YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
2503 Okunma
YUSUF 8-10

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 3

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7)

 

إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ(9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10)  

 

إِذْ

(EiÜ)  

“Saillere âyetler vardır.”

Geçmiş zamanın zarfıdır. Sailindeki masdarın zarfıdır. Saillere âyetler vardır. Kardeşler Yusuf’tan kurtulmak istiyorlar.

Buradaki âyet nedir? Hem de âyetler nelerdir?

Buradaki âyet, bize insanlığın uygarlaşmasındaki takdiri ilâhiyi belirlemektedir. Burada Allah’ın insanlığın uygarlaşmasını sağlamak üzere görevlendireceği bir halkı oluşturmak için olayları nasıl oluşturduğunu gösteren âyetler vardır.

Hazreti İbrahim’in çocuğu olmuyor; olsaydı Hazreti İsmail Mekke’ye gitmezdi.

Müşrikler zulüm yapmasaydı Medine devleti kurulmazdı.

Tarih böyle hikâyelerle doludur.

Türkler Viyana’yı muhasara ederler, Viyana düşmek üzeredir. Kırım Hanlığı askerleri ihanet ederler ve Osmanlılar mağlup olur. Bu mağlubiyet Sakarya’ya kadar uzanır. Bu mağlubiyetin sonucunda Avrupa uygarlığı doğar.

Bu uygarlık yalnız Avrupalıların yararına olmamıştır. Tüm dünya yeni uygarlığa geçmiştir. Tüm dünya artık müsbet ilme inanır olmuştur. Tüm dünyanın okullarında Batı’nın müsbet ilimleri okutulmaktadır. Artık ilkel düşünce tarih olmuştur.

Bu müsbet ilim anlayışı Mezopotamya’da başlamıştır. Gelişmiş ve nihayet İslâmiyet’le metot bakımından zirveye ulaşmıştır. Bağdat’ta gelişmeye başlayan ve sonraları tüm İslâmiyet âlemine yayılan fıkıh usûlü bugün insanlığın ortak tedrisatına mesnet teşkil etmiştir.

Burada zikredilen âyetler nelerdir?

Yeni uygarlık kurulacaktır. Bu Mısır uygarlığı ile Mezopotamya uygarlığının sentezi olacak bir uygarlık olacaktır. Bunun için bu iki uygarlığı sentez edecek bir  topluluğun görevlendirilmesi gerekirdi. Bu iki uygarlığı bilecek topluluk olmalıydı.

Peki ama bu iki uygarlığı bir topluluk nasıl bilecekti?

İşte bunun için Allah Hazreti Yakub’un çocuklarını görevlendirecekti. Bunlar peygamberler olmayacaktı. Normal insanlar olmalıydı. Topluluk ihtirasları ve kıskançlıkları olan insanlardan oluşmalı idi. İşte Allah bunlara suç işletti. Sonunda işte bu âyetlerden İsrail oğulları oluştu. Bunlar öldürmek isteyecekleri Hazreti Yusuf’un emrine girecekler, İsrail oğullarını oluşturacaklardır. İsrail oğulları bu iki uygarlığı oluşturmakla görevlidirler. Bunlar seçilmiş kimselerdir. Lakin bu seçilmişlik bunlar cennetliktir anlamına gelmez.

Topluluklar bu dünyada üstün olurlar, zengin olurlar, alim olurlar. İyi olup cennete gitme ise ayrı şeydir. Allah bunu topluluklara bırakmamıştır. Bu konuda herkes kendi kaderini kendisi çizmektedir. İşte âyetlerden biri budur.

Buradan bizim alacağımız ders vardır. Türkiye’de İstiklâl Savaşı oldu. Halk dinimizi kurtaralım diye canla başla savaştı. İlk bakışta en büyük haksızlık inkılâplar olmuştur. Halkın din için yaptığı savaş kendi dini aleyhinde kullanılmıştır. Ne var ki bu inkılâplar sayesinde Türkiye muasır Batı medeniyetini öğrendi. İsrail oğullarının Mısır’daki görevi ne idiyse, Türklerin de Avrupa’da görevi bu idi. Bu sayede ileride III. bin yıl uygarlığını kuracaklardı.

O halde Yusuf’un kıssasında kardeşlerinin onu kuyuya atmasında büyük bir âyet vardı.

Bu âyet Türk Milletine de bu hususta yol gösteriyordu.

Buradaki başka bir âyet de şudur.

Yusuf’un kardeşleri ihanet ettiler. Ama Allah onlara ceza vermedi. Onları Yusuf’un emrine verdi ama onların kökünü kurutmadı. Onlar aşiret oldular ve İsrail oğullarını oluşturdular.

Kötü insanları affetmez de hep cezalandırırsak, onların çocuklarını da cezalandırmış oluruz. Bu sebepledir ki cezalandırma intikam amacıyla yapılmaz. Cezalandırma sadece caydırıcılık amacıyla yapılır. Kötülük yapan insanlara düşmanlığımız yanlıştır.

Biz ileride “Adil Düzen” olarak iktidar olduğumuz zaman lâiklik adı altında zulüm yapanları affedecek, onlarla beraber “Adil Düzen”i oluşturmaya çalışacağız.

“Adil Düzen”i ülkemizde yerleştirebilmemiz için bugün bize muhalif olanlara da ihtiyacımız vardır. Başta askerlere ihtiyacımız vardır. Bize yaptıkları haksızlıklar sayesinde biz pişmiş ve olgunlaşmış olacağız. Onların bize yaptıkları haksızlıklar olmasaydı biz “Adil Düzen”e sahip olamazdık.

1960’larda ortaya çıktığımızda inanmış olanlar en çok zulüm görüyordu. İnsanlık çıkmazda idi. Erbakan’la “Adil Düzen”i ortaya koyduğumuzda bize yapılan zulüm bizi birbirimize bağlamıştı. Küçük bir başarı görülünce “Adil Düzen” unutuldu.

Demek ki bize baskı yapanlar bize yardım etmektedirler. Bir gün gelecek, Hazreti Yusuf’un kardeşleri gibi bize teslim olacaklardır. Onlarla birlikte “Adil Düzen”i kuracağız. Olaylar bizi üzmemeli, bilakis bir müjde olduğu için sevinmeliyiz.

Başka bir âyet de; Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf’u öldürmek veya kurda kuşa teslim etmek yerine kuyuya atma gibi bir şeyin akıllarına gelmesidir.

Demek ki kader ne ise karar ona göre verilir.

Sömürü sermayesi Türkiye hakkında karar alırken Türkiye’nin millî devlet olarak oluşmasına karar verdi. Dinsiz olduğu kanaatinde olunan Mustafa Kemal’i seçti. İnkılaplar yapmak üzere Türkiye’nin bağımsız devlet olmasını istedi. İkinci Cihan Savaşı’na sokmadı. Türkiye’den Hıristiyanları ayıkladı.

