YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
2345 Okunma
YUSUF 91-98

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 28

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قَالُوا تَاللَّهِ لَقَدْ آثَرَكَ اللَّهُ عَلَيْنَا وَإِنْ كُنَّا لَخَاطِئِينَ (91) قَالَ لاَ تَثْرِيبَ عَلَيْكُمْ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللَّهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (92) اذْهَبُوا بِقَمِيصِي هَذَا فَأَلْقُوهُ عَلَى وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ (93) وَلَمَّا فَصَلَتْ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ لَوْلَا أَنْ تُفَنِّدُونِي (94) قَالُوا تَاللَّهِ إِنَّكَ لَفِي ضَلَالِكَ الْقَدِيمِ (95) فَلَمَّا أَنْ جَاءَ الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنْ اللَّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ (96) قَالُوا يَاأَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ (97) قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (98)

 

قَالُوا

(QAvLUv)

“Dediler.”

Hazreti Yusuf aleyhisselâm onlara “Ben Yusuf’um ve bu da benim kardeşimdir” deyince onlar fazlaca şaşırmamışlardır. Çünkü babalarının verdiği bilgiler ve kardeşlerinin yanında rahat olmalarından bunu sezmişler ve hattâ “Sen Yusuf’sun” demişlerdir.

Bazı fikirler vardır ki insanların beynine birden bire gelir. Biri söyler, diğerleri tasdik ederler. Burada da benzer olay olmuş, biri “Sen Yusuf’sun” deyince, diğerleri “Evet evet, sen Yusuf’sun” demişlerdir. Sonra sözü hepsinin en kıdemlisi ele alır, söyleyeceklerini söyler.

Biz birer oyuncu gibiyiz, olaylar cereyan ettikçe söylenecek sözleri söyleriz. Bizim yerimizde başka birisi olsa da bizim söylediklerimizi söylerdi.

Meclis’e bakınız; iktidardakiler iktidarda iken başka, muhalefette iken başka şeyler söylerler. Aynı kişi değişik durumda tam tersini söyler. Çünkü sözleri o söylemiyor, o durumdaki geliş ona onu söyletiyor.

Burada söylenenler de öyledir.

Şimdi kardeşleri ne diyeceklerdir?

Geçmişte yapılanlar bellidir. Hazreti Yusuf’un gücü de bellidir. Kardeşlerinden ne bekleyebilirler; intikam almayı mı, geçmişin acılarını çıkarmayı mı?

Söyleyecekleri tek şey vardır; bu da itiraf edip pişmanlıklarını belirtmekten ibarettir.

Nitekim öyle yapmışlardır.

تَاللَّهِ

(Ta elLAHi)

“Allah’a yemin olsun.”

Ve geçmişin tasdiki de geleceğin teyidi içindir. Olan olmuştur. Bundan sonra biz sana karşı direnmeyeceğiz demektir. Buradaki yemin sadakat yeminidir, teslim olma yeminidir.

Hayat işte böyle mücadele ile başlar. Bir kalabalıkta herkes eşittir, başıboştur. Herhangi bir birlik görülmez. Ara ara ikili mücadeleler başlar. Sonunda biri diğerine hakim olur. Ondan sonra o güçlenmiş olur. Sonra diğerleriyle mücadele olur. Sonunda teslimler artar. Bir başın çevresinde toplanırlar. İşte o zaman güç olmaya başlarlar.

Bir aşiret oluşurken iki hastalıkla karşı karşıya kalınır. Ya başkana herkes o kadar teslim olur ki kişiliklerini kaybederler ve bir topluluk olmaktan çıkarak kişi olurlar, ya da başkanı dinlemezler ve topluluk oluşmaz. Gerçek aşiretin oluşması için toplulukta kişiler hem bağımsız olmalıdırlar hem de birlikte hareket edebilmelidirler. Bunun için kabul edilen husus şudur. İşbölümü yapılmalıdır, herkes bir işi yüklenmelidir. O işte yetkili o kişi olmalıdır. Sorumlu da o olmalıdır. Herkes o işte ona itaat etmelidir. Başka işte sorumlu başkası olacaktır. O işte de herkes ona itaat etmelidir. İşler arası yetki nizaları olursa bu hususta da başkan hakem olmalıdır.

İşte bu basit kural kabul edildiği takdirde kişiler kişiliklerini kaybetmezler, birlik de bozulmaz.

لَقَدْ آثَرَكَ اللَّهُ عَلَيْنَا

(LaQaD EAvÇaRaKa elLAHu GaLaYNAv)

“Allah seni bize âser etti.”

“Allah seni bize etkili yaptı.”

Artık biz seni dinleyeceğiz diyorlar.

Takdir-i İlâhi anlaşıldı diyorlar.

Bir iş kurulurken paranız olur, yahut gücünüz olur, kişiler size itaat eder, işi kurarsınız, geçici olarak başarırsınız. Ama devamlı gelişecek iş kurmak istiyorsanız acele etmeyeceksiniz. Başlangıçta çatışmalar olacaktır. Kişiler birbirlerine sabrı tavsiye edecekler, hakkı tavsiye edecekler. Birbirleriyle itişip kakışacaklar. Sonunda başarılı kim olursa Allah onu seçmiş demektir. Diğerleri ona itaat edeceklerdir.

Burada temel nokta sabretmektir.

Horoz dövüşü aslında zararlı değildir. Yeter ki öldürücü olmasın, kaçırıcı olmasın.

Biz bize yapılan muhalefetten üzülmeyiz, cemaati terk etmelerinden üzülürüz.

Özket’lerin gitmesi bizi üzmektedir; ailece dönme günlerini bekliyoruz...

Yasin Kılar’ı da daha sık Yenibosna’da  görmek istiyoruz...

Hayırda yarış vardır.

Akevler’deki dolap imalatında Serdar, Mehmet Hikmet ve Muhammed Zübeyr ciddi bir gayret içindedirler. Aynı zamanda yarış içindedirler. Bu kıskançlık yarışı değildir, bu kabiliyet yarışıdır. Böylece kimin daha iyi iş yapacağı ortaya çıkacak ve ona göre işbölümü yapılacaktır. İşleri aksatmadan bu yarışı götürmek gerekir.

“Adil Düzen Dergisi”nde de benzer yarış vardır. Çekilmeler, ilgilenmemeler veya kaçmalar çoğalmış gibi görünüyor. Dergi sahifelerini yenileyecek ve onları tekrar yarışa dâvet edeceğiz inşaallah...

وَإِنْ كُنَّا لَخَاطِئِينَ (91)

(Va EiN KünNAv LaPaOıIyNa)

“Biz hata edenleriz.”

Hata” yanılma anlamında olabildiği gibi günah anlamında da olur.

“Buradaki “İn” tahkik “İn”i olabildiği gibi şart “İn”i de olabilir.

Böylece dört çeşit mânâyı içerir.

Biz hata edip direndikse de, Allah seni bizim başımıza getirdi diyorlar. Yahut biz hata ettik, günah işledik ama sen başımıza geldin diyorlar.

Hazreti Yusuf koskoca Mısır ülkesinin yetkili bakanıdır. Bir dediği iki olmuyor ama Hazreti Yusuf kendi kardeşlerinin ona biat etmesini istiyor. Hazreti Yusuf biraz da onları mecbur ediyor. Kardeşlerini hapsediyor. Böylece mecbur oluyorlar. Kardeşleri hapis olmasaydı babası onları zorlamayacak, belki de Mısır’a hicret etmeyeceklerdi. Demek ki aşiret oluştururken bazı zorlama şartları uygulamak meşrudur.

Düzen yarış düzeni olmalıdır, başaran yetkili kılınmalıdır.

