YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
1989 Okunma
YUSUF 58-62

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 18

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَجَاءَ إِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (58) وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُونِي بِأَخٍ لَكُمْ مِنْ أَبِيكُمْ أَلَا تَرَوْنَ أَنِّي أُوفِي الْكَيْلَ وَأَنَا خَيْرُ الْمُنزِلِينَ (59) فَإِنْ لَمْ تَأْتُونِي بِهِ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِندِي وَلَا تَقْرَبُونِي (60) قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ أَبَاهُ وَإِنَّا لَفَاعِلُونَ (61) وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فِي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَا إِذَا انقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (62)

 

وَجَاءَ إِخْوَةُ يُوسُفَ

(Va CAvEa İPVaTu YUvSUvFa)

“Yusuf’un kardeşleri geldiler.”

Burada “Ve” harfi ile atıf vardır. Burada atlanmış olaylar vardır.

Melik hazinelerin üzerinde Hazreti Yusuf’u görevlendirmiştir. Rüyada görüldüğü gibi yedi kıtlık senesi geçmiştir. Üç sene daha geçmiş ve darlık yılları başlamıştır. Depoya konan mallar Mısır halkına dağıtılmaktadır. Ne var ki kıtlık yalnız Mısır’da cereyan etmiyor. Kıtlık diğer Ortadoğu ülkelerine de yayılmıştır. İnsanlar Mısır’ın civarındaki yerlerden de tahıl almak için Mısır’a gelmektedirler.

Deve kervanı ile yapılan seyahatlerle insanlar çok uzak yerlere gidip geliyorlar. O gün deve sırtında günde otuz kilometre ile elli kilometre arasında yolculuk yapabiliyordu. Her otuz ile kırk kilometre arasında konaklama yerleri vardır. Konaklama yerinde suyun bulunması ve güvenerek kalınacak yer olması yanında, aynı zamanda develerin otlayabilecekleri yer olması gerekir. Hayvanlar da uyumak zorundadırlar. Dolayısıyla sürekli yolculuk yedi-sekiz saat yapılabilir. Çünkü hayvanların doyması daha zor olmaktadır. Böyle bin kilometrelik bir mesafe deve yürüyüşü ile demek ki ancak bir ayda alınabilmektedir. Bir ay da dönüşte geçirileceğine göre bu yolculuk iki ay sürer.

Buradaki “Ve” harfiyle, geçmişte cereyan eden bolluk ve darlık yılları ile bu yolculuklar anlatılmaktadır.

İnsanlar mübadeleye daha ilk yıllarda başlamışlardır. İnsanların ilk icad ettikleri araçlar taş bıçaklarla ağaç sopalardır. Bunlar da tekniği gerektirir. İnsanlar mübadeleye bu yolla başlamışlardır. İlk insanlar dokumayı öğrenmişlerdi. Ağaç kabuklarındaki liflerden yararlanarak giydikleri kumaşları dokuyorlardı. Bunlar mübadele yoluyla yapılır. Halk yiyecekleri getirir ve karşılığında el becerisine dayanan eşyayı değiştirirdi.

İnsanlardaki bu “mübadele sistemi” ilerlemeler kaydedildikçe daha da gelişmiş ve çağımıza kadar gelmiştir. Mübadeleyi kolay başarmak için insanlar hep araçlar geliştirmişlerdir. Sırtlarına yüklenmek için çuval ve sepetleri icat ettiler. Sonra hayvanları ehlileştirdiler ve yüklerini onların sırtlarına yüklediler. Sonra kızak yapıp koştular. Sonunda tekerleği icat ettiler. Yelkenli ve kürekli gemiler yaptılar. Sonunda buhar makinesini ve içten yanmalı motorları keşfettiler. Mübadele insanların temel problemi olmuştur.

Hazreti Yusuf’un kardeşleri de tahıl almak için Mısır’a gitmişlerdir. Deve ile değil, sırtlarına yüklenerek tahılla döneceklerdir. Onun için bütün kardeşler birlikte gitmişlerdir.

Ne var ki Hazreti Yusuf’un anadan kardeşi gelmemiştir.

Hazreti Yusuf Mısır’a geldiğinde 10 yaşlarında idiyse, hapishaneye 17 yaşlarında girmiştir. Yedi sene orada kaldığını kabul edersek, 24 yaşındadır. Aradan 14 sene geçmişse, 48 yaşlarında kardeşleri Hazreti Yusuf’a gelmişlerdir. Demek ki anneden kardeşi de 30 yaşlarından fazladır.

Acaba kardeşi neden bunlarla beraber gitmemiştir?

Babası yaşlıdır. Onun yanında bir kardeşin kalması gerekmektedir. Onun için o kardeşin kalması uygun görülmüştür.

Anne babalar küçük çocukları altmış yaşına gelseler de onları korurlar. O adeta hiç büyümez, daima ona karşı farklı meyilleri olur. Hazreti Yusuf’un anadan da kardeşinin bu imtiyazlı durumu devam etmektedir demektir. Babanın farklı davranışı diğer kardeşlerinin kıskançlığını çeker. Anne babasına kızamazlar, kardeşlerine kızarlar. Küçük çocuklarda görülen bu psikolojik davranışlar hoş karşılanmalıdır. Ancak baliğ olan kardeşler bu durumu bilmelidirler. Anne babaların bu davranışlarını meşru görmelidirler. Bu fıtri bir duygudur. Anne babalarının bu duygularını normal karşılamalıdırlar. Allah böyle yaratmış, böyle davranışları da meşru kılmıştır. Yarın duygusal olarak biz de aynı durumda kalabiliriz. Dolayısıyla anne ve babanın bu davranışları normal karşılanmalıdır.

“Yusuf’un kardeşleri geldiler” deniyor da nereye geldikleri belirtilmiyor. Mısır’a geldikleri bellidir. Olay Mısır’da geçtiğine göre bahsedilen geliş Mısır’a gelmedir.

فَدَخَلُوا عَلَيْهِ

(Fa DaPaLUv GaLaYHi)

“Ona dahil oldular.”

Burada “ety” değil de “cae” getirilmiştir. Kastedilen bir yerden gelme değil de bir yere gelmiş olduğu için ciet kullanılmıştır. Beklediğiniz bir yerden biri gelirse o zaman “eta” dersiniz. Arkasından da “Fa” harfi getirilmiştir. Gelişten maksat yiyecek temin etmek olduğu için vakit kaybetmeden, oyalanmadan, tahıl almak için Hazreti Yusuf’a gittiler, ona dahil odular.

Seyahat etme çok zordur. Kentte nerede kalacaklar? Genellikle kentin giriş yerlerinde konaklar olur. Eski zamanlarda halk sabahleyin kente girer, orada işini görür, sonra geri döner, geceyi yine kent dışında geçirirlerdi. Buradaki “Fa” harfi bu durumu ifade eder.

Bugün bile çok pahalı otellerden kaçınmak üzere buna benzer bir işlem yapılmaktadır.

Köylerde geliştirilen misafir ağırlama sistemi farklıdır. Durumları uygun olanların misafir odaları vardır. Yabancı geldiğinde o kişileri misafir ederler, onlarla tanışırlar, böylece onlardan bilgiler alırlar.

Şimdi ise otele gidip kalıyorsunuz. Böyle olunca oranın halkı ile temas kurulamıyor. Bu arada bilgiler de televizyonlardaki arzdan ibaret olmaktadır.

