YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
1963 Okunma
YUSUF 77-79

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 24

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

قَالُوا إِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُ فَأَسَرَّهَا يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ أَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًا وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ(77) قَالُوا يَاأَيُّهَا الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ(78) قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ أَنْ نَأْخُذَ إِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُ إِنَّا إِذًا لَظَالِمُونَ(79)

 

قَالُوا إِنْ يَسْرِقْ  

(QAQvLUv EiN YaSRıQ)

“Eğer sirkat ettiyse diye kavl ettiler.”

Kardeşlerinin bu işi yapmadığını bilmeleri ve yine de savunmaları gerekirken, “sirkat etmiş ise” diye söze başlamaktadırlar. Kardeşlerinin yükünde tasın çıkmış olması onları şaşırtmıştır. Burada hepsi demiş değildirler. Biri söylemiş, diğerleri susmuş, dolayısıyla onların hepsi söylemiş hükmümde olmuşlardır.

Söyleyen/ler bu sözü ne zaman söylemektedir?

Hazreti Yusuf’un huzuruna getiriyorlar, o zaman söylemektedirler. Bundan önce de söyleyenler yine kardeşleri idi. Arada tasın bulunması hikâyesinden sonra bunlar yine söz söylüyorlar. Kurala göre kişiler sözlere devam ediyorsa “Ve” harfi ile getirilir. Burada ise “Ve” harfi getirilmemiştir. Ancak muhatabın değiştiğini aşağıdaki beyanlardan anlıyoruz. Arada başka sözler de girmiştir. Sahne değişmiştir. Dolayısıyla “Ve” harfi getirilmemiştir. Mukadder bir “Kâle” geçmektedir. Hazreti Yusuf’un huzuruna getirildiler. Hazreti Yusuf onları isticvap etmiş, diyeceğini demiştir. Bunlar da cevap vermektedir. Diyenler belli, muhatap belli olduğuna göre, “Ve” harfinin getirilmesi sahnenin değişmediğini belirtirdi. Meanide fasl ve vasl bahsi incelenirken kemali infisal varsa “Ve” getirilmez, kemali ittisalde de “Ve” getirilmez diyor. Burada kemali infisal vardır. Zaman geçmiş, muhatap değişmiştir.

Şart edatından sonra “Yesrik” kelimesi muzari gelmiştir. Oysa burada “hırsızlık edecekse” değil, “hırsızlık etmişse” şeklindedir. “İn Sereka” denmesi gerekirken, “İn Yesrik” demişlerdir.  Demek şart edatı mazi ve muzariye ait mânâları geniş zamana çevirir veya teyit eder. Yahut da maziyi muzari, muzariyi de mazi yapar. Eğer “İn Sereka” getirilseydi, bundan sonra hırsızlık ederse dikkat edin, geçmişte de hırsızlık etmiştir demiş olurlardı. Muzari getirmekle geçmişte hırsızlık etmişse zaten eskiden de hırsızlık etmiş olur anlamı çıkmaktadır. Burada varsaydığımız kuralın doğruluğu Kur’an’ın diğer âyetleri ile değerlendirilmelidir.

فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَهُ  

(FaQaD SaRaQa EPuN LaHUv)

“Onun ehi de sirkat etmişti.”

Onun bir kardeşi de daha önce sirkat emişti” diyorlar.

Kardeş” nekre olarak getirilmektedir. Anne babadan başka çok kardeşleri varmış gibi baştan beri ifadeleri bu şekilde söylemektedirler. Yani Hazreti Yusuf’u sağ kabul ederek konuşuyorlar. İşte dilin böyle bir özelliği vardır. Konuşurken yakayı ele vermiş oluyorlar.

Fa” harfi getirilmiştir. Bu sirkat etmişse, bunların karakterinde böyle bir tıynet var demektedirler. Hem bu kardeşlerine hem de Hazreti Yusuf’a ağır hakarette bulunuyorlar.

Kad” kelimesi şartın cevaptaki etkisini ortadan kaldırmıştır. “Sereka” yerine “Yesriku” gelseydi de “yesrik” değil “yesriku” olarak söylenirdi. Burada fiil-i mâzi getirilmiştir. Yani şart edatı zamana etkisiz olduğu için mâzi getirilmelidir.

Bunlar Hazreti Yakub’un oğullarıdır. İlerde seçilmiş bir kavmin ataları olacaklardır. Hazreti Yusuf’u kuyuya atmışlar, şimdi de göz göre göre yalan söylemektedirler. Buna rağmen Allah bunları Mısır’a getirecek ve onlar seçilmiş bir kavmin ataları olacaklardır.

Buradan bizim ders alacağımız önemli bir husus vardır. İçimizde çok kötü insan olabilir. Suç işleyebilir. İhanet edebilir. Biz onu dışlayamayız. ‘Ben seni istemiyorum’ diyemeyiz. Suçu ne ise onun cezasını veririz. Ama o bizi terk edip gitmedikçe biz onu dışlayamayız. Onun eşi çok iyi bir insan olabilir. Yarın onun çocukları bizim çocuklarımızdan daha iyi olabilir. Bizim seçme yetkimiz yoktur. O seçer. Nitekim Hazreti Peygamber de münafıkları bile dışlamamıştır.

Bir şirket kurduğumuz, bir dernek kurduğumuz, bir iş yaptığımızda da kurallarda taviz vermemeliyiz, “Adil Düzen”den sapmamalıyız. Kurduktan sonra da bize gelenleri seçmemeliyiz. Seçme yetkisini Allah bize vermiyor.

Yarın “Adil Düzen Partisi”ni kurduğunuzda bu kuralı unutmamanız gerekir. Kim gelirse kabul edeceksiniz; ama gelsin diye asla taviz vermeyeceksiniz.

“Akevler Adil Düzen Dergisi”nde bu amaçla böyle yapılmaktadır. Biz kimseye ‘sen yazma’ demiyoruz; cevap veriyoruz ama ‘yazma’ demiyoruz.

Bugünlerde dergiye olan rağbet azalmaktadır. Yarın çoğalacaktır. Yazarlar çoğalacaktır. Okuyucular da çoğalacaktır.

Mescide girenleri seçiyor muyuz?

Hac da böyledir.

