallah...
وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ
(Va EinNa KaÇIRan MiNa elNAvSi)
“Ve nâstan çoğu”
Burada “ekserisi” demiyor, “kesiren” diyor. Yani çok kimse vardır. Bunların ekseriyette olması da gerekmez. Buradaki “nâs” da Mısır halkıdır. Mısır halkının çoğu gafildir diyor. Sen şimdi başlarında olmazsan onlar inkılâpları yapamazlar.
Burada çok önemli bir şeyi öğreniyoruz. Allah’ın Mustafa Kemal’i neden devletin başına geçirdiğini buradan anlıyoruz. Arabayı usta şoföre teslim etmek zorundayız.
عَنْ آيَاتِنَا
(GaN EAvYAvTıNAv)
“Âyetlerimizden”
Buradaki âyetler şeriattır, kuraldır. Devleti yönlendiren köşe başı taşlardır, çoğu onu okumayı da bilmemektedir. Senin orada görevin var. Sana gerçekleri gösterdik. Sen de inandım dedin. Ben de kabul ettim. Seni kurtarıyorum ama niçin kurtardığımı bilmen için hatırlatma yapıyorum.
لَغَافِلُونَ(92)
(LaĞAvFiLUvNa)
“Onlar gaflet içindedirler.”
Bilemezler; gafletleri sebebiyle bilemezler. Seni tekrar onların başına gönderiyorum.
Bu sebepledir ki biz eski cumhurbaşkanları yeni cumhurbaşkanına danışman olsun diyor ve Evren, Demirel, Sezer ve Gül’ün Ak Saray’da oturmaları gerektiğini savunuyoruz. İstihsanla elde ettiklerimize bir bir deliller ortaya çıkıyor.
Neye dayanarak bu hükümlere varıyoruz?
Fıkıhçıların mucize kabilinden içtihatları ve Hazreti Peygamber’in Sünneti bu istihsanlara kaynak olmaktadır.
“Ğufr” “Ğefer” örtü demektir.
“Gaflet içinde olmak” geleceği görmemek, olayların farkında olmamak demektir.
Görünmediği için farkında olmamak demek olur.