Tanrıcılık oyunu…
Bir süredir Varoluş kuramının şekli ve sistematiği üzerine tartışmalar yaptık. “Allah” veya “Tanrı”yı mutlak bir olgu olarak tartışma konusunun dışında tutarak. Ancak, varoluş kuramı içerisinde, fonksiyonların kullanılması ve emrin ifası için gerekli olan enstrümanların “lafzi” olarak da zikredilmiş olmasına rağmen, bu enstrümanların “Tanrısallaştırılması” veya “Kutsallaştırılması” ve nihayetinde varlığı işlevsiz hale getiren bir anlayışın var olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bunun yanlışlığını ifade ettik.
Kimileri bu tartışmalar esnasında düşünmeye başlamış, kendi tercihlerini kullanmış olmakla birlikte, müesses nizamı temsil edenler veya gelenekleri güncelleştirme iddiasında olanların anlamadığı veya daha Doğru bir ifade ile, anlamayı reddettiği de açıktır. Elbette bu onların tercihidir.
Bu durumun göstergesi olarak, Karagülle’nin seminerinde kullandığı tanımlamalar ve açıklamalara kısa bir eleştiri getirmek isterim.
Karagülle: “Bütün peygamberler kâinatın sonradan yaratıldığını ve kıyametin olacağını iddia etmişlerdi. Yunan filozofları ise kâinatın yaratılmadığı, kadim olduğunu savundular, ebed ve ezel olduğunu savundular. İslâm kelamcıları bunu reddettiler. Bugün artık bütün müsbet ilim adamları tarafından ittifakla kabul edilen kâinatın 13,7 milyar yıl önce yaratıldığı ve ölüme gittiğidir”
- Yaratılış ile ilgili ileri sürdüğünüz şeyin dayanağı nedir? Bilim kainatın yaşını yaklaşık olarak hesaplamakla birlikte “nasıllığı” iile ilgili olarak bugün tek bir evrensel görüş ortaya koymuştur. Bu da kainatın bir yaratıcı tarafından yaratılmasının gerekmediğidir. Kur’an da bunun aksine bir iddayı gösterebilir misiniz? Yani “maddenin yaratıldığını” kanıtlayan herhangi bir ifade var mı? Var olan bir şeyin işlenmesi, dönüştürülmesi şekillendirilmesi anlatılmakla birlikte, bu var olan şeyin, yani maddenin nasıl yaratıldığı ile ilgili ne tür bir bilgiye rastladınız kitapta?
Karagülle: “Doğa kanunları içinde bu sebep-sonuç ilişkileri içinde sona doğru gitmekteyiz.”
- Hangi “Son”dan söz ediyoruz? Kur’an ın dönüşüm olarak tanımladığı, geleneksel anlayışta yıkılıp yeniden yapmak olarak anlaşılan şeyin bir “son” olduğunu nasıl düşünebiliyoruz? Bunun için nasıl bir gerekçeniz var?
Kur’an da gerçek manada bir “yok oluş” veya “son” diyebileceğimiz bir yaklaşım yoktur. Kur’an da anlatılan şey, “maddenin dönüşerek gelişmesi”dir. Bu kainat için böyledir, dolayısıyla kainatın içindeki her şey için böyledir.
Karagülle: “. Lambayı yakan Allah’tır. Sadece Allah insanın emrine girmekte, “yak” dersek yakmakta, “yakma” dersek yakmamaktadır.”
“Sadece yapılanları biz değil İlâhi güç yapmaktadır. O’nun enerjisini harcıyoruz. O vermese, bizde anahtarı çevirecek güç bile yoktur. Böyle olduğunda kimsenin itirazı olmaz.”
- Size göre insan “Allah”ı yönetmekte midir? Korkunç bir ifade. Hangi Allah’ı insanın ermine veriyorsunuz? Bizim bilebildiğimiz bir “Allah” mıdır bu? Lütfen bunu tanımlayabilir misiniz?
- Her şeyi “ilahi bir güç” yapıyor ise, varoluşun anlamı nedir? Bunun için bize ihtiyaç yoktur, ilahi güç, biz olsak da olmasak da dilediğini yapacaktır iddianıza göre. Dolayısıyla varoluşun bir değeri ve anlamı da yoktur. Analojik olarak iyilik ve kötülüğün de bir değeri yoktur. Öyleyse aynı şeydir. Değil midir?