Sömürü sermayesinin hedefi neydi?

Bir Ortadoğu devleti kurulacak, bu bölgede devletler birliği kurulacak; bu arada  Türkiye silahlanacak, dinsiz olacak ve onun jandarmalığını yapacaktı.

Sonunda ne oldu?

Türkiye’de tarihin en saf İslâm devletinin oluşmasına imkan verildi.

Allah’ın dediği oldu.

Yeni dünya düzenini Türkiye kuracaktır.

Bizim orduya ihtiyacımız olduğu gibi yerli Yahudi sermayesine de ihtiyacımız vardır. Onların bize yaptığı zulmü unutacak, onlarla tüm insanlığa “Adil Düzen”i ulaştırmada dayanışma içinde olacağız. Bugün bize hasım olan, bize zulüm yapan lâikçiler de bizim yardımcımız olacaklardır, olabilirler.

Yardımcı olanlar kurtulacak, olmayanlar helâk olup gidecektir.

Erbakan, ‘Adil Düzen gelecektir; bu geliş kanlı mı olacak, kansız mı olacak, buna millet karar verecektir’ demiştir. Bu söze karşı, sanki biz onların kanını akıtacağız gibi bir yorum getirdiler. Hayır, biz kan akıtmayacağız. Biz iktidar olmadan kan akıtmayız. Kanla iktidar olmayız. Ama siz zalim düzenciler, siz birbirinizin kanlarını akıtacaksınız.

Birinci ve İkinci Cihan Savaşları size yeter ders olmuyor mu?

Şimdi biz sûrenin tefsirine devam edeceğiz. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin kuyu kararlarında ne gibi âyetler olduğunu Allah zamanla bize bildirecektir.

قَالُوا

(QAvLUv)

“Kavlettiler.”

Kavledenler kimlerdir?

Kavledenler Yusuf’un on kardeşidir. Çünkü Yusuf’un anasından da kardeşi olan Bünyamin aralarında yoktur. Babasına anlatır diye ona bunları açıklamadılar. Burada zamir hepsine değil de içlerinden bir kısmına gidebiliyor. “Kardeşlerine anlatma” derken kastettiği kardeşler içinde anadan da kardeş olan yoktu. Sadece öbürleri kastedilmişti. Bununla beraber anadan öz kardeşe anlat anlamı da çıkmaz. Böylece buradaki zamir oradaki kardeşlere gider.

Burada tartışılacak konu mahut olan bir kelimeye giden zamir mahut olana mı gider?

Biz kural olarak, bir kelime iade ediliyorsa, mahut olan kelimeden farklı mânâ kastediliyor diyoruz. Dolayısıyla Hazreti Yakub’un on bir kardeşine anlatma deyip burada on kardeşe zamir olarak gitmesini biz beliğ bulmuyoruz. Hazreti Yakub’un sakındırdığı kardeşler on kardeşidir. Öbür kardeş Hazreti Yusuf’a ihanet etmeyecektir. Ancak ona anlatabilirsin mânâsı da çıkmaz. Hazreti Yakup ihanet edecekler arasına anadan da kardeş olanı almamıştır diyoruz. Kur’an’da bu konudaki başka âyetler üzerinde durarak çalışma yapılırsa, bu husustaki bizim görüşümüzün isabeti ortaya çıkmış olur.

Burada kendilerine söylenenler zikredilmemektedir.

Bu “kavl” kelimesi bir veya iki mefullü olabilir. Ya kendi kendilerine dediler anlamındadır. Lamlı meful mahzuftur. Yahut “kavl” kelimesi tek mefullüdür. Lamla ikinci mefule taaddi etmektedir. “Qul” ile başlayan sûrelerde de aynı şekilde kural yapılabilir. Kendi kendine söyledi. Yahut sadece söyle denmiş olur.

Görüşmeler yapıyor, birbirlerine önerilerde bulunuyor ve kararlar alıyorlar.

لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ

(La YUvSUFu Va EPUvHu)

“Yusuf ve kardeşi”

Le” harfi ile başlıyorlar. Çünkü konu Yusuf ve kardeşidir.

Burada “Yusuf ve kardeşi” deniyor.

Yukarıda da kardeşlerine anlatma denmiştir.

Bu iki ifadeden açıkça anlaşılıyor ki kardeşlerden biri anadan da kardeştir. Babadan kardeşlerin içinde anadan da kardeş olanlar daha çok kardeş olacaklardır.

Miras âyetinde de buna benzer hükümler vardır. Babadan kardeşlerle anadan kardeşlerin mirası farklıdır. Hem anadan hem babadan kardeş olanların mirasında ise hem babadan gelen mirasa sahip olacaklar, hem anadan gelen mirasa sahip olacaklardır.

Fıkıhçılarla burada ayrılığımız vardır. Fıkıhçılar anadan kardeşleri ayrı, hem anadan hem babadan kardeşlerle babadan kardeşleri ayrı ve bir sayarlar. Biz buna iştirak etmiyoruz. Anadan kardeşler ananın payını, babadan kardeşler babanın payını paylaşırlar. Hem anadan hem babadan kardeşler ise iki taraftan da miras alırlar.

Yani “eh/kardeş” kelimesi üç mânâda müşterektir. Babadan kardeşlere denir. Anadan kardeşlere denir. Hem anadan hem babadan kardeşlere denir. Üçü de müşterektir. Karineyi maniaya gerek olmadan karineyi daiyye ile mana verilir.

Burada hem anadan hem babadan kardeş kastedilmektedir.

Anne baba genel olarak küçük çocukları çok severler. Baba Yusuf’u en çok sevmektedir, çünkü o en küçüktür. Sonra da anadan kardeşini sevmektedir, çünkü o da anadan son küçüktür. Burada Yusuf’un anasından başka eşleri olup olmadığından bahsedilmiyor. Kardeşler bir anadan mıdır, yoksa ayrı analardan mıdır, bahsedilmiyor. Ancak görülen rüyada yalnız ay ve güneşten bahsediliyor. Yani Mısır’a giden eş bir tanedir. Yoksa kardeşleri ile beraber onlar da gitmiş olacak, onlar da Yusuf’a secde edeceklerdi.

Biz Kur’an’dan zahiren anlaşılan mânâları veriyoruz. Rüya görüldüğü zaman diğer kardeşlerin anaları sağ değildir. Oysa Yusuf’un anası Mısır’a gitmiştir.

أَحَبُّ

(EaXabBu)  

“Daha muhabbetli.”

Yusuf ve kardeşi için “ehabbu” denmektedir. İsmi tafdildir. “Ehabba” denmesi gerekirken “ehabbu” denmiştir. Müfret getirilmiştir.