Kur’an’ın emirlerine uyarak konukluk sistemini, misafir etme sistemini yeniden ihdas edip geliştirmemiz gerekir. Her aşiretin bir mescidi ve mescitte bir konaklama yeri bulunmalıdır. Kente gelenler veya köye gidenler buralarda konuklanmalıdırlar. Buraya gelen kişileri tanımakla insanlar arasında ikili ilişkiler doğar ve insanlar arasında birlik sağlanır. Birlikte seyahatin başka bir sebebi de güvenliktir.

Dehale” “harace” gibi lazım fiildir.

” getirildiği mekanı ifade etmektedir. “Alâ” getirildiği zaman ise kişi ile görüşmeye girmek demektir. Leh ve aleyh mânâsı olmayacaksa ya “Li” ya da “Alâ” getirilir. Bununla beraber bir şey talep edilecekse “Alâ” getirilmiş olmaktadır, çünkü onun zararına girmiş olurlar.

Kıtlık zamanında ve bolluk zamanında kişilerin haklarını dağıtma işi kuralla olmaktadır. Özel bir muamele görülmez. Ama dışarıdan gelen kimselere tahılın satılıp satılmaması yöneticinin takdirine bırakılmış olmaktadır. Rutin işler kurallara göre görülür. Kuralın halletmediği işlerde istisna yapılacaksa, o zaman yetkiliye baş vurulur, ona kural dışı hareket etme yetkisi tanınır. Bu yönetimin temel kuralıdır. Kuralla çözülen işlerde yöneticiye sorulmaz. Kural yetersiz olduğu veya kural olmadığı zaman yetkiliye baş vurulur. Bucak başkanlarına ve devlet başkanlarına böyle farklı hareket etme yetkisi verilir. Çünkü kurallar her zaman sorunları çözmez. Bu kural dışı hareketten dolayı mağdur olanlar varsa hakemlere başvurulur ve onların mağduriyetleri giderilmiş olur.

Bugünkü mevzuatta yöneticilere böyle takdir yetkisi verilmediği için kurallara uyulmuyor ama kurallara uyulmuş gibi gösteriliyor. Devlet yönetimi yalan üzerine oturuyor. Mağdur olanlara da haklarını talep etme imkanı verilmiyor.

Buradaki görevlinin yetkisini istemek için yanına girdiklerinden burada “Aleyhi” kelimesi geçmektedir.

فَعَرَفَهُمْ

(Fa GaRaFaHuM)

“Onları tanıdı.”

Girer girmez onları tanıdı. On kardeş olmalarından tanıdı.

Arafa” dağ demektir. Üstü düz olan toplanmaya elverişli dağdır. Belli günlerde halk buraya gelir, birbirlerini tanırlar, tanışırlar. Sonra bu kelime tanımak olarak kullanılmaktadır. “Alem” de dağ demektir. Sivri dağdır. Arafe ile ilim arasında esas fark şu olur. Arafede onun ne olduğu bilinir. Ama neyin olmadığı bilinmez. Oysa ilimde o kelimenin içine girenlerle girmeyenler çok açık şekilde bilinir. Tarifte içerik de bilinir. Sınırlar kesin değildir. Oysa ilimde içerik üzerinde durulmaz, o kelimenin içine girenlerle girmeyenler ayırt edilir.

Hazreti Yusuf onları tanımıştır, onların kardeşleri olduğunu bilmiştir. Onların konuşmalarından da bunu anlamış olabilir. Onlar başka dil konuşmaktadırlar. Oysa Mısır’da konuşulan dil de farklıdır.

İnsanların ulaşımı kadar iletişimi de önemlidir. Bugün cebinizdeki telefonla bütün insanlara ulaşabilirsiniz. Ama ortak diliniz yoksa anlaşmanız mümkün değildir. Bugün insanlar arasındaki bu sorun hâlâ çözülememiştir. Bunun için önerdiğimiz çözüm “ortak dil”dir. Her toplulukta Arapça tercümanlar bulunacaktır. Dolayısıyla Arapça ile herkes anlaşmış olacaktır.

Mısır’da da böyle tercümanlar sistemi gelişmiş olmalıdır ki halk oraya gidip alışveriş yapmaktadır. Hazreti Yusuf peygamberin çevresinde komşu ülkelerin dillerini bilen tercümanlar var olmalıdır. Şekil yazısının iyi tarafı, insanlar aynı dili konuşmadan da yazı dilleri ile anlaşabilmektedirler. Çünkü insanlar konuşmada birbirini anlayamıyorlar ama yazı dilleri ortaktır. Bu sayede koskoca Çin’de birlik sağlanmaktadır. Aradan otuz yıl geçtiği halde kardeşlerini tanıması bunun için zor olmamıştır. Hazreti Yusuf da ana dilini unutmamıştır.

وَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (58)

(Va HuM LaHUv MuNKiRUvNa)

“Onlar ise tanıyamadılar.”

Arapçada, Türkçede menfi sözlerle ifade ettiğimizin karşılığında ayrı fiiller vardır. Mesela cehalet bilmemektir ama farklıdır. Bilmemek bilmenin menfisidir. Cehalet ise isteyerek bilmemektir. Arapçada istitea kalıbı olmadığından o mânâları içeren kelimeler için ayrı kök kullanılır. “Tanımamak” tanımanın olumsuzudur. “Nekr” ise tanıyamamaktır. Yani birisine bakarsınız, tanımak istersiniz ama tanıyamazsanız, bu tanıyamamaktır. Ama siz tanımak için uğraşmazsanız o da münkerdir. “Küfür” kelimesine buradan akrabadır. Türkçede “inkar” kelimesi “küfür” kelimesine eş olarak kullanılmıştır.

Onlar ise onu tanımadılar, tanıyamadılar. Farkına bile varamadılar.

Hazreti Yusuf çoktan unutulmuştu. Mısır’a götürüldükten sonra vezir olacağı kimsenin ne aklına gelirdi ne de hayaline gelirdi. Dikkat etmemişlerdir. Onun için tanımamışlardır.

Topluca ilgilenmek olduğu için kurallı erkek çoğul gelmiştir. Bunlar on kişi idiler. Kurallı çoğul on kişi için de kullanılır. Onu tanımayan çok kişi arasında olduğu için nekre getirilmiştir.

Küçük topluluklarda insanlar birbirlerini tanırlar. Oysa gelişmiş büyük topluluklarda kişiler günlük hayatlarında hep tanımadıkları kimselerle karşılaşırlar. Nasılsa tanıdığım kimsedir ruhiyatı içinde tanıdıkları kimse olsa da dikkat etmezler. İnanılacak bir şey olmadığı için benzetseler bile şüphelenmezler.

Mısır’a bir çocuk köle olarak satılacak ve şimdi de dünyaya erzak dağıtan biri olacak; bunu tahmin etmeleri ve bilmeleri mümkün değildir. İnanılacak gibi de değildir.

***

وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ

(Va LamMAv CahHaZaHuM Bi CaHAZıHıM)

“Onları cehazları ile techiz edince.”

Cehaz” cins isimdir. Gelinin cehazı, ölünün cehazı, yolcunun cehazı, geminin cehazı, ordunun cehazı denir. Türkçede teçhizat ve cihaz olarak kullanılmaktadır.