- Müdahale olmadan entropinin işlemeyeceğini niçin gözardı ediyorsunuz?
- Eğer her şeyi Allah yapıyor ise, bu durumda “ol” emrinin yerine getirilmesi niçin bir nedensellik gerektirmektedir? Nedeni olmayan bir varoluş gösterebilir misiniz? (madde dışında) Eğer bu nedensellik Allah’a ait ise, o halde Allah’ın varlığının da bir nedeni olmalıdır. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Karagülle: “Ama biz ferdî hareketler yaparız ve öyle yaparız ki sonunda toplu olay olur. Bize bu hareketi öğreten, veren ve yaptıran da O’dur. Hiçbir olayı kişi kendi isteğiyle yapmaz. Tarihteki tüm olaylar takdir-i ilâhidir. “
- Şunu mu demek istiyorsunuz: “olup biten her şey Allah’ın işidir”. O halde “irade” nerededir? Her şey “takdir edilmiş” ise, hiç bir şey bizim isteğimiz ile olmuyorsa, varoluş kuramının gereği nedir? Eğer böyle ise, Jamaika’da doğup büyümüş bir çocuğun suçu nedir? Eğer böyle ise, niçin gelişmek için uğraşıyoruz? Allah’ın bizi geliştirmiş olması gerekmiyor muydu?
Karagülle: “Biz bir şey yapmıyoruz. Biz yapmaya niyetleniyoruz, asıl yapan Allah’tır. Enerji veren O’dur. Ondan sonra da Hakkı galip getiren de O’dur. Biz ise bu işleri yapmakla görevliyiz. Yaparsak mükâfat alırız, yapmazsak cezalandırılırız. Buradaki önemli husus bizim yetişmemizdir.”
- Bir önceki varsayımınızdan yola çıkarsak, “mükafat” ve “ceza” dan sözedemeyiz herhalde. Eğer her şey bizim isteğimiz dışında gelişiyor ise o halde sorumlusu da biz değiliz. Kaldı ki mükafat ve ceza’dan sözetmekle kendi ifadelerinizle çelişmiş olmuyor musunuz?
Karagülle: “Yapılanları biz değil İlâhi güç yapmaktadır. O’nun enerjisini harcıyoruz. O vermese, bizde anahtarı çevirecek güç bile yoktur. Böyle olduğunda kimse”nin itirazı olmaz.”
- Bu ifadenizle, kadercilik anlayışını kısmen notralize etme gayreti içinde olduğunuz anlaşılıyor. Böyle ise, neyi akletmemiz gerekiyor? Buna göre “kader” evrensel bir “sabite” midir?
Karagülle: “ Yani attıktan sonra onun atmadığı söylenmektedir. Çünkü Allah’ın verdiği güçle atmıştır. Güneş’in ürettiği hidrojen enerjisi ile atmıştır. O’nun verdiği bedenle o işi yapmıştır.
Son derece açık olan bu olayı bilmeyen insan bugün yoktur ama hâlâ o inat edip Tanrı var mıdır yok mudur diye tartışmaktadır, hâlâ kendisini bir şey zannetmektedir, hâlâ bu kadar nimetlere şükretmemektedir.
Bugünkü müsbet ilim olmasaydı, insan, ben maddeyi var ediyorum, ben enerjiyi var ediyorum diyebilir, kendisine bir pay çıkarabilirdi. Oysa şimdi insan biliyor ki anahtarı bile kendisi çevirmemektedir, ona Allah tarafından verilen enerji ile bunu yapmaktadır. “
- Buradaki ifadenizden muhatabınızın kim olduğu açık değildir. Muhtemelen bizi kastediyorsunuz. Ancak zannediyorum atladığınız önemli bir husus vardır: Biz, Tanrı kavramını mutlak olarak tartışma konusu yapmadık. Tam aksine, Eğer Tanrı mutlak bir varlık ise, (sonsuz veya sınırsız veya ezel-ebed) bunu tartışmanın, tanımlamanın imkanı olmadığını söyledik. Dedik ki, Eğer tanrı Sonsuz ise, bu varlık alanında olamaz. O halde bu aklın sınırlarını aşan bir şeydir. Siz ister Tanrı birdir deyin, ister çoktur deyin, ister sonsuzdur veya Tanrı yoktur deyin, hiç birinin bir değeri yoktur. Hepsi aynı şeydir.
