İslam felsefesinin, İlkçağda olgunlaşan ve 20. yüzyılda son bulan klasik felsefenin içinde bir şube olmayı hak ettiğini söyleyebilirim. Ne yazık ki, daha fazlasını söylemem mümkün değil. Çünkü İslam felsefesi diye sözü edilen düşünce akımı, ortaya çıkışını İlkçağ felsefe eserlerine borçludur.
İlkçağ felsefesi de kendisinden önce Ortadoğu, Hint ve Mısır’da tartışılmış konuların bir kısmının Ege ve Eski Yunan sitelerinde, büyük ölçüde bağlamlarından koparılmış bir şekilde tekrar ele alınıp tartışılması sonucunda ortaya çıkmıştır.
Her ne kadar klasik felsefenin 2.500 yıllık bir tarihinden söz edilse de, bunun öncesi çağın, ne isimlendirmesi ne de felsefe olabilecek soruların olgunlaşmaya başladığı dönemin ne kadar gerilere götürülebileceğinin tespiti yapılabilmiştir!
Bu konular henüz felsefe tarihi çalışmaları içinde gereken ilgiyi görememiştir.
İslam felsefesi (bundan maksat Müslümanların yaşadığı ülkelerde yapılan felsefedir) denebilecek düşünce akımı, Eski Yunan ile Modern felsefe aralığında ortaya çıkmıştır. Bir başka açıdan bakıldığında da İslam felsefesi, 2.500 yıl süren klasik felsefenin ortaçağı da denebilir.
İslam felsefesi, Miladi 8. yüzyıla kadar tartışılmış sorular, Müslümanlar arasında bir kez daha ama Kuran’la tevil – uzlaştırılmaya çalışılırken ortaya çıkmıştır. Müslümanların felsefeye ilgisi, akli ve mantıki düşüncelerin Kuran’a uygunluğu mümkün müdür sorusuyla başlayan çalışmaları, felsefe çalışmalarının başlangıcını oluşturur. Çok geçmeden yani 9-12 yüzyıllarda, filozof denebilecek kişiler önemli eserler yazabilmişlerdir.
İslam felsefesi çağı denen bu dönemin klasik felsefe çağı içerisindeki en önemli özelliği, Akdeniz havzasında “felsefe bitti!” denen bir dönemde, oldukça aktif bir şekilde dört yüz yıl süren bir çaba olmasıdır. Yaklaşık dört yüzyıl süren bu dönemde hem eski eserler yok olmaktan kurtarılmış hem de eski sorulara yeni cevaplar aranmaya çalışılmıştır.
Müslümanların yaptığı felsefe ne kadar orijinaldir denecek olursa söylenecekler çok da iç açıcı değildir. Çünkü Eski Yunan felsefesinin İslamileştirilmesi için harcanan efor, yeni felsefenin gerekliliği kadar ilgi görmemiştir. Zira üzerinde durulan konuların ve soruların büyük çoğunluğu Eski Yunana aittir.
Müslüman filozoflar da tıpkı Eski Yuna filozofları gibi dünyanın ulaşabildikleri her yerinden bilgi ve kültür taşımışlar, bunları özenle incelemişler ve tartışmalarında kullanmışlardır. Örneğin Müslüman filozoflar, Hint, Mısır, Yahudi, Hıristiyan, Eski Yunan ve diğer uygarlıklara ait kaynakları kullanırken Yunanlı Filozoflardan çok daha önyargısız ve dönem olarak da çok daha şanslı idiler. Ancak yaratıcılıkta Eski Yunanlı filozoflar kadar becerikli değillerdi!
Burada bir şerh düşmek gerekir: Belki de Yunanlı filozoflar da çok yaratıcı değillerdi. Ne yazık ki, Eski Yunan felsefesi öncesi iyi bilinmediği için o döneme ilişkin düşünceler orijinal gibi görünmektedir!
Klasik felsefenin son dönemi diyebileceğimiz “modern felsefe”, Avrupa’da “Her şeyi İsa’sız açıklamaya çalışanlar ile İsa’sız olmaz!” diyenler arasındaki tartışmadan doğmuştur.
Bir başka ifadeyle modern felsefe, bilime ve felsefeye ilişkin bütün konuları son kez ama İsa’sız yorumlayanların felsefesi olmuştur.
Böylece, yaklaşık 2.500 yüzyıl süren klasik felsefe çağı, modern felsefeyle birlikte son bulmuştur!