KUR’AN MATEMATİĞİ
63. Seminer – 10.06 2000
F İ Z İ K
ÖZET
Nokta yani 0 boyutlu uzay varlığı ifade eder.
Çizgi yani bir boyutlu uzay sıralanmış çokluğu ifade eder.
Yüzey yani iki boyutlu uzay sırayı atlamayı sağlayabilen çokluğu ifade eder.
Hacim yani üç boyutlu uzay birbirini kesmeden halkalanmayı ifade eder.
Böylece varlıklar arasında birbirine zarar vermeden ilişki kurmalarını sağlar.
Dört boyutlu uzay üç boyutlu uzayda hareketi sağlar.
Beş boyutlu uzay üç boyutlu uzay içinde alternatif harekete imkan verir ve dördüncü boyutu değişik şekilde oluşturma imkanını sağlar.
Dünya düz görünür, oysa diğer gök cisimleri gibi küre biçimindedir. Gök dönüyor sanılır, oysa basitlik ilkesi sebebiyle dünya dönüyor. Dünyanın çevresini Hareketli Hava, Hareketsiz Hava, Işık ve Ay tabakaları sarar. Ay dünyanın etrafında döner. Buralarda bırakılan taş yere düşer. Dünyanın kendisi diğer gezegenler gibi güneşin çevresinde döner. Güneş diğer yıldızlar gibi yıldız yığınlarının merkezi etrafında döner. Bunlarda mekan genişlemez. Yıldız yığınları uzayda serpilmişlerdir. Yaklaşık iki milyon ışık yılı uzaklıktadır. Oysa en yakın yıldız 4 ışık yılı mesafededir. Güneşten ışık 8 dakikada bize ulaşır. Aydan ışık bir saniye civarında gelir. Yıldız yığınları birbirinden uzaklıkları ile orantılı olarak uzaklaşmaktadır
Bir adadan eşit hızla uzaklaşan gemilerden her biri diğerlerinden de uzaklaşır. Bu uzaklaşma hızı uzaklıkları ile orantılıdır. Çünkü gemilerin dizildikleri çember büyümektedir. Bunun gibi yıldız yığınları da bir çemberden uzaklaşan gemiler gibi üç boyutlu uzayın küresinden dördüncü boyutta uzaklaşmaktadır Bu kainatın büyüdüğünü göstermektedir. Bu hız ışık hızıdır. Işık hızı dört boyutlu uzay içinde kendi v hızı ile dalgasının u hızını oluşturmaktadır. U dalga hızı, V kendi hızı ise, çarpımları sabit kalacaktır. O da ışık hızının karesidir. u*v=c*c Kainatta sonsuz veya sıfır yoktur. Azami ve asgari sınırları vardır. Kendi hızı için azami ışık hızı dalgasının asgari hızı yine ışık hızıdır. Işık hızı azami hız olunca hipotenüsün üzerindeki hız ile kenardaki hız aynı olacaktır. Daha uzun yolu aynı hızla ancak zamanın uzaması ile alabilir. tb = tv/(1-(v/c)^2) Hareket eden cisimde zaman duran cisme göre daha yavaş geçer. Hareket eden cismin boyu da duran cisme göre kısalır. Onu daha kısa görür. lg = lv*(1-(v/c)^2)
Buraya kadar eşit şekilde dağılım yapan ve büyüyen bir varlık çiftinden bahsettik. Mekanın değişik yerlerinde var olup bazı yerlerinde olmayan ama miktarları artıp eksilmeyen sabit kalan çiftten bahsedeceğiz.
MADDE: Beş boyutlu uzayda bir takım iplikçikler parçacıkları oluşmaktadır. Üç boyutlu uzayımızı bu iplikçikler kesmekte ve kaymaktadır. Böylece dördüncü boyut çizilmektedir. Bu anlamda beş boyutlu uzay “kader”, geçtiğimiz dört boyutlu uzay ise “kaza”yı oluşturmaktadır. İplikçiklerin sayısı kainattaki toplam maddemizi oluşturmaktadır. M=mo*n
Kainatta mevcut parçacık sayısı sayılıdır. Artıp eksilmez. Yani bizim kainatımızda sayılı sandalye vardır. O her zaman doludur. Ancak oturanlar değişmektedir. Beş boyutlu uzaya iplikçikleri vermekte veya almaktadır. Ama sayıları değişmemektedir.
