SLT ve MESCIT
SLT başlıklı yazılarımızda, bu kavramın içeriği ve eylemin amacını anlamaya çalıştık. Ancak söylediklerimiz alışılagelmiş kurallara uymadı. Genel olarak itirazlar, manadan çok eyleme yönelik gelişti. Aslında böyle olması da gerekli idi. Zaten bizim de anlatmak istediğimiz, eylemin şeklinin Kur’an a uymadığını, işlevsiz olduğunu, fonksiyon icra edemediğinin anlaşılmasını sağlamak idi.
Bu karışıklığın en temel dayanağı ise SLT ile NAMAZ kavramlarının birbirine karıştırılıyor olmasıdır. Veya SLT kavramı NAMAZ ile aynı manada değerlendirilmiş olmasındandır. Bilindiği gibi, NAMAZ Mecusilikten gelen bir kelimedir. Mecusiler ateşe taparlarken ona ibadet etmek, saygı sunmak maksadıyla rüku ederlerdi. Bunun adına da Namaz derler idi. Kur’an da anlatılan “Rüku” ile örtüşen eylemdir.
“verkeû mear râkiîn” Kur’an da pek çok ayette kullanılan “eğilenler ile birlikte eğilin” ifadesi, bu eylemin topluca yapılacağıdır. Bu eyleme “NAMAZ” denilebilir. Ama bu SLT değildir. Biz SLT kavramı üzerinde dururken, konuyu dağıtmamak için bu konuya fazlaca girmemeyi tercih ettik.
SLT kavramı üzerinde dururken, özellikle eleştirilen nokta ise, bu eylemin toplulukça yapılması gereği idi. Bu da iki hususa dayandırılıyor idi. Birincisi SLT kelimesinin “marife” olması, ikincisi ise Rüku ve Secde…
SLT kelimesi Marifedir. Bunun İngilizce karşılığı “the” ifadesidir. Yani herkesçe bilinen bir şeyi ifade etmek içindir. Bir kelimeyi marife yaptığınız zaman kastınızı işaret etmiş olursunuz. Bunun iki manası vardır:
- Mevcut olan, herkesin görebileceği veya bileceği bir şeyi anlatmak içindir. Masanın üstünde 1 tane kitap varsa ve bunu ifade ettiğiniz zaman herkes onu anlayacaksa “The book” dersiniz, herkes görür ve ne olduğunu anlar.
- Veya, Öteden beri bilinen, geçmişte de bilinen bir şeyi anlatmak için kullanırsınız. Çünkü herkesin anlayacağı bir şeyi ifade etmiş olursunuz. Elinizle işaret etmiş olmanız gerekmez.. Çünkü “the” diyerek zaten işaret etmiş olursunuz. Her iki halde de “bilinen bir şeyi” işaret etmek için kullanılır.
Bu manada SLT kavramı, daha önce bilinen ve uygulaması olan bir eylemi işaret eder. Mevcut formdaki namaz şekli, Resulullah’tan sonra geliştirildi, o halde “marife” olarak ifade edilmemeliydi çünkü bu şekli kimse bilmiyordu. Bilinen ise, Yahudilerin, Hıristiyanların, Budistlerin, Hinduların SLT’ıdır. Bunların hiç biri bizim Namaz formu ile örtüşmez.
Ancak SLT ile RUKU birleştirdiğiniz zaman meseleyi formuna uydurmuş olursunuz. Çünkü Rüku da bilinen bir eylemdir. Böyle yaptığınızda da hata etmiş olursunuz, çünkü SLT bir ibadet değildir. Rüku ise bir ibadettir. İkisini birleştirip ibadet formuna dönüştürdüğünüz zaman SLT etmiş olmazsınız.
Eleştirileri de cevaplamak maksadıyla bu şekilde özetledikten sonra, meseleyi biraz daha ileri bir noktaya taşımak adına bazı sorulara cevap bulmak gerekir
Eğer SLT Kur’an da anlatıldığı şekliyle bilinen Namaz kavramından farklı ise topluluk nasıl olacak?
