Kürtlerin Müslümanlaşmasına gelince;
Ovaya inmiş Kürtler arasında başlayan Müslümanlaşma, çok geçmeden dağlılar arasında da yayıldı. Dini tebliğler ile İslam, Kürtlerin geleneksel alışkanlıkları üzerinde önemli etkiler yaptı.
Şunu söylemekte yarar var:
Aşiret düzeyinde yaşayan dağlılar arasında kararları aşiret reisleri aldığından Kürtlerin Müslümanlaşmasında da aşiret reislerinin büyük etkisi oldu. Çünkü bir aşiret içerisinde iki din olamıyordu. Reis ne derse o oluyordu.
Ovalarda yaşamaya başlayan kimi Kürtler, Arapların etkisiyle Müslüman olmuşlardı. Müslümanlaşan ve tedrisat gören Kürtler, İslam’ı dağlara da taşıdılar.
Müslümanlık da dağlı Kürtleri ovaya indiremeyince bazı okumuş Kürtler, İslam’ı dağlıların ayağına götürdü. Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde “medreseler” kurarak bilinen Kürt tarihinin en büyük kültür devrimini yaptılar.
Denebilir ki Dağlı Kürtler; alfabe, okuma-yazma ile ancak Müslüman olduktan sonra tanışabildiler. İslam’ın da Şafii yorumunu benimseyen Dağlılar, medreselerde bin yılı aşkın bir süre Şafii klasiklerini ezberleyerek nesilden nesile okuttular.
Kürtlerin yazı ve kitapla… Hukuk, felsefe, tarih, ekonomi… kavramları ile tanışmaları Şafii İslam ile mümkün olsa da medenileşmek/kentlileşmek için gerekli olan teknik ilişkiler ve zengin işbölümü gerçekleşmedi. Sosyal anlamda medreselilerin İslami tedrisatları kentlere indiklerinde entegrasyonlarını ve itibar görmelerini kolaylaştırdığını söyleyebiliriz.
Bu açıklamalardan sonra Kürt İslamını bazı tipik özellikleri ile tanımlarsak;
1-Dağlarda eğitim görenlerin teorik bilgileri fena değildi ama görgü ve deneyim eksiklikleri fazlaydı. Öyle ki; fıkıh kitaplarını ezbere okuyabilen bir Kürt Molla, görgü ve deneyim eksikliğinden dolayı basit bir konunun bile doğru uygulamasını yapamazdı.
2-Kendini ilme adamış bir molla, dağ ekonomisi koşullarında geçimini yoksul halkın verdiği zekât, fitre, sadaka gibi yardımlarla sürdürürdü. Mollalar kız kaçırmadıkları ve hırsızlık yapmadıkları sürece de ahlaklı sayılırdı.
3-Yaşam alanları nedeniyle yönetimlere uzak olan Kürtler, anlaşmazlıkları mahkemelere taşıması ayıp hatta günahtı. Sorunlar mollalar tarafından Şafii şeriatına göre çözümlenirdi. Beylikler döneminde Kürt beyleri ile mollalar arasında otorite bölünmesi başlayınca bey çocukları da fıkıh eğitimi almaya başladı. Böylece infaz yetki ve gücünü elinde bulunduran beyler, mollaya gerek kalmadan her türlü sorunu karara bağlayabildiler.
4-Merkezi idare, Kürt aşiretleri arasında bitmeyen çatışmalara son vermek ve asayişi sağlamak için modern mahkemeleri ve zaptiye teşkilatını kurdu. 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanları iç ihtiyaçlardan mı yoksa dış baskılardan mı olduğu tartışması ise ayrı bir yazı konusu.
İdarede ve kanun önünde eşitlik yasaları da sorunu çözmedi. Ayrıca Kürtler arasında ikili bir yapının doğmasına da neden oldu: Halk, merkezi idarenin kanunları ile şeriat arasında gidip geldi. Bu ikili yapı PKK’nın sahaya hakim olmasına kadar devam etti. Şimdilerde ise şeriata başvurma dönemi bitti, onun yerini T.C. Mahkemeleri ve PKK’nın yargısı aldı.
5-Dağlarda kitapları ezberleyip kentlere inen mollalar, Müslüman halk tarafından sevildi, korunup kollandı. İstanbul İslamı’nın bugün de halk üzerinde kesin otorite sahibi olduğu konular olan “güzel Kur’an, ilahi ve mevlüt okuma” konularında Kürt mollaların becerisi yoktu. Fakat buna rağmen mollaların dindar ve yoksul görüntüleri, halkın ilgisini çekti ve yardımlar mollalardan esirgenmedi.
İstanbul başkent olduktan sonra İstanbul’a gelmeye başlayan Kürt mollalar vardı. Katip Çelebi, 4.Murat döneminde bilgili Kürt mollalarının İstanbul’da söz sahibi olduklarını yazmıştır.
