NEML SÛRESİ - 14. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ (76) وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ (77) إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ (78) فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ (79) إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ (80) وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ الْعَزِيزُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ (81) وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ (82)
***
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ (76)
“Bu Kur’an, İsrail ibinlerine ihtilaf ettiklerinin ekserisini kasas etmektedir.”
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ |
يَقُصُّ - يَخْتَلِفُونَ | بَنِي- أَكْثَر | الْقُرْآنَ-إِسْرَائِيلَ | هَذَا-الَّذِي | هُمْ- فِيهِ | إِنَّ-عَلَى |
(3+3)+(2+2+2)=12=8+4 (الْقُرْآنَ إِسْرَائِيلَ هَذَا الَّذِي) |
- وَ harfi getirilmeden إِنَّ ile “Bu Kur’an/هَذَا الْقُرْآنَ” diye başlar. Kim söyler ve kimlere hitap eder?
Peygamberlerin kıssasından sonra bugünkü insanlara Allah ve ahiretin var olduğunu akli delillerle kanıtlar. Böylece şeriatsız dünyayı şeriata ilmi yoldan davet eder. Ondan sonra bugünkü insanların ahiret hakkındaki kuşkuları ortaya konur ve onların bu husustaki sözlerini cevaplandırmayı bize emreder. Şimdi ise bu ayetlerde İsrail oğulları ile Kur’an arasındaki ilişkiyi anlatır. Bugünkü uygarlık İsrail oğulları uygarlığıdır. Yeni uygarlık o uygarlık üzerinde kurulmuş olacaktır. Bundan dolayı Kur’an ile İsrail oğulları arasında ilişkiyle beyanını sürdürür. وَ harfinin getirilmemesi bizim onlara söylememiz anlamında değil, Allah’ın bize ve bütün insanlara söylemesidir. İsrail oğullarına hitap etmez, bize hitap eder.
- Burada “Bu Kur’an” der. Kur’an’da kaç defa “Bu Kur’an/هَذَا الْقُرْآن” ifadesi kullanılır? Başka Kur’an mı vardır ki “Bu Kur’an” der?
Kur’an’da 16 defa هَذَا الْقُرْآن geçer. 1 defa بِهَذَا الْقُرْآنِ 1 defa da لِهَذَا الْقُرْآنِ geçer. “Bu Kur’an’dan gayrısını getir.” ayetinden (İsra 17/88) anlarız ki “Bu içeriğiyle Kur’an’ı istemeyiz ama eğer bizim istediğimiz şekle sokulursa o zaman kabul ederiz.” derler. Bugünkü Batılılar hatta Türkiye’deki bir kısım Müslümanlar da bu Kur’an’ı kabullenmezler. Ama Kur’an sadece din kitabı olarak kalırsa ona bir şey demeyeceklerini söylerler. Yasaklamak istedikleri Kur’an metni olmayıp Kur’an’ın getirdiği düzendir, şeriattır. İsterler ki faize ve sermayeye dokunmasın, dünya işlerine karışmasın, sadece namaz kılmaktan, fakirlere yardım etmekten ibaret olsun, ılımlı bir İslam olsun. Onlar açısından makbul olan böyle bir Kur’an ve İslam’dır.
Kuran’da الْقُرْآن derse Kuran’ın tamamı anlaşılabileceği gibi içindeki bir kısım da anlaşılabilir. Kuran kelimesi matematikteki “küme” anlamındadır. Bu nedenle bir sûre de Kuran olabilmektedir. Kuran’ın bir kısmı da Kuran olabilmektedir. Tıpkı kümlerin alt kümelerinin de bir küme olması gibidir. Eğer Kuran’ın tamamı kastediliyor ve diğer manalar ekarte edilmek isteniyorsa هَذَا الْقُرْآن şeklinde kullanılır. (Lütfi Hocaoğlu)
- قصص ile خلف köklerini karşılaştırınız.
Ayetler eşleşmiş kelimeleri ortaya koyarlar. Bu kelimeleri karşılaştırın, aradaki bağları bulmaya çalışın anlamını taşır. Eğer içinde eşi olmayan kelime varsa ayet başka ayetle eşleşir demektir. O kelime sayesinde o ayet bulunur ve bu sefer ayetler karşılaştırılır.
Bu hususta özellikle Fatiha’da örnek açıklamalar yapılmıştır. Biz şimdi yeni yorumlama usulümüzde, yukarıda gösterdiğimiz tablo ile eş kelimeleri bulmak, onları karşılaştırarak Kur’an’ın bize ne söylediğini anlamaya çalışmak istiyoruz.
Kur’an kelimelerden oluşur. Bu kelimelerin birçok anlamını Kur’an’da bulamayız. Kelimelerin manasını bu kelimelerin delalet ettiği dış âlemde tespit edebiliriz. Bunu da ancak bugün ileri seviyeye ulaşmış müspet ilimlerle yapabiliriz. Kur’an فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ (Araf 7/52) der. Kelimeleri karşılaştırıp manalar vermek gerekir. Verilen manalar ise içtihada ve icmaya dayalı olur. İçtihatlar içtihat edenleri bağlar, icma ise bütün insanları bağlar.
Bizim bu açıklamalarımızı bu ilkeler içinde değerlendireceksiniz. Siz farklı manalar verebilirsiniz. Sizin için doğru olan odur. Yani “Seninki yanlıştır.” denilmeyecektir. “Seninki senin için, benimki benim için doğrudur.” denilecektir.
قصص geçmişteki olayları özellikle uygarlaşmadaki çabaları hikâye eder. Orada görürüz ki insanlar hep tartışmışlar hatta çatışmışlardır. O sayede bugünkü uygarlıklar ortaya çıkmıştır. Ne diyoruz; doğu medeniyetleri var, batı medeniyetleri var. Bunlar hep birbirleriyle çatışmışlar, sıra ile üstünlük kazanmışlar, böylece bugünkü uygarlık doğmuştur. Hukukta doğu medeniyetleri, teknikte batı medeniyetleri başarılı olmuşlardır.
Bu iki kelime bu tarihi dengeyi bize anlatmış olur.
- كثر ile قرء köklerini karşılaştırınız.
كثر çokluk, قرء ise birlik demektir. Karye ile akrabadır.
Uygarlıklar küçük topluluklara dayanır. 100 hanelik bir topluluğa karye/قَرْيَة denir. Birliğin sağlanması ve özgürlüğün yaşanabilmesi için insanlar semtler şeklinde ayrılacaklardır. Eskiden öyle idi. Bugün bu bozulmuş olarak görünmekteyse de gelecekte de yine böyle olacaktır. Yaklaşık 500 kişi bir semt oluşturacak ve bu semt kendi içinde bir bütün olacaktır. Ama insanlık büyük bir semt değil de semtlerin çoğalması ile oluşacaktır.
O halde bu durum ‘Büyüme yok, çoğalma var’ ilkesini bize anlatır. Çoğalma ile gelişme karşılaştırılır. Akevler gelişme üzerinde çalışır, çoğalma ise sadece örnek olma bakımından Akevler’in konusu olur.
- سري ile بنو köklerini karşılaştırınız.
سُرْيَة gece yolculuğu veya göçebe hayatıdır. İnsanlar topluluk içinde yaşarlar. Daha önceleri bir vatanları olmamıştır. Mevsimlere göre hayvanlarıyla yer değiştirerek hayat sürmüşlerdir. İsrail oğulları da çöllerde dolaşarak kendilerini geliştirmişlerdir. Türklerde bunlara yörük deriz. Bu toplulukların yerleşik topluluklardan farkı bunların soya dayanmış olmalarıdır. Oysa gelişmiş olan topluluklarda birlik soya değil toprağa dayanır. Aynı toprak parçası üzerinde yaşayanlar semt oluştururlar, belde oluştururlar, medine oluştururlar, mısr oluştururlar. Demek ki ilk uygarlıklar ırka, gelişmiş uygarlıklar ise yurt esasına dayanır. Bugün hem Türkiye’de hem de dünyada ırka dayalı devlet anlayışı son bulmaktadır. İşte Kur’an bu karşılaştırmada buna işaret etmektedir.
- هُمْ ile فِيهِ‘yi karşılaştırınız.
Topluluk 2 temel rükne dayanır. Biri topraktır, diğeri halktır. Belli bir toprağın belli bir halka tahsisi ile topluluk oluşur. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık böyle oluşur. Biz devleti tarif ederken, ‘Edindikleri toprak üzerinde mülkiyet ile hâkimiyetlerini kuran halktır’ deriz. İşte burada هُمْ ile فِيهِ bunlara işaret etmiş olur.
- اِنَّ ile عَلَى’yı karşılaştırınız.
İnsanların birbirleri üzerine etkileri vardır. Bu etkiler ikiye ayrılır.
Biri fikri etkilerdir. Belli düşüncelerin bir toplulukta hâkim olmasıdır. Bu اِنَّ ile ifade edilir. Tereddütleri ortadan kaldırmak için kullanılır. Toplulukta görüş birliği sağlanır.
عَلَى ise fiili birlik gerçekleştirir. Kurallar herkese hâkim olur ve herkes kurallara uymak zorunda olur. Bu da topluluğun fiili düzenini sağlar.
O halde topluluk اِنَّ ile عَلَى üzerinde oturur.
- Bugün sosyalistler ile kapitalistler ihtilaf halindedirler. Kur’an bunları anlatır. Bunu bu surede neden beyan eder?
Bugünkü uygarlıklar karşı tarafı yok etmeye çalışan, çatışan iki uygarlık ile oluşur. Adil Düzen ile ilgili olarak yazdığımız kitaplar vardır.
Ekonomi 3 çift kutba dayanır. Üretme ve tüketme, yaşama ve çalışma, değiştirme ve borçlanma kutuplarına dayanır.
3 çiftte yönetim şekli vardır. Kamu mülkiyeti ile özel mülkiyet, girişimcilik ile planlama ve serbestlik ile müdahale sistemleri vardır.
Bugünkü kapitalist ve sosyalistler bunları ret veya kabul etme sistemi içinde düzenlerini oluştururlar. Aralarındaki çatışmayı bunlar üzerinde yaparlar.
Biz ise üretimde özel mülkiyet, tüketimde kamu mülkiyeti, yaşamada girişimcilik, çalışmada planlama, alışverişte serbestlik, kredileşmede müdahale ilkelerini kabul eder, aralarındaki ihtilafları çözeriz. Bütün düzenlerin iyi taraflarını alır, kötü taraflarını atarız. Buna “Adil Düzen” deriz. Çağımızın sorunudur bunlar.
Bu sureler üçüncü binyıla geçme sureleridir, onun için burada anlatılır.
Öz Türkçe ile:
“Bu Kur’an, İsrail oğullarına ayrılığa düştüklerinin çoğunu öykülemektedir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bu Kur’an, İsrail ibinlerine ihtilaf ettiklerinin ekserisini kasas etmektedir.”
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ (76)
***
وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ (77)
“Ve o hüdadır ve Müminlere de rahmettir.”
وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ |
الْمُؤْمِنِينَ- إِنَّهُ | هُدًى- رَحْمَةٌ | وَ وَ | لِ لَ |
(1+2) +1+(2+2) = 8 ءمن هدي-رحم |
- Buradaki وَ nereye atfeder?
إِنَّ هَذَا ya atfeder. إِنَّ harfleri ile birleştirme olur. Kur’an’ın beyan özelliğidir. Çok uzun anlatışları içerisinde çok gerilere atıf yapar, bunu kelimeyi tekrar ederek yapmış olur, burada da إِنَّ ile belirtmiş olur.
- إِنَّهُ‘daki إِنَّ neyi ifade ediyor?
إِنَّ insanların tereddüt ettiği cümlelerin başına gelir. Eğer karşı görüşte iseler لَ harfi eklenir. Bundan önceki إِنَّ‘de لَ harfi yoktur. Çünkü bu hususta insanlar iddiacı değillerdir ama Kur’an’ın bir işe yaradığı hususunda herkes karşı görüştedir.