İsmi tafdillerin kullanış şekli üzerinde durulmalıdır. Önce kullanış şekli değişiktir. Harfi tarifle kullanılır. En mânâsında olur.

“El-ekber” demek en büyük demektir. İzafetle kullanılır, “ekberuna” denir, en yaşlımız anlamına gelir. Yine en büyüğümüz anlamına gelir. “Min” harfi ile geldiğinde daha mânâsınadır. “Ehabbu Minnâ” bizden daha sevgili anlamına gelir. “İlâ” ile taaddi etmiştir. “Habbe” kelimesinin “İlâ” ile kullanılmasıdır. Fail “İlâ” ile meful olmuştur. Aslında “Liebinâ” olması gerekirdi. “Babamız için Yusuf ve kardeşi bizden daha muhabbetlidir” deniyor. “Li” terk edilerek “İlâ” getirilmiştir. “Min”in mukabili “İlâ”dır. “Li”nin mukabili “Bi”dir. Bu sebeple “İlâ” gelmiştir. Yani babamız bizden çözülüp Yusuf ve kardeşine gitmiştir, onu sevmiştir. Yani daha önceleri bizi severken şimdi kardeşimizi sevmiştir.

Bu ifadede bir çelişme vardır demektir. Bu da saltanatın ve risaletin babadan oğula geçmesidir. Kur’an gelmeden önce risalet ve saltanat veraset yoluyla intikal ederdi. Çünkü o zaman aile dışında kişinin yetişebileceği bir eğitim müessesesi yoktu. Ülkenin veya risaletin parçalanmaması için en layık kim ise risalet veya saltanat ona intikal ederdi. Mirasçılar arasında bölüşülmezdi. Görünürde risalet Yakup’tan oğullarından birine geçecektir. Ama kime geçecektir? İşte o belli değildir. Kardeşler bunun için Yusuf’a hasım oluyorlar. Anaları da sağ olduğu için taht onlardan birine ait olacaktır. Risaleti halk babanın oğluna ikramı olarak görmektedir.

Kur’an gelene dek insanlık sadece aile eğitimine tâbi olmuştu. Bugün olduğu gibi haberleşme araçları yoktu. Basın yoktu, yayın yoktu, okullar yoktu. Ancak aile eğitimi sayesinde meslekler öğrenilebiliyordu. Her mesleğin bir ocağı vardı. Krallığın da ocağı vardı, peygamberliğin de ocağı vardı. İşte Hazreti İbrahim peygamber Mezopotamya uygarlığını dünyaya yaymakla görevli kılınan bir ailenim kurucusudur. Dünyadaki bütün uygarlıklar Mezopotamya’dan Sümer uygarlığı olarak yayılmıştır. Bu uygarlığı kuran Hazreti Nuh’tur. Bu uygarlığı dünyaya götüren ise Hazreti İbrahim’dir.

İşte Yakub’un çocukları İbrani uygarlığını oluşturmakla görevli kılınmış bir gruptur, bir aşirettir. Onlardan her biri peygamberliği beklemektedir. En küçük oğlu olan Yusuf’a bu görevin verileceği rüyası bunun için tehlikeli görülmüştür.

Şimdi sorulacak soru şudur:

- Kur’an’dan sonra da hanedanlık devam etmekte midir?

Topluluklar aşiretten/ocaktan başlamaktadır. Aşireti/ocağı kuranlar ilk eğitimi orada almışlardır. Aile eğitimi burada da yine etkin olacaktır. Diğer taraftan “hicret demokrasisi” daha kolay işlemektedir. Dolayısıyla aşiret başkanlığında soy veya vasiyetin geçerli olmasını doğru bulabiliriz. Merkez aşiretlerde ise aile eğitiminin yerini “resmi eğitim” alır. Merkez aşiretlerde şûra başkanları kendi başkanlarını kendileri seçerler. Sıralama usulü ile seçme en uygun bir seçim olmalıdır.

Diğer taraftan dayanışma ortaklıkları sorumluluklarının babadan oğula intikalinde bir mahzur yoktur. Sadece tahsil şartı getirilir. Çünkü burada hicret demokrasisi en kolay şekilde işlemektedir. Bucak başkanlarının, il başkanlarının, devlet başkanlarının ve insanlık başkanının ise veraset yoluyla değil de, sıralama yoluyla seçilmesi gerekir.

إِلَى أَبِينَا مِنَّا   

(EiLAy EaBIyNAv MınNAv)

“Babamıza bizden.”

Daha önce belirttiğimiz gibi “Min”in karşılığı “İlâ”dır, “Li”nin karşılığı “Bi”dir. Önce bizi sevdiği halde şimdi bizi sevmeyi bırakmış, Yusuf’u ve kardeşini sevmeye başlamıştır.

İşte burada hanedanlarda karşılaşılan taht kavgaları belirtiliyor.

Sahabeler arasında ilk başlayan ayrılık taht kavgaları şeklinde olmuştur. Hazreti Ali taraftarları Hazreti Ebu Bekir’in hilafetini tanımamışlar, Hazreti Ali’yi daha layık görmüşlerdir. Bu durum Hazreti Ali’nin halife olmasına kadar unutulmuş, Hazreti Ömer’in ve Hazreti Osman’ın halifeliği nizasız olmuştur. Hazreti Ali’nin halifeliği Emevi-Haşimi kavgasına dönüşmüş, sonra Abbasiler Haşimi olarak yönetimi sürdürmüşlerdir.

Osmanlıların sonuna kadar bu anlayış devam etmiştir.

Mustafa Kemal’in oğlu yoktu. İsmet İnönü’nün oğlu üzerinde durulmuş ama başarılı olunamamıştır. Osmanlılarda taht kavgalarının devlete zarar vermesini  önlemek için kardeşin öldürülmesi meşru sayılmıştır.  

Hanedanlıkta hüküm şöyledir.

Önce ehliyetli olmak gerekir. Bunun böyle olduğunu bize Yusuf kıssası öğretmektedir. Nebilik yetenekli olması nedeniyle en küçük kardeşe intikal etmiştir.

İkinci şart ise saltanatı veya risaleti bölüşme yerine, risaletin onlardan birine intikalidir. Bunu da yine Yusuf kıssasından öğreniyoruz.

Bu arada veraset de tercih sebebi olabilir.

Şunu bilmemiz gerekir ki, başkanlık hak değildir, görevdir. Görevde adalet sözkonusu değildir. Görev verasetle intikal etmez. Ancak ehliyet verasetiyle intikal etmiş olabilir. Bu husus iyi anlaşılmalıdır. Eğer görev verasetle intikal etseydi o zaman miras gibi taksim edilmiş olması gerekirdi.

Peki, intikal eden nedir?

İntikal eden bilgidir, beceridir.

