YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
2167 Okunma
YUSUF 29-31

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 9

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ إِنَّكِ كُنتِ مِنْ الْخَاطِئِينَ(29) وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(30) فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتْ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ مَا هَذَا بَشَرًا إِنْ هَذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ(31)

 

يُوسُفُ

(YUSuFu)

“Yusuf”

Kişi seni dinlemiyor. İlk defa çağırıyorsan, onu dinlemeye davet için “Ya Yusuf” dersin. Zaten dinlemekte ise ona adı ile hitap edersin.

Şahit gelmiş, soruşturma yapıyor. Aynı zamanda haklı-haksız ortaya çıkarılacaktır. O taktirde Yusuf’u zaten ikisi dinlemektedirler. Ne hüküm verileceğini beklemektedirler.

İşte o durumda iken “Ey Yusuf” diye değil de, “Yusuf” diye hitap edilecektir.

Burada konuşan şahit yani kadının akrabasıdır. Hitap etmeye erkekten başlamaktadır, Yusuf’tan başlamaktadır. Onun beraatını açıklamaktadır. Mısır hukukunda önce beraat edenlerin ismi okunur. Once beraat edenler bildirilir demektir. Suçluların durumu sona saklanır.

Bu hususun İslâmiyet’te de böyle olması gerektiği hükmünü Hazreti Yusuf’un hapishane arkadaşlarına nasıl yaptığı ile öğreneceğiz. Burada sadece eğer bir bucak böyle hükmü kabul ederse onun da hukuken meşru olduğunu öğreniyoruz. Orada da önce beraat edeni anlatıyor, sonra selb edileni anlatıyor.

Demek ki bu kural Mısır hukukunda böyle olduğu gibi İslâm hukukunda da böyledir. Haklı olan önce ilan edilir. Haksız olana verilecek hüküm sonraya bırakılır.

Bu niçin böyle yapılır?

Dikkat edilecek olursa burada Hazreti Yusuf’a “sen suçsuzsun” denmiyor, “ı’raz et” deniyor. Hüküm sonraya saklanıyor. Baştan beraat eden ve haklı olan ilan ediliyor. Ondan sonra mahkum olanın suçu belirtiliyor. Bu da beraatı zimmet asıl olduğu için orada bir açıklamaya gerek duyulmuyor.

Demek ki asıl olan yasakların sayılmasıdır. İslam hukukunda böyledir. Yasaklar sayılır. Geri kalan ne varsa hepsi serbesttir. Oysa Roma’da haklar sayılır, onun dışında olanları hukuk korumaz. Bu sebepledir ki Roma’da haklar sayılmıştır. İslâmiyet’te ise görevler sayılmıştır. Batı dünyası serbest akit sistemini almış ama vazifeleri sayma sisteminden bir türlü vazgeçmiyor, Batı hâlâ bu sistemden kurtulamamıştır. Hâlâ şirketlerde ve derneklerde sözleşmede yazılı olmayan işleri yapmamaktadırlar.

Daha doğru açıklama ile Mısır’da hakların veya görevlerin sayılması sistemi yoktur. Hukuk sistemi yoktur. Yöneticilerin kararları ile hüküm verilir.

Yazılı hukuk Batı’ya Tevrat’la geçmiştir. Tevrat’tan önce Mezopotamya hukukunda da yazılı hukuk vardı. Roma Tevrat’tan bunu alırken hakları sayıp devlete onu yükleme görevini vermiştir. Oysa kişiliği varsa muamelatta her şeyi her tüzel kişi yapmalıdır.

أَعْرِضْ عَنْ هَذَا

(EaGRiW GaN HAvÜAv)

“Yusuf bundan i’raz et.”

Burada Yusuf’tan istenen nedir?

İ’raz etmektir.

İ’raz etmek” demek vazgeçmek demektir, ilgilenmemek demektir. Arıza bir bütünde meydana gelen eksikliktir.  “İr’az” burada, ‘sen bu işi yapma anlamına geldiği’ gibi, ‘sen bunu kimseye bahsetme, bu olay olmamış gibi kabul et’ denir. “Biz emaneti göklere arz ettik” deniyor. Dilekçeye eski Türkçede “arzuhal” denir. Bugün de “sunulur” yerine “arz olunur” denmektedir. Türkçede bu kelimeden taarruz kelimesi de kullanılır.

İ’raz” kelimesi Türkçede yoktur ama “itiraz” kelimesi vardır. İ’razın iftial bâbı olmuş olur. İtiraz karşı tarafa itiraz şeklindedir. İ’raz ise bir şeyden vazgeçme anlamındadır.

İ’raz” kelimesi burada “An” harficeriyle kopma, ayrılma anlamına gelir. Kişi ayrılırken kendisinde bir sıkıntı meydana gelecektir. Bu sebeple “bundan i’raz et” demek, bundan vazgeç demek olur. Bir daha böyle bir şey yapma anlamına gelebilir. Ama asıl söylenmesi istenen, sen bunu kimseye söyleme, bu sadece sende kalsın denmektedir.

Çok zor bir durum vardır. Çünkü seyyidin işleri Yusuf’a göre yürümektedir. Her şey ona göre gelişmiştir. Şimdi onu uzaklaştırmak demek, eski saltanat devam edemez hal alır demektir. Dolayısıyla işi örtbas edip işlerin eskisi gibi yürümesi sağlanmalıdır.

İş hayatında bu gibi durumlarla çok karşılaşırsınız. Çalıştırdığınız insan, bir görevli istemediğiniz işler yapar, hattâ size ihanet eder. Ama siz onun işine son vermezsiniz. İşine son verdiğiniz takdirde bütün işleriniz bozulur. Bu sebeple eşinizi de kolay kolay boşayamazsınız. Sizin çevreniz ona göre oluşmuştur. Çocuklarınız olmuştur. Yakınlığınız teşekkül etmiştir. Sabretmek zorunda kalırsınız. Bu gibi şeyler hayatta hep yapılmaktadır.

Hazreti Yusuf suçsuzdur. Ama onu kapı dışarı etmek, hattâ öldürmek basittir. Kadının boşanması sorundur, çünkü onun yakınları vardır. Onun tüm yakınları bu durumdan rahatsız olacaklardır. Bu sebeple kadının yakını olan kişi işi yatıştırmakta, bir şey olmamış gibi bir durum ortaya koymaktadır. Hazreti Yusuf da bunu kabullenmekte, i’raz etmektedir. Ama yine de o evde kalmaktadır. Aslında yapılacak bir şey de yoktur. Hazreti Yusuf nereye gidecektir, serbest bırakılsa nasıl geçinecektir, nerede yaşayacaktır? Diğer köleler gibi iş yerlerine gidecek ve oralarda sefalet içinde yaşayacaktır. Satılacak ve basit ırgat muamelesi görecektir.