HIZ: Bir parçacığın hızı o parçacığın dört boyutlu uzay içinde üç boyuta göre eğimini gösterir. Bir iplikçik dört boyutlu uzayda değişik şekle tabi olduğu için biz zaman boyutunda ilerlerken parçacık da değişik hız olarak ortaya çıkmaktadır. Beş boyut içinde iplikçikler yan yana paralel olarak dizilmişlerdir. Farklı şekilleri vardır. Biz onlardan istediğimizi tercih ederek irademizi kullanırız.
HAREKET MİKTARI: Parçacıkların hızlarıyla çarpım toplamı hareket miktarını verir. P= {p= {mo*v Bunun anlamı şudur ki parçacıklar değişik hızlara sahiptirler. Parçacıklar hızlarını birbirine aktarabilirler. Buna çarpışma diyoruz. Ancak toplam hareket aynı kalır.
m1*v1+m2*v2=m1*u1+m2*u2 İki parçacık grubu çarpıştıklarında değişik hızlarla ayrılır, biri diğerini hızlandırır, o biri ise yavaşlar. Hareket miktarı aynı kalır.
ENERJİ: Parçacığın çarpışmadan sonraki hızları bilinmiyor. Bunlar iki tanedir. Öyleyse bizim bir denkleme daha ihtiyacımız vardır. Yoksa düzenli yani kanunlara tabi bir kainatı kuramayız. Bunu da bir parçacığın artan hızı ile belirleyebiliriz. Basitlik ilkesi bunu gerektirir.
E= {p*dv=m*v*dv= ½ m*v^2 Buna “kudret” veya “enerji” diyoruz. Kudret denmesinin sebebi, bunun da artıp eksilmemesidir. Plastik cisimlerde görünürde hareket miktarı azalmış olur. Oysa kudret her zaman aynı olur, değişmez.
KUVVET: Şimdi enerjinin mekana göre türevini alırsak, bunun uzay içinde nasıl dağıldığını buluruz. Bir yere enerjinin etkisini görürüz. dE/dt= dE/dx dx/dt= m*v dv/dt dx/dt=v olduğundan F=dE/dx=m*dv/dt Bunun anlamı, enerjinin yere göre türevi “kuvvet” denen bir varlığı tanımlar. Bunun anlamı bir cisim kendisine tatbik edilen kuvvete göre hızını artırır. (Nevton’un Atalet Yasası)
DARBE: F*dt=m*dv Hızın değişme zamanı ne kadar az ise uygulanan kuvvet de o kadar çoktur. Çekicin çivi çakması buradan kaynaklanır. Cisimler bu sayede parçalanır.
İŞ: F*dl=dE Enerji, bir kuvvetin aldığı yol ile çarpımıdır. Buna da “iş” demekteyiz. Eğik yüzeyde daha küçük kuvvetle aynı işi yapmış oluruz. Yahut makaralar bize daha az kuvvetle iş yaptırır. Uzun kola daha az kuvvet uygulayarak daha büyük kuvvet ile hareket ettiririz.
Görülüyor ki, bir çok uygulamayı kuvvetin tanımından oluşturduğumuz formüle göre yapmaktayız.
MERKEZKAÇ KUVVET: Bir cismin yerinde kalarak hızını koruyabilmesi için bir daire etrafında dönmesi gerekmektedir. Hız açısal hızın yarı çapla çarpımına eşit olmalıdır. v=w*r Bunu enerji formülüne uygularsak E=1/2 m*(w*r)^2 bulunur. Bunu yarı çapa göre türev alırsak F=m*w^2*r bulunur. Yani dönen bir cismi dışarıya çeken bir kuvvet vardır. Bunu elinize bir zincir alıp sallarsanız hemen görürsünüz. Bıraktığınızda fırlar.
