YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
2395 Okunma
YUSUF 35-37

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 11

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَأَوْا الْآيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّى حِينٍ(35) وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ قَالَ أَحَدُهُمَا إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا وَقَالَ الْآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ(36) قَالَ لَا يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ إِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ أَنْ يَأْتِيَكُمَا ذَلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ(37)

 

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ

(ÇümMa BaDAy LaHuM)

“Sonra onlara bedvetti.”

Sonra baştan i’raz et dedi, şahit öyle karar verdi. Ne var ki dedikodu yayıldı, çevrede duyuldu. Kadınlar toplandı. Konuşmalar oldu. Bu konuşulanlar yayıldı. Sonra yeniden istişare ettiler, görüştüler ve eski kararlardan sonra kararlarını değiştirdiler.

Burada olayları kapatma çabası vardır. Allah’tan korkmayıp insanlardan korkmak ve onu gizleme çabası insanlarda yaygındır.

Bu hususta en çok korunmuş olan Hazreti Muhammed’dir. Hiçbir olayı halktan gizleme ihtiyacı duymamıştır. Kendisi açıklamasa bile Kur’an ortaya koymuştur.

Biz kendi hayatımızda bunu ne kadar başarıyoruz. Birisiyle konuştuğunuz zaman, ‘bu duyulmasın’ der. Bazen siz bile bunu söylersiniz.  

İşte burada bu yapılmaktadır. Olayı halka olduğundan başka türlü göstermek için kişi hapishaneye atılabiliyor. Hattâ daha fazla kötülükler de yapılabiliyor.

Bedâ Lehum” onlara öyle göründü.

“Badiye” açık alan, çöl demektir, alabildiğine  görünen demektir.

Görüşme sonunda bir karara varıyorlar. Karar onlara açıkça doğru göründü, sorunlarını çözdüler demektir.

Lehüm/Onlara” tabiriyle, ikiden fazla insan kastedilmektedir. Bunların içinde kadın ve kadınlar yoktur, kocası ve şahit vardır. Başka kimseler de katılmıştır.

Hapsetmeye kim karar verir, nasıl karar verilir?

Bugünkü Türkiye’de hapsedilmesini savcı teklif eder, hakim karar verir.

Onlarda yani eski Mısır’da durum nasıldır?

Bu hususta burada belirlilik yoktur. Ancak “Hüm/onlar” zamirinden, orada hapse girmek için belli şeklî muamelenin olduğu anlaşılıyor. Anlaşılan hapsedilmesini uygun görünce şikayet ediliyor ve yetkililer onu hapse alıyorlar.

Bugün tutuklama, yakalama, gözaltına alma ve hapse alma gibi değişik merhaleler mevcuttur.  

İki çeşit yönetim vardır. Hak yönetimi ve kuvvet yönetimi.

Hak yönetiminde mağdur olanlar hakemlere başvururlar. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Baş hakemi hakemler seçer. Bunlar soruşturmacıların soruşturmasını yeterli görürler. Duruşmada soruşturmacılar beyan ederler. Hakemler de kararlarını verirler. Sonra siyasi güç hakemlerin kararlarını infaz eder. Burada herhangi siyaset yoktur. Siyasi sebeple insanlar hapse gönderilmez veya dayak atılmaz. Gizli bir şey yoktur.

Bazen hukuk düzeni güvenliği sağlamayabilir. O zaman sıkıyönetim ilan edilir. O şartlar altında hukuk düzeni değil de kuvvet düzeni geçerli olur. Orada komutan gerekli siyasi davranışlar da yapabilir. Ama hukuk düzeninde bu olmaz.

Oysa kuvvet düzeninde devamlı askeri düzen vardır. Yöneticiler gerekli gördüklerine siyaset yaparlar, adil olmasa da hapse gönderir ve öldürürler.

İşte derin devlet anlayışı buradan doğmaktadır.

“Adil Düzen” gelmedikçe, derin devlet olmadan devlet yaşamaz.

Mısır uzun zaman kuvvet düzeni içinde varlığını sürdürmüştür.

Hazreti Yusuf kendi aşiretine yalnız hukuk düzeni kurallarını değil, aynı zamanda askeri düzen kurallarını da öğretecektir. Bunun en ileri olduğu ülke Mısır’dır. Orada bu eğitimi de almaktadır. Savaşta ve sıkıyönetim hallerinde askeri düzen uygulanacaktır.

مِنْ بَعْدِ مَا رَأَوْا الْآيَاتِ

(Min BaGDi MAv RaEaVu eLEavYAvTı)

“Âyetleri görmelerinin arkasından.”

Âyât” deliller demektir. Gerek şahidin şehadeti gerekse kadınların gördükleri ile anlaşılıyor ki, -zaten kadın da itiraf etmektedir- Hazreti Yusuf’ta hiçbir hata yoktur. Suç tamamen kadındadır.

“Âyât” burada marife/belirli ve çoğul gelmiştir. Gömleğin yırtılması, kadınların ellerini ısırması veya kesmesi. Kadının itirafları. Bütün bunlar Hazreti Yusuf’un masumiyetine delil teşkil eder. Bundan tamamen haberdar olmuşlardır.

Âyât” kelimesi kurallı dişi çoğul gelmiştir. O halde deliller birbirini tamamlamıştır. Karar bir bütün olarak verileri gerektirir. İçtihatta da böyledir. Tek başına bir âyetle, bir hadisle amel edilemez. Âyetler, hadisler, icmalar ve istihsan birlikte düşünülür; o âyât olur. Hüküm ona göre verilir. Bununla beraber her delilden bağımsız olarak hükümler çıkarılır, ondan sonra birlikte değerlendirilir.

Hazreti Yusuf’un suçsuz olduğu açıkça değişik delillerle ortaya çıktığı halde, onlar yine de Hazreti Yusuf’u hapse atmayı uygun görmektedirler.

Kuvvet düzeninde düzen başka türlü korunamaz. Mısır’ın düzeni için buna gerek vardır. Çünkü Mısır’da düzen kuvvetle sağlanmaktadır, yani insanlar korkutularak sağlanmaktadır. Hukukla sağlanmamaktadır. Halk hakka değil kuvvete inanmaktadır. Yöneticilerin zafiyeti kuvveti zayıflayınca halkın onlara olan saygınlığını yitirmeleridir.

Oysa hak düzeninde insanlar kuvvete değil hakka inanmaktadır. Haklı olan ‘haklı isem ben güçlüyüm’ diyor. Çünkü devlet haklının yanındadır. Haklı olduğu da hakemlerden oluşmuş yargı ile belirlenmektedir. Kişi kendi seçtiği hakeme inanmaktadır. Dolayısıyla adil yargıyı oluşturma ve adil olma durumundadır.

