FURKAN SÛRESİ- 8. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِذَا رَأَوْكَ إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا (41) إِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ آلِهَتِنَا لَوْلَا أَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَا وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ حِينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا (42) أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا (43) أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا (44)
***
وَإِذَا رَأَوْكَ
Va EiÜAv RaEavKa (Va EiÜAv FaGaLaKa)
“Ve seni re’y ettiklerinde”
Resul; “Rabbim, Kur’an’ı mehcur ittihaz ettiler” diyor. Son Peygamberin önceliği Kur’an’dır. Kendisini kabul ettirmek ikinci konusudur. “Kavmim Kur’an’ı mehcur ittihaz etti” diyerek bize onu bildirir. Sen böyle dedin denilmemekte, وَ harfi ile atfedilerek “seni re’y ettiklerinde” denilmektedir. Öyle günler gelir ki başarımızdan artık tam ümidimizi kestiğimiz an beklenmedik destek gelir.
Resul de; “Kavmim Kur’an’ı mehcur ittihaz ettiler” deyip Allah’a arz edip ne yapayım diye soruyor. Allah geçmiş peygamberlerin kıssalarını hikâye ederek, onların bunu yapmaları beklenen bir şeydir. Çünkü geçmişte de böyle olmuştur. Allah, Kur’an’dan hicret etmeleri olağan bir olaydır demektedir. وَ harfi ile atfederek daha başka olayın da var olduğuna işaret etmektedir. Kur’an’dan hicret etmelerinin yanında resul ile de istihza edeceklerini, Kitapla uğraşmaları dışında resulle de uğraşacaklarını ifade etmektedir.
Bugün de Kur’an’ı mehcur yapanlar inanmış insanlarla da istihza ederler. إِذَا ile getirerek gelecekte istihza ederler diyor. Kur’an’ı yorumluyoruz. Onların Kur’an’da söylenenlere cevap vermeleri gerekirken, Kur’an ve İlim Seminerlerimizi okumama suretiyle hicret ediyorlar! Gazeteler yazmaz, televizyonlar söylemez! İnternetteki seminerler de okuyucu sayısını kaybediyor!
Sizi re’y edecekler. Bu re’y gözle görme değildir. Yaptıklarınızı görecekler. Adil Düzen işletmelerini yani kurduklarınızı görecekler demektir. Seni gördüklerinde, müminlerin her birini gördüklerinde onların yaptıkları ile istihza ederler. Bugün de bu yapılıyor. Kendileriyle görüşmek istediğimiz arkadaşlar, bize saygılı oldukları halde görüşemiyorlar.
إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا
EiN YatTaPiÜuvNaKa EilLAv HuÜuVan (EiN YatTaPiZUvNaKa EilLAv HuZuVan)
“Seni hüzv dışında ittihaz etmezler”
هزء‘kılıç yarası’, hezeyan ‘hastanın saçmalaması’, istihza ‘alay etmek’ demektir. سخر ile bir manadadır.
Senden önce resuller istihza edildiler.
ه uçurumdur, ز zamanda dizidir, ءise güçtür.
Masharada alay edileni aşağı görme vardır. İstihzada ise alay edilen insan değil olaydır. Yapılan işi gülünç ve kötü göstermedir.
Sizin kişiliğinizle değil de yaptığınız işlerle istihza ederler.
Siz ne kadar iyi mal üretirseniz üretin, malınızı evdeki hanıma bile kabul ettiremezsiniz. Balıkesir Dursunbey kerestesinden ahşap doğrama yaptırmıştım. Lambirili kapılar ürettirmiş, Kırgızistan’da birkaç yıl kalıp İzmir Akevler Sitesi’ne geri döndüğümde onları söküp çöpe attıklarını görmüştüm. Yerine PVC kapılar ile pencereler koymuşlar. Sizin malınızı kullananları aşağı tabaka kabul ederler kendi malınızı pazarlayamaz hale getirirler.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapmaya başladığınız zaman oralarda oturmak zül kabul edilebilir. Ne var ki Allah krizleri çıkarır ve aç kalan insanlar ister istemez buralara hicret ederler. Şu bilinmelidir ki başlangıçta yaptıklarımıza rağbet edilmez.