6-Kürtler; 1950’den sonra demokrasi ile başlayan yoğun kentleşme hareketi ile kitleler halinde dağdan inmeye ikna oldular. Diyanet, inşaat, sokak satıcılığı ve pazarcılıkta başarılı oldular. Konumuz Kürt İslam’ı olduğuna göre şunu söylemek gerekirse; 1950’den sonra başlayan yeni süreçte Karadeniz bölgesi dışında, Türkiye’nin her yöresinde imam, vaiz, müftü, 1980 sonrasında da İlahiyat camiasına Kürt mollalar ve tarikatlar hakim oldu.
7-Kürt mollaların gerçek anlamda merkezi dini idare ile tanışması ise 1950’den sonra Diyanet ile oldu. Kürt hocaların; çok kötü bir Türkçe ile imam, vaiz ve müftülükle başlayan devletleşme süreci, Türkiye demokratikleştikçe hız kazandı. Denilebilir ki, Türkiye’de en büyük sosyolojik değişim kentlileşen Kürt ve Alevi Müslümanlar arasında yaşandı. Kürtlerin devletin her kademesine, siyasete ticarete, her türlü kriminal kazanca, en sonunda da akademiaya yerleşmesi zor olmadı.
8-Dağlı Kürtler; 1950’den sonra hızla modernleşirken kentlilerin ilm-i siyaset, kurnazlık ve kentte geçerli olan ayak oyunlarıyla da tanıştı. Özellikle Kürt mollalar İstanbul ulemasından çok etkilendi. Devlet adamına, zenginlere, hırsızlıklara, yolsuzluklara ve her türlü kriminal kazanca nasıl fetva vereceklerini kısa sürede kavradılar.
Kürtlerin hiç etkilenmediği İslam ise Ankara İlahiyat İslam’ı oldu.
9-İstanbul ulemasının devlete hakim olmasını yakından izleyen Kürt mollaların, Molla Mustafa Barzani ile başlayan siyasallaşma süreci, PKK ile yeni bir aşamaya geldi. Dağları terk etmiş ancak kentli de olamamış Kürtler, geleneksel aşiret ve medrese hayatını da sürdüremediler. Türkiye’nin sosyolojik boşluğunu bilen Batılılar, Kürtleri bir araya getirecek “tabela” bir örgüt kurdular. Böylece Kürtler sosyolojik süreçler dışlanarak yapay bir örgüt ve ideoloji etrafında “uluslaştırılma”ya çalışıldı.
PKK’nın ideolojisi Marksist-Leninist-Nasyonal Sosyalistti. Kürtler dinsiz olamayacağına göre Kürt mollalar ve şeyhlerin de önemli kısmının uluslaşmaya desteği sağlandı. Sonunda onlar da İstanbul uleması gibi devlet olma, devletten yararlanma hastalığına yakalanarak PKK’nın destekçisi oldular.
10-Kürt mollaların bir kısmı T.C.’yi benimsediklerinden değil; devletten korktuklarından ve PKK’nın zorba yönetiminden dolayı büyük şehirlere taşındı. Artık kimse anlaşmazlığını mollaya taşımadığı gibi çocuğunu molla olsun diye medreseye de göndermiyor.
11-Sözü eğip bükmeden şunu söylemeliyim:
Geleneksel kent yaşamına uyum sağlayamayan her bir Kürdün yüreğinin derinliklerinde “ulus olma” fikri vardır. Bunun duygusal bir arzu olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
İnsanlık bugünlere on binlerce yıllık mücadeleden geçerek geldi. Elde edilen her başarı, binlerce yıllık mücadelenin sonucudur. Kürtler ise bu yılları mücadele dışında ve dağların yamaçlarında münzevi yaşayarak geçirdiler.
İslamiyet Kürtlerin medenileşme kültürlerine katkı yaptı ama yaşam pratiklerinde ve kentlileşmelerine fazla bir etkisi olmadı. Bunda Şafii İslam’ın etkisinin olduğu söylenebilir. Hanefi İslam’ı seçmiş olsalardı, kentleşmeleri yüzyıllar öncesinden başlayabilirdi.
Kürt İslam’ının hala iki büyük sorunu var:
Biri; on binlerce yıllık insanlık birikimine uyum sağlama sorunu.
Diğeri de; Türkiye’nin kentsel yaşamına uyum sağlama ve devletle yaşama sorunu…
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
İstanbul ve Ankara İslam’ının olumlu yönde etkileyemediği bir Kürt İslam gerçeği var. Kitap ve kütüphane geleneği olan Kürt İslamının yeni bir gelecek inşa edememe sorunu yanında zaten hastalıklı olan geleneksel şehirli İslam hayatlarına da entegre olamama sorununu yaşamaktalar.
Yine de Dağlı Kürtlerin Türkiye örneğinde 60-65 yılda gösterdikleri kentleşme başarısı göz ardı edilmemeli.
Bütün kesimleri kapsayan bir çözümde Türkiye’nin buluşması ancak yaratıcı çözümlerle ve öngörülerle olabilir. Henüz buna ilişkin somut bir gelişme görülmüyor.
Çünkü bugün İslam’ın hiçbir yorumu yol gösterici olamıyor. Türkiye’nin İslamcı veya İslamsız Türkçüleri, solcuları, laikleri… hiçbiri yaratıcılık ve yeni toplumu inşa edecek bir işbölümü başlatabilecek canlılığa sahip değiller.