NUR SÛRESİ- 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُولَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ (47) وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ (48) وَإِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُوا إِلَيْهِ مُذْعِنِينَ (49) أَفِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَنْ يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (50) إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (51) وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ (52)
***
وَيَقُولُونَ
Va YaQUvLuNa (VaYaFGaLUvNa)
“Ve kavl ediyorlar”
Fatiha’da insanları üç gruba ayırmıştı; inam olunanlar, mağdubun aleyhim olanlar ve dallinler. Bakara’da bunları anlatmıştı, muttakilerden sonra kâfirleri ve münafıkları zikretmişti.
Burada da aynı usulü takip ediyor. Apartmanlarda yaşayanlardan, önce Allah’ı zikredenleri anlatmış sonra küfreden kimselerden bahsetmiş. Araya أَلَمْتَرَ getirerek üçüncü binyılda bunların ortaya çıkacağını bildirmiştir. Şimdi de Bakara’da olduğu gibi burada münafıkları anlatmaktadır. Orada nâsdan “iman ettik” diyenler vardır, onlar iman etmemişlerdir şeklinde beyanda bulunmuştur. Burada ise doğrudan “derler” diyor وَ harfı ile atfediyor.
Üçüncü binyılın özelliği olarak kimse Allah’ı inkâr etmeyecek, herkes onaylayacak. Yirminci yüzyıl tarih olmuştur. Dinlere karşı girişilen savaş sonunda artık Marksistler bile Tanrı’ya karşı savaş açmaktan vazgeçmişlerdir. Bu asrın sonunda zannediyorum insanlık Kur’an düzenini anlayacak, bütün ilahi kitapların aynı şeyleri söylediğini kabul edeceklerdir. O sebeple burada مِنَالنَّاسِيَقُولُونَ denmemektedir.
Bizim yorumları kabul etmeyenler güçleri yetiyorsa başka açıklamalar getirsinler. Belki onlar daha doğru açıklama getirirler.
آمَنَّا بِاللَّهِ
EAvManNAv BielLAvHi (EaFGaLNAv BielLAvHı)
“Allah’a iman ettik”
Bakara’da söylediklerini burada da aynen söylüyorlar. Orada insanların bir kısmı demişti, burada bütün insanlar genel olarak Allah’a iman ettiklerini söyleyecekler demektedir.
وَبِالرَّسُولِ
Va Bi elRaSUvLı (Va Bi eLFaGUvLı)
“Ve resule”
Bakara’da ahirete yemin edilmiştir. Burada ise resule denmektedir.
Her bucağın bir resulü (başkanı) olacaktır. Resulü/başkanı beğenmeyenler bucaklarını değiştireceklerdir. Sonunda bir topluluk başkana itaat ederse o topluluk yaşayabilir. Topluğun başkanı varsa topluluk da vardır. Anaç arı yok olunca yüzbinlere varan arı kovanı söner.
O günkü insanlar ahirette sorumluluğa inanmıyorlardı. Bütün insanlığa o ayet hitap etmiştir. Bu sure üçüncü binyılın geçişini anlatmaktadır. Üçüncü binyılda hicret demokrasisi ile sorunların çözülmesini anlatmaktadır. Başkan sayesinde demokratik olarak topluluk yönetilir. Başkan kendisi iş yapmaz, başkan kurumlar arası dengeyi sağlar.
Bu dengenin nasıl sağlanacağı bundan sonraki ayetlerde anlatılmaktadır.
وَأَطَعْنَا
Va EaOaGNAv (Va EaFGaLNAv)
“Ve itaat ettik”
Kur’an’da tek başına Allah’a itaat ediniz emri yoktur, resulle beraber emreder.
Meclis doğrudan icraya karışmaz. Meclis sözleşmeler yapar, görevlileri atar, onları denetler, gerektiğinde hakemlere gider ama topluluk doğrudan yönetimi icra edemez. Kıyam (kayyumluk tecezzi etmez) burada وَ ile atfedilmiş ama kime itaat edileceği bildirilmiştir. Anayasamızda başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde mündemiçtir. Meclis adına devlet başkanı komuta eder hükmü vardır. Bunun uygulamadaki şekli budur. Başkan emreder. Eğer yasalara uygunsa emri yerine getirir, getirmezse sorumlu olur. Yasalara uygun değilse yerine getirmez. Getirirse o sorumlu olur. Böylece başkanın emirlerine uyulacaktır ama yasalara uygun emirlerine uyulacaktır. Yoksa yargı karşısında sorumlu olur. Bundan dolayıdır ki yönetimin cezalandırma yetkisi yoktur.
Cengiz Demirci ısrarla başkanın sürme yetkisi olmamalıdır demektedir; ısrarında haklılık payı vardır.
ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِنْهُمْ
ÇümMa YaTaValLAy FaRIyQun MiNHuM (ÇümMa YaTAFagGaLu FaGIyLun MiNHuM)
“Sonra onlardan bir ferik tevelli eder”
Burada ثُمَّ getirilmiştir. Yani baştan söyledikleri zaman inanmaktadırlar, samimidirler. Sonra uygulama başlayınca vazgeçmeye çalışırlar.
Bugünkü anayasalar böyledir. Önce doğrular yazılır, sonra hakem kararı ve özel şartlarla o karardan vazgeçilir. Böylece söyleyenlerin hepsi vazgeçmez bir kısmı vazgeçer.
Baştan Adil Düzen’i kabul ettikleri halde sonradan vazgeçenleri ne kadar beliğ bir şekilde tasvir etmektedir. Bizim çalışanlarımız da böyle yapıyorlar. Önce ortaklık sistemini kabul ediyorlar ama uygularken bir türlü ortaklığa yanaşmıyorlar. Bu durum o kadar yaygın hal almıştır ki tevelli etmeyen kaç kişi kaldık diye tereddüde giriyoruz. Ayet açıkça söylüyor, hepsi değil bir kısmı vazgeçecektir. Demek ki Millî Görüşçüler de, AK Partililer de, Risaleciler de, S. Tunahan gurubundakiler de; hâsılı bunlar da hala Adil Düzencidirler. Hakkın hadimleridirler. İçimizden bir kısmı tevelli etmiştir.
مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ
MiN BaGDi ÜAvLiKa
“Bundan sonra”
ثُمَّ kullanmış, bir de مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ ile teyit etmiştir.
Şimdi bu anda tevelli etmeyen grup görünürde yoktur ama bu ayet bize haber veriyor ki bir gün gelecek şahlanacaklardır.
وَمَا أُولَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ (47)
Va MAv EuLAEiKa Bi eLMuEMiNIyNa (Va MAv EuLAEiKa Bi eLMuFGıLıYNa)
“Ve onlar mümin değildirler.”
Burada هُمُالْمُؤْمِنُونَ veya مِنَ الْمُؤْمِنِينَ veya مُؤْمِنُونَ nekre olarak gelmesi beklenirken, marifeli olarak بِالْمُؤْمِنِينَ denmektedir.
آمَنَّا deyip tevelli edenler müminlerden değildirler denmektedir.
Siz Akevler camiası, siz bu seminerleri okuyanlar; geçirdiğiniz büyük sıkıntılara ve baskılara rağmen bırakmadınız, Adil Düzen’e ve ortaklık sistemine olan imanınız devam etti.
YORUM
İslam var, iman var.
İslam; birisi “ben müslim oldum” dedikten sonra o müslimdir, diğer bütün hak ve vecibelere ehil olmuş olur. Ahirette de tüm yaptıklarının hesabını verir. İyilik tarafı onda bir bile olsa cennete, diğerleri ise cehenneme gideceklerdir. Müminler ise bu dünyada imtihan olunacaklar, gerçek mümin olup olmadıkları denenecektir.