Kur’an’a inananlar birçoğu bile Kur’an’ın çağın sorunlarını çözeceğine inanmazlar ve faizli işçilik sisteminin zorunlu olduğunu iddia ederler. Bugünkü AK Partililer ile diğer partilerin de durumu budur, Kur’an’a inanırlar ama çözümlerine inanmazlar. Bizim Müslim kardeşlerimizin durumu da benzerdir.
İşte onun için burada hem إِنَّ hem de لَ gelmiştir.
- هُ zamiri nereye gider?
هُ zamiri ‘Bu Kur’an/هَذَا الْقُرْآنَ’ ifadesine, değiştirmek istedikleri Kur’an’a gider.
Hakan Bolat isimli bir şahıs, İlhan Arsel’e verdiğimiz devlet düzeni cevabına karşı bizi eleştirir ve bizim Kur’an’ı batı uygarlığına uydurmaya çalıştığımızı iddia eder. Bütün ilerici Müslümanlar böyle düşünürler. Süleyman Demirel “Kur’an’da 200 hüküm ayeti var, onları devre dışı bıraktığımızda insanlığın İslamiyet’le bir sorunu olmaz.” demiştir. Yani Kur’an’ı onların arzularına göre anlarsak barışmış oluruz. Bugünkü AK Parti’nin inancı değil yaptıkları budur. Kur’an ise bunu şiddetle reddederek “Evet, bu Kur’an hidayet ve rahmettir.’ der.
- هُدًى ile رَحْمَةٌ kavramlarını karşılaştırınız.
Rahmet/ رَحْمَةinsanların yaşaması için, var olması için gerekli olanların kendilerinin bir katkısı olmadan onlara verilmesidir. Allah; gözü, kulağı, yeri, güneşi diğer canlıları insanın emrine vermiştir. Bu, rahmettir. Bunun dışında çalışanlara çalıştıklarının karşılığı olarak verdikleri fazlalık da rahmettir. İşsiz bir insanın bir fabrikada iş bulması nasıl rahmet ise insanın yeryüzünde, Allah’ın fabrikasında iş bulması da bir rahmettir.
Hidayet/هُدًى‘de insanın bu rahmetten yararlanabilmesi için onu kullanabilecek bilgiye sahip olmasıdır. Araba olması yetmez, arabayı kullanmayı da bilmek gerekir. İşte insanlara bu bilgiyi veren Kur’an’dır. Akmakta olan bir çeşmeden köylülerin testilerine su doldurmalarını düşünelim. Bunların sıraya girmeleri ve şeriat kurallarına göre testilerini doldurmaları gerekir. Doğa imkânlarından ve insanların oluşturduğu çalışma yerlerinden yararlanabilmek için şeriata ihtiyaç vardır, o da hidayettir. Yani Allah bir taraftan imkânlar verirken diğer taraftan da insanlara o imkânlardan yararlanmaları için aklî ve naklî ilimleri de verir.
Bu ayette هُدًى ve رَحْمَةٌ bunları karşılaştırmak için zikredilir.
- إِنَّهُ ileالْمُؤْمِنِينَ ‘yi karşılaştırınız.
إِنَّهُ Kur’an’a “Bu Kur’an/هَذَا الْقُرْآنَ” a işaret eder.
Bu Kur’an’dan yararlanma Müslimler için mümkündür. Bu Kur’an’ın üzerinde yorum yapma ve onu yeryüzünde uygulanır hale getirme görevi ise müminlere aittir.
Kim “Ben Kur’an’a iman ettim, Kur’an Allah’ın sözüdür, kendi hayatımı ona göre düzenleyeceğim, ayrıca kim bunu kabul ederse onlarla beraber olacağım, aramızda çıkacak ihtilafları hakemler yoluyla çözeceğim, gerekirse hakem kararlarının uygulanması için malımla veya bedenimle cihat edeceğim.” derse bu Kur’an ona ve onun gibilere hidayettir ve rahmettir.
- هُدًى mutlaktır, رَحْمَةٌ ise müminlere tahsis edilir. Bunun anlamı nedir?
Kur’an, inansın inanmasın, eğer ondan yararlanmak isteyen olursa, ona yol gösterir.
Hong Kong ekolünün iddiası buydu. “Biz Kur’an’ı inceleriz, ona göre uygulamalar yaparız ama Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul etmeyiz. Sadece sıradan kitap olarak görürüz.” diyorlardı ve değişik dinlere mensup bir grup, Kur’an üzerinde çalışıyordu. Allah der ki “Bu Kur’an onlara da hidayettir, onların da ufuklarını açar, onlara da bilgi verir.”. Kur’an böyle dediği için onlarla diyalog kurduk, sonunda biz ayrılmadık, onlar bizden ayrıldı.
Ne var ki Kur’an bunlara rahmet değildir. Kur’an’a inanmadıkları için kapitalizmin ve sosyalizmin kuralları ile karıştırırlar, düzeni çorba yaparlar. Onlar için rahmet değildir.
Kur’an yalnız müminlere rahmettir. Bu ifadeyle S. Demirel ile AK Parti yönetimlerine şunu hatırlatır: Evet, size Kur’an sizin için gerekli olan şeyleri gösterir ve öğretir ama eğer siz iman etmezseniz ve onu kendinizi feda edercesine sahiplenmezseniz size rahmet olmaz.
Bugün dünyada Kur’an düzeni için birçok girişimler vardır. Bunlar başarılı olmuyor, hikmeti budur. Çünkü herkes Kur’an’a inanırsa da şeriatına inanmaz.
- قصص ile هدي köklerini karşılaştırınız.
Kur’an bütün zamanlara ve bütün topluluklara ait bütün sorunları çözecek bir kitaptır. Bu kadar büyük mana içeren bir kitabı anlamak çok zordur. İslamiyet’te bütün ilimler Kur’an’ı anlamak ve uygulamak için geliştirilir.
Kur’an gelmeden önce peygamberler gönderildi, onlara kitaplar verildi, Kur’an’da mevcut olan hükümler kısmen açıklandı ve uygulandı. İnsanlık Kur’an’ı anlayacak seviyeye gelince yine son peygamber geldi, yine göstererek birinci Kur’an uygarlığı kuruldu. Bu da bir peygamber uygarlığıydı. Ancak bugün yeni bir peygamber gönderilmeksizin Kur’an’ı anlayacak seviyeye ulaşmış bulunuyoruz.
Birinci Kur’an uygarlığı, uygarlıklar içinde Mekke devridir. Kur’an nasıl Medine’de uygulandıysa, Kur’an genel manada üçüncü binyılda da uygulanacaktır.
Bu surelerde peygamberlerin kıssaları anlatılarak kıssalar içinde Kur’an’ın hükümleri öğretilmiş olur. Bu ayet bunun için bundan önceki إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ ayetine atfeder ve bize Kur’an ile kıssalar arasındaki ilişkileri gösterir.
Öz Türkçe ile:
“Ve o yol gösterendir ve inanmışları da yaşatandır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve o hüdadır ve Müminlere de rahmettir.”
وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ (77)
***
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ (78)
“Rabbin beynlerini hükmüyle kaza eder ve O Azizdir Alimdir.”
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ |
يَقْضِي | بَيْنَهُمْ | حُكْمِهِ -رَبَّكَ | الْعَزِيزُ- الْعَلِيمُ | هُوَ | إِنَّ | وَ بِ |
(1+3+2)+(2+2)=10= 8+2 (حُكْمِهِ رَبَّكَ) |
- Harfi atıf (وَ) getirilmeden إِنَّ tekrar edilir, الْقُرْآنَ yerine رَبَّكَ gelir. Neyi karşılaştırır? Neden إِنَّ ile başlar?
Bugün kapitalizm ve sosyalizm arasında büyük tartışmalar bulunur. Ayrıca son zamanlarda Sermaye ile devletler arasında tartışmalar ve çatışmalar başlamış olup sürüp gider. Bu hususta Kur’an’ın yeri bundan önceki iki ayette anlatılır. O ayetlerdeki وَ harfiyle uygarlıklara Kur’an’ın etkisi anlatılır. Şimdi ise Kur’an’ı uygulayacakların yeni uygarlık oluşumundaki etkileri anlatılacaktır. وَ harfi getirilmeyerek bu ayetler ile Kur’an dışındaki uygarlıkların Kur’an uygarlığına etki eden kurumları anlatılacaktır. Bunun için وَ harfi getirilmez. İnsanlar dayanışma ortaklıklarının sorunları çözmeyeceğini sanırlar ama aksi iddiaları yoktur. Onun için لَ ile tekit edilmez.
- Kaza/قَضَى ile hükmü/حُكْم karşılaştırınız.
Hüküm, karar almaktır. Kaza ise o kararı uygulamaktır. Mahkemeler karar alırlar, uygulama ise yönetime aittir. Bu ayette ikisi karşılaştırılarak bunlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Bugün de bu husus tartışılır. Yargı kendi kararlarını uygulatmak için yargı icrası oluşturur. Batı düzeninde kamu yetkisini kullanan silahlı güçlerin devlet yönetiminde hakemlerin kararı dışında siyasi kararları da uygulama görevleri olduğu için ikinci bir icranın oluşturulması zorunlu olur. Şeriat düzeninde ise silahlı güçlerin yalnız ve yalnız bir görevi vardır; o da hakemlerin kararlarını icra etmektir. Ordunun da emniyetin de başka görev ve yetkileri yoktur. Şeriatta suçun işlenmesini önleme yoktur. Suç işlendikten sonra hakemler kararıyla cezası belirlenir, silahlı güçler de bu cezaları uygularlar. Yani silahlı güçler yalnız yargı icracısıdırlar.
- قضي ile ربب köklerini karşılaştırınız.
Adil Düzen Anayasası’nda yargı kararlarını uygulama görevi siyasi dayanışma ortaklıklarına verilir. Suçlu tutuklanmaz, gözaltına alınmaz, serbest bırakılır. İsterse kaçabilir. Ancak bu esnada birisi onu vurursa kanı hederdir, vurana karşı dava açılamaz. Hakemler karar verince de yine kaçabilir, yine durum böyledir. Onu kabul eden bir bucak olursa kısas diyete dönüşür ve o bucak bu diyeti öderse kişi artık takip edilmez. Bu bucak artık onu korumaz yani o bucağa gelemez. Hükmü infaz edecek genel hizmet sorumlusu suçlunun siyasi genel hizmet sorumlusudur. Kendi kendilerini infaz ederek kan gütme sorunu sona erdirilir. Şayet suçlunun kendi genel hizmet sorumlusu infaz etmezse, o takdirde mağdurun genel hizmet sorumlusu infaz eder. Ona kimse mâni olmaz.
Böylece kaza ile Rab arasındaki ilişki açıklanmış olur.
- رَبّ kelimesini açıklayınız.
Allah kelimesinin iki manası vardır. Biri âlemlerin var edicisi olan Rab’dır. Diğeri ise O’nun yeryüzündeki halifesi olan insanlıktır.
Rab kelimesinin de iki manası vardır. Allah kâinatı basit olarak var etmiş, onu evrimleştirerek bugünkü hale getirmiştir. Bu evrimleştirme onun Rab sıfatıdır. Eğitici olarak tercüme ederiz. Devlet içindeki örgütlenmesi ise dayanışma ortaklıklarıdır.
Dolayısıyla Kur’an’da Rab kelimesi geçince, karine yoksa iki manası ile yorumlanır. Biri, kâinatın Rabbidir ki bunu melekleri ile icra eder. Bir de insanlığın Rabbidir ki bunu da dayanışma ortaklıkları ile icra eder.
Kuran’daki kelimelere işte böyle ikili manalar verirsek Kur’an hem bir fizik kitabı hem de bir hukuk kitabı olur.