Bundan dolayıdır ki kurulacak işletmelerimizde bazı hususlara dikkat etmeliyiz. Yüz lojmanlı işyeri apartmanı yaparız ama orada oturup çalışacak birilerini bulamayabiliriz. Biz dayanmalıyız. Bunu başarmamız için küçük paylı ortaklar almalıyız. Payları küçük olunca bir şey kazanmasa da ayrılmak için fazla ısrar etmezler. Israr edenler olsa da yeni ortak bulup onları çıkarabilirsiniz. Büyük ortak alırsanız vârisleri sizi bezdirir. Çok yakın ortak yaptığım Risale-i Nur şakirtlerinden bir ortağımız vardı. Bir kamyon tuğla göndermiş ve biz de onu ortak etmiştik. Tarla fiyatı ile ortak ettiğimizden bir arsa vermiştik. Kendisi vefat etti, vârisleri durmadan talepte bulundular. Kendilerine bir kamyon tuğla verdiniz dedim, inanmadılar. Bir kamyon tuğla ile arsa sahibi mi olunurmuş dediler. Neyse ki ödedik de onlar da kurtuldu biz de.
Herhangi bir ortaklık kurduğunuz zaman küçük küçük paylarla ortaklığı oluşturunuz.
İkinci tedbir ise direnmelisiniz. Ruhsat alamadığınız zaman sabretmelisiniz. Ortakları toprağa ortak etmelisiniz. Kimse toprağı parçalayamaz. Zamanla değer de kazanır, nüfus arttığı için araziniz kıymetlenir. En çok taşınmazlara ortak edersiniz. Yoksa bekletemezsiniz, duramazsınız ve sizi istihza ile mallarınızı sattırmamakla iflas ettirmek isterler.
أَهَذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا
Ea HAvÜav elLaÜIy BaGaÇa elLAvHu RaSUvLan (Ea HAvÜa elLaÜIy BaGaÇa elLAvHu RaSUvLan)
“Allah resul olarak bunu mu ba’s etti?”
Ürünleri satamaz duruma düşersiniz. Maddi sıkıntılarınız olabilir. Herkes size acımaya başlar. Zavallı duruma düşersiniz ve “Allah bunu mu elçi olarak görevlendirdi?” derler. Sizin söylediklerinize cevap vermezler, onu yokluğa mahkûm ederler. Size saldırırlar, ekonomide başarısız hale getirirler, ondan sonra da “Bunlar mı iş yapacak?” derler.
Tapulu 367 dönümlük yerimizin içinde tek çam ağacı vardı, o da kesilmişti. Bir tek ağaç olmayan, hiçbir zaman ormanlık sahasına alınmayan yere ‘orman’ dediler, dava açtılar ve haksız olarak el koydular. 100 milyon dolar değerindeki yerimize el konulmuştur. Ondan sonra da “Siz ne yaptınız?” deyip duruyorlar.
Bir şeyi ve her şeyi sadece kendileri yapmak isterler. Siz yaparsanız o geçersizdir. Türkiye’de de bu durum vardır. Sermaye dünyada bu durumu kurumsal hale getirmiştir. Herkesi karın tokluğuna çalıştırır. Buluşlar olur. Birisi bir şey buldu mu önce onu unutturur, sonra kendisi birisini bulur, onu finanse eder, meşhur eder ve kendisine mal eder, onun olmuş olur.
Bütün bunlar gerçek Kur’an ehli olanları bıktıramaz, usandıramaz, pes ettiremez. Sonunda zafere ulaşılır, ortaklık düzeni gelir.
YORUM
Her yenilik direnç ile karşılaşır.
Bu dirençleri iki şekilde yenilebilir.
Birincisi, silah zoru ile olanıdır. Türkiye’de inkılaplar böyle olmuştur. Tanzimat’tan beri başlayan Avrupalılaşma hareketi hep darbelerle müdahalelerle yapılmaya çalışılmıştır. Buna karşılık Bediüzzaman, Süleyman Tunahan ve diğer tarikatlar mensuplarını zorlamamışlar, zulmetmemişler. Aksine zulme uğramışlardır. Üç asra yakındır süren çabaların sonunda kim kazanmıştır? Silahla değil de ilim ile iman ile savaşanlar kazanmıştır. Bugün de devasa büyükler ile dev patronları görürsünüz. Siz de küçücük bir yerde küçük birileri olarak Kur’an okumaya devam edersiniz. Kur’an size haber veriyor, galip geleceksiniz, diyor. Okudukça bu haberler hoşunuza gider ama bir türlü gelmez, ansızın gelsin istersiniz. Gelmeyince ümitsizliğe düşersiniz. Bu durumu içiniz almaz.