“Ben müminim” dediği halde islam derecesinden iman derecesine yükselmeyenler vardır. Bugünkü insanların çoğu böyledir, müslim olmuşlardır ama sıkıntılara dayanamadıkları için iman derecesine çıkamamışlardır.
Müslim iken iman ettiklerini söylemişlerdir. Allah da bunları denemiştir. Tevelli etmeleri için şeytanı ve şeytanın taifelerini görevlendirmiştir. Kişiliklerini imandan çıkarıp müslim seviyesinin de altına indirmişlerdir. Çıkarları sebebiyle günah işlemeye başlamışlardır. Bu ayet onlardan bahsetmektedir.
Müslimler gerçekten iman etmemişlerse iman ettik dememeleri gerekir. Yani sıkıntılara katlanamayacaklarsa bu şerefli görevleri yüklenmemeleri gerekir. Şerefli görevi kabul etmeseler de İslamlıkları ile dünya ve ahirette saadete ererler. Dereceleri azalır ama bu şerefli görevi yüklenenler artık sıkıntılara katlanmalıdırlar. Kimse asker olmak zorunda değildir. Bedeli vererek müslim olarak kalır. Ama bir defa asker olduktan sonra “ben vazgeçtim” diyemez; vazgeçtim derse artık o ülkeyi terk etmesi gerekir. Hele savaşta savaşmayı bırakmak ihanet kabul edilir ve öldürülür.
Kur’an düzenine hizmet etme amacıyla birçok kimse harekete geçti. Akevler, Millî Görüş, Risale grubu böyle oluştu. Bugün çoğu beklemede. Yeniden harekete geçme zamanıdır. Bu sure bize ne yapmalıyız ki cihadımıza yeniden dönelimi anlatmaktadır.
Biliyorum ki cihada dönmek isteyenlerin başında Erdoğan’la Gülen vardır. Bu ayetler başta onlara hitap etmektedir. Küçülün ve Akevler camiası içine dönünüz. Cihadın içinde olan bu kardeşlerimiz bir türlü bir şey yapamıyorlar. İşte bu ayetler bize bugün cihat içinde olan iman etmiş olan kimselere yol göstermektedir.
İman ettim dediğimiz halde uygulamaya gelince bunu başaramıyoruz. Hepimiz sıkıntıdayız. Ayetleri okuduğumuzda ne yapacağımızı öğrenmiş olacağız.
Öz Türkçe ile:
“Ve Allah’a ve elçisine inandık, dinledik derler sonra onlardan bir bölüm bunun arkasından sırtını çevirir. Onlar inananlar değillerdir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Allah’a ve resulüne iman ettik ve itaat ettik diye kavl ederler sonra onlardan bir ferik ondan sonra tevelli eder. Onlar mümin değillerdir.”
Va YaQUvLuNa EAvManNAv BielLAvHi Va Bi elRaSUvLı ÇümMa YaTaValLAy FaRIyQun MiNHuM BaGDi ÜAvLiKa Va MAv EuLAEiKa Bi eLMuEMiNIyNa
وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُولَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ (47)
***
وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ
Va EiÜAv DuGUv EiLay elLAHi (Va EiÜAv FuGiLUv EiLay elLAvHı)
“Ve Allah’a davet edildiklerinde”
Buradaki وَ harfi tevelli edenlere atıftır, ayrı müessese anlatılmaktadır.
İnsanlık devlet aşamasından önce 50 bin yıldan fazla yaşadı. Hakemlere başvurma onlarda da vardı. Çoğu zaman hakemlerin kararına taraflar uyardı. Uymazlarsa savaş başlar ve müeyyidesi savaş olurdu. Kişi yönetiminde on bin civarındaki kabilelerin birer başkanı bulunurdu. Başkan kabilesindeki kişileri tanırdı. Sonunda sorunlar ona götürülür, sorunu başkan çözer ve uygulardı. Yazılı kuralları yoktu, kabilenin örfleri ile hükmedilirdi.
Devlet aşamasına Nuh Peygamber zamanında gelindi. Siteler büyüdü veya siteler arası ilişkiler çoğaldı, kabile başkanının sorunları çözmesi yeterli olmadı. İşte şeriat düzeni o zaman ortaya çıktı. Çıkan ihtilaflarda taraflar birer hakem seçerler. Bunlar nizalara bakarak karar verdiler. Hakemlerin kararlarına herkes kendisi uyardı. Hakem kararlarına uymayanları kararlara uymaya zorlama işini devlet yüklendi. Devlet silahlı birlikler oluşturdu ve hakem kararlarına uymayanlar bunlar tarafından zorlandı.
Bu sistem zamanla daha da geliştirildi. İbrahim ve Musa Peygamberler tarafından kurumlara dönüştürüldü. Kur’an ise bu kurumlara son şeklini verdi.
Bununla beraber hakemlik sistemi genelde teoride kaldı. Yine kabile başkanları doğrudan davalara bakmaya başladı. Halife Ömer bunu kaldırdı, yerine merkezden atanan başkanlar dışı kadıları atadı. Kadı bağımsızdı. Bugüne kadar Halife Ömer’in uygulaması geçerli oldu. Batı bunu kuvvetler ayrılığı olarak benimsedi.
O günkü teknoloji o sistemi zorunlu kılıyordu. Bugün ise kadılık sistemi son bulmaktadır. Kur’an hâkimlerden değil hakemlerden söz etmektedir. Nizalarda birinin ehlinden bir hakem, diğerinin ehlinden diğer hakem atanır demektedir. Sonra hakem heyetinden çoğul sigası getirilmektedir. O halde heyet üç kişidir, başhakem vardır. Bu hakemlerin hakemidir yani iki hakem anlaşamazsa başhakemin dediği olur, dolayısıyla başhakemi hakemler seçer.
Yargının safhaları vardır. Hakemlik devletin asli görevidir. Dolayısıyla taraflardan ücret talep edilemez. Soruşturmacıların ve hakemlerin ücretleri kamu bütçesinden karşılanır. Bundan dolayıdır ki cümle إِذَاile başlamaktadır. Demek ki öyle bir kurum vardır ki o davet yapmakla yükümlüdür. إِنْ olsaydı davet edilirse olurdu. Meçhul sigasını kullanmıştır. Demek ki davet eden başkan değildir. Kimdir bunlar?
Dayanışma ortaklıklarıdır. Velilerdir. Davacı ve davalı dayanışma sorumlularına başvurur. Dayanışma sorumluları soruşturmacıları atar, hakemleri atar. Taraflar dayanışma sorumlularını değiştirerek istedikleri kimseleri hakem yaptırabilirler. Hakemlerin ücretleri dayanışma sorumlularınca ödenir. Bütçeden bunlara pay ayrılır.
وَرَسُولِهِ
Va RaSuvLiHIy (Va FaGUvLiHIy)
“Ve resulüne”
Harfi atıf oldukça ikisinin beraber olması şarttır. Yani yargılamayı tek başına ne başkan yapar, ne de tek başına kamu meclisi yapar. İkisini temsil eden bir kurumun olması gerekmektedir. Bu kurum nedir? Tarafların seçtiği hakemler ve soruşturmacılardır.
Sonunda başkan kararları infaz eder.
Tarafların seçtiği hakemler şartını nerden çıkarıyoruz?
Kişi Allah’ın halifesidir. Kendisi ile ilgili konularda Allah (topluluk) adına karar vermek kendisinin yetkisindedir. O halde bizzat kendisi kendisine hakemlik yapamayacağına göre vekilini seçmesi gerekir. Başhakem de hakemlerin vekilidir. Ne var ki kamu kararlarında karar vermeden önce karar verme yetkisine sahiptirler ama kararlardan kimse rücu edemez. Azmettin artık tevekkül gerekir. (Ali İmran 3/159 gereği, فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ)
لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ
Li YaXKuMa BaYNaHuM (Li YaFGuLa FaGLaHuM)
“Beynlerinde hükmetmesi için”
Demek ki insanları hakem kararlarına davet eden bir kurum varmış. Bunlar Allah ve resulünü temsilen karar vermektedirler. Başkan kendisi karar vermiyor, topluluk da karar vermiyor, ikisi birlikte ortak vekiller seçiyorlar. Yani taraflar azledemeyecekleri ortak vekiller seçiyorlar ve bu vekil Allah (topluluk) ve resulü (başkan) adına hüküm veriyor.