Bizim tartışma konusu yaptığımız şey, varlık alanındaki otorite ile ilgilidir. Burada Tanrı’yı şekillendiremezsiniz. O’nu varlık alanına indirgeyemezsiniz. Eğer böyle yaparsanız ona bir beden de vermeniz gerekir, eğer böyle yaparsanız o zaman yaratılmış olması da gerekir. Bu durumda sonsuz bir varlıktan nasıl söz edebilirsiniz?
Tabii şirk kavramının neden Rab üzerinde kurgulandığını açıklamanız da yararlı olacaktır.
Karagülle: “Allah bütün söylediklerimizi, hattâ beyinde düşündüklerimizi duymaktadır. Ondan sonra da onun ne manâ taşıdığını, ne söylediğimizi, ne kastettiğimizi bilmektedir. Duamızı işitmekte ve duanın karşılığında ne yapmamız gerektiğini bilmektedir. Yani Allah kâinatı takip etmektedir. Her şey O’nun gözü önünde ve denetimindedir. O’nun bilgisi ve izni dışında bir şey olmamaktadır. Bizim söylediklerimizden de tamamen haberdardır. “
- Varoluş kuramına getirdiğiniz yorum da ilginçtir. Beşeri tanımlarken, bilinç ve yazılımdan sözediyordunuz ancak bu yazılımın ve dolayısıyla beşerin bilgisinin bedende olduğu varsayımına dayanıyordunuz. Söyler misiniz, eğer böyle ise, çürüyüp yok olan bir bedende hangi bilgiyi bulabilirsiniz? Veya dünyanın pek çok yerinde ölülerini yakanların bütün bilgiyi de yakmış, yok etmiş olmaları gerekmiyor mu? Kayıtları nereye koyuyorsunuz? Eğer böyle ise, hangi kayıtlı bilgiye göre yargılama yapılacak?
Eğer her şey Tanrı’nın kontrolünde ise, o halde varoluşu şekillendiren “Rab” gibi kavramların ve bunlara yüklenen fonksiyonların ne anlamı var? Sizin Tanrı anlayışınıza göre, mahkulata aynı zamanda zulmeden bir yaratıcınız var. Çünkü görünen o ki, Tanrı, ortadoğuda “müslümancılar” için her şeye müdahale edip onlar için Hakkı galip kılarken, doğuda, dünyanın ücra köşelerinde hiç bir şeye müdahale etmiyor. Buradaki insanlar ile ilgilenmiyor. Bunları Tanrı yaratmamış mı oluyor?
Karagülle: “Biz müçtehitlerin fıkıhlarını değiştirmiyoruz. Onların usulleri ile onların delillerini kullanarak günümüzün sorunlarını çözüyoruz. Geliştiriyoruz, değiştirmiyoruz. “
- Bunu zaten biliyoruz, Doğrusu bunu anlamanın imkanı da yok. Önceden belirlenmiş kurallar ve önceden belirlenmiş yöntemlerle, Ve hatta önceden belirlenmiş anlama şekli ile, yeni bir şeyi nasıl bulacağınız konusu, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir husustur. Buna göre namazı geliştiriyorsunuz, ibadet değildir diyorsunuz. Ama Kur’an ın ortaya koyduğu SLT’ı ne yapıyorsunuz? Kendi çıkarlarınız için bir toplantı aracı olarak “namaz” dediğiniz şeyi kullanmanız sizin tercihinizdir, Ama lafzın öngördüğü SLT için nasıl bir yaklaşımınız var? Aynı şey Oruç için ve diğerleri için de geçerlidir
- Yani Tarım toplumunun enstrümanları ile, digital dünyayı nasıl izah edebildiğinizi bilmek isteriz.
Karagülle: “Allah demek halik demektir. Halik olmak için mahlûkun olması gerekir. O halde biz de Allah’ın bir cüz’üyüz yani Allah’ın hâlik olması için gerekli olan şeyiz. İşte bu sebeple Allah “Benim ruhumdan üfledim” diyor. Allah’ın kendisi tecezzi etmez ama insan, ruh, melek ve cinler ondan tecezzi eder. Yani biz O’ndan kopmuşuz ama O’nda bir eksilme meydana gelmemiştir. Bunu matematikte kolay tarif edebiliriz.