Cehazlarını techiz edince” yani yüklerini tamamlayınca denmektedir. Burada “cehazi beîrihim” demeyip “cehazları” denmesiyle, hakiki mânâsıyla demek ki sırtları ile yüklerini taşımakta idiler.

Yük taşıma karınca gibi hayvanlarda da mevcuttur. Ancak bir kap içine koyup yükleme ise insana mahsustur. Nasıl insan çıplak yaratılmışsa, aynı zamanda yük taşımak için araca ihtiyaç hâsıl olmuştur. Meyve toplayan ilk insan ağaç kovuğuna veya çardağına meyve götürmesi için ağaç dallarından sürüklenecek bir şey yaptı. Böylece başlayan yük yapma macerası elbise ile birlikte gelişti. En önemli buluş elbette dokuma tekniğidir. Hâlâ o teknikle giyiniyoruz, çuval ve sepet yapıyoruz. İplikleri aşamalı olarak ters geçirmeden ibaret olan bu teknik o çağda elbette çok iyi biliniyordu.

Kardeşler buraya gelmişler ve sırtlarında taşıyabilecekleri otuz-altmış kilogram arası yükleri hazırlamışlardır.

Cehaz” ismi cemdir. Müfredi “cehze”dir. Kelime tekildir. Ortak yükleri anlamında olup çoğula izafe edilmektedir. Techiz kelimesi tef’il bâbından getirilmiştir.

Çuvala birden tahıl konmaz, tas veya tenekeye doldurulur, sayarak konur. Böylece miktarı da ölçülmüş olur. Bunun için tef’il bâbı ile zikredilmiştir. On kardeş olduğuna göre her biri elli kilo alsalar, aldıkları miktar yarım ton edecektir. Günde beş kilo yeseler, 100 gün idare eder demektir. Daha az kullanarak 200 gün edecektir. İki aylık yolculukta 300 gün yetecektir. İki sefer yaptıklarında bir yıl yetecektir.

İnsanın taşıyabileceği yük ve ülkelerin uzaklığı dengeli kılınmıştır.

Yaşamamız için çalışmamız gerekmektedir.

Ne var ki üretimin verimi öyle yapılmıştır ki, yeter derecede çalıştığımızda geçiniyoruz. Uygarlaştıkça daha az çalışma ile geçinmemiz gerekir. Böyle olmuyor, uygarlaştıkça ihtiyacımız artmaktadır. Yine ilk insan gibi günde altı saat ile on saat arasında çalışarak yaşamaktayız. Demek ki sadece insan bedeninin taşıyacağı yük de hesaplanarak bu süre konmuştur. Çalışmadan yaşamak yok, çalışan da aç kalmaz.

Burada techiz eden Hazreti Yusuf’un görevlileridir. Ama Yusuf techiz etti deniyor. O halde memurun yaptığı fiilden dolayı memur değil amir sorumludur. Memur emredileni yerine getirir. Hukuki sorumluluk amire aittir. Ceza hukukunda ise sorumluluk şahsidir.

Ortaklık sistemi ile işçilik sistemi arasındaki fark budur. Eğer çalışanların yaptığı sorumluluk üste aitse emir aldığı için sorumluluktan işçi kurtulur. İslâmiyet ceza hukukunda bunu kabul etmemiş, mübaşir varken müsebbip sorumlu değildir kaidesiyle bunu tamamen ortadan kaldırmıştır. İşçilik anlaşmalarını meşru saymıştır. Muamelatta sorumluluk üste atılabilir. Ne var ki öyle bir hukuk düzenini tesis etmiştir ki işçilik anlaşmaları asgariye inmiş, daha çok ortaklık anlaşması yapılmıştır.

Hazreti Yusuf Peygamber Mısır’dadır, Mısır hukukuna uymaktadır. Bu da şeriatın koyduğu temel kuraldır. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Şeriata aykırı olsa da, buranın amir hükümlerine uymak zorundayız. Eğer uymayacaksak veya dinimiz buna izin vermiyorsa, o zaman o ülkeden hicret edip gitmeliyiz. O ülkede yaşayıp onların da uyduğu kanunlara uymamak olmaz. Eğer kendileri kural koymuş ama uymuyorsa, o zaman biz de uymayız. KDV ödeme böyledir. Vergi kaçırma böyledir. Haramlar kısas iledir. Kimse uymuyorsa, bizim de uymadan o ülkede yaşama hakkımız vardır. Ancak onu düzeltmeye çalışmalıyız.

Düzeltemediğimizde terk eder gideriz.

Burada “Lemmâ” ile “İzâ” arasında bir fark ortaya çıkmaktadır. “İzâ” geleceğe aittir ve olayın başlangıcını ifade eder. “Lemmâ” ise geçmişe aittir ve olayın bittiğini ifade eder. “Lemmâ Cehhezehum” deyince cihazlama tamamlandığında anlamındadır.

Burada “Ve” harfi getirilmiştir. Arada başka konuşmalar olmuş, son olarak bunu söylemiştir. “Ve Kâle” demektir. Başka şeyler de konuşulmuştur.

Biz bir yabancı ile sohbete başlarken kendisini tanıtacak sorular sorarız: ‘Adın ne, nerelisin? Kaç çocuğun var? Ne iş yaparsın? Baban sağ mı?’

Hazreti Yusuf da sohbet etmiş ve sona doğru gelince söyleyeceğini söylemiştir.

Konuşma sonunda meclisten kalkarken son önerini yaparsın. Orada tartışmayı kesersin. Bunun anlamı şudur. Bu benim önerimdir. Kabul veya reddet, benimle tartışma.

Hazreti Yusuf da böyle yapıyor. Söyleyeceklerini son söz olarak saklıyor. Teçhiz bittikten sonra herkes yükünü alıp gitmek zorundadır. Hazreti Yusuf da tam o sıralarda onlardan cevap almayacak bir şekilde söyleyeceğini söylüyor.

Konular önce müzakere edilir. Herkes görüşünü söyler. Hattâ baştan başkan da kendi görüşünü de söyler. Bu söyledikleri kararı değildir, görüşleridir. Mısır’da da bu usul vardır. Melik istişare eder, sonunda ‘böyle yazıla ve böyle yapıla’ derdi. Böylece karar yazıya dökülenler ile verilirdi. Bugün de askerler böyle yaparlar. İstişare ederler. Herkesin görüşleri kendi görüşleri ile ortaya konur, sonunda ‘yazın’ der. Herkes söylediklerini yazar. Oturum biter, ondan sonra kimse konuşmaz.

Demek ki bu Hazreti Yusuf peygamberin sünnetidir. Hazreti Yusuf mu Mısırlılara öğretti, yoksa Mısırlılardan Hazreti Yusuf mu öğrendi? Bunun önemi yoktur. Madem ki Hazreti Yusuf bunu yaptı, o halde bu bizim için de şeriattır.

Burada bir şeyi daha öğreniyoruz. İstishab eğer istihsana uygunsa o zaman o delildir. Yani bizden önce yapılanlar, mesela cumhuriyet kanunları bizim şeriatımızın genel anlayışına uygunsa, biz onu istihsanen şeriatımız olarak kabul edebiliriz.

قَالَ ائْتُونِي بِأَخٍ لَكُمْ مِنْ أَبِيكُمْ

(QAvLa EiETUvNIy FiEaPin LaKuM MiN EaBIyKuM)

“Babanızdan bir ahınızla ety edin diye kavl etti.”

