http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9874
Bir ülke insan emeği ile yücelmek ve insanlığa örnek olmak istiyorsa “özgürlük”e yatırım yapmalı. Özgürleşmek için dış borca da, vergi gelirlerini artırmaya da gerek yoktur.
En gelişmiş ekonominin de, bilimin, sanatın ve adaletin de ön koşulu özgürlüğe verilen değer, özgürleşmeye yapılan yatırımdır.
Doğal kaynaklara dayalı zenginleşme, başlangıçta avantaj olabilir. Gelirin önemli kısmı doğal kaynaklara dayalı ekonomilerde çalışmadan yaşamak, insanı önce tembelleştirir ve verimsizleştirir sonra da bol para harcamanın verdiği rahatlık kısa sürede yozlaşmaya yol açar. Ortalık her işe “inşallah”, “maşallah” diyenlerden geçilmez olur ama kimse ne ciddi bir iş yapar ne de sözünde durur!
Aynen böyle olur!
Sömürgeleştirilen toplumlarda da buna benzer bir toplum ve ekonomi oluşur! Milyonlarca insan çok kötü koşullarda çalıştırılır, emekler ve doğal kaynaklar sömürülerek küçücük bir mutluluk adacığı yaratılmaya çalışılır. Ardı arkası kesilmeyen isyanlar, katliamlar, ihtilaller birbirini kovalar.
Bunun sonucu da tam bir insanlık faciasıdır.
***
Batılı bazı devletler; zenginleşmenin her türlüsünü denediler. Sonunda sürdürülebilir zenginleşmenin ancak “özgür” bir toplum yaratmakla mümkün olabileceği sonucuna vardılar.
Fakat bir konuda rahat değillerdi.
Ezdikleri, sömürdükleri ülkelerin doğal kaynakları ve insan emeği, bir gün hesaplaşmanın konusu olabilir, dediler ve ikinci bir önlem daha aldılar:
Kendi ülkelerinde insanları alabildiğine özgürleştirip herkese eğitim ve iş imkânı sağlarken, sömürgelerde de tam tersini yaptılar:
Alabildiğine istikrarsızlaştırdılar ve baskıcı rejimleri ve liderleri desteklediler.
Böylece baskıdan bunalan yetenekli insanlar Batı üniversitelerine ve şirketlerine sığınmayı kurtuluş saydılar.
***
Özgürlüğün ne kadar önemli olduğu bilinse de, bu Batı’nın dışında kalan toplumlarda tam tersi sonuçlar verdi; baskılar, yükselen değer oldu!
Her baskı; vatan, millet ve din düşmanlarından kurtulmak için yapıldı. Emek hor görüldü. İktidarla ilişkileri sıkılaştırmak ise zenginleşmenin en garanti yolu oldu!
Emeğinin hakkını kovalayanlar, özgürlük arayanlar ve sadece Allah’a kul olmak isteyenler… yabancıların uşağı oldular!
Bu koşullarda yaşamaya mahkûm edilenler, sonunda ölümüne Batı’ya göçü hayatlarının en büyük ideali edindiler.
Batılı devletler gördüler ki, en iyi siyaset bu!
Vatandaşlarının eğitim düzeyi mi düştü, yaratıcı faaliyetlerde bir azalma mı var; önemli değil! Nasıl olsa dünyadan istendiği kadar beyin göçü alınabiliyor!
***
Batılı devletler ile batı dışı devletlerde yaratıcı beyinlerin başına gelenlere bakılarak dünyanın nereye gittiğini anlamak çok kolay:
Diyelim ki, biri önemli iddialar taşıyan bir kitap yazdı! Yazan kişi de sıradan biri olsun. Herhangi bir Prof luğu falan da yok, diyelim! Bu adam kısa zamanda yazdığına da, doğduğuna da pişman edilebilir. Yazılanların ideolojik bir içeriği olmasa da sonuç değişmez! Kıskançlık, yalan, iftira, hırsızlık… insanların iliklerine kadar işlemişse, bu adam kısa süre sonra sokağa çıkamaz hale getirilir.
Benzer bir vatandaş, örneğin bir İngiliz, gün boyu bir PUB’da bira içiyor olsun. Kendi halinde ve derin düşünceler içerisinde. Akademia ile bir ilgisi de yok. Bu vatandaş da bir kitap yazıyor. Hem de Platon hakkında! Kimse çıkıp da “Bu kitap senin neyine, bre alkolden beyni süngere dönmüş adam!” demiyor. Kitabı basılıyor, önemli de bir telif alıyor. Basında tartışma yaratıyor. Duyan kalmıyor. Sonunda takdir görüyor, ne ise o ödülleri de alıyor.
Birinin kitabındaki buluşlar çalınıyor! Bi güzel kullanılıyor, bayağı da çıkar sağlanıyor. Ama yazar itilip kakılıyor! Sonunda toplum düşmanı ilan ediliyor!
Diğerinde ise kimliğine bakılmadan eseri takdir görüyor!
Birinde yazar, eserine mahkeme ile de sahip çıkamazken diğerinde her takdir Pub’a, yazarın ayağına geliyor!
Bu iki toplumu ayırt etmenin ölçütü, “yaratıcı” görüşlere karşı sergilenen tutumdur!
Ne aldığı maaş, ne sahip olduğu makam, ne de malikane… Bunlar ülkelerin değerini ölçmez. Bir tek değer vardır, o da yaratıcı eserler ve bu eserlerin gördüğü muameledir.
***
Artık Batılı devletlerin dünyaya nizamât vermeleri için ateşli silahlar kullanmalarına gerek kalmadı!
Hakikaten endişelenecek bir durum yok!
Borç verdikleri yönetimler, aldıkları borçları kısa süre sonra Batı’daki gizli hesaplara yatırıyorlarsa, bunu da vatandaşlarından gizliyorlarsa, bence Batılılar rahat uyumalı!
Batı dışı toplumların asker kullanmadan hem kolay sömürülür, hem de kolayından disipline edilir hale gelmeleri, Batı’nın kendisine olan güvenini artırmalıdır.
Bu konuda bana inanın!
Sizi temin ederim ki, durum anlattığım gibi!
Kahvelerini içip uydulardan tekbir sesleriyle kimler kimleri öldürüyor, bunu da keyifle izleme olanağına sahipler!
Aslında destekledikleri baskıcı rejimler ve soygun ekonomilerinin halkı ne hale getirdiğini çok da iyi biliyorlar. Üç-beş uzman ile istedikleri ülkeyi teröre ve kaosa da boğabiliyorlar!
***
Özgürlüğün ne demek olduğunu bilmeyenlerin kaybedecek bir şeyleri olmadığına ve her masal içinde bir kahramanlık ve umut barındırdığına göre, öfkeli insanların sağ yumruklarını mı yoksa sol yumruklarını mı sıktıkları çok mu önemli?!
İsteyen şahadet parmağı ile de öfke kusabilir!
Birinin sloganının “Tek yol …”, diğerininkinin “Tekbir!” olması, Batılıların keyfini kaçırmayacağı gibi Alem-i İslâm’ı da yaşamakta olduğumuz acılardan kurtaramayacak!
Bu kesin!
Her geçen gün daha da baskı altına giren İslâm ülkelerinde gözle görülür bir terör tırmanışı var.
Tam zamanı deyip;
“Beyler, sorunların ana nedeni baskıdır; biraz özgürlük verin yeterli!” de diyemiyoruz.
“Daha çok baskı” deyip yönetimlere gaz da veremiyoruz.
Birine cesaretimiz yetmiyor, ikincisine de vicdanımız el vermiyor!