Kur’an’da “Allah ve resulü” terkibi geçerse, onu hakemler kurulu olarak anlarsak, tüm devletin yapısını ve görevini çok iyi anlarız.
إِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ
EiÜAv FaRIyQun MiNHuM (EiÜAv FaGIyLun MinHuM)
“Onlardan bir ferik”
Burada فَرِيقٌ kelimesi nekre gelmiş, ayet وَإِذَا ile başlamıştı.
O halde yukarıdaki فَرِيقٌ başka bu فَرِيقٌ başkadır.
Yukarıdaki ferikte بِاللَّهِ ile yasalar, بِالرَّسُولِ ile de yönetim kastedilmiştir. Burada ise yargıya muhalefet edenler kastediliyor. Aynı kimseler değildir, farklı kimselerdir.
فَرِيق sıfatı müşebbehedir. Fırkadan farkı örgütlenmiş grup olmasıdır. Bir taraftan yasalara ve yönetime karşı olan gruplar vardır. Bir taraftan da hakem kararlarını tanımayan gruplar vardır. Bunlar iman ettik dedikleri halde iman etmemiş kimselerdir.
Buradaki إِذَا ise إِذًا manasındadır. Kur’an’da birkaç yerde bu şekilde geçer. Farkı kendisinden sonra fiil değil de isim gelmesidir. Aniden karşılaşma demek hemen kaçınırlar demektir.
مُعْرِضُونَ (48)
MuGRiDUvNa (MuFGiLUvNa)
“İ'raz edenler”
Hakem kararlarına razı olmazlar.
Akevler’de birçok sorun hakemlerle çözülmüştür. 50 yıldan beri yaşaması hakemler sistemi sebebiyledir. Sırf Akevler’in hakemlerini işlevsiz bırakmak için iş mahkemelerine bakan yüksek yargı tahkim hükmü kooperatiflerin iş anlaşmalarına ‘uygulanamaz’ hükmünü getirdi. Ama dünyadaki gelişmeler ve biraz da Batı’nın baskısı ile hakemlik tekrar faaliyete geçince halen uygulanmaktadır. Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi’nin ana sözleşmelerinde açıkça yer almıştır.
Bugün birçok arkadaş İzmir Akevler’deki bazı arkadaşların yaptığını bahane ederek toplantılara katılmamaktadır. Örnek olarak Harun Özdemir İzmir’deki yönetim kuruluna katılmamaktadır ama davetli olduğu zaman gelmektedir. Bu yanlıştır. Bir arkadaş yanlış yapıyorsa onu uyarırsın, dinlemezse hakemlere gidersin.
Bugün yalnız İslam camiası değil, ehli hak birleşme yollarını aramaktadır. Tek araç hakemliktir. İnsanlık hakemlik müessesesini çalıştırmakla üçüncü binyıla barış içinde girer. Suriye anayasası hakemlere dayanmalıdır. Erdoğan’la Gülen hakemlere gitmelidir.
Süleyman Akdemir çağdaş hukuki sorunlara çözüm bulmak amacıyla bir tahkim hizmeti ortaklığı sistemini önermeyi düşünmektedir. Lütfi Hocaoğlu bilgisayar hizmetleri merkezini kurmalıdır. Tayibet Erzen ortaklık muhasebesi merkezini kurmalıdır. Genel Hizmet Merkezlerini oluşturmaya başlamalıyız, 25 Genel Hizmet için 25 hizmet merkezini kurmalıyız.
Elli senelik çalışmalarıyla bizim nesil bunların hepsinin kitaplarını hazırladı. Şimdi size okumak, anlamak, eksiklikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek ama mutlaka uygulamaya geçmek düşmektedir.
YORUM
Allah’a itaat etmek şeriatın hükümlerine uymak demektir, içtihat yapıp içtihada göre amel etmek demektir. Resule itaat etmek demek başkalarının içtihatlarına saygı göstermek, onların yetkileri dâhilinde olanlarda da onların içtihatlarına uymak demektir. Resul burada örnektir, yetkisi dâhilinde içtihatlarına kendisi uyduğu gibi uyması gerekenler de uyarlar.
Bu surede birkaç yerde “Allah’a ve resule beynlerinde hükmetmesi için davet olunduklarında” denmektedir. Baştan iman ettik dedikleri halde mümin olmayanların bir kısmı hakemliği kabul etmemektedir. Bugünkü hukuk mevzuatında hakemlik kabul edilmiştir. İsteyenler daha sözleşme yaparken hakemlik maddesini koyarlar. Artık taraflar o hususta çıkan ihtilaflardan mahkemeye gidemezler, hakemlere giderler. Yani bugün beşeriyetin uygulaması serbesttir. İsteyenler hakemliği kabul ederler ve mümin olurlar. İsteyenler hakemliği kabul etmezler, gücü yetenin kararlarına uyarlar.
Bugün hakemliği sözleşmelerinde bilerek yazmayanlar veya hakemliğe davet olundukları halde kabul etmeyenler mümin değildirler. Ben söylemiyorum, işte bu ayetler söylüyor. Ayetteki Allah ve resulünü hakem olarak anlamazsanız o zaman Allah şimdi bize görünmemektedir. Resul ise ölmüştür. O zaman da Kur’an’ın bize hiçbir emri kalmaz. “Siz” hitabı da Sahabelere olur. Bizim için de sadece “inandık” demek kalır.
Öz Türkçe ile:
“Ve Allah ve elçisine aralarını kessin diye çağrıldıklarında onlardan bir bölüm yan çizenler olurlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Allah’a ve resulüne, onların beynlerinde hüküm vermesi için davet edildiklerinde, onlardan bir ferik i’raz edenlerdir.”
Va EiÜAv DuGuv EiLay elLAHi Va RaSuvLiHIy LiYaXKuMa BaYNaHuM EiÜAv FaRIyQun MiNHuM MuGRiDUvNa
وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ (48)
***
وَإِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ
Va EiN YaKuN LaHuMu eLXaqQu (Va EiN YaFGuLu LaHuMu eLFaGLu)
“Ve Hak onların olursa”
وَإِنْكَانَ olarak da gelseydi aynı anlamı taşırdı. Şart maziyi de gelecek zamanı da içerir.
إِنْكَانَ ile إِنْيَكُنْ arasında ne fark vardır?
إِنْ أَتَى أَحْمَدُ لَهُ خَمْسَةٌ derseniz, “Ahmet gelirse onun beş lirası var.” demektir. Bu sadece bir geliş karşılığıdır. فَلَهُderseniz her geliş için beş lira var demektir. Cevabın başına ف cevap edatının gelmesi sebep-sonuç ilişkisini kural haline getirir. Şimdi إِنْ يَأْتِ لَهُ خَمْسَةٌ derseniz fiili muzaride istimrar gerektiği için devam ederse birkaç defa gelirse anlamı çıkar. En az iki veya üç defa gelmesi beş lirasını hak eder ve bir defaya mahsus olmak üzere hak eder demektir. إِنْ يَأْتِ فَلَهُ خَمْسَةٌ derseniz periyodik gelişleri ifade eder ve her periyot için beş lirayı hak eder demektir.
