ÜRETİM – TARIM VE SANAYİİ
Hayatın kaynağı “Toprak ve Su”dur. Ekonominin kaynağı da budur. Insanlar beslenmek zorundadırlar. İhtiyaç olan gıdalar topraktan ve denizlerden elde edilir. Ancak gıdaların elde edilebilmesi için çalışmak gerekir. Toprağı işlemek, denizlerde avlanmak veya deniz varlıklarını üretmek gereklidir.
Üzerinde yaşadığımız dünya, Allah’ın insanlığa mirasıdır. (A’raf 27/100, Enbiya 103, Hadid 10, Al-i İmran 180, Bakara 30, En’am 165, Yunus 14/73, Fatır 39, Sad 26) Allah insanları kendi mirası üzerinde yeryüzünde halife yaptı. Bu sebeple toprakta ve doğal kaynaklar üzerinde mülkiyet yoktur, faydalanma vardır. (Bakara 36, 164/168, En’am 6, A’raf 24) Her doğan insanın, toprak ve doğal kaynaklar üzerinde hakkı vardır. Topluluklar bu mirası muhafaza etmek ve hak sahibine hakkını teslim etmekle mükelleftirler. Hak sahibi hayatta olduğu sürece topraktan faydalanır. Ölümü ile birlikte toprak üzerindeki hak sona erer. Her doğan insanın toprakta hakkı olması sebebiyle miras yoluyla devredilemez.
Doğal kaynaklar topluluklar tarafından işletilir, onlardan elde edilecek olan fayda insanlara aittir. Bu fayda topluluk bireylerine eşit olarak paylaştırılır. Doğal kaynaklar (yer altı ve yer üstü) üzerinde de mülkiyet yoktur. Denizler de böyledir. Insanlığın ortak faydası içindir.
Genel olarak insanların toprak ve doğal kaynaklar üzerindeki bu doğal hakkına Yaşama Hakkı diyoruz. Bu hak, topluluk tarafından gözetilir:
- Toprak, her doğan insana yurt edinmesi ve üzerinde yaşaması için eşit oranda tahsis edilir.
- Kırsal bölgelerde yaşayanlara, toprağı işlemeleri ve üzerinde çalışmaları şartıyla işleyebilecekleri kadar toprak tahsis edilir.
- Kentlerde toprak hakkı konuta dönüştürülür ve bireylere tahsis edilir.
- Yer altı ve yerüstü kaynaklar topluluğun sorumluluğundadır. Topluluk işletir veya işletilmesini sağlayarak ondan fayda elde eder. Elde ettiği bu fayda bireylere Yaşama Hakkı olarak ödenir.
- Topraktaki faydalanma hakkı doğum ile ölüm arasındaki süredir. Birey öldükten sonra bu hak yeni gelenlere aktarır. Topluluk gözetmekle mükelleftir.
Allah’ın bize bıraktığı miras, bizim yaşamamızı da garanti altına almaktadır. Allah, insanları mirasçı kıldığı toprak ve doğal kaynaklar ile rızık da vermiştir. Toprak işgal edilemez. İşgal, toprak ağalarının doğmasına sebep olmuştur. Insanları köleleştiren bir uygulamadır. Toprakta mülkiyet olmadığı için “Rant” da yoktur. Toprağa el konulamaz. Ancak kullanım hakkı devredilebilir.
İnsanlar toprağın üzerinde, dünyada çalışmak ve üretmek zorundadırlar. (Tevbe 105) Böylece refah ve ilerleme sağlanacaktır. Üretim, tarım ve sanayi olmak üzere iki ana guruba ayrılır.
Tarımsal üretim:
Kırsal bölgelerde, insanların yaşama hakkı sebebiyle paylarına düşen toprak dışında, üzerinde çalışmak ve üretmek koşuluyla işleyebilecekleri kadar toprak tahsis edilir. Bunlar tarım alanlarıdır. Kentlerde yaşayanlar, üzerinde yerleşmek ve toprağı işlemek şartıyla aynı haktan faydalanabilirler. Bu çerçevede:
- Tarımsal üretimi topluluk destekler. (Tarım ve hayvancılık) (Nahl 80)
- İhtiyaç olması halinde, tarımsal kredi üreticilere tahsis edilir.
- Üretim koşullarının iyileştirilmesi, ürün geliştirme ve üretim standartları gibi bilimsel araştırmalar devlet tarafından yapılır ve üreticilere aktarılır.