Sonsuz + 100000 = Sonsuz.
Sonsuz - 100000 = Sonsuz.
Sonsuza istediğiniz kadar sayı artırırsanız yine sonsuz olur, istediğiniz kadar sayı çıkarırsanız yine sonsuz kalır. Bununla beraber sayı olmadan sonsuz olmaz. Mahlûk olmadan halik olmaz. Mahlûk halikten çıkar ama halikte bir artma ve eksilme olmaz.“
- Allah’a atfettiğiniz fonksiyonların devamında onu “sonsuz” olarak tanımlarken, sonsuz için sayıların bir değerinin olmadığını da ifade etmiş olmuyor musunuz? O halde nasıl bir sayı olursa olsun sonucu değiştirmeyeceğine göre, sonsuz olan bir şeyi nasıl varlık alanına indirgeyip şekillendirebiliyorsunuz? Tabii burada varlık alanında fonksiyon icra eden kavramları soramıyorum çünkü siz hepsine birden Allah’tır diyorsuunuz. Öyleyse Allah’I tanımlayın, lütfen bilmemize yardımcı olun. Öyle bir tanım olsun ki, hem sonsuzu kapsasın, hem yokluğu kapsasın hem de varlık alanında bir varlık olsun. Elbette lafzi olarak
Netice itibariyle, Karagülle, bu tanımlamaları yaparken, kendi kendisiyle çeliştiğinin sanırım farkında değil. Sonsuz ile sonlunun (veya sınırsız ile sınırlının) kesişim noktasını kimse bulamadı, herhalde Karagülle’nin bu konuda bir fikri olmalıdır diye düşünüyoruz.
Elbette merak ettiklerimiz de var: “Tanrı, Rab, Rahman ve Malik” ilişkisini, “İnsan, Adem, Beşer” ilişkisini ve bu ilişki içerisinde “kayıt” sisteminin nasıllığını, “Ruh bir varlık ise” bunun somut dayanaklarını, “bitkileri ve hayvanları da melekler üretmiş ise” insanı üretenlerin de melekler olması gerekliliğinin delillerini, “Kanunsuz düzen” yaklaşımını “kuralsız düzen” olarak anlamamaya çalışsak bile, Allah’ın emir ve hüküm yetkisinin nasıl gözardı edilebildiğini bilmek isteriz.
Ve tabii, “üç yönlü veya üç kanatlı gölge” ifadesine yapacağı açıklamayı da bilmek isteriz.
Bazen en kolay çözüm, sorunun kaynağını bulmaktır. Herkes mizah kitaplarını sever veya en azından zevk alır, gülümser. Bu belki de mizah'ın bizlere Hemingway’den daha iyi geldiği içindir.
Hayal gücünün sınırı yoktur, eğer seçeneklerimizi, sadece olanaklı olanlar ya da toplumun görüşü ile sınırlarsak gerçekler ve sebepler karışır ve kalan tek hayal ödün vermek olur. Acaba gelenekçi tanımlamalar yapanlar bu gerçeği bilmiyorlar mı?
Tanrı ve Varlık etik bir gikilem gibi, hayata nasıl baktığımızla ilgili değişen bir şey. Etikin temel prensiplerine göre, herkesin kendine göre güzel bir hayat yaşamaya hakkı vardır. Insanların aynı fikirleri, eylemleri ya da yaşam biçimini paylaşmaları aynı kadere sahip oldukları anlamına gelmez. Kader evrensel bir sabite değildir. Kader değiştirilebilir, kader yönlendirilebilir. Herşeyin önceden belirlenmiş ve mutlak biir güç tarafından yönetildiğini söylemek acaba yaşama hakkını da varlığın elinden almak anlamına gelmiyor mu?
Verdiğimiz kararlar Kader denilen şeyi nasıl karşıladığımız ile ilgilidir. Bunlar aynı zamanda varlığımıza anlam kazandıran şeylerdir. Başımıza pek çok şey gelebilir iyi veya kötü, ama bu başımıza gelenler bizleri başka şeylere, başka sebelere veya başka insanlara götürür. Önemli olan bunları nasıl algıladığımızdır.
Vesselam