http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/10389
Kim daha akıllı?!
Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanlar arasında çok farklı konularda ilginç tartışmalar yapıldı.
Bir yandan yaşam pratiklerine ilişkin konularda, diğer yandan da yönteme ve teorilere ilişkin tartışmalar yapıldı.
Erken dönemde çok sayıda kitabın yazılması, mezhep imamlarının yüzlerce yöntem ve görüş açıklaması… hepsinin “Bana göre Allah bu konuda şöyle buyuruyor…” demesi, günümüz Müslümanlarının akıl erdiremeyeceği kadar hareketli ve canlıydı.
Bilim insanları, yıllarca kent kent gezerek bir şeyler öğrenir, dinler ve tartışırdı.
O zamanlar bilim böyle yapılırdı.
Her cümlede Allah’ın adı geçerdi. Durum böyle iken de tartışma şu sorular etrafında yapılabilirdi:
Allah neleri bilir?
Filozof neleri, nasıl bilir?
Peygamber neleri bilebilir?
Herhangi bir kişi neleri bilebilir?
Bu sorulara felsefeciler ve Mutezile kelamcıları “Allah sadece tümelleri yani genel kuralları bilir; tikelleri yani ayrıntıları, parçacıkları bilmez!” dediler.
Maturidî ve Eşarî kelamcıları ise “Allah hem tümelleri hem de tikelleri, yani genel kuralları parçacıklarıyla birlikte bilir!” dediler.
Müslüman alimlerin, filozof ve kelamcıların büyük çoğunluğu bu iki görüşten birini savundu.
Filozof ve Mutezile kelamcıları, Allah sadece genel kuralları bilir derken, ayrıntıları bilmez hatta bilmek de istemez, görüşündeydiler. Ayrıca şunu da savundular:
“Allah mutlak akıldır, filozof ve kelamcı, vahye gerek duymadan kendi aklı ile Mutlak Akıl arasında ilişki kurabilir. Bu nedenle bir filozofun ve kelamcının Kur’an’a ihtiyacı yoktur. Bu kişiler bilgilerini doğrudan akıl yolu ile Allah’tan alır. Peygamber ve sıradan insanlarda bu özellik olmadığından Mutlak Akıl ile irtibat kuramazlar. Bu nedenle Peygamberin ve sıradan insanların vahye ihtiyacı vardır…”
Örneğin; Allah, yaratmanın yasalarını koymuştur ama bir canlının yaratılışında geçirdiği atomik ve moleküler süreçleri bilmez; bilmek de istemez...
***
Maturidî kelamcıları, “Allah her şeyi sınırsız ilmi ile yaratmıştır. Bu nedenle Allah varlıkları atomik ve moleküler… süreçleri, yaratılış ve varoluş yasaları ile bilir. Biz insanlar da Allah’ın neyi ve nasıl yarattığını hem akılla hem de vahiy yoluyla bilebiliriz. Bazen de sadece akılla bilebiliriz. Aklın buldukları ile vahyin öğrettikleri arasında fark yoktur. Aklın bulduğu gerçekler, vahiy kadar değerlidir…” demişlerdir.
***
Eşarî kelamcıları ise “Allah her şeyin bilgisine sahiptir. İnsan bunu ancak vahiyden öğrenebilir. Vahiyden yararlanmadan sadece akılla bulunan bilgilerin Allah katında değeri yoktur…” demişlerdir.
Bu ve benzeri konuları tartışan Müslüman bilim insanlarının görüşlerinin çoğu günümüze kadar ulaşabilmiştir; meraklısı bu görüşleri öğrenebilir.
***
Günümüzde ise felsefecilerin ve Mutezile kelamcılarının görüşlerini savunmak kâfirliktir!
Gazalî’den beri bu böyle!