Vizeli bir yerde hac farizası yerine gelmiş olmaz.

مِنْ قَبْلُ

(MiN QaBLu)

“Daha önce.”

Min Kablu” ifadesi burada daha önceleri demektir, çok önce demektir.

Kur’an’da namaz vakitleri için “Kable Tului’ş-Şemsi” denmektedir; güneş doğmadan hemen önce değil de, güneş doğuncaya kadar yetiştirin demektir. “İlâ Tului’ş-Şemsi” deseydi, oraya kadar kılabilir, ondan sonra da kılabilirsiniz olurdu. Oraya kadar namazı uzatmanız ondan sonra istersek devam edebiliriz demektir. Ama “Kable Tului’ş-Şemsi” dendiğinde, o zamana kadar kılmanız gerekir demektir.

Fiil-i mâzi getirmekle zaten geçmişte demek olur. Ama Hazreti Yakup zamanında değil de, eski zamanda böyle bir olay olmuştur diyorlar.

Bu sözü neden söylemektedirler? Hazreti Yusuf hırsızlık mı yapmıştı?

Kardeşlerinin bu davranışları Hazreti Yusuf’u üzmekte midir?

Hazreti Yusuf üzülmüyor.

Neden üzülmüyor?

Bu suçluluk psikolojisinden sonra kendisine daha çok sadık olmak isteyeceklerdir.

Ben mühendis olduğumda kamuda işe başladım. Üstlerim beni suç işlemeye zorladılar. Ben direndim. Kavga o kadar büyüdü ki, onlar müdürlüklerinden oldular. O zaman öğrendim ki, astlara suç işletip onları gebe bırakmak, sonra sürekli olarak dosyalarını hatırlatmak yönetim sanatı imiş.

Günümüzde terörist PKK da böylece örgütlenmektedir.

Başka bir yönetim sanatı da terfi vaatlerinde bulunup oyalamaktır.

Hazreti Yusuf kardeşlerinin böyle yaptıklarından dolayı hisleri ile üzülmektedir. Ama bunun sonunda hayra dönüşeceğini bilmektedir. Hazreti Yusuf bugünkü yöneticilerin yaptıkları gibi kardeşlerini suça zorlamamaktadır ama Allah öyle takdir etmektedir.

Ben üstlerimden nefret etmişimdir. Ama şimdi düşünüyorum da; zulüm düzeninde astları ne ile disipline edeceklerdir? Ancak bu suretle disiplin mümkün olur. Düzeni değiştirmedikçe, “Adil Düzen” gelmedikçe böyle yapmak zorundasınız.

Kardeşleri Mısır’a gelecek, hepsi Mısır’a hicret edecek, Hazreti Yusuf kardeşlerini affedecek ve  seçilmiş ulusun ataları olacaklardır.

فَأَسَرَّهَا

(Fa EaSarRaHAv)

“Onu israr etti.”

Hazreti Yusuf onların bu aleni yalanlarına üzülmüştür. Onlara soru sormak gerekirdi. Ne zaman ne hırsızlık yaptı diye sorulabilirdi. Hazreti Yusuf bu durumu nefsinde sakladı, onlara belli etmedi.

Şimdi bu kelimeyi arayalım.  

Kızdı ama kızgınlığını gizledi, üzüldü ama üzüntüsünü gizledi şeklinde bir ifadedir.

Kelime aranacak ve bulunacaktır. Bu kelime Kur’an’da geçen kelime olmak durumunda mıdır? Yarın biri çıkıp da Kur’an’da geçmeyen bir kelime takdir etse, bu yorumunu kabul edecek miyiz? Kuran’da böyle “Ha” zamirleri vardır. Onları bir araya getirip değerlendirmek gerekir.

يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ

(YUvSuFu FIy NaFSiHIy)

“Yusuf kendi nefsinde israr etti.”

Aklından geçenleri, yalanlarını yüzlerine vurmayı düşündü ama ondan sonra onu belirtmedi, sakladı.

Nitekim biz de birçok hoşlanmadığımız görüşlerle karşılaşırız ama onu o anda izhar etmeyi doğru bulmayız. Bunu yapmak meşru mudur?

Emin Saraç Hoca Üsküdar’a ziyaretime gelmişti. Kendisiyle eski dostluğumuz vardır. Görüşüyorken, ‘birisi çoraba meshediyor’ deyip çoraba meshetmeyi çok garip gördüğü şeklinde görüşünü ifade etti. ‘Ben de çoraba meshederim’ deyip bunun tartışmasını yapabilirdim. Ama yapmadım, israr ettim. Bu yaptığım doğru mu idi, yoksa ‘ben de öyle yapıyorum’ demem mi lazımdı; tereddüt içinde kaldım.

Şimdi burada yazıyorum.

Abdest âyetinde iki kıraat vardır. Kıraatlerden biri; ayağınız çıplaksa topuklara kadar yıkayın, ayağınız topluklara kadar giyimli ise meshedin diyor. Sünnet bu yoldadır. İcma böyledir. Çoraba gelinirse; ayakkabı ile giyiyorsak, yani çorapla topraklara basmıyorsak meshedilir. Ayakkabı çıkarmakla meshin durumu bozulmaz. Nitekim saçlarımızı kestiğimizde boy abdesti almıyoruz. Demek ki bazı görüşleri israr etmekte bir günah yoktur, Hazreti Yusuf’un sünnetidir.

Sırkat meselesini anlatacaktır. Ama anlatmaktan vazgeçti, nefsinde sakladı da diyebiliriz. O zaman zamir sırkata gider ama değilse sırkata değil mahzuf olan izafetteki sırkata gider.

وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ

(Va LaM YuBdiHAv LaHuM)

“Onlara ibda etmedi.”

Onlara ibda etmedi, açıklamadı, içinde sakladı. Burada onlara açıklamadı ama yanındakilere de açıklamadı anlamı çıkmasın diye “onlara ibda etmedi” denmektedir.  

Burada da başka bir hükümle karşılaşıyoruz.

Onlara ibda etmediği husus nedir? Başka yerde arkadaşlarına gerçekleri anlatma hakkı var mıdır? Gıybet olmaz mı? Madem ki açıklayacak, onlara da açıklaması gerekir. Burada “onlara” tabiri ile başkalarına ibda etti anlamı mefhumu muhalefetle çıkar.