Burada başka bir anlam yükleyeceğiz. إِنْكَانَ olsaydı hakemler karar verdiklerinde hak onların olsa anlamı çıkar. يَكُنْ ile gelmesi kendi kanaatlerince de haklı iseler o zaman adaletle hükmedene koşa koşa gelirler anlamı çıkar. Yani burada kastedilen; hakemlerin kararıyla haklı çıkarlarsa değil de haklı iseler ve haklı olduklarını biliyorlarsa hakemlere gelirler, değilse kabul etmezler. Erdoğan’la Gülen haklı olsalar onlar hakemlere talip olurlar. Herkes bilir ki hakemler Akevler’den olursa adaletle hükmederler. Bunun için iki taraf da Akevler’in hakemlik teklifini reddetmişlerdir.
15 Temmuz’u ne Gülen ne Erdoğan yaptı ama 15 Temmuz’u Gülen ile Erdoğan’ın siyaseti yaptı. Sonunda 15 Temmuz’un mübaşiri taraflar değildir ama müsebbibidirler. Hakemler sorunları çözdüğü zaman iki taraf da borçlu olurlar. Kime? Birbirine değil, hizmete. İki tarafın da Kur’an düzenine ödeyecekleri vardır. Bunu bildikleri için hakemlere gelmemektedirler.
يَأْتُوا إِلَيْهِ مُذْعِنِينَ (49)
YaETUv EiLaYHi MuÜGıNyNa (YaFGaLUv EiLayHi üFGıLIyNa)
“Müz’inler olarak ona ityan ederlerdi.”
Buradaki zamir (إِلَيْهِ) hakemlere gitmektedir. Allah ve resule hükmetmeleri için gelirlerdi.
Her ayette bir merkez kelime vardır. Ayet o kelime için nüzul etmiştir. Bu ayette de merkez kelime مُذْعِنِينَ‘dir. Ayeti bu kelimenin çevresinde yorumlamalıyız.
ذقنçene altı demektir.
ذعن çeneyi göğse yapıştırma yani itaat etme işaretidir.
ذعن 1, ذقن 3 defa geçer. Toplam 4 (22) eder.
ذ işaret, ع etki, نbelirsizlik demektir.
Kur’an’da bir defa geçen kelimeler naklen değil aklen yorumlanmalıdır.
YORUM
İnsanın değişik ruhi durumu vardır. Kur’an bunları birer kelime ile ifade eder. Bazen kelimeleri bir defa kullanır. Bunlar Araplar tarafından fazla kullanılmayan kelimelerdir. Bu kelimeler Lisanu’l-Arap’ta dahi açıklanmamış kelimelerdir. Biz bunu şöyle açıklıyoruz. Siz başka mana verebilirsiniz ama hiç mana vermemek verenlere üstünlük sağlar.
Bir konu üzerinde ilgilendiğiniz zaman başınızı biraz ileri çıkarır, gözlerinizi oraya diker, kulaklarınızla dikkat kesilir ve dinlersiniz. İnsanda bu durum sık olmaz. Genellikle çok uzun zaman da devam etmez. Bu kelime bu durumun süren etkisini ifade etmektedir. Kişi onu konu edinir ve her konuyu sonunda oraya getirir.
Ben şimdi yüz lojmanlı işyeri apartmanlarındaki hayat ile ortaklığa kilitlenmiş bulunuyorum. Sıradan insanların böyle meşgaleleri yoktur. Kötü ruhlu insanların başkalarını rahatsız etmekten zevk alma hastalığı vardır. Birini korkuturlarsa kendilerini başarılı görürler. Davacı olma hastalığı olanlar vardır ve davayı kazandıkları zaman zevk alırlar. Başkalarını rahatsız etmek bugün meslek haline gelmiştir.
Öz Türkçe ile:
“Ve onlara gerçek olursa, ona boyun eğenler olarak gelirler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onlara hak olursa, ona muzi’n olarak ityan ederler.”
Va EiN YaKuN LaHuMu eLXaqQu YaETUv EiLaYHıy MuÜGıNyINa
وَإِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُوا إِلَيْهِ مُذْعِنِينَ (49)
***
أَفِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ
Ea FIy QuLUvBiHiM MaRaWun (Ea FIy FuGUvLıHıM FaGaLuN)
“Yoksa kalblerinde bir maraz mı var?”
قَلْب merkez demektir. Bizim yürek dediğimiz kalp cevfteki merkezdir. Kan dolaşımının merkezidir. Beynimiz sadrdaki yani baştaki kalptir. Toplulukların da merkezleri vardır. Ayrıca dayanışmaların merkezi vardır. Hizmetlerin merkezi vardır. Bunların hepsi kalptir.
مَرَضٌ kelimesi tekil gelmiştir. Eğer insanların kalbinden bahsetmiş olsaydı مَرَض değil أَمْرَاض gelmesi gerekirdi. Çünkü herkesin ayrı kalbi olduğu gibi kalplerinin hastalığı da ayrı ayrıdır.
Yoksa onların merkezlerinde bir hastalık mı vardır?
Hakemlerin kararlarının Yargıtay’ca onaylanması ile rahatlarlar. Kanuna uymayan olaylarda karar vermek için olaya madde bulamayınca olayı maddeye göre senaryo ederler. Avukatlar da buna itiraz edemez. Çünkü o davada haklı olabilir ama başka davaları artık kazanamaz. Burada hastalık vardır. Bu sebepledir ki olaylara çözüm bulan avukatları hâkimler çok severler. Akdemir’in davaları kazanmasının başlıca sebebi İmam Hatip mezunu olduğu ve Akevler’de fıkıh usulü derslerini çalıştığı için maddeler bulabilmesidir.
Hakemlik sisteminin Türkiye’de ve hatta dünyada çalışmamasının sebebi hukuk düzeninin henüz hakemler yoluyla çözümünü hukuk merkezlerinin bilmemesidir. Akdemir’e hakemler merkezini kurmasını bunun için önerdim. Merkezi sistemin yanlışlığı buradadır. Olaylara çözüm bulamayınca olayları maddelere göre hikâye yolunu tutarlar.
Buradaki soru edatı neden hakemliği kabul etmiyorlar şeklindedir. Çünkü merkezi yönetim çöker. Mahkemeler merkeze bağlı olmaksızın kararlar vermeye başlar. Ondan dolayıdır ki bugün Yargıtay hakemlerden oluşmaz. Yargıtay hakem kararlarını itiraz yoluyla inceler, kabul veya reddeder.
Kur’an düzeninde yüksek mahkemeler yerel hakemlerin verdikleri kararları bozmaz. Ancak hakemleri mahkûm eden hakemlerden oluşur. Yüksek hakemler yine kendilerini muhakeme ederler.
أَمِ ارْتَابُوا
EaM iRTAvBUv (EaM iFTaGiLUv)
“Yoksa irtiyab ederler”
رَيْب bulanıklık demektir.
Mevzuatın çokluğu, aralarında çelişkilerin bulunması, mevzuat yoluyla sorunlar çözülemeyince çözüm Yargıtay kararlarına uymak olur. Böylece yargı yerine yönetim kaim olur. Yüksek yargı organları mevzuat bolluğu ve çelişkiler içinde istediklerini seçerler ve bir içtihat hukuku oluşur. Çıkarılan kanunlar biraz sonra yargı kararları ile etkisiz hale gelmektedir.
ارْتَابُوا fiili iftial babıdır, kendi kendini bulandırma anlamındadır; yani hukukçular kendilerinden şüphe içinde midirler ki hakemlik yerine herkes hâkimliği tercih ediyor. Hakemlerin adil karar vermeyeceğinden mi rayb içindesiniz?
أَمْ يَخَافُونَ أَنْ يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ
EaM YaPAvFUvNa EaN YaXIyFa elLAvHu GaLaYHiM (EaM YaFGaLUvNa EaN YaFGaLı elLAHu)
“Allah’ın onların üzerine hayf etmesine mi havf ediyorlar?”