Başka tercih imkanımız olmadığı zaman aile terbiyesi de tercih sebebi olabilir.

وَنَحْنُ عُصْبَةٌ  

(Va NaXNu GuÖBaTün)

“Oysa biz bir usbeyiz.”

Buradaki “Ve” vavı hâliyedir; “Kalu”daki zamirin hâlidir; “Minnâ”nın da hâli olabilir.

Biz usbeyiz” deniyor. “Usbe” kelimesi “asabe” anlamındadır. Yani soyuz demektir.

İbni Haldun devletin kurulmasını asabeye bağlamıştır. 20. yüzyıla kadar devletleri hanedanlar kuruyordu. 20. yüzyılda hanedanlık sona erdi. Yerini diktatörler almaya başladı. 21. yüzyılda parti başkanları yönetime hakim olmaya başladılar. Günümüzde hapse atılan kurucular halkına dayanarak hükümet olma dönemlerine girilmiştir.

Biz usbe olduğumuz halde babamız Yusuf ve kardeşine yönelmiştir.

Hazreti Yusuf’un nebi olmasıyla “usbe” kavramı değişmiştir.

Kalabalık olma ile değil, kalabalığın bir araya gelmesi ile başarıya ulaşılır.

Tarihte devletleri hanedanlar kurdukları halde, Türkiye Cumhuriyeti’ni askerler kurmuşlardır. Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’i desteklemesi ve diğer komutanların da ona uymaları sonunda bir asabe oluşmuş ve Türkiye Devleti kurulmuştur.

Biz bir usbeyiz” demeleri ile şunu anlıyoruz ki, onlar on kardeş olarak bir anadandırlar. Yoksa “usbe” kelimesi müfret gelmezdi. Biz bunu burada Kur’an’dan istidlâl ediyoruz. Bununla beraber, biz bir usbeyiz, bir babanın çocuklarıyız, Yusuf ve kardeşi de bizdendir mânâsı da çıkabilir. Yani biz tek usbeyiz. Ona rağmen babamız ayrıcalık yapıyor, onlara farklı muamele yapıyor mânâsı çıkabilir. Bu takdirde on kardeşin anneleri ayrı ayrı olabilir.

Burada önemli bir sorunla karşılaşıyoruz. Kur’an Arapçası kurallarına göre “Minnâ” yerine “Minküm” demesi gerekirdi. Çünkü ben ve sen Türkçede biz, Kur’an Arapçasında siz olarak ifade edilir. Eğer ben, sen ve o varsa, bunun için “Minküm” değil “Minnâ” getirilir. O halde burada “Minnâ” demek suretiyle Yusuf ve kardeşi de aralarına katmışlardır. Bu takdirde on kardeşin anneleri birden fazla olabilir. Zamirlerin kullanılması bir dildeki en zor durumdur. Kur’an baştan sona taranmalı ve kullanış şekilleri belirtilmelidir.

  إِنَّ أَبَانَا

(EinNa EaBAvNAv)  

“Babamız.”

Kur’an Arapçasına göre “Ebiküm” denmesi gerekirken “Ebana” denmiştir; yani bizim ve Yusuf ile kardeşimizin babası anlamındadır. Üçüncü şahıslar da karıştığı için “Ebana” denmiştir. Eğer “Ebiküm/babanız” denseydi sadece kendilerinin babası olur, Yusuf ve kardeşinin babası olmazdı.

Demek ki burada bir kural öğrenmiş oluyoruz. Ben ve sen “siz”; ben, sen ve o ise “biz” şeklinde ifade edilmiş olmaktadır. Burada kardeşlerin karşı çıktıkları babalarının ayrımcılık yapmalarıdır. Yoksa kardeşlerini de kendi seviyesinde görmeleri değildir.

Böyle düşündüğümüzde kardeşler hakları olan bir şeyleri istiyorlar. Haksızlık yapan babalarıdır. Çünkü çocukları arasında haksızlık yapmaktadır. Ne var ki duygular iradî değildir. Yani insanlar duygularından dolayı sorumlu olmayacaklar, duygularına göre hareket etmekten sorumlu olacaklar.

Burada kardeşlerin işlediği günah Yusuf’u kuyuya atmalarıdır, kıskanmaları değildir. Ona zarar vermeyip kuyuya atmaları da onların suçlarını hafifletmektedir.

لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8)

(La FIy WaLALın MuBIyNin)  

“Açık dalâlet içindedir.”

Beyan etmek” demek açıklamak demektir. Müteaddi fiildir. “Sonra beyanı bize aittir” cümlesinden beyanın müteaddi olması demektir. İf’al bâbından ibâne ise lazım bir fiil olmaktadır. Açık olma anlamına gelmektedir. Yani kurallara aykırı olarak ibâne müteaddi fiili lazım yapmıştır. Demek ki if’al bâbı lazımı müteaddi yapar ama müteaddiyi de lazım yapar.

Bu kuralın kural olup olmadığını ortaya koyabilmemiz için Kur’an’daki if’al bablarını bir araya getirerek mânâlandırmamız gerekmektedir.

Demek ki Arapça üzerinde daha çok çalışmamız gerekmektedir.

III. bin yıl uygarlığının Arapçaya katkısı Birinci Kur’an Uygarlığı kadar olacaktır.

Bu nasıl başarılacaktır?

Lütfi Hocaoğlu’nun önderliğinde yapılan çalışmalar sayesinde oluşacak Arapçanın bilgisayarlaştırılması ile ortaya çıkacaktır. Arapçaya dayanan muhasebe ile bilgisayara dayanan Arapça çalışmaları bizi III. bin yıl uygarlığına götürecektir. Bunun benimsenmesine belki de o arkadaşlar bile yetişmeyeceklerdir. Ama ekolümüz inşaallah ekol olacaktır; Sokrat ekolü ve Ebu Hanife ekolü gibi ekol olacaktır.

Mübin dalâlet içindedir.

Dalâlet” şaşkınlık demektir, ne yaptığını bilmeme demektir.

Kardeşler bu sözlerinde haklıdırlar. Yakup günah işlemektedir. Çocukları arasında ayırım yapmaktadır. Allah da ona bunun cezasını verecektir. Yusuf’undan yıllarca uzak kalacaktır. İşte, peygamberler de günah işlerler. Ne var ki cezalarını ya bu dünyada çekerler yahut âhirette affedilirler.

Hepimizin böyle işlediklerimiz günahlar vardır. Dünyadaki musibetler o günahlarımızın kefaretidir. Ayrıca bu dünyamız için de hayırdır.

Yakup peygamber ve bütün peygamberler bu dünyada büyük sıkıntılar görmüşlerdir. Bunlar sabretmişlerdir. Günahları affedilmiştir. Ayrıca dereceleri yükselmiştir.

Bu kural bütün mü’minler için hattâ bütün insanlar için geçerlidir.