Akevler’e ve Millî Görüş partilerine başladığımız zaman %1 hatta %o1 bile ümidimiz olmamış, sadece Allah’ın emri böyledir diyerek bağımsız adaylığımızı koymuştuk. Alınan başarı bizi cesaretlendirmiştir. Ümitsiz olmakla birlikte Allah emrediyor yapalım demiştik. 1969’da Meclis’e üç milletvekilini sokmuştuk. O partiden bu partiden değil, bizden birileri bağımsız milletvekili olmuştur. Bugün adeta bizden olmayan milletvekili kalmamıştır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bile İslamiyet’e Sünnilerden daha fazla sahip çıkar hale gelmiştir.
Bütün bu gelişmelere rağmen günümüzde tekrar çok tehlikeli durum ile karşı karşıyız. Enflasyonlar azmış, faiz başını almış gidiyor. İstiharem vardı. Hükümet eğer doları 6 liradan aşağı tutarsa bende hata var, başaracaklar herhalde demiştim. Birkaç gündür bir dolar 6 liradan daha pahalı. Şimdi benim durumumu düşünün. Dolar 6 liradan yukarı çıkarsa Türkiye batıyor demektir, biz de batıyoruz; aşağı kalırsa Türkiye kurtuluyor ama Süleyman Karagülle’nin seksen senelik ilmi havaya uçuyor. İşte benim durumum budur. Bildiklerim uçuruma doğru gitmekte olduğumuzu gösteriyor.
Bunlar normal olaylardır. Bunlar olmazsa inkılap sağlıklı olmaz. Birçok insan yeterince anlamadan inanır, istişare yapmadan uygulamaya kalkışır, sonra da batar.
Öz Türkçe ile:
“Ve seni görünce seni eğlenceye almaktan geri durmazlar. Allah’ın elçi olarak gönderdiği kişi bu mu? (derler)”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve seni rey edince seni ancak huzuv ittihaz ederler. Bu mu Allah’ın resul olarak ba’s ettiği? (diye kavlederler)”
Va EiÜAv RaEavKa EiN YatTaPiÜUvNaKa EilLAv HuÜuVan EaHAvÜav elLaÜIy BaGaÇa elLAvHu RaSUvLan
وَإِذَا رَأَوْكَ إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا (41)
***
إِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا
EiN KAvDa La YuWilLuNAv (EiN FaGaLa La YuFagGıLuNAv)
“Neredeyse bizi idlal edecekti”
Batılılar müspet ilimde çok ileri gitmişler, Papalığa karşı silah olarak müspet ilmi kullanmışlardır. Sermaye’nin satın aldığı ilim adamlarının geliştirdiği müspet ilim ile Kiliseye cephe aldırmış, yaptığı saldırılar ile çökertme noktasına getirmiştir.
Bu sayede Batı teknolojide çok ileri gitmiş, akla hayale gelmeyen şeyleri icat etmiştir. Uzaya gitmiş, bilgisayarı keşfetmiştir. Bütün bunları Kur’an’dan, İncil’den, Tevrat’tan öğrendikleri ile yapmış, kendisinin yaptığını zannetmiştir. Sömürü aracı olan faize, karşılıksız paraya, ekseriyet oyuna, avukatlı yargıya güvenmiştir. Gün gelmiş kendi bindiği dal olan Ateizmi kendisi kesmek zorunda kalmıştır. Silah olarak daima müspet ilim ile teknolojideki başarılarını kullanmıştır.
Adil Düzen’in ortaya çıkması ile büyük sarsıntı geçirmeye başlamıştır. İlimler aleyhine dönmeye başlamıştır. Kendi icat ettiği teknoloji artık kendi aleyhine çalışmaya başlamıştır. Saltanatı sallanmış, birden yıkılma korkusu içine girmiştir. Bağımsız adaylığı ile milletvekili olan Prof. Erbakan dünyaya meydan okumuş, Türkiye’yi değiştirmiştir. Sermaye artık askeri kullanamamaktadır. Görünüşte ordu Millî Görüşe saldırmış, ancak alttan alta desteklemiştir. Bu yetmemiş, o zaman Türkiye’de sürgünde olan Humeyni Erbakan’ı örnek almış, İran’da inkılaplar yapmıştır. İran’ı Gorbaçov örnek almış, SSCB yıkılmıştır. Sermaye’nin güçleri patır patır dökülmeye başlamıştır. Amerika’da bile kendisini Hıristiyan ilan eden ancak Müslüman doğan bir zenci başkan olmuştur. Şaşkına dönen Sermaye şimdi kendisini toparlamaya çabalıyor.
