İnsanlara emanet edilen her “değer”, zaman içinde tahrifata uğrar. Tahrifat; bazen metinde yapılır bazen de kelimelerin ve cümlelerin içeriklerinde.
Yıllar geçer, Kitabı; tebliğ eden peygamberden daha güzel okuyanlar çıkar ama güzel sesli okuyucular, onun ne anlamını ne de ahlâkını dert edinirler.
Bu süreç insanların gözleri önünde yaşanır. Gizlisi saklısı da olmaz.
Halk altın sırmalı kostümler içindeki sakallı ve cübbeli zevata güvenir, zevat da ihtişamlı mimari eserlerin başköşesinde verdikleri vaazlar ve fetvalar ile veli nimetlerinin güvenini kazanmaya çalışır.
Dillerden; Allah, Rab, Elohim, Yahve, Huda, Tanrı… eksik olmaz! Her yol ayrımına gelindiğinde ise Rabbin arzusundan taviz verilir ama veli nimetin arzusundan asla!
***
Oysa Allah’ın “din adamları zümresine” hiçbir dönemde ihtiyacı olmadı. Rejimin adı ne olursa olsun iktidarlar, tarih boyunca din adamsız yapamadılar! Hurafe uydurmak ve hurafelerden yararlanmak ise egemenlerin işi oldu...
Dinî bürokraside makam ve mevki kavgası vermek, güzel ahlâkı ilm-i siyasete kurban etmek ve arada bir de “Allah’ı hatırlamak” din adamlarının işi oldu.
Din; önce mesleğe, bir süre sonra da zanaata dönüşünce yeni peygamber kaçınılmaz oldu.
***
İsa Efendimiz, Yahudi dininden ve İsrail oğullarındandı. Yahudilik konusunda eğitimliydi ve şifacılığıyla ünlüydü.
Hz İsa; din adamlarının “zanaatkâr”laştığı, Tevrat’ın “haram” dediklerinin basit yorumlarla “helal” edildiği, dindarlığın kostüm, sakal, cübbe ve törensel gösterişlere dönüştüğü… bir dönemde vahiy yoluyla Nebi ve Resül seçildi.
İsa Efendimizin nebi olmasına kimsenin itirazı yoktu. Çünkü Kudüs’te o tarihlerde 400 kişilik Nebiler Meclisi vardı ve nebi olmayı bekleyenlerin sayısı ise daha fazlaydı.
İsa Efendimizin resul olmaya hakkı var mıydı? Davut (AS) soyundan geliyordu ama bunun kabul görmesi zordu!
Sorun ise İsa Efendimizin tebliğ ettiği konulardan çıktı.
Halkla Aramice, din adamlarıyla İbranice konuşan Efendimizin sorun olan bazı görüşleri vardı:
“Kitabımızda/Tevrat’ta yazar ki faiz/riba haramdır!”
“Tevrat’ta yazar ki, kadın/fuhuş ticareti haramdır!”
“Tevrat’ta yazar ki, Allah’ın kulları arasında ayrım yapmayın!”
“Bu dünya geçicidir, yaptıklarımızdan sorumluyuz. Ahiret de var, cennete ve cehennem de!… Ceza ve ödül de!... der.
İsa Efendimizin bu ve benzeri konuşmaları dikkat çekmeye başlayınca, kostümler içinde mabedin ön saflarını işgal eden dinî bürokrasinin önde gelenleri rahatsız olurlar.
Efendimiz ile din adamları arasındaki tartışmalar büyür; meclislere, mabede, çarşıya pazara, derken köylere kadar yayılır.
Gerçek şu ki, Efendimizi seven çoktu fakat inananı ise yok denecek kadar azdır. Gittiği her yerde insanları aydınlatmaya çalışır. Halkın ondan beklentisi ise “şifâ”dır.
Tartışma büyür:
-“Tevrat’ta faiz/riba haramdır. Siz ise faize fetva veriyorsunuz”, der. Din adamları da,
“Doğru, Tevrat’ta faizi haramdır. Ama kime? Yahudi olmayanlara faizli borç verilebilir. Çünkü Yahudi olmayanlar Tevrat’tan sorumlu değildir!” derler.