Kendisine gizleyip başkasına söyleme hususunda bu âyetle cevaz verilmektedir. Biz mefhumu muhalefeti kabul etmediğimiz için kişi hakkında bir şeyi birilerine söylüyorsak kendisine de söylemeliyiz. Ancak zarar gelecekse o zaman ona söylemeyebiliriz.

İsrar etti dendikten sonra, bununla teyid edilmesi bilhassa onlara ibda etmedi anlamı çıkar. Burada ibda etmemesinin sebebi bundan ürküp hepten kaçarlar endişesi olmalıdır.

قَالَ

(QALa)

“Kavl etti.”

Burada kavl eden Hazreti Yusuf’tur.

Kime kavl etti?

Kendi kendine kavl etti olabilir. Söylemeden kavl etmek.

Beyin bilgisayar gibi çalışır. İnsan ancak kelimelerle düşünür. Kelime kavramı olmadan insan düşünemez. Hattâ insanlar çok dil bilseler bile bir dille düşünürler. Bu sebepledir ki kendi kendine düşünmek de kavldir. “Kul” emirlerindeki söylemler söyleme yerine düşünme şeklinde de algılanabilir. “Kul” yani “kendi kendine söyle” demektir.

Burada da açıkça demedi, içinden böyle söyledi. İbda ettiği bu sözdür anlamındadır.

Bununla beraber onlara söylemiş olabilir. Sizin durumunuz kötü, hırsız sayılarak hepiniz tutuklanırsınız anlamı vardır. O takdirde açıkça söylemiştir. İki “kâlû” arasında getirilmesi atfın yapılmaması bunu ifade eder.

Gerçekten söylemiş olabilir, sadece düşünmüş değildir. Ama Hazreti Yusuf’un söylediği başka, onların anladığı başka olacaktır. Hazreti Yusuf siz iftira etmenizden dolayı kötü durumdasınız demiş olur. Onlar ise hırsızlıktan dolayı durumunuz kötü anlamında anlamış olabilirler.

أَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًا   

(EaNTuM ŞarRun MaKAvNan)

“Siz mekan olarak şersiniz.”

Entüm” müptedadır. “Şerrün” haberdir. “Mekân” ise “Entüm”ün hâlidir.

Mekân” “kâne”nin ism-i mekânı olabilir, yahut mekn eder cemal vezni üzere isim olabilir. İmkân mânâsına gelir. Yani sizin durumunuz zordur, işiniz zor çözülür deniyor. Yahut siz kötü oluştasınız demektir.

Kur’an’da “mekân” kelimesi bizim kullandığımız anlamda geçmektedir. Mümkün olma anlamında da geçmektedir. Mekân olarak şerdesiniz. Siz kötü yerde yer alıyorsunuz. Yani kötü durumdasınız. Haksızlık ediyorsunuz. Bu anlamda olduğu gibi; sizin için imkânsızlık var, size yiyecek verilmeyecektir demektir.

İki anlamı olan bir cümle kullanılmaktadır.

Siyasiler bu sanatı çok kullanırlar.

Hazreti Yusuf da bunu devamlı kullanmaktadır.

Doğru söylersiniz ama karşı taraf onu başka türlü anlar. Bu da meşrudur.

Kur’an çok büyük bir şekilde bu sanatı kullanır. Kur’an’ı okuduğunuz zaman sizin hoşunuza giden cümleler bulursunuz. Sizin heva ve hevesinize göre anlamaya başlarsınız. Okudukça daha çok mânâlar öğrenirsiniz. Gittikçe doğruya yaklaşırsınız. Eğer iyi niyetli iseniz sizi hakikatlere götürür. Kötü niyetli iseniz zamanla gerçeklere ulaşırsınız. O zaman da Kur’an onu rahatsız etmeye başlar.

İnsanlarla ilişkiler kurarken baştan öyle konuşmalısınız ki; konuştuğunuz yanlış olmayacak, doğru olacak ama karşı tarafın yanlış anlayıp kaçmaması için yani o konuyu öğreninceye kadar sabırlı olmalısınız. Öğrendikten sonra isterse kalır isterse gider.

Biz Batılıların kelimelerini kullanarak açıklamalarımızı yapıyoruz. Farz edelim ki önemli bir konumuz vardır: Demokrasi.

İki türlü demokrasi vardır.

Biri ekseriyet demokrasisi, diğeri de hicret demokrasisi.

İslâmiyet ekseriyet demokrasisini şiddetle reddeder; hicret demokrasisini ise şiddetle teyid eder.

Batılılara karşı ekseriyet demokrasisini kastederek demokrasi aleyhinde bulunabiliriz. Biz de demokrasiyi savunuruz ama savunduğumuz ekseriyet demokrasisi değil, hicret demokrasisi olur.

Hazreti Yusuf peygamber ikinci yolu tutmuştur.

Biz Adil Düzen Çalışanları Kur’an’ı o üslupla yorumluyoruz.

“Allah’ın indinde din İslâm’dır” (âyet) derken de böyle ikili anlayış vardır. “Düzen barıştır” diye anlar, dünyaya öyle yaklaşırsınız; yahut “din Kur’an dinidir” diye anlar, o zaman da dünyayı karşınıza alırsınız.

O halde ne yapmalıyız?

Önce “düzen barıştır” dersiniz, onlarla diyalog kurarsınız; sonunda barışı sağlayan Kur’an’dan başka kitap olmadığı için en sonunda Kur’an sizi oraya götürmüş olur. Hedefimiz Kur’an düzenine ulaştırmadır ama düzen barış düzeni olduğu için barış düzenine de gidilmiş olur.

وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ (77)

(Va EalLAHu EaGLaMu BiMAv TaÖıFUvNa)

“Vasf ettiklerinizi Allah daha iyi bilir.”

“Alim” yerine “E’lemü” getirilmiştir. Burada “daha iyi bilir” değil de, “en iyi bilir” anlamındadır. Kardeşinin daha önce hırsızlık yapıp yapmadığı hususunu en iyi bilir demiş olmaktadır.