Nerede yarışılacak?

İnsan başkalarına kendisini sevdirecek; sevgide yarışılacak...

Kazançta yarışılacak; kendisine ve topluluğa kazandıranlar yetkili kılınacak.

İlimde yarışılacak; bilenler bilmeyenlere etkili olacak.

Nihayet güçte yarış olacak.

Başaranların merkez olmaları doğrudur.

Bu oluşmaları ancak yaşayarak öğrenebiliriz. Mutlaka bir aşiret kurma girişiminde olmalıyız. Bu da önce günde en az bir namazı ailece birlikte kılmakla olur. Zamanla birlikte kılınan namaz vakitleri ikiye, üçe, beşe çıkacaktır. Aşiret oluştururken karşılaştığımız olaylarda Yusuf Sûresi bize hocalık yapacaktır.

***

قَالَ لاَ تَثْرِيبَ عَلَيْكُمْ الْيَوْمَ

(QAvLa LAv TaÇRiBa GaLaYKuM eLYaVMa)

“Bugün size tesrib yoktur diye kavl etti.”

Hazreti Yusuf aleyhisselâm kendisine biat edeceklerini vadeden kardeşlerine biatlerini kabul edeceğini bu sözlerle haber veriyor.

İnsanların kişiliklerini koruyarak yetkililere uyması İslâmiyet’in esasıdır, temelidir.

Kur’an’ı anlamak sanıldığı kadar kolay değildir.

Yıllarca Adil Düzen içinde siyaset yapmış biri kitap yazmış, kendine göre anlatmış. Daha ilk sahifesinde İslâmiyet’i hiç anlamadığını ortaya koyuyor. İcma nedir, içtihat nedir, tebliğ nedir, hakkı tavsiye nedir, müzakere nedir? Bunları asla anlamamış. Kendisinin mutlak doğruları bildiğini ve herkesi kurtarmak için kendisine uyulması gerektiğini iddia ediyor.

Oysa kimse başkasını kendi içtihadına davet edemez. Herkes kendi içtihadı ile amel etmekle mükelleftir. Ancak icma ile sabit olanlar üzerinde emri bi’l-ma’ruf yapılabilir.

Biat konuları da öyledir.

Ya hiç itaat edilmiyor, ya kişilere teslim olunuyor.

Oysa yetkililere itaat vardır. Emir sahiplerine itaat vardır.

Hangi konuda?

Yalnız o konuda. Fikrî muhalefet başkadır, fiilî muhalefet başkadır.

Bunlar anlaşılmadıkça Adil Düzen İşletmeleri kurulamaz.

Hazreti Yusuf peygamber geçmişi değil, geleceği işaret ediyor.

Bir işte hiçbir zaman dün yapılanlar tartışılmaz. Gelecek için iyi ne ise o yapılır. Geçmişte yapılanlar hakemler nezdinde tartışılır. Varsa bir alacak, tahsil edilir. Âhirette hesaplaşılır. Biz geleceği tartışmalıyız.

İşte Hazreti Yusuf bunu bildiriyor.

Bugün tesrib yoktur. Eski olayları tartışıp zaman kaybetmeyeceğiz.

Serb” mide ve bağırsakların çevresinde bulunan, yağlarda bulunan küçük et parçalarıdır. “Tesrib” yağda et aramak demektir. İnsanların eksikliklerini, yanlışlarını sayıp dökmek demektir. Kişiler kendilerini haklı çıkarmak için karşı tarafın yaptıklarını sayıp dökerler, yahut kendilerini savunma sadedinde yaptıklarını anlatırlar. Bu tesribdir.

“Yesrib” Medine’nin adıdır. Mekke’nin hilafına içe kapalı bir kent olduğu için Yesrib denmiştir. Mekke misafirler kabul eden, yolculara konaklık yapan dışa açık bir kenttir. Medine ise halkı tarımla geçinen dışa kapalı bir kent idi.

يَغْفِرُ اللَّهُ لَكُمْ

(YaĞFiRu elLAHu LaKuM)

“Allah size mağfiret edecektir.”

Allah’ın onları mağfiret edeceğini bildirmektedir. Geçmişte olanlar olmuştur; yeter ki bundan sonra istenilen şekilde hareket edilsin.

Bir gün  “Adil Düzen”  için de böyle on iki din kardeşi bulunacak ve bunlar Üçüncü Bin Yıl Medeniyeti’ni kuracaklardır. Duamız bunun yakında olmasıdır. Biz mehdiyi beklemiyoruz. Biz aşireti bekliyoruz. “Akevler Adil Düzen Çalışmaları” devam etmektedir. Bunlar o aşiretin oluşması için yapılan çabalardır, hazırlıklardır.

وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (92)

(Va HuVa EaRXaMu elRAXıMIyNa)

“O rahmet edenlerin erhamıdır.”

Rahmet” canlılara iş ve aş bulmaktan ibarettir. Yani insanların ihtiyaçlarını çalışmaları karşılığı ve ihsanen gidermektir. Her topluluğun işi budur. “Adil Düzen”in hedefi budur. Dünyada aş bulamayan kalmasın, dünyada iş bulamayan kalmasın.

Bu nasıl sağlanacaktır?

“Çalışana kredi” yoluyla iş bulamayan insan kalmayacaktır.

“İcrasız selem kredisi” ile aş bulamayan insan kalmayacaktır.

Allah rahmet edenlere rahmet eden olduğu için erhamdır, yani gerçek rahmet edendir. Çünkü rahmet edenleri de O var etmiştir.

İsrail oğulları bir topluluk oluşturacaklardır. Onlar insanlığa medeniyeti getirecekler, yeryüzü onların girişimi ile mamur olacak, on milyarlarca insan yaşayacak hâle gelecek. Bunun için Allah onları mağfiret edecek ve onlara merhamet edip onları merhametli kılacaktır.

***

اذْهَبُوا بِقَمِيصِي هَذَا

(EiÜHaBUv BıQaMIyÖIy HAvÜAv)

“Bu kamisimi götürün.”

Kamis” burada marifedir. Hazreti Yusuf kuyuya atılırken üzerinde kalan gömlektir. Kuyuya gömlekle indiğini belirtmiştir. Babalarına getirdikleri gömlek başka gömlek idi. Hazreti Yusuf bunu saklamıştır. Ara ara giymektedir. Babaları gömleği görünce tanıyacaktır. Gömlekte Hazreti Yusuf’un kokusu vardır. Belki de kokusu ile onu tanıyacaktır.

Tarihî belgelerin tahrip edilmemesi bunun için istenir. Harabeler içinde kim bilir ne kitaplar ne kaynaklar saklıdır. Onları arkeolojik sistemle inceleyip kalıntıları yok etmememiz gerekir. Bununla beraber bu durum tarihî kalıntıları harap edeceğiz diye onlardan yararlanmamak demek değildir. Çevresinde duvar yapılır, üstüne örtü serilir. Sonra toprak doldurulur ve meydana gelen düz alan gerek tarım, gerek alan, gerek yapı için kullanılır.

Aslında eski şeylere kutsiyet izafe etmek şirktir. Ama Allah kutsiyet için değil tezkir için bunlara izin vermiştir.

Nitekim Kâbe de böyle kadim bir hatıradır.

فَأَلْقُوهُ عَلَى وَجْهِ أَبِي

(Fa EaLQUvHUv GaLAy VaCHi EaBIy)

“Onu babamın vechine ilka ediniz.”

Onu yüzüne koyunuz” diyor. “Ona gösteriniz” demiyor. Babalarının gözleri ağarmıştır, görmez durumdadır. Yüzüne koyduktan sonra görecektir.

