ESAS ÇERÇEVE
Basamak esasları:
Kur’an ın ortaya koyduğu genel esaslar itibariyle tanımlanması elzem olan asli kurallar:
- Yaşama hakkı ve dokunulmazlığı
- Temel hak ve özgürlükler
- Topluluğa katılma ve kamudan yararlanma hakkı
- Yargıyı seçme Hakkı (Hukuku seçme)
- Güvenlik hakkı
- Eşitlik hakkı
- Mülkiyet hakkı
Kur’an ın evrensel değerlerini oluşturur.(özetle) Bu değerler hangi suretle olursa olsun değiştirilemez ve kısıtlanamaz. Bunlar düzenin de temelidir. Bütün insanlar için geçerlidir (Bizim özelimizde Ademoğlu) Herkesi kapsar ve eşit muameleye tabi tutar.
Kurumlar buna göre oluşur ve bu temel esaslara göre hizmet üretir.
- Basamak esasları:
İkinci basamak esasları, daha çok “Hukuk” olarak nitelendirilebilecek esaslardır. Temel Hukuk “Kur’an” ın kesin olarak ve açıkça “Helal” ve “Haram” olarak tanımladığı hükümlerden oluşur. Bunlar da değiştirilemez. Yasalar bu çerçeveye bağlı kalınarak kademeli olarak düzenlenir ve uygulanır. Kur’an ın “Haram” demediği hiçbir şey şu veya bu şekilde “HARAMLAŞTIRILAMAZ” Esas olan özgürlüklerdir. (Helallerdir)
Kur’an ın “sakınılması”nı öngördüğü hükümler zamanın gereklerine göre yorumlanması gereken ve bilimsel veriler ışığında değerlendirilmesi gereken kuralları oluştururlar. Bunlar değişkendir. Sosyo/ekonomik, sosyo/kültürel yaşam koşullarına bağlı olarak ihtiyaçların gerektirdiği şekilde kademelendirilerek kural haline dönüştürülür. Bu tür hükümler/uyarılar, “HELAL” veya “HARAM” olarak isimlendirilemez. Bunlar ancak “Yasaklar” olarak zikredilebilir. Yasak olmayan veya Yasaklanması gerekmeyen hükümler için herhangi bir düzenleme yapmaya gerek yoktur. Veya düzenleme yapılsa bile bu hükümler yine “Yasak olmayanlar” şeklinde isimlendirilmelidir.
- Basamak esasları:
Bu kademe, Kur’an ın “Helal”, “Haram” ve “sakınma” belirtmediği veya işaret etme gereği duymadığı alanlarda yapılacak olan düzenlemelerdir. Bu serbest alanı oluşturur ve zamanın gereklerine göre gönüllü katılımla düzenlenerek uygulanır.
“Vacip, Sünnet, Mübah, Müstehap, Mekruh vs.” gibi isimlendirmeler yapılamaz. Kural olması veya üzerinde görüş birliğine varılmış olması o hükmün “kutsal” olduğu anlamına gelmez. Kutsalı Allah belirler.
Bunun sebebi, kendi düzenimizi kurma ve yaşama hakkımız olmasındandır. Dünya hayatında ihtiyacımız olan düzeni tesis ederken birtakım kurallar da gereklidir Allah da bu alanı bize bırakmaktadır. Kur’an Dikkat edilmesi gereken noktaları da işaret etmekte ve bize yol göstermektedir. Serbest karar alma ve uygulama hakkı vardır.
Şimdi, yukarıda kısaca özetlediğimiz esaslara göre, (eksiklerimiz olabilir/özettir), Beşeri ihtiyaçlarımızı ve problemlerimizi çözmek için ortaya koyacağımız hükümlerin serbest olduğunu bilerek hareket etmek zorundayız. Bunları “Helaller” veya “Haramlar” şeklinde isimlendirmek, “Yerine geçmek” anlamı taşır ki bu mümkün değildir. Kaldı ki gerekli de değildir. Insan’ın “Yeryüzünde Halife” olması, ona Allah adına hüküm koyma hakkı vermez. “Helal, haram, günah, sevap” koyma hakkı Allah’a aittir. İlave helal ve haramlara, günah veya sevaplara ihtiyaç yoktur.