Bugün Türkiye’de de yöneticiler hukuk dışına çıkmakta iseler, bunda zaruret vardır. “Adil Düzen” gelmedikçe bunlar olacaktır. Bu sebeple diyoruz ki, bakan veya orgeneral seviyesine yükselenler artık muhakeme edilmemelidir. Suçlular yine askeri yöntemle cezalandırılır ve etkisiz hâle getirilebilir. Nitekim Balyoz ve Ergenekon davalarında durum böyledir. Ama bunlar sivil mahkemelerde muhakeme edilemez, mahkum edilemez.

Biz bunları söylerken akrabalarımızı korumuyoruz.

Devletin korunması için böyle olması gerektiğini söylüyoruz.

Bize kulak vermeyenler sonunda kendileri zararlı çıkarlar.

Biz bunları kendiliğimizden söylemiyoruz.

لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّى حِينٍ (35)

(La YaSCuNanNaHUv XatTAy XIyNın)

“Bir hîne kadar onu tescin ederler.”

Bir zamana kadar onu hapse atmalıdırlar. Başka çaresi yoktur.

Hîn” burada nekredir. Hapishanede ne kadar kalacağı belli değildir. Bu konuşmalar ortadan kayboluncaya kadar hapishanede kalması uygun görülmüştür.

Bugün de böyledir. Kişiler gözaltına alınır. Dava sürer. Kişi hapishanede kalır. Sonra beraat eder ve çıkar. Bediüzzaman’a mahkemede ‘Sabıkan var mı?’ diye sorarlar, o da der ki; ‘Ben bir gün bile mahkeme kararı ile mahkum olmadım ama 27 senelik zulmün mahkumuyum!’ O zaman 163’üncü madde yoktu. Kanunlara öyle saçma maddeler konmamıştı. Ama bunların da baskı altına alınması gerekiyordu. Bunun için böyle hapsedilmesi ve toplumdan tecrit edilmesi uygun görülenler 27 sene mahkumiyetsiz hapsedilirler, sonra da beraat ederlerdi! Hakimlere baskı yoktu. Savcılar bu işi ayarlarlardı.

Bitti mi?

Hayır! Bugün de aynı mekanizma devam ediyor.

“Adil Düzen” gelmedikçe başka türlü düzen kurulamaz, güven sağlanamaz.

Kuvvet düzeninde dokunulmazlık zorunludur. Yalnız milletvekili dokunulmazlığı değil, memur dokunulmazlığı da zorunludur. Halk Partisi memur dokunulmazlığına dokunmuyor, çünkü memurlar onun tarafı. Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını istiyor. Neden? Nasılsa ona memurlar dokunmayacaklar, diğer partiler haklı da olsa bertaraf edilecekler. Burada Halk Partisi’ni de suçlayamayız. Madem kuvveti var, kuvvet düzeninde onu kullanacak. Biz ise “hak düzeni”nin, “barış düzeni”nin, “adalet düzeni”nin, yani “Adil Düzen”in gelmesini savunuyoruz. Kur’an bunu savunuyor.

Bugün de sanık hapsedilmez, ama eğer kaçacaksa ve eğer deliller gizlenecekse, o zaman gözaltında tutulur. Peki, kaçmaya ve delilleri gizlemeye sanığın yöneleceğine kim karar verecek? Savcı veya hakim. Milletin seçtiği ve gerçek kuvveti elde tutan bakan bu işi yapmayacak da, herhangi bir savcı veya hakim bunu nasıl yapacaktır?  İşte arkalarına Halk Partisi’ni alan bürokratlar güçlü olduklarını iddia ediyorlar. Batı, demokrasi iddiasıyla halkı bürokratlara karşı organize ediyor. Böylece çatışmalar olacaktır. Sonunda düşmanlar ülkemizi istila edeceklerdir. O halde Mısır’ın bin seneden fazla yaşamasının sebebi iktidarda olanların mutlak tahakkümüdür. Biz de iktidarı zayıflatmayacağız. İktidarı hakemlerden oluşan yargı ile sınırlayacağız. Ama iktidar mutlaka muktedir olmalıdır.

***

وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ  

(Va DaPaLa MaGaHu eLSiCNa FaTaYAaNi)

“İki feta onunla sicne duhul etti.”

Hapsetmeye karar verdiler denmişti ve hapsettiklerine dair ifade  söylenmemesine rağmen “Ve” harfiyle hapsettiklerini anlıyoruz. Yani burada bir cümle mahzuftur.

Şu sorular sorulabilir: Hazreti Yusuf hapishaneye nasıl götürülmüştür? Tutuklanarak elleri kelepçeli olarak mı götürülmüştür? Yoksa Yusuf’a zindana git denmiş, Yusuf da kendiliğinden teslim mi olmuştur?

İslâm’ın hukuk düzeninde tutuklama, yakalama, kelepçeleme, sürükleme yoktur. Hakemler karar verdikten sonra suçlu kendi iradesi ile yönetime teslim olur, yönetim de cezayı infaz eder. Kendiliğinden gelip teslim olmazsa, hakemlerin kararı ile tenkiline hükmolunur.

Mısır’da bu kural böyle midir?

Yoksa bugün olduğu gibi görevliler yakalayarak zorla hapishaneye koyarlar.

Ve onunla dahil oldu” ifadesiyle, Hazreti Yusuf ve gençlerin kendi iradeleriyle hapishaneye geldikleri anlaşılmaktadır. Bu da gösteriyor ki Mısır’da da İslâmî uygulama sistemi vardır. Yani suçlular kendi iradeleri ile gelir ve teslim olurlar. Hapishane belli zamanlarda suçluları kabul etmektedir. Hazreti Yusuf teslim olmaya geldiğinde iki genç daha teslim olmaya gelmiştir. Böylece üçü daha hapishaneye girmeden evvel arkadaş olmuşlardır.

Trenin bir kompartımanına binenler arkadaş olurlar. Yeni birisi kapıyı açıp girmek istediğinde onun girmesini istemezler, rahatsız olurlar ama girdikten sonra o da onlarla arkadaş olur, bu sefer yeni gelene birlikte ‘dolu’ derler. İnsan psikolojisi böyledir.

Eski mahpuslar hapishanede arkadaş olmuşlardır. Hapishaneye yeni gelenler dışlanır ve ezilirler. Bu üç kişi  hapishanede dışlandıkları ve ezildikleri için birbirlerine çok yakın arkadaş olmuşlardır. Burada Allah’ın iki takdiri vardır. Birincisi, Hazreti Yusuf hapishaneye tek başına girmemiştir. Bundan dolayı sıkılmamıştır ve ezilmemiştir. İkincisi ise bu iki arkadaş sayesinde sonra hapishaneden çıkarılacak ve Mısır’da mevki sahibi olacaktır. İşte takdir böylece onları Hazreti Yusuf’a arkadaş etmiştir.

