Devlet ve İktidar
Kur’an ın bir “devlet düzeni” ortaya koymadığını, “Prensipler Düzeni” ortaya koyduğunu, bu prensiplere uyan devletlerin Kur’an i olduğunu söylemiştik. Elbette bir devletin oluşması topluluğun ihtiyaçlarının giderilmesi manasına gelmez. Devletin işlerliğinin de olması gerekir. Devletin sorumluluklarını yerine getirmesini sağlayacak bir yetki mekanizması da aramak gerekir.
Devlet veya “Dulet” Kur’an da iki ayette geçmektedir. (6 yerde daha atıf vardır ama iki ayet bizim çin önemlidir)
Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve lizîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum… (Haşr 7)
İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh, ve tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs…. (Al-i İmran 140)
Devlet veya Dulet genel olarak “değişmek, bir durumdan başka bir duruma dönmek, dolaşmak, nöbetleşe birbiri ardınca gelmek” anlamlarına gelir. Kelimenin aslı “devl” kökü Al-i İmran 140 ayetinde kullanılmaktadır: “..insanlar arasında dönderir dururuz…” Haşr 7’de ise “….sizden zengin olanlar arasında dolaşan bir ‘devlet-dûle’ olmasın.” Denmektedir.
Kısaca, devlet yapısının “saltanat” olmadığını, bunun bir güç manasına geldiğini ve belli bir zümrenin veya kişilerin elindeki bir servet olmadığını anlıyoruz. Ancak bu ifadeler Düzenin yapısını anlamaya yetmez. Bunun için yönetim şeklinin (iktidar) nasıl olması gerektiğini veya hangi yöntemlere göre olması gerektiğini de bulmamız gerekiyor. Çünkü Allah insanları yeryüzünde başıboş bırakmamış, onlara elçiler göndererek dünya hayatlarını nasıl yaşayacaklarını bildirmiş, uymaları gereken kuralları ve hukuku da onlara haber vermiştir.
“Resulullah, Medine’ye hicret ettikten sonra Islâmí yönetimin genel esaslarını bizzat kendisi uygulayarak göstermiştir. O, vahiy doğrultusunda insanların davalarına bakıyor, suçları önlemek için tedbir alıyor, gerekirse suçluların cezalarını veriyor, saldırgan düşmana karşı ordu çıkarıp savaşıyor, kimileriyle barış imzalıyor, çeşitli ülke yöneticilerine elçi gönderiyor, onlardan gelen elçileri kabul ediyordu. Allah’ın hükümlerini yerli yerinde uyguluyor, ticaret emniyetini sağlıyor ve gerekirse denetliyor, insanların eğitimleri için kurumlar tesis ediyor, emirler veriyor, diplomatik ilişkiler kuruyordu.” (Alıntı)
Şüphesiz bütün bunlar bugün ‘devlet’ denilen örgütün yaptıklarının benzeri idi ve o günün şartlarına uygundu. Ancak eksikti. Çünkü o günün şartlarına göre kurumlar gereksizdi ve zaten yoktu. Ancak Kur’an bu uygulamaların çok daha ötesinde bilgiler vermektedir. Yusuf kıssası bunun için önemli bir örnektir:
Ve kâlel meliku’tûnî bih, fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn, inne rabbî bi keydihinne alîm (Yusuf 50)
Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an nefsih, kulne hâşe lillâhi mâ alimnâ aleyhi min sû’, kâletimre’etul azîzil âne hashasal hakku ene râvedtuhu an nefsihî ve innehu le mines sâdikîn (Yusuf 51)
Zâlike li ya’leme ennî lem ehunhu bil gaybi ve ennallâhe lâ yehdî keydel hâinîn (Yusuf 52)
Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm (Yusuf 53)
Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn (yusuf 54)
Kâlec’alnî alâ hazâinil ard, innî hafîzun alîm (Yusuf 55)
Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard, yetebevveu minhâ haysu yeşâ’, nusîbu bi rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel muhsinîn (Yusuf 56)
Ayetlerde geçen “Melik” in durumunu burada tartışmak (konu itibariyle) gereksizdir. Burada sadece, ortaya çıkan “biçim”i anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Bu çerçevede “Melik” ifadesi sistemi dolayısıyla toplumu temsil eder. Buna göre "topluluk adına yetkiyi verendir" manasında kullanılmış olduğunu düşünüyoruz. Yani "prensipler"dir. (Veya seçmeye yetkili olan kişi veya kurum, anayas da olabilir.) Çünkü , Anayasa Kitabın getirmiş olduğu prensiplerden oluşur. Bu Prensiplere göre de devlet organizasyonu ortaya çıkar. Böylece Anayasa canlanmış, yetenek kazanmış olur. Bu aynı zamanda topluluğun "düzen" yeteneğidir.