Kelam ilminin en zor sorunu budur. Olan her şey hayırdır. Herkes kaderin çizgisi içinde amel edecektir. Ne var ki sonunda yaptıklarından mükafat ve mücazat görecektir. Biz bunu ancak niyetle çözüyoruz. Kişi kaderde ne ise onu yapar ama niyeti ne ise ona göre sevap veya günah işlemiş olur. Hepimizin hayatında günahlarımız vardır. Sevaplar günahları alıp götürür. O halde bizim yapacağımız tevbe edip sevaplarımızı artırmak olmalıdır. Günahlarımıza ağlayıp durmak ve ümidi kesmek yoktur.

Burada bize anlatılan peygamberlerin günahları vardır. Ama onların sevapları o kadar çoktur ki o günahlar yok gibidir. Yakup peygamberin çocuklardan birini daha çok sevme zellesine herkes düşebilir. Ancak bunu yaparken diğerlerine haksızlık yapacak bir tasarrufta bulunmasına izin vermez.

Evet, Yusuf kendi başarısı ile kardeşlerine başkan olmuştur, Yakub’un tayini ile olmamıştır. Demek ki hanedan içinde veya aşiret içinde başkanlık yarışı kişilerin kendilerine bırakılacaktır. Vasiyet edilmeyecektir. Vasiyet belki geçerlidir ama vasiyet etme meşru değildir.

Peki, aşiret başkanı olacaklar nasıl yarışacak, nasıl başarıya ulaşacaklardır?

Tarihte bu iki kardeş arasında veya kardeşler arasında savaş çıkar, sonunda halk bunlardan daha kabiliyetli kim ise onun etrafında toplanır ve böylece başkan seçilmiş olur.

Mustafa Kemal’den sonra İsmet İnönü böylece onun yerine oturmuştur. Celal Bayar oturmuş ama koltuğunu koruyamamıştır.

Demek ki Yakup aleyhisselâmın kardeşlere müdahale etmemesi ve işi oluruna bırakması bundandır.

Yarışı iki şekilde yapabiliriz.

Biri savaştır. Galip gelen yarışı kazanmış olur.

Hakkı üstün tutan düzenlerde buna izin verilemez. Adil Düzene göre yarış biat yoluyla olur. Başkan adayına halk biat eder. Böylece birden fazla adaylar ortaya çıkar. Yüzde beşten az biat alanlar elenmiş olur. Yüzde beşten fazla biat alanlar toplanıp sıralama yaparlar. Sıraların tersleri alınır ve biat edenlerin sayısı ile çarpılır. Toplanır. En fazla derece alan başkan olur.

Bundan sonra ne olur?

Yeni başkanın başkanlığını kabul etmeyen eğer yeter ekseriyet bulmuşsa bu da yüzde otuzdur, ayrılır ve kendisi ayrı topluluk oluşturur. Kamuya ait paylar bölüştürülür. Buradan isteyenler yine ayrılabilir, hicret edebilirler. Ne var ki kamuya ait varlıktan pay alma hakkına sahip değildirler. Eğer hiçbirisi yüzde asgari sayıyı bulamazsa, o zaman o kuruluş dağılır. Kimler nereye giderlerse kamu malları da oraya intikal eder.

Aşiretlerde bu oluş kolaydır.

Bucak ve daha merkezi kuruluşlarda bu iş zorlaşır.

İnsanlar bu konuda sıralama usulünü kullanırlar.

***

اقْتُلُوا يُوسُفَ

(EuQTuLUv YuvSuFa)  

“Yusuf’u katledelim.”

Burada “siz” sigası kullanılmıştır. Bugünkü dillerde bunun yerine “biz” kullanılır. “Biz bunu yapalım” derken, Kur’an Arapçasında “siz bunu yapın” denmiş olur.

Yukarıdaki “Minnâ” ifadesi burada açıklanmış olmaktadır.

Yani “biz” deyince Yusuf ve kardeşi de dahildir.

Yusuf” kelimesi tekrar edilmiştir. Kardeşine dokunmayalım. “Yusuf’u öldürelim” diyorlar. Kardeşini öldürmekten bahsetmiyorlar. Çünkü babası esas itibariyle Yusuf’u sevmektedir. Bunun sebebi, Yusuf en küçüktür, ondan dolayı onu sevmektedir. Babalık hisleri bunu telkin etmektedir. Yusuf olmayınca kardeşi tek kalacaktır.

Yusuf’un burada zikredilmiş olmasının sebebi kardeşi ile karıştırılmamasıdır. Bu durum başka âyette ortaya çıkmaktadır. Yusuf’a hasımlıkları ilâhi telkinle olmaktadır. Yoksa kardeşi için de benzeri düşüncelere sahip olurlardı. Demek ki o duyguları oluşturan Allah’tır.

Yusuf’la beraber kardeşi de Mısır’a gidebilirdi. O zaman kardeşi yeter derecede büyük olduğu için Kenan ilini hatırlayacak, belki de kaçacaklardı. Yusuf’un tek başına gitmesi gerekiyordu. Onun için de onlar yalnız Yusuf üzerinde duruyorlardı.

Burada şu sorulur:  

-Yusuf babasını dinledi de kardeşlerine rüyasını anlatmadı mı? Yoksa rüyasını anlattı da o sebeple bu keydi tasarlama durumunda mı kaldılar? Âyetten bunu nasıl istidlâl edeceğiz?

“Fa” veya “Ve” harfi ile başlasaydı Yusuf rüyasını anlatmış, o sebeple bunu söylemiş olurlardı. “Ve” harfi veya “Fa” harfi mahzufa atfolurdu. O halde âyetten anladığımıza göre Yusuf rüyasını kardeşlerine anlatmadı. Ama kardeşleri yine de Yusuf için öyle düşündüler. Yani rüya kardeşler içindir. Başkaları için bir anlam taşımaz.

أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا

(EV EiORaXUHUv EaRWan)

“Yahut onu bir yere atalım.”

Tarh etmek” bir yere atmak demektir. “Remy etmek” bir şeyi atmaktır. “Tarh etme” ise bir yere atmadır. “Nefy etmek” sürmek demektir. Mefulü nefy edilendir. “Min” ve “İlâ” ile bir yerden sürmek veya bir yere sürmektir. “Tarh” ise iki meful almaktadır. Bir şeyi bir yere atmak demektir. Bugün Araplar ve Osmanlılar çıkarma yerine tarhı kullanmaktadır.

Toplamak eklemektir, ziyade etmektir. Çıkarma ise tenkis olabilir. Ziyade etmek ve noksan etmek. Cem kelimesinin karşılığı tefriktir. Cem etmek, ayrı ayrı olanları birleştirmek demektir. Ziyade etmek, denk bir şeye bir şeyi katmak demektir. Ziyadenin karşılığı tenkistir. O halde cem ve tarh kelimeleri hatalı kullanılmaktadır. Kur’an’ın ifadesinde ise ziyade kelimesi vardır. “Ve” harfi ile ifade edilmektedir.