Feteyan” iki genç, iki köle demektir. Mısır’da kral var, azizler var, din adamları var, sihirbazlar var. Bunlar yönetici sınıftır. Diğer bütün Mısırlılar kralın kölesi hâlindedir. Kral onları çalıştırmaktadır. Onlara geçinmeleri için maaşlar vermektedir. İşsiz kimse kalmasın diye boş zamanlarda halk yani köleler büyük mezarların inşasında çalıştırılmaktadır. Hapishaneler halkın yani kölelerin tedip edilmesi için inşa edilmişlerdir.

Buradaki “feteyan” genç olmalarından ziyade iki köle anlamındadır. Hapishanelerin köleler için inşa edildiğine işarettir. Saray erkanı ise belki de hapishanelere konmuyor, onlara başka ceza usulleri uygulanıyordu. Hapishanelere konanların cezalanmaları sistemi kuvvet düzenine göre oluyor. Bununla beraber Firavun sarayda kuvvet düzenini, halk da kendi aralarında hukuk düzenini uygulamış olabilir.

Osmanlılarda da buna benzer uygulamalar vardır.

Bugün de dokunulmazlıklar bu uygulamaların devamı mahiyetindedir.

Yöneticilerin farklılığını ortadan kaldıran, bütün insanları hukukta eşit yapan sistem Tevrat’ta tedvin edilmiştir.

قَالَ أَحَدُهُمَا إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا

(QALa EaXaDuHuMAy EinNİy EaRAyNİy EaGÖıRu PaMRan)

“Onlardan biri ‘kendimi hamr usr ediyor olarak re’y ediyorum’ diye kavl etti.”

Burada “Raeytü” demeyip “Erâ” demiş olması ve uykuda dememiş olması, kendi düşüncesinde ve yapısında şarap sıkıyor olarak görmüş olmasındandır.

İnsan ne zaman kendisini bir şeyle meşgul eder görür?

Bir şeyi yapmak istediği zaman onu tasavvur eder. Başka birisi söylediği zaman bazen aklından hep onu geçirir. Korku veya sevinç zamanlarında hayal kurar. Eğer uykuda benzer rüyaları görürse hep onun üzerine düşünmeye başlar. Buna ‘sayıklama’ diyoruz.

Hazreti Yusuf’un arkadaşı bir defa gördüğü bir rüyayı anlatmamaktadır. Geceleri rüyada kendisini şarap sıkar görmekte ve kendisi de ayıkken hep şarap sıkma senaryolarını hayal etmektedir. İnsan bu durumu kendi iradesiyle meydana getirmez. İradesi dışında böyle bir durum meydana gelir. Yani rüyayı gösteren kimse var; hayalleri de o kurduruyor ve arzuları da o doğuruyor. Roman yazanlar da böyle yazıyor ve ona birileri hayal kurduruyor. Demek ki roman ve tiyatrolar da rüya gibi gerçektir.

Hamr” üzüm suyundan yapılan içkidir. İnsanlar başlangıçta yaz kış meyve veren bir yerde yaratıldılar. Sonra mevsimlik yiyecek buldukları yerlere taşındılar. En büyük sorunları meyvelerin olmadığı mevsimlerde yiyecek bulma sorunudur. Bunun için meyveleri kuruttular veya suyunu sıkıp pekmez yaptılar veya şarap yaptılar. Şarap insanları sarhoş etmektedir, ancak aynı zamanda yararlı vitaminler de taşımaktadır. Kuru üzüm veya pekmez birtakım vitaminleri bozmaktadır. Tevrat’ta domuz eti haram kılınmıştır. Şarabın haramlığından bahsedilmemektedir. Çünkü o günkü insanlar için şarap zaruret idi.

Bugün ise besinlerin taze olarak her mevsimde bulunma imkanı sağlanmıştır. Soğuk hava depoları, turşu ve reçel gibi vitaminleri bozmayan saklama usulleri, değişik yerlerde her mevsimde üretim yapılması ve sera teknolojisi şaraba ihtiyaç bırakmamaktadır.

Zaten bugün alkol yalnız sarhoş olmak için içilmektedir. İşte bu sebepledir ki Kur’an alkollü içkileri haram etmiştir. Mısır’da ise şarap temel gıdalardan birisidir.

Üzüm cendereye konur, sıkılır, mayalanır, sonra ekşimeye bırakılır, böylece şarap elde edilir. Şarap mayalanırsa sirke olur ve helaldir. Dolayısıyla şarap sıkma bugün de meşrudur.

Burada üzüm sıkma yerine şarap sıkma tabiri geçmektedir. Bu tabir odun yakma yerine ateş yakmaya benzer bir kinayedir.

وَقَالَ الْآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا

(Va QAvLa eLEAvPaRu EinNİy EaRAyNİy EaXMiLu FaVQa RaESİy PuBZan)

“Ve âheri ise ‘ben kendimi ra’simde hubz hamlediyor re’yediyorum’ dedi.”

Diğeri de, ‘ben kendimi başımda ekmek taşıyor görüyorum’ diyor. Bu da rüya gördüğünü söylemiyor, ben kendimi öyle görüyorum diyor. Birçok kimseler ölmeden önce öleceklerini hissederler, vasiyet eder ve ona göre hazırlık yaparlar.

Bunlar insandaki ruhi oluşlardır. Bu oluşlar rüya kadar önemlidir. İnsanda zeka dediğimiz olay vardır. Hayvanlarda zeka yoktur. Akıllarına yeni şey getirip düşünmezler.

Acaba insan nasıl oluyor da düşünebiliyor?

Yoksa ona birileri ilham mı etmektedir?

Kur’an, “Allah İnsana takvasını da fücurunu da ilham etmektedir” diyor.

Zeka da böyle ilhamdan gelmektedir. Allah o anda bize onu ilham etmektedir. Bu ilham farklıdır. Çünkü aynı şartlarda olanlar aynı şeyi düşünmemektedir. Aynı rüyayı görmemekte, aynı hayalleri kurmamaktadır. Aynı konuda roman yazanlardan hiçbiri aynı şeyleri yazmaz. İnsandaki bu farklılık insanlığın sonucudur. Mağaralarda bulunan âletlerde farklılık varsa, resimler birbirine benzemiyorsa, bu demektir ki onlar insanın eseridir.

İkisi hapiste cezalarını beklemektedir. Belki de aynı suçtan suçlanmaktadırlar. Her biri hâlimiz ne olacak diye düşünmektedir. Bunların ikisi birden rüya görüyor.

Demek ki bu rüyada tesadüfün dışında bir oluş vardır. İkisi de yiyecekle ilgili rüya görmektedir. İkisi de yememekte, yiyeceği imal veya taşıma konusunda rüya görmektedir.

İşte rüyaların yorumunda bunlar önemlidir. Eğer aynı günlerde değişik kimseler benzer rüyalar görmekte ise onun gerçekleşmesi o kadar muhtemel hâle gelir. Rüya tarih boyunca insanların kararlarına etki etmiştir. Gelecekte rüyalar daha ilmî şekilde ele alınacaktır.