Günümüzde çoğu Müslümanlarının görüşü ile eski filozof ve Mutezile kelamcılarının görüşleri karşılaştırıldığında da ortaya ilginç bir tablo çıkıyor:
Günümüz Müslümanı hem Allah her şeyi en ince ayrıntılarına kadar bilir, diyor hem de yaratılışın atomik ve moleküler süreçlerini elinin tersi ile iterek, çok değerli alimleri zındıklık, kâfirlik, sapıklık, sekülerlik, bilimcilik kompleksine kapılmış, aşağılık duygusundan kurtulamamış… kişi olmakla itham edebiliyor.
Madem Allah her şeyi en ince ayrıntıları ile biliyor da Müslümanın itikadı/imanı neden böyle reddiyeci?
Allah’ın canlıları nasıl yarattığını, en ince ayrıntıları ile açıklayan bilim insanları neden Müslümanın gözünde zındık, kâfir, sapık, seküler…?!
Çamurdan yaratmıştır diyenlerin imanı ve itikadı sağlam oluyor da, yaratılışı atomik ve moleküler süreçleriyle açıklayan, sonunda tümel bir önermeye varan kişi neden kâfir oluyor?!
Allah’ım ne günlere kaldık!
Müslüman nasıl bu hale geldi?!
Müslümanı kim bu hale getirdi?!
Hani, Allah varlıkların en küçük zerresini bile sınırsız ilmi ile bilerek yaratmıştı?
Bunun bilgisini de Kur’an’da yazmıştı?!
Merak edenler de bunu öğrenebilirdi?!
Hani, Müslüman bir gerçeği hem Kur’an’dan hem de canlının kendisinden öğrenebilirdi?!
Allah; neleri, nasıl yarattığını insanlara öğretmek istiyordu. Çünkü Allah insanlara neleri, nasıl yarattığını anlayabilecek akıl da vermişti.
Kur’an’da Allah sıklıkla “Akledin!”, “Neden akletmiyorsunuz?!”, “Akletmeyecek misiniz?!”, “Aklı olan bir ulus bunu yapmaz!”, “Akıllı kişi bunu yapmaz!”… uyarılarını sanki Müslümanlara değil de Yahudilere, Hıristiyanlara, Budistlere, Ateistlere yapmış gibi!
Müslüman çok rahat!
Müslüman o kadar rahat ki, Maturidî ve Eşarî kelamcılarına göre kâfir olmuş, onun farkında bile değil!
Tîn, turab, fehhar, selsal, hame’, meni, alak… daha nice kelimeyi “çamur” diye çevirip Allah’ın neyi ne kadar bildiğini bir güzel tefsir ediyor!
Moleküler ilimlerin bu kadar geliştiği bir çağda, Müslüman alim hala bu ilimleri öğrenmemekte inat ettiğine göre, bunun da bir açıklaması olmalı!
Mutezile kelamcılarının ve filozofların dediği gibi;
Allah’ın bilgisi bu kadar, çamur düzeyinde! Allah daha fazlasını bilemez!
Daha fazla bilgi istiyorsanız filozofa ve Mutezile kelamcılarına başvurun! Çünkü ayrıntıların bilgisini ancak onlar bilebilir!
***
Günümüz Müslümanının durumu akıl alır gibi değil!
Filozoflar ve Mutezile kelamcıları, Allah ayrıntıları atomik ve moleküler… süreçleri bilmez derken, bir yandan da akılları zorlayıp yeni yeni ilimlerin doğuşuna öncülük yaptılar.
Bu insanların akıllarına güvenleri, sınırları zorlayacak düzeydeydi. Sonunda kâfirlikle itham edildiler! Günümüz Müslümanı ise her türlü bilgi önünde hazır iken, Allah’ı atomik ve moleküler süreçleri bilemeyen cahil bir hoca durumuna düşürüp ısrarla “çamurdan yarattı” demiyor mu, ben de buna yanıyorum!
Ağızlardan düşürülmeyen Allah, bir matematikçi, fizikçi, kimyacı, biyolog… kadar akıllı bir cümle kuramıyorsa, dostum, inkâr et daha iyi!
Allah çamurdan yarattı diyeceğine bilmiyorum de.
Çok mu zor, bilmiyorum demek!