Hazreti Yusuf’un bir peygamber olarak buna rıza göstermesi, şeriatın buna izin vermesi anlamına gelir. Zaruretten dolayı bu ruhsat olabilir, azimet olabilir.

İşte fıkıhçılar burada farklı içtihatlarda bulunabilirler. Hazreti Yusuf bunu zarureten kabul etmiştir, ruhsattır. Yahut şer’î hüküm budur. Suç görmemezlikten gelinerek işler yine eskisi gibi sürdürülür ama kötülükten i’raz edilir.

Buradaki “i’raz et” deyimi dikkatli ol anlamına da gelmektedir.

Hâzâ” kelimesi burada neye işaret etmektedir?

Bu konuyu ortaya koymaktan ve anlatmaktan vazgeç anlamında ise “Hâzâ” kelimesi bu hususta söylemekten i’raz et demiş olur. Böyle bir fiili yapma anlamına da gelebilir.

Karşı tarafa böyle fiili yapma demekle, sen gerekeni yaparsın denmiş olur ki, karşı tarafa yol açmamış olur. Onun için onu zaten yapmazsın, yapman mümkün değildir, bunu yapman düşünülemez anlamında ondan bahsetmezsin. Ama onu yapmadığın halde kadının böyle hareket ettiğinden bahsetme denmiş olur.

Kadının yakını bu ustaca sözü söylemiş olmaktadır.

Bahsetme anlamında bir söz söylüyor ama öbürüne de işaret etmiş olmaktadır. Bu da bir sanattır. İki mânâya da yorumlanan cümle söyleyerek, diğerinden bahsettiği halde sanki bahseder olmamaktadır. Her iki durumda da işaret edilen fiilin kendisidir. İsim değildir. O halde “Hâzâ” ile fiiller de işaret edilebilir demektir. Yahut mukadder bir söz veya eylem isimleri vardır. İşaret edilen hazfedilmiş, işaret zamiri onun yerine geçmiş olmaktadır.

وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ

(Va ESTaĞFiRIy LiZaNBiKi)

“Sen de günahından istiğfar et.”

Buradaki “Ve” harfi ile kadına da, “sen de i’raz et, sen de bir daha böyle şeye kalkışma” ya da “sen de bu olayı kapat, bahsetme” denmiş oluyor. Ayrıca, “sen suçlusun, istiğfar et, özür dile” deniyor. Demek ki, bundan önce “E’rid an haza” vardır ama bu hazfedilmiştir. Başka türlü “ve” harfi gelmez.

İşte, bu şekilde Arapçadaki “Ve” harfinin ne kadar geniş delaleti olduğunu öğreniyoruz. Sahnede temsil edilirken de böyle konuşacağız. “Yusuf, sen bundan i’raz et” dedikten sonra, kadına dönüp “sen günahlarından istiğfar etmelisin” dersek, i’raz etmelisiniz, istiğfar da etmelisiniz demektir. Yani ikisine i’raz edin diyorsun ama birini daha fazla bir şeye de yükümlü kılıyorsun.

Gafere” bir çukuru kapatmak demektir. Olayı kapatmak demek, olay olmamış hâle getirmek veya öyle saymaktır.

İstiğfar etmek” olayın kapatılmasını istemek, olayı cezalandırmamak demektir.

İstiğfar et” deniyor.

Kimden istiğfar edecektir, kimden özür dileyecektir?

Yusuf’tan, kocasından veya Rabb’inden özür dileyecek, bağışlanmasını isteyecektir.

Kadının yakını bunu tavsiye etmektedir.

Firavun’dan istiğfar et anlamı verilebilir. Mısır inanışına göre Firavun Tanrı’nın oğludur. Tanrı ise güneştir. Güneşin kendisi tanrı değildir. Tanrı bizim âlemlerin Rabbidir. Ancak isim olarak şems denmiştir. Sonraları hükümdar Tanrı’nın oğlu kabul edilmiştir.

Zenbinden dolayı istiğfar et” deniyor.

Zenb” yüz kızartıcı suç demektir.

Burada kadının utanılacak bir suç işlediği belirtilmiş olmaktadır.

Batı mantığında kadının bu tür davranışı suç teşkil etmiyor. Kocası isterse boşayabilir. Ama erkek tecziye edilmediğinden kadın da tecziye edilmemektedir.

Bu uygulama insan fıtratına aykırıdır. Bütün topluluklarda zina suç sayılmıştır. Bitkilerde ve hayvanlarda da bir dişinin çok erkek spermasından döllenmesi yoktur. Sadece Marksizm ve bugünkü Avrupa mantığında bu çarpık düşünce vardır. Erkeğin erkekle ilişkisini tarihte de meşru gören uygarlıklar olmuş ama onlar helâk edilmiştir.

إِنَّكِ كُنتِ مِنْ الْخَاطِئِينَ(29)

(EinNaKi KüNTi MiNa eLPAvOıIyNa)

“Sen hata edenlerdensin.”

Her ne kadar sen suçu Yusuf’a atmakta isen de hatalı olan sensin deniyor, “zenbden istiğfar etz deniyor. Burada hata eden sensin deniyor.

Hata eden” istemeyerek de olsa bir yanlışı yapan demektir. Hata zenbe yani günaha göre daha hafif bir fiildir. Kadın Yusuf’la muravede etmek istemiş, bundan istiğfar etmesini istiyor ama yine de suçu hafifletmek için hata yapanlardan olduğunu söylüyor. Birincisini yaptığı gerçek fiili için söylüyor, ikincisini ise durumu çevreye anlatmak için yapıyor, bu meseleyi zenbden çıkarıp hataya çekiyor.

Hata” nedir? Kadının Hazreti Yusuf’un evden def edilmesini sağlamak için ona böyle iftira etmesidir. Sen böyle oldun, sen böyle hata edenlerdensin denmektedir.

Kâne” fiili burada nâkıs fiildir. Geçmişte olanı değil, hâli tekit içindir.

İnne”nin ismi “Ke” zamiridir. “Sen zalimlerden oldun” cümlesi ise haberidir.

Hatilerden” kelimesi “Kâne”nin mefulüdür. Yusuf değil sen hata ettin demektedir.

Hata” kelimesi burada erkek çoğul olarak getirilmiştir. Oysa “İnneki”deki “Ki” harfi esrelidir. O halde erkek kurallı çoğulun içine kadınlar da girmektedir. Hattâ kastedilen aynı zamanda diğer kadınlardır. Erkekler yoktur. Daha önce “sizin keydiniz azimdir” derken orada sadece kadınları kastetmiştir.

Bu dünyada eğer kadınlar bir topluluk oluşturuyorlarsa, yalnız kadınlar da olsa erkek kurallı çoğul gelebilir. Aksi de doğrudur. Topluluk değişen bir ekip oluşturuyorsa, hepsi erkek olsa da dişi kurallı çoğul gelir. “Sâffât”taki dişi kurallı çoğul bu mânâdadır.