“Bana babanızdan kardeşinizi getirin dedi.”

Hazreti Yusuf onlarla sohbet etmiş, onların durumlarını öğrenmiş, kardeşiyle (Bünyamin) ilgili daha çok bilgi almıştır. Kardeşi Hazreti Yusuf’tan küçük idiyse merak etmiş ve sağlığını öğrenmiştir. Hazreti Yusuf son sözlerini söylemiş ve ayrılmıştır.

Hazreti Yusuf’un kardeşleri beklenmedik bir taleple karşılaşmışlardır. Onlardan kardeşini istiyor. Hazreti Yusuf onlara soru sordurmamıştır. Sonra neden böyle istekte bulunduğuna bir mânâ verememişlerdir.

Ehin” kelimesi burada nekredir, tekildir. Yani Hazreti Yusuf bir kardeşi olduğunu resmen bilmemektedir. Onlara “biehiküm” demiyor da “kardeşinizden birini getireceksiniz” diyor. Burada babadan kardeşle gelmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Onlar babalarının ve analarının sağ olduğunu bildirdiler. Acındırmak, merhamet etmesini sağlamak amacıyla babadan kardeşlerinin olduğunu söylemişlerdir.

Hazreti Yusuf; söyledikleriniz doğru ise ben size yardım edeceğim, eğer yalan söylüyorsanız ben size ölçüyü tartıyı vermeyeceğim demek istiyor. Hazreti Yusuf’un kardeşleri onun bu isteğini böyle yorumlamışlardır. Hazreti Yusuf da bunun için kardeşlerini görmek istediğini bildirmiştir.

Herhangi bir babadan kardeşin getirilmesi yeterli görülüyor. Bir de babanızdan kardeşinizi diyor. Çünkü onlar babalarından kardeşine de yardımcı olduklarını bildirmişlerdir. Hazreti Yusuf sadece söylemeyip ısrar da etmiştir.

أَلاَ تَرَوْنَ أَنِّي أُوفِي الْكَيْلَ

(EaLAv TaRaVNa EanNIy EUvFIy elKaYLa)

“Ben ölçüyü tam yapıyorum göremiyor musunuz.”

Hazreti Yusuf aleyhisselâm demek istiyor ki; ben burada ölçmeyi yaparken hak ne ise onu yapıyorum, size farklı muamele yapabilmem için sizin farklı davranışlarda bulunmanız gerekir. Burada önemli olan husus kardeşlerin hâlâ beraber oldukları, üvey kardeşlerini bile ayırmadıklarıdır. Bunu anlatarak ondan yardım istemektedirler. Bir daha geldiğinde keyl edilip edilmeyeceğini Hazreti Yusuf’a sormuşlardır.

Kıtlık zamanlarında para bulmak kadar satılacak mal bulmak da sorundur. Çünkü mal karaborsaya düşünce onu istismar eden çok olur.

İkinci Cihan Savaşı’ndan önce Artvin’in Camili bucağında 40 kilo Mısır bir lira iken, İkinci Cihan Savaşı’nda kırk liraya yükselmiştir. Artık standart bir fiyat yoktur. Satıcılar akıllarına ne gelirse onu isterler. Bucak müdürü bir karar almış, sadece sırtlarında taşıyanlara satılmasını istemiş ve bir kimseye daha fazla satılmasını yasaklamıştı.

İşte, Hazreti Yusuf’un kardeşleri Hazreti Yusuf’tan bir daha gelirlerse tahıl satıp satmayacağını öğrenmek istemiş, kendilerinin zor durumda olduklarını ileri sürmüşlerdi. Hazreti Yusuf da bu arzularını kabul etmiş ama babadan kardeşlerinden birinin getirilmesini istemiş, farklı muameleyi yine bir kural koyarak koymuştur. Babadan kardeşlerini getirirlerse ayrı iki aile olarak kabul edilecekler, kendilerine ikinci defa tekrar tahıl verilecektir. Kuralın genelliğini ifade etmesi için “ehin/kardeş” kelimesi nekre gelmiştir.

Keyli ifa etmek” demek, ölçmede hile yapmamak demektir. Küçük tas seçersiniz, hep bir kilo yerine 800 gram yaparsınız. Ölçünüzde haksızlık yaparsınız. Oysa Hazreti Yusuf doğru tasla ölçmüştür. Gözle görülen tastır. Hazreti Yusuf buna işaret ederek kendisinin adil olduğunu, haksızlık yapmayacağını, ancak babadan kardeşi ayrı kabul ettiği için onunla gelirlerse tekrar tahıl vereceğini söylüyor.

وَأَنَا خَيْرُ الْمُنزِلِينَ (59)

(Va EaNa PaYRü eLMüNZiLIyNa)

“Ve ben münzillerin hayırlısıyım.”

Ben konuklayanların hayırlısıyım demektir.

Nezele” konakladı, “Münzel” konuklandırılan, “Münzil” ise konuklandıran demektir.

Kapitalizm düzeninde paralı oteller icat edildi, konukluk sona erdi.

Oysa tarihte insanlığın uygarlaşması konukluk müessesesi ile olmakta idi. Her ailenin evinde misafir odası vardır. Bir evdeki misafir yatak sayısı onun ağalığını gösterir. Köyde insanlar misafir yatak sayısı ile ölçülür. Kapıya gelen misafiri konuk etmeme büyük ayıp sayılır. Mescide bir yabancı gelince, orada olanlar adeta onu evlerinde misafir etmek için birbirleriyle yarışırlar.

Mısır’da da gelenleri misafir etme sistemi vardır. Allah insanları yaratmış, onlara yaşamaları için gerekenleri de içgüdüleri içine yerleştirmiştir. Konuk müessesesi de böyledir. Bugün gerek kalmadığı için zayıflamış olmakla beraber hâlâ tüm dünyada misafir ağırlama geleneği devam etmektedir.

Almanya’ya Türklerin gidip yerleşmesi ancak misafir olma ve misafir etme anlayışı sayesinde mümkün olmuştur. Süleyman Akdemir, Arif Ersoy ve Süleyman Karagülle, üç arkadaş Avrupa’ya gidip Akevler Adil Düzen anlayışı içinde dolaştık. Mescitlerde konuşmalar yaptık. O zaman henüz Anadolu Holdingleri oluşmamıştı. Bizim konuşmalarımızın meyvelerini onlar topladı. Biz de bu vesileyle “Adil Düzen”i anlatmış olduk. İşte biz bu imkanı ancak Türk milletinin misafirperverliğine borçluyuz. Millî Görüşçüler evlerinde misafir ettiler. Süleyman Tunahan’ın cemaatinde mescitler 24 saat açıktı. Bugünkü Fethullah Gülen cemaatinin okulları da bu misafirperverlikle yürümektedir. Kur’an’da misafirlere ayrılan fona en önemli yer verilmektedir. Bu demektir ki misafirlik kıyamete kadar devam edecek ve korunacaktır.

Hazreti Yusuf Peygamber “ben münzillerin hayırlısıyım” diyor. “İnzal” misafir etme anlamında olduğu gibi aynı zamanda misafiri uğurlama anlamındadır. Yani biz konuklarımızı iyi bir şekilde karşılıyoruz, bunun için siz babadan kardeşlerinizden birisi ile gelmelisiniz diyor.