Hazreti Yusuf peygamber bunu nereden bilmektedir?

Kendisine vahyolunmuştur. Yahut hüzünden gözleri ağardığına göre gözlerin görmemesi biyolojik değil psikolojiktir. Tedavisi de psikolojik olacaktır.

İnsanda beş duyu organı vardır. Görme ve işitme sosyal algıları almaktadır. Koku, tat ve deri algıları ise biyolojiktir. İnsan bu duyguları da hafızasında kodlamaktadır. Adlandırmadığı için bunları ifade edemez.

Eski tanıdığınıza yıllar sonra rastlarsınız ve onu tanırsınız. Çocukluğunuzun geçtiği yerleri dolaştığınızda sizde özel duygular uyanır. Hattâ gittiğiniz yerde değişme olmuşsa rahatsız olursunuz, beklediğinizi bulamazsınız. Kendi eviniz vardır. Kulübe de olsa rahat edersiniz. Hattâ kendi evinizde bile uyumak için kendi yatağınızda yatmayı tercih edersiniz.

İnsanda mevcut olan bu kendisiyle olanla uyuşması doğduğu tarihten başlar, ömür boyu devam eder ve insanla beraber ölür.

Hazreti Yusuf eski gömleğini babasına gönderiyor. Bu gömlek yüzüne konacaktır. Hem deri algıları ile onu tanıyacak hem de kokusu ile tanıyacaktır. Ayrıca gözü sağlamdır. Gömlekten geçen ışınlar gözün görme tabakasında görüntü oluşturmayacaktır ama gelen ışınlar ulaşacaktır. Işınlar DNA gibidir, özel dalgalar taşırlar. Her insandan farklı şekilde çıkar. İnsan onları bilinç altında tanır.

Gömleğini yüzüne koyduklarında, ‘Bunu sana Yusuf gönderdi, bu onun gömleği’ diyecekler. Kana bulandırılmış gömlek yerine başka gömlek gelecektir. Aziz olan kişinin aynı zamanda Hazreti Yusuf olduğu bildirilecektir. Hazreti Yakup’ta meydana gelecek sevinç onu iyileştirecektir. Hazreti Yakup yıllar yılı Hazreti Yusuf’un gördüğü rüyanın gerçek olmasını beklemiştir ama birlikte nasıl olacağını bilememiştir.

Biz de yıllardan beri “Adil Düzen”in gelmesini bekliyoruz ve gelmesi için çalışıyoruz. Her vardığımız ufuk boş oluyor ama biz başka bir ufkun peşine koşuyoruz.

Bir gün “Adil Düzen”in gömleği gelecektir. Geldiğinde de gözlerimiz açılacaktır.

O zaman o güne kadar görmediklerimizi göreceğiz. O güne kadar bildiğimiz ama göremediğimiz “Adil Düzen”i o gün göreceğiz.

يَأْتِ بَصِيرًا

(YaETı BaÖIyRan)

“Basir olarak ety eder.”

Gelmek” fiili burada yardımcı fiil olarak getirilmiştir, görür olur anlamındadır.

Aslında Hazreti Yakup’ta görme kabiliyeti vardır. O şuur altına itilmiştir. Gömlek onu görür hâle getirecektir. Eğer yüze konma ifadesi olmasaydı gözlerin ağarmasını mecazi olarak anlardık. Buradaki görmeyi de onu tanıması şeklinde bilirdik. Ancak yüzüne konduktan sonra gözleri açılacak ve görecektir. Zihinde çağrışım vardır.

Portakalı görürsünüz, tadını da duyarsınız. Yahut portakala el sürersiniz, sarı renk de aklınıza gelir. Yani beyninizde duyulardan biri harekete geçtiği zaman diğer devreleri de harekete geçirir. Bilgisayarları onarmanın yarısı kapatıp açmadır. Bilgisayar yeniden açılınca eski yolunu hatırlar ve arızaları giderir.

Yüzüne konan gömlek kokusu ile etkilemedi, ışınlarla etkiledi. Çağrışım yaptı. Beyin gömleği hatırladı ve görme devreleri harekete geçti, beyin bilgisayarı da onarılmış oldu.

Psikolojik tedaviler bilinmektedir. Ilıcaların tedavileri bilinmektedir. Müzikle tedavi bilinmektedir. Muska ve okuma ile tedavilere de inanılmaktadır.

Sömürü sermayesi ilaçlarını satsın diye onları yasaklatmıştır.

Oysa kocakarı tedavisinin yan etkileri yoktur. Zararlı olmayanları yasaklama yanlış olduğu gibi, kişinin kendisine ait zararlı işleri yapması da haramdır ama yasak değildir, yani yönetim karışamaz.

“Adil Düzen Tıbbı”nın başka istikametlerde gelişeceğini bilmeliyiz.

İlaç tedavisi yerine üfürük tedavisi tercih edilebilir.

İlmî araştırmaların temeli baştan bir şeyi ne kabul etmek ne de reddetmektir. Üfürükçülük yapan kaçak merkezler vardır. Hastaneye gelip orada tedavi olanlar bulunmaktadır. Sayıca değerlendirilir, kurtarma yüzdeleri hastahanelerle karşılaştırılabilir. Yasaklar meclislere sömürü sermayesinin sunduğu kanunlarla, okumadan kaldırılan parmaklarla tesbit edilemez. Yasaklar ilmî araştırmalarda başkalarına zararlı ise tesbit edilir.

Bu âyet çok açık bir şekilde göstermektedir ki psikolojik tedavi vardır. Ben iyileşeceğim diyen insan iyileşmektedir. Kişiye bu inancı sağlamanın yolları bulunmalıdır.

وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ (93)

(Va iETUvNIy Bi EaHLiKuM EaCMaGIyNa)

“Ehlinizi cemian bana getiriniz.”

Hazreti Yusuf peygamber bütün aşiret olarak bana geliniz demiyor da, önce gömlekle babasının gözlerini iyi ediyor.

Bunu niçin yapıyor?

Çünkü gözler iyi olmazsa Hazreti Yusuf peygambere inanılmayacak, hata ettiği sonucuna varılacak ve gelmeyecekler.

Hicret son derece zor bir olaydır.

Tarihte iki büyük hicret bilinmektedir. Biri Hazreti Musa peygamberin hicreti, diğeri de Hazreti Muhammed’in hicreti. Bütün cemaatleri hicrete eksiksiz uymuşlardır.

Ben Kırgızistan’a gittim. Bazı arkadaşların oraya hicret etmelerini istedim. Bir geldiler, bir gittiler; sonunda ben de geri geldim. Oysa F. Gülenciler orada yerleştiler. Şimdi oranın ekonomisi ve eğitimi ellerinde. Böyle bir hicret gerçekleşseydi şimdi “Adil Düzen” Kırgızistan’da kurulmuş olurdu. Çünkü devlet başkanı “Adil Düzen”i destekliyordu. İstanbul’a geldim, kimse hicret etmedi. Yenibosna’ya gittik, Reşat Erol gelebildi mi? İşte, hicret savaştan daha zordur. Şimdi silahları ele alın, “Adil Düzen” için savaşalım desek, belki arkamızdan gelenler olur da; haydi İstanbul’a gelin de “Adil Düzen”i kuralım dediğimizde arkamızda kimseyi bulamayız.

İşte, Hazreti Yusuf peygamberin gömlek mucizesi kardeşlerini Mısır’a getirmeyi sağlamak içindir. Gözler bunun için kör edilmiştir. Kör olmasaydı bu mucize nasıl gösterilecekti. Demek ki şer zannettiğimiz birçok şey hayra hazırlıktır.

