İbn-i Haldun(1332-1406) ve Mukaddine adlı kitabı bir efsane gibi kulaktan kulağa aktarılır. Hakkında o kadar övgü dolu sözler söylenmiştir ki, Mukaddime’yi okuyan çok az kişi de ya anlamadığından ya da efsanenin etkisinde kalarak gerçeği ortaya koyamamıştır:
Mukaddime’nin siyaset sosyolojisinin ilk kitabı olduğunu kabul edebiliriz.
Üstat, yaşamı boyunca sultanlara yakın durmuş, edindiği bilgileri, gözlemleri ve deneyimleri sultanların hizmetine sunmuştur.
Mukaddime adlı eserinde de geleceğin siyasetçilerine “Nasıl hükümdar olunur”un süreçlerini anlatır.
Kitabın başlangıç bölümlerinde uzun uzun adalet siyaseti ile saltanat siyasetini karşılaştırır. Birçok ayet ve hadis kullandıktan sonra örnek olay olarak en çok Hz.Ali ile Muaviye arasındaki siyasal krize değinir.
İbn-i Haldun’un sonuç olarak görüşü şudur:
Hz.Ali siyasal tercihlerinde sürekli “adalet”i gözetmiştir. Muaviye ise “kazanmak” için her yolu denemiştir.
Sonunda haklı olmasına rağmen Hz.Ali kaybetmiş, Muaviye ise haksız olmasına rağmen kazanmıştır.
Bu tespitinden sonra İbn-i Haldun geleceğin siyasetçilerine şu öğütte bulunur:
Kuran’ın ve hadislerin gösterdiği siyaset, adalet siyasetidir. Fakat bunun başarı şansı çok zayıftır. Siyasette başarılı olmak isteyenler Muaviye’nin yolundan gitmelidir. Haklı da olsalar adalet siyasetini izleyenlerin sonu Hz. Ali gibi kaybetmektir. Ben derim ki… beni dinlerseniz… kazanmanın ve iktidarda kalmanın yolu Muaviye gibi yani haklı veya haksız demeden her türlü zalimane yolu denemekten geçer.
Eğer adalet siyasetini seçerseniz sadece siz kaybetmesiniz, size destek verenler de kaybeder. Başarısızlığın sonu da lider ve taraftarlarının ölümü demektir. Bunu da unutmayın, der.
İbn-i Haldun Muaviye’nin siyaset yolunu “Mütegallibe” yani zor kullanarak, darbe yaparak, kan dökerek iktidara gelmek olarak tanımlar.
Hz.Ali’nin siyaset yolunu da Kuran, hadisler ve dört halifenin seçimle iktidara gelme yolu olarak tanımlar ki, buna da Ehl-i Sünnet’in yolu der.
Bununla beraber Hz.Ali gibi oğulları ve torunlarının mütegallibe karşısında neden başarılı olamadığını anlatır.
İbn-i Haldun bu tanımları yaptıktan sonra çok sayıda örnek vererek zor kullanılarak nasıl iktidara gelineceğini ve iktidarın hanedan yönetimine nasıl dönüşebileceğini en zalimane şekliyle anlatır.
Siyaset alemi Niccolo Macihavelli (1469-1527)’in Hükümdar(Prens)’ını ve Makyavelizmini iyi bilir de nedense İbn-i Haldun’un siyaset öğretisindeki zalimane öğütleri görmezden gelir.
Kuran’ın vurguladığı, Hz.Muhammed’in ve dört halifenin uygulamaya çalıştığı seçime dayalı siyaset sistemini yıkan hatta yerle bir eden Muaviye’nin adaletsiz siyaset yolu, 1400 yıldan beri Alem-i İslam’ı yönetmeye devam ediyor.
O tarihlerde her türlü zalimliğe fetva veren, destek olan sahabeler olduğu gibi sonraki dönemlerde de buna fetva veren fazlasıyla alim bulunmuştur. Hatta alimlerin çoğu yani ulema, birbirlerinin kuyusunu kazarak zalim sultana yakın olamaya çalışmışlardır.
Yahudi ve Hıristiyan alemi Müslümanlardan aldıkları “seçime dayalı yönetim” modelini her geçen gün teorisini ve pratiğini geliştirmeye çalıştıkları 21. Yüzyılda bile Müslüman(!) liderler, demokrasiye geçmemek için ülkelerinin yakılıp yıkılmasına razı olabiliyorlar.
Üretmeyen ekonomilerin en zengini olabiliyorlar.
Yolsuzluğu, hırsızlık saymayabiliyorlar.
Bunu da zorba rejimlerin alimleri ayet, hadis ve fetva desteği ile açıklayabiliyorlar!
***
İslam tarihi uzmanı olduğu iddia edilen İbn-i Haldun’un birbirinden ilginç ve bugün kabul edilmesi asla mümkün olmayan siyaset öğütleri yanında özelikle üreten ve pazarlayan çiftçi ve tüccar için söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildir.
Üstat, çiftçileri toprağa bağlı yaşadıkları için gelene ağam, gidene paşam diyen ikiyüzlü ve karaktersiz insanlar olmakla itham eder…
Kuran, Peygamberin hayatı ve fıkıh kitapları ticareti “helal kazanç” yolu olarak gösterirken İbn-i Haldun tüccarları spekülatör, haksız kazanç kovalayan, karaborsacı ve fırsatçılar… olarak tanımlar ve bu insanların kazançlarına el koyulmasını da savurgan sultanlara üstü kapalı bir şekilde öğütler…
Oysa;
İslam Dini, Mekke’de doğdu ve Mekkelilerin tek geçim kaynağı uluslararası ticaretti. Peygamber de 40 yaşına kadar ticaret yapmış ve çok da para kazanmıştı…
İslam Dini, Medine’de kurumsallaşmış ve dünyaya yayılmıştı. Halkın geçim kaynağı ise tarım ve ticaretti…
***
İbn-i Haldun, yaşadığı çağın en çok para kazandıran ve ilgi gören mesleklerini sıralarken ilk sırayı dans eden ve şarkı söyleyen cariyelere verir.
Şeriatı ve adaleti sağlayacak fakihler ise ancak beşinci sırada kendilerine yer bulabilirler.
Sonuç olarak şunu söylemekte yarar var:
Müslüman alemin siyasal liderlerinin kılavuzu İbn-i Haldun ve Maverdi gibi şahsiyetler olduğu sürece İslamofobi, Müslümanların İslam düşmanlarına altın tepsi içinde sundukları bir ikram olacaktır.
Daha açık söylemek gerekirse;
Müslüman ülkeler Muaviye, İbn-i Haldun, Maverdi… siyasetiyle yönetildiği sürece dünya alem bir araya gelse de Müslüman terör örgütlerinin ortaya çıkmasını engelleyemez.
Batılıların manipülasyonunu ise hiç engelleyemezler.