İnternetteki sitemizde bir “rüyalar” bölümü açacağız. Yorumlarda herkes gördüğü rüyaları yazacaktır. Hafta içinde yayınlamayacağız, hafta sonunda yayınlayacağız. Benzer rüyalar bizim için önemli olacaktır.

Örnek verelim: Asker ile yargı çatışma içindedir. Askerler muhakeme ediliyor. Bunun adalet gereği olduğu söylenemez. Beş-altı sene önce işlenmiş bu suçlar neden beş sene beklemiş de bugün bir İsrail oğlunun ihbarı sonunda faaliyete geçmiştir? Demek ki dışarıdan tahrik vardır. Burada savcı ve hakimleri suçlamıyorum. Onlar kurallara göre hareket edecektir. Asıl suçlu olan AK Parti’dir. Askerleri -emekli de olsalar- sivil mahkemelerde muhakeme etmekte ve yanlış yapmaktadırlar.

Bu mesele ile ilgili gelecekte ne olacaktır?

Ordu mağlup olacak ve mahkum olacaktır.

Yargı mağlup olup etkisiz hâle gelecektir.

İşte rüyalar bunun üzerine tahlil edilebilir. Demek ki aynı hafta benzer konularda rüya görenler çoğalmışsa, o rüyalarda bir gerçeklik payı var demektir.

Mısırlıların gördüğü rüyalarda görülenlerin biri ekmek, biri şaraptır. Şarap gören daha kötü bir şey görmelidir. Ekmek daha kutsi sayılmaktadır. Ancak şarap sıkan elleriyle şarap sıkmaktadır. Bu normal olaydır, normal bir şey yapmaktadır. Oysa başında ekmek taşıyan normal olmayan bir iş yapmaktadır. O halde rüyada görülen ters işlemler olmayan veya olmaz işlere, işlerin aksi istikamette gideceğine delalet eder demektir. Başka bir şey, kuşların ekmeği yemeleridir. Kuşların alıp götürmeleri kötü bir şey demektir. Bu da ikincinin rüyası kötü rüyadır diyebiliriz.

تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ

(TeEKuLu elOaYRu MinHu)

“Ondan tayr ekl ediyordu.”

Başında ekmek taşıyormuş kuşlar ondan yiyordu.

Tayr” kuş sürüsüdür. Bir tek kuşa “tair” denmektedir. Başında kuşlar ekmek yiyormuş. Rüyanın uygun rüya olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun tevili adamın asılması olmalıdır. Oraya nasıl varılacaktır? O tevili yapma rüya görenin durumu ile ilgilidir. Asılıp asılmayacağını düşünen birinin böyle rüya görmesi rüyanın o mânâya geleceği anlamındadır.

Ölüleri değişik şekilde defnederler. Bizi ve Hıristiyanları gömerler. Mısır’la ilgili bilgimiz de büyük büyük mezarlara gömdükleri şeklindedir. Doğu uygarlıklarında ise yakarlar. Bazı kabileler ise ölüyü ağaçta çıplak olarak asarlar, kuşlar gelip etlerini yerler. Buradaki rüya onların bu anlayışını hatırlatmaktadır.

Mısır’da böyle bir âdeti olan topluluk da olabilir. O kişi de o topluluğa mensup olabilir. O zaman rüyanın tâbiri tam uyacaktır.

نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ

(NabBiENa BiTaEViYLiHIy)

“Onun tevilini bize bildir.”

Rüya iki tanedir. İki ayrı kişiler rüya görmüşlerdir.

Nebi’nâ” ikisi birden bize tevilini haber ver diyorlar. Zamir erkek tekil gelmiştir. Görünürde zamir ikili gelmeli idi.

İşte Kur’an’da böyle görünüşte kurallara aykırı gibi ifadelerle karşılaşırsınız. İlk bakışta sanki yanlışlık varmış gibi gelir. Oysa o derin mânâlar içermektedir.

Buradaki bu zamir de böyledir.

Ayrıca “tabir” yerine “tevil” getirilmektedir.

“Tevil” ilke dönmek, asla dönmek demektir. Rüyaların gerçek mânâlarını bulmak demektir. Bir tarafa yönelme varsa, rüya ile o taraf belirlenir demektir.

Tenbi’ etme” haber vermektir. Arkadaşları Hazreti Yusuf’tan rüyalarının açıklanmasını istiyorlar. Rüya üst üste görülüyorsa gerçeklik payı büyüktür demektir.

Demek ki rüyaların tevilinde şimdilik üç ipucu öğreniyoruz.

a)      Rüya üst üste görülüyorsa o rüyada gerçeklik payı vardır demektir.

b)      Benzer rüyalar değişik kimseler tarafından görülüyorsa, o rüyalarda bir gerçeklik payı vardır demektir.

c)      Olağan halleri görmek hayır demektir, olmaz ters şeyleri görmek demek de bir aksilik vardır demektir.

Freud rüyaların sayıklama olduğunu, yaşanan hayatın etkisi ile görüldüğünü söylemektedir. Hazreti Yusuf burada kişilerin rüyalarını yorumlamaktan kaçınmıyor. Oysa gördükleri rüya çok düşünceli oldukları zamana rastlamaktadır. Olayların etkisi ile görülen rüyalar daha çok yoruma müsaittir. Rüya orada kişiye geleceği hakkında haber vermektedir.

إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ (36)

(EinNAv NaRAyKa MiNa eLMuXSiNIyNa)

“Biz seni muhsinlerden görmekteyiz.”

Burada bir atıf yapılmamıştır, “İnne” getirilmiştir. Hazreti Yusuf’un muhsinliğinde tereddüt yoktur. Biz seni böyle görüyoruz, böyle biliyoruz demektir.

Muhsin olma” demek, iyilik yapan kimselerden ziyade; sizi iyilerden görüyoruz, velilerden görüyoruz, keramet sahiplerinden görüyoruz demektir.

Bütün topluluklarda kutsallaştırılan insanlar vardır. Onlar adeta hata etmez ve Tanrı ile doğrudan ilişkili olarak görülürler. Şirk de zaten buradan doğar.

Sen bize bunun tevilini yap, çünkü biz seni onlardan görmekteyiz diyorlar. İnanışta bunlar bir topluluk olarak kabul edilir. Bugün Türkiye’de yaygın bir inanış vardır, ‘yediler, kırklar’ derler. Bunlar dünyayı yönetirler. Mısırlılarda böyle bir inanış olmalıdır ki “Biz seni muhsinlerden görüyoruz” diyorlar.

Gerçekten böyle kimseler var mıdır? Bunlar varsa ne iş yaparlar?

Şeriatçılara göre bunlar mevcut değildir.

Peygamberler var. Onlar Allah’tan vahiy almışlardır. Onların görevi sadece tebliğden ibarettir. Kâinatı yönetmek ise Allah’a aittir.