- Tarımsal ürünlerin işlenmesi için üretim tesisleri tarım alanlarına yakın uygun yerlerde kurulur ve işletilir. (Taze tüketilmesi gerekenler ambalajlanarak doğrudan satış noktalarına, işlenerek tüketilmesi gerekenler işleme işlemlerinden sonra ülke geneline dağıtılır) Böylece Tarım Sanayii oluşmuş olur. İstihdam sağlanır.
- Tarım planlaması devlet tarafından yapılır. İhtiyaç olmayan ürünlerin üretilmesine izin verilmez. Böylece üretilen her ürünün satış şansı olur ve zarar meydana gelmez.
- Kendilerine tarımsal üretim için toprak tahsis edilenler, üretimlerinden vergi verirler. Zekat ayrıdır.
Sanayi Üretimi:
Modern dünyanın ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamı kolaylaştırmak ve teknoloji üretmek önemli bir konudur. Gerek tüketim ihtiyaçlarının giderilmesi ve gerekse teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması ve üretiminin sağlanması bu çerçevede değerlendirilmelidir.
İnsanlar farklı yetenektedirler. (Nahl 71) Kimi girişimci, kimi işçidir. Kimileri bilimle uğraşır, kimileri araştırır buluş yapar. Kimileri de üretir. Farklılıklar olmalıdır ki, işverenler olsun, istihdam sağlansın, buluşlar olsun ve ilerleme gerçekleşsin.
Bu manada:
- Topluluk Ürün guruplarına göre geniş üretim parkları kurmalıdır. Fabrikaların veya üretim tesislerinin üretim ihtiyacına göre yapılandırılması sağlanmalı, enerji ve altyapı hizmetleri yerine getirilmelidir.
- Üretim planlaması yapılmalıdır, her ürünü her yerde üretmek yerine, en makul üretim koşulları ve en uygun maliyetlerle üretilebilecek bölgelere toplamak gerekir. Böylece benzer ürün gurupları aynı koşullarda ve daha uygun maliyetlerle üretilmiş, rekabet edebilir ürünler ortaya çıkmış olur.
- Sanayi üretiminin ihtiyacı olan AR-GE topluluk tarafından desteklenmeli ve önem verilmelidir. Yeni teknolojilerin ortaya çıkarılması, daha ucuz maliyetli üretim ve ürünlerin elde edilmesi ve daha işlevsel ürünlerin meydana getirilebilmesi için büyük bir önem taşımaktadır.
- Üretim kampusleri, çalışanların sosyal ihtiyaçlarını da karşılayabilecek kapasitede olmalıdır. Kentlerden veya yerleşim birimlerinden uzak olmamalıdır. Ulaşımı kolay, gerektiğinde kent olanaklarına kolayca erişilebilecek noktalarda tesis edilmelidir.
- Çalışanların emeklerini tasarruf etmeleri sağlanmalı, böylece bireysel özgürlüklerine dokunulmadan yaşamlarını sürdürme fırsatı sağlanmalıdır. Bu amaçla üretim tesislerinin yanında lojmanlar inşa edilmeli, çalışanlanlara bu lojmanlar ücretsiz olarak tahsis edilmelidir.
- Kalite bilinci geliştirilmeli, dünyada kabul ediebilen gelişmiş ürünlerin ortaya çıkmasına katkı sağlanmalıdır.
- Üretim siparişe dayalı olmalıdır. Stok için üretim yapılmamalıdır. Böylece ihtiyaç kadar ürün piyasaya çıkacak ve rekabet koşulları etkilenmeden sürdürülebilir istikrar sağlanmış olacaktır. Böylece Arz-Talep dengesi korunmuş olur.
- Serbest piyasa koşulları geçerlidir, kar marjı serbesttir ancak aşırılık yoktur.
- Sanayi malları vergiye tabidir. (Tevbe 103) Vengi toplam üretim miktarı üzerinden alınır.
- Üretici ayrıca “Zekat” vermek zorundadır.
Sanayi kampüsleri, üretimin etkileşimini eve erişimini de kolaylaştıracaktır. Böylece gerek yerel ve gerekse ülke dışına yapılacak olan satışlar daha pratik ve işlevsel hale gelecektir. Koşulları uygun olan üreticiler dilerlerse kendi kampüslerini de kurabilirler. Ancak lojman zorunluluğu olmalıdır.