حَيْف yensiz gömlek demektir. Gömleğin ön ve arka tarafı ve çevirme anlamına gelir. حول ile yakınlığı vardır.
“Havf (ha)” ağaç yaprağı demektir.
حيف Kur’an’da 1defa geçer. حيم de 1 defa geçer. Toplam 2 eder.
ح hareketi, ي kolaylığı, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.
Allah ve resulün hükmetmesi hakemlerin hükmetmesidir. Daha önceki klasik tefsirciler Allah ve resulünden sonra tekil zamir gelmesini resulün hükmetmesi şeklinde yorumluyordu. Biz ise Allah ve resulü bir şeyin adıdır, o da hakemlerdir, onun için tekil gelmiştir demiştik. Burada bizim yorumumuz teyit edilmektedir. عَلَيْهِمْ demekte, o halde hükmedenin merkezinde resulden önce Allah yani topluluk varmış.
Topluluklarda herkes birbirini tanımaktadır. Eğer hakemlerden biri adil olmayan bir karar alırsa o toplulukta dışlanır. Onu şerefsiz insan sayarlar. Elin ağzına düşmemek için adil hükmetmek zorundadır. Bu sebepledir ki mahkemeler bucaklarda kurulur. Halkın tanıdığı hakemler kararlarını verirler ve infaz orada yapılır. Böylece halkın maşeri yani sosyal baskısı hakemlere doğru karar vermeyi zorunlu kılar. Eğer bir bucak halkında böyle adalet baskısı yoksa bir müminin yapacağı iş o bucaktan hicrettir.
وَرَسُولُهُ
(Va RaSUvLuHUv (Va FaGUvLuHUv)
“Ve resulü”
Bir yerde yönetici iseniz karar mevkiinde iseniz, haklı kararlar almanız söz konusu ise size kimse karşı çıkmaz. ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz’ tabiri budur. Yeter ki yargının hukuka göre karar verdiğinden halk emin olsun. O zaman insanlar şeriat ne diyorsa o yapılıyor der ve halk sabırla kararları kabullenir.
Eğer başkan hâkimleri tayin eder bir de baskı yaptığı varsayımı yaygınlaşırsa, işte o zaman herkes başkana karşı çıkar.
Akevler’de sorunları hep hakemlerle çözdük. Çoğu zaman da aleyhimizde karar verdiler. Bir hızar makinesini kiraladım. Aramızda niza çıktı. Hakemlere gidelim dedim. Beni en çok destekleyen İsmail Alkan’ı hakem yaptım. O da kabul etti. Sonunda yüzde yüz haklı olduğum yerde aleyhime karar verdi. Derhal uydum. Neden aleyhime karar verdi? Orada kalıp didişme çok daha zararlı olacaktı da ondan. Ondan sonra prensip edindim. Birisi zulmetti mi sabrederim, ona davacı olmam. Onların hepsi batmıştır. Ama bizim ortaklığımız devam ediyor.
Sizlere de tavsiye ederim. Çıkacak her türlü nizalarda mutlaka hakemlere gidin. Hakeminiz aleyhinize karar verebilir. Ona uyun. Hakemlerin kararına uyduğunuz için sizin itibarınız o kadar yükselir ki oradaki zararınızı on defa çıkarırsınız.
Bana İzmir Akevler’deki arkadaşlarımı şikâyet edenler oluyor. Onlara tek cevabım vardır. Bana anlatıyorsun ama sen bile hakem seçmiş değilsin. Hakemlere gidin. Hakem kararlarına İzmir Akevler uymazsa o zaman bana gelin, ben arkadaşlarımı uyarayım. Ama şimdi arkadaşlarımın sana hak vermeleri mümkün değildir. Böylece onlar da bana darılmadan, kızmadan gitmektedirler. Hakemler sizin ana dayanağınız olsun.
Şimdi Recep Tayyip Erdoğan Gülen’e karşı hakem seçse, Gülen de mukabil hakem seçecektir. Hakemlerin ikisi birlikte başhakemi seçebilirler. Akevler camiasında başhakemlik yapacak her iki tarafın da itimat ettiği en az on kişi vardır. Onların vereceği kararı uygulasa Erdoğan nebiler seviyesine yükselir, insanlığa örnek olur, dünyaya hakemliği tebliğ etmiş olur. Allah’ın Erdoğan’a verdiği en büyük fırsattır bu.
AK Parti, düşmanlarından Dolar dilenerek varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Çok üzülüyorum. AK Parti’ye karşı olduğumdan değil, tam tersine onların yanında olduğum için. Yoksa ben de Nuh’un yaptığını yapabilirdim, “Dinlemiyorlar artık gark et.” diye dua ederdim.
بَلْ أُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (50)
BaL EuLAvEiKa HuMu elJAvLiMUvNa (BaL EuLAvEiKa HuMu eLFaGIyLuvNa)
“Doğrusu onlar zalimdirler.”
Her iki taraf önce birleşmiş ve Millî Görüş ile Akevler’e zulmetmişlerdir. Cemaatlerini Akevler’den uzak tutmak için her ikisi akla gelen her şeyi yapmışlardır. İkisi de Akevler’e ve Erbakan’a zulmetmiştir. Yetmemiş, sonra yöneticiler anlaşmış cemaatlerine zulmetmişlerdir. Sermaye’nin fitnesi ile birbirlerine zulmetmişlerdir. Şimdi de karanlıklar içindedirler. Asıl 15 Temmuz failleri Türkiye’nin dışında fitne fesada devam ediyorlar. Samimi Risaleciler ise ya işinden olmuş, ya hapis, ya da Türkiye’ye gelemiyorlar.
Hiç tereddüt etmeden, Kur’an’ın bu ayetine dayanarak, siz hakemliği kabul etmedikçe zalimsiniz diyorum.
YORUM
Müminlerin diğer insanlardan farkı, müminlerin Allah’ın varlığını kabul etmiş olmaları ve tüm davranışlarını Allah’ın emirlerine göre yapmaya çalışmalarıdır.
Peki, bir mümin Allah’tan nasıl emir alır?
Herkesin kendine göre ilahi kaynağı vardır. Kimileri Allah’la irtibatı olduğuna inandıkları kişilere bağlanırlar, onların söylediklerini Allah’ın emri kabul ederler ve o yolla Allah’ın emrine girerler. Onlar için sorun o kişiyi seçmedir.
Ehlisünnet ve-l cemaat denilen Sünnilerin belirlediği yol vardır. Son nebinin vefatından sonra bunlar yönetime hâkim oldular. Halifeler Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali zamanında bir anlayış ortaya çıktı. Bu otuz senelik uygulamadan sonra fetret devrine geçildi. Artık halifeler halk tarafından seçilmiyor. Babadan oğluna intikale başlanmıştır. Bunun Kur’an yolu olmadığını, sahabelerin yolu olmadığını herkes biliyordu.
O zaman Müslümanlar Allah’ın şeriatını başka bir sistemle öğrenme yolunu tuttular. Bu da içtihattır. Zamanla oluşan ve büyük çoğunluk tarafından kabul edilen bu sistem şudur. İnsan Allah’la irtibatı dört yoldan sağlar.
Kur’an’la irtibat kurar. Herkes Kur’an’ı okur, ondan aldığı emirleri Allah’ın emri kabul eder ve ona göre hareket eder. Peki, Kur’an’ı nasıl anlayacaktır? Allah herkese akıl vermiş, ilim vermiş. Aklını kullanarak ilmin verileri içinde Kur’an’ı doğrudan kendisi nasıl anlıyorsa onun için Allah’ın emri odur. Çünkü Allah herkese içtihadı ile hareket etmesini emretmiş bulunmaktadır.