- عَزِيز ile عَلِيم kelimelerini karşılaştırınız.
عَزِيز insanları zorlamadan, ona duydukları saygıdan dolayı sözünü dinleten kimsedir. Topluluklar böyle azizler edinirler. Resmi hiçbir görevi olmadığı halde o ne derse onu yaparlar.
Bir zamanlar İnönü azizdi, muhalifler bile onun dediğini yapardı. Bir zamanlar Erbakan azizdi, herkes karşı çıkar ama söylediklerini yaparlardı. Kendilerinin hiçbir maddi güçleri yoktu. Şimdi şu sorulur: İnsan nasıl aziz olur? Parası olduğu için mi? Silahı olduğu için mi? Cemaati olduğu için mi? Hayır, bunlarla insan aziz olamaz. İnsan ilmi ile aziz olur. Eğer bilirseniz size karşı çıkarlar ama sonunda sizin dediğinizi yaparlar.
İşte bu ayette bundan dolayı الْعَلِيمُ ve الْعَزِيزُ karşılaştırılır. Harfi tarif ile de getirilerek de gerçek azizin yalnız O’nun yani Allah’ın olduğu ifade edilir. Topluluk içinde dayanışma ortaklıkları sorumluları aziz kimselerdir. Halk onu kendisi seçer, dolayısıyla ona saygı duyarlar.
Buradan öğrendiğimiz başka bir husus da dayanışma sorumlularının âlim olmaları gerektiğidir. Bundan dolayıdır ki meclise ilim adamları gönderilir. Bunlar bir üniversite kurarlar ve rektörlerini kendilerini seçerler. Bunlar ilmi dayanışma sorumlularıdır. İlmi şurayı oluştururlar. Diğer şuraları yani ahlaki, mesleki ve siyasi genel hizmet sorumlularını halk seçer. Meclis içinde seçilmezler ama bunların meclis içinden olması şartı vardır. Bugün tarikatlar faaliyetlerini serbestçe yapabilmelidirler. Tarikat başkanı mecliste olmalıdır. Bizim İnsanlık Anayasası çalışmalarımızda bunlar yer alır. Kur’an bunları bir bir teyit eder.
- إِنَّ ile هُوَ ‘yi karşılaştırınız.
Görüşmelerde tartışmalarda iki görüş karşı karşıya gelir. Herkes kendi görüşünü savunur. Bunlar tartışmaya devam ederken anlaşamazlar. Hatta birbirlerini dinleyemez hale gelirler. Onun için her görüşmede bir görüşmeyi yöneten sorumlu bulunur. Herkes onun dediğini yapar. Onun meclisten istediğini dışarı çıkarma yetkisi vardır. Tartışmanın devam etmesi için oturumu yönetene gerekli müdahale yetkisi verilmiştir. İşte bu durumu bu ayet إِنَّ ile هُوَ yi karşılaştırarak anlatmaktadır. إِنَّ tartışmalı konuları ve tartışanları içerir. هُوَ ise bunların seçtikleri tartışmada tarafsız bir üçüncü kişiyi işaret eder.
- بِ ile وَ ‘yi karşılaştırınız.
بِ harfi cerdir, ilsak için gelir. Yapıştırma anlamındadır. وَ harfi ise beraberliği ifade eder. بِ’de de beraberlik vardır, وَ’de de beraberlik vardır. بِ’de beraberlik aralarında ilişki iledir. وَ’de ise sadece oluşta beraberlik vardır.
- بَيْنَهُمْ ile يَقْضِي yi karşılaştırınız.
Canlıların bir kısmı beraber yaşarlar, kendilerine göre kuralları ve sıraları vardır. Aralarında çatışma olmaz. Hayvanların bir kısmı ise ayrı ayrı yaşarlar, birbirleri ile ya ilgilenmezler yahut biri diğerini yer. Canlılar arasında denge böyle kurulur. İnsanlar ürettikleri silahlarla tüm canlıları yenmiş durumdalar. Korona virüsü bile alt edeceklerdir. Canlılarda denge çatışma üzerine kurulur. Böylece sayıları sınırlanır. İnsanlarda ise hem beraber yaşama hem de çatışma vardır. Bu ikisinin dengelenmesi için yargı oluşturulur. Dayanışma ortaklıkları oluşturulur. Böylece canlılardaki türler arası denge, insanlarda tür içinde sosyal yapılar arasında kurulur. O halde kaza insanlar arasında olan birliği sağlayan barışı oluşturan bir kurumdur. Ondan dolayıdır ki “aralarında/بَيْنَهُمْ” denir.
- Çağımızın sorunlarını çözmede رَبَّكَ kelimesinin manası nedir?
Dayanışma ortaklıkları topluluğun yaptırım gücüdür. Bunların teşkil etmemesi iki şekilde olur. Bucak dayanışma sorumluları bucak şuraları oluştururlar, başkanları bucak başkanıdır. İl dayanışma sorumluları il şuralarını oluştururlar, bunların başkanları il başkanıdır. Yani ne şuraların ne de meclisin ayrıca başkanları vardır. Tek başkan vardır, bucak, il, ülke ve insanlık başkanları. Bunlar hem devlet başkanıdır hem meclis başkanıdır hem meclisteki 4 şuranın ayrı ayrı başkanıdır. Böylece terbiye müessesesi bir birlik ve bütünlük içindedir. Yani Kur’an düzeninin anayasası da bir yönüyle üniter devlettir. Eyalet sistemi bunun için yoktur. Bölgelerin, ilçelerin ve semtlerin yönetimleri bunun için merkezidir.
رَبَّكُمْ demeyip ربَّكَ demiş olmasının hikmeti budur. Ayrıca her mümin kendi dünyasında kendisi için rabdır. İçtihadın manası budur. Dolayısıyla Kur’an eğer kişileri sorumlu tutuyorsa ربَّكَ der, رَبَّكُمْ demez.
- Dayanışma ortaklıklarının saygın olmasının sebebi nedir?
Dayanışma ortaklıklarının saygınlığı bütün halka hizmetlerini karşılıksız vermesidir. İşletmelerde alınan yeryüzü kirası payının paylaşılmasıyla bütçeleri oluşur. Kamu hizmetlerinin hepsi dayanışma ortaklıkları aracılığıyla yapılır. Dolayısıyla topluluğun nimetleri dayanışma sorumluları eliyle dağıtılır. Kişilerin dayanışma sorumlularını seçme ve değiştirme hakları vardır. Ayrıca dayanışma sorumluları bilgili kimselerdir. Dolayısıyla bütün bunlar dayanışma sorumlularını aziz kılar.
Öz Türkçe ile:
“Yetiştiricin aralarını kendi kesimiyle sonuçlandıracaktır ve O bilgin saygındır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Rabbin beynlerini hükmüyle kaza eder ve O Azizdir Alimdir.”
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ (78)
***
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ (79)
“Allah’a tevekkül et. Sen mübin hak üzerindesin.”
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ |
تَوَكَّلْ | اللَّهِ | الْحَقِّ- الْمُبِينِ | | إِنَّكَ | فَ | عَلَى- عَلَى |
(2+2)+ (1+1)+2=8 |
- Buradaki فَ ne Fa’sıdır?
Bundan önceki ayette “Aziz Alim olan Rab’ın beynlerinde hükmedecektir.” denmiştir. Müfessirler hep bu ayetleri ‘ahirette hükmedecektir’ şeklinde yorumlarlar. Biz ise eğer karine yoksa hem dünyada hem ahirette manasını veririz. Bundan önceki ayette Adil Düzen’in, ortaklık düzeninin, şeriat düzeninin gelmesinin ilahi takdir olduğunu ve dayanışma ortaklıklarının oluşacağı, onların aralarındaki ihtilafları çözeceğini bildirmişti. Yani sosyalistler ile kapitalistleri de Kur’an uzlaştıracaktır. Amerika’da kapitalizm, Çin’de ise sosyalizm daha 500 sene varlıklarını sürdüreceklerdir. Kur’an düzeni ise Hint’te, Rusya’da, AB’de, Afrika’da, Avusturalya ve adalarda hükümran olacaktır. Güney Amerika’nın durumu hakkında bir görüşümüz yoktur. Henüz Kur’an’dan bu hususta bilgi almış değiliz.
Başka bir sorun da denizlere kim hâkim olacaktır meselesidir? Karalarda hükümranlığı gerçekleştiren ortaklık düzeni mi yoksa Çin ve ABD mi olacak? Şimdilik bilmiyoruz.
Buradaki فَ Allah’ın yukarıda müjdelediği hâkimiyetimiz içinde bizim nasıl davranacağımızı belirler. Güçsüz görünürüz, başarı imkânımız yok sanırız, birçok devletler, AB ve AK Parti bu korkular içindedir. Oysa Allah, “Bu gerçekleşecektir. Bunun gerçekleşmesinde yapacağınız çalışmalarda Allah’a tevekkül edin.” der. فَ harfiyle “Öyleyse, madem ki Rabbin hükmedecektir sen de Allah’a tevekkül et.” der.
- اللَّهِ ile تَوَكَّلْ kelimelerini karşılaştırınız.
Tevekkül demek kendini güven altına almak demektir. “Kuşlar nasıl yumurtalarını güvenli yere koyarlarsa siz de ortaklık düzeninin yumurtasını güvenli yere koyun. Bu güvenli yer de Allah’ın yanıdır. İktidarlara değil şeriata dayanın. Putlar mesabesinde olan bugünkü faizli işçilik düzenini bırakıp kredileşmeli ortaklık sistemine geçin, ona dayanın.” deniyor. Sermaye’nin veya iktidarın desteği ile değil halkın desteğiyle semt apartmanlarını kurun, dinlenme evlerini yapın. Siz girişim yapın, Allah sizi destekleyenleri gönderecektir. Allah bütün peygamberleri böyle desteklemiştir. Akevler de birinci dönemini böyle halkın desteğiyle başarılı şekilde bitirmiştir. İkinci dönem de böyle bitecek. Yani biz halka başvuracağız, Allah da bize halka verdiği ilhamla destek verecektir.
- الْحَقِّ ile الْمُبِينِ kelimelerini karşılaştırınız.
Mübin/الْمُبِينِ demek kendi kendini kanıtlayan demektir. Yani “Ben buyum” diyen, kendisini beyan eden demektir. Yahut karşıdaki insanları açıklığa kavuşturan demektir. Siz öyle beyanlarda bulunursunuz ki karşıdaki insan eğer kâfir değilse sizin doğru söylediğinizi bilir.
Bir örnek verirsek, ev sahibine sorsanız “Evin tuvaleti nerede?” diye o da size bir kapı gösterirse, kapıyı açmadan onun gerçekten tuvalet olup olmadığını bilemezsiniz. Ama açtıktan sonra ev sahibinin doğru söylediğinde şüpheniz kalmaz.
İşte böyle olan beyanlar mübin beyanlardır. Kur’an’ın dediğini yaparsanız onun söylediğinin doğru olduğunu görürsünüz.
İşte, biz diyoruz ki “Biz hakkı söylüyoruz. Kanıtlanabilir hakkı söylüyoruz. Her zaman deneyip doğru olduğunu görebilirsiniz.” Bizim karşımıza çıkanlar denememize mâni oluyorlar, başarılarımızı da başarısız gösteriyorlar. Kendi başarısızlıklarını da başarı olarak takdim ediyorlar. Hatta bizim yaptıklarımızı onlar yapmış, onların kötülüklerini de biz işlemiş gibi gösteriyorlar. Allah diyor ki “Sen mübin bir hak üzerindesin, Allah’a tevekkül et ve yoluna devam et.” Kime söylüyor? Bunu bu seminerleri takip edenlerin her birine ayrı ayrı söylüyor. Kim seminerlere devam ederse ona da söylüyor. Peygamber’den sonra kimse kimsenin emrinde değildir. Kimse kimseyi azledemez.