Bağdat Arapçası ve İstanbul Arapçası Kur’an Arapçası değildir.

Bizim ilmî terminolojileri üretirken Kur’an Arapçasını ve Kur’an’daki kullanılış şekilleri ile üretmemiz gerekmektedir.

Kimyada boş olan bir yörüngeyi doldururken tarh kelimesini kullanabiliriz.

Burada “onu bir yere tarh edelim” diyorlar. Arapça “siz” kelimesini kullanıyorlar ama Kur’an Arapçası ile “biz” demektir. Burada böylece anlaşma sağlanmıştır. Önce öldürmeden başlasalar belki birlik sağlanamayacaktır.

Erbakan hükümet kurmasaydı ordu AK Parti’nin iktidarına razı olmazdı. Onun için bir şeyin olmasını istiyorsanız aşırısını teklif edecek, onu savunacaksınız. O doğru olmalı ama gerçekleştirmek istediğinizin o olmadığını bilmelisiniz.

Biz “Adil Düzen”de en ilerisini öneriyoruz. Böylece yavaş yavaş onları ortaya getiriyoruz. Kur’an gelmeden önce tüm insanlığa İncil geldi. Hıristiyanlık ve Budizm insanlığı insanlık idealine alıştırdı, birtakım tavizlerle alıştırdı. Sonunda ideal yapısı ile Kur’an geldi. “Birinci Kur’an Uygarlığı”nın yorumu ile insanlık Kur’an hükümlerine yaklaştırıldı. Şimdi “İkinci Kur’an Uygarlığı”nda “Adil Düzen”e ve “Kur’an düzeni”ne daha çok yaklaşılacaktır. İleride daha da yaklaşacaktır. Bizim aşırı olduğumuzu söyleyip kendilerini akıllı zannedenler vardır. Oysa bizim aşırlığımız olmasaydı ne Demirel, ne Özal, ne de Erdoğan oralarda oturup iktidar olamazlardı. İşte bu âyet bize bu kanunu öğretmektedir.

يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ

(YaPLu LaKuM VaCHu EaBIyKuM)

“Babamızın vechi bize hali kalsın.”

Tarih boyunca toplulukları yöneten iki şey olmuştur; kılıç ve kalem. Büyük uygarlık kuran topluluklar hep kılıçla kalemi birleştirenlerdir.

Ordu ile üniversite bir araya gelmelidir, ulusla bütünleşmelidir. İşte o zaman devletimiz muasır medeniyetin fevkine çıkmalıdır. Bir parti kurulmalıdır. Bu parti “Adil Düzen Partisi” olmalıdır. Bu şekilde anlaşmış ordu ile üniversitenin desteklediği parti geleceğin partisidir. AK Parti yerine o gelecektir. Bunun için emekli askerlerle öğretim üyeleri birleşip parti kurmalıdırlar. Bunlar Batı’nın esiri ve onlardan korkan bir parti olmamalıdır. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmamalıdır.

Oysa onlar da Yusuf’un kardeşleri gibi düşünüyorlar...

Üniversite ile ordu birleşmiş, dışarının istediği şekilde ülkemizde din düşmanlığı yapmışlardır. Böylece “Adil Düzen”e mani olacaklarını sanmışlardır.

Başaramadılar.

Ordu millî iradeye dönmüştür.

Üniversite de millî iradeye karşı olmaktan vazgeçmiştir.

Bugün yargı direnmektedir. Gücünü nerden alıyor? Onu düşünemiyor.

Üniversite gücünü ilimden, ordu gücünü silahtan alıyor.

Yargı gücünü nereden alıyor da millî iradeye direniyor?

Dışarıdan, batıcılıktan alıyor!

Evet, biz galip geleceğiz, Batı mağlup olacaktır.

Yargı kurum değildir. Yargı devlet kurumudur. Kararları hakemler vermelidir.

Yusuf’un hikâyesinde güçlü kimdir?

Usbe olanlardır.

Sonunda kim galip gelmiştir?

Yusuf galip gelmiştir. Yusuf savaşla muzaffer olmamıştır. Takdiri ilâhiye teslim olmakla başarıya ulaşmıştır. Hak düzeni er geç dünyaya hakim olacaktır. Direnenler mağlup olacak, teslim olacaklardır. İşte Yusuf’un kıssasındaki âyet budur. Kalem kılıcı yenecektir. Er geç kalem kılıcı dize getirecektir. Sahte kalemlerden bahsetmiyoruz. Gerçek alimlerden bahsediyoruz. Kimlerdir bunlar? Batı’nın matematiğini öğrenenlerdir. Müsbet ilimler onunla bilinecektir. Doğunun Arapçasını öğrenenlerdir. Hak düzenin kurallarını ondan öğreneceklerdir. Kur’an’ı onlar anlayacaklardır. İşte o alimleri temsil eden kalem galip gelecektir. Kalemle öğretmiştir.

.  وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ  

(Va TaKUvNUv MiN BaGDiHİy)

“Ondan sonra olursunuz.”

İki görüş vardır.

Birinci görüşe göre kötülük giderse iyilik kendiliğinden gelir. Bu Marx’ın görüşüdür. Marx buna bir şey daha ilave ediyor. Kötülüğün gitmesi için bir defa kötülük yapmak da gerekir. Kötüler kötülükle yok edilebilir.

İkinci görüşe göre ise iyilik gelirse kötülük kendiliğinden gider. Mum yakılırsa karanlıklar yok olur. Kötüleri yok etmek iyiliğin gelmesi için yeterli değildir. Bir kötülük gider, yerine başka kötülük gelir. O halde bizim yapacağımız şey iyiliği getirmedir.

İyiliğin gelmesini önlemek isteyenler olacaktır. Onlarla cihat etmeliyiz. İyiliği yok etmek isteyenler olacaktır. Onlarla savaşmalıyız.

İşte Yusuf ve kardeşleri arasında böyle metot farkı vardır. Kardeşlerine göre bir defaya mahsus olmak üzere kötülük yapılacak, sonra kendiliğinden işler düzelecektir.

Marx’ın sosyalistlerin ve inkılap yapanların hep takip ettikleri usul bu olmuştur. Başarıya ulaşmamışlardır.

Mustafa Kemal 1923’te; muasır medeniyetin bütün icapları yerine getirilecektir demiş ve on yıllık inkılapları baskı içinde yapmıştır. 1933’te; size vaat ettiklerimin hepsini yerine getirdim ama işimiz bitmemiştir, daha yapacaklarımız var demiştir. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir demiştir.