Dünyadaki bilgiler ve hükümler hep takribidir, tahminidir. 20. yüzyılın büyük keşiflerinden biri de hata formülüdür. Hatasız bilgi mümkün değildir. Teferruata indiğinizde tümünü göremez olursunuz. Tümüne baktığınızda cüz’ünü göremezsiniz. Bugün fiziğin önemli kanunudur. Mahkemelerin kararları da böyledir. Kesin olarak olayları tesbit etmemiz mümkün değildir. Zahirî görüşlere göre hareket edilir.

Tasın bulunduğu çuvalın sahibi hırsız olarak görülüyor ama hırsız olmayabilir. Hele onun hırsızlığını kardeşinin hırsızlığı ile birleştirmek, hırsızlığı genetik yapmak, bizim bilgimizin dahilinde değildir demek istemektedir.

Burada bir husus daha sorulabilir.

Bazı insanlar hırsızlık yapmaktadırlar. İhtiyaçları olmasa da hırsızlık yapıyorlar. Bu onların genetiğinde var mıdır? Bu hırsızlık genetik midir, yani ırsen çocuklara geçer mi? Hırsızın çocukları hırsız olurlar mı?

İrsî olsa bile  kardeşlerin genleri aynı değildir. Yumurta ikizlerinde bile genleri tamamen aynı kabul edemeyiz. Kromozomlarda genler değişerek çoğalırlar, dolayısıyla farklı dizilişe geçerler.

Böyle bir gen olsa bile, bu hırsızlık geni değil, gizli iş yapma geni, mal edinme geni gibi genlerin etkisiyle oluşan bir durum olur. Bu sebepledir ki insanları irsî özelliklerinden dolayı suçlamak veya ululamak söz konusu olmamalıdır.

Hazreti Yusuf burada onlara kardeşlerini hırsızlıkla itham etmelerinin yanlış olduğunu anlatmaktadır. Hırsızlığı sabit olana cezasını veririz ama onu sabıkalı hâle getirmeyiz. Ona artık hep hırsız diyemeyiz. Bununla beraber hırsızlık geni olmazsa hırsızlık kıyamete kadar devam etmez. Gasbetme, başkalarının mallarını zorla alma bütün hayvanlarda vardır. Ama hırsızlıkla alma hayvanlarda değil insanlarda mevcuttur.

“Adil Düzen”de herkese iş ve aş bulunacaktır.

Böyle bir durumda yine hırsızlık olacak mıdır?

Olacaktır veya olmayacaktır diyemeyiz. Allah bilir. Ancak insanın fıtratında diğer kötülükler gibi hırsızlık yapma huyu da mevcuttur, iftira etme huyu da mevcuttur.

Kur’an büyük medeniyet kurmuş çok başarılı bir kitaptır. Kimileri onu İlâhi kitap kabul etmese bile, etkin bir kitap olduğu kesindir.

Kitapların uygarlığa etkinliği iki şekilde olur. Yapacağınız bir iş olur, onun olması için kitapta yazarsınız. Burada kitap değil de olaylar kitabı oluşturmuştur. Oysa Kur’an olayları oluşturmuştur. Mustafa Kemal Büyük Nutuk kitabını İstiklâl Savaşı’ndan sonra yazdı. Oysa Kur’an önce yazıldı, sonra devlet kuruldu.

Hazreti Yusuf aleyhisselâmın kıssası niye anlatılmaktadır?

Bizim kuracağımız “Adil Düzen” oluşmasında örnek olsun, oradaki olayları öğrenerek geleceğimizi ona göre düzenleyelim diye anlatılmaktadır.

Bizim yaptıklarımızla ilgili ve başkalarının yaptıklarıyla ilgili hususlarda yapacağımız şeylerin Allah en iyisini bilmektedir. Dolayısıyla olaylara karşı fazla alıngan olmamamız gerekir. Kimse hakkında peşin hükümlere sahip olup hükümler vermememiz gerekir.

***

قَالُوا

(QAvLUv)

“Kavl ettiler.”

Hazreti Yusuf onlara nasihat etti.

Kardeşlerini suçlamada haksızlık ediyorlardı.

Onlar da bundan cesaret alarak onu savunmaya geçmişler, cevap vermişlerdir.

Buradaki “kâlû”dan anlıyoruz ki, Hazreti Yusuf’un söylediği son cümleler açıkça söylenmiştir. Diyen yine birisidir ama hepsi demiş olmaktadırlar.

يَاأَيُّهَا الْعَزِيزُ  

(YAv EayYuHa elGaZIyZu)

“Ey aziz.”

Muhatapla konuşurken adını tekrar söylemek ona saygıyı ifade eder. Bunu senden istiyoruz. Sizin şanınız bunu sizin hamletmenizdir. Bunlar artık sorunu yine azizle çözmek istiyorlar. Kardeşlerinin affını istiyorlar. Bir de “aziz” diyorlar.

Aziz” izzetli, saygın demektir. Çevredekileri zorla korkutarak söz geçirendir. Bir de ona olan saygıdan dolayı onun sözünü dinlerler.

Siyasiler veya din adamları aziz olurlar. Çevrelerinde onları sayanlar toplanır. Din adamlarının başka hiçbir güçleri yoktur. Cemaatler izzetleri sebebiyle toplanırlar. Siyasiler ise başlangıçta izzetle mevki edinirler, sonra güçlerinden dolayı da sayılırlar.

Aziz” bir devlet makamıdır. Kur’an’da “vezir” geçmektedir, “aziz” geçmektedir, “emir sahipleri” geçmektedir.

Kur’an Arapçası ile anayasamızı yazabilmemiz için bu kelimeleri kullanmamız gerekir. Kur’an Arapçası üzerinde çalışma bunun için gerekmektedir.

Yusuf’un Mısır’daki yeri ne idi; “vezir” ile “aziz” arasında ne fark vardı?

Bugün bunlardan hangileri tekabül etmektedir?

Bugün bu hususta yetkili olacak kimler vardır?

-Bakanlar vardır.

-Genel müdürler vardır.

-Bir de Merkez Bankası Genel Müdürü vardır.

Bunlar arasında ne fark vardır?

Bakan seçilmiş kimsedir, mâli siyaseti o belirler. Genel müdürler ise bu siyasete göre bürokratları yönlendirir. Merkez Bankası daha çok finansal yönüyle meşgul olur.

Hazreti Yusuf bizzat tartı işleri ile meşgul olduğuna göre bakan değil de genel müdürlük şeklinde görev almıştır.