Ehli tarikat ise böyle kimselerin olduklarını söylemektedirler.

Hazreti Yusuf ne diyecektir? Muhsinlerden olduğunu kabul mu edecektir, yoksa reddedecek midir? Hazreti Yusuf rüyaların tevilini o muhsinlerden olduğu için mi bilmektedir?

Burada yine değişik bir anlayış içinde olmalıyız. Bir kimse iyi ustadır. Sıvayı güzel yapıyor. Bunu öğrenmiş midir, yoksa Allah tarafından mı ona verilmiştir? Allah’ın insanları farklı kabiliyette yarattığı kesindir. Bununla beraber sadece kabiliyet yeterli değildir. Ayrıca o kabiliyeti değerlendirmek gerekir. Aramızda çok kabiliyetli kardeşlerimiz vardır. Ne var ki bu kabiliyetlerini heder etmektedirler. O halde kabiliyet yetmez, kesb de gerekmektedir. Rüya tabiri de böyledir. Rüya tabiri ilhama dayanmaktadır. Kişinin muhsinlerden olması gerekmektedir. Mısırlıların söylediklerinde hata olmasa gerektir.

Burada şunu da öğrenmiş oluyoruz ki, isabetli rüya tabir edenler muhsindirler.

Maddî dünyanın yanında manevi dünyanın da olduğunu inkâr etmemiz mümkün değildir. İşte tarikatlar bu âlemde ihtisas sahibidirler. Biz nasıl onların âleminde ihtisas sahibi değiliz, onlar da şeriat âleminde ihtisas sahibi değildirler. Bizim karşı çıktığımız kısım, akılla halledilebilecek sahalarda da rüya veya ilhamlarla hareket etmeleridir. Bunu yaparken isabetli de hareket etmemektedirler.

Biz “Adil Düzen”le ortaya çıktığımız zaman beklerdik ki tarikat ehli manevi gözle gerçekleri görsün ve bizim lehimizde beyanlarda bulunsunlar. Ne yazık ki onlar karşı çıkıp Demirel’in yanında yer aldılar. Ama halk ve müntesipleri onları muhsinlerden görüyor!

Rüyalara müfret zamirin gelmesi tevillerin topluca yapılacağını ifade eder. Yani değişik kimseler değişik rüyalar göreceklerdir. Biz o rüyaları birlikte düşünmeli ve süratle tevil etmeliyiz. Görülen rüyaların tek başına ayrı ayrı değil de birlikte düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Mısırlıların da böyle düşünmekte oldukları anlaşılmaktadır.

***

قَالَ لاَ يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ

(QAvLa LAv YaETIyKuMAv OaGAMun)

“Size taam gelmeden dedi.”

Hazreti Yusuf cevap veriyor ama rüyayı tabir etmiyor. Onlara zaman veriyor. Saat olmadığı için “size taam gelmeden” diyor. Zamanı getirilerek ifade ediliyor. Taam nekredir. Herhangi bir taamdır. Mutat taam olsaydı marife olurdu. Demek ki beklenmedik bir yemek gelecektir. Bilinmeyen bir zamana izafe edilmektedir.

Hazreti Yusuf rüyayı yorumlamıyor, yorumlayacağını söylüyor. Demek ki biz de bize rüya anlatıldığı zaman hemen yorumlamamalıyız. Zamanın geçmesini beklememiz gerekir. Bize ne zaman ilham gelirse o zaman yorumlamalıyız. Kendi gördüğümüz rüyalar da böyledir. Zamanla düşünmeliyiz. Ne olacağını olmakta olan olaylarla karşılaştırmalıyız.

Taam” nekredir, muhatap ikidir. Belki de ikisine birden yemek gelmektedir. Bugün de hapishanelerde yemek verilmekte, sonra da parasını istemektedirler. Parayı almasalar bedava beslemiş olurlar. Parayı almaları da mantıksızdır. Çalmasını engelleme, parasını al. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te hapishane yoktur, zorunlu çalışma yerleri vardır. Burada askeri yönetim geçerlidir.

Hazreti Yusuf peygamber acaba neden rüyayı yorumlamayı gelecek yemeğe bağlamıştır? Ondan önce tevilini bildirecektir. Tevil uzun sürmez. Kısa zamandan sonra yapacağım diyor. Bununla beraber sözü uzatmakta, “Turzekani” demektedir.

تُرْزَقَانِهِ

(TuRZaQAyNıHIy)

“Siz o taamı rızk edersiniz.”

Zamir “taam”a gitmektedir. Burada bildirilen normal yemek değildir. Bir yerlerden bir yiyecek gelecektir. O yiyecek ikisine ait olacak, onlar ondan doyacaklardır. Bu yemeğin geleceğini haber veriyor. Ondan önce bildireceğini söylüyor. Hazreti Yusuf  böyle bir yemeğin geleceğini haber vermektedir. Böylece onlara mucizesini göstermektedir.

Kur’an’dan önce peygamberlere mucize verilmiştir. Halk o mucizeye bakar ve onun Allah’ın elçisi olduğuna inanırdı. Kur’an’dan sonra artık mucize gösteren resuller gelmemektedir. Kur’an kendisi mucize olmaktadır.

Burada bir hususu belirtmekte yarar vardır. Keramet var mıdır, mucizeden farkı nedir?

Kelam kitaplarında evliyanın kerameti haktır diye yazılıdır. Ancak keramet ile mucize arasında ne gibi fark vardır? Bunu tam olarak açıklamamaktadırlar. ‘Şeyh uçmaz, müritler uçurur’ derler. Kerametler anlatılarak halk şeyhlere bağlanmaktadır. Yakıştırarak bir keramet söylenir, sonra ona kendisi de inanır. Menkıbeler nesilden nesile aktarılır. Topluluk böylece o zatları çok muhterem görür ve onların mezarlarından istimdat ederler. Tarikatlardaki bu oluşum güçlü cemaatleri oluşturmaktadır. Zamanla tarikatlar büyümekte ve müntesiplerini kötü yollara düşmekten korumaktadır. Bu cemaatler İslâmiyet’e hizmet etmektedirler.

Şer’an haram, hattâ şirk olan bazı davranışları şeriatçılar şiddetle reddederler. Oysa Kur’an Hazreti Musa’nın yolculuk hikayesinde Hz. Musa’yı yani şeriatçıyı uyarmaktadır.

Demek ki biz şeriatçıların aklının ermediği olaylar vardır. Bizim yapmamız gereken onlar hakkında hiçbir şey söylememek ve susmaktır. Yani onların kerametlerine biz görmediğimiz için inanamayız ama inkar da etmeyiz. Bizim için o kerametler yoktur ama onlar için olabilir. Dolayısıyla onları hatalı görmeyiz, onları tekfir etmeyiz. Biz amellerine bakarız; iyi ameller yapıyorlarsa onları hak tarikat kabul ederiz, kötü ameller yapıyorlarsa onları hak tarikatından saymayız.