-“Tevrat’ta fuhuş ticareti haramdır. Oysa siz fuhuş ticaretine fetva veriyorsunuz” der. Din adamları da,
“Doğru, Tevrat’ta Yahudi kadınların ticareti haramdır. Bu Yahudi olmayanları kapsamaz!” derler.
-“Tevrat’ta Allah’ın kulları arasında ayrım yapmayın, adil olun, der. Sizler Yahudi olmayanlara adil davranmıyorsunuz” der. Din adamları da,
“İsrail oğulları Allah’ın seçkin kullarıdır ve diğer kavimlerden üstündür. Adalet, İsrail oğulları arasında olur!” derler.
-“Ölüm, ahiret hayatı, cennet, cehennem, ceza ve ödül var!” dediğinde de din adamları,
“Bunları nereden çıkarıyorsun, Tevrat’ta ahirete ilişkin bilgi yok” derler. İsa Efendimiz de
“Tevrat’ta Allah “Ben âlemlerin Rabbiyim” der, “idim demez” diye bir yanıt verir ki din adamları bu cevaba itiraz etmezler.
Buna benzer birçok konuda İsa Efendimiz ile din adamları arasında tartışma yaşanır.
***
Yaşadığı dönemde Hz. İsa’ya bütün Yahudiler ve din adamları karşı çıkmaz. Çoğunluğu ona sempati duyar, duasından ve şifacılığından yararlanmak ister.
Sorun şu noktadaydı:
Herkes Tevrat’a inanıyordu ama Tevrat öyle yorumlanıyordu ki ahlâk, adalet ve güvenden eser kalmıyordu. Krallar ve zenginler “dini", din adamları da “halkın inançlarını” sömürüyordu.
***
Hz İsa ile dönemin bazı din adamları arasındaki tartışmalar geniş bir şekilde İncillerden okunabilir.
-Hz. İsa her konuda Tevrat’ı referans gösterir. Din adamları da cevapları Tevrat’tan verir.
-İsa Efendimizin ahiretin ispatı için Tevrat’tan gösterdiği kanıta, din adamlarının itiraz etmemesi ilginçtir! Çünkü bu yanıtı anlayabilecek din adamlarının sayısının bugün bile çok az olduğu düşünülürse yanıt daha da önem kazanır!
-İsa Efendimizin İncillerde sıklıkla gündeme getirdiği özellikle gümrük memurlarının rüşvet ve yolsuzluğu var ki, yenilir yutulur gibi değildir.
-Hakikatleri tahrif ettikleri için Kur’an’ın da eleştirdiği din adamları, muhalif gördükleri Hz.İsa’yla tartışırken çok dikkatli ve namusluydular! Anlaşamadıkları nokta ise particilik, cemaatçilik, ırkçılık, kastçılık… dediğimiz “zümre” dayanışması ve çıkar ortaklığıydı.
Kur’an’ın sıklıkla değindiği;
-“Allah’ın ayetlerini az bir menfaate satanlar…” Bakara-174
-“Ayetlerin bir kısmını bağıra çağıra okurken bir kısmını ise gizleyenler…” Bakara-41-42; Enam-111
-“Yetimin, dulun, yoksulun hakkını batıl yolla yiyenler…” Nisa-2, 10, 127,
-“Eşi, dostu, akrabayı, arkadaşı, partiliyi, ırkdaşı, zümre üyelerini kayırıp yabancıya haksızlık yapanlar…” Nisa-135, Maide-8
-“Adaleti uygulamamak için mazeret uyduranlar…” Nisa-58
-“Kendi kazancından değil de milletin hakkından akrabasına yedirenler…” 16/90
-“Gerçeği oğullarını tanıdıkları gibi tanıyan ama çıkarlarından vazgeçemedikleri için inkâr edenler…” (Bakara-146; Enam-20; Araf-162) i ağır bir dille eleştirir.
Şükürler olsun ki, Kur’an ehli arasından tahrifatçı, dini az bir çıkara satan ve istismar eden çıkmadı.
Çıkmadığı için de Kur’an’ın anlamlarında ve yorumlarında bir sapma olmadı.
Durum böyle olunca da Yahudiler ve Hıristiyanlar cehennemlik, bizler de cennetlik olduk.