28 Şubat olmasaydı AK Parti iktidarda olamazdı. AK Parti bugünkü hataları yapmasa “Adil Düzen” gelmez. Biz bize düşeni yaptıktan sonra sabrı cemil ile beklemeliyiz.

***

وَلَمَّا فَصَلَتْ الْعِيرُ

(Va LamMAv FaÖaLaT eLGIyRu)

“Îr fasl olunca.”

Kervan Mısır’dan ayrılınca, Hazreti Yusuf aleyhisselâm bunları yola koyunca, Hazreti Yakup’ta birşeyler oluyor ve Yusuf’un kokusunu aldığını söylüyor.

Bugün cep telefonlarıyla birbirimizle görüşüyoruz. Beynimizdeki bilgisayarlarla da uzakta iken görüşebiliriz. Hattâ ışıktan daha hızlı dalgaların olduğunu bilmekteyiz. O dalgalarla da haberleşmemiz mümkün olabilir. Beynimizde ne gibi devreler olduğundan haberimiz yoktur. Olay kervanın yola koyulmasından sonra başlar. Çünkü beyin antenleri henüz Hazreti Yakub’a doğru çevrilmiş değildir. Kervan yola koyulunca artık kardeşler eve dönüşü hayal ediyorlar ve babalarına nasıl haberlerle gideceklerini düşünüyorlar. İşte bu gama dalgaları salmaktadır. Hazreti Yakup bu dalgalardan etkilenmiş bulunmaktadır.

Sizlere hayatımda karşılaştığım acayip bir hikâyeyi anlatmak isterim. Kars Çıldır’a santral kabulüne gitmiştik. Dört beş mühendistik. Adam sigara ikram ediyor, ben içmiyordum. Rakı gibi haram kabul ettiğim için ağzıma almıyordum. Çok ısrar edince aldım ve büyük bir çekişle çektim. Sonra attım. Böylece bir nefes de olsa haram olanı işledim. Eve döndüm. Oğlum o zaman daha okula gitmeyecek kadar küçüktü. Evimizde sigara içen yakınımız misafirdi. Bakkaldan sigara almış, ona getirmiş, bu arada ondan gördüğüne özenmek üzere kâğıttan yaptığı sigarayı ağzına almış. Annesi, ‘oğlum at onu, baban kızar’ demiş. Cevap veriyor ve diyor ki; ‘şimdi o da başlamıştır!’ Sizin hayatınızdan da bu tür olaylar geçmiştir. Demek ki kilometreler ötesinden ruhlar arasında haber taşıyan birileri vardır.

Yirminci yüzyıla kadar duyduğumuz sesten başka ses yok zannedilirdi. Bugün biliyoruz ki biz ancak milyonda bir kadar sesi kulağımızla duyuyoruz. Ultrasonik cihazlar yapıyoruz. Yine yirminci yüzyıla kadar gözle gördüğümüz ışıktan başka ışık yok sanılırdı. Bugün ise pek çok çeşit vardır ama kullanamıyoruz. Televizyonumuz, radyomuz, röntgenimiz o ışıklarla çalışıyor. Gördüğümüz ışık milyarda bir bile değildir.

Bâtıl inançlar diye kabul ettiğimiz birçok şeyin gerçeği olabilir.

İnsan beyninde denemeler yapılmaktadır. Biri sayıları teker teker düşünüyor. Mesela kafasına beş koyuyor. Diğeri birden başlayarak ona kadar sayıları beyinde tekrarlıyor. Beşe geldiğinde beyinde bir boşalma hissediyor. Beş diyor. Diyelim ki böylece beş altı sayıyı deniyoruz. Dördü isabet ediyor. Bu bize beyinler arası irtibatın olduğunu göstermektedir.

قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ

(QALa EaBUvHUM EinNIy La EaCıDu RIyXa YUvSUFa)

“Ben Yusuf’un kokusunu buluyorum dedi.”

Hazreti Yakup “Yusuf’un kokusunu alıyorum” diyor.

Burada koku mecazi olabilir. Gerçekten de onun kokusunu hatırlamış olabilir. Koku hakiki olabilir. Koku cismin saldığı gazdan burnumuza ulaşması ile oluşur. Uzaktaki cisimlerden koku bize ulaşamaz.

Hazreti Yakup kokuyu çağırışım yoluyla almıştır. Beyne gelen ışık ötesi dalgalar veya ışık dalgaları bize ulaşır. Hafızamız kokuyu hatırlatır. Demek ki Hazreti Yakup en çok Hazreti Yusuf’un kokusunu hatırlamaktadır. Allah onu beynine yerleştirmiştir.

Kendinizi hatırladığınızdan beri birçok olaylar yaşarsınız. Ama onlardan bazılarını hiç unutmazsınız. Bazılarını başkaları hatırlatırsa hatırlarsınız. Bazılarını da başkaları hatırlattığı halde de siz hatırlayamazsınız. Bunlar sizin iradenizin dışındadır. Bazılarını ben bunu unutmayayım der, onu öyle saklarsınız. Sizin beyninizdeki bu farklı saklanma nedir? Bunları o şekilde hafızaya kim yerleştirmektedir? Bugün bunun kanunlarını bulmuş değiliz. Belki de yoktur. İnsan nasıl rüyasını kendisi ayarlamaz, birileri ona onu gösterir, geçmişte yaşananlar aynen görülürse, hafızada olanlar rüyada ortaya çıktı dersiniz. Oysa hafıza ile hiç alakalı olmayan, daha hiç görmediğiniz ve düşünmediğiniz kareler ortaya çıkmaktadır.

Demek ki bizim beynimize birileri girebilmekte ve istediklerini göstermektedir. Böyle birilerinin olmadığını iddia etmek, yoktan olayların oluştuğunu kabul etmek demektir. Nasıl sinemada veya televizyonda birilerini seyrederken onun yapımcısı vardır diyorsan, kendi kendine görülmektedir demiyorsan, rüyada görülenlerin de bir yapımcısı vardır demektir. İşte o yapımcılar bize yardımcı olmakta, önemli olayları beynimizde öyle yere yerleştirmektedir ki onu unutmuyoruz.

Hazreti Yakup Hazreti Yusuf’un kokusunu böylece hatırlamaktadır.

Demek ki bu sûre bize beynimizdeki hafıza ile ilgili bilgiler vermektedir.

Şimdi şöyle düşünelim; bize bir cümle söylenmiştir, bunu hatırlıyoruz. Bunu bilgisayarda hatırlamakta ve bize sonra söylemektedir. Görüntüyü ele alalım; bu da yine bilgisayarımızda saklanmakta, istediğimiz zaman onu çağırıyor ve görüyoruz. Ama henüz kokuyu alıp saklayan bilgisayar bulmuş değiliz. Tuşa bastığımızda o kokuyu burnumuzla duyalım yahut o tadı dilimizde alalım. Soğukluk ve sıcaklığı bilgisayar algılayamıyor. Beynimizde acaba koku alan, sıcaklık ve soğukluğu algılayan ve hıfzeden mekanizma var mıdır? Mesela ben portakal kokusunu portakal yokken duyamıyorum. Sonra o kokuyu algıladığıma göre beynimde saklıdır ama ben onu çağıramıyorum.

Hazreti Yakup Hazreti Yusuf’un kokusunu çağırabildiğine göre ileride bunları algılayan ve çağırabilen bilgisayar yapılabilecektir demektir.  

لَوْلاَ أَنْ تُفَنِّدُونِي (94)

(LaVLAv EaN TuFanNıDUvNIy)

“Beni tefnid etmezseniz.”

Fend” kelimesi “ferd” kelimesi ile akrabadır, tek başına demektir. Tek başına yükselen dağa “fend” denmektedir. Yaşlandığında tutarsız konuşan kimseye “fend” denmektedir. Artık o topluluğun görüşleri dışına çıkmıştır.