إِلاَّ نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ

(EilAv NabBaETuKuMAv BiTaEViLiyHa)

“Ben size tevili hakkında tenbi’ etmiş olacağım.”

Burada üzerinde duracağımız iki husus vardır.

Cümle muzari ile geldiği halde istisna edilen mazi gelmiştir. Gelecekte geçmiş hikayesi böyle yapılır. Türkçede ‘gelmiş olacağım’ şeklinde ifade edilmiş olur. Gelmiş mazidir, olacağım muzaridir. Mazi o zamanı hikaye etmektedir. Arapçada Türkçede olduğu gibi değişik fiil çekimleri yoktur. Kâne vardır. Daha çok geçmişi hikaye eder. Geleceğin hikayesini burada olduğu gibi muzari ile hikaye edip mazi ile istisna ederek yapabiliriz.

Buradaki ikinci önemli husus, size tevili haber vereceğim ve anlatacağım derken, if’al bâbı ile yapmayıp tef’il bâbı ile yapmış olmasıdır. Çok açık bir şekilde anlatacağım anlamına gelir. Yahut ikinizin rüyasını ayrı ayrı anlatacağım anlamına gelir.

قَبْلَ أَنْ يَأْتِيَكُمَا ذَلِكُمَا

(QaBLa EaN YaETIYaKuMAy ÜAvLıKuMAy)

“O size gelmeden önce ben size anlatacağım.”

Size bir yemek gelecek. O yemek size gelmeden önce ben size onun tevilini bildireceğim diyor.

Dilde icaz vardır, itnab vardır. İcaz demek, bazı şeyleri söylemeyip dinleyenin anlayışına bırakmaktır. İtnab ise sözü uzatmaktır. Her birinin yeri vardır. Mânâda bunlar anlatılır. Burada anlatılış şekillerini inceleyelim.

Birinden diyelim ki 100 TL borç isteyeceksiniz. Bunu değişik şekillerde yaparsınız.

1- ‘Ben sizden 100 TL borç isteyeceğim’ der ve susarsınız. Karşı tarafın zihninde niçin borç istediğinizi anlatmış olursunuz. Ne cevap vermesi gerektiğini düşünmeye imkan vermezsiniz. Genellikle red cevabı alırsınız.

2- ‘Ben sizden 100 lira borç isteyecektim’ der, sonra da niçin bunu istemek zorunda kaldığınızı anlatırsınız. Bu şekildeki ifade karşı tarafı düşündürür, konuyu öğrenmiş olur. Ama baştan borç istediğinize dair zihni hazır olmadığı için asıl istediğiniz kaynar. O da başka şeyler anlatır ve yine sonuç alamazsınız.

3- En etkin anlatış şekli, önce bir giriş yapıp konuya muhatabın zihnini hazırlamak, sonra da talebenizi açıkça bildirip sözü kesmemek, konuşmayı uzatıp karşı tarafa düşünerek konuşmasını veya söylemesini sağlamak, refleks hareketlere imkan vermemektir.

Hazreti Yusuf Peygamber önce “yemek size gelmeden” diyerek arkadaşlarının zihnini rüya tabirinden uzaklaştırıp gelecek yemeğe çevirmiştir. Böylece onların beklediği tevilden onlar uzaklaşmış olmaktadır. Buna “konuyu değiştirme” diyoruz. Sonra yine konuya gelmekte, salim zihinlerini tevili ertelemeye götürmektedir. Böyle yapmasa, arkadaşları tebliğ dersinde oldukları için Hazreti Yusuf’u dinlemeyeceklerdir. Oysa Hazreti Yusuf’un derdi tebliğdir. Kur’an bize burada bu sanatı da öğretmektedir.

Bugün basın tekel sermayenin elindedir. Bütün bu uygulamaları yapmaktadır. Konuyu ortadan kaldırmak istediği zaman başka konuyu ortaya koymaktadır. Böylece basın aldığı emir gereği konu rafa kaldırılabilmektedir. Bu bizim için kötü olmakta, tehlikeli olmaktadır. Ne var ki böyle bir mekanizmanın olması da gerekmektedir. Topluluk gereksiz yere bazı konular üzerinde fazlaca durur, onun da zararı olur. Tekel sermaye futbol gibi oyalama konuları icat ederek halkın heyecanının oralarda boşalmasını sağlamaktadır.

Bunun ülkenin yöneticileri için de gerekliliği vardır. Halkın heyecanlanıp taşkınlık yapmaması için halkı oyalayacak bir şeyleri bulmanız gerekir. Yöneticilerin ve tekel sermayenin çıkar paralelliği içinde bu uygulamaları ülke için zararlı olmaktadır. İnsanlar çalışmamakta, kültürlerini geliştirmemektedir. Böylece hem kültür bakımından hem de ekonomi bakımından geri kalmaktayız.

Bunu bilen sosyalistler ve nasyonalistler devletçiliği önermektedirler. Onlara göre basın serbest olmamalıdır. Yöneticilerin emrine girmelidir. Yani tekel sermayenin değil yöneticilerin emrinde basın olmalıdır diyorlar. Bu önerileri ilk bakışta makul görülüyorsa da, basın özgür olmadığı için gelişemiyor, fonksiyonunu icra edemiyor. Kaldı ki tekel sermaye bu sefer yöneticilere baskı yapıyor veya satın alıyor, halkın aleyhine olan aynı şey gene gerçekleşiyor.

“Adil Düzen” bunu şöyle çözmektedir. Yazarlara maaş bağlamakta, yazarları bağımsız hâle getirmektedir. Yazarlar sermayenin de yöneticilerin de emrinden çıkmaktadırlar. Yazarlar milletin ferdi olduklarından onlar ayrı ayrı ve çoklu gruplar hâlinde ülkenin zararına iş yapmazlar. Bunun dışında basın ve yayın vergiden muaf tutuluyor. Bunun yerine sahife veya yayın saatlerinin beşte biri yöneticilerin emrine verilmiş olmaktadır. Yöneticiler veya dayanışma ortaklıkları bu yerleri ülkenin çıkarına doldururlar.

İşte burada Hazreti Yusuf peygamberin böyle bir itnabı yapması bunun meşruluğunu ifade eder. Halkın temsilcisi olan siyasi partilere böyle imkan verilmelidir.

مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي

(MimMAv GalLAMaNIy RabBIy)

“Rabbimin bana ilm ettiklerinden.”

Min” teb’iz içindir. Rabbin kendisine ilm ettiklerinin bir kısmını kullanacak ve rüyayı tevil edecektir. Bana talim etmiş olduklarından diyerek, bundan sonra ilham ettiklerinden dememektedir. O halde rüya bir ilimdir. Metodu öğrenilirse tevil edilir.