Niçin Helaller veya haramlar üretiyoruz? Trafik kuralları vardır ve helal/haram şeklinde isimlendirilmemektedir. Ama herkes uyar. Niçin helal, haram, günah, sevap şeklinde tanımlamalar yapmamız gereksin?
Kur’an bütün insanlığı kucakladığına göre, Kur’an ı “Esas” kabul edenler, bu kurallarla kendilerini zaten bağlarlar. Diğerlerinin sevapları veya günahları farklı olabilir. Herkes kendi referansına göre bunları uygular ve yaşar. Ancak sosyal hayatta ortak kurallara bağlı kalır. Ortak kurallar, Kur’an ın da çerçevesini belirlediği Evrensel kurallar ile sınırlı olmalıdır.
Kısaca Kur’an ın insanın günlük hayatını başkalaştıran, parçalara ayıran veya değiştiren bir hükmü/yapısı yoktur. Ortaya koyduğu her hüküm, normal hayatın doğal akışı içerisinde uygulanabilecek, özel bir zaman ve mekan gerektirmeyen doğal kurallardır. Sosyal hayat içerisinde “Farklı” olmayı gerektirecek hiçbir hükmü veya önerisi yoktur.
“Düzen” için temel çerçeveyi bu şekilde özetledikten sonra bazı eleştiriler (aslında özeleştiri) yapmak gerekir:
“Adıyan - Yapmak istediğiniz anlaşılıyor. Siz Topluluğu ALLAH yerine koyarak bir sistem inşa etmeye çalışıyorsunuz. Ancak böyle yapmanın büyük sakıncaları vardır.
Karagülle- Bunu ben yapmak istemiyorum. Ehli sünnetin icmai böyledir.”
Bir sistem tasarlıyor isek, bu sistemi geçmişe göre mi tasarlayacağız yoksa, Kur’an dan bugün anladığımız şeye göre mi? Eğer “Ehli sünnetin icması böyledir” dersek, yeni bir sistem oluşturmamız veya yeniden bir düzen oluşturmamız mümkün olmaz. Çünkü, kelimeleri veya kuralları ne kadar yeniden yorumlasak, ne kadar yeniden mana versek bile, bu icmalar her zaman karşımızda duracak ve yaptığımız yorumlar “icma” duvarına çarpacaktır. Böyle de olmaktadır. Bunların bağlayıcılığını kural olarak kabul ettiğiniz zaman, geriye hareket edeceğiniz bir alan kalmıyor.
Bunun en canlı örneği, burada yazdığımız yazılara gösterilen tepkilerdir. Mana ne kadar doğru olursa olsun veya ne kadar mantıklı olursa olsun (veya tersi) “icma ve Usul” devreye girmekte ve ilerleme mümkün olmamaktadır. Her ne kadar “ictihat yapıyoruz” dense bile gerçek budur. İctihatlar bu duvarı yıkmaya yetmiyor.
Herşeyden önce yöntemi yeniden belirlemek gereklidir. Veya yeniden yorumlamak gereklidir. Eğer geçmişin kurallarını yöntem kabul edecek isek, şu halde yeni bir şey nasıl ortaya konulacaktır? Yerleşik kabullere göre bir sistem olacaksa bu zaten var. İhtiyaçlara cevap vermiyor olmalı ki, yeni bir düzen oluşturma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu husus öncelikli olarak değerlendirilmeli ve buna göre hareket edilmelidir.
“Karagülle - Sistem içtihat ve icmalara dayandığı için dinamiktir. Kurumlar mekanizmadır. Kurumu oluşturan kişilerdir. Kişiler, içtihatları ile, topluluklar icmalar ile onu dinamik haline getirmiştir. Hakemlerden oluşan yargı, denetimi ile anarşıyı ortadan kaldırır. Allahın halifesi olarak hareket edenler anarşıya sebep oluyor da sermaye adına hareket edenler anarşıya sebep olmuyor. Nasıl izah edeceğiz. Biz yeni şey önermiyoruz. Her şeyi Kurana göre çözelim diyoruz. Allahın halifesi olduğumuzu bilerek çözelimdiyoruz. Heva ve hevesimiz ile çözmeyelim diyoruz. Allahın düzeninde şeriklere tapmayalım diyoruz. Siz anarşi olur diyorsunuz. Allaha taparsak anarşi olur putlara taparsak olmaz mantığı içine giriyorsunuz.”