Münzil” kurallı erkek çoğulla getirilmiştir. O halde konuklama bir cemaatleşme şeklinde yapılacaktır. Misafir etme kurala bağlanmalıdır.

Ben yine kendi bucağımdan örnek veriyorum. Bunun sebebi şudur ki, 1950 yıllarından önce benim bucağım Milattan Önce Sümerlerin yaşadığından daha ilkel bir hayat yaşamakta idi. Mesela tekerleği bilmiyorlardı. Bal mumu yakıyor ve ışık yapıyorlardı ama yağ kandilleri yoktu. Ramazan’da teravihi cemaatle kılarlardı. Evler dağınık olduğu için imam mescitte kalır, iftarı orada yapar, sahuru orada yerdi. Köylüler Ramazan yemeklerini sıraya bağlarlardı. Biri kendisi yemek getirdikten sonra, ertesi gün sırası gelen komşuya haber verir. Komşu getiremeyecekse ondan sonrasına haber verir. Böylece Ramazan’da mescitte her akşam yemek bulunur. Gelen misafirler burada iftar yaptıkları gibi evlerine gidemeyen veya evde o gün kimsesi yoksa, onlar da orada iftar yaparlar. Bir de fazla yemeği olanlar da alır, gelir, birlikte iftar yapabilirler.

Demek ki konuklama teker teker değil de bir organize içinde olmalıdır. Örnek olarak kurban kesenler veya fitre verenler sıraya koymalıdırlar. Aşiretin on haneden oluştuğunu düşünürsek, haftada bir gün misafire yemek verme sırası düşer.

***

فَإِنْ لَمْ تَأْتُونِي بِهِ

(Fa EiN LaM TaETUNıy BiHIy)

“Onunla gelmezseniz.”

Burada “Fa” harfi onu bana getirin yoksa şartını koyuyor. Buradaki “Fa” fa-i beyaniye veya şartiyedir. Gerçi şartlık “İn”le geliyor. Bu bakımdan beyan “Fa”sı deniyor.

Bir emir verildiği zaman onu yapmayana da müeyyide uygulanmalıdır. Cezanın ne olduğu belirtilmemiştir. Getirilmezse keyl yapılmayacaktır. Burada ceza emrin yapılmamasına karşı verilmektedir. Emir yerine gelmezse ceza verilebilir demektir.

Bu durum dünyada böyledir. Halbuki âhirette iyilik yapana iyilik yapılacak, mükâfatlandırılacaktır. Ama yapmazsa bir cezası olmayacaktır.

Kurallar konurken herkesin onlara uyduğu kabul edilir. Sistem ona göre konur. Kural konurken buna uymayanlar olursa ne yapılacağı düşünülmez. Sadece kural konurken kuralın kapsadığı kimselerin gücünün yetip yetmeyeceği de düşünülür. Kural ona göre ağır veya hafif tutulur. Kural konduktan sonra kural iki yönüyle incelenir.

Birincisi, mazeret dolayısıyla uymayacakların hesaba katılmasıdır. Ona göre kural koymalıyız. Kuralları geniş tutarsak katılanlar çok olur, kuralları dar tutarsak katılanlar az olur.

Kurala koyacağımız ikinci ek ise kurala mazeretli veya mazeretsiz uymayanlara uygulanacak cezadır. İslâm fıkhında bunlar keffaret cezalarıdır. Kur’an’da hac düzenlemesinde bu hususta hükümler konmuştur. Cezalar veya mazeretler genel olarak incelenir. Her olay için mazeret veya ceza kuralları konmaz. Bazen da özel hükümler konur. Cezası tasrih edilir.

Burada da bu yapılıyor. ‘Getirin’ dedikten sonra, eğer getirmeden gelirlerse onlara keyl verilmez, yani istedikleri kabul edilmez. Ancak bu husus tasrih edilmiştir. Onun için “Fa” getirilmiştir. Yani böyle olması bir kuraldır. Herkese böyle uygulanır demektir.

Demek ki bir talebe karşı bir emir isdar edilirse emir şart olur.

فَلاَ كَيْلَ لَكُمْ عِندِي

(Fa LAv KaYLa LaKuM GıNDIy)

“Benim insimde size keyl yoktur.”

Keyle” üstünlü hareke ile gelmiştir. Getirmezseniz, sonra getirseniz de size keyl yoktur anlamı çıkar. Ötreli olsaydı o zaman yalnız o seferinde yoktur demek olurdu.

“İn”den sonra gelen “Fa” harfi bu tamimi yapmaktadır. Keyl de onun müeyyidesidir.

Bu ifadelerle Hazreti Yusuf kuralın böyle olduğunu ifade etmektedir.

Eskiden olaylar sayılı idi. Kurallar da sayılı idi. Her işletme için belli kurallar koyardınız, bunlar yeterli olurdu. Oysa bugün kuralları baştan tesbit etmek mümkün değildir. Proje bazı varsayımları yapar, ana isteklerini ortaya koyar. Uygulamaya devam edilir. Uygulamada karşılaşılan sorunlar olay esnasında çözülür. Ne var ki sadece o olay için çözülmez, ondan sonra gelen olaylar için de çözülmelidir.

Dört kural koyma kuralı vardır.

  1. Kurallar zati olmalıdır. Herkes kuralı kendisi için çözmelidir. Başkalarının çözdüğü kuralları tatbik etmek yanlıştır. Onlardan yararlanırsınız ama kuralları kendiniz tercih eder veya icat eder olmalıdır.
  2. Kurallar sürekli olmalıdır. Yani çözdüğünüz kural ondan sonra böyle sorunlarla karşılaştığınız zaman da çözüm olmalıdır. Rüşvetli çözüm sürekli olmadığı için çözüm değildir. Böylece o kuraldan çokça yararlanırsınız.
  3. Kurallar genel olmalıdır. Yani yalnız sizin sorunuzu çözmekle kalmamalıdır. Sizin durumunuzda olanlar için de kural olmalıdır. Onlardan isteyenler sizin kurallarınızdan yararlanmalıdır.
  4. Kurallar ilmî olmalıdır. Uygulamadan önce sonuçlar hesaplanmalıdır. Sonunda ölçülmeli, hesaplar ölçülere uymalıdır. Uymadığı yönleriyle kural deneye göre düzeltilmelidir. Yani amel içtihat, amel içtihat arka arkaya gitmelidir.

İşte mevzuat böyle oluşur.

Zamanla topluluk içinde sağlam kurallara ulaşırsınız ve zirvede yaşarsınız.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm da sadece kendi sorununu çözmekle kalmayıp meseleyi genel kural hâline getirmektedir. Herkes kararlarını bu kurallara uygun almalıdır.

Fa” harfini getirerek kuralı genelleştiriyor. Kardeşi nekre getirerek kuralları genelleştiriyor.

Bir işletmeyi kurduğunuz zaman olay oldukça kural da ortaya çıkacaktır. Hazreti Peygamberin sünneti böyle doğmuştur. Kooperatifin sözleşmesinde böyle yazıyoruz. Genel Hizmet Sorumlusu kurallar koyar, bunlar işletmenin kuralı olur. Hakemlere gidilerek kural her zaman iptal edilebilir. Devletin kanunları da böyle olmalıdır. İstişareden sonra meclis başkanı kural koymalıdır. Milletvekillerinin hakemlere gitme yetkisi olacaktır. Yasama budur.