Bir yaşlıyı ziyaret etmiştim. Beni tanıdı. Son derece normal konuşuyordu. Kendisinden hiçbir dengesiz söz çıkmadı. Evdeki gelin ayran ikram etti. Kaynana gayet doğal bir üslupla ‘onlara da ikram et, sevap olur’ dedi. Ben bir şey anlamadım, çünkü bizden başka kimse yoktu. Yakınım olan geline baktım: ‘O televizyondakilere ikram etmemizi söylüyor’ dedi! İşte bu insan bunak değildir ama belli yerlerde hiçbirimizin katılmayacağı cümle söylemiştir.

Hazreti Yakup, ‘beni yaşlılığımdan dolayı karıştırıyor demezseniz’ diyor.

“Fend” kelimesi hafızayı kaybetme anlamında değildir.

Bunaklık, tekrar eski günlere dönmek, beyinde onları yaşamadır.

Yaşlı bir kadına rastlamıştım. Koyunlar ağılda idiler. Bana, ‘koyunlarımı gördün mü’ diye sordu. Biraz sonra ‘annem nerde’ diyordu. Bu hâl bunaklık hâlidir.

Kur’an onları yaşlanırlar ve bildiklerini bilmez olurlar diye tanımlıyor.

Fend bunlardan farklı olmalıdır.

Bir akıl hastası vardı. Konuştuğunuz zaman son derece normal konuşuyordu. Ancak çocuklarına kızmış, evden kaçıyordu. Çocukların yapmadıkları şeyleri onların yaptıklarını veya yapacaklarını iddia ediyordu. Kendisiyle sohbet ettim. Bazen öyle cümleler söylüyordu ki, biz bile söyleyemiyorduk. Bazı iddialar gerçekle çakışıyordu.

Hastalarda görülen bu olağanüstü hâli halk cin çarpması ile açıklamaktadır. Madem ki insan beynine başkaları müdahale edebiliyor, bunu rüyadan biliyoruz, o halde hasta hâlinde ruh ile beden arasında zayıf ilişki olduğu zaman başka ruhlar etki etmiş ve olağanüstü sözler söyletebilir. Bu söyletene biz cin diyebiliriz.

Hazreti Yakup, ‘bendeki hâli ruhi bozukluk olarak söylemezseniz Yusuf’un kokusunu alıyorum’ diyor. İnsan yaşlandıkça kendi zihnî melekelerinden şüphelenmeye başlar, çocuklaşmaya başlar, başkasına tâbi olmayı sever. Direnmeyi ve azmini kaybeder. Bunları kontrol etmeye başlar. Örneğin, benim yazdıklarımda bir fend var mıdır diye düşünür.

Bunun denetimi nasıl yapılmalıdır?

Yakınları, ‘sen bunu yapıyorsun’ demeli, o da bundan dolayı üzülmemelidir. Ama Hazreti Yakup peygamber gibi hata yapmıyorsa onu bunaklıkla itham etmemelidir.

Bana diyorlar ki: Senin içtihadın vardı, 63 yaşından sonra aktif görev almamalıyız diyordun, şimdi içtihadın mı değişti?

Şimdi de ‘yaşlıları dinlemelisiniz’ diyorsun.

İçtihadım değişmedi. Yaşlılar öğretici olurlar. Yaşlılar danışman olurlar.

Öğrenciler zaten her söyleneni kabul etme durumunda değildirler. Danışılanın sözlerinden yararlanılır ama onun talimatına uyulmaz. Yani yaşlanma bazı melekeleri köreltir, insanı dengesiz hâle getirir. Bazı melekeleri ise güçlendirir. Yaş dolayısıyla eklenir. Yaşlılardan yararlanmak gerekir. Ama onları artık karar alma mekanizmasında bulundurmamak gerekir.

Burada Hazreti Yakup peygamber de kendisinden emin değildir. ‘Yoksa yaşlılık sebebiyle hayal mı görüyorum, bilemem ama ben Yusuf’un kokusunu alıyorum’ diyor.

Bundan önce Kur’an’da tek geçen bir kelime gelmişti; “FTE”.

Şimdi de yine Kur’an’da bir defa geçen “FND” kelimesi geçmektedir.

Aynı sûrede ve birbirine yakın yerde, telaffuzları yakın iki kelime üzerinde durmalıyız. “FTE” de “FND” de mutat olmayan ruh haletini ifade etmektedir. İkisi de ruhi bozukluklardır. Biri yaşlılarda hâsıl olan düşünme melekesini bozan olaydır. Diğeri ise aşırı bağımlılıktan ve hüzünden doğan, insanın bedenini zaafa düşüren bir halettir.

Kur’an’daki kelimeler böylece ele alınmalı ve psikoloji öyle oluşturulmalıdır.

***

قَالُوا تَاللَّهِ

(QAvLUn TalLAHi)

“Tallahi dediler.”

Yukarıda geçen “tefteu” kelimesinde de “Kâlû Tallahi” dediler.

Şimdi de “Kâlû Tallahi” diyorlar.

İki defa yeminle cevab vermektedirler. Bundan sonra gelen cümle “İnne” ile ve “Le” ile tekit edilmiş bir cümledir. Hazreti Yakub’un inanmayacağını kastederek böyle yeminli etkili ifadeler kullanmaktadırlar. Sonra bu ifadeler yanlış çıkacaktır. Dolayısıyla peygambere muhalefet edenlerin nasıl hata yaptıkları gösterilmektedir.

Burada günah işlenmektedir. Kimse kendi bildiklerinin doğruluğunu yeminle temin edemez. Başkasının durumunu bilemez. Tartışırken bu noktalara dikkat etmek gerekir.

İçtihat yaparken mutlaka haklı olduğumuzu iddia etmemeliyiz.

İslâm yazarları beyanda bulunduktan sonra ‘sevabı/doğruyu Allah daha iyi bilir’ der, kendilerinin kesin doğru  söylediklerinden emin olmadıklarını belirtirler.

İslâm âlemi bin yıl bu doğru anlayışı bilmiş de, şimdi ne oldu ki elifi görseler mertek zannedenler kendilerini mutlak hakkı bildiklerini iddia ediyor ve bizi dalaletle itham ediyorlar. Gerçekten insanlığın hidayete ermesi için Adil Düzen çalışanlarının kendilerini ıslah etmeleri gerekir.

Arkadaşlarımda da aynı hastalığı görmekteyim. Bir adım yol almamış gibiyiz.

إِنَّكَ لَفِي ضَلَالِكَ الْقَدِيمِ (95)

(EinNeKa LaFİy WaLALiKa eLQaDİyMi )

“Sen kesin olarak kadim dalaletindesin.”

Kadem” ayak demektir. “Kadim” demek geri kalmış eski demektir. Ezelden ebede kadar uzanan şeylere de “kadim” denmektedir.

Yani sen değişmez saplantı içindesin diyorlar.

Demek ki, yaşlı da olsa, biri bir şeyi ısrarla iddia ediyorsa, ona kulak vermek gerekir. Çünkü çocuklara, zayıflara, yaşlılara, hastalara, bazen sağlamlara bildirmediği şeyleri Allah ilham yoluyla bildirmiştir. Söylenende hatalar olabilir ama bir şeyi inançla ısrar ediyorsa, onda bir hikmet vardır.

Daha önce rüya tabirlerinde de benzer yorumu yapmıştık. Benzer rüyalar sürekli görülüyorsa, o rüyalarda sadık olma ihtimali fazladır.

Allah bir kimseye bir şey söyletiyorsa onu değerlendirmeliyiz.