ÇEKİM KUVVETİ: Dönen bir cismin fırlamaması için onu merkeze çeken bir kuvvetin de olması gerekir. Bunu hesaplamaya çalışalım. Böyle bir cismin dengede olması demek, iki kudretin sabit olması, dışarıdan enerji almaması demektir. E= Ed+Ei= 1/2 m *(w*r)^2+ k*m*r^n=Sabit
r ye göre türev alırsak dengede olduğu için sıfır olacaktır. w^2*r+n*k*r^(n-1)=0 olacaktır. Burada k her hangi kat sayıdır. n de kareye benzer bir üs sayıdır. Kainatta misliyat kanunu vardır. Bir şey benzeri ile izale edilir. O sebeple r kareyi benzer bir üs ile dengeliyoruz. Açısal hız ve yarı çap müsbet olduğuna göre k da katsayı olarak müsbettir. 0 a eşitlenmesi için n nin menfi olması gerekir. Basitlik ilkesinden dolayı –1 olmalıdır. E= 1/2 m *(w*r)^2+ k*m/r=Sabit
Türev alırsak w^2*r-1*k/r^2=0 w^2/r^3= k bulunur.Bir merkez etrafında dönen cisimlerin dönüş zamanlarının kareleri uzaklıklarının küplerine bölünürse sabit bir sayı elde edilir.
İslâm astronomları (Uluğ Bey) gezegenlerin periyotları ile uzaklıkları arasındanki ölçmeleri listelemiştir. Batı bunları ülkelerine geçirmiştir, Kopernik, Kepler ve Newton bu ölçmelere dayanarak yukarıdaki bağlantıyı bulmuşlardır. Newton gezegenlere ait kuralı genişletmiş ve bütün cisimlere uygulamıştır. Yirminci yüzyıla kadar tartışmasız üstat olmuştur. Zaman ve mekanın hızla uzayıp kısaldığını bilmediği için mikroda bu kanunların geçersiz olduğunu söyleyememiştir. Bunu Einstein söylemiştir.
Matematik zihnimizde oluşan kainattır. Geometri ve mekanik görülebiliyor, yaşanabiliyor. Ancak ölçmemiz mümkün olmuyor. Fiziğin tatlı yanı, artık matematik formüllerin bize öğrettiklerini ölçebiliyor ve yaşayabiliyoruz. Ürettiğimiz matematiğin kainatın bir haritası olduğunu fizik sayesinde biliyoruz. Çünkü artık haritada gösterilenleri yerlerinde görebiliyoruz.
Bugün “teknoloji” dediğimiz gelişmeler hep matematik ile yapılan hesapların dışarıda gerçekleşmesinden ibarettir. Böylece beynimizi var eden ile kainatımızı var eden varlığın aynı varlık olduğunu artık gözlerimizle görür hâle geliriz. Tarihi maddecilik, kainatın matematikle ifade edilebilir olması sebebiyle doğrudur. Ancak bunun kendiliğinden zorunlu olduğu yanlıştır.
Doğrusu,
Allah kainatı biz anlayalım diye matematiğe uygun olarak var etti.
و ان من شيئ الا عندنا خزائنه و ما ننزله الا بقدر معلوم
HİCR SÛRESİ (15) – 21. ÂYET
HİCR, Mekke’de nâzil olan sûrelerdendir. Kur’an’ın indirilişi ile başlamakta, daha önceki kitap ve resullerden bahsetmektedir Göklerin ve yerin yaratılışına geçtikten ve insanın rızıklanmasını anlattıktan sonra “Vav” harfi ile atıf yaparak bu âyete başlamaktadır.
“Her şeyin hazineleri bizde vardır. Ondan belli bir miktarını indiririz.” diyor.