Demek ki bakan “vezir”dir, “aziz” de genel müdürdür.

إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا

(EinNa LaHUv EaBan ŞaYPan KaBIRan)

“Onun kebir şeyh babası vardır.”

İnne” karşı tarafın aksine bildiğini düzeltmek için getirilir. Azizin yanlış bildiği bir şey var demektir. Babalarını onlara göre genç zannediyor.

Eb” orada marife burada nekre getirilmiştir. Kardeşlerinin babası bilinmektedir, ancak kebir şeyh olduğu bilinmemektedir. Yani kendisi marifedir ama vasfı nekredir. Dolayısıyla kendisi de nekre olmaktadır. Karşı tarafın da tanıdığı bir adamı göstererek ‘bu bir basketbolcüdür’ dediğinizde yanlış söylemeşsinizdir. Burada babalarının yaşlı olduğunu anlatırken nekre getirilmiştir. “Onun yaşlı babası vardır” dediğimizde, Türkçede “onun” mübtedadır, “yaşlı babası” haberdir. “İnne”nin haberi “Lehu”dur. Çünkü “Eben” isimdir, mensuptur. “Şeyhan” “ebe”nin sıfatıdır. Yaşlı ihtiyar demektir. Onun için mensuptur. “Kebiran” sıfatın sıfatıdır. Buna sıfat denmemektedir, zarf denmektedir. “Koyu sarı” dediğimizde, “koyu” “sarı”nın zarfıdır. Çok çalışıyorum da olduğu gibi. “Eben”in sıfattan sonra ikinci sıfat da olabilir. O takdirdir. Yaşlıdır ve büyüktür anlamı çıkar. Yani saygın yaşlı babaları vardır diyorlar. Böylece onun böyle bir şey yapması babası için yıkım olur. O sebeple onun yerine bizi al demektedirler.

Demek ki Mısır’da da o zaman yaşlıları sayma, saygı gösterme anlayışı vardır. Yaşlı olma çevrenin yardımını elde etme demektir.

Canlılardan kuşlar ve memeliler anneleri tarafından büyütülürler. Ondan sonra serbest kalır, artık anne babası yavruları ile ilgilenmezler; tanımazlar bile. Oysa insanlar çocukları ile ilgilendikleri gibi yaşlılarla da ilgilenirler. Bu husus yalnız insanlara mahsustur. Diğer canlılar yaşlandıkça beslenemez olur ve ölür. Yaşlanınca işe yaramayan varlığın doğada var olması ve varlığını sürdürmesi abes olur. Bu sebepledir ki yaşlı kuzular kurtlara yem olur ve ortadan kaldırılırlar. Yaşlı kurtlar da kuzulara yetişemeyince açlıktan ölürler. Böylece genç ve dinamik nesil hayatta kalır. İnsanlar için de benzer mantık düşünülebilir. Ancak aksi sözkonusudur. Yaşlı anne babaları çocukları ve gençleri destekler ve onu yaşatır.

Acaba Allah yaşlıların yaşamalarına neden gerek duyuyor?

Genellikle yaşlandıkça beden zayıflar ve iş yapamaz duruma düşer. İnsan sadece bedenen çalışan varlık olsaydı, onlar da yaşlanınca hiçbir yardım görmeden ölebilirlerdi. Oysa insan düşünen ve zihnen çalışan bir varlıktır. İnsan beyni hafıza ile doludur. İnsan beynindeki sinir hücreleri zamanla ölmekte ve yenileri yerine gelmemektedir. Bu bakımdan insan beyni yaşlandıkça bazı melekelerini kaybeder. Oysa beyinde oluşan glial hücreler vardır. Bu hücrelerin sayısı insan yaşlandıkça çoğalırlar. Bu sebepledir ki yaşlıların beyinleri daha az yaşlılardan daha iyi çalışır. O halde yaşlı insanların yaşaması insanlık için yararlıdır.

Kendimden size misal verebilirim. Ben ilk yazılı eserleri vermeyi 1969 yılında bağımsız milletvekili adaylığımda başladım. O tarihten beri kitaplar yazıyorum. İşte şimdi de yazıyorum. Dün yazdıklarımdan bugün daha ileri seviyede yazılar yazıyorum.

İnsanın en verimli yılları 40 ile 63 yaş arasındadır. Benimle beraber yaşayan misal olarak elli yaşlarındaki biri benim yazdıklarımdan daha ileri yazamıyor. Bu benim zeki olduğumdan dolayı değil, daha çok yaşadığımdan dolayıdır. Bazı sahalarda benim yazma ve düşünme kabiliyetim azalmış olabilir. Ama bazı sahalarda benim düşüncelerim onlardan daha ileridir. Bu daha çok yaşadığımızdandır. Benim yaşıma geldikleri zaman onların çoğu benden fersah fersah ileride olacaklardır. Ben kendimi zeka testine tâbi tutuyorum ve o yaştaki arkadaşlardan çok geri olduğumu görüyorum. Ama yazılarım bazı alanlarda onlardan ileri ise bu yaşın kerametidir.

Allah onun için yaşlıların yaşamasını ve onlara saygı gösterilmesini irade etmiştir.

Mısır’da ve Mezopotamya’da da yaşlılara saygı kültürü devam etmektedir. Bu sebepledir ki en verimli zamanında emeklilik yanlıştır. Bugün K. Evren, S. Demirel, N. Erbakan siyasi dahilerdir ama kenarda itilmiş olarak duruyorlar. Onların o büyük ölçüde birikmiş güçlerinden insanlar yararlanmıyor.

Bu sebepledir ki biz “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda fahri görevler ortaya koyduk. Bir alay komutanı emekli olduğu zaman o alaydaki fahri komutanlığı devam eder. Protokolde de alay komutanından daha ileridedir. Faal alay komutanı ona danışmak ve ona bilgi vermekle yükümlüdür. Fahri görevlilerin masaları, sandalyeleri, maaşları  devam eder.  Valilerin durumu da böyledir. Basit işçi için de durum budur. Eski kapıcılar istedikleri zaman gelir, kapıda kendi odalarında otururlar, danışmanlık yaparlar. Bedenen hizmet edemezlerse de zihnen hizmet etmeye devam ederler. Sadece geçmiş olayları anlatsalar ve yazsalar bile çok büyük yardımları olur. Geçmişten aldıkları hızla yeni görevliler işleri yürütürler ve yeni adımlar atarlar. Görevli kim ise yetkili odur. Kararları o verir ve uygular. Eski görevliler danışmanlık yaparlar.