- فَ ile إِنَّكَ ifadelerini karşılaştırınız.
إِنَّكَ’de muhatap olan insandır. Aciz olan insan bu kadar büyük işleri nasıl başaracaktır? “Sana mı kalmış?” derler. “Sen mi dünyayı düzelteceksin?” derler. “O küçük cürmünle üstesinden gelemeyeceğin işlere girişiyorsun.” diyorlar. Yanıldıkları şey bu işleri bizim yapacağımızı zannetmeleridir. Biz bir şey yapacak değiliz. Üçüncü binyıl uygarlığını biz getirmeyeceğiz, Üçüncü binyıl uygarlığını Rabbimiz getirecek. Biz sadece duyduklarımızı ve bildiklerimizi söylüyoruz. Bu olacaktır diyoruz. Ama biz de o kervana katıldığımız ve Allah’ın yanında yer aldığımız için Allah bizi de ekliyor, O yapacak demiyor da birlikte Allah’ın desteği ile biz yapacağız veya yapıyoruz diyoruz. Aslında bizim payımız binde bir bile değil. Ama Allah bizi yanına kabul ediyor, onun arabasında biz de seyahat ediyoruz.
- Buradaki tevekkül emri (تَوَكَّلْ) kime verilir?
Buradaki tevekkül emri Rabbin rahmeti olan müminlere verilir. “Ben Kur’an’ı Allah sözü olarak kabul ediyorum ve onun emrine girdim.” diyenlere emreder. Mümin olmak için kimse kimseden izin almaz. Kendisi kendi kendine mümin olur. “Ben hakkı kabul ettim.” deyip araştırmaya koyulan kimse artık mümindir. Kendine göre neyi hak olarak tespit ederse ona inanan kimse mümindir. Biz Kur’an’ın söylediklerinin hak olduğunu bulduk, ona inanıyoruz. Dolayısıyla biz de müminiz, biz de yanılabiliriz. Onun için herkese eleştirme imkânını tanıyoruz. Bir gün Kur’an’dan daha iyi bir söz getirirseniz ona uymaya her zaman hazırız. Kur’an bize böyle söylüyor. “Tevrat ve Kur’an’dan daha doğru yol gösteren bir kitabı getirin ben ona uyayım.” diyor. Sadece bu söz bile Kur’an’ın ilahi bir söz olduğunu ispat etmeye yeterlidir.
- Tevekkül nasıl yapılacak?
İslam kaynaklarında bir söz vardır, ‘Deveyi bağla ondan sonra tevekkül et.’ derler. Biz bize düşeni, imkânların elverdiği nispette geciktirmeden, zaman kaybetmeden yaparız ve böylece geleceğimizi güvenli bir yuvaya yerleştiririz. Bunu Allah’ın halifesi olan insanlığa arz ederiz. Biz bunu insanlara söylemiyoruz, onları var edip görevlendirene söylüyoruz. Bir görevli size bir şey sorsa, ona cevap verirseniz, görevliye cevap vermiş olmazsınız, görevlendirene cevap vermiş olursunuz. Çünkü o sormuştur. Biz de Kur’an’dan öğrendiklerimizi yaparak insanlığa arz ederiz. İnsanlığın kabul edip etmemesi bizim işimiz değildir. Biz kimseye ‘Niye yaptın?’ veya ‘Niye yapmıyorsun?’ sorusunu sorma yetkisine sahip değiliz. O kendisine aittir.
Öz Türkçe ile:
“Allah’a dayan. Sen kanıtlanmış gerçek üzerindesin.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Allah’a tevekkül et. Sen mübin hak üzerindesin.”
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ (79)
***
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ (80)
“Sen mevtaya da isma’ edemezsin ve müdbirler olarak tevliye ettiklerinde summa duayı da isma’ edemezsin.”
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ |
تُسْمِعُ- تُسْمِعُ | وَلَّوْا | مُدْبِرِينَ | الْمَوْتَى- الصُّمَّ | الدُّعَاءَ | إِنَّكَ- إِذَا | لَا- لَا- وَ |
(2+2+1+2+2)+(2+1+2)=12 =8+4 |
- إِنَّهُ’den sonra إِنَّكَ ifadesi gelir. Atıfsız إِنَّ ile başlar. Kimlere hitap eder?
Bundan evvel إِنَّ رَبَّكَ denmişti, burada da إِنَّكَ diyor. “Rabbin hükmedecektir, sen hükmedemezsin.” diyor. ‘Rabbin hükmedecektir’ ifadesinin mefhumu muhalefeti ‘Sen hükmedemezsin’ demektir. Ama Kur’an dilinde mefhumu muhalefet delil değildir. Eğer bir karine varsa ve açıklama varsa o zaman delildir. Bu ayet o ayetin açıklaması olduğu için وَ harfi getirilmeden إِنَّ denmiştir. إِنَّ ile ifade edilmesi insanların kendilerinin bir şeyler yaptığını sanmalarından ileri gelir. Hepimize sanki biz yapıyormuşuz gibi gelir. Oysa her şey Allah’ın kudreti ile yapılır. Ben anahtarı çevirdiğim zaman lamba yanar ama ben yakmış olmam. Eğer cereyan yoksa ben anahtarı çevirsem de yanmaz. Lamba, anahtarı başkası çevirse de yanar. Bütün olaylar böyledir. Her iradi hareket insandaki enerji ile sağlanır. Yediğimiz elmada şeker vardır. Bu şeker güneş ışığını harcayarak üretilir. Ben de harcayarak iş yaparım. Her şey güneşe konmuş olan hidrojenin helyuma dönüşmesinden ortaya çıkan ışığın canlılarda depolanmasıyla yapılır. Allah bizim isteklerimizi yapar. O yapar. Dolayısıyla biz sadece dua ederiz. Yani böyle olsun isteriz, o da öyle olur. İnsanın kendisinin yaptığını zannetmesini düzeltmek için cümlenin başına إِنَّ getirilir.
- Buradaki كَ kime işaret eder?
Buradaki كَ, رَبُّكَ’deki كَ‘ye hitap eder. “O işleri Rabbin yapar, sen yapamazsın.” der.
- Neden تُسْمِعُ tekrar edilir?
Ayet bir insanın başka bir insana bir şeyi anlatma gücü olmadığını ifade eder. Karşı tarafa bir şeyi iki yolla anlatırız. Ya söyleriz ya da gösteririz. Göstererek ona meramımızı anlatırız. Bu ayette söyleyerek anlatabilmemiz için karşı tarafın bunu duyması, dilimizi bilmesi gerekir. Bunun için o insanın diri olması gerekir. Ama insan ölmüşse artık ona duyurma imkânı yoktur. Buradaki ölüm mecazi manada ölümdür, canlılık emaresini göstermeyen ölümdür. Eğer bir insan yeni şeyleri duymuyor ve duyduklarını değerlendirmiyorsa, o insan, insan olma bakımından ölüdür.
Bugün yapılan tüm tartışmalarda insanlar beyinlerini söyleneni anlamaya kapatmış durumdadırlar. Ne söylerseniz söyleyin etki etmez. Bu konuyla çok karşılaşırız. Ama bu mekanizmayı tam olarak izah edemiyoruz.
تُسْمِعُ fiilinin tekrar edilmesi iki anlama gelir. Karşı taraf canlı olmadığı için, yaşayan insan olmadığı için, bir heykelden ibaret olduğu için duyuramıyorsunuz. Mensup olduğu topluluk içinde öyle bir durumdadır ki kendisinin farklı şeyleri duymasına imkân yoktur. Kişi ruhunu topluluğa kapatmıştır, topluluk içinde olan ruh artık sizi dinleyemez. Bazen birisiyle konuşurken başka şeye dalarsınız kişinin söylediklerini duyamazsınız. İşte bu ölüm hükmündedir. Uyku da böyle değil mi? Nefis bedenden ayrıldığı için uyuyan insan duyamaz. Bu duymama ile duyduğu halde anlamama ayrı olduğu için تُسْمِعُ fiili tekrar edilmiştir. Birincisinde hiç duymama var, ikincisinde ise duyduklarını anlamama var. Birinde sesleri duymaz, ikincisinde manalarını duymaz.
- دبر-ولي köklerini karşılaştırınız.
Her iki kelime de ‘arka’ demektir. وَلِيّ üst tarafı, دُبُر alt tarafı ifade eder. Çocuklar hareket ederken velileri onları arkadan gözetlerler. Hayatı öğrensin diye onları serbest bırakırlar ama düşmesin diye arkadan gözetlerler. Veli demek kendisini destekleyen arka demek, arkada olanlar demektir ve insanlar için kullanılır. Tedbir ise arkada bırakılanlar demektir. Kişinin yaptıklarını anlatır. Kişi değil iştir. Geleceğin yönlenmesi için arkada yapılan iştir. Birbirlerinden farklıdırlar ama konuları benzerdir.
- صمم-موت köklerini karşılaştırınız.
Sağır sesi duymaz ama gözü görür, eli kolu işler. Yani diğer duyu organlarıyla da söylenenleri anlama imkânına sahiptir. مَوْتَى ise sesi de duyamaz. Ona yapacağımız bir şey yoktur. Diriltemeyeceğimiz için sesimizi duyurmamız da mümkün değildir. Ama sağıra istersek o da kabul ederse anlatmamız mümkündür. Burada o işi de bizim yapamayacağımız bildirilir.
- وَ - الدُّعَاءَ kavramlarını karşılaştırınız.
Ayetlerdeki kelimeleri ikişer ikişer birbirleri ile karşılaştırırken bazen müştak kelimeler harflerle karşılaşmış olur. وَلَّوْا (fiil olduğu için marifelik aranmaz) ile مُدْبِرِينَ ikisi de marife olmayan kelimelerdir. إِنَّكَ ile إِذَا mebni kelimelerdir. Elimizde 6 kelime kalır. Üçü harftir (وَ -لَا -لَا), üçü (الْمَوْتَى-الدُّعَاءَ-الصُّمَّ) ise harfi tarif ile gelir. İkisi isimdir (الْمَوْتَى-الصُّمَّ), biri (الدُّعَاءَ) mastardır. İsimleri eşleştirirsek, mastarla harf eş olarak kalmış olur.
Kur’an bize burada الدُّعَاءَ ile وَ harfi arasında bir ilişkinin olduğunu bildirir. Ne olduğunu arayıp bulmak akli delilin işidir. Ben başka siz başka bulmuş olabilirsiniz. Tartışırız, uzlaşırsak sorun yok; uzlaşamazsak, siz sizin anladığınızla ben de benim anladığımla amel etmekle mükellefiz. Bunu Kur’an her yerde vurguladığı halde her nedense insanlar bir türlü anlamak istemezler, başkalarına zorla kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışırlar.
Dua/الدُّعَاءَ ile وَ arasındaki ortaklıkالدُّعَاءَ ’da da و harfinin olmasıdır. Sonra dua insanların birbirlerini bir arada olmaya çağırmasıdır. و da beraber olmayı ifade eder. و’ın özelliği bir olma değil, beraber olmadır. Davette de bu özellik vardır; geçici ve kısmi birleşme çağrısı bulunur. Bir daha ayrılmama şeklinde bir çağrı yoktur. Bu ayet bize bunu öğretir.
- إِذَا ile إِنَّكَ’yi karşılaştırınız.
إِذَا da gelecekte olması kesin bir olaya işaret edilir. Olacağında tereddüt olmaz ama ne zaman olacağında tereddüt bulunur, yani bilgisizlik vardır. Buna kısmi belirsizlik diyoruz.
إِنَّ’de de kısmi belirsizlik vardır. Kısmi belirsiz olan bir cümlenin başına getirilerek belirsizliğin olmadığını, belirli halde olduğunu belirtir. Ama ikisinde belirsizlik devam eder. “Böyle söylediniz” diye karşı tarafın onu kabul etmesini ifade etmiş olmazsınız.