Şu kuralların daima akılda tutulması gerekir.

a)      Erkek kuralsız çoğullara dişi tekil zamir gider.

b)      Dişi kuralsız çoğullara erkek tekil zamir gider.

c)      Erkek kurallı çoğullar topluluğa işaret eder. Bu topluluk kadınlardan oluşmuş olabilir.

d)     Kadın kurallı çoğul sistemi ifade eder. Bu kimseler sadece erkekler bile olabilir.

Sistem ile topluluk arasında şu fark vardır. Topluluk aynı özelliği taşıyan ve aynı işleri gören kişilerdir. Birbirine etki ederek farklı birlik oluştururlar. Sistemde ise herkesin işi ve yeri farklıdır. Herkes kendi görevini görür. Birbirlerini etki ederek değiştirmezler.

Hatiîn” olan topluluk kimlerdir?

Kimi zaman kişiler yanlış bir konuda bir araya gelerek hatada topluluk oluştururlar. Mafya bunlardandır. Kadının bu işi tek başına işlemediği, mensup olduğu bir mafya tarafından işlendiğe işaret etmektedir. Bundan istiğfar et ve böyle oyunlara bir daha girme denmektedir. Kadının yaptıkları insanları başka istikamete tevdi etmektedir.

***

وَقَالَ نِسْوَةٌ  

(Va QAvLa NıSVaTün)

“Ve kadınlar dedi.”

Ve” harfi bundan önceki olaya atfetmektedir. Yani Mısırlı akraba şahit i’raz edilmesin, yayılmasın diye emrettiği halde olay yayılmıştır, olay duyulmuştur.

Nasıl oldu da bu olay çevrede duyuldu, kim duyurdu, kim yaydı?

Türkçede bir söz vardır; yer gök yeminlidir. Olaylar gizlenemez, mutlaka ortaya çıkar.

Seyyidin zamansız eve gelmesi, kadın yakınlarının eve gelip gitmesi bu haberi yaydığı gibi, mutlaka seyyid de kendi yakınlarına anlatmıştır. Sonunda olay kulaktan kulağa, ağızdan ağıza yayılmıştır. Zaten kadının yakını olan şahit olayı tevil etmekte ama gizlemeyi önermemektedir.

Ve” harfi gelmesi olayın daha önce yayıldığını ifade etmektedir. “Fa” harfi getirilseydi, bu kararın haberin yayılmasına sebep olduğu anlaşılırdı. Aralarında ilişki vardır ama bu ilişki sebep-sonuç ilişkisi değildir. Kadın artık pervasız davranmaktadır. Çünkü onun suçlu olduğu halde kadın tecziye edilmemiş, evden kovulmamıştır. Demek ki onun yapacağı hareketlere çevre tahammül edecektir. Türkçe deyimiyle kadın kocasını tartmıştır.

Kocası neden kadına fazla bir şey yapamamaktadır?

Bunun iki sebebi vardır.

Seyyid tüm işlerini karısı ile yürütmektedir. Kadının gitmesiyle yalnız karısı gitmiş olmayacak, tüm dirliği bozulacaktır.

İkinci sebebi de, kadının ailesi ile yakınlığı vardır, onlar da etkin ailelerdir. Onlara karşı direnmeye gücü yetmemektedir. O nasıl hüküm vermişse öyle hareket edecektir. Ama bu kadının azgınlığa devam etmesine sebep olacaktır.

Nisve” çoğuldur. Cemi kıllettir. On kadından az kimse demektir. “Nisa” ise cemi kesrettir. Kur’an’da “nisa” kelimesi çok olduğu halde “nisve” kelimesi bir defa geçmektedir. Nisa ve nisve kelimelerinin kendi köklerinden tekili yoktur. “Mer’e” kelimesi kullanılmaktadır. Demek ki tüm Medine halkı konuşmamaktadır. On adet kadından daha az sayıdaki kadın dedikodu yapmaktadır. Olay dışarıya yayılmamıştır. Sadece kadının veya erkeğin yakınlarınca konuşulmaktadır.

Nisve” nekredir, çoğuldur, üç ile on arasında kadındır.

Nisve” çoğul kelimedir. Fiil müzekker gelmiştir. “Kâlet” denmemiş de “Kâle” denmiştir. Yukarıda belirttiğimiz kural burada teyit edilmiştir. Peş peşe gelen âyetlerde iki kural getirilmiştir. “Hâtiîn” kelimesi kadınlar topluluğu olduğu hususunu teyit eder.

فِي الْمَدِينَةِ

(FIy eLMaDIyNaTi)

“Medine içinde”

“Nisve”nin kuralsız çoğul olması ve medine içinde olması bu haberin belli bir grup tarafından yayılmadığını gösterir. Kadının yakını olan şahidin dediği gibi bu işi bir grup kadın planlamamıştır. Kadın kendi başına bu işi yapmamıştır.

Medine” kelimesi marife getirilmiştir. Mısır’ın merkezi olan şehirdir. Yani kadının bulunduğu şehirdir. Mısır bir ülkedir. Oysa Medine o ülkenin merkez kentidir veya kentlerinden biridir. Mısır hiçbir zaman bir kentin adı olmamıştır. Kentler daima ayrı ad taşımıştır. Mısırda kentler vardır. Kentler kendi varlıklarını korurlar. Sadece firavun tüm Mısır ketlerinin kralı olur. Roma’da ise durum böyle değildir. Orada Roma diğer kentleri kendisine bağlar. Hanedan değil de Roma hakimdir. Mısır’da kral hakimdir. Kentler kendi varlıklarını bağımsız olarak korumakla beraber ayrı hukukları yoktur. Tüm Mısır’ın tek hukuku vardır. Bu sebeple burada “Fi’l-Mısr” denmeyip “Fi’l-Medîneti” denmektedir.

Bizim çözemediğimiz bir mesele vardı. Kıta merkezlerinin büyüklüğü ne olmalıydı?

Biz istihsanla ‘bölge’ olmalıdır diyorduk. Yani insanlığın yeryüzünde şimdilik 7-8 kıtasının merkezi olmalıdır. Bunların büyüklükleri ne olacaktır? Bunlar doğrudan insanlığın toprakları olacak, millî devlet olamayacaktır. Biz bölge büyüklüğünde diyorduk ama tam olarak belirlememiştik. Buradaki bu âyet bunu belirlemiştir. İnsanlığın ona yakın, on kadar bölgesi olacaktır. Yani insanlık da bir devlet statüsünde olacaktır. Bölgelerin merkezleri ilçe büyüklüğünde olacaktır. Devlet merkezi de il statüsünde olacak ama toprakları bir yerde değil devlet yolları ile bağlı olacaktır. İllerin ve ilçelerin merkezleri de birer bucak olacaklardır. Bu âyet bunu tesis etmektedir.