İşte buradaki “onun kebir şeyh babası vardır” derken, “kebir” kelimesinin saygın anlamı bunu ifade eder.

فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ  

(Fa PuÜ EaPaDaNAv MaKAvNaHUv)

“Onun mekânına bizden birini ahzet.”

Kardeşlerin o kötü huyları ve uydurma iftiralarının yanında ciddiyetleri vardır. Onların babalarına olan bağlılıkları o zamandan beri sürmektedir. Babalarının rızasını almadan bir iş yapmayı düşünmemektedirler. Şimdi de babalarına verdikleri belge sebebiyle işin ciddiyetini anlamaktadırlar. Onu bırakıp gitmektense kendilerinden birinin kalması tercih edilecektir.

Varsayalım ki aziz onların teklifini kabul etti.

Yerine alıkoyacağı kimseyi aziz mi seçecek, yoksa kendileri mi seçecek?

Kendileri seçecekse seçimi nasıl yapacaklar, hangi yolu izleyeceklerdir?

-Kura çekebilirler.

-Başkanları birine emredebilir.

-Gönüllü olarak birisi öne çıkabilir.

-İlk gönüllüye kalma görevi verilebilir.

Fıkhın önemli sorunlarından biri de budur. Kayık su almıştır. Su alan deliği tıkadılar ama o zamana kadar alınan su en küçük bir dalgalanmada kayığı batıracak durumda. O halde içlerinden birinin suya atılması gerekir.

-Hazreti Yunus aleyhisselâm gibi kura ile mi atılacak?

-Kendisi mi atlayacak, yoksa zorla diğerleri mi atacak?  

Yahut bir yerde mahsur kaldılar, yiyecek hiçbir şey yok. Ancak insan eti yiyerek kalanlar yaşayabilir. Aralarından birini kesip kalanlar ömürlerini uzatabileceklerdir.

-Bu durumda kimi kesmeye başlayacaklar?

Biliyorum, bu gibi konular sizleri ürpertmektedir. Ama işte hayat bunlarla ve bu gibi olaylarla doludur. Bunlara karşı hazır olmak için işe kurban kesmekle başlanır, onunla yani kurban kesmekle eğitim yapılır.

Cezada bedel caiz midir? Yani birisi hırsızlık yapsa, başka birisi ‘benim kolumu kesin’ dese bu geçerli midir?

Cezada şahsilik ilkesi dolayısıyla bu caiz değildir Onbeş yaşından küçük çocuk bir adam öldürse, bu çocuk ceza ehliyetine sahip olmadığı için ona ceza verilmez.

Batılılar her şeyin bir sahtesini bulmuşlar, “hapishane” değil de “ıslah evi” demişler. İsim değiştirmekle sorun çözülüyor mu?

İslâmiyet’te 15 yaşından küçük çocuğa ceza verilmez, babasına verilir. Çünkü çocuğun suç işlemesine o mâni olmalıdır, onu gözetlemek onun görevidir. Ancak babasına da bedeni ceza verilemez. Çünkü bir başkasının suçundan dolayı başkası ceza çekmez. Ama babasının âkilesi diyeti öder. Ancak çocuğa suçu babası işletmişse o zaman mübaşir olmadığı için müsebbibin kendisi işlemiş olacağından cezasını çeker.

إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ (78)

(EnNAv NaRAKa MiNa eLMuXSıNIyNa)

“Biz seni muhsinlerden re’y ediyoruz.”

İhsan” iyilik etmek demektir, başkasının işini düzeltmek demektir.

Allah anne babaya ihsan edilmesini emretmektedir. Yani onların kendilerinin yapamayacağı işleri yapıp hayatta kalmaları gerekir. Onların bedenî hücreleri zayıflamıştır. Dolayısıyla kendi işlerini yapamamaktadırlar. Yardıma muhtaçtırlar. Beyindeki nöron hücreleri de eksilmiştir. Dolayısıyla zihnî faaliyetlerinde de eksilme vardır. Bu sebeple onların aktif görevler yapmaları mahzurlu olabilir. Ama onların glial hücreleri çoğalmıştır. Bazı konularda kendilerinden daha genç olanlardan iyi düşünmektedirler. O halde bunlarla istişare edilirse onlardan yararlanılır. Onun için yaşlıların yaşamaları gerekmektedir.

İşte bu ihsandır.

Hazreti Yusuf’un kardeşleri Yusuf olduğunu bilemedikleri azize “Biz seni ihsan edenlerden görüyoruz” yani yaşlılara iyilik edilmesini bilen kimse olarak görüyoruz; bize yardımcı ol da onun yerine bizden birini al diyorlar.

Hazreti Yusuf’un anadan da kardeşi olan kişi hırsızlık yapmıştır. Cezası ne olacaktır, bilinmemektedir. Köle yapılacak ve ağır işyerlerinde çalıştırılacaktır. İşte buna babalarına olan saygı ve sevgilerinden dolayı razı olmaktadırlar. Hepsi onun yerine kalmaya razıdırlar. Demek ki soylarında yine de bir asalet vardır.

Bir kimsenin bir veya iki hata yapması onların dışlanmasını gerektirmez. Bugünkü İsrail oğulları bunların çocuklarıdır. 4000 yıldır insanlığa birçok hizmetler vermişlerdir. Birçok fitnenin kaynağı olmuşlardır. Bir kavmi toptan iyi saymak veya toptan kötü saymak yanlıştır. Bütün insanların içinde iyi insanlar da vardır, kötü insanlar da vardır. Hattâ bir insanın iyi tarafı vardır, kötü tarafı vardır. İnsanların iyi taraflarından yararlanacaksınız, kötü taraflarından korunacaksınız. Onun kötü tarafı sizi kötülüğe karşı tedbir aldırır, o da sizin için faydalıdır. Biri size kötülük ediyorsa o sizin için iyidir, onun için iyi değildir.

***

قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ  

(QAvLa MaGAvZa elLAHı)

“Maazallah diye kavl etti.”