وَلاَ تَقْرَبُونِي (60)

(Va LAv TaQRaBUvNiy)

“Bana kurbet etmeyiniz.”

Kendilerine keyl etmeyeceklerini bildirmiştir. Bir de görüşme şartı koşuyor.

Kur’an’da necva yapacaklardan sadaka alın deniyor. Demek ki böyle görüşme şartı konabilir. Kişinin eline yetkiler geçince herkes sorunu onunla çözer.

Hazreti Musa peygamberin kayınpederi Mısır’a gelip bunu görünce ona tavsiyede bulunuyor. Alt kademede sorun çözülmezse üst kademeye geçilecektir. Biz bunun için üste müracaat için “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda kural getirdik.

Bir bucakta halk kendilerine dayanışma ortağını seçerler. Bunlar bucak ilmî şurasını oluştururlar. Başkan istişare yapmak istediği zaman semt başkanlarına sorar. Onlar aşiret başkanlarına iletirler. Onlar da cemaate anlatırlar. Sonra halk kendi dayanışma sorumlusuna görüşünü bildirir. Başkan onları yani sorumluları dinler ve böylece tüm halkı ile istişare etmiş olur. Bucakta bulunan dayanışma ortakları kendilerine il dayanışma ortağını seçerler. On bucak dayanışma ortağının sorumlusu olan kimse il dayanışma ortaklığı sorumlusudur. İl başkanı bunlarla istişare eder. Halka gidilecekse kaymakamlar bucak müdürlerine, bucak müdürleri de semt yöneticilerine, onlar da aşiretlere ulaştırırlar. Halk görüşlerini kendi dayanışma sorumlusuna bildirir, o da il başkanına bildirir. Böylece istişare tüm halk ile yapılmış olur  

Başkana bu istişareyi yapması için yeter sayı şartı konur, yani başkanla görüşmek için dayanışma sorumlusu olmak gerekir.

Bu şartın vaz’ı caiz midir?

İşte buradaki “bana takarrub etmeyin” ifadesi bunu ifade eder.

***

قَالُوا

(QAvLUv)

“Kavl ettiler.”

Evet, onu söylüyor. Genel olarak aşirette bir hiyerarşi vardır. Yaş önemlidir. Yaşlı baba yerine geçer, hepsi susar, en yaşlı konuşur. Diğerleri sükut ederek itaat etmiş olurlar. Susarlarsa yani sükut ederlerse hepsi söylemiş olurlar. Sükut ikrardandır.

Bu kuralı daha önce izah etmiştik.

Burada şunu ilave edebiliriz. Bir topluluk on kişi civarındadır. Bunlar kendilerini sıralarlar. Sıraya göre konuşma hakları vardır. Konuşan söyler, öbürleri de ona uyarlar.

Burada en yaşlı olan söylemiştir.

Peygamber de en çok bilendir. Sonra en yaşlı yönetir.

سَنُرَاوِدُ عَنْهُ أَبَاهُ

(Sa NuRaViDu GaNHu EaBAvHu)

“Babasından onu muravede edeceğiz.”

Se” gelecek zamanı ifade eder. “Se” yakındaki en kısa zamandadır. Hazreti Yusuf’a en kısa zamanda kardeşlerini getireceklerini söylüyorlar. Babası ile muravede edip oğlunu talep edeceklerdir.

Burada kardeşlerinin rolü sözkonusu değildir. Babasına tâbidirler. Birlikte yaşadıklarına göre emre itaat sistemi geçerli olacaktır.

İşte bizim aşiret hukukunu da buradan oluşturuyoruz. Kişiler aşiret başkanına itaat etmiyorlarsa ayrılıp başka aşirete katılabilirler, başka aşiret kurabilirler. Ama aşiret içinde kaldığınız müddetçe kesin olarak başkana itaat edilir. Yaşamada ocak başkanı, çalışmada bucak başkanı askeri yetkilere sahiptir. Herkes istediği zaman bucağını ve ocağını terk edebilir. Artık onun eski başkana itaat etmesi gerekmez. Bu âyet bize bunu da anlatmaktadır.

‘Biz kardeşimizi kandırmaya çalışacağız’ demiyorlar. Onun babasını ikna edeceklerdir. Babasından isteyeceklerini söylüyorlar. O ikinci mef’ul olarak değil de “An” ile getirilmektedir. Adeta onu babalarından koparacaklarını söylemektedirler. Talep etmek başka, onun razı olması başkadır. Biz babasından isteriz de eğer razı olursa getiririz. ‘Razı olmazsa ne yapalım’ demiyorlar.  

وَإِنَّا لَفَاعِلُونَ (61)

(Va EinNAv LaFaGıLUvNa)

“Biz birlikte yapacağız.”

Biz bu işi birlikte başaracağız diyorlar. Kurallı erkek çoğul gelmiştir. İsteyeceğiz ve bu işi yapacağız. Yani babamızı zorlayacağız diyorlar.

Yönetimde başkan mutlak söze sahip imiş gibi gelir. Oysa yönetim bir aşiret tarafından yapılır. Aşirette de aşiret üyeleri mutlak etkilidirler. Aşiret başkanı eninde sonunda üyelerinin dediklerini yapmak zorunda kalır.

Hazreti Yusuf’u da babası istemeye istemeye vermek zorunda kalmıştır. Şimdi de bu işi birlikte başaracaklarını ifade etmektedirler. Yani biz bir olup talep edeceğiz, onun başka yapacağı iş kalmaz demek istemektedirler.

Demek ki, bir taraftan aşirette başkan mutlak otoritedir. Ama diğer taraftan da başkan aşireti dışında herhangi bir güce sahip değildir. Aşiretteki kişilerin isteklerine uymak zorundadır. Denge oluşmaktadır.

“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI”nda bu dengeyi tam koruyabilmek için aşiret en az otuz kişiden oluşacaktır. Eğer aşiretin nüfusu bundan aşağı düşerse o aşiret dağılmıştır, artık onlar aşiret hukukundan yararlanamazlar. Yeni başkanın başkanlığında yeni aşiret kuracaklar veya başka aşiretlere iltihak edeceklerdir. Aşiret üyesi her zaman aşiretten ayrılabilir. Aşiret başkanı da kendisini dinlemeyen kişiyi aşiretinden uzaklaştırabilir. Böylece başkan başkanlığını koruması için üyeleri ile iyi geçinmek zorundadır. Ama başkan her zaman üyeyi devre dışı bırakacağı için o da başkanını dinlemelidir. Benzer denge karı-koca arasında da kurulmuştur. Taraflar istedikleri zaman boşanabilirler. Tek taraflı talep yeterlidir. Ama bunu üç defadan fazla yapmazlar. Aşiretten çıkan veya çıkarılan üye tekrar dönebilir. İki tarafın rızası ile gerçekleşir. Ama boşanmaya kıyas yaparak üçüncüden sonra dönemez.

وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ

(Va QAvLa Lı FiTYAvNıHIy)

“Ve fetalarına kavl etti.”

Yukarıda “cehazlarını techiz edince” deniyor. Burada yeni talimat veriyor. Kardeşlerinden gizli olarak veriyor. Demek ki yükler henüz tamamlanmış değildir. Sadece kime ne verileceği kararlaştırılmıştır. Bu haliyle techiz edildiği söylenmektedir. Kararlaştırıldıktan sonra artık o gerçekleşmiş demektir. Yani ayrıldıktan sonra artık sorumlu satın alandır.