Kur’an’da Mekke’nin bütün insanlara açık yer olduğu beyan edilmektedir. Haccın orada yapılmasından anlıyoruz ki, insanlığın merkezi orası olacaktır. Birleşmiş Milletler orada bulunacaktır. Medine’nin oraya yani Mekke’ye dahil olmadığı kanaatinde idim. Şimdi anlıyoruz ki, insanlığa ait olan yalnız Mekke değil tüm Hicaz’dır. Dolayısıyla Medine de insanlığındır. Tüm insanlığa bölüştürülecek topraklar Mekke topraklarıdır. Ama Mekke yönetimi tüm Hicaz’a sahiptir. İnsanlar oralara gidip yerleşirler.

امْرَأَةُ الْعَزِيزِ

(EiMRaEaTü eLDaZIyZı)

“Azizin mer’esi”

Mer’e” kadın demektir. Karı koca arasındaki bağlılık izafetle ifade edilmiştir. Oğlu, babası gibi karısı, kadını, erkeği tabirleri kullanılmaktadır. İzafette mülkiyet yoktur, üstünlük yoktur. Baba oğula izafe edildiği gibi oğul da babasına izafe edilmektedir. Ne var ki, kadın olarak en yakını eşi olduğu ortaya çıkmaktadır.

İnsanların birbirine en yakın olanı olarak eşleri görürüz. Böyle olmasaydı “mer’esi” denmezdi.  Mirasta da normal olarak anne baba gibi eşler de altıda bir pay almaktadırlar.

Boşanmış bir kadının eski eşi ile yakınlığı ne olmaktadır? Aralarında ilişki tamamen kesilmiş midir? Bir kadının eski kocasından üç defa evlenip boşanması aralarındaki ilişkiyi koparır mı? İlişki ancak kadın başkası ile evlendiği zaman kesilmiş olur.

Hazreti Yusuf’u satın alandan bahsedildiği zaman, önce Hazreti Yusuf’u satın alan kimse olarak tanımladı. Şimdi de “aziz” dendi.

Aziz” ne demektir? Sözü dinlenen adam demek olur.

Her topluluğun ona yakın, on kişi kadar büyükleri olur, topluluk mensupları onları saygın kişiler olarak görürler. Bu kişiler atama ile gelmezler. Zamanla ve hizmetleri ile kendiliğinden oluşurlar. Hıristiyanların azizleri vardır. Hattâ onlar geçmişleri ile de anılırlar.

Mısır’da da böyle azizlerin var olduğunu öğreniyoruz.

Daha sonra Hazreti Yusuf da böyle azizlerden olacaktır.

Aziz” marife olarak gelmiştir. “Bakan” dendiği zaman, kendi çevresinde olanlar belli bir bakanı anlarlar. Demek ki dedikodu yapan kadınlar azize yakın olanlardır ki, “azizin karısı, bakanın karısı” dendiği zaman belli bakan anlaşılmaktadır. Bununla beraber başbakanın adı da “aziz” olabilir. Kur’an hamandan yani sadrazamdan bahsetmektedir. O zaman Hazreti Yusuf Mısır’ın en yetkili kişisinin evinde büyümüş olur.

Hazreti Yusuf işte bu azizin evinde ve işlerinde büyümüştür, yönetme eğitimini  almıştır. Bunlar hep İlâhi takdirdir. Şimdi de başa gelenler sebebiyle Hazreti Yusuf’un zindana gitmesi sağlanacaktır. Zindanda bu sefer Mısır halkı ile içli dışlı olacaktır. Aksi halde sadece aristokratik sınıftan olup halkın hallerinden haberdar olamayacaktır.

Kur’an bize burada Allah’ın kişileri nasıl eğitip büyüttüğünü anlatmaktadır. Hazreti Muhammed de Mekke’de yetişmiştir. Kureyşlilerin eğitimini almıştır. Amcası Ebu Talip Kureyş’in ileri gelenlerindendir. Hazreti Hatice de Kureyş’in asil kadınlardandır.

تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ

(TüRaviDü FaTAyHAv GaN NaFSiHi)

“Fetasını nefsinden muravede ediyormuş.”

Feta” genç demek, delikanlı demektir. Aynı zamanda kölesi demektir.

İnsanları onore etmek için köleleri kölelerle adlandırmazlar, mecazi mânâsı olan kelimelerle adlandırırlar. Böylece birlikte yaşayan kimseler devamlı aşağılanmış olmaz. Bu sebepledir ki kölelik aynı zamanda zenginlerin ailesine katılma olduğu için çoğu zaman köleleşme istenen bir müessese olmuştur.

Osmanlılarda da yeniçerilik böyledir. Kişi gelir, askerlik yapar ama aynı zamanda bol para kazanır, eğitim alır, dindar olur, ondan sonra aileleri ile de ilişkisini koparmazdı.

Mısır’da da durum böyle olmalı ki “fetası” demektedirler; “fetası ile muravede etmiştir” demektedirler. Genel olarak üst sınıflar ilimde, dinde, siyasette ve ekonomide olmaktadır. Mısır’da siyasiler hakimdir. Ticaret gelişmemiştir.

Bugün de böyle bir olay olsa, aynı dedikodular alıp yürür ve çevre onları yaşatmaz.

Uygarlaştıklarını ileri süren Avrupalılarda durum nasıldır, Sovyetlerde durum nasıldır?

Buralardaki durumları tam olarak bilememekteyiz.

Ama bizim müşahede ettiğimiz kadarıyla bütün insanlarda aynı durum mevcuttur. Açlık ve kıtlık zamanlarında sefalet içine düşen insanlar bile rahatça davranamazlar.

قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا

(QaD ŞaĞaFaHAv XubBan)

“Hubb olarak onu şegf etmiş.”

Türkçede ‘vurulmuş’ kelimesini kullanırız.

Arapçada ‘sevgi onu sarmış’ anlamına gelmektedir

Habbe” tane demektir. Suyu kaynattığımızda çıkan kabarcıklar da habbedir. Sevgi insanın içini kaynatır kabul etmiş ve bu mânâyı vermişlerdir.

İnsan ruhiyatında bu tür duygular verilmiştir. Bu duygular olmazsa evlilik olmaz, çocuklar doğmazdı. Allah her şeyi belli amaçlarla var etmiştir. Diken battığı zaman acı duyarız. Dikeni çıkarırız, yoksa sonra kangrene dönebilir. Bu sevginin evlenme amacıyla kullanılması gerekmektedir. İnsandaki duygular meşru yollara yönlendirilirse büyük hazineler elde edilir. Gayrimeşru yollara yöneltilirse o zaman da felaket olur.

Şıgaf” kalbin zarıdır. Kalbi sevgisi doldurmuş demektir. Kalbinde başkasına yer kalmamış diyorlar. Utanma perdesi yırtılmış diyorlar.