Mustafa Kemal inkılaplarla işin bitmediğini bilmekte, aydınlık için mum yakmaktadır. İlim meşalesiyle yola çıkmaktadır.

Ne var ki seksen yıldır müsbet ilim öğrenilememiş, muasır medeniyetin fevkine çıkma ise artık anılmaz olmuştur.

Biz şimdi Mustafa Kemal’in eksik bıraktığı şeyi tamamlıyoruz. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilim ve Kur’an’dır. Müsbet ilim güçtür. Kur’an ise haktır. El ele tutunca işte o zaman muasır medeniyetin fevkine çıkılabilir.

قَوْمًا صَالِحِينَ(9)

(QaVMan ÖAvLiXIyNa)

“Salih kavm olursunuz.”

Marx öyle diyordu. İnsanları ifsat eden ırktır, dindir, mülkiyettir ve ailedir. Zorba devlet kurulmalı ve silah zoru ile bunlar yok edilmeli. Sonra dünya cennet olur. İnsanlar artık kötülük işlemez olurlar. Onun dedikleri denenmiş ama deneme başarısız olmuştur. Kırk milyon insan öldürülmüştür ama insan yine her zamanki insan olarak kalmıştır. Yeryüzü cennet olmamıştır. Buradaki “sonra salih kavm olursunuz” ifadesi Marx’ın da kullandığı bir sözdür. Onun izinde olanlar da benzerini söylemişlerdir.

Kavm” kelimesi burada kullanılmıştır. Tüzel kişiliği olan topluluğun ortak adıdır. Ayrıca şa’bin üstündeki topluluğun adıdır. İkisi arasında müşterektir. Karine ile bunu bilebiliriz.

Bununla beraber İsrail oğullarının ileride bir kavm olacakları da bildirilmiş olmaktadır. Bugün yeryüzünde on milyon civarındadırlar. İsrail’de beş milyon toplanmıştır. Ancak gelecekte İsrail topraklarına mâlik olacaklardır. Dünya ticaretinin merkezi oraya kayacak ve otuz milyonu geçerek bir ulus olacaklardır mânâsını da çıkarabiliriz. Bu durum şimdi onların mağlup olacakları ile çelişmez. İlerisini ifade etmektedir.

***

قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ

(QAvLa QAEiLun MiNHuM)

“Onlardan söyleyen biri dedi ki.”

Bir toplulukta bir şey müzakere edilirken içlerinden birinin aklına bir fikir gelir. O onu söyler. Diğerleri de ona uyar. Bunu bilen birçok kimseler karar verdikleri bir hükmü topluluğa aldırarak herkesi o konuda bağlamak isterler. Bunun için toplantı yaparlar. Birini görevlendirirler ve o onu ortaya fikir olarak atar. Diğer görevliler de onu onaylar. Diğer insanlar ses çıkarmaz. Oldu bitti yapılarak karar bağlanmış olur.

Bu tertipli toplantılarda durum böyle olduğu gibi tertipsiz toplantılarda da toplu karar böyle alınır. Biri söyler, diğerleri düşünmeden uyarlar veya reddederler. Sonunda karar alınmış veya alınmamış olur.

O halde ne yapılmalıdır?

Bunun için şeriatta istişare kuralları belirtilmiştir.

İstişareye katılanlardan fikirleri etkili olmayanlar sağdan oturmaya başlarlar. En etkin olan kişi başkanın solunda oturur. Başkan kendi fikirlerini belirtmeden soruyu ortaya koyar ve konuşanlar sağdan itibaren sırayla fikirlerini belirtmiş olurlar. En etkin kişi en sonunda konuşur. Kararını etkileyerek değil etkilenerek verir. Başkanın kanaati hâsıl olmuşsa kendisi kararını verir; kanaati hâsıl olmamışsa ikinci tura başlanır. Başkan kararı verdikten sonra istişare biter. Topluluk dağılır. Karardan sonra o mecliste kimse konuşmaz. Başkanın kararına katılmayanlar hakemlere gidebilirler. Karara itiraz edilmediği takdirde kesinleşir.

Buradaki Yusuf kıssasında istişare edilirken bir başkan yoktur. Dolayısıyla karar gelişigüzel alınmıştır. Geçici toplantı yapılmışsa karardan önce bir başkan seçilmelidir. Oturumu ve uygulamayı o yapmalıdır. Burada “bir kail” denmiş, herhangi birisi demiştir.

لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ

(Lav TaQTuLUv YuSUvFa)

“Yusuf’u katletmeyelim.”

Burada karar ittifakla alınmalıdır. Yoksa muhalif olan deşifre eder.

İttifakın sağlanması için ikinci kişi Yusuf’u katletmeyelim teklifi ile Yusuf’u korumuş olabilir. Yahut kararı hafifletme amacıyla böyle söylemiştir.

Genel olarak bu tür karar önce iki kişi arasında alınır.

Bir gece bacanak olan Gorbaçov (Rus lider Mihail Gorbaçov) ve Şevartnatze (Gürcü lideri Edvard Şevartnatze) ev sohbetindedir. Şevartnatze ‘Sovyet/SSCB yöntemini değiştirelim’ der. Gorbaçov, ‘bize bunun için yüz milyar dolar gerekir’ der. Şevartnatze ABD’ye gider ama yüz milyar doları bulamaz. Almanya’da Helmut Kohl kendisi yüz milyar doları vermeyi önerir ve SSCB’de iki liderin düşündüğü değişme olur.

İşte burada da Hazreti Yusuf’un kuyuya atılması baştan kararlaştırılmıştır. Bunu kararlaştıranların diğer kardeşlerin olurunu almaları gerekmektedir. Yusuf’un anadan kardeşi bunlar arasında yoktur. Nerededir? Yusuf’tan küçük olduğu için katılmamış olabilir. Yahut bu görüşmeler Yusuf ve kardeşinden saklanarak yapılmıştır. Kuyuya atılmasından da kardeşinin haberi olmayabilir. Ya onlarla beraber yoktu, yahut ondan gizli  gerçekleştirildi.

وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ

(Va EaLQUvHUv FIy ĞaYAvBaTı eLCubBi)

“Onu cubbun gayabetine ilka ediniz.”

Kail böyle yapılmasını öneriyor. Bu en kolay işlemdir. Kuyuya konacak. Çocuk ölmeyecektir. Onu oradan alanlar kimlerden aldıklarını bilmeyecekler. Böylece olay gizlenmiş olacaktır. Onu bulanlar onu satacakları için memnun olacaklardır. Dolayısıyla onlar da bunu yapmayacaklardır.

Yusuf onlara olayları anlatmayacak mıdır?

Anlatmayacaktır, çünkü kervanın dilini bilmeyecektir. Mısır’a götürülüp satılacaktır. Dili öğreninceye kadar oraya uyum sağlayacaktır. Nerden geldiğini artık Mısırlılara anlatmayacaktır.