Kur’an’da bulamadıklarında da Kur’an’ı getiren resulün Kur’an’ı nasıl uyguladığına bakar, onun uygulamasına göre Kur’an’ı anlamaya çalışır. Kur’an’da yeri olmasa bile peygamberin uygulamasını doğru kabul eder.
İslamiyet’i kabul eden bu delilin delil olduğunda muhalefet etmez. Sadece Kur’an’ı farklı görür, kendisine gelen sünnetin doğru olmadığını söyleyebilir. Bunun için müminler şunu kabul etmişlerdir. Herkes kendi içtihadına göre hareket edecektir. Kimse başka kimsenin kendi içtihatlarına uymasını istemeyecektir. Tam tersine sen niye kendi içtihadına göre hareket etmiyorsun diyecektir. Bu anlayış sadece birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü dönemde uygulanmış. Sonra içtihat yasaklanmış, sonra müftüler ve şeyhülislamlar icat edilmiş, Batı da bu bozulmuş İslam anlayışını almaya çalışmış, ekseriyet kararını içtihadın yerine koymuştur.
Demek ki bin senedir İslamiyet’i Sünnilik uyutmuştur, buzdolabına almıştır.
İslam âlemi ikiye ayrılmıştır.
Peki, Müslümanları birleştiren içtihadın dışında bir şey yok mudur?
Vardır, o da icma müessesesidir. Eğer bir gün içtihatlar birleşirse, herkes aynı noktaya gelirse, o icma olur. Ondan sonra herkes içtihada değil de icmaya uymak zorundadır. İcmadan sonra muhalif içtihat geçersizdir. İslamiyet genişleyince yeni icmalar da oluşmaz olmuş, dolayısıyla bu hususta da dördüncü asırdan sonra icmalar oluşmamıştır. İcmalar yeni icmalarla değişmediği için şeriat yönetiminin yerini aklın yönetimi almıştır.
Bu arada içtihadın yapılmasında istishab ve istihsan sistemi geliştirilmiştir.
İçtihat sistemi rafa kaldırılınca hakemlik sistemi de rafa kalkmış, yerine hâkimlik sistemi yeryüzünü kaplamıştır. Bu ayetler bize yeniden içtihat sistemini ortaya koyarken yeniden hakemlik sistemini emretmektedir. Akevler yarım asırdır içtihat sistemini güncellemeye çalışırken hakemlik sistemini de temel dayanak yapmıştır. Böylece ilk uygulaması başarı ile sona ermiş, ne var ki ancak %20 seviyesinde uygulanmıştır.
Uygulanamamasının sebepleri vardır. O gün bugünkü teknoloji yoktu. 1400 senenin beklenmesinin sebebi son elli yıl içinde geçerlidir. 1400 sene uygulandı ve insanlık uygarlaştı. Elli senedir uygulandı ve öğrenildi. Şimdi siz bu seminerleri takip edenler, gelecek elli yılda ilk örneğini vermiş olacaksınız. Böylece içtihat ve hakemlik sistemleri gelmiş olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Yüreklerinde sayrılık mı var yoksa başları mı karıştı yoksa Allah ile elçisinin onlara ayrıcalık edeceğinden korkuyorlar? Doğrusu onlar ezenlerdir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kalplerinde maraz mı var yoksa irtiyab mı ettiler yoksa Allah ve resulünün onların aleyhine hayf edeceğinden mi havf ettiler? Aksine, onlar zalimlerdir.”
Ea FIy QuLUvBiHiM MaRaWun EaM iRTAvBUv EaM YaPAvFUvNa EaN YaXIyFa elLAvHu GaLaYHiM VaRaSUvKUvHu BaL EuLAvEiKa HuMu elJAvKiMUvNa
أَفِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَنْ يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (50(
***
إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ
EinNaMAv KAvNa QaVLa eLMuEMiNIyNa (EinNaMAv FaGaLa FaGLa eLMüFGıLIyNa)
“Müminlerin kavilleri sadece”
İnandıkları halde aralarında hükmetsin diye Allah ve resulüne davet olunduğu halde kabul etmeyenler iraz eden fırkadır. Onların mümin değil, zalim olduğu söylendi.
Şimdi kimlerin mümin olduğunu beyan etmektedir. Hakemliği kabul edenlerin müminler olduğunu, sadece bunların müminler olduğunu beyan etmektedir.
Hakemliği kabul etmeyip zalim olmayanlar da olabilir. Ama onlar zalim oldukları için hakemliği kabul etmemişlerdir. Hakemliğe davet edildikleri halde itaat etmelidirler demiyor. İnsanları hakemlere zorlamak yoktur. Hakemliği kabul edenlere hakemlik yapılır. Hakemliği kabul edenler, sadece onlar müminlerdir deniyor.
إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ
EiÜAv DuGUv EiLay elLAvHi Va RaSUvLiHIy( EiÜAv DuGUv EiLay elLAvHi Va FaGUvLiHiy)
“Allah ve resulüne davet olunduklarında”
Allah’ın hayf edeceği beyanını yaptığında عَلَيْهِمْ kelimesi ve resulünü ayırmıştı. Bunu başka mana kazandırmak için yapmıştı. Allah ayrı, resul ayrı hükmetmeyecek, ikisi birden topluluk adına hükmedeceklerdir. Allah ve resulü birlikte temsil eden biri tarafından hükmedilecek.
Hakemlerin hakemlik yapmaya ehil olan kimseler olması gerekmektedir.
İşte kamunun yargılamadaki görevleri: a) Hakemlik yapacakları eğitmek. b) Hakemliğin hakemlik kuralları içinde yapıldığını tescil etmek. c) Mahkeme ve şahitlerin ücretlerini ödemek. d) Hakemlerin verdiği kararların infaz edilmesini sağlamak. Onun için Allah ve resulü denmektedir. Ancak önce beyan etmelidirler. Yani hakemliği kabul ettiklerini söylemelidirler. Mümin olmaları için bu şarttır. Hakemliğin yapılması için bu şarttır. Hakemini tayin etmezse o zaman hakemler onu yargılayamazlar.
İşte o zaman savaş durumu başlar. Uluslararası ilişkilerde savaşın meşruiyeti hakemliği kabul etmemeleridir. Suriye’de Fransa, İngiltere, Çin, İran herkes hakemlere giderek hakkını talep edebilir. Hakemlerin kararına uymayanlara karşı uyanlar savaşabilir.
لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ
Li YaXKuMa BaYNaHuM (Li YaFGuLa BaYNaHuM)
“Beynlerinde hükmetmesi için”
Buradaki Allah ve resulü birlikte ifade edilmekle ikisi bir olarak hükmedecek manası çıkar. İkisi birini kendilerine vekil atayacak tek kişi haline geçeceklerdir. Böylece ikisi birlikte hükmetmiş olacaklardır. Davacıların seçtiği hakemlere ehliyeti Allah ve resulü verdiği için Allah zaten daha önce seçmiş olur. Davalı ve davacı bunlar arasından hakem seçmekle yargı tamamlanmış olur. Tarafların Allah ve resulüne hükmetmek için davet etmesinin manası budur. Allah ve resulü anlaşmış aranızda çıkan nizaları bunlar çözsün diye. Niza çıkınca da haydi şimdi Allah ve resulünün ortak hakemlerinden birini seçin denmektedir.
أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا
EaN YaQUvLUv SaMiGNAv Va EaOaGNAv (EaN YaFGaLUv FaGıLNAv Va EaFGaLNAv)
“Sem’ ettik ve itaat ettik diye kavletmeleri”
Demek ki önce kamunun belirlediği hakemlerden ortak hakemlerini seçmeleri gerekmektedir. Genellikle taraflar ortak hakemlikte anlaşamadıkları için Kur’an hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçsin demekte, hakemler başhakemi seçmekte, sonra üç hakemden oluşan heyettekiler karar vermektedirler. Son söz başhakemin olduğu için kamuyu ve tarafları temsil eden bir yargı oluşmaktadır.