Anlaşılan kadın cesaret bulmuş ve çevresine söyleme durumunda kalmıştır. Kendisini tutamamaktadır. Bu şekilde anladığımız zaman, yukarıda verdiğimiz çocuk edinme mânâsı yanlış olur. Sevgisi aklını başından almış demektedirler. Bunu diyenler kadınlardır.

Kadın ne düşünmektedir? Kadın şimdi ne yapacaktır?

Aynı evde eski haliyle yaşamaya devam edemezler. Ancak olaylara acele ile yaklaşılmaz ve zaman içinde düşünülür. İşte aziz ile şahit bunu yapıyor.

Durum ne olacaktır?

Eğer çevreye yayılmazsa bu iş kapanacaktır. Bu mümkün olmaz. Böyle durumlarda yapılacak iş, derhal boşanma sağlanmalıdır. Kadın o kişi ile evlenmelidir. Kadın böyle duruma düşerse mihri iade ederek boşanmalıdır. Erkek de bu duruma izin vermelidir. Yahut Yusuf oradan uzaklaştırılmalıdır. Nitekim böyle yapmaktadırlar.

Kur’an bunun için “nuşuz” demektedir. Kadının dövülmesine işte bu durumlarda izin verilmiş olmaktadır. Bu dövme kocası tarafından değil de, işte yakını olan şahit tarafından yapılacaktır. Veliye Kur’an gerekli tedbirleri aldırır. Kadın velisinin bu kararına uymak istemezse velisini değiştirebilir. Koca da hakemlere giderek karısını mihirsiz boşayabilir.

إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(30)

(İnNAv La NaRAyHAv FIy WaLALin MUvBIyNin)  

“Biz onu mübin dalâlette görüyoruz.”

Kadınlar son derece karşı çıkmaktadırlar.

Kadınlar neden karşı çıkmaktadırlar?

Karşı çıkmaktadırlar, çünkü bu tür kadınlar çoğaldığında kendi kocalarını ellerinden kaçırırlar. Kendileri için tehlike olmaktadır. Dolayısıyla bu yapılanı açık dalalet olarak görmektedirler. Zaten bu kadınların dedikodu yapmalarının sebebi buradan gelmektedir.

Bugün de kadınların çok evliliğe karşı olmalarının sebebi vardır. Erkekler çoğu zaman ikinci kadını sevmekte, birinci kadını terk etmekte, kadınlar kocasız kalmaktadırlar. Bugün mihir müessesesi olmadığı için kadınların reaksiyon göstermeleri buradan gelmektedir. Etkin bir mihir müessesesi olsa kadın koca değiştirerek daha çok kazanmış olacaktır. Kocanın ikinci evliliğini isteyen kadınlar da olabilir, böylece kendilerine mihir alarak yeni koca bulma fırsatı doğmuş olur.

Kur’an asgari mihri tedvin etmiştir. Biz ikinci evliliği zorlaştırmak istiyorsak, o zaman asgari mihri yüksek tutarız. O mihri bulamayanlar, bulsalar bile ona kıyamayanlar hanımlarını boşamazlar. Boşasalar da, kadınlar başka koca bularak servetlerini artırırlar.

Kocalarının ikinci evliliğine izin vermeyen kadınlar, kocalarının evlilik dışı ilişkilerine izin vermekte yani göz yummaktadırlar. Birçok kadın, beni boşasın, ondan sonra kimi alırsa alsın diyorlar. İşte bu hakkı ağır mihir alarak yapmalıyız.

Bu asgari mihir miktarı ne olmalıdır?

Bu miktar bucaktan bucağa değişecektir. Onun için Kur’an miktar belirtmemiştir. Ancak marife kullanarak bunun belirli olması gerektiğini ifade etmiştir. Kadınlar nikah yaparken bu miktarı belirlerler. Asgari miktardan az olmamak üzere istedikleri kadar büyük belirleyebilirler. Koca bulurlarsa istedikleri kadar büyük tutsunlar.

Demek ki Mısırlı kadınların ruhi durumu bugünkü kadınların durumu gibidir.

Dalalet” kelimesini kullanmışlardır. Aziz gibi kocası olan birinin bu hareketi yapmasını dalalet olarak görmektedirler. Oysa kadın çocuk yapamamaktadır. Kadın çocuğu olması için istediği kadar kötü şartlarda yaşamayı tercih edecektir.

Kur’an bunları anlatırken onların kötülük içinde olduklarını söylemektedir. Sevgi de bir hastalıktır. Tedavi edilmesi gerekir.

***

فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ  

(Fa LamMAv SaMiGaT Bi MaKRiHinNa)

“Onların mekrlerini sem’ ettiğinde.”

Fa” harfi getirilmiştir. Yani bu olayın arkasından zaman geçmeden dedikodu hemen yayılmıştır. Seyyid kadının ailesine gidip konuşunca olay hemen duyulmuş, diğer taraftan haber yayılmıştır. Olay eğer başlamışsa “Fa” harfi gelebilir. Burada olay başlamıştır. Haber yayılmış ve dedikodu da başlamıştır.

Fa” harfi tertip için olduğu gibi, birinci olay sebebiyle ikinci olayın başlaması anlamında olabilir. Şahit tarafından kadın hatalı bulununca dedikodu da yayılmıştır.

İlâhi takdir Hazreti Yusuf’un zindana gönderilmesidir. Bu da ancak bu olayın gerçekleşmesi ve dedikodunun yayılması ile olur.

Kendi hayatınızda böyle peş peşe tesadüflerle oluşan hadiseler olmuştur. Siz onları tesadüf sanırsınız, halbuki Allah’ın takdiridir, O size o tesadüfleri oluşturmuştur. Hiçbir şey Allah’ın ilmi dışında değildir, hiçbir olay O’nun ilmi dışında cereyan etmez.

Mekrlerini işitince” deniyor. Yukarıda şahit olaydan bahsederken “keydekünne” sözkonusudur. Burada ise “mekrihinne” getirilmiştir. Daha önce bahsedilen “keyd” kurulan bir tuzaktır, hemen sonuç verecek durumdur. Buradaki “mekr” ise uzun vadede sonuç veren gizli kapaklı olmayan olaydır.

Burada kadınlar ne mekr ediyorlar, neden dedikodu yapıyorlar?

Bürokratlar arasında, vüzera/bakanlar arasında devamlı rekabet vardır. Kişiler kendi seviyelerinde olanları hep kıskanırlar. Melikin/kralın gözüne girmek için kendi seviyelerindeki rakiplerin bertaraf edilmesi gerekir. Buradan anlaşılan, dedikodu yapanlar diğer azizlerin karılarıdır. Yukarıda azizden bahsetmelerinin sebebi, aziz olduğu halde onun karısı böyle yapmıştır. Böyle yapar mı anlamındadır. Yani harfi tarifle azizin zikri, azizlik sıfatına yakışmayan bir olayın olmasıdır. Mekr keydden öte bir olaydır. Bu yolla azizi melik indinde küçük düşürme içgüdüsüdür.