Erbakan ‘kongre yapılsın’ diyorsa, değerlendirmemiz gerekir.

Kılıçdaroğlu (CHP Genel Başkanı) ‘hırsızlara hesap soracağım’ diyorsa, Allah bir şeyin haberini bize veriyor demektir. Onun sorması demek, birileri soracaktır demektir. Bizde bir eksiklik var, hata var demektir. Yargıçları emrime alırım ve kurtulurum demek yanlıştır.

AK Parti ne yapmalıdır?

Önce yargıyı adil hâle getirmelidir. Yani tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hâle getirmelidir. Bunun için hakimlik sisteminden vazgeçip hakemlik sistemine geçmelidir. Sonra da yolsuzlukların ortadan kalkması için yeni ihale sistemi geliştirmelidir. Bunun için de kabul edenin artırması ve eksiltmesi yerine, ihale edenin artırıp eksiltmesi sistemini getirmelidir. İlk kabul edene ihale verilmelidir. Bundan sonra geçmişte yapılan yolsuzluklar affedilmeli, sadece borç-alacak hesapları devam etmelidir.

İşte, Kılıçdaroğlu’na verilecek cevap budur. Kılıçdaroğlu bir şey söylüyorsa, o söylemiyor, Allah ona söyletiyor.

Hazreti Yakub’un söylediklerine doğruluk payı verselerdi, ona göre düşünmeye ve beklemeye başlasalardı, kendileri için iyi olmaz mıydı?

***

فَلَمَّا أَنْ جَاءَ الْبَشِيرُ

(FaLamMAv CAvEa eLBaŞIyRu)

“Beşir ciet edince.”

Böyle söyledikten sonra, bu konuşmanın arkasından “Beşir geldiğinde” demektedir.

Burada “Fa” harfi “fa”i takibiyedir, Hazreti Yakub’un koku almasının arkasından beşir gelmiş oluyor. Yani Hazreti Yakup kokuyu Hazreti Yusuf’un gömleği sebebiyle uzakken almamıştır. Müjdeci oralara gelmiş, gömlek kokusu ulaşacak yere ulaşınca Hazreti Yakup Hazreti Yusuf’un gömleğinden çıkan kokuyu hissetmiştir. Bu takdirde Hazreti Yakub’un kokuyu uzaktan alması sözkonusu değildir.

Demek ki uzağa koku iletmek bugün mümkün olmadığı gibi ileride de iletileceğine dair bir delil bulamamış oluyoruz. Kardeşlerden biri önce yola çıkmıştır. Atları varsa onunla kervandan daha hızlı hareket etmiştir. Deve yolculuğu yavaş yürüyüştür. Babalarını bekletmek istememektedirler. Kardeşler son derece sevinçlidirler. Bir an evvel biri haberi ulaştıracak, babalarının gözleri iyi olacak ve Mısır’a göç hazırlığına başlanacaktır. Yepyeni bir durum ve yepyeni bir oluş vardır. Artık kardeşler rahattırlar. Anne ve babalarını da rahat ettirmek istemektedirler. Yaya da olsa yürüyüşle deveden önce varılacak yere varılır.

El-Beşir” marife olarak getirilmiştir. Böyle durumlarda müjdeci gönderme genellikle âdettir. Önceden haberdar edilir ve hazırlık yapılır. Bir yetkili ziyaret edilecekse, önce haber verilir, onlar karşılama hazırlığını yapmış olurlar.

Bugün protokol müdürlüğü vardır, karşılamada merasim bölüğü vardır.

Demek ki devlet içinde, bir aşiret içinde bile böyle bir kimse bulunmaktadır.

Bugün bunlar gidilerek değil de telefonla halledilmektedir. Ne var ki bu telefonları yapan bir görevli bulunmaktadır. Bugünkü sekreterlik müessesesi de beşir müessesesinin benzeridir. Aslında yetkili karar verir, karar ilgiliye ulaştırılır. Yahut sekretere bildirilir, sekreter aracılığıyla yetkiliye ulaştırılır. “Beşir” dendiğine göre, sekreterlerin görevi engel çıkarmak değil, işlerine yardımcı olmak için görevdir. Şimdiki sekreterler ise yalan söyleyerek ilgilileri atlatma ve engel çıkarma eğitimini almaktadırlar.

“Haberci” demiyor, “Beşir” diyor.

أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ

(EaLQAvHu GaLAv VaCHiHi)

“Onun vechine ilka etti.”

Yüzüne koydu. Gömlekten çıkan zerreler tüm yüzüne, dokusuna, gözüne kadar ulaştı.

Hüzünden gözün kör olması ne demektir?

Gözler beyaz oldukları için kör olmuştur veya kör oldukları için beyazlaşmıştır. Bu durumda ise biyolojik görüntü var, biyolojik arıza yoktur. Körleşme de psikolojik olmuştur. Yani bilgisayar devrelerinde bir takıntı olmuştur. Bilgisayarı açıp kapama gibidir. Koku yakından alınmaktadır. Koku yahut temas beyindeki bilgisayarı yeniden açmıştır. Bilgisayar düzelmiştir.

Buradaki birinci zamir gömleğe, ikinci zamir ise Hazreti Yakub’a gitmektedir.

فَارْتَدَّ بَصِيرًا

(Fa iRTadDa BaÖIyRan)

“Basir olarak irtidat etti.”

İrtidat etmek” gerisin geriye dönmek demektir.

Hazreti Yakup daha önce gözleri gören biri idi. Sonra kör olmuştu. Kör olması psikolojik idi, iyileşmesi de psikolojik olmuştur. Gözlerin ağarması kör olmasının görüntüsüdür. Ateş yükseldiği için hasta olunmaz, hasta olunduğu takdirde ateş yükselir.

Basir” gözle görmek anlamına geldiği gibi; gömleği tanımak anlamında da “basir” olabilir. Hazreti Yusuf’un gömleği olduğunu tanıdı demek olur. Hazreti Yakup peygamberin gözü açıldı ve gömleği tanıdı demek olur. Böylece artık Mısır’ın yolunu tutmak son derece  kolaylaşmış olacaktır.

قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ

(QAvLa EaLaM EQuL LaKuM)

“Ben size demedim mi?”

Burada iki menfi bir araya gelmiş ve müsbet mânâ çıkmıştır.

Hazreti Yakup peygamber, ona yeminler ederek karşı çıkanlara geçmişte yaptıklarını hatırlatmış olmaktadır.

Genel bir şey söyleriz, bize inanmazlar, sonunda haklı çıkarız; ‘ben demedim mi’ deriz. Burada buna izin verilmiştir. Yalnız burada bu sadece savunma sadedinde izin şeklinde olup, ben böyle dedim, böyle söyledim diye yorumlama değil ama iddia ettiklerinden dolayı bununla beraber söylemedir.

Hazreti Yakup peygamber burada başka bir şey yapmaktadır. Kendi marifet aklı sebebiyle değil de, Allah’ın bildirmesi ile geçmişte sözler söylemiştir.

Biz de “Adil Düzen”in kokusunu alıyoruz. Yarın “Adil Düzen” geldiği zaman siz bu sahifeleri açacaksınız ve onlara diyeceksiniz ki; biz size daha önce söylemedik mi?

إِنِّي أَعْلَمُ مِنْ اللَّهِ

(EinNIy EaGLaMu MiNa elLAHi)

“Ben Allah’tan biliyorum.”

Ben Allah’tan biliyorum demiştim diyor. Hazreti Yakup aleyhisselâm, Hazreti Yusuf’un rüyası ile olayları bilmektedir. Ayrıca ona melek gelmekte ve haberler vermektedir. Olayların tevilini bildiği için yorumlarını yapmaktadır.