- Buradaki إِذَا neyi ifade eder?
Sağırın kulağına sesi duyuramazsın ama eğer sağır senin tarafına bakarsa, sana sırtını çevirmezse, ona işaretlerle veya hareketlerle bir şeyler anlatabilirsin. Ama duymamak için, anlamamak için sırtını da çevirirse ona bir şey duyuramazsın. Bunun manası şudur. İnsanlar bir şeylerin kendilerine söyleneceğini anlarlarsa, cevapları da yoksa, o zaman onu duymamaya çalışırlar. Görüşmezler. Dinlemezler. Kur’an burada bunu ifade eder.
Bugünkü insanlık Kur’an düzenini anlamak istemediği için Kur’an düzenini anlatanları hapishaneye doldurur. Eskiden bunu Halk Partisi yapar zannederdik. Hâlbuki sonra gördük ki bunu Halk Partisi değil de Sermaye yapıyor, Halk Partisi’ne fatura ediyordu. Şimdi de aynı şeyi Sermaye cemaatleri hapse doldurarak yapıyor, AK Parti’ye fatura ediyor. Bunu anlatmaktadır Kur’an.
- Tevekkül emrinden sonra, “Sen duyuramazsın/لَا تُسْمِعُ” ayeti ile neyi teyit eder?
Bizim görevimiz söylemektir, duyurmak değildir. Duyup duymadıklarıyla ilgilenmeyiz. Duyup duymadıkları ile Rab ilgilenir. Bu konuda Akevler, Millî Görüşçülerle de Gülen cemaati ile de anlaşamamıştır. Her ikisi de onlara taviz vererek onları yola getirmeye çalışmıştır. Sonuç meydandadır. Biz ise Kur’an’ın dediğini yaptık, söyledik ama karışmadık. Bu çalışmaları, bugünkü seminerleri yapabilme gücü bu sayede elde edilmiştir. Biz başkalarını düzeltmekle değil kendimiz düzelmekle uğraşırız.
Öz Türkçe ile:
“Sen ölüye duyuramazsın. Sağırlara da sırtlarını döndürenlerden olunca duyuramazsın.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sen mevtaya da isma’ edemezsin ve müdbirler olarak tevliye ettiklerinde summa duayı da isma’ edemezsin.”
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ (80)
***
وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ (81)
“Ve sen amy olanlara dalaletlerinden hadi değilsin. Ayetlerimize iman edip Müslim olanların dışındakilere isma’ edemezsin.”
وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ |
تُسْمِعُ يُؤْمِنُ | مُسْلِمُونَ | هَادِي | الْعُمْيِ | ضَلَالَتِهِمْ آيَاتِنَا | هُمْ أَنْتَ | مَنْ | مَا إنْ إِلَّا | وَ فَ عَنْ | بِ بِ |
(2+1+(2+2)+2)+(1+3+3+2)=18=16+2 3+1+3+3+3+2=18 |
تُسْمِعُ -يُؤْمِنُ مُسْلِمُونَ -مَنْ هَادِي- الْعُمْيِ ضَلَالَتِهِمْ -آيَاتِنَا هُمْ -أَنْتَ مَا- إنْ إِلَّا- عَنْ |
- Buradaki وَ harfi nereye atfeder?
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ ya atfeder. Duyuramadığın gibi gösteremezsin de.
Duyurma düşüncelerle yapılır. Karşı tarafın bilgisi arttırılır. Gösterme veya götürmede ise fiili konuda bilgilendirilir. Bundan önce fikri tebliği ve onlarla kurulan bununla ilgili ilişkileri anlatır. Şimdi ise fiili ilişkilere geçilir. Bugünkü konuşmalarda sosyal ve ekonomik ilişkiler olarak adlandırılır. Arada وَ harfi konularak bu ilişkilerin birbirleriyle beraber oldukları ama aynı olmadığı belirtilmiş olur.
- Önceki ayette لَا gelirken burada مَا gelir. Birinci ayet (لَا تُسْمِعُ...) fiil cümlesi, ikinci ayet (وَمَا أَنْتَ...) isim cümlesidir, neden?
Fiil cümlesi bir defa yapılan bir olayı ifade eder. Karşı tarafa söyleyeceklerinizi söylersiniz, anlatacaklarınızı da anlatırsınız, ondan sonra işiniz biter. Duyurduktan sonra kendisi ister duysun ister duymasın biz görevimizi yapmış oluruz.
Adil Düzen’i insanlığa duyurduk. Artık bir daha duyurma görevimiz yoktur. Fiili hidayet ise sürekli devam eder. Yani biz doğru yolda olacağız ve onlara daima doğru yolu göstereceğiz. Bu gösterme kendimizin doğru yolda olması ve onlarla sürekli olarak ilişkide olmamızla sağlanır. Duyurma tebliğ safhasıyken hidayet ise ortaklık safhasıdır.
Tebliğden sonra bize katılanlar olur, bize cephe alanlar olur. Katılmayanların bize katılmaları için uğraşmayacağız. Biz bize katılanlara hadi olmaya çalışacağız. Onlarla olan iş birliğimiz ise devamlı ve sürekli olacaktır.
لاَ yerine مَا’nın gelmesi ise şöyledir; لاَ da tereddüt var مَا da kesinlik vardır.
- ءمن-سمع köklerini karşılaştırınız.
Bir şeyi anlayıp ona göre hareket etmek için önce ona inanmak gerekir. Diğer konularda farklı olan bir durum vardır; bu gibi konularda başarıya ulaşmak için Müslim olmak yeterlidir. Yani çıkar paralelliği içerisinde meşru olarak çaba gösterdikçe başarıya ulaşırsınız. Para kazanabilirsiniz, general olabilirsiniz hatta cumhurbaşkanı da olursunuz. Kur’an düzenini dünyaya getirip yerleştirme çabasında başarılı olmanız için Müslim olmanız yeterli olmaz. Mümin olmanız gerekir. Yani malınızı ve canınızı cennet karşılığı Allah’a satmış olmanız gerekir. Söylemek ayrı şeydir, kabul ettirmek ayrı şeydir. Kur’an düzenini ancak iman edenler duyup anlayabilirler. Kur’an’a iman etmeyenler Kur’an düzenini kavrayamazlar, Kur’an düzeninin kurucusu olamazlar. Kur’an düzenini ancak Kuran’a iman eden kimseler kurabilirler. Kuran’a iman ediyorsanız, Kur’an düzenini getirme görevi de size verilmiş demektir.
- مَنْ-مُسْلِمُونَ kavramlarını karşılaştırınız.
مَنْ kişiliği olan kimse demektir. Yeryüzünde insan مَنْ ile kullanılır.
Selem barış demektir. Selemin özel manası vardır. Yalnız insanlar Müslim olurlar.
Barış demek kişiliğini kaybetmeden başkalarıyla birleşip topluluk oluşturma demektir. Diğer canlıların topluluklarında bireyler kişiliklerini kaybederler. İnsanlarda barış vardır.
Bu ayet bu iki kelimeyi bir araya getirerek eşleştirir, bize bunları anlatır.
- عمي-هدي köklerini karşılaştırınız.
İnsanda iki varlık yer alır: Biri beyinde oluşur. Diğeri ise beyindeki varlıklara benzerse de beynin dışında oluşan varlıktır. Dışardaki varlığa âlemi kübra (الْعَالَمُ الْكُبْرَى) denir. Beynimizdeki varlığa ise âlemi suğra (الْعَالَمُ الْصُغْرَى) denir. Söz, âlemi suğrayı oluşturur. Yapma ise görmeyle gerçekleşir ve âlemi kübraya olan etkisini ortaya koyar. Sözlerde hak neyse sıdk neyse, âlemde de hidayet odur. Beyinde sağırlık, dışarıda körlük eşleşir. Kuran’da bu ifade edilmiş oluyor.
- ءيي-ضلل köklerini karşılaştırınız.
Ayet trafik işaretleridir. Çöllerde, ovalarda, yaylalarda yol bulabilmek için konan taşlardır. Dalalet ise yolu kaybetmedir. Yolu bulabilmek için trafik levhalarına ihtiyaç vardır. Şeriat, içtihat ve icmalarla oluşan hayatın trafik levhalarıdır. Onlar birer ayettir. Doğru konmuş trafik işaretleri ne kadar yararlıysa, yanlış konmuş trafik işaretleri de o kadar zararlıdır. Bütün sorunlar, şeriatın/hukukun kuralları doğru olarak ortaya çıkarıldığı takdirde çözülürler. Bunun da tek yolu ilimdir. Meclisteki ilkokul diplomalı insanlar şeriatın doğru trafik işaretlerini nasıl bulabilirler? Adil Düzen çalışmalarında “yasama” ilmi dayanışmanın görevi kabul edilir ve ilmin yetkisine verilir. Bu yaklaşım bile tüm dünya düzenlerini devre dışı etmeye yeterlidir.
- أَنْتَ –هُمْ kavramlarını karşılaştırınız.
İnsan topluluk içinde yaşar ama kişiliğini korur. Kişi ile birlikte bir de kişinin mensup olduğu topluluk vardır. İnsanlık bir bütündür; bir kişinin kendisi bir de bütün insanlar vardır. Kur’an önce bir kişiyi ele alır ve onun bütün insanlarla olan ilişkisini düzenler.
Cumhurbaşkanlığı bile kamu görevi değildir. Şahıs olarak orada kendi hak ve vecibelerini yerine getirir. Başkasının işlerine karışmaz, kendi işini yapar, kendi yetkileri içinde kalır. Kararlarının uygulanıp uygulanmadığı onun sorumluluğunda değildir. Dolayısıyla devlet başkanının özel silahlı gücü yoktur. Peygamber iki tane muhafızla dolaşırken ayet gelir, “Allah seni insanlardan korur” (وَاللَّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ Maide 5/67) der. Ondan sonra muhafızlarına “Artık gelmeyin. Allah beni korur.” der.
Bunun manası şudur: Topluluk kararları uygular veya uygulamaz, onu korur veya korumaz, onun işi değildir. O kararını verir, halk da onu dinlerse dinler, kendilerine yarar olur. Başkanlarını korumayan topluluklar helak olurlar. Kendisini korumayan toplulukların başkanı olmak İslami bir başkanlık değildir. أَنْتَ - هُمْ eşleştirmesi bütün bunları ifade etmektedir.
- إِنْ ve مَا kavramlarını karşılaştırınız.
مَا kelimesinin olumsuzluk manası yanında diğer manaları da bulunur. Türkçede de böyledir. “Öğrenme işi zordur.” dediğimiz zaman مَا olumlu manadadır. “Sen bunu öğrenme” dediğimiz zaman ise olumsuzluk manası vardır. Arapçada da böyledir. إِنْ kelimesinin de durumu buna benzer. Şart manasını taşıdığı gibi olumsuzluk manasını da taşır. Burada bu iki kelime karşılaştırılarak kelimelerin birbirine zıt olan iki veya daha çok manayı taşımakta olduklarını beyan ediyor. Usulde tartışılan müşterek bahsi bununla ilgilidir. إِنْ kelimesinden sonra çoğunlukla إِلَّا gelir, إِلَّا إِنْ’in olumsuzluğuna delalet eder.
Şeriatta birçok hükümler vardır ki hem yapılması emredilir hem de yapılmaması istenir. Hangisinin tercih edileceği hususu şartlara bırakılır. Zina şeklinde cinsel ilişki haram iken evlilik şeklindeki emredilir. Kazanıp karnını doyurma farz iken başkasının malını yemek haramdır. Tüm şeriat bu ikili dengeye dayanır.
إِنْ ile مَا burada bir arada zikredilerek şeriatın temel kuralına işaret edilmiş olur.
- عَنْ- إِلَّا kavramlarını karşılaştırınız.