Bir taraftan insan özgürdür, istediği gibi hareket eder, kendi içtihadı ile hareket eder. Başkalarının içtihatları arasındaki sınır, kendilerinin kamu hakemlerinden seçtiği iki ve onların seçtiği üçüncü hakemden oluşan tahkim heyetiyle belirlenir. Bu karar üstünde bir merci yoktur. Bu karar temyiz edilemez, icra edilir. Mağdur olanlar hakemlere ve şahitlere karşı dava açarlar, eğer haksızlık yapmışlarsa dayanışmaları tazmin eder.
İslam devlet felsefesi budur.
وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (51)
Va EuLAvEiKa HuMuv eLMuFLiXUvNa (Va EuLAvEiKa HuMuv eLMuFGiLUvNa)
“Ve onlar muflihlerdir.”
Bu, kamu düzenini sağlamakla kalmaz. Bu, adaleti temin etmekle kalmaz. Bu aynı zamanda topluluğa ve taraflara refah getirir. Bu konuyu bir örnekle izah edebilmek için canlı bir senaryo vardır, Ali Bülent Dilek’in elli yıl süren davaları vardır.
Bu kadar insan işsiz kaldı, bu kadar zaman israf edildi.
Hakemlik sisteminde işler yargı sebebiyle bir gün bile durmaz. Önce, çıkan nizalar Allah ve resulü (hakemler) tarafından değil de Allah ve resul (icra) tarafından çözülür. Olay sırasında haklı haksızı ayırt etmeksizin işin yavaşlamaması için sorun çözülür. Herkes o andaki başkanın kararını kabul eder ve uygular. Sonra mağdur olanlar Allah ve resulüne yani hakemlere gider ve mağduriyetlerini giderirler.
Akevler Zeki Altuboğa’yı veya bir film yapımcısını desteklemeli ve Ali Bülent Dilek’in davası bir film haline getirilmelidir. Siyasiler ve ilim adamları bu gibi olayları inceleyip çözümler üretmelidirler.
Güngören’e gitmediğimden artık onların ne yapması gerektiğini yazmıyorum, katkı olmayan yerlere akıl vermek istemem.
YORUM
Akevler’in sözleşmelerinde şu hükümler yer alır. Ortaklar ve ortaklıklar arasında çıkan her türlü niza hakemlerce çözülür. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer, başhakemi hakemler seçer. Akevler ortakları ortak olmayanlarla herhangi bir anlaşma yaptıkları zaman sözleşme içine ‘anlaşmazlıklar hakemler yoluyla çözülür’ maddesini koyarlar.
Hakemler yolunu benimsemek demek önce kendi düşen ağlamaz kabilinden olup yargıya saygıyı artırır. Yıllarca süren davalar sona erer. Yarım yüzyıllık davalarla çıkmaza giren hayat kendisine döner. Kişilerin partilerle, seçimle, iktidarla, muhalefetle uğraşmaları bir sonuç vermiyor. Ama hakemlerin hakemlik uygulamaları sonuç vermektedir. Herkes vatandaşları hakemliğe çağırmalıdır.
Semt kooperatiflerine bunun için ihtiyacımız vardır. Semt kooperatifleri yaygınlaşırsa ana sözleşmelerinde hakemlik olduğu için herkes hakemliği kabul etmiş duruma gelir. Hakemliği kabul etmek demek yargının adil olarak çalışması demektir. Devlet demek adalet demek olduğuna göre topluluk böylece işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçecektir demektir.
Sinan Eskicioğlu öğretmenler günü vesilesiyle Hocaların Hocası Süleyman Karagülle diye abartmalı bir yazı yazmış. (S.Akdemir hocaların hocası görüşüne katılmaktadır) Öncelikle ben kimsenin hocası değilim. Hayatımda babam dâhil kimseyi kendime hoca olarak kabul etmedim, ben de kimsenin hocası olmadım. Elde ettiğimiz bilgiler hep birlikte çalışmalarımızın sonucudur. Benim diğer arkadaşlarımdan tek farkım vardır. Ben hep Kur’an’ı anlamaya çalışanlarla çalıştım ve bırakmadım. Benimle çalışan bazı arkadaşlar çalışmalarını bir ara yapıp bıraktılar, piyasada ben gözüktüm.
Bu seminerleri okuyan arkadaşlarıma öneririm. Kur’an’ı anlayıp uygulamaya çalışmak hayatlarında hiç ara vermedikleri işleri olsun. Bu çalışmalarını da diğer çalışanlarla paylaşsınlar. Ama herkes Kur’an’ı kendi anladığı gibi uygulasın. Tedayün, teavün, tebayü, tesaül ayetlerini unutmasınlar.
Öz Türkçe ile:
“İnananların sözü, Allah ile elçisine aralarını kessin diye çağrıldıklarında yalnız ‘işittik ve dinledik’ demeleri oldu ve onlar varlık içinde olanlardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Müminlerin kavli, Allah’a ve resulüne beynlerinde hükmetsin diye davet edildiklerinde sadece ‘sem’ ettik ve itaat ettik’ diye kavletmeleri oldu ve onlar muflihlerdir.”
EinNaMAv KAvNa QaVLa eLMuEMiNIyNa EiÜAv DuGUv EiLa elLAvHi Va RaSUvLiHIy Li YaXKuMa BaYNaHuM EaN YaQUvLUv SaMiGNAv Va EaOaGNAv Va EuLAvEiKa HuMu eLMUFLiXUvNa
إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (51)
***
وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
Va MaN YuOIyGı elLAvHa Va RaSUvLaHUv (Va MaN YuFGıLı elLAvHa Va FaGUvLaHUv)
“Ve kim Allah ve resulüne itaat ederse”
Bundan önce hakemlerden oluşan yargıyı sözleriyle kabul etmeleri yani hakemlerini seçmelerini emretmişti. Hakemleri taraflar seçecek. Ne var ki kamunun hakemlik yapmaya ehil olarak tanıdığı kimselerden seçecekler yani kamunun hakemlerini seçeceklerdir. Yargılamayı bunlar yapacaklardır. Hakemleri seçmek tarafların elinde ama seçtikten sonra artık hakemleri değiştirmek veya hakem kararlarına uymamak ellerinde değildir. Seçmeden önce yetki kendilerinde iken seçtikten sonra yetki artık hakemlere geçmiştir. Kişinin özgürlüğü ile kişinin topluluğun bir ferdi olması durumu olmaktadır.
Hakemlerin azledilemeyeceği ve hakem kararlarına uyma zorunda olunduğu bu ayette çok açık bir şekilde teyit edilmektedir.
Burada bir gerçek daha ortaya çıkmaktadır. Hakemler kamunun da hakemleridir. Artık kamu da hakem kararlarına uymak zorundadır. Yargı üstünlüğü de buradan doğmaktadır. Devlet başkanı dâhil herkes hakem kararlarına uymak zorundadır.
Yargı kararları uygulanır. Mağdur olanların mağduriyeti yeni yargı kararları ile giderilir. Dayanışma ortaklıkları karşılar.
وَيَخْشَ اللَّهَ
Va YaPŞay elLAvHa (Va YaFGaLa elLAvHa)
“Ve Allah’a haşyet ederse”
Bütün bunlar yani yargılama Allah adına yapılmaktadır. Allah’ın halifesi olan insan bunları yapmaktadır. Bütün bunlarda merkez insanın kendisidir. Sonunda herkesin kendisine verilen içtihat yetkisi ile yargılama yapılmaktadır. Kişi hakemini seçerken benim lehime hükmeder diye seçmeyecek, adaletle hükmeder diye seçecektir. Hakem de âlemlerin rabbi Allah’ın bir görevlisi olarak hükmeder. Bir gün bunun hesabını vereceğini bilir.