Şimdi bize Cebrail gelmemektedir, doğrudan vahiy almamaktayız. Ama elimizde Kur’an vardır. Onu yorumlayarak oradan hükümler çıkarabiliriz. Ayrıca hadiselerin sebep sonuç ilişkilerinden geleceği bilebiliriz. Burada hatalar da yaparız ama hata etme ihtimali çok azdır.

Nitekim geçmişte AK Parti’nin iki yıllık ömrü var demiştim; Allah isterse dememiştim; AK Parti gerekli tedbirleri almazsa dememiştim; Allah CIA’nın planına izin verirse dememiştim. Gerçi bunları yazarken bu anlamda yazdım ama bunun böyle olduğunu açıkça belirtmedim.

O halde oradaki ifade hatası bizim hatamızdır.

Ama genelde söylediğimiz bir şey vardı.

1960’larda biz faaliyete geçtiğimizde herhangi bir ümidimiz yoktu. Yaptıklarımızı sadece Allah emrettiği için yapıyorduk. Başarısızlıklarda terk etmeyi düşünmüyorduk. Ama bizim görüşümüz de diğer Müslümanların görüşüydü; bu düzen değişmez, düzelmez kanaati hakimdi.

Ama 1980’lerden itibaren yaptığımız faaliyetlerde Allah bize ilim yoluyla bildirdi ki bin yılda bir uygarlık yenilenir. Türkiye ve dünya son asırlardaki gelişmeler sebebiyle bunun hazırlığı içindedir.

Şimdi (2010) ilmen diyoruz ki; “Adil Düzen” gelecek, hem de Türkiye’den başlayacaktır. Bu Allah’ın bize bildirdiğidir. Bunda herhangi bir şüphemiz yoktur. Âhirete nasıl inanıyorsak, cennette yaşama hayaliyle nasıl ömrümüzü tüketiyorsak; hiç kuşku duymadan “Adil Düzen”in geleceğini de biliyoruz.  

- Allah’tan biliyoruz.

- İlmî verilerle biliyoruz.

مَا لاَ تَعْلَمُونَ (96)

(MAv LAv TaGLaMUvNa)

“Sizin bilmediklerinizi.”

Nasıl Allah herkesi peygamber yapmadı, kimilerini yaptı ve onlara mucizeler verdiyse; insanların da çoğunu âlim yapmadı.

Peygamberler kadar sayıda âlimleri seçti ve onlara müsbet ilmi talim etti, içtihat ilmini talim etti.

İşte onlar geleceği istidlâl ederler.

1960’lı yıllarda biz kooperatifi (AKEVLER) kurduktan sonra parti (MNP/ Millî Nizam Partisi) kurduk.

Türkiye’de iki kutup oluştu:

- Biri Demirel kutbu,

- Diğeri Erbakan kutbu.

Süleyman Demirel kutbu “İslâm dini”ni savunuyor ama “İslâm düzeni”ne karşıydı. “Şeriat”a yasak, “din”e evet.

Necmettin Erbakan ise “İslâm dini” kadar “İslâm düzeni”ni ortaya koyuyor ve bunu savunuyordu.

O günkü şartlarda Erbakan çok zayıf görünüyordu, tüm devlet kurumları karşı idiler. Demirel ise kerhen de olsa devlet kurumlarınca benimseniyor, halk da bol bol ona oy veriyordu. Biz o şartlar içinde Erbakan’ın yanında yer aldık. Çünkü İslâm şeriatının er geç dünyaya hakim olacağını ilmen biliyorduk.

Erbakan’ı çökertmek için ilk muhalefet oyunu Gündüz Sevilgen grubu tarafından oynandı. Sonra Turgut Özal ortaya çıktı ve muhalefet etti, başarılı bir iktidar sergiledi. Sonra R. Tayyip Erdoğan çıktı, başarılı bir iktidar sergiledi.

Şimdi de Numan Kurtulmuş çıkıyor, başarılı bir iktidar sergileyeceğini ümit ediyor. Bu seçimde de bu muhalif grup başarılı olacaktır.

Başa dönersek, ilk bakışta biz (Erbakan) değil de Demirel muvaffak olmuş gibi görünüyordu. Çünkü bütün muhalifler “Millî Görüş”e ve “Adil Düzen”e karşı çıktıkları için güç elde ettiler. Oysa sonunda zaferi kazanan hep biz olmuşuzdur.

1970’lerde biz Tek Yol Dergisi’ni çıkarmıştık. O zaman Ketenoğlu Anayasa Mahkemesi reisiydi; Arapça bilen Müslüman bir hakimdi. Millî Nizam Partisi’ni kapatmamak için önce izin aldı, sonra da emekli oldu. İzmir/Selçuk’ta oturuyordu. Kendisini ziyaret ettik ve Tek Yol Dergisi’ni bıraktık. Sonra ikinci defa kendisini ziyarete gittiğimizde dergi hakkında görüşlerini sorduk. Bizi şahsen tanımıyordu.

“Dergi güzel, iyi de; Süleyman (Karagülle) Bey faiz aleyhinde yazıyor, bu hatalı dedi” ve ilave etti; “Osmanlı uleması faize fetva vermiştir!”

O yıllarda (1970’lerde) kimse faiz aleyhinde konuşamazdı. O yıllarda lâikliğe aykırı konuşmak suçtu. Faiz aleyhine konuşma lâikliğe aykırılık sayılıyordu.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapan Müslüman bir zat bile buna inandırılmıştı.

Oysa öyle bir kanun yoktu.

‘Faiz haramdır, cehenneme gidersiniz’ demek suç olabilirdi ama ‘faiz ekonomik olarak zararlıdır’ deyip bunu ilmen savunmak hiçbir zaman suç olmamıştır.

Ondan sonra dünyada faizsiz bankalar gelişti ve Türkiye’de de kuruldu.

Bugün yutturulan bir şey de şeriatın suç olduğudur. Harun Özdemir arkadaşımızın “Şeriat” kitabı bu kanıyı ve bu anlayışı bertaraf etmiştir.

Başka bir uydurmaya göre “Adil Düzen suçtur” deniyordu. Erbakan’ı yıllarca buna inandırdılar. Ama Erbakan son yıllarda nihayet bu saçma anlayışı kırdı ve “Tek çare ADİL DÜZEN’dir” diyor. Şimdi de ona muhalefet ediyorlar.

Erbakan tüm sömürü düzenlerini hep anlattı, hâlâ anlatmaya devam ediyor. Mahkumiyet bir yana, hiçbir yerde bu anlatıştan dolayı kimse onu suçlayamadı bile.

Biz iddia ediyor ve diyoruz ki; bu konularda tüm profesörlerden, tüm siyasilerden, tüm ekonomistlerden fazlasını Allah’tan biliyoruz, Kur’an’dan biliyoruz, ilmî çalışmalarımızdan biliyoruz.

Erbakan bu gerçekleri yıllarca anlattı; hâlâ anlatıyor...

Sonunda ekonominin veba mikrobunun faiz olduğu tüm dünya tarafından kabul edilecek ve yasaklanacaktır.

***

قَالُوا يَاأَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا

(QAVLUv YAV EaBAvNAv iSTaĞFıR LaNAv ZuNuBaNAv)

“Ey babamız, zunubumuzu bizim için istiğfar et.”

Zenb” kelimesi vardır, çoğulu “Zunub”dur.

Yani çok günahlarının olduğunu kabul ediyorlar. Burada “sen bize mağfiret et” demiyorlar, “sen bizi affet” demiyorlar; “sen bizim için istiğfar et” diyorlar. Kendileri istiğfar edeceklerine, Hazreti Yakub’un istiğfar etmesini istiyorlar.