إِلَّا istisnai yani daha önce olan, daha önce belirtilen bir konunun içerisinde farklı olanları ayırmayı içerir. عَنْ daha önce beraber olan şeyleri birbirinden ayırır. Her ikisinde de birincisi ile ikincisi arasında olumsuzluk ve olumluluk farkları vardır. Bu bakımdan hükümlerde bazı benzerlikler bulunur. İlletleri tespit ederken yararlanabiliriz. Yani عَنْ aynı zamanda illetin tespiti için bir delildir.
- Ayette körden bahseder, açıklamada ise duyurmaktan bahseder. Buradaki duyurmanın manası nedir?
وَمَا أَنْتَ ile لَا تُسْمِعُ yu birbirine bağlar ve “İnsanların gerek fikirlerini gerekse fiillerini değiştirmeye senin gücün yetmez, senin görevin değildir.” denir. “Bunları yapmak bize aittir. Ondan sonra sen sadece şunlara duyurursun.” der. “Hidayet edersin.” demez. Çünkü müminler birbirine tebliğ ederler, söylerler ama karışmazlar. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Dolayısıyla başka insanlara yol gösterse bile başka insanları yola götüremez. Hidayet Allah’a aittir ve herkes kendi içtihadına göre hareket etmekle mükelleftir.
1400 sene evvelki Müslümanlar bu özelliği anlamışlar ve ona göre içtihatlar yapmışlardır. 21. yüzyılda Müslümanlar hala tam anlamış değiller ve anlamaya da yaklaşmıyorlar. Şeriatı bir tarafa bırakıp beni çorapla mesh ediyor diye yadırgayıp dışlamaya çalışıyorlar. Üzülerek ifade edeyim ki bunu birbirimizi seven kardeşlerimizden de yapanlar bulunuyor. Onun için burada sadece تُسْمِعُ kelimesi getirilir.
- إِلَّا ile istisna edilenler kimlerdir?
إِلَّا ile istisna edilen مَنْ dir. Kim olursa olsun. Irkı, dini, siyasi görüşü, mezhebi, partisi ne olursa olsun, herkes duyabilir demektir. Şart olarak ayetlere iman edip, savaşmaktan vazgeçip barış düzenini kabul etmesidir.
Evet, biz Kur’an’a inanıyoruz ama diğer kitapları inkâr etmiyoruz. Onlara da Kur’an’a uyanlara ve müspet ilimlerce yanlışlıkları göstermeyenlere inanıyoruz. Kimseye kendi dinini bırakıp İslam dinine gelmesini söylemiyoruz. Gelin bir tek kelimede birleşelim diyoruz. Doğru neyse ona uyalım. Doğruyu ilim tespit etsin. İlmin verilerine aykırı işler yapmayalım, ilmin kesin olarak tespit ettiklerinin dışındaki görüşleri başkalarına dayatmayalım. Barış içinde ve yardımlaşma içinde olalım diyoruz.
- İman ile İslam arasına neden فَ harfi koyar?
İslam imanın şartıdır. Yani önce Müslim, sonra Mümin olunur. Her Mümin aynı zamanda Müslim’dir ama her Müslim Mümin değildir. Bu kurala uyduğumuzda önce İslam, sonra iman söz konusudur. Burada ise فَ harfi aksini beyan ediyor. Neden?
Evet, kişiler için önce İslam, sonra iman ama topluluk için İslam yeterli olmaz. İmanın olmadığı yerde Müslim olmak veya kalmak mümkün değildir. Önce müminler ortaya çıkar ve İslam düzenini gerçekleştirirler, sonra halk Mümin olur veya Müslim olur. Müslimler bedellerle imanın korunmasına katılırlar, Müminler ise bedenleriyle de katılırlar.
Burada hitap edilen Mümin olan kimseler olduğu için, sesi önce diğer Müminler duyar, sonra da Müslimler katılır. Müslim dünyada da ahirette de hasene isteyen kimsedir. Mümin ise yalnız ahirette cenneti ister.
- مَنْ يُؤْمِنُ ile مُسْلِم kavramlarını karşılaştırınız.
مَنْ يُؤْمِنُ da topluluk değil kişiler bulunur. Önce kişiler ayrı ayrı Mümin olurlar. Bunlar birleşerek çevrelerine Müslimleri topladıkları zaman topluluk haline gelmiş olurlar. Yani Mekke döneminde de Müminler vardır. Hatta yalnız Müminler vardır. Ancak bunlar henüz topluluğu oluşturmamışlardır, devletleri yoktur. Dolayısıyla topluluk değildirler.
Medine’ye göçünce Müslimler de katılmaya başlar, o zaman İslam devleti kurulur.
Biz de şimdi siteler kuracağız. Siteler birer karyedir, ortaklıktır. Henüz ümmet haline gelmemiştir. İleride semtler birleşip bucaklar, iller oluşturdukları zaman ümmet olurlar.
فَ harfinin burada anlattıkları bu kadar önemli şeylerdir.
Öz Türkçe ile:
“Ve sen körleri şaşkınlıktan yola getirecek değilsin. Sen kanıtlarımıza inanıp barışanlardan olanların dışındakilere duyuramazsın.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve sen amy olanlara dalaletlerinden hadi değilsin. Ayetlerimize iman edip Müslim olanların dışındakilere isma’ edemezsin.”
وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ (81)
***
وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ (82)
“Aleyhlerine kavl vaki olduğunda onlara ‘Nas ayetlerimize yakîn eder olmayacak.’ diye teklim eden bir dabbeyi onlara ihraç edeceğiz.”
وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ |
وَقَعَ أَخْرَجْنَا | كَانُوا | تُكَلِّمُهُمْ يُوقِنُونَ | دَابَّةً | آيَاتِنَا الْقَوْلُ | الْأَرْضِ النَّاسَ | إِذَا أَنَّ | عَلَيْهِمْ لَهُمْ | وَ لَا | بِ مِنَ |
(2+1)+(2+1)+(2+2)(1+1)+(2+2)=16 |
وَقَعَ –أَخْرَجْنَا تُكَلِّمُهُمْ -يُوقِنُونَ كَانُوا -دَابَّةً آيَاتِنَا- الْقَوْلُ الْأَرْضِ -النَّاسَ إِذَا- أَنَّ وَ -لَا بِ -مِنَ |
- Buradaki وَ harfi nereye atfeder?
80. ayette إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ ifadesi geçer. “Sen onlara duyuramayacaksın.” denir. Yani öyle bir durum olur ki onlara söylenir, onlar da duymamak için sırtlarını dönerler. Ondan sonra ayetler bu durumları anlatır.
Şimdi إِذَا harfi ile oradaki إِذَا ya atıf yapılır ve bu uyarılardan sonra ne olacağı beyan edilir. Demek ki buradaki وَ harfi إِذَا وَلَّوْا e atfedilmiş olur.
- إِذَا neye işaret eder?
إِذَا وَ harfiyle atfedilir. Birinci إِذَا dan farklıdır.
Birinci إِذَا tebliğ dönemidir. Akevler, Millî Görüş, cemaatler bu tebliği dünyaya yapmışlardır. 50 senelik bir durum içinde insanlığa duyurulmuştur. Ama insanlık Kur’an’ın belirttiği gibi duymamıştır. Şimdi bu إِذَا nın zamanı gelmişe benziyor. Yahut biz tebliğimizi göstererek tamamlayamadığımız için ikinci hamleyi de yapacağız. Ondan sonra إِذَا nın zamanı gelecek. Yani çok yakın zamanda biz Yalova’daki ikinci çalışmalarımızı tamamlamadan önce de gelebilir veya biz ikinci çalışmayı tamamladıktan sonra yine duymazlarsa ve duymayanlara gelir. Bu bir gaip haberidir. Bilemeyiz.
- خرج-وقع köklerini karşılaştırınız.
İhraç etmek mevcut olanı bir yerden dışarı çıkarmak anlamındadır. Bitki topraktan ihraç edilir. Burada da topraktan bir dabbenin ihraç edileceğini beyan eder. Ayette bu kelime وَقَعَ ile eşleştirilir. وَقَعَ dışardan gelen maddelerle bir şeyin oluşmasıdır. خَرَجَ ise bulunduğu yerdeki maddelerle bir şeyin oluşmasıdır.
- كلم-يقن köklerini karşılaştırınız.
يَقِين insanın beyninde oluşan düşüncelerdir. Bu düşüncelerin bir kısmı zanni, bir kısmı katîdir. Katî olanlara yakîn sıfatı verilir. Kelimede ‘söz’ manası olduğu gibi ‘budamak, kesmek’ anlamı da vardır. Vukuu ile kelime arasında bu kesicilik, kırıcılık manası bulunur. Bu ayette bunların eşleştirilmesi ile buna işaret edilir. الْقَوْلُ kelimesi marife ve isim olarak gelir. تُكَلِّمُ kelimesi ise fiil olarak gelir. O halde ayette kelimenin söz manasından çok parçalamak, dağıtmak manasında gelmiş olmasına işaret edilmiş olur.
- دبب-كون köklerini karşılaştırınız.
دَابَّةً isim veكَانُوا mensuh fiil olarak gelir. Birbirleriyle eşleştirilir. Kevn cansız varlıkları ifade ederken dabbe ise yürüyen hayvanlar için kullanılır. Fakat bugün yürüyen cansız araçlar vardır. Tren veya otomobil birer dabbedir. Burada bu kelimeleri karşıt yapmakla dabbenin canlı değil de cansız olduğuna işaret edilir.
- قول-ءيي köklerini karşılaştırınız.
Burada الْقَوْلُ marife gelir. Ayette Allah’a izafe edilir. الْقَوْلُ Kur’an’dır ve onun ayetleridir. Allah’ın kitabı ayetler şeklinde düzenlenir. Yani her ayet kendisinin ayet olduğunu kanıtlar. Bu ayette de iki ve birlerle 16 oluşturulur. Bu kadar derin manası olan bir cümleyi bu kadar kurallı olarak getirme çok az muhtemeldir. Eğer harfleri de düzenlersek bunun ayet olduğu kesin olarak ispatlanmış olur. الْقَوْلُ ile ayetimiz bunları ifade eder.
- ءنس-ءرض köklerini karşılaştırınız.
Nâs/النَّاس yaşayan insanları, arz/الْأَرْض ise insanların yaşadığı yeryüzünü içerir.
Allah insanları yaratmış ve ölümlü kılmıştır. Birileri gelip gider. Yeryüzü ise imar edilir. Ahireti düşündüğümüz zaman yeryüzü fani, insan bakidir. Yeryüzünü düşündüğümüz zaman ise yeryüzü baki, insan fanidir.
Bu iki varlık yerin oluşmasında iki temel teşkil eder. Kişi dediğimiz zaman ayrı ayrı insanları ama arz dediğimizde insanlığı ifade etmiş oluruz. Burada bunlar karşılaştırılır.
- لَا -وَ harflerini karşılaştırınız.
لَا harfi وَ ile beraber geldiği gibi tek başına da ‘ve’ manasını ifade eder. Biz matematikte وَ‘yi artı (+) olarak, لَا‘yı ise eksi (-) olarak kullanırız. مِنْ’i çarpı (x), فِي‘yi bölü (/) olarak kullanırız. عَلَى’yı üst olarak, لِ’yi logaritma olarak kullanırız. إِلَى’yı faktöriyel olarak kullanırız. Kur’an bu kullanıma burada işaret etmiş olur.
- بِ – مِنْ harflerini karşılaştırınız.