Avz” toprağı veya kayalıkları örten bitki örtüsüdür. Onu kuruyup çoraklaşmaktan korur, erozyondan korur. Hayvanın derisini örten tüyler de “avez”dir.

Iaze etmek” demek, onun gölgesine, onun örtüsüne girerek korunmak demektir.

Meaz” ismi zaman, ismi mekân veya masdardır.

Allah’ın meazı” demek, sığınma zamanı, sığınma mekanı ve sığınma demektir.

Önerilen cazip gelebilir. İyilik etmek, bir suçluyu kurtarmak ilk bakışta iyi görünür ve insan ona meyleder. Ama sonra düşünür; bir suçluyu kurtarırsın ama bin suçun işlenmesine sebep olursun, birini cezalandırırsın ama bin suçun işlenmesini önlersin.

İşte bu durumda Allah’a sığınılacaktır. Kâinatın var edicisi Allah’a sığınıp O’nun sizin yanlış işlemenizi önlemesini talep edeceksiniz.

Kur’an’ı okumaya ve düşünmeye başladığımızda “euzübillahimineşşeytanirracîm” demekteyiz. Bu söz Kur’an’ın başında yazılmış değildir ama emredilmiştir.

Biz de Kur’an üzerinde çalışmaya başladığımız her zaman “Allah’ım beni yanlış anlamadan koru” diye dua etmeliyiz. Çünkü insan çoğu zaman Kur’an’a uyma yerine Kur’an’ı kendisine uydurmağa meyleder.

Aziz burada “maazallah” diyor.

Böyle insan aklına iyi gelen işler vardır ama sonu hüsrandır. Onun için biz aklımıza göre değil emirlere göre hareket edeceğiz.

Filistin’e yardım göndermek iyidir, benzeri yerlere yardım göndermek iyidir. Öyle görünür. Oysa onların isyan etmelerine ve fitne çıkarmalarına yardım etmiş oluyoruz. Bu sebeple savaşlar bitmiyor. Amerika İsrail oğullarına, biz Filistinlilere yardım gönderiyoruz, orada savaş durmuyor. Onları birbirlerine kırdırıyoruz. Oysa Allah; ‘onlar hicret etmedikçe sizinle bir hukukları yoktur’ diyor.

İşte “maazallah”a bunun için ihtiyaç vardır.

Doğru görünen birçok şey vardır ki yanlıştır. Dünya düz görünür gibi duruyor ama dünya yuvarlaktır ve dönüyor. Bu sebepledir ki sosyal kanunlar İlâhi kitapların hükümlerine uygun olmalıdır. Çünkü sosyal kanunların tam olarak keşfi zordur. Uygulamada da denetlenmesi zordur. Zamanla o hükümlerin İlâhi kanunlara uygun olduğu anlaşılır.

أَنْ نَأْخُذَ

(EaN NaEPuÜa)

“Ahz etmemiz.”

Ahz etmek” bir şeyi ele almak demektir. İnsan ele alınamadığına göre mecazi olarak onu tutuklamak, onu suçlandırmak demektir.

Devlet yetkililerinin üst arama ve yükleri arama yetkileri var mıdır?

Genel olarak başkalarının evine izinsiz girilemeyeceği bildirilmiştir. Bu hüküm mutlaktır. Bu sebeple izni olmadan kimsenin evine girilemez. Beklenir, çıktığı zaman yakalanacak biri varsa yakalanır. Eşya zararlı ve suçlu olamaz. Dolayısıyla eşyaya el koyma da yoktur.

Bu âyetlerden öğreniyoruz ki Mısır’da devlet görevlilerinin üst arama ve yakalayıp tutuklama yetkileri vardır. Hazreti Yusuf peygamberin yaptıkları bizim için şeriattır. O halde devlet yönetiminde onun yaptıklarını örnek alarak kişilerin üstlerinin aranması ve tutuklama mevcuttur. Biz buna şu şekilde cevap veririz. Hazreti Yusuf Mısır yönetiminin görevlisidir. Oranın kurallarını uygulamıştır. Kişi olarak yaptıkları sünnettir. Ama devlet görevlisi olarak yaptıkları ise o düzenle ilgili olduğu için sünnet olan onların  düzeninde iseniz o düzenin icaplarını yerine getireceksiniz. O halde Hazreti Yusuf’un devlet görevlisi olarak yaptıkları bize sünnet değildir.

Bizce başkanın yargı dışındakiler dışında uygulayacağı müeyyide çağırıp görüşme hakkıdır. Başkanın çağrısına uymayan başkan tarafından sürülebilir. Terk edip gitmezse kanı heder olur, onu hukuk korumaz. Onun dışındakileri ancak hakemlerin kararı ilzam eder. Bir görevli olağan dışında üst arayabilir. Karşı çıkarsa zorlayabilir. Ancak haklı veya haksız olduğuna bakılmaksızın yaptığı müessir fiillere karşılık verilecek ceza verilir. Kısas yapılmaz, diyete dönüşür. Burada onları durdurmuş, aratmışdır. Direnme olmadığı için zor kullanılmamıştır. Dolayısıyla herhangi bir suç ve ceza olamaz.

Aratmıyoruz deselerdi ve aransaydı, aramanın cezası azize verilirdi ve diyeti ödenirdi.

Burada başka bir durum daha vardır. Güvenlik işleri Hazreti Yusuf’un değildir. O halde nasıl oluyor da durduruyor ve arıyor? Arama yapan ekibin kendi ekibi olduğu belirtilmiş değildir. Hazreti Yusuf ilgili birini haberdar etmiştir. Aramayı o ekip yapmıştır. Bu sebepledir ki ekip pazarlığa girişmemiştir.

إِلاَّ مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُ

(EilLAv MaN Va CaDNAv MaTaGaNAv GınDaHUv)

“Ancak metaımızı yanında bulduğumuz kimseyi ahz ederiz.”

Biz kimseyi ahz edemeyiz, etsek ancak metaımızı yanında bulduğumuz kimseyi ahz ederiz. Bulduğumuz kimse de mazur olabilir. Onu bile ahz edemediğimiz durum olur.

Genel istisna kuralını bu âyet tersyüz etmektedir. İlladan sonra gelen hakkında bir hüküm gelmez daha ortaya konan engellenir. Hüküm getirmez. Kaldırmaz da. O sadece onun hakkında yeni hüküm gelmediğini ifade eder. Yoksa rızası ile birisi bir şey alırsa ahz olunacaktır demek olur.