Bir topluluğun başka topluluktan korunma, saldırma veya dost olma siyasetine “mekr” denmektedir. “Keyd” ise mekr içinde yapılan bir operasyondur.

أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ

(EaRSaLaT eiLaYHinNa)

“Onlara irsal etti.”

İrsal etmek” resul göndermek olduğu için sadece “erselet” denmiş, “rusulen” denmemiştir. İf’al bâbından olmakla beraber müteaddi değildir. “İleyhinne” tadiye etmektedir. Bununla beraber “rusulen” kelimesi mahzuf olabilir.

Dedikodu yapan kadınlara elçi veya elçiler göndermiştir. Bir elçi hepsini dolaşmış olabilir. Yahut her birine ayrı ayrı elçiler göndermiş olabilir. Onlara irsal etmiştir. Onlardan ne istediği de belirtilmiyor. Onları davet etmiştir. Sohbete davet etmektedir.

Demek ki “irsal” kelimesi eğer ne ile irsal ettiği belirtilmezse, ne için irsal ettiği belirtilmezse, sohbete davet etmek için irsal edilir.

Bazı âdetler vardır ki insanın yaratılışından beri mevcuttur. Bunlar da yemek davetleri vermek veya misafir etmek gibi âdetlerdir. Bu âyetleri okurken bizim bugün yaşadığımız hayatın ötesinde bir olayla karşılaşmıyoruz. Her gün yaşadığımız olaylar yaşanıyor. Bizde mevcut olan örfler onlarda da vardır. Yahut onlarda olan bizde de vardır. Uygarlaşma bizi teknik imkanlara kavuşturmakta ama sosyal yapımız, ruhi yapımız değişmemektedir.

Yukarıda ondan aşağı kadınların dedikodu yapmaya başladıklarını bildirmişti. Orada nekre/belirsiz idiler. Oysa şimdi onlara irsal ediyor. Yani kadın onları bilmekte ve tanımaktadır. Yahut bir istihbarat teşkilatı vardır. O teşkilat bunların adlarını vermiştir.

Başka bir şekilde daveti şöyle de yapabiliriz. “Akevler’deki arkadaşları al gel” deriz birine, o da kendi arkadaşlarını toplar. Böyle de olabilir. Topluluklarda sosyal gruplaşmalar oluşur. Her gruba farklı davetler verilir. Bazen onlar hep birlikte davet edilir.

Kur’an günün icaplarına ve ihtiyaçlarına göre her yıl yorumlanmalı, güncel olaylar değerlendirilmelidir. Herkes tarafından Ramazan ayında bu yorumla birlikte okunmalıdır. Böylece Kur’an insanların hayatlarını yönlendirir. Bin sene önce yapılan yorumlar bugünkü insanlara gerektiği gibi etki etmez. On taneye yakın mezheplerin ayrı ayrı yorumları olmalıdır. Yorumcular birbirlerinin yorumlarını okumalı ve gelecekle ilgili yorumlarını öyle yapmalıdırlar. Halk ise kendi seçtiği mezhebin yorumlarını okumalıdır.

وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً

(Va EaGTaDaT LaHunNa MütTaKaEan)

“Ve onlara müttekeen i’tidat etti.”

İttika etmek” dayanmak, yaslanmak demektir. Sandalyeler, koltuklar, kanepeler, arka yastıkları müttekeelerdir.

Müttekeen” tekildir. Topluluk ismi olabilir. Onların her birine ayrı ayrı değil de, birlikte ittika edilecek yerler hazırladı denmektedir. Devamlı misafirlerin ittika edecekleri yer yerine, misafirler geldiğinde yastıklar konması anlamındadır.

Yine insanların ittika ederek oturmaları da tarihi gelişmeye dayanmaktadır. Bugün kaldırılıp konan müttekee yerine sabit müttekee vardır. Yatak odaları ile kullanma odaları ayrılmıştır. Bununla beraber çekyatlar gelişmiştir.

Onları rahat oturacakları şekilde ağırlamıştır.

Kur’an’da cennette eraike üzerine mütteki olurlar diyor. Yani koltuklar üzerinde otururlar ve yaslanırlar denmektedir.

İki ayak üzerinde dik yürüyen tek varlık insandır. Kuşlar da iki ayak üzerindedirler ama onlar yürümekten çok uçarlar. Canlılarda dört ayak asıldır. Bunlardan bazılarında ön ayaklar değişik amaçlarla kullanılır. Kuşlarda ve yarasalarda kanat olmuştur. İnsanlarda ise el olmuştur. Sanayi üretimi yapabilsin, yazabilsin diye insan böyle yaratılmıştır. Ayrıca dik yaratılmıştır. İnsanlar birbirlerini görsünler de konuşabilsinler diye bu böyledir. Ayakta durmak zor bir teknolojidir, yorucudur. İnsan otururken de zorluk çekmektedir. Bunu yenmesi için sandalye, koltuk ve yastıklar icat edilmiştir. Mısır uygarlığından beri mevcuttur.

وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكِّينًا

(Va EaTat KulLa VaXıDın MınHunNa SikKiNan)

“Ve onlardan her birine sikkin/bıçak verdi.”

Burada olaylarda atlama vardır. Onlara elçi gönderdi. Onları sohbete davet etti demiyor. Onu biz buradan anlıyoruz. Her birine bıçak verdi demek, onlara elçi göndertmiştir, sohbete davet etmiştir. Onlar sohbete icabet etmişlerdir. Dayalı döşeli salona yerleşmişlerdir. Ondan sonra onlara bıçakla kesilecek bir şey ikram etmiştir. Bu kesilecek şey meyve olabilir, yahut yiyecek olarak mesela et olabilir. Kur’an bunlardan bahsetmemektedir. Her birine ayrı ayrı bıçak vermiştir. Genel olarak bugün bile bıçaklar az olur, biri keser, sonra diğeri keser. Bu öyle yapmamış, her birine ayrı ayrı bıçak vermiştir.

Bıçak ilk insanın kullandığı, ilk insandan beri kullanılan bir âlettir. Çünkü insanın dişleri ve pençeleri meyveleri ve başka yiyecekleri yeme kabiliyetinde değildir. İlk dönemlerde bıçağı yontulmuş taşlardan yapmış ve kullanmışlardır. Kaba taş, yontma taş ve cilalı taş devirleri geçmiştir. Sonra maden devrinde çakmak taşları maden üzerine dizilerek bıçak yapılmıştır. Kalay ve bakırın karışımı olan tunç yeni devir oluşturmuştur. Sonraları demir bıçaklar icat edilmiştir.

Bugün demir bıçaklar kullanmaktayız.

Bize kadar ulaşamamış olmakla beraber, kamıştan da bıçaklar yapılabilmektedir. Hazreti Yusuf zamanında demir icat edilmiş değildir. Bin sene daha sonra icad edilmiştir.