بِ ile مِنْ harfi cerdir. İkisi de فِي yerinde kullanılır. فِي belirsiz zarfı ifade eder. بِ ve مِنْ‘de mazrufun yeri bellidir. أَنَا بِالْمَدِينَةِ derseniz “Medine’nin belli bir yerindeyim.” demiş olursunuz ama أَنَا فِي الْمَدِينَةِ derseniz, “Medine’nin herhangi bir yerindeyim.” dersiniz. فِي يَوْمِ الْجُمُعَةِ derseniz “Cumanın herhangi bir saati” demektir. مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ dersen “Cumanın belli bir saati” demektir, öğle vakti demektir. Nerede بِ nerede مِنْ geleceğini kelimelerin geldiği yerleri karşılaştırarak tespit edebiliriz. O da sizin işiniz olsun.
- Buradaki marife olan kavilden kasıt nedir?
Buradaki الْقَوْلُ yukarıdaki ayetlerde onlar için söylenilenlerdir. Faizsiz kredileşmeli ortaklık sistemi gelecektir demektir. Geldiği zaman demektir. Ne جَاءَ diyor ne de أَتَى diyor. وَقَعَ diyor. جَاءَ ve أَتَى‘da cepheden gelme var. وَقَعَ’de ise cepheden gelme yok, her taraftan birden oluşma var. Ayarlanmış terör olayları birer vakıadır. Virüs bir vakıadır. Vukuu bulan kavildir. Yani öyle bir fitne ortaya çıkacaktır ki o fitne topluluğu perişan edecektir. O zaman bu kavil Kur’an değil, o zaman söylenecek fitne kavlidir. Yani bugünkü virüs belasıdır. Virüsün kendisi değil, virüs sözünün insanlara verdiği zararlar daha çoktur. Kavlen vaki olması bu demektir. Kur’an’da kavlen vaki olması terkibi 2 defa yalnız bu surede geçer. Sözlerin dünyayı kasıp kavurması yalnız zamanımızda olacaktır diyebiliriz.
- Kavilin vukuu (وَقَعَ الْقَوْلُ) ne demektir?
Kavilin vukuu demek sözlerin ortaya çıkıp zarar vermesi demektir. Nagazaki’de iki atom bombası atıldı, orada bir kenti yıktı. Hatta o kent yeniden oluşturuldu. Zararı o kadar oldu. Ama atom bombası kelimesinin insanları kasıp kavurması, atom bombaları kullanılmadan atom bombası için savaşlar bugün de devam ediyor.
- Arzdan ihraç edilen dabbe nedir?
Arzdan ihraç edilen demek topraktan yapılan yani canlı olmayan yürüme aracı demektir. Tanklar bunların benzeridir. Daha etkili araç bulunacak ve insanları dağıtacak, parçalayacak demektir. Bununla beraber başka mana da verebiliriz. Bugünkü bilgisayarlar ve cep telefonları topraktan yapılmış cansız araçlardır ve insanlarla konuşmaktadır. Bu ayette bu manayı da rahatlıkla verebiliriz. Bununla beraber ayetin genel gidişinde bu mana görülmez. Ancak Kur’an konuyla ilgili olmayan bazı manaları da ayetlere yükler. Dolayısıyla bu şekilde mana vermek de uygun olur.
- Teklim etmek hangi manalara gelir?
Kelam konuşma anlamındadır. Aynı zamanda ağaçların dallarını kesmek, budamak da teklimdir. Ancak Kur’an’da Rum Suresi’nin 35. ayetinde “Onlara sultan mı gönderdik, onlara işrak ettiklerini mi tekellüm ediyorlar.” denir. Bu iki manaya da gelebilir.
- Buradakiالنَّاس ‘tan kasıt nedir?
النَّاس marife olarak gelirse hitap edilen topluluk anlaşılır. Kavil kelimesi kendilerinin söylediği değil de Kur’an’ın söyledikleri ise kastedilen nâs Kur’an tebliği kendilerine ulaşan insanlardır. هُمْ zamiri de iman etmiş olanlara gitmiş olur, o zaman öyle bir araç bulunacak ki kimlerin yakîn getirdiği, kimlerin de yakîn getirmeden inandığını söylediğini tespit edecektir. Bugünkü yalan makinalarını işaret eder. Beynin yapısı ve gelişmiş bilgisayarlar sayesinde insanlığın beyninde oluşan bir kısım işlemler makinalar tarafından okunacaktır demektir.
- هُمْ zamirindeki kimseler النَّاس ise, önce zamir sonra kelime gelmiş olur. Bu doğru değil. Nasıl açıklanır?
هُمْ zamiri النَّاس kelimesine işaret ederse bu sonra gelen kelimeye işaret olmuş olur. Eğer أَنَّ ve sonrasındaki ifade تُكَلِّمُهُمْ fiilinin mefulü ise النَّاس tekellüm edileni ifade eder, ayrı cümle olduğu için geçerli olur. Bununla beraber biz daha önce هُمْ zamirinin isma’ edilenler olabileceğine işaret etmiştik, bunu teyit eder.
- Burada kastedilen ayetler nelerdir?
Burada kastedilen ayetler Kur’an’a dayanılarak Adil Düzen tarafından ortaya konmuş kesin, kanıtlanmış bilgilerdir, sistemlerdir. Örnek olarak altın bonosu, sıralama usulü, orta değeri bulma, nispi sistem… gibi.
- İman ile yakîn kavramlarını karşılaştırınız.
İnsanların benimsedikleri varsayımlar bulunur. Kendi içtihatları ile benimserler. Doğruluklarından emin değillerse de hayatları için onları kabul edip yaşamak zorundadırlar. Bir de ilim yoluyla ispat edilen bilgiler vardır. Aklen ona inanırsınız. Hayatınızı ona göre kurarsınız. Bu iman geçerlidir. Ama yine de kalbiniz mutmain olmaz.
İbrahim Peygamber’e “İnanmıyor musun?” dendi, o da “İnanıyorum ama kalbim mutmain değil.” dedi.
Biz ortaklık düzeninin geleceğine inanıyoruz, aklımızda ispatlıyoruz ama yine de kuşku içindeyiz. Ya yanılıyorsak dediklerimiz olur. Fikirde bunlar geçer, fiiliyata dökülmedikçe imanımıza zarar vermez. Ölümden sonra dirilmeye yakin getiremesek de ara sıra şüphelensek de amellerimizi ve davranışlarımızı ona göre değiştirmezsek imanımıza zarar gelmez ama yakînimiz olamayabilir. Bu hususu tartışabilirsiniz.
- Bugünkü insanların ayetlere takındığı tavrı inceleyiniz.
Bugünkü insanlık tam dalalet içindedir. Birçok şeyi gerçek olduğu için söylemez, doğru olduğu için yapmaz. O andaki çıkarı ne gerektiriyorsa onu yapar, onu savunur. Dalaletin en koyulaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Demek ki fecir yani sabah yakındır.
Öz Türkçe ile:
“Üzerlerine söz oluşunca kimse kanıtlarımıza kanmayacak olduklarından dolayı yerden onları dağıtan bir yürüyen çıkaracağız.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Aleyhlerine kavl vaki olduğunda onlara ‘Nas ayetlerimize yakîn eder olmayacak.’ diye teklim eden bir dabbeyi onlara ihraç edeceğiz.”
وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ (82)
***
GENEL YORUM
Peygamberlerin kıssasından sonra üç konu beyan edilir. Nelerdir bunlar?
Peygamberlerin kıssasından sonra bugünkü insanlara Allah’ın varlığı hususunda sorular sorarak onları düşündürür. 20. yüzyılda müspet ilimlerin ulaştığı seviye ile Kur’an’ın ilahi kitap olduğu sabit olur ve Allah’ın varlığı, ahiretin varlığı müspet ilim yoluyla tespit edilir. 4 ve 5 boyutlu uzayların keşfiyle ahiret ile dünya hayatının iç içe olduğu ortaya çıkar. Ölen insan yok olmaz. Dört boyutlu uzayda varlığını sürdürür. Bu durum artık ilmen sabittir. Madde ölmediği gibi ruh da yok olmaz. Çünkü var olan şey yok olmaz. Bunu anlattıktan sonra, bugünkü düzenin işçilik düzeninin devam etmeyeceği, sonunun geleceği anlatılır. Sonunda da Kur’an’ın yeni düzeni insanlığa arz edeceği bildirilir.
***
İstanbul, Yenibosna; 28 KASIM 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
Yazar REŞAT NURİ EROL
AYŞE AYDIN
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
1092. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Kök/Vezin | Açıklama |
-
| أَخْرَجْنَا | أَفْعَلْنَا/خرج | خَرْج duvarın dışına sürülen harçtır. Sonra dışarı anlamı kazanır. Mastar olarak dışarı çıkmak demektir. إِخْرَاج ise çıkarmak, kusmak demektir. خ çökmeyi, ر tekrarı, ج topluluğu ifade eder. |
-
| الْأَرْضِ | الْفَعْلِ/ءرض | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. سِيمَى çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir. Görünen taraf demektir. وَسْم hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekânda dizi yani sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. ءرض Kur’an’da 461, جلس Kur’an’da 1 defa geçer. Toplam 462 (2*3*7*11) eder. ء gücü, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder. |
-
| إِسْرَائِيلَ | إِفْعَالِيلَ/سري | سَرِيّ akan deredir. Görünmemek için gece yapılan yürüyüşe “seriye” denir. Askeri birlikler gece yürüdükleri için onların adı da seriyedir. “İsra” gece yürümek demektir. سري Kur’an’da 51, سلو 3 defa geçer. Toplam 54 (2*33) eder. س mekânda diziyi, ر tekrarı, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| أَكْثَرَ | أَفْعَلَ/كثر | كَسِير kırık demektir, كَثِير çok demektir. Tefau’l babı çok kimselerin birbirleriyle yarışmalarında kullanılır. Türkçedeki “-leşme” karşılığıdır. Ancak Türkçe’de iki karşılaşma ile çoklu karşılaşma aynı kiple ifade edilir. Oysa Arapçada iki için mufaale babı, çok kimse için tefau’l babı getirilir. İnsanlar devamlı olarak birbirlerine karşı çok olma, serveti çok olma, bilgisi çok olma, taraftarı çok olma gibi çokluklar peşine koşarlar. كثر Kur’an’da 167 كدر ise 1 defa geçer. Toplam 168 (23*3*7) eder. ك oluşu, ث dağılmayı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| آيَاتِ | فَعَلَاتِ/ءيي | أَوْيَة kuş yuvası demektir. Türkçedeki “yuva” kelimesi de buradan gelir. Sonra و harfi ي’ye dönüşür أيي olur. Yüksek yerlerdeki yapılar, işaretler ayettir. Türkçedeki ay da buradan gelmiş olabilir. آيَة işaret, alamet, delil demektir. Başına أَ harfi getirilirse “Delil mi? Hangi delil?” anlamlarına gelir. Sonraları ismi mevsul olarak veya soru edatı olarak “hangi” anlamında أَيُّ kullanılmaya başlanır. أَيَّانَ“ أَيُّ آن” demektir. حَان su kenarındaki konaklama yeridir. Hayvanlar belli saatlerde buraya gelip su içerler. Bu esnada bunların sütü sağılır. حَانَة mastarı develerin suya gelmesi zamanının yaklaşması demektir. Sonra حِين herhangi bir işin yapılması için ayrılan zaman olmuştur. Sonra ح düşmüş آن olmuş. Şimdiki zaman için kullanılmaya başlanmıştır. ء güç, ي kolaylık demektir. |
-
| تُسْمِعُ | تُفْعِلُ/سمع | سَمْع kapları doldurduktan sonra içindekilerini taşımak için elimizin tuttuğu yer, kulp. Kulak ona benzetildiği için işitmek anlamına fiil olmuştur. Türkçede işitme ile duyma arasında fark vardır ve iki kelimeyle ifade edilir. Arapçada bu farkı belirleyen kelime istihzan izin isteme veya kulak verme manasına gelir. س mekânda dizi yani sıralamayı, م enginliği, ع etkilemeyi ifade eder. سمع Kur’an’da 185, سمي 71 defa geçmektedir. Toplam 256 (28) eder. |