“Sikaye, suva” kelimelerinden sonra “meta’” kelimesi getirilmiştir. İşe yarayan her eşya demektir. Yanında metaı bulduklarından başkasını ahz edemeyiz diyor.

 Suçun şahsiliği ilkesini anlatmıştık. İnsanlık dört bin senedir peygamberlerin öğrettikleri kurallarla yaşıyor. Zamanla kuralları bozmuşlardır. Katkıda bulunmuş değildirler. Allah’a inanmayanların adil olmayacakları bellidir. Allah’ın öğrettiğinden başka bir hak yolun bulunması mümkün değildir.

Yetmiş yıl sosyalistler kendi akılları ile adaleti getireceklerdi. Kırk milyon insanı öldürdüler. Avrupa Yüksek Adalet Divanı oluştu.

Türkiye’de Millî Görüş partilerinden birini tamamen hukuk dışı usul ve esas üzerinden kapattılar. Mahkeme milletvekilleri olan yöneticilerin ifadelerini almadan onların milletvekilliklerini düşürdü. Dünyanın hiçbir hukuk düzeninde, Sovyetler de dahil olmak üzere, muhakemesiz mahkumiyet yoktur. Ama Anayasa Mahkemesi insanlık hukuk anlayışının yüz karası olan kararı verdi. Çünkü tekel sermaye öyle istiyordu. Meşru yolda bulunuyormuş gibi yapıp da zulüm öyle yapılabilirdi.

Dünyanın en yüksek hukuk bilgisine sahip Türkiye İslâmiyet’e karşı aldığı cephe dolayısıyla hukuka da cephe almış, hukuktan bihaber kimseler en yüksek yargı organizasyonlarına girmiştir. Ancak yapmak istedikleri zulmü bile kitabına uyduramadılar. Çırılçıplak oldular. Avrupa Adalet Divanı aynı zulme iştirak etmek istedi ve Türkiye’den bu hukuk katliamına ne çare bulalım dedi.  Türkiye’den ses seda yok! Sonunda kendisi buldu! Önce partiyi kapattı, sonra da ‘diğer dosyalara bakmaya gerek yok’ dedi!

Şaşkınlar.

O başka dava, o başka dava. Biri tüzel kişiliğe açılmış kapatma davası, diğeri ise şahsın haksız ve muhakemesiz olarak atılmış kişilere ait dava. Konu ayrı, taraf ayrı. Nasıl olur da davaya bakmadan kapatabilirsin?! İşte peygambersiz hukuk, Allah’a inanmadan adalet bu kadar olur. Bunlar gelecek dünyada insanlara ibret olacaktır.

إِنَّا إِذًا لَظَالِمُونَ (79)

(EnNAv EÜan La JAvLiMUvNa)

“Biz o zaman zalim oluruz.”

Demek ki birinin yaptığı ile başkasını cezalandırmak zulmün ta kendisidir.

Yöneticiler suç işliyor, parti kapatılıyor, milyonlarca üyelere zulmediliyor. Devletin görevlileri ne yapıyor? Partilerde üyelerin hakkını gasp eden yöneticileri cezalandırıp üyelerin haklarını koruyacaklarına, partilerini kapatarak üyelerine ceza veriliyor! Bir çıbanı deşmek vücudu zehirlemektedir.

Asıl suçlu olan Apo’yu saraylarda besle, yöneticileri söz söyledi veya birine yardım etti diye partiyi kapat ve PKK’nın yanında olmayan Kürtleri de zorla onların yanına it! Yapılacak iş nedir? Suç varsa yöneticileri cezalandırırsın ama partiyi kapatamazsın. Kapatırsan; o zaman sen zalimsin demektir.

Zalimler” kurallı erkek çoğul olarak getirilmiştir. Demek ki bu suçu işleyenler zalimdirler. Kişiler zalim değil, müesses nizam zalimdir. Suç şahsidir. Ama bunu aşıp suçu işleyenden başkasını ahzeden topluluk zalimdir.

Cezası nedir?

Cezası; böyle yapanları uyarmaktır.

Zulüm yapan topluluk hukuk kararı ile düzeltilemez. Hukuk şahıslara uygulanır, topluluğa uygulanamaz. Toplulukla mücadele edilir. Sonunda yenilir ve dağılırlar. Yargı kararları ile topluluk düzeltilemez. Ergenekon davası onun için yanlıştır. Askerler suç işlemişlerse yine askerler onları askeri metotla bertaraf ederler. Hukuk yoluyla ihtilal önlenemez. Caydırıcılık ihtilale karşı işlenemez.

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2582 Okunma
2-YUSUF 4-7
3141 Okunma
3-YUSUF 8-10
2492 Okunma
4-YUSUF 11-15
2043 Okunma
5-YUSUF 16-19
1972 Okunma
6-YUSUF 20-22
2306 Okunma
7-YUSUF 23-24
4264 Okunma
8-YUSUF 25-28
2338 Okunma
9-YUSUF 29-31
2162 Okunma
10-YUSUF 32-34
1930 Okunma
11-YUSUF 35-37
2388 Okunma
12-YUSUF 38-40
2231 Okunma
13-YUSUF 41-42
2979 Okunma
14-YUSUF 43-45
3771 Okunma
15-YUSUF 46-49
2156 Okunma
16-YUSUF 50-53
2193 Okunma
17-YUSUF 54-57
1891 Okunma
18-YUSUF 58-62
1913 Okunma
19-YUSUF 63-65
2054 Okunma
20-YUSUF 66-67
1919 Okunma
21-YUSUF 68-69
2290 Okunma
22-YUSUF 70-74
2257 Okunma
23-YUSUF 75-76
2427 Okunma
24-YUSUF 77-79
1963 Okunma
25-yusuf 80-82
1793 Okunma
26-yusuf 83-86
1999 Okunma
27-YUSUF 87-90
2092 Okunma
28-YUSUF 91-98
2247 Okunma
29-YUSUF 99-101
1852 Okunma
30-YUSUF 102-107
2270 Okunma
31-YUSUF 108-110
1944 Okunma
32-YUSUF 111
2035 Okunma