Ayetlerin detaylarına baktığımız zaman bazı özellikler de karşımıza çıkmaktadır. “Başkan” veya “iktidarın teslim edileceği kişi”nin niteliklerine dair de ipuçları vermektedir. Buna göre başkan “ileri görüşlü, Adil ve işinin ehli” olmalıdır.
Yine ayetlerin detayından anlaşıldığına göre “Devlet” ile “İktidar” aynı şey değildir. Melik Yusuf’a bir makam önermiştir, bu makam ülkenin hazinelerini ve yönetimini elinde bulunduran bir makamdır. Yani iktidar önerilmiştir. Öneren kimdir? “Melik” önermiştir. (Ayetteki “melik” kelimesini iki türlü anlamak mümkün: birincisi hükümdar manasında anlamak mümkün, ikincisi ise devlet organizasyonu olarak anlamak mümkün. Biz burada prensilpelrden oluşan “devlet organizasyonu” olarak anlıyoruz. Neticede topluluğun kendisidir.) Yani iktidarı topluluk önermiştir ve seçmiştir.
İşleyiş ile ilgili de bazı bilgiler verilmektedir, Başkan seçildikten sonra müdahale yoktur. Çünkü ayetlere dikkat edildiğinde, Yusuf yönetime geldikten sonra Melik ifadesi artık kullanılmaz. Böylece başkan, İktidar “egemenliği”ni yetkisi çerçevesinde kullanır. (Yusuf 56) Yönetime hakimdir (Yusuf 100) Dikkatle incelendiğinde, Yusuf yönetie gelmiş olmasına rağmen, yani yetki sahibi olmasına rağmen eylemlerinden dolayı sorumlu olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Yürütmenin iyi bir planlamaya dayandığı (bolluk dönemlerinde kıtlık için birikim yapıldığı), Kaynakların israf edilmeden yerli yerinde kullanıldığı ve insanlar arasında herhangi bir ayırım gözetmeksizin eşit muamele edildiği de anlaşılmaktadır.
Basitçe, modern anlamda “iktidar” denilen “yürütme” erkinin hemen hemen tüm özellikleri ayetlerde ortaya konulmuştur. Toplumsal yönetimin merkezi gücünün muhatap alındığı (bu federatif sistem olarak da algılanabilir, yani yerel merkeziyetçilik olarak da görülebilir ki bize göre böyle görmek daha doğrudur) ve bu güce dayanarak ülkenin refahının esas olduğu da anlaşılabilmektedir.
Yusuf kıssasından “yürütme” mekanizmasının oluşturulmasına ilişkin süreç ile ilgili olarak da ipuçlarına ulaşabiliyoruz. Yani iktidarın “demokratik” yöntemlerle el değiştirmesi gerektiği, seçimle işbaşına gelen yöneticinin ve yönetimin şeklini de anlamamız mümkün olmaktadır.
Ayetlerde geçen “melik” ifadesi bize göre “topluluk”tur. (Devlet çatısı altındaki topluluk, prensipler) Çünkü halkın temsilcisi sıfatıyla yasal yetkiyi devredecek olan odur. (Anayasallık) Yusuf aday gösterilmiş ve seçilmiştir çünkü “iktidar için gerekli vasıflara” sahiptir. (hakkındaki iddialardan aklanmış ve herkes emin olmuştur) Kısaca Yusuf, yasal yollarla iktidara gelmiştir. (Yine ayetlerden halkın onun yönetiminden memnun olduğunu da anlıyoruz)
Buradan şu sonuca varabiliriz: Devlet ve İktidar aynı şey değildir. Yani Devlet prensipler ve kurumlardan oluşur, İktidar bu prensipler çerçevesinde yetkiyi kullanır ve kurumları yönetir. Yusuf kıssasında önemli bir nokta daha vardır. İktidar’a gelmeden önce “melik”ten söz edilir. Ancak Yusuf’un iktidar olmasından sonra “Melik” ifadesi artık kullanılmaz. Yani yusuf “başkan” olmuştur.