-
| تُكَلِّمُ | تُفَعِّلُ/كلم | كَلْم kesip koparmak demektir. Bu tür yaralara dendiği gibi budamaya da teklim denir. Kelime konuşmada söz anlamındadır. Türkçedeki söz karşılığıdır. Söz hem cümleyi hem de cümlenin içindeki manalı parçayı ifade eder. Arapçada da böyledir. Söz yani kelime anlamı olan seslerdir. Kur’an’da كلم 75,كثب 1 defa geçer. Toplam 76 (22*19) eder. ك oluşu, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| تَوَكَّلْ | تَفَعَّلْ/وكل | وكل kuşların yumurta bıraktığı yerdir. Kuşlar yumurtalarını güvenli yerlerde bırakmaya çalışırlar. İnsanlarla kendilerini güvenli bir topluluk içinde bulundurma ihtiyacını duyarlar. Tevekkül etmek sırtını ona dayayıp kendisini emniyette bulundurma anlamındadır. Türkçede kullanılan manasında değildir. Şeriatta vekalet kişinin vekilin velayetini kabul etmesidir. Vekile talimat veremez. Halbuki bugünkü hukukta vekile talimat verilir. Kur’an’da وكل 71, وكز 1 defa geçer. Toplam 72 (23*32)eder. و beraberliği ك oluşmayı ل belirliliği ifade eder. |
-
| حُكْمِ | فُعْلِ/حكم | حُكْم gem demektir. Atı yönlendirmek için ağzına takılan gemdir. “Hükmetmek” demek iradesini yok edip yönlendirmek demektir. “Hidayet” ise gemlemeden doğru yolu gösterme demektir. “Hükümet” kelimesi buradan gelir ve İslamiyet yöneticilere hükmetme yetkisi vermez. Emir iş demek, ulul emr ise iş sahibi, görevli demektir. Başkan hâkim değil hadimdir. ح hareketi, ك oluşu, م enginliği ifade eder. |
-
| دَابَّةً | فَاعِلَةً/دبب | دَابَّة böcek demektir. د duvarı, ب geçidi ifade eder. |
-
| الدُّعَاءَ | الْفُعَالَ/دعو | “Dana” inek yavrusudur. Dana anasına aşağıdan yaklaşıp sütünü emer. Aşağıdan yaklaşma demektir. قَرَبَة ise yandan yaklaşmadır. Zaman içinde yaşadığımız zamandır, günümüzdür, yılımızdır, ömrümüzdür. دُعَاء gel gel anlamına kalkan eller demektir. Dua davet etmek çağırmak demektir. Aynı zamanda Allah’tan bir istekte bulunmaktır. د çevreyi, ع etkiyi, و beraberliği ifade eder. |
-
| السَّمَاءِ | الْفَعَالِ/سمو | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. “Sima” çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir, görünen taraf demektir. وَسْم, hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekanda sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. |
-
| الصُّمَّ | الْفُعْلَ/صمم | صَمَّاء kaya parçasıdır. Türkçede taş kesildi duymuyor anlamında söylenir. Kur’an’da yalnız sağır anlamında geçer. Samimidir manası da varsa da Kur’an’da bu manada geçmez. Kur’an’da صمم 15, صبب 5 defa geçer. Toplam 20 (22*5) eder. ص dayanıklılığı, م enginliği ifade eder. |
-
| ضَلَالَةِ | فَعَالَةِ/ضلل | ضَلَال kaybolan deve demektir. Şaşırmak anlamına gelir. Yoldan şaşırmak ve kaybolmak demektir. Böylece her taraftan çevrilmiş bir çember içinde şaşkına dönmüşlerdir. Tarihte birçok savaş arkadan çevirerek çember içine alarak kazanılmıştır. Düşmanı başka tarafta gözetleyenler beklenmedik yerden saldırıya uğradıklarında şaşırırlar. Burada Türklerin kullandığı savaş taktiğine de işaret vardır. ض katlamayı, ل belirliliği ifade eder. Kur’an’da ضلل191, ضنن 1 defa geçer. Toplam 192 (26*3) eder. ض katlamayı ifade eder hem zayıflamayı hem de güçlenmeyi ifade eder. ل belirliliği ifade eder. |
-
| الْعَزِيزُ | الْفَعِيلُ/عزز | عَزَاز Yağmur suyu ile doymuş topraktır. Ta’ziz etmek güçlendirmek veya yüceltmek anlamına gelir. ع etkiyi, ز zamanda diziyi ifade eder. |
-
| الْعَلِيمُ | الْفَعِيلُ/علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelmektedir. Hala orada toplanılmaktadır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. ع etkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| الْعُمْيِ | الْفُعْلِ/عمي | أَعْمَى Kör demektir. Kur’an’da عمي 33, عمه 7 defa geçer. Toplam 40 (23*5) eder. ع üstün olmayı, م enginliği, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| الْقُرْآنَ | الْفُعْلَانَ/قرء | قَرْيَة, kaynar veya kuyu suyunun bulunduğu, halkın çevresinde gelip iskân ettiği yerdir. Halen köy veya belde anlamında kullanılır. قرء insan beyninde birikmiş olan ifadelerin pınarın kaynaması gibi ağızdan çıkmasına yani okumaya denir. “Tilavet”, kitaptan başkasına okumak olduğu halde “kıraat”, ezberden kendi kendine okumak demektir. ق kuvveti ر tekrarı ء gücü ifade eder. |
-
| الْقَوْلُ | الْفَعْلُ/قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanmayı kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| مُدْبِرِينَ | مُفْعِلِينَ/دبر | دُبُر anüs, bel tarafı, arka demektir. Tedbir almak arkanı ve ona bağlı olarak geleceği güvene almak demektir. Gelecekte olacak tehditlere karşı tedbir alınır. د çevrelemeyi, ب geçidi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| مُسْلِمُونَ | مُفْعِلُونَ/سلم | سُلَّم merdiven demektir. Selem hayvanların çıkamayacakları yüksek kaya demektir. Çobanlar azıklarını bu kayanın üzerine koyarlar. Böylece azık selamette olur. Sonra سِلْم barış anlamında kullanılmıştır. Çölde birbirleri ile karşılaşanlar ya kılıçlarını çeker saldırırlar ya da “selam” deyip barış içinde olurlar. س mekanda diziyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder |
-
| النَّاسِ | الْفُعَالِ/ءنس | Ok yayının iç tarafına أُنْس, dış tarafına وَحْش denir. إِنْس kelimesi buradan gelir. Cins isim olarak da “insan” olarak kullanılır. Ünsiyet ‘alışmak, alışmış olmak’ anlamındadır. Vahşi de yabani demektir. Sonunda insan kelimesinin kökü olur. Cin karşılığı da kullanılır. إِنْس’in çoğulu أُنَاس ‘tır. Sonraları harf-i tarifle kullanımında baştaki hemze düşer, bağımsız kelime olur, النَّاس olur, çoğulluk manasını korur. Kişilerin bir arada bulunmasına delalet eder. Kişiliği olmayan toplulukların adıdır. Hitapta mevcut olan halkı veya bütün insanları içine alır. Kur’an da beş vakit namaz ve cuma namazı topluluklarına veya bütün insanlara hitap etmek için kullanılır. Burada bütün insanlar kastedilir ve “herkes” anlamındadır. İnsan cins isimdir. ء gücü, ن belirsizliği, س mekânda diziyi ifade eder. |
-
| هُدًى | فُعَلٌ/هدي | هَدِيَّة insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da هَدْي denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye هَادِي denmiştir. Sonraları “hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur. ه harfi boşluğu, د çevreyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| وَقَعَ | فَعَلَ/وقع | Otlar kurumuş iken yeşillik yokken yağmurun yağmasıyla yeşillenen yerdir. Bir yerde dışardan gelen etkiyle yeni bir şeyin oluşmasıdır. İhraç kendi içinden kendi varlığından bir şeyler vererek oluşmadır. Vukuu ise dışardan gelenlerle oluşmadır. و beraberliği, ق kuvveti, ع etkiyi ifade eder. |
-
| يَخْتَلِفُونَ | يَفْتَعِلُونَ/خلف | خَلَف arka taraf demektir. وَلِيّ sırt demektir. Birbirine dayanmak için arka arkaya gelirler. خَلْف ise birbirinden uzaklaşmak için sırtlarını çevirirler demektir. خ çökmeyi, ل belirliliği, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder. |
-
| يَقُصُّ | يَفْعُلُ/قصص | قُصَاص baştaki saçlara ait yerlerin bittiği tükendiği yerdir. Yani yüzün başladığı yerdir. Sonra saç kesme manasında قَصَّ olmuştur. Türkçedeki makas bu kelimeden gelmektedir. Geçmişteki olayları parça parça anlatmaya da kısas denir. Kur’an’da bu anlamda geçer. ق kuvveti, ص dayanıklılığı ifade eder. |
-
| يَقْضِي | يَفْعِلُ/قضي | قَضْب kesici alet; ب ي’ye dönüşür, قَضَى olur. Bir şeyi kesmek, yapılacak bir şeyi yapmak anlamında “kaza” denir. Bir emri yerine getirmek kaza olarak Kur’an’da ifade edilir. Fıkıhçılar edanın karşılığında kaza kelimesini kullanırlar. Zamanında yapılmayan iş anlamına gelir. Kur’an’da bu manası yoktur. Kur’an’da قضي 63 defa; قضض 1 defa geçer. Toplam 64 (26) eder. ق kuvveti, ض katlamayı, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| يُوقِنُونَ | يُفْعِلُونَ/يقن | “U’kne” dağların başında bulunan çukur, krater; “kayene” doldurma anlamındadır. أَيْقَنَ bir kabı doldurma demektir. إِيقَان kanaat getirme, mutmain olma, içini doldurma anlamlarına gelir. Sorunu çözme anlamına da gelir. Kanaat, su kanalı demektir. Susuzluğu gidermek, suya kanmak kelimesi ile ifade edilir. Bir insanın şüphe ve tereddütlerini gidermek ve kişiye kanmak olarak Türkçe’ de kullanılır. Bu kelime Arapça’da kenea’ ve yakin olarak geçer. Tereddütlü ve şüpheli bilgilerin kesinleşmesi anlamına gelir. ي kolaylığı, ق kuvveti, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| يُؤْمِنُ | يُفْعِلُ/ءمن | أَمَنَة kapıları karşı karşıya olan evlerin ara yeridir. İlk topluluklar evleri bitiştirerek kale gibi yerleştirirdi. Kapılar ara sahanlığa açılır. Bu yerin adı أَمَنة idi. Buraya bir şey koymak o şeyin güvene alınması demektir. أَمَانَة buraya konmuş olan şeydir. أَمِنَ güven içinde olma demektir. أَمَنَة karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki yer demektir. Eskiden evleri bitiştirerek bir duvar meydana getirirler ve kapılarını orta boşluğa açarlardı. Orta boşluğa bir kapıdan girilirdi. Böylece orası güven altında olurdu. Oraya bir mal koymak veya oraya girmek أَمِنَ kelimesi ile ifade edilirdi. أَمِنَ emniyet ve güven altına almak demektir. Kur’an’da ءمن 879, يمن ise 71 defa geçer. Toplam 950 (2*52*19)eder. ء gücü, م enginliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| بَنِي | فَعْلِي/بنو | اِبْن kelimesi بنو kökünden gelir. Yapı anlamındaki “bina” بني kökündendir. Sonunda canlılar ölürler, yerlerine çocuklarını bırakırlar. Çocuklar babalarını yaşatırlar. اِبْن kelimesi oğul demektir, aynı zamanda Türkçedeki ilim adamı yerine kullanılır. Biz “ilim adamı, iş adamı, din adamı” deriz. Kur’an dilinde bunlara اِبْن denir. ب geçişi, ن belirsizliği, و bağlanmayı ifade eder. |
***