ÇALIŞMA ve İŞ HAKKI
İnsanlar çalışan, üreten varlıklardır. Yeryüzüne halife yapılırken, onların çalışmaları da istenmiştir. “Amel-i Salih” nasıl olacaktır? Bu kavram “ibadet” ile ilgili değildir. İnsan çalışarak, üreterek kendisine ve topluma faydalı olarak iyi bir iş yapmış olur. Çalışma hakkı kutsaldır, istihdamı geliştirmek topluluğun asli görevlerindendir. Bu sebeple topluluk üretim altyapısını geliştirmek ve girişimcilerin, üreticilerin kullanımına tahsis etmekle mükelleftir. Bundan sonra çalışanların çalışma koşulları belirlenmeli ve üretici/işverenlerin bu kurallara göre hareket etmeleri sağlanmalıdır. Istısmar önlenmelidir. Bu çerçevede:
- Emek satın alınmaz, kiralanır. (Kassas 26, Nahl 97)
- İşveren, üretim karşılığında emeği kiralayamaz. Mutlaka “Resmi Ücret” ödenmelidir. Emek ücreti tehir edilemez.
- Resmi ücret ödendikten sonra çalışanlar üretimden pay alabilirler. Bu anlaşmalarla düzenlenir.
- Çalışma özgürlüğü vardır, herkes çalışma yerini seçebilir. İşveren de çalıştıracağı personeli seçebilir.
- Verimlilik esastır. Bu yüzden üretim kampüslerinde çalışanların eğitilmesi için de gerekli altyapı oluşturulur. Böylece çalışanlar üretimde uzmanlaşmış olacak verimlilik artacaktır.
- Fazla mesai yoktur. İhtiyaç varsa kapasite artırılmalı, istihdam sağlanmalıdır.
- Çalışanların lojman hakkı vardır.
Çalışan ve işveren arasında yaptıkları eylem dışında herhangi bir fark yoktur. İşveren iş imkanı sağlar, çalışan emeği ile üretir. Hepsi karşılıklı ve eşittir.
Esas amaç, sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Ekonominin temel hedefi insandır, insanın ve bütün toplumun dünyada refahını, ulaşılmak istenen hedef olmaktadır. Bunun yolu ise, ferdi zenginlik yerine, toplumun sosyal refahını gerçekleştirmekten geçer. Hatta amaç serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Şu halde esas olan servetin dağılmasıdır. İnsanlar çalışıp kazanacak, fakat hedefi, serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmak olacaktır. Yani paranın akışkanlığı olmalıdır, bu akışkanlığı kestiğinizde para bir yerde birikir, biriken para biriktireni zenginleştirirken diğerlerini de fakirleştirir.
Kur’an ın Temel hedefi üretim ile ticareti teşvik ederken, tüketimde makul sınırlamalar ile son derece etkin olarak, büyük ölçüde sosyal refah ve adil bir gelir dağılımının sağlanmasıdır. Bu çerçevede geliştirilebilir.
MESLEK ÖRGÜTLERİ
Çalışma hayatının desteklenmesi, üretim, ürün ve araştırma süreçlerinin yönetilmesi amacıyla mesleki örgütlenmeler yapılmalıdır. Bunlar kar amaçlı olmayan sosyal örgütler olmalıdır. Sosyal dayanışmaya da katkı sağlayacak olan bu örgütler, temel işlevleri olarak, bilimsel bir yapıda olmalıdırlar.
Bilgi ve deneyimler paylaşılmalıdır. Böylece yaygınlaşması sağlanabilir ve geliştirilebilir. Meslek örgütleri bunun için en uygun platformlar olabilirler.
Meslek örgütleri aynı zamanda sosyal dayanışmaya da katkıda bulunurlar. Üyelerine hukuk desteği vermek de meslek örgütlerinin görevi olmalıdır.
İhtiyaçların belirlenmesi, yeni pazarların oluşturulması ve elde edilen verilerin üreticilere aktarılarak buna göre planlama yapılmasını sağlamak meslek örgütlerinin temel görevleri arasında yer almalıdır.
Çalışanların eğitilmesi, kalite bilinci ve standart üretim koşulları ile ilgili belirleyici olmalıdır. (Tarihsel örnekler geliştirilmelidir)
Meslek örgütleri üyelerinin katkılarıyla varlığını sürdürür. Kar amaçlı değildir harcayacağı kadar bütçesi olabilir. Rant kurumu haline dönüşmemelidir.
Bunlar Kur'an ışığında geliştirilebilir, geliştirilmelidir. Ancak geçmişin uygulamaları modern dünyanın beklentilerine ve ihtiyaçlarına cevap verecek düzeyde değildir. Çözümü geçmişte değil, Kur'an ve güncel deneyimlerde aramak gerekir.