Hawking : “Kainattaki fizik/doğa kuralları varken Tanrıya Gerek yoktur” diyor. Bu ifadeyi biz, “Tanrıyı Reddetmek” olarak anlamıyoruz. Hawking hangi amaçla söylemiş olursa olsun, Cümlenin kendisi sistemi tanımlamak açısından önemlidir.
Biz Allah’a yöneliyoruz. Dünya hayatımızı onun önerdiği şekilde dizayn etmek ve sürdürmek istiyoruz. Insan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Buraya kadar bir problem yok. Peki “seçilmiş olan kimdir?” Bizim diğer insanlardan farkımız nedir? Kur’an a göre her “iyi insan olan, iyi işler yapan” seçkindir. O halde fark nerede? Üstünlük “Takva” (gönül bağı, sevgi) ile olacaksa, herkes üstün olabilir.
Bu yüzden sistemi fonksiyonellik/işlevsellik üzerinde tasarlamak gerektiğini söyledik. Allah ve Resulu bizim başımızda bekçi değil ki niçin her işimizi Allah’a bağlıyoruz? Mucizeler de olmuyor. O halde yapmamız gereken Kur’an ı anlamak değil midir? Ictihat ve Icma’lar güncel olacaksa dinamizm bir ölçüde mümkün olur. Ancak bunun da çerçevesini koymak gerek. Kimin ictihadı ve icması? (Temel esaslar ile ilgili olarak) Detaylar tartışılır elbette, ancak icmalar katılımcı olmalıdır. Yani Sadece Kur’an Ehli veya Ehl-i Sünnet gibi sınırlamalar olmaksızın, bütün insanlar için olmalıdır.
Bu, puta tapmayı gerektirmez. Bu Kur’an ın ortaya koyduğu şeydir zaten.
“Karagülle - Bencil insanı Allah yaratmıştır. O insanın topluluğunu da o var etmiştir. Kuranı o bencil insana göndermiştir. Devlet ve kurumları o bencil insanı dengede tutmak için teşri etmiştir. Siz Allahı yer yüzünden sürmeye çalışmış olmuyor musunuz. Yer yüzünü onun şeriklerine bırakma çabası içinde olduğunuzun farkında olmalısınız.”
Niçin şeriklere terk etmiş olalım? Geçmişte Farklılaşmak/başkalaşmak adına ortaya konulan uygulamalar bizi başarısız kıldı. Niçin rakiplerimizin veya sizin ifadenizle Sermayenin eline terk edelim? Onların bizden farkı nedir? Farkı şudur: Onlar kendi sistemlerini tasarlıyor ve uyguluyorlar. Kendilerine göre faydalı bir sistemleri var. Biz ise, Düzeni FARKLILAŞMA olarak görüyoruz. Böyle olduğu için bütünleştirici olmaktan çok, ayrıştırıcı hale geliyor.
“Karagülle - Benim yaptığım sizin önerdiğinizdir. Nebi Allahtan emirler alan demektir. Her insan kendisi için nebidir. İlmi içtihatta bulununca vahiy almış olur. Hatalı olsa bile onunla amel etmekle mükelleftir. Çünkü ona hata yaptıran da Allahtır. Kuran bilmiyorsanız sorunuz diyor. sorma ruhsatını bilmemeye şart yapmıştır. Bilirsen soramazsın. Her ilim ilahi vahıydır. Nebi o bilen kimselerdir. Onların icmaı da Allahın katı vahyıdır.Seçilmiş alimler, içtihatları ile topluluğu temsil etmektedirler. Çünkü insan müçtehidini kendisi seçtiği için onun adına o içtihat etmiş oluyor. Aynı mezhepte olanlar ittifakla hükümler kabul etmiş olur. İcma halinde ise tüm topluluk ilahi vahyı almış olur. “
Bu konuda prensipte anlaştığımızı görüyorum. Biz “Nebi” kavramını bir mekanizma olarak görüyoruz. (bilgi/iletişim mekanizması) Siz ise, “Nebi” kavramını “Allah’tan emir almak” şeklinde değerlendiriyorsunuz. Bu aslında bir sonuçtur. Prensipte anlaşıyoruz çünkü bizim anladığımız manadaki mekanizma, sizin söylediğiniz sonucu da içerir.