Türkiye’den İran’a mal satsak. Mal nakledilirken kamyon yolda devrilmişse, kimin kamyonu devrilmiştir? Satanın mı, satın alanın mı? Anlaşmada ne belirtilmişse o uygulanır. Ama belirtilmemişse, satın alanın kamyonu devrilmiş olur.

İşte bu âyet onu ifade ediyor.

Techiz edilmiş yani çuvallar doldurulmuş, tartılmış ve onlar ayrılmış  ama henüz denkler yapılmamış. Hâlâ tas konacak durum vardır. Cehazdaki ifade ile bu ifade karşılaştırıldığı zaman kabz şartı yoktur. Teslim yeterlidir.

اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ

(iCGaLUv BıWaGaTaHuM)

“Bıdâalarını ca’ledin.”

İnsanlar para olarak önce kuru yemişi, sonra deriyi, sonra koyunu veya yünü, sonra tahılı, sonra gümüşü kullandılar. Uluslararası ticaret başlayınca da altını kullandılar. Gümüş para dirhem olarak geçmektedir. Dirhem aynı zamanda tartı taşıdır, ağırlık birimidir. Dirhemi kral kullanıyordu, melikin parası idi. Altın uluslararası para olduğu için sadece tartılarak alınıp satılıyordu. Altın et parçalarına benziyordu. Bugün hâlâ et parçasına “but” diyoruz.

Hazreti Yusuf Peygamber kardeşlerinin parasını iade ediyor. Bunu yaparken melike sormuyor. Bunu yapmaya yetkisi vardır.

Merkezi yönetimlerde olsun, yerinden yönetimlerde olsun, görevlendirilen kimseler tam yetkili kılınırlar. Başka türlü günümüz sorunları çözülemez. Bununla beraber görevli kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmemelidir.

Burada bıdâalarını iade etmesi melikin parasını kullanma değil midir? Bunu iade ederken haram işlemiş olmaz mı?

Bizim kabul ettiğimiz usul şudur. Kendi imkanlarını ve başkanın imkanlarını aleni olmak şartı ile kullanabilir. Aldığı ve verdiği yazılmalıdır. Borç almış olur. Hazreti Yusuf kendi parasını kullanabilir. Bunlar meşrudur. Böylece değerlerin âtıl kalmaması sağlanır. Hırsızlık gizli olarak yapılandır. Cezası kol kesmedir. Açık olmak şartı ile gasp olsa bile cezası yoktur. Ancak verdiği zarar kadar tazmin ettirilir. Bu kural fıkıhta böyledir. Gaspın cezası yoktur.

Bu âyete göre başkasının malını gerekirse sen kullanırsın, daha sonra ödersin. Bu hüküm yeryüzünde ne varsa bütün mallar birlikte sizin için yaratılmıştır âyetine uygundur. Bununla beraber her halde emek vardır. Emek tazmin edilmektedir.

فِي رِحَالِهِمْ

(FIy RıXaLıHıM)

“Yükleri içine.”

Rehle” bir yerden diğer yere taşınırken hazırlanan yüktür.

“Vıkr” var, “vizr” var, “himl” var, “rihl” var. Farklı kelimeler yük çeşitlerini gösterir.

Yüklerinin içine koymaktadır. Parayı onlara vermiyor. Yüklerine koymaktadır.

Hazreti Yusuf peygamber ne gibi bir amaçla bunu böyle yapmıştır?

Kendilerinin paralarını iade etse, o zaman onların sorularını cevaplamak gerekmektedir. Oysa Hazreti Yusuf onlara bunu baştan bildirmek istememektedir.

Bununla ne yapmak istemektedir?

Baştan bildirse ciddiyetlerini kaybederler, yükü taşımak istemezler, şımarır ve taşkınlık yapabilirlerdi. Bu amaçla gizli tutmaktadır. Başka bir gizli tutma amacı da şu olabilir. Kardeşi gelmeden bunun yapıldığını farz ediniz. O zaman olaylar olacaktır. Belki de melik vazgeçirecektir.

İşte, işletmelerde, işlerde yapılacak iş; olgunlaşmadan önce olaylar gizli tutulur. Bozulmayacak şekle geldiğinde etrafa duyurulur.

Yine başka bir olay da şudur. Baştan melike/başkana sorun götürülmez. İşler olgunlaştırılır. Sonunda melik haberdar edilir ve izin istenir.

Hazreti Yusuf kardeşleri geldikten sonra melike gitmiş, ondan kardeşlerine imkan talep etmiştir. Yahut Hazreti Yusuf iskana da yetkilidir. O yetkisini kullanmaktadır.

Buradan şunu öğreniyoruz. Görevlere ehliyetli akrabaları getirmek gayrimeşru değildir. Bir kimsenin bir işi yapabilmesi için tanıdığı ve güvendiği kimseleri görevlendirmesi gerekir. Bunlar da tanıdıklar ve akrabalardır. Mısır’a zarar verecek bir şey yapmaları hâlinde sorumlu olabilir. Allah yakınlara ihsanı emrettiğine göre görevlinin de zarar vermemek şartı ile yakınlarını kayırması meşrudur.

Bu sebepledir ki rüşvet almak haramdır. Ama yasak değildir. Kişinin rüşveti alenen alması şartı ile bir suç olmaz. Veren de suçlu olmaz. Ne var ki yapılan iş meşru mudur, kurallara uygun mudur, birisine haksızlık edilmiş midir? Ona bakılır. Bu da görevlilerin suiistimal yapmalarına sebep olmaz mı?

Buna karşı şu tedbirler alınmıştır.

  1. Her şeyden önce görevlinin kendi başarısı kendisi için önemlidir. Suiistimal yaptığı taktirde görevli görevden alınacaktır. Bu da onun için en tehlikeli bir olaydır.
  2. Yapılan tasarrufta mağdur olan varsa hakemlere gidilir ve tazmin ettirilir. Dolayısıyla kişi herhangi bir haksızlık yaptığı taktirde yarın sorumlu olacaktır.
  3. Göreve getirilen kişi dayanışma ortaklıklarının güvencesinde göreve gelmektedir. Herhangi bir zarar verdiği takdirde dayanışma ortaklığı onu tazmin etmektedir. Dolayısıyla dayanışma ortaklığının denetimindedir. Haksız muamele yapandan dayanışma ortaklığı güvencesini çekerse o da iş yapamaz.
  4. En önemli husus, kişilerin haklarını dayanışma ortaklıkları korurlar. Genel hizmetlilere dayanışma ortaklıkları teminat verirler ama herkes kendi hizmetlisini kendisi seçer. Adil olmayan kimsenin yanında zalimler yer alır. Demek ki böyle bir topluluk zulmü hak etmiştir. Zalim olmayanlar onlardan ayrılacak veya oradan hicret edeceklerdir.

لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَا

(LaGalLaHuM YaGRıFUNaHAv)

“Umulur ki onu marifet ederler.”