و Va Atıf harfi olarak geldiği gibi hal harfi olarak da gelir. Yukarıda anlatılanların belli bir miktar içinde oluştuğunu bildirme şeklinde düşünürsek atıf harfidir. Yukarıda anlatılanların ancak belli miktar ve kurallar halinde gerçekleşmekte olduğunu düşünürsek hal harfidir. Her iki anlam da doğrudur. Allah kainatı belli kurallarla yaratmıştır. O belli kurallar sayesindedir ki biz rızıklanmaktayız. Yoksa şeker bazan gıda bazan zehir olsaydı bizim rızıklanmamız mümkün olmazdı. Allah kainatı tabii kanunlar içinde var etti ki biz ondan yararlanalım. İlim de bu tabii kanunları bilip ondan yararlanabilmeden ibarettir. Tabiat kanunlarının varlığı kainatın tek var edici tarafından var edildiğini ispatlar ve değişik çözümlerin varlığı da o tek yaratıcının irade sahibi bir varlık olduğunu kanıtlar. Yoksa tabiatın kendi kendine var olduğunu asla göstermez. Zorunlu olmayan bir matematikle ifade edilmesi onun yaratığı olan bizlerin beyinleri farklı olduğu halde aynı şeyleri düşünmemiz hep o tek tanrıyı kanıtlar.
انİn nefy edatıdır. “İlla”dan önce gelen “İn” nefy edatıdır. “Mâ min şey’in” dersek, “geçmişte hiçbir şey yoktu ki hazineleri bizde olmasın”; “Lâ min şey’in” dersek, “gelecekte hiçbir şey olmayacaktır ki hazineleri bizde olmasın” demek olur. “İn min şey’in” dersek, “geçmiş ve gelecekte hiçbir şey olmamıştır ve olmayacaktır ki hazineleri bizde olmasın” demek olur. Şart edatı olan “İn” maziyi muzaria çevirir. Yani “eğer bir şey varsa muhakkak onun hazineleri de bizde vardır” denmiş olur. Böylece yeniden bir şey var olmaz, yok olmaz ilkesi de zorunlu ilke değildir. Sadece Allah öyle istediği için o öyledir. Yoksa yeryüzünde altın azsa onun az olması gerektiği için azdır. Yoksa beşinci boyutta düşünebildiğin kadar çok altın vardır. Bundan önceki âyetlerde de her şeyin ölçülü olduğunu bildirmişti. Ayakkabınız küçükse ayağınızı sıkar, rahatsız eder. Büyükse, topuğunuza sürtünür ve yaralar. Her şey ölçü içinde olmalıdır.
منMin cinsin beyanı içindir. “Miftahun min hadidin” dersen, demirden yapılmış anahtar anlaşılır. Nefyden sonra gelirse genelleştirmek için olur. “Mâ min ehadin illa lehu hisabun” dersek, hesaba çekilmeyecek kimse yoktur demek olur. Burada da, “Varolan veya düşünülen her şeyin hazineleri Allah’ın yanındadır. Hazinesi olmayan, ambarı bulunmayan hiçbir şey yoktur” anlamındadır. Onun için “Min” getirilmiştir.
شيئ Şey dilenen, olması istenen demektir. Aklımıza ne gelirse o “şey”dir. Allah’ın dışındakilerin hepsi “şey”dir. Mümkün olanlar “şey”dir. Beşinci boyutta varolanlar “şey”dir. Bizde olanlar da varolan “şeyler”dir. Bizde olmayanlar yok olan şeylerdir. Kur’an’da “adem” sözü yoktur. Çünkü yokluk yoktur. Sadece gözümüzden kaybolma vardır. Zaman aydınlığından kaybolmadır. Bunların bir kısmı geçmişte görülmüştür. Bir kısmı gelecekte görülecektir. Bir kısmı da ne görülmüş ne de görülecektir. Bizim uzayımıza aykırı uzaylar içindedir.
الا İlla istisna edatıdır. Müsbet bir cümleden sonra gelirse sadece istisna edenden hükmü kaldırır. Menfi bir ifadeden sonra gelirse istiğrakı ifade eder. “Mâ raeytü illa racülen” deseniz, “ben bir adamdan başkasını yani fazlasın veya adamdan başkasını yani kadını veya görmedim” olur. Burada da. “hazinesi Allah’ın yanında olmayan hiçbir şey yoktur” anlamında kullanılmış, her şeyin hazinesinin varolduğu ifade edilmiştir.