Demek ki birinin başkası için istiğfar etmesi vardır. Bu dünyada istiğfar olduğuna göre, âhirette de istiğfar etmek, başkası için istiğfar etmek olacaktır.

Bu da şefaatin varlığı demektir.

Çağdaş olan insanların birbirleri için istiğfar etmesi, haklarını bağışlaması, şefaat etmelerini son derece normal karşılamak gerekmektedir. Bizim muhalefet ettiğimiz şefaat Hazreti Muhammed aleyhisselâmın tüm ümmetine şefaat etmesidir. Biz O’nun çağdaşı değiliz. O bizi tanımaz bile. Onun bize şefaat etmesi ne demektir? Sünnet namazlarını kılarsak O bize şefaat edecekmiş. Sünnet namazları Hazreti Peygamber’in icat ettiği namazmış gibi görenler vardır. Oysa sünnet namazlar da Allah’ın emriyle sünnet olmuştur. Farzdan farkı, sünneti terk edenler cezalanmayacaklardır.

Babalarından neden istiğfar istiyorlar?

Peygamber olduğu için mi, babaları olduğu için mi, yoksa aşiret reisi olduğu için mi?

Önce şunu söyleriz ki; Allah yolunda cihad eden birine karşı çıkılır da onun başarılarını gölgede bırakanlar olursa, sonra bu durumda Allah onları muvaffak kılarsa, o kimsenin istiğfarı ile günahları affolabilir. Başka bir ifade ile kişiden özür dilenmiyor ama ondan istiğfar isteniyor. Bu ona biat anlamına gelmektedir. Babalarının istiğfar etmesi sayesinde onlara mağfiret edilecektir.

Kul hakkı ödendikten sonra Allah mağfiret eder. Kul hakkını mağfiret etmez gibi bir kabul ve görüş vardır. Bu âyet o görüşü teyid etmektedir. Gerçek olan budur.

Af yetkisi meclise aittir. Başkanın af yetkisi yoktur. Meclisin af edebilmesi için öneri başkandan gelmelidir. Bizim affımızı meclisten iste demektir.

Mecliste af nasıl olacaktır?

Siyasi şuranın ittifakla kabul etmesi ile af gerçekleşir.

Meclis üyelerinin hakemlere gitme hakları vardır.

Demek ki bu âyet af müessesesinin nasıl işlediğini de göstermektedir.  

إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ (97)

(EinNA KunNA PAOiEİyNa)

“Biz hata edenleriz.”

Hatalı olduklarını itiraf etmektedirler.

Demek ki af müessesesi itirafla sağlanır, tevbe ile sağlanır. “Bizim için istiğfar et” demeleri tevbe ettiklerini gösterir. Hata ettik demeleri ise itiraf olacaktır.

“Adil Düzen” geldiği zaman eski suçların muhakemesi devam edecektir. Olaylar aydınlatılacak ama ceza verilmeyecek ilkesine buradaki ifadeler destek vermektedir.

***

قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي

(QAvLa SavFa EasTaĞFıRu LaKum RabBIy)

“İlerde sizin için Rabbimden istiğfar edeceğim dedi.”

 “Sevfe” kelimesi kullanılmaktadır. Hemen istiğfar etmiyor, sonra istiğfar edecektir.

İstiğfar için şartların müsait olması gerekir.

Önce PKK’ya hakim olursunuz. Af edilseler de edilmeseler de, onların önce güç olmaktan çıkarılmaları, sonra affedilmeleri gerekir.

Önce Hazreti Yusuf’un yanına varılacak ve olaylar zinciri sona erecek, ondan sonra istiğfar edilecektir. “Rabbimden istiğfar edeceğim” diyor, “Rabbimizden” demiyor. Çünkü burada başkanlık yetkisini kullanarak istiğfar edecektir. Başkanlık otoritesine zarar gelmemek şartı ile istiğfar edecektir.

Önce PKK’nın çökertilmesi, ondan sonra affedilmesi gerekir. Çete ancak teslim alınanın affı ile çökertilir. O zamana kadar cezanın infazı ertelenir.

Buradaki “sevfe” kelimesi çok önemli bir hususu ifade eder.

Olayların durdurulması için aftan önce olaylara hakim olunur, affın herhangi bir kötü etkisi kalmaz, ondan sonra istiğfar edersiniz.

إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (98)

(EinNaHUv HuVa eLGaFURu elRAXIYMu)

“Çünkü O gafurdur rahimdir.”

Çünkü gafur olan rahim olan O’dur.

Çünkü suçluları ancak meclis mağfiret eder, rahmet eder.

Çünkü sadece af yeterli değildir. Onlar aynı zamanda iskan edilip iş sahibi yapılmalıdır. Yoksa yeniden eşkıyalığa dönerler. Bu da eşkıyalık yapmayanlara zulümdür. Onlara bir şey verme,  rahmet etme, isyanı ödüllendirme olacaktır. Ödüllendirmezseniz bu sefer eşkıyalık devam edecektir.

Biz bunu şöyle çözüyoruz.

Önce bunlar çatışma esnasında öldürülür.

Sonra teslim alınanlar zorunlu çalışma yerlerine götürülür. Eğer kabile yani bucaklardan biri yahut âkilelerden (dayanışmalardan) biri tarafından kabul edilirlerse, onlara teslim edilir ve onlar diyetlerini öderler. Böylece onlar  Rabbin mağfiretine ve rahmetine nail kılınır.

Gafur” ve “Rahim” burada nekre gelmiştir.

Mânâsı, hükümetlerin af yetkisinin olmadığı, onlara yardım yetkisinin olmadığı, ancak meclisin bu affı ve rahmeti yapacağı anlamındadır.

Biz Kur’an’ı fıkha göre yorumluyoruz.

Kelama göre yorumlayanlar elbette başka mânâları istidlâl edeceklerdir.

Elbette ki o mânâlarda hata ihtimali ile doğrudur.

Her hükmü Kur’an’da bulmalıyız.

Bizimkini hatalı bulanlar doğrusunu Kur’an’da bulmalıdırlar.

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2665 Okunma
2-YUSUF 4-7
3260 Okunma
3-YUSUF 8-10
2586 Okunma
4-YUSUF 11-15
2137 Okunma
5-YUSUF 16-19
2057 Okunma
6-YUSUF 20-22
2398 Okunma
7-YUSUF 23-24
4405 Okunma
8-YUSUF 25-28
2492 Okunma
9-YUSUF 29-31
2260 Okunma
10-YUSUF 32-34
2012 Okunma
11-YUSUF 35-37
2468 Okunma
12-YUSUF 38-40
2317 Okunma
13-YUSUF 41-42
3085 Okunma
14-YUSUF 43-45
3878 Okunma
15-YUSUF 46-49
2242 Okunma
16-YUSUF 50-53
2281 Okunma
17-YUSUF 54-57
1964 Okunma
18-YUSUF 58-62
1988 Okunma
19-YUSUF 63-65
2137 Okunma
20-YUSUF 66-67
1999 Okunma
21-YUSUF 68-69
2411 Okunma
22-YUSUF 70-74
2348 Okunma
23-YUSUF 75-76
2528 Okunma
24-YUSUF 77-79
2038 Okunma
25-yusuf 80-82
1869 Okunma
26-yusuf 83-86
2081 Okunma
27-YUSUF 87-90
2171 Okunma
28-YUSUF 91-98
2345 Okunma
29-YUSUF 99-101
1934 Okunma
30-YUSUF 102-107
2337 Okunma
31-YUSUF 108-110
2028 Okunma
32-YUSUF 111
2101 Okunma

© 2024 - Akevler