Peygamberler vahiy alırlar, öğrenirler ve onları da halka öğretirler. Artık o nâsın ilmi olur. Rüya da böyledir. İnsanlık ilimdeki gelişmeyi çok yavaş yapmaktadır. DNA’ları yirminci yüzyılda öğrendik. O zamana kadar biyoloji belki ilim değildir. Ama şimdi ilimdir.

Rüya üzerinde ilmî çalışmalar yapılmamıştır. Dolayısıyla rüya tabiri henüz ilim olmamıştır. Ders kitaplarında rüyadan bahsedilmemektedir. Oysa tüm insanlık hemen her gece rüya ile karşılaşmaktadır. Bunun ilmî tahlili yapılmalıdır.

“Rabbim bana talim etti” diyor. Tef’il bâbını kullanıyor, yani ilmi vehbî değil kesbîdir. Belki bu ilmi melek öğretmiştir. Ama artık öğrenmiştir. Onun müktesebatındandır. Sadece talim eden belki beşer değildir.

Rabbim” kelimesini getirmiştir. Yani onu terbiye eden yetiştiren öğretmiştir.

O halde insanlık rüya ilmini öğrenmeli, anlatmalı, yorumlar yapılmalı, sonra tahakkuk ettiğinde ona göre rüya hakkında ilim sahibi olmalıyız.

İnternet grupları oluşturmalıyız. Birbirimizin rüyalarını okuyup yorumlamalıyız. Böylece rüya gruplarında önemli rüya ve tabirler seçilip merkezi gruplara götürülmelidir. Grubun temsilcileri orada kendi sitelerinin rüyalarını aktarmalıdırlar. Bir rüya örgütlenmesi oluşmalıdır. Böylece insanlık veya ülkeler veya iller rüyaları ile nereye gittiklerini bileceklerdir.

Kur’an falcılığı haram kılmıştır. Ama rüyayı böyle anlatmaktadır. Burada “Allemenî” demekle bizim de rüya ile ilgilenmemiz gerektiğini ifade etmektedir. Yoksa “Mimmâ Yuha İleyye” der, Rabbimin bana vahy etmesi üzerine size anlatırım derdi.

Hazreti Yusuf onların rüya tabirlerini ertelemiştir. Çünkü onlara rüya tabirini yapsa artık onlar onu dinlemeyecekler, herkes kendi dünyasına gidecektir. Ama rüya tabirini yapacağını ve bunu çok kısa zamanda yapacağını bildiriyor. Onlara sonra rüyayı nasıl tabir edeceğini anlatmaya başlıyor. Önce rüya tabirinin bir ilim olarak yapacağını bildiriyor. Rabbinin ona öğrettiğini söylüyor. Bundan sonra da Rabbini izah ediyor.

إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ

(EinNIy TaRaKTu MilLaTa QaVMin)

“Ben bir kavmin milletini terk ettim.”

Bugün Türkçede “millet” kelimesini “kavm” anlamında kullanmaktayız. Oysa burada kavm millete izafe edilmiştir. Muzaf muzafun ileyhten ayrıdır. O halde biz “millet” kelimesini yanlış olarak “kavm” yani “ulus” karşılığı kullanıyoruz. Ayrıca “din” kelimesini de yanlış kullanıyoruz. “Din” inanç ve ibadetlerden ibaret değildir, din “düzen” demektir.

İşte, “din” yerine Kur’an “millet” kelimesini kullanmaktadır.

Bir kavmin dinini terk ettim anlamındadır.

Bu yanlışlıklarımızı nasıl düzelteceğiz?

Düzeltmek gerçekten zor.

Kavm” nekre gelmiştir. “Kavmî” yani “benim kavmim” de dememiştir. Burada Hazreti Yusuf’un daha evvel başka kavmin milletinden olduğunu ifade ediyor. Demek ki peygamberler masum değildirler.

Hazreti Yakub’un oğlu olduğu halde hangi kavmin milletinden idi?

Demek ki o zaman Hazreti Yakup çevreye hakim değildir. Halk o millete göre ibadet ediyor. Bunlar katılmıyor. Tarik (terk eden) oluyorlar. Yoksa daha önce şirk içinde idiler anlamını vermeyebiliriz. “Kavmim” dememekle kendi kavminden bahsetmemektedir. Bunlar muhacirdirler. O kavmin müntesibi olmamışlardır.

Şimdi bu âyete dayanarak örgütlenmeyi yapabiliriz.

Örgütlenme nasıl yapılacak?

Ocaktan başlayarak yere göre örgütler oluşacak. Kur’an bunlara “aşiret, kabile, şa’b, kavm ve nâs” diyor. Bir de dayanışma ortaklıklarına göre insanlar teşkilatlanacaktır. Bu da millet olarak sınıflanmayıp din olarak sınıflanıyor. Millet yani Türkçede yanlış olarak kullandığımız din inanışa dayanmaktadır. Burada “kavm” nekre olduğu gibi “millet” de nekredir. Yani bir kavmin değişik dinleri/düzenleri yani milletleri olabilmektedir.

لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ

(LAy YuEMiNUvNa BilLAHi)

“Allah’a iman etmiyorlar.”

Mısır’da tek tanrı anlayışı var olmalıdır ki, “Onlar Allah’a iman etmiyorlar” diyor. Hazreti Yusuf hapishane arkadaşlarına Allah’a iman ediyorlarmış gibi hitap ediyor. Onların rüya tabirine inandıkları kesindir. Rüyaya inanmak demek, gelecekte olacakların şimdiden belli olması demektir, kadere inanmak demektir; bu da takdir edene inanmak demektir.

Yirminci yüzyılda dört boyutlu uzay keşfedilmiştir. Eskiden dünyanın durduğu, yıldızların döndüğü sanılırdı. Bugün ise kimse böyle düşünmüyor. Eskiden geçmişin yok olduğu, geleceğin ise yeniden var olduğu sanılırdı. Oysa bugün biliyoruz ki, biz zaman içinde yolculuk yapmaktayız. Geçmişi arkada bıraktık, orada duruyor. Gelecek de önümüzdedir, orada duruyor. İstanbul’dan Ankara’ya yolculuk yapan Adapazarı’ndan sonra Bolu’ya gideceğini biliyorsa, dört boyutta dolaşabilen kimse geleceğini de görür, yani gelecek zamanı da bilir. O halde rüya dediğimiz zaman dört boyutlu uzaydan olayları görmek demektir.

Rüyaları biz görmüyoruz. Gören ve bilen biri bize temsili olarak gösteriyor.

Hz. Yusuf’un arkadaşına asılması başında kuşların ekmek yemesi olarak gösterilmektedir.

O halde birileri gelecekte olacak olayları senaryolaştırıyor ve bize bildiriyor.