O halde burada kullanılan bıçak nasıl bir bıçaktı?

Kamış veya tunç bıçaklardır. Eğer Mısır uygarlığında tunç veya çakmak bıçaklara rastlamıyorsak, o zaman kamış bıçaklar olabilir. Kamışlar elleri çok kolay kesebilmektedir. Bu konu arkeolojik araştırmalarla ortaya konabilir. Tevrat, Kur’an ve arkeolojik araştırmalarla sorunlar tanımlanabilir. Bu âyetlerin tam olarak anlaşılması için üçlü araştırmaya ve çalışmaya ihtiyaç vardır.

وَقَالَتْ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ

(Va QAvLaT EuPruC GaLaYHinNA)

“Ve onlara huruç et dedi.”

Demek ki Hazreti Yusuf ayrı odadır, kadınlar ayrı odadır. Kadın Hazreti Yusuf’un yanına gelmiş, “onlara huruç et” demektedir. Onlara çık, karşılarına çık anlamındadır.

Demek ki olaydan sonra Hazreti Yusuf yine evde kaldı. Kadın ile normal hayatı sürdürmektedir. Onun emrindedir, hizmet etmektedir. Olayın örtülmesi ve kapatılması için taraflar birlikte bırakılmış, değişiklik yapılmamıştır. Bu durumda Yusuf ile kadın arasında nasıl ilişkiler kurulmuştur? Bir evde bu durumda nasıl yaşamaktadırlar? İraz bu durumu sürdürmektedir. ‘Onların huzuruna çık’ denmektedir. Birden Yusuf çıkıp görünecektir. Onlara ‘bir arzunuz var mı’ diyecektir? Kadınlar beklenmedik olayla karşılaşacaklardır. Çünkü onlar Hazreti Yusuf’u duymuşlar ama daha önce görmemişlerdir.

Bu nasıl olmaktadır?

Demek ki Hazreti Yusuf’u daha evvel görecek bir şekilde kadınların azizin karısı ile ilişkileri yoktur, kadınlar devamlı görüştüğü ve sohbet ettiği kimseler değildir. Yukarıda geçen nisve kelimesinin nekreliği bunu göstermektedir.

Peki, bunlar kim olabilirler?

Dedikodu yapan hanımlar mevki olarak azizin altında olan kimselerin eşleridir. Protokol gereği aristokratik yaşayışta onlarla üst sınıf hanımları muhatap olmazlar.

Demek ki Mısır’da aristokratik hayat vardır. Bazen üst seviyede olan kimse alt seviyedekileri davet edebilir. Bu istisnai olaydır. Bu sebeple kadınlar onu görmüş değildirler. Bununla beraber eğer yeni delikanlı olmuşsa durum farklıdır. Daha evvel çocuktu. Şimdi erkek olduğu için asıl şimdi kendisini göstermiştir.

فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ

(FaLamMAv RaEYNaHUv EKBaRNaHUv)

“Onu re’y ettiklerinde onu ikbar ettiler.”

Onu gördüklerinde onu büyüklediler.

Fe” harfi girer girmez demektir. Kadın talimat verince girdi, bunun üzerine “onlar onu görünce büyüklediler deniyor.

Fe” harfi takip “Fe”si olabileceği gibi sebep-sonuç “Fe”si de olabilir.

Hazreti Yusuf kadının talimatı ile girmiştir. Demek ki aralarındaki normal hayat sürmektedir. Girişi ve görüşleri bir anda olmuştur. Onlara müttekee hazırladığı zaman yastıkları öyle yerleştirmiştir ki hepsinin yüzü kapıya bakmaktadır. Girer girmez hepsinin yüzü ona yönelmiştir. Onu büyüklemişlerdir.

Azamna hubbe ahsenehu denebilirdi.

Ekbernehu” denmiştir.

Onun görünüşünde bir asalet, bir zerafet ve üstünlük görmüşlerdir. Onu kişi olarak büyüklemişlerdir. Ondan kötü şeyler sadır olmayacağını anlamışlardır.

Kadınlar yalnız Hazreti Yusuf hakkında değil, kadın hakkında da iyi şeyler düşünmeye başlamışlardır. Kadın diğer kadınlara demek istemiştir ki, bizim böyle bir sevişmemiz yoktur. Bu asil insandır. Ben zaten kötü niyetli değilim. Bunun için burada “ekbernehu” diyorlar.

وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ

(Va QaoOaGNa EayDiYaHunNa)  

“Ve ellerini kat’ ettiler.”

Kat’ etmek” cerh etmek mânâsında kullanılmaktadır.

Herhalde ellerini kopardılar mânâsında değildir. Bununla beraber ellerini cerh etmemişlerdir. ‘Parmaklarını ısırdılar’ diye bir tabir vardır. Bu ne demektir? Hoşlarına gitti, parmaklarını yediler demektir. Ellerini kopardılar demek, şaşkına dönüp bıçakları ellerinde kaldılar, yani hareketsiz hâle geldiler demektir. Bu mânâda olunca mecazi olmuş olur.

Bununla beraber ellerini kesmiş olabilirler. Bunun için hepsinin ellerini kesmiş olması gerekmez. Bir veya ikisi kesmiş olsa, diğerleri onunla veya onlarla meşgul olsa, hepsi kesmiştir tabiri kullanılır.

Her ne mânâya gelirse gelsin, burada kadınların şaşa kaldıkları anlaşılmaktadır.

Kadın ne yapmak istiyor?

O kadınlara bir şey yapmadıklarını göstermek istiyor. Âyetin zahirine göre; evet, ben bunu sevdim ama haklı idim, siz de olsanız severdiniz denmiş olur.

Biz ise bu mânâyı “ekbernehunne” kelimesinde görmüyoruz. Mısır kültüründe insanların kerametine inanır, onlarda tanrısal güç görürlerdi. Bu inanışta olmalarına sebep olarak kişilerin heybetli duruşları da rol oynardı. Onlar zaten melikin tanrının oğlu olduğuna inanıyorlardı. Onu görünce Hazreti Yusuf’un alelade biri olmadığına kani oldular, tanrı olduğuna kani oldular. Kadının ona bağlılığı da buradan geliyor şeklinde anladılar. Belki de kadın daha önce bunlara bu şekilde bir telkinde de bulunmuştur.

وَقُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ

(Va QuLNa XAvŞa LilLAHi)

“Allah için haşa! Dediler.”

Haşa” “haşyet” kelimesiyle akrabadır. Haşa demek, haşyet etmek demek, bunu söylemeye korkarım demektir.

Kadınlar dedikodulardan pişman oldular. Hazreti Yusuf’un duruşundan onların düşündüğü gibi bir kötülüğün olmadığına karar verdiler. “Haşa” dediler. Bizim söylediğimiz mânâyı vermezsek haşanın mânâsı olmaz. Olması mümkün olmayan bir şey gördüğümüz zaman “haşa” denmez, kötü bir düşünce veya söz söylenirken “haşa” denir.