İşte bu, Allah’tan haşyettir. Yani sorumlu olduğunun idraki içindedir. Soruşturmacı da sorumluluğunu bilir. Böyle davranma o toplulukta sosyal yapı olarak oluşmuşsa, işte bunların topluluğu mümin topluluğudur.
Bu seminerleri takip edenler, Kur’an’ı artık kendilerine hayat rehberi kabul edenler, kendi aralarında böyle bir hakemlik sistemini çalıştırırlarsa ve bunu yapanlar Allah’tan haşyet ediyorlarsa, işte o topluluk gelecek üçüncü binyıl uygarlığını gerçekleştirecek, uygarlığı bunlar kuracaklar ve Allah nurunu bunlarla tamamlayacaktır.
خَشِيّdik duran kuru ottur. “Hışırtı” otlardan gelen sestir. Hışırtı sesinden doğan korkudan gelişerek “haşiye” korku anlamına gelir. Yani rabbinden korkmak demek, O’nun sözüne kulak vermek demektir. Kulak verilmediği zaman başa gelecekleri hesap etmek demektir.
خ harap olmayı, yıkılmayı, شani sıçramaları, يise kolaylığı ifade eder.
خَوْف başına gelecek kötülüklerden korkmaktır.
وَيَتَّقْهِ
Va YatTAQıyHıy (Va YaFTaGıLıHIy)
“Ve ona ittika eder”
“Haşyet etme” yanlış yapıp onun cezalandırmasından korkmadır.
“İttika” ise başkalarından gelen kötülüklerden onun korumasına girmedir.
Daha önceki yorumlarda bir kuralımız vardı. Eğer ittika kelimesini kullanıyorsa, o hususta takdir yetkisi yani istihsan ona aittir demektir. Burada ikisi birlikte gelmektedir. Bunun anlamı şudur. Evet, içtihat yapan kendi takdir yetkisini kullanarak karar verir. Bu kararından da aynı zamanda sorumludur. Yanlış karar vermişse ve bu yanlış karar sonra hakemler tarafından tespit edilmişse, bu kararı verenin dayanışması tazmin eder. Dolayısıyla bir kimsenin hakemlik yapabilmesi için dayanışma ortaklıklarının güvence vermesi gerekir. Dayanışma sorumlusu güvencesini çektiği zaman başka dayanışma sorumlusuna başvurur. Dayanışma bulamazsa hakemlik yapamaz. Haşyet buradadır. İttika ise karar yetkisinin de içtihat yapana ait olduğunu belirler. Bu şekilde atfedilerek iki yerde geçer.
Herkes içtihadı ile hareket etmekle mükelleftir. İçtihattaki hatadan dolayı kişi sorumlu değildir. İçtihattaki hatadan doğan zararları ise tazmin etme zorunluluğu vardır. Yetki kelimesini ittika ile, sorumluluğu ise haşyet ile ifade etmiş olur. İnsanlık Anayasası’nı ayetlerle delillendirirken bunlara işaret edilmemiştir. Kur’an’ın bu şekilde yorumu bittikten sonra Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nın delilleri yeniden incelenmeli.
فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ (52)
FaEuLAvEiKa HuMuv eLFAvEiZUvNa (Fa EuLAvEiKa HuMu eLFAvGıLUvNa)
“İşte onlar faizdirler.”
Diyenler müflihtirler ama adalete göre davrananlar ise faizdirler. Yani birincisi, yargı kararlarını kabul etmek gerekir. Ama yargı herhangi bir sebeple size başkasının hakkını geçirmişse ve siz de bunu bilirseniz faiz değildir.
Akevler’le davalaştılar. Birlikte olup haklı olanlarla haksız olanlar talepte bulundular. Biz haklı olanlara “Gelin hakkınızı verelim.” dedik. “Hayır, biz mahkemede kazanacağız.” dediler. Mahkemeye gittiler, haklı olanlar kaybettiler, haksız olanlar kazandılar. Yüksek mahkeme safhasında beyanda bulunduk, “bunlar haklı bunlar haksız” dedik. Hâkim sırf Akevler’in dediği olmasın diye tam tersine karar verdi. Mahkemenin bunların hakkı yoktur dediği kimselere hemen ödemeler yaptık. Biz haksız olanlara mahkeme kararına uyarak geç de olsa ödemeler yaptık. Böylece ahirette de mesuliyetten kurtulduk.
فَوْز gölgeliktir. Gölgeye girmek anlamında kurtulmak, mezara girmek anlamında ölmek demektir.
فوز 29, فوض 1 defa geçer. Toplam 30 (2*3*5) eder.
ف ayrılmadan kopma, و beraberlik, ز zamanda diziliştir.
Demek ki felah dünyadaki kazançtır, servettir. Fevz de ahiretteki kazançtır, servettir.
YORUM
Mahkeme kararları yanlış da olsa zulüm de olsa uymak gerekir. Bir memlekette eğer yaşamaya devam ediliyorsa oranın kanunlarına ve yöneticilerine itaat edilecektir. Onları uyarmak ve adil olmalarını istemek ayrı bir ibadettir. Onlara karşı gelmek isyandır.
İki kişi kavga ettiği zaman -kavgayı kim başlatırsa başlatsın- sonunda eğer biri ölürse, kısas uygulanmaz, diyet uygulanır. Ama biri saldırırken o karşı çıkmaz da ölürse, o zaman öldürene kısas uygulanır.
Küçük cihad cephedeki cihattır. Ölürsün veya öldürürsün. Büyük cihad ise içte yapılan savaştır. Burada ölmek var ama öldürmek yok. Zulüm düzeninde cihad yapmak çok daha zordur ve derecesi de yüksektir. Bundan dolayıdır ki cihad yapmak istemeyenler oradan hicret ederler.
İktidar olduktan sonra ise yine büyük cihad devam edecektir. Adil olmak zorundasınız. Ama birçok durumda adaletle hareket ettiğinizde iktidarınız tehlikeye girebilir. Ne yapacaksınız? Hakemler her şeyin ilacıdır. İsyan eden bir hakem seçer, siz bir hakem seçersiniz, hakemler ne karar verirse siz ona uyarsınız. Yine de iktidarınız gidebilir. Onu da Allah’ın takdiri kabul edip hakem kararlarına boyun eğmek gerekir.
AK Parti uzun iktidar döneminde sorunlar oluştu. Yargıyı hakemlik sistemine çevireceğine, başkanlık sistemi ile sorunları çözeceğini zannetti. Askerlikte hakemlik yoktur, hâkimlik vardır. AK Parti’nin Adil Düzen öğretileri içinde bunları görmesi gerekirken; hukukçu Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin ve Beşir Atalay uyarılarımıza kulak vermediler. Bugünkü perişan halleri işte bundandır.
Ahirette sorumlu Erdoğan değil bunlar olacaklardır. Tevbe etmeleri ve hakemlerden oluşan yargı sistemi için çalışmalara başlamaları gerekir. Akevler’de uygulamadığımız teorik çalışmalar vardır. Bu dünyada başaramazlar ama ahirette faiz olanlardan olurlar.
Öz Türkçe ile:
“Kim Allah ile elçisini dinlerse, Allah’tan çekinirse ve O’nunla korunursa işte onlar başaranlardır.
Kur’an kelimeleri ile:
“Kim Allah’a ve resulüne itaat eder, Allah’tan haşyet eder ve O’na ittika ederse, onlar faiz olanlardır.”
Va MaN YuOIyGı elLAvHa Va RaSUvLaHUv Va YaPŞay elLAvHa Va YatTAQıyHıy FaEuLAvEiKa HuMu eLFAvEiZUvNa
وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ (52)
İstanbul; 21 Aralık 2019
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
resatnurierol@gmail.com
www.akevler.org (0532) 246 68 92