“Kul emere rabbî bil kısti ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin ved’ûhu muhlisîne lehud dîn, kemâ bedeekum teûdûn” (A’raf 29)
Düzeni yalnızca Allah’a has kılacak şekilde mescitte olacaktır. Mescitte rüku edilecek, secde edilecektir. İbadet edilecektir. Insanlar birbirleriyle iletişim kuracak ve tartışacaklardır. Kararlar alıp uygulayacaklardır.
“Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbul musrifîn” (A’raf 31)
Demek ki mescide sürekli gitmek gerekmemektedir. Demek ki toplantı için mescide gitmek gereklidir. Her gün olabilir, her hafta olabilir, her ay olabilir. Her gün temsilciler gidip tartışırlar, her hafta geniş katılımlı toplantı olur, her ay kurultay yapılır. Gibi.
Topluluk SLT edemez mi?
“Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn” (Cuma 9)
Ederler. Cuma bunun içindir. Hutbe alınan kararların ilan edilmesini ifade eder, Cuma SLT’ı ise Topluca SLT edilerek bu kararların başka topluluklarla paylaşılmasını veya varsa taleplerin dile getirilmesini ifade eder. Topluca. Ancak bunun şekli de imam’ın okuması, cemaatin dinlemesi şeklinde değildir. Elbette topluluğu yönetecek bir liderin olması gerekir. Onların hep birlikte hareket etmesini sağlamalıdır. Ancak SLT şekli cemaat düzeni şeklinde değildir. Herkes aynı talepleri topluca dile getirirler ayrı ayrı ama aynı anda. SLT kavramının bütün koşullarını yerine getirerek.
Herkesin Müslüman olması da gerekmez. Siz Kur’an a göre SLT edersiniz, başkası kendisine göre. Ama neticede SLT edilmiş olur, barışa katılım sağlanmış olur.
Mescide herkes katılır. Müslüman, Hıristiyan, Budist, Hindu, Mecusi, ve diğerleri de. Hep birlikte rüku ederler. Rüku her toplumun ortak davranış şeklidir. Secde de öyledir. Böylece topluluk oluşur. Mescit kamusal alanlardır. İstisnasız herkesin katılacağı bir yerdir. Ortak kararların oluşturulacağı uygulanacağı ve denetleneceği mekanlardır. Kararlar herkesin katılımıyla alınır. Insanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin herkesin katılması demek, barışın tesis edilmesi demektir. Çünkü:
“Lâ tekum fîhi ebedâ, le mescidun ussise alet takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbul muttahhirîn” (Tevbe 108)
Niçin Yapmamak isteniyor? Çünkü mescitler “Erdem” üzerine kurulu olmalıdır. Oaya girenler Muttahhir olmalıdırlar. “Muttahhir” kelimesinin karşılığı “pure/Purity” dir. Yani Saf, olduğu gibi, önyargısız, sadece insan olarak katılmak demektir. Topluluk olmak ve barışa girmek bu şekilde mümkün olacaktır.
Bireyler SLT ile beslenirler, mescide katılır orada paylaşırlar/tartışırlar. Rükü edenlerle rüku ederler. Mescit insanlara birlikte yaşamayı öğretir. Her ne olursa olsun Erdem ile paylaşmayı öğretir. Eğer mescidinizi bu çerçevede oluşturmazsanız, sizin gibi düşünmeyenleri ne yapacaksınız? Nasıl bir topluluk olacaksınız? Barışı nasıl tesis edeceksiniz? SLT bu işin yolu olmadığı gibi, mescitler de SLT için değildir. Namaz ise bambaşka bir şeydir.
Bugünkü mescitlerin Kur’an da karşılığı yoktur. Geleneksel formdaki Namazın SLT olarak kur’an da karşılığı yoktur. Sistemi inşa etmeye buradan başlamak gerekir. Kur’an ın öngördüğü şey de budur.
Vesselam