Demek ki bizim “ekberne” kelimesine verdiğimiz mânâ burada teyit edilmektedir.

Lillahi” kelimesi getirilmiştir. Mısırlılarda da Allah kavramı yani tek tanrı kavramı vardır. Firavun Allah’ın oğlu değildir, güneşin oğludur. Gördüğümüz güneşin değil, onu var edenin oğludur.

Bu âyetten Mısır’da da tek tanrı kavramı olduğunu öğreniyoruz. Araplarda Kur’an gelmeden önce tek büyük tanrı kavramı vardır. Zaten “Allah” kelimesi Kur’an’dan önce de söylenen bir kelimedir. Bugünkü ateist Marksistler de Tanrı’yı inkâr etmiyorlar, Tanrı’ya tabiat diyorlar. Ruh yoktur, sadece madde vardır ve şuur maddeye aittir. Yoksa Marksistler kâinatın akıllı bir düzen içinde olmadığını söylemiyorlar. Onlar vahyi inkâr ediyorlar, yeniden dirilmeyi inkâr ediyorlar. Oysa vahyin de tabii bir olay olarak kabul edilmesi gerekir.

مَا هَذَا بَشَرًا

(MAv HAvÜAv BaŞaRan)

“Bu bir beşer değildir.”

Bunu mecazi mânâda söylemiyorlar. Buna gerçekten inanıyorlar. Bunun insan olmadığını söylüyorlar.

İlk insanda görünmeyen varlıklara inanma meyli vardır. Tanrı’nın yanında insanlar meleklere ve cinlere inanmaktadır, ruhlara inanmaktadır. Onları insandan üstün veya güçlü görmektedirler. Beşeri küçümsedikleri için beşer dışı varlıklara önem vermektedirler.

“Bu beşer değildir” diyorlar.

Bu inanış günümüze kadar gelmiştir.

İnsanları tanrılaştırma hastalığı devam etmektedir.

Tanrılaştırmıyorlar da melekleştiriyorlar.

Mısır’da sihir sanatı gelişmiştir. Mısırlılar sihir yapanların Tanrı’dan güç aldıklarını kabul eder, onları sayar ve onlardan korkarlardı. Bu hastalık hâlâ devam etmektedir.

Oysa Kur’an insanın en keremli varlık olduğunu söylemektedir. Fıkıhçılar sihre inanılmasını mürtetlik kabul ederler ve inananların öldürülmesine fetva verirler.

Kadın Mısırlıların bu inanışlarından yaralanmakta, kim bilir belki kendisi de bunlara inanmaktadır.

إِنْ هَذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ(31)

(EiN HAvÜAv MaLaKun KaRIyMun)

“Bu bir kerim melektir.”

Bu beşer değildir, bundan kötülük meydana gelmez.

Kerim” güzel demek değildir. Kerim, iyilik eden, ikram eden mânâsınadır. Bu bir iyilik meleğidir diyor.

Buradaki “İn” nefy harfidir. “İllâ”dan önce “İn” gelirse nefyi ifade eder. Bu insan değil sadece bir melektir anlamı çıkmaktadır.

Demek ki Mısırlılarda melek kavramı vardır.

Uygarlıkların başlangıcı Mezopotamya’dır. Hazreti Nuh ile başlamıştır. Batılılar uygarlığı Eski Yunanla başlatmışlardır. İslâm dünyası da ilk uygarlığı Yunanlılardan öğrendi. Sonra Yunanlıların Mısırlılardan etkilendikleri öğrenilmiştir. Tevrat tam tarihi veriyordu. Ne var ki Mezopotamya medeniyetinin varlığı bile belli değildi.

Bir İngiliz subayı Mezopotamya’da tabletleri keşfetti. Pişmiş topraklar üzerinde yazılar yazılıyordu. Sonra bu tabletlerde yazılanlar okunabildi. Bugün tabletlerle ilgili kütüphaneler keşfedilmiş, bu sayede Tevrat’ta ve Kur’an’da anlatılanların doğruluğu anlaşılmıştır.

Bugün kesin olarak bilinmektedir ki, uygarlık Mezopotamya’da doğdu ve buradan tüm dünyaya yayıldı. Bunun en açık delili Mezopotamya’da olan kavramların Mısır’da da olmasıdır. İşte melek ve Allah kavramları da böyledir.

Bu bir kerim melektir” yani iyilik meleğidir. Bu simasından anlaşılmaktadır.

Hazreti Yusuf peygamberin duruşu bunu göstermektedir.

Burada iki şey sağlanmaktadır. Birincisi, Hazreti Yusuf zindana gönderilecek, orada halkla ilişkiler dersi aldırılacaktır. Ayrıca Hazreti Yusuf şimdiden meşhur edilmekte, saray erkanı Hazreti Yusuf’u tanımış olmaktadır.

Bir kimse önce kötü olarak tanınır, sonra iyiliği görülürse, bu gelişmenin sonrasında artık ondan şüphelenilmez. Dolayısıyla başlangıçta iyi görünüp sonra kötü olunma yerine aksi çok daha iyi olur. Böylece Mısır’daki dedikodular söndürülmektedir.

Kadın son derece başarılı bir hazırlık ve uygulama yapmıştır.

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2590 Okunma
2-YUSUF 4-7
3153 Okunma
3-YUSUF 8-10
2498 Okunma
4-YUSUF 11-15
2052 Okunma
5-YUSUF 16-19
1976 Okunma
6-YUSUF 20-22
2312 Okunma
7-YUSUF 23-24
4272 Okunma
8-YUSUF 25-28
2351 Okunma
9-YUSUF 29-31
2167 Okunma
10-YUSUF 32-34
1934 Okunma
11-YUSUF 35-37
2392 Okunma
12-YUSUF 38-40
2237 Okunma
13-YUSUF 41-42
2987 Okunma
14-YUSUF 43-45
3785 Okunma
15-YUSUF 46-49
2164 Okunma
16-YUSUF 50-53
2199 Okunma
17-YUSUF 54-57
1895 Okunma
18-YUSUF 58-62
1918 Okunma
19-YUSUF 63-65
2062 Okunma
20-YUSUF 66-67
1926 Okunma
21-YUSUF 68-69
2297 Okunma
22-YUSUF 70-74
2262 Okunma
23-YUSUF 75-76
2438 Okunma
24-YUSUF 77-79
1968 Okunma
25-yusuf 80-82
1799 Okunma
26-yusuf 83-86
2004 Okunma
27-YUSUF 87-90
2097 Okunma
28-YUSUF 91-98
2253 Okunma
29-YUSUF 99-101
1857 Okunma
30-YUSUF 102-107
2274 Okunma
31-YUSUF 108-110
1948 Okunma
32-YUSUF 111
2039 Okunma