“SLT, Zekat, Mescit” kavramları üzerinde de en azından prensipte anlaştığımızı zannediyorum. (Kavramsal mana olarak)
“Karagülle- Biz sizin namaza verdiğiniz manasını, zekata verdiğiniz manasını ret etmiyoruz kabul ediyoruz. Siz bizim kurandan anladığımız namazı zoraki tevilleriniz ile ret ediyorsunuz.”
Biz yerleşik namazınızı reddetmiyoruz. O bir ibadettir, biraz düzenlemeye ihtiyacı olsa bile. Temelde “Rüku” ile aynı şeydir. Bizim itiraz ettiğimiz şey, bu uygulamanın “SLT” kavramı ile örtüşmediği bunun SLT olmadığıdır. Pratikte geleneksel “Namaz” kavramının sakıncaları da vardır:
- Mescide katılımı nasıl sağlayacaksınız? Eğer “Mescit” bir toplantı yeri ise, oraya herkesin gelmesi gerekir. Bir ibadet çerçevesinde gördüğünüz zaman, sizin gibi olmayanları dışarıda bırakmış olursunuz. (kastım geneldir, suçladığım şeklinde anlaşılmasın)
- Sosyal barışı nasıl tesis edeceksiniz? Bir Hıristiyan (veya başkaları) sizin ibadetinizi yapmak zorunda değildir. Niçin buna mahkum edelim? Niçin dar bir çerçeveye sıkıştırıp “ayrışma” nedeni olmasına izin verelim?
- SLT bir ibadet değilse, niçin Kur’an ın çerçevesini değiştiriyoruz?
- Bu bir çeşit kavmiyetçilik haline gelmiyor mu? (Kavimler vardır, ama kavmiyetçilik kaldırılmıştır)
Bize göre Peygambere “Nebi” denmesinin sebebi, herkesin bilgi aldığı kişi olmasından kaynaklanıyor. Bu çerçevede değerlendirdiğimiz zaman, Resul/Muhammed konusunda da çokça bir ayrılığımız yok
“Merkezi Yönetim”, “Bucak” ve “Merkezler “ tanımlamalarınız hakkında şu aşamada fikir yürütmek veya bir öneri geliştirmek istemiyorum. Çünkü bu kavramlara ilişkin daha detaylı bilgiye ihtiyacımız vardır. Sizin tasarladığınız ve öngördüğünüz yapıyı bilmiyoruz, öğrenmeye/anlamaya çalışıyoruz. Mevcut haliyle bazı çekincelerimiz var. Ancak bunu ilerde detaylandırmak daha uygun olacaktır.
“insan Eksenli” olması konusunda da zannediyorum anlaşıyoruz. Temelde kısıtlayıcı değil, özgürleştirici / bütünleştirici bir yapı öngörüyoruz. Evrensel insan haklarını da esas alan bir sistem. (bu zaten Kur’an ın ortaya koyduğu çerçevedir de aynı zamanda)
Savunma hakkınıza itirazımız yok. “Adil Düzen” kavramını öğrenmeye çalışıyoruz. Zaman içinde daha detaylı önerilerimiz veya eleştirilerimiz olabilir.
Son olarak “kararlarda katılımcılık” sizin kabul ettiğiniz bir şey değil ise, uygulamayı nasıl düşünüyorsunuz? Elbette kararlardan kasıt, sosyal hayata ait olan kararlar diye anlıyoruz.
Önerimiz: Fıkhın "ayrıştırıcı" kurallarını yeniden gözden geçirmek yararlı olabilir.
Vesselam