عندنا İndena; indimizde, nezdimizde, yanımızda anlamındadır. Kendisinde anlamına da gelir. Mecazi olarak sonra mülkiyetimizde de kullanılmağa başlanmıştır. Bizdedir, demek olur. Bizim tasarrufumuzda, mülkiyetimizde anlaşılır. Buradan şu anlaşılıyor ki Allah her gün yeni şeyler var etmiyor. Var olan şeyleri bize getiriyor. Ambarından çıkarıyor. Bu ifade ancak beş boyutlu uzay anlayışı içinde kavranabilir. Allah her şeyi beş boyutlu uzay içinde var etmiştir. Üç boyutlu uzayımıza gerekenleri getirmektedir. Gerekenleri de alıp götürmektedir. Bu sebepledir ki “indimizde” diyor. Kendisine “Na” ile izafe etmektedir. Çünkü bunlar sebep sonuç ilişkileri içinde vardır. Esbab ile birlikte vardır. Allah için zaman söz konusu değildir. Çünkü beş boyutlu uzay için zaman söz konusu değildir. Bu sebepledir ki orada sonradan var olma söz konusu olamaz. Çünkü zaman için bir üst boyuta ihtiyaç vardır. O zaman altıncı boyut gerekirdi. Sonra da yedinci gerekirdi. Bu sonu gelmeyen teselsül olurdu. Tanrının bir halikı olsaydı, onun da bir halikı olması gerekirdi. Eski Yunanistan’dan beri bilinen bir fasit teselsüle düşülürdü Kıdem sözü buradan çıkmıştır. Kur’an’da ise bu “Evvel O’dur, âhir O’dur, zâhir O’dur, bâtın O’dur” cümlesi ile tam olarak ifade etmiştir.
خزائنه Hazineleri vardır. Yani her şeyin hazineleri vardır. Sonundaki zamir “Şey”e râcidir. “Hazin” bodrum demektir, ambar demektir. “Hazain” onun çoğuludur. Her şeyin, düşünebildiğimiz her şeyin hazinesi değil, hazineleri vardır. Yani alternatifli hazineler vardır. Beş boyutlu uzay içinde değişik biçimler ile depolanmışlardır. Gerektiğinde gerekenler zaman âlemine getirilirler ve dördüncü boyuta girerler. Orada işaretlenir ve tarihlenirler. Yani bu depo malının ne zaman kullanıldığı da belli olur. Demek ki âyetin bu kısmı bize dört ve beş boyutlu uzayı tanımlamaktadır. Bunların bizim için pek çok olduğu ifade edilmektedir. Yani zaman ve mekan her zaman büyüyebilmektedir.
و Buradaki “Va” harfi de atıf harfi olabilir. “Bizde her şeyin hazineleri vardır. Ve biz ondan sadece belli miktarı ortaya çıkarıyoruz” anlamında olabilir. “Belli miktardan fazlasını çıkarmadığımız halde bizde her şeyin hazineleri vardır” anlamı da çıkar. Her ikisi de doğrudur. Hazinelerin olması ile onun ortaya çıkan kısmı arasında ilişki vardır ama aynı anlamda değildir. Onun için “Va” harfi kullanılmıştır.
ماMâ nefy edatıdır. Geçmiş için kullanılır. Muzarinin üzerine gelirse “şimdi” anlamına gelir. Türkçedeki “yor” takısına muadil mânayı menfide verir. Biz onu ancak belli miktarda tenzil ediyoruz, tenzil etmedeyiz demiş olur. Bununla hilkati de anlatmış oluyor. Yaratma demek, depodaki malları piyasaya çıkarmadan ibarettir. Bu çıkarma da her an devam ediyor. Onun için “Mâ nunezzilu sıgası kullanılmıştır. “İlla”dan önce gelmekle istiğrakı ifade eder. Yani belli miktardan fazlasını indirmiyoruz. Hazinemizden israf yapmıyoruz. Bizim ilk matematiğe başlarken “kainatta israf yoktur” ilkesinin burada bir izahını görüyoruz.