Onu yüklerine öyle koyun ki vardıklarında onun kendilerinin altınları olduğunu ve kasden iade ettiklerini bilsinler, kendi altınlarını tanısınlar. Altınların meskuk olmadığı buradan da anlaşılıyor. Meskuk altınlar tanınamaz. Yük yüklenirken her birinden ayrı ayrı olarak bidâaları alınmıştır. Bidâa çoğul olarak alınırsa, herkesin bidâasını kendi yüküne koymuşlardır. Para bozulamayınca yükün büyüklüğü paraya göre yapılmakta idi. Dolayısıyla her yükün parası kendi içine konmuştur. Sonra karışmış olan para yükün altında bir yerde olurdu. Oysa bunlar yüklerin üstüne konmuştur. Demek ki iade söz konusudur. Unutulma değildir.

Paralarının ellerine verilmeyip çuvallarına konmuş olmasının başka bir sebebi de sadakatlerini denemektir. Eğer çapulcu ve hırsız bir kardeş grubu ile karşı karşıya ise onları Mısır’a getirmeyecektir. Ama ittikalarını koruyorlarsa, o zaman onları Mısır’a getirtecektir. Bunu denemek için bidâalarını iade etmiş olur.

Bu yorum buradaki “marifet etsinler” ifadesine uymamaktadır. Bidâa olarak gizlediler ifadesinde, bidâa müfret bir kelime olarak getirilmiştir. O zaman her birinin çuvalına ayrı ayrı değil de, birisinin çuvalına koydular. Ama en üste koyarak iade olduğunu belirttiler. Buradaki “”Leallehum Ya’rifûnehâ” onu öyle koyunuz ki iade edildiğini bilsinler demektir.

إِذَا انقَلَبُوا

(EiÜAv EiNQaLaBUv)

“İnkılap ettiklerinde bilebilsinler.”  

Yani burada vücub değil imkan ortaya konmuştur. Bilmek isterlerse bilsinler demek olmuş olur.

Memleketlerine dönüşleri inkılap olarak ifade edilmiştir.

Rücu daha çok eski haliyle geri dönmektir.

İnkılap ise başarı ile ve değişerek geri dönüştür.

Memleketlerine tahıl ile dönmüş olacaklar. Bir gelişme ve ilerleme olacaktır. Paralarının iade edildiğini gördükçe inkılapları hepten yücelmiş olacaktır.

Demek ki her ilerleme bir inkılaptır.

İyiye inkılap edilir.

Kötüden rücu olunur.

إِلَى أَهْلِهِمْ

(ELAv EHLiHiM)

“Ehllerine inkılap ettiklerinde.”

Ailelerine döndüklerinde denmektedir. Ehli beyte döndüklerinde mânâsındadır.

Aylar süren yolculuktan sonra ev için erzak getirmişlerdir. Eşlerine ve çocuklarına kavuşma sevinci içindedirler.

Bugün istediğimize telefon açar ve nerede olduğunu sorarız. O gün ise gidenden haber almak hemen hemen imkansızdır. Bugün ortalık güven içindedir. O zaman ise yollar son derece tehlikeli bulunmaktadır.

Diğer taraftan Mısır gibi son derece kurallı ve büyük bir devletin topraklarına gidilmektedir. Oradaki bir yetkilinin iki dudağı arasında olan hayatın ne kadar tehlikeli olduğu göz önüne alınırsa, geri dönüşün ne kadar sevinç vesilesi olduğu görülecektir. Para bulmak son derece zordur. Ancak hayvan satılarak para elde edilir. Sürüde bulunan erkek hayvanlar normal olarak sene içinde satılmakta ve onunla diğer eksiklikler giderilmektedir. Kentte yaşayanların et ihtiyaçları o yolla temin edilir. Ne var ki kıtlık yıllarında hayvanlar da gelişemezler. Paralar hep tekellerde toplanır. Paranın iadesi hayat emniyetini haizdir.

لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (62)

(LaGalLaHuM YaRCiGUNa)

“Umulur ki rücu edebilsinler.”

Yani tekrar Mısır’a dönsünler. Gidenler ellerinde para olmazsa gelmek isteseler de gelemezler. Onlara bu imkanı sağlamaktadır.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm bulunduğu yönetimde kendi durumuna uygun tedbirler almakta, devletin imkanlarını kullanmaktadır.

Bu meşru mudur?

Ülkelerine sağladıkları yarar o kadar büyük olmaktadır ki, bunun karşılığında Hazreti Yusuf’a ne verseler karşılayamazlar. Hazreti Yusuf yalnız rüyayı yorumlayarak kalmamış, o rüyaya göre nasıl hareket etmek gerektiğini de Mısırlılara öğretmiştir. O halde bunlar devede kulak durumundadır.

Günümüze gelelim.

Allah’ın lütfü ile Necmettin Erbakan çıkmış, Türkiye’ye ve insanlığa bu kadar büyük iyilik yapma imkanını sağlamıştır. Kendisini ve partisini Türkiye’nin hizmetine vermiştir. Kendisine o kadar haksızlıklar yapılmıştır. Şimdi onu ‘sen partinin parasını zimmetine geçirdin’ deyip muhakeme ediyorlar. Kendisinin ve partililerin yaptıkları iyilikleri hesaba katmıyorlar. Onlara karşı yaptıkları zulümleri hesaba katmıyorlar.

Hâsılı; Hazreti Yusuf’un bu hikâyesinden öğreniyoruz ki, kişi sağladığı büyük hizmetler karşılığı şahsı ve ailesi için elinde bulundurduğu imkanları kullanma hakkına sahiptir. Başkanın dışındakiler başkanın denetimindedirler. Bilgi vermeleri şartı ile görevliler istediğini yaparlar. Başkanlar da mallarını sonunda kamuya bırakmak şartı ile istediklerini yaparlar.

Hazreti Yusuf’un bu hikâyesi bizim anayasamıza (Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI) koyduğumuz bu kuralı teyit etmektedir.

 

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2665 Okunma
2-YUSUF 4-7
3260 Okunma
3-YUSUF 8-10
2586 Okunma
4-YUSUF 11-15
2137 Okunma
5-YUSUF 16-19
2057 Okunma
6-YUSUF 20-22
2398 Okunma
7-YUSUF 23-24
4405 Okunma
8-YUSUF 25-28
2492 Okunma
9-YUSUF 29-31
2260 Okunma
10-YUSUF 32-34
2012 Okunma
11-YUSUF 35-37
2468 Okunma
12-YUSUF 38-40
2317 Okunma
13-YUSUF 41-42
3085 Okunma
14-YUSUF 43-45
3878 Okunma
15-YUSUF 46-49
2242 Okunma
16-YUSUF 50-53
2281 Okunma
17-YUSUF 54-57
1964 Okunma
18-YUSUF 58-62
1989 Okunma
19-YUSUF 63-65
2137 Okunma
20-YUSUF 66-67
1999 Okunma
21-YUSUF 68-69
2411 Okunma
22-YUSUF 70-74
2348 Okunma
23-YUSUF 75-76
2528 Okunma
24-YUSUF 77-79
2038 Okunma
25-yusuf 80-82
1869 Okunma
26-yusuf 83-86
2081 Okunma
27-YUSUF 87-90
2171 Okunma
28-YUSUF 91-98
2345 Okunma
29-YUSUF 99-101
1934 Okunma
30-YUSUF 102-107
2337 Okunma
31-YUSUF 108-110
2028 Okunma
32-YUSUF 111
2101 Okunma

© 2024 - Akevler