Halife kavramı, “yerine geçme, yetkiyi kullanma” manasına gelmektedir. Yani “vekil” dir. Topluluğu temsil eder. Bu çerçevede Halife kavramı “başkan”ı tarif eder. Buna göre Başkan “Vekil”dir. Topluluk adına kararlar alıp uygulayacak ve hizmet/çözüm üretecektir. Bunun yöntemleri de yine Kur’an da anlatılmaktadır.
Biat sıradan bir oy vermek değil, bir yöneticiye, o yönetici kurallara uyduğu müddetçe bir bağlılık ve itaat sözüdür. (Şekli önemli değildir) Bu söz içerisinde “itaat, birey olarak kamu alanındaki görevleri yerine getirme, yöneticiye iyi işlerde yardımcı olma, hem de kendilerine yönetim emaneti verilenleri denetleme görevi ve anlayışı” da içermektedir. Ancak bu anlayış, tek tek bireylerin denetimi şeklinde algılanmamalıdır. Çünkü yine Kur’an Denetim yetkisinin de topluluk adına “Meclis”te olduğunu açıklar. Meclis (Şura) devletin en belirgin özelliğidir. Bu yönetimde söz hakkı ne bir kişinin, ne bir sınıfın, ne çoğunluğun, ne de her sözü kanun olan diktatörlerindir. Bu manada Meclis (Şura) Bütün işlerde yöneticilerin yetkili kimselere , hatta gerekirse halka danışmasıdır. (Daha önce meclis’in yapısı hakkında bilgi vermiştik, orada meclisin toplumun her kesimini en geniş şekliyle temsil ettiği, bununla yetinmeyip her sosyal gurubun veya orgütün veya organizasyonun mekanizmada var olduğu anlaşılabilir) Hakka ve halkın yararına en uygun kararların alınma çabasıdır. Bu manada Meclis (şura) sadece başkanın bir danışma organı değildir. Meclis (Şura) aynı zamanda halkı da temsil eden karar organıdır.
Nisa 59 ve 60. Ayetlerde kime nasıl itaat edileceği, hangi şartlarda itaat edileceği ve neyin reddedileceği açıkça anlatılmaktadır. Buna göre, “adil” oldukları sürece devletin mekanizmaları içerisinde topluluğun problemlerinin çözüleceği ve bu mekanizmaların işleyişine itaatin gerekliliği açıkça anlaşılmaktadır. Ancak itaat emredilirken ifade edilen kavramlardan anlaşılmaktadır ki, kastedilen itaat “başkan”a kayıtsız şartsız bir itaat olmayıp, devletin mekanizmaları içerisinde bir işleyiş olduğudur. Buradan kurumsallığın olması gerektiğini de anlayabiliyoruz.
Öte yandan Resulullah’a yönelik olarak “hakem” ve “hüküm” ifadelerini içeren ayetler sebebiyle, bu yetkiyi doğrudan “başkan”ın kullanacağı düşünülmektedir. Oysa Bakara 213. Ayette iki ayrı şeyden bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi “peygamberlerin müjdeleyici” olduğu, ikincisi ise, “insanlar arasında hüküm verebilmek için kitap” getirdiği. Yani hukuku getirdiği.
Kur’an’ın “Adalet” kavramını kurumsallaştırdığını daha önce anlatmıştık. Dolayısıyla bir “Yargı” mekanizmasının varlığı kaçınılmazdır. Hadid 25’te önemli bir ifade vardır “…insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye…” Benzer ifade Nisa 135’te de vardır “Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun…” Buna göre adaleti ayakta tutacak olanlar insanlardır. Yani topluluktur. Başkan değildir. O da, herkes gibi adaletin ayakta kalabilmesi için çalışan biri olmalıdır. Yetkilerini de bu yönde kullanmak zorundadır.