Burada iki kelime geçmektedir.

Gayabet” derinliğinde demektir. Yukarıdan bakıldığı zaman ulaşılması mümkün olmayan kuyu demektir. Kuyular açılır ve su bulunan yerde bir seki yapılır. Sonra daha dar kuyu kazılır. Su oradan alınır. Böyle kuyuya “cubb” denmiş olabilir. Çünkü kuyuya koyarken ona zarar gelmeyeceğini bilmektedirler. Suyun içine konsa helâk olacağından emniyette olunmazdı. “Birr” denmeyip “cubb” denmiş olması bundan olabilir.

Türkçe “cübbe” kelimesi dışarıda giyilen örtüdür. Kuyunun çevresi duvarla çevrilir. Suya kadar onunla inilir. İnildiği yerde bir seki vardır, orada durulur. Oradan asıl su alınır. İşte bu kuyunun adı “cubb”dur.

Yusuf’un kardeşleri bu kuyuyu bilmektedirler. Burada “cubb” marifedir. Bilinen bir kuyuya koyacaklardır. “Gayabet” demek görünmeyen yer olduğuna göre, Yusuf buraya konuyor. Burada yapılan nedir? Yusuf daha sonra ortaya çıksın ama nerden geldiği, bunu kimin yaptığı bilinmesin, yapanlar bulunmasın.

يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ

(YaLTaQıOHu BaGDu elSayYARaTi)

“Seyyarenin bazısı onu iltikat etsin.”

Seyyare” marifedir. Bilinen kervan demektir. Oradan devamlı gelip geçmekte olan kervan bilinmektedir. “Bazı” kelimesini kullanmasından anlaşılıyor ki, o kervandan bir grubun iltikat etmesi düşünülüyor.

Buradan hangi seyyare geçmektedir?

Mısır’a giden seyyare geçmektedir. Mısır büyük devlettir. Mısır sosyalizmle yönetilen bir devlettir. Nil sayesinde zengin bir ülkedir. Halk oraya ürünlerini götürür ve oradan bazı mamulleri alır, ülkesine getirir. Bilinen yolcu kafilesi buradan gelip geçmektedir. Kafilenin tamamı geçmeyeceğine göre “bazı” kelimesi kullanılmıştır.

Burada sorunlar çözülmektedir. Yusuf’un Mısır’a götürülüp satılacağı bilinmektedir.

Mısır’dan dönenler de alabilirler. O takdirde nereye götürülecektir?

Kervan belli günlerde gelip geçer. Yolcular böylece bu kervana katılırlar. O halde Yusuf’un kardeşleri Mısır’a giden kafilenin Yusuf’u alacaklarını bilmektedir. Kendilerini gizlemektedirler ama Yusuf Mısır’a gönderilmektedir.

إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10)

(EiN KunTuM FAvGıLIyNa)

“Fail iseniz böyle yapın.”

Sözcü bu olaya taraftar değildir. Ama kardeşleri ile de cepheleşmek istememektedir. Öldürmelerine izin vermemektedir. Ama kuyuya atılmasına razı olmaktadır.

Burada kail sadece izin vermekle kalmıyor. İşin yürütülmesi için gerekli yolu da göstermektedir. Böylece öldürme kararlarından vazgeçirmektedir.

İşte burada insanların nasıl kararlar aldığı anlatılmaktadır. Hayatımız böyle kararlarla doludur. Bu kararlar çoğu zaman o anda alınan kararlarla yapılmaktadır.

Birçok kimse istemediği halde topluluktan kopmak istemez. Onların içinde kalır. Yapabildiğini yapar. Biz de bir memlekette kalırken düsturumuz bu olmalıdır. Ülkeyi terk edip gittiğimiz zaman ülke kötülüklere daha çok sürüklenir. İlişkiyi koparmadan adım adım hedefe yaklaşıyoruz.

Biz 1960’larda başlayan faaliyetlerde mevcut düzenle ipi koparmadık. Onların zulümlerine dayandık. Onları yavaş yavaş bugünkü hâle getirdik.

Bugün AK Parti iktidarı da böyle bir geçişin bir adımıdır.

Halk bu sayede yavaş yavaş “Adil Düzen”i sindirecek hâle geliyor.

“Adil Düzen”e varmamız için onu öğrenmemiz ve örnek uygulama yapmamız kalmıştır.

Bu birlik ve beraberlik korunduğu için sonra Mısır’da bunlar bir ulusun temelini atacaklardır. Eğer o gün bunlara karşı gelseydiler bu birlik sağlanamazdı. Hazreti Yakup da oğulları ile bozuşacaktı.

Biz de böyle yaptık, bugüne kadar bize karşı olan ordumuza biz karşı olmadık. Sonunda bizimle birlikte uygulamalar oldu, bugünkü hâle geldik.

Olayları sabırla beklememiz gerekir.

 

Özel Not ve Dua Talebi: Bilenler biliyor… 550’inci bu seminer notları, bundan önceki 549 seminer notlarına nisbetle çok daha zor şartlarda hazırlandı… Özellikle bundan sonrası için dualarınızı bekliyoruz   RNE

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2593 Okunma
2-YUSUF 4-7
3155 Okunma
3-YUSUF 8-10
2503 Okunma
4-YUSUF 11-15
2056 Okunma
5-YUSUF 16-19
1980 Okunma
6-YUSUF 20-22
2318 Okunma
7-YUSUF 23-24
4279 Okunma
8-YUSUF 25-28
2353 Okunma
9-YUSUF 29-31
2169 Okunma
10-YUSUF 32-34
1938 Okunma
11-YUSUF 35-37
2397 Okunma
12-YUSUF 38-40
2241 Okunma
13-YUSUF 41-42
2993 Okunma
14-YUSUF 43-45
3788 Okunma
15-YUSUF 46-49
2167 Okunma
16-YUSUF 50-53
2201 Okunma
17-YUSUF 54-57
1897 Okunma
18-YUSUF 58-62
1921 Okunma
19-YUSUF 63-65
2065 Okunma
20-YUSUF 66-67
1930 Okunma
21-YUSUF 68-69
2305 Okunma
22-YUSUF 70-74
2264 Okunma
23-YUSUF 75-76
2442 Okunma
24-YUSUF 77-79
1970 Okunma
25-yusuf 80-82
1803 Okunma
26-yusuf 83-86
2005 Okunma
27-YUSUF 87-90
2099 Okunma
28-YUSUF 91-98
2259 Okunma
29-YUSUF 99-101
1861 Okunma
30-YUSUF 102-107
2277 Okunma
31-YUSUF 108-110
1950 Okunma
32-YUSUF 111
2041 Okunma

© 2024 - Akevler