ننزلهNunezziluhu konduruyoruz demektir. Nezlet konak demektir. Yolcular seyahat ederken geceleyin kaldıkları yere “nezlet”, iki konak arasına “menzil” denir. Ambarda depodaki malları alıp gerekli yerler koymakla tenzil olmuş oluyor. Her şey yerli yerine yerleşiyor. Buradaki “Hu” da şeye gidiyor. Her şey ayrı ayrı hazineden alınıyor. Gerekli yerlere konuyor. Beş boyutlu uzaydaki varlık çubukları üç boyutun zaman ışığı içine sokuluyor.Tenzil kalıbı teksir için kullanılır. Allah bu tenzili bir anda yapmıyor. Zaman içinde peyderpey yapıyor. Bunun için tenzil babından fiil kullanılmıştır.
الاİllâ menfiden sonra gelirse genelleştirmeyi gösterir. Yani daha fazlasını kondurmayız demek olur. Menfiden sonra gelen “İllâ”lar müsbeti de içerir mi içermez mi hususunda Şafiiler ile Hanefiler arasında ihtilaf vardır. Hanefiler “Tevhid” kelimesi lugat olarak çok ilahı nefy eder. “Allah”ı isbat etmez. Meskütün anh bırakır. Ancak Allah vacibul vücut olduğu için isbatı lugat olarak içerir. Şafiiler buna dayanarak menfiden sonra gelen istisna isbatı içerir. Burada da Malum miktarından fazlasını inzal etmez, malum miktarı tenzil eder anlamı verilebilir. Çünkü malum kadarı deyince bunlarda meskütün anh olamaz.
بقدر”Bi” harfi cerdir. Sebebin başına gelir. Araç anlamı vardır. Bir odada belli sandalye vardır. Orası her zaman dolu tutuluyor. Kaç sandalye boşalacaksa o kadar adam gönderiliyor. Yani odanın içinde her zaman aynı sayıda adam vardır. Ne ayakta birsi vardır, ne de boş sandalye vardır. Allah bizim üç boyutlu uzayımızı var ettiğinde içine her zerre için bir boşluk koydu, o hep doludur. Bazan biri geliyor, bazan diğeri ama zerrenin sayısı değişmiyor. İşte buradaki “Bi” bize bunu anlatıyor. Yani boş miktarı dolduracak dara gönderiyoruz diyor. Kaderkazandan gelen kelimedir. Kıdr kazan demektir. Yemek pişirilirken belli miktarda malzemeler hazırlanır. Bunların ölçüleri bellidir. Kazana konur ve kaynatılır. Ambardaki bütün malzeme kullanılmaz. Gereği kadar malzeme ayrılır. İşte bizim üç boyutlu uzayımıza da belli miktarda malzemeye ihtiyaç vardır. O kadar miktar tesbit edilip gönderilmektedir. Maddeler arasında değişiklik zerreler arasındaki değişiklik değildir. Maddeler zerrelerden oluşur. Yani zerre iplikçiklerinden oluşur. Maddeler arasında değişme bu miktarların korunmasıyla gerçekleşir.
معلوم Ma’lum bilinmiş, belli demektir. Burada hem ma’lum denmekte hem de nekire olarak kullanılmaktadır. İplikçikler olarak düşünürsek sayıları artıp eksilmiyor. İplikçilerin eğimler toplamı olarak düşünürsek miktarları artıp eksilmiyor. Yani madde ve enerji miktarları değişmiyor. Bu bakımdan malumdur. Ancak demir bakır olabiliyor, su buz olabiliyor. Bunların miktarları ise belli olmakla beraber değişebiliyor. Onun için bu kelime nekire getirilmiştir.
Âyetin birinci kısmı zaman ve mekanı, ikinci kısmı madde ve enerjiyi tanımlıyor.
Zaman ve mekan değişebiliyor, artabiliyor.
Oysa madde ve enerji ise toplam olarak sabit kalıyor.
Onun içindir ki enerjinin Kur’an’daki adı “kudret”tir.
“Kadir” demek her şeyi ölçülendiren demektir.
Bir şeyi ölçülü yapmak yapmamaktan daha zordur.
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL SÜLEYMAN KARAGÜLLE