Rüyayı görüyoruz. Kimse rüyayı inkar edemez. Çünkü rüya görmeyen insan yoktur. Rüya görülüyor. Aynen görülse, geleceği görüyoruz, uykuda dört boyutlu uzaya geçiyoruz diyebilirdik. Oysa temsili olarak bize anlatılıyor. O halde bir aracı vardır. İşte bu ya Allah’tır ya da görevli meleklerdir. Allah yapıyor dersek, bize bir şey kalmıyor. Allah meleklere veya doğa kanunlarına yaptırıyor dersek, biz orada aktif hâle geliriz.

İşte, rüya vesilesiyle Hazreti Yusuf hapishane arkadaşlarına ve bize bunları anlatmaktadır. “Rabbim” dedikten sonra Allah’tan bahsetmektedir. Bütün bunların terbiye ile alakalı olduğuna da işaret etmektedir. Allah böyle yapıyor. Niçin yapıyor? Bizi eğitsin diye böyle yapıyor. Allah’a iman etme insanın kendisini terbiye etmesi anlamına gelir.

وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (37)

(Va HuM Bi eL EaPiRaTi HuM KaFiRUvNa)

“Onlar âhirete de kâfirdirler.”

Rüya ile âhiret arasında da büyük ilişki vardır.

Uyku nedir?

Ruh ile bedenin uykuda ayrılmasıdır.

Biz nasıl yaşıyoruz?

Beynimiz bir bilgisayardır. Dışarıdan gelen bilgiler beynimizde toplanarak saklanır. Ruhumuz bu bilgilere ulaşır. Ruhumuz beynin program çalışmalarına müdahale eder ve kararlar alır. O kararlar da bedene ulaşır, böylece iş yaparız.

Uyku ruhun beyinle irtibatını kesmesi hâlidir.

Rüya ise ruhun beyinle irtibat kurmasıdır ama beynin vücutla irtibatının kesilmiş olmasıdır. Bu sefer beyin başka ruhlarla etkilenmektedir. Onlar programa müdahale ederek rüya görülmektedir. Araba tamir eden arabayı çalıştırıp döner. Rüyada beynimizin bakımını yapanlar onu çalıştırmaktadır. Biz de onları görürüz. Bazen görmeyiz. Tamir edenler biz uykuda iken ve rüya görmezken hazırlık yaparlar, bize gösterecekleri sahneleri ekrana aksettirir ve ruhumuzu çalıştırırlar. Uyandığımız zaman gördüğümüz filmlerin bazılarını hatırlarız.

Kur’an’da, ‘insanların amellerini takdir ederek yazanlar vardır’ denmektedir. Biri sevaplarımızı yazar, diğeri günahlarımızı yazar. Sevap ve günahı dereceleri ile yazarlar. Derecelerin takdiri ise ihtilaflı olabilir. Bir üçüncü melek daha vardır, o melek hakemlik yapar. Bizim önerdiğimiz hakemlik sistemimiz buna kıyasen oluşturulmuştur.

İşte burada âhiret hakkında bilgi edinmemiz mümkündür.

Madem ki rüyada bize gelecekte olanlar bildirilmektedir. Geçmiş yerinde durmaktadır. Gelecek de vardır. Düşüncelerimizi biraz daha ileri götürebiliriz.

Bugün fizik ve astronomi ile biliyoruz ki sonunda kâinat bitecektir.

Sonra ne olacaktır?

Genel kanun vardır; hiçbir şey yok olmaz, başka şekle değişir/dönüşür ama yok olmaz. O halde kıyametten sonra da kâinat vardır. Ruhlarımız da yok olmayacak, çünkü yok olma diye bir şey yoktur. O halde kıyametten sonraki âlemde ruhumuz yeniden bir beden bulabilir ve orada yeni hayat başlayabilir.

Varsayalım ki İlâhi kitaplar gelmemiştir, yahut biz onlara inanmıyoruz. Rüya âleminin araştırılması ile âhireti bulabiliriz. Başka bir kanun da şudur. Evrim vardır, ölüm vardır. Canlılar ölürler ama yerlerine daha gelişmişleri ortaya çıkar. Yeryüzü bu sayede canlılarla dolmuştur. Şimdi uzaya gidiyoruz. Yarın uzayda tarlalar olacak. Orada hayvanlar olacak. Yani canlılardaki evrim devam edecektir. O halde kıyamet kâinatın ölümü olduğuna göre bu kâinattan daha gelişmiş kâinata geçeceğiz demektir. Şimdi mevcuttur ama bizim ruhumuz burada eğitildikten sonra oraya geçecektir.

Görülüyor ki âhiret kavramı ilmî kavramdır, insan yaratıldığından beri bilinmektedir.

Âhirete iman etmiyorlar” demek, geleceklerini güven altına almıyorlar demektir.

Hazreti Yusuf arkadaşlarına önemli bir hitabette bulunmaktadır. Öleceğini bildireceği kimseye âhireti telkin edip ölümün fazla önemi olmadığını anlatmaktadır. Burası yani dünya misafirhanedir. Er geç burasını terk edeceğiz. O halde burasını terk etmenin endişesini duymamalıyız. Bizim asıl düşünmemiz gereken gelecektir, âhirettir.

Allah’a iman etmiyorlar ve onlar âhirete de kâfirdirler” deniyor. Âhirete iman etmiyorlar denmiyor. Çünkü onların hepsi âhiretin varlığını biliyorlar ama bilmemezlikten geliyorlar. Öyle ameller yapıyorlar ki âhireti yok sayıyorlar.

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2591 Okunma
2-YUSUF 4-7
3154 Okunma
3-YUSUF 8-10
2501 Okunma
4-YUSUF 11-15
2054 Okunma
5-YUSUF 16-19
1979 Okunma
6-YUSUF 20-22
2315 Okunma
7-YUSUF 23-24
4274 Okunma
8-YUSUF 25-28
2352 Okunma
9-YUSUF 29-31
2169 Okunma
10-YUSUF 32-34
1936 Okunma
11-YUSUF 35-37
2395 Okunma
12-YUSUF 38-40
2239 Okunma
13-YUSUF 41-42
2988 Okunma
14-YUSUF 43-45
3788 Okunma
15-YUSUF 46-49
2165 Okunma
16-YUSUF 50-53
2200 Okunma
17-YUSUF 54-57
1897 Okunma
18-YUSUF 58-62
1920 Okunma
19-YUSUF 63-65
2064 Okunma
20-YUSUF 66-67
1928 Okunma
21-YUSUF 68-69
2299 Okunma
22-YUSUF 70-74
2263 Okunma
23-YUSUF 75-76
2440 Okunma
24-YUSUF 77-79
1970 Okunma
25-yusuf 80-82
1800 Okunma
26-yusuf 83-86
2005 Okunma
27-YUSUF 87-90
2098 Okunma
28-YUSUF 91-98
2255 Okunma
29-YUSUF 99-101
1861 Okunma
30-YUSUF 102-107
2276 Okunma
31-YUSUF 108-110
1949 Okunma
32-YUSUF 111
2040 Okunma

© 2024 - Akevler