Bütün bunlara rağmen Peygambere atfen “aralarında adaletle hükmet” ifadelerini nasıl anlayacağız? Aslında bu çok zor değildir. İktidar veya iktidarı elinde bulunduranlar “Adil” olmak zorundadırlar. Kurallar herkes için eşit olarak uygulanmalıdır. Bunu yapacak olan iktidardır. Ancak bu bir “Yargılama” anlamına gelmez. Bu sadece “eşitlik” anlamındadır. Yani herkes için eşit muamele öngörülmektedir. (Yusuf kıssası bu konuyu da açıklamaktadır) Bu manada başkan bir uygulayıcı olarak hakemdir. Bu yargılama manasına asla gelmez. (Tahkim anlamında da hakem olarak algılanabilir)
Nur 62. Ayette “onlara istediğin gibi izin ver” ifadesi kullanılırken bu aynı zamanda şarta da bağlanıyor. Burada “bazı işleri için” ifadesini dikkate almadan, yetkinin kullanılış şeklini tanımlamak mümkün olmaz. Topluluğu oluşturanların birlikte hareket etmeleri gerektiği, ancak topluluk içerisinde farklılıkların da olacağı ifade edilmektedir. Kişilerin topluluk dışına çıkarılması gibi bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Tam aksine birlikte yaşamanın koşulları/doğası gereği hoşgörü gerektiği anlaşılmaktadır.
Biat kavramını da bu çerçevede değerlendirmek gerektiği kanaatindeyiz. Fetih 10’da “Sana biat edenler Alla’a biat etmiştir” ifadesi bu manada önemlidir. İnsan Allah’a nasıl biat eder? Vatandaşlık ilkesi ile bir sözleşme ortaya konulur. Bu toplulukla yapılan bir anlaşmadır aynı zamanda. Hukukun üstünlüğünü benimsemek ve barış içinde bir arada yaşama ahdini ortaya koyar. Başkan ile yapılan sözleşme ise, yetkinin kullanılmasına ilişkin sözleşmedir. Başkan’ın sözleşmeyi tek taraflı olarak bozması demek, istifa etmesi anlamına gelir. Yoksa kendisine yetkiyi verenler aleyhine sözleşmeyi nasıl bozabilir?
Halifelik, amme velayetidir. Düzeni yürütme ve dünya işlerini düzenleme makamıdır. Nur 55’e göre önemli olan bu makamın gereklerinin yerine getirilmesidir. Buna göre Allah’ın koyduğu kuralları ölçü kabul etmek, prensiplerine göre hareket etmek demektir. En’am 165, bu temsilin insanlar tarafından akid ile kendisine tevdi edildiği açıklanmaktadır. Buna göre halifelik eşitlik ve adalet ölçüleri içerisinde yerine getirilmelidir.
Seçimle işbaşına gelen yöneticilerin uygulamaları beğenilsin veya beğenilmesin itaat kaçınılmazdır. Bu manada yönetimde bulunanların uygulamaları sebebiyle halkın bir kınsmının memnuniyetsizliği bahane edilemez. Enfal 46. Ayet bu konuyu açılamaktadır. İhtilafa düşmemek gerektiği, çekişmenin olamayacağı sabretmek gerektiği anlatılmaktadır. Bu aynı zamanda beyatın getirdiği bir sorumluluktur. Ancak halkın tercihlerini değil “şeraiti” üstün görenlere göre başkana mutlak hakimiyet yetkisi vermek, diktatörlüğünü kabul etmektir. Bu saltanattan başka bir şey değildir. Lafza da uygun değildir.
Netice itibariyle başkanın yetkileri sonsuz değil sınırlıdır. İktidar yani yürütmenin gereklerini yasalar çerçevesinde yerine getirmekle yükümlüdür. Bu manada hizmetleri nasıl yerine getireceği kendi tercihidir ancak bu da yine yasalar çerçevesindedir. Başkan bir diktatör değil yürütme memurudur. Seçimle işbaşına gelir. Seçim sonrasında uygulamaları beğenilsin veya beğenilmesin itaat gerekir. Başkanlığın ömür boyu olması düşünülemez. Lafza da uygun değildir. Akabe biatlarını unutamamak gerekir, Resulullah üç kez yeniden başkan seçilmiştir. Bize göre de maksimum sınır budur.
(Konu ile ilgili olarak Kur’an daki diğer örnekler de incelenebilir)
Vesselam.