عَنْ آلِهَتِنَا
GaN EAvLiHaTıNAv (GaN FavGıLaTıNAv)
“İlahlarımızdan”
Ekseriyet kararlarından vazgeçecek gibi olmuş, karşılıksız doları değiştirmek ister gibi davranmış, tahkim sistemini uluslararası alanda kabul eder gibi olmuştur. Ama sonra görmüştür ki kendisi için bunlar çıkış yolu olmamaktadır. Şimdi yine kendi bildiğini okumaya devam etmek istemektedir. Hala uslanmamış, çağın putlarını baş tacı etmiştir. Türkiye’de de bekleme dönemi içine girmiştir. Sermaye’nin doları Adil Düzen’in anlaşılmasını engellemiştir.
Reşat Erol 2004 yılında belediye başkan adayı olduğunda birlikte seçim çalışmalarına başlamıştık. Sermaye’nin iğfal ettiği Millî Görüşçüler hemen bana cephe almışlardır. “Adil Düzen nedir?” böyle olmaz, Adil Düzen Teheccüt namazı kılarsınız gelir demişler ve beni Partiden uzaklaştırmışlardır.
Bugün Sermaye memnundur. Putlarla cihat yapan Adil Düzenciler artık teslim olmuş durumdadır. Adil Düzen’i patent konusu dahi yapmaya çalışmışlardır. Sermaye memnundur. Sömürü ile mücadele eden Papa dahi istifa ettirilerek uzaklaştırılmıştır. Mevcut Papa mefluç durumdadır. Avrupa Birliği’nin başını koparmıştır. Badireleri atlatmış durumda görünmekte, bugün için kendini rahat hissetmektedir.
لَوْلَا أَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَا
LaV LAv EaN ÖaBaRNAv GaLaYHAv (Lav LAv EaN FaGaLNAv GaLaYHAv)
“Ona sabretmemiz olmasaydı”
لَوْ eğer demektir. لَاise nefiy edatıdır. Sabretmeseydik manası verilir. Buradaki zamir ilahlara gider. Çağın putları vardır; uyuşturucu, şehvet, karşılıksız dolar, ekseriyet oyu. Bugünkü ilahlar bunlardır. Firavun da Sermaye’dir. İnsanlık şirk ve zulüm içinde varlığını sürdürmektedir. 1960’larda Türkiye’de başlayan ve dünyaya yayılan sarsıntı bir ara neredeyse Sermaye’yi yola getirmiştir. İki anlaşmalı blok üzerine kurulan denge çökmüştür. Şimdi Sermaye sabretmeye çalışmakta, yeniden ilahlarını diriltmek ile meşgul bulunmaktadır.
Kur’an’ı iyi anlamak gerekir. Kur’an tarihi anlatır. Tarihte şirk Tanrı’yı inkâr değildir. Tanrı’nın yanında onu destekleyen yeni şeyler puttur. Hakemleri taraflar seçer ve kendi hakemlerinin verdiği karar topluluğun yani Allah’ın kararı olur. Atanmış hâkimler ise şirktir. Karşılığı olan para Allah’ın gerçek varlıklarını gösterir. O belgelerin devri yerine karşılıksız para şirktir. Evlenmek Allah’ın bir emridir. Zinayı meşrulaştırmak şirktir. Sözüm iyi anlaşılsın, nefsine kapılarak zina yapmak şirk değildir. Hatta para kazanmak için zina yapmak günahtır fakat şirk değildir. Ama zinayı meşrulaştırmak şirkin ta kendisidir.
Erbakan’ın Adil Düzen’i anlatması ile Sermaye’nin kurduğu zalim dünya düzeni bir ara sarsılmışsa da şimdilerde kendisini toparlamaya çalışmaktadır.
Biz bugün hâkimden adil olmasını istiyoruz. Sermaye’nin istemediği karar alırsa basın harekete geçer ve onu linç eder. Basın ile başaramazsa mafya gönderir ve onunla linç eder. Ona da gerek kalmaz, bir iftirada bulunur, HSK karar alır ve onu devre dışı bırakırlar. Onlar yapmasa onların da akıbeti farklı olmaz.
İnsanlar İsa’ya tapıyorlar: Elbette İsa suçlu değildir.
Biz hâkimlerimizi itham etmiyoruz. Onlar savaştaki askerlerden daha kötü şartlar içinde adaleti yerine getirmekle uğraşıyorlar. Tüm namüsait şartlar altında bile Yüksek Seçim Kurulu adil seçimler yapmaktadır. Anayasa Mahkemesi her şeye rağmen adil kararlar almaktadır. Ordumuza saygılı olmalıyız. Hâkimlerimize saygılı olmalıyız. Başkanımıza saygılı olmalıyız. Meclisimize saygılı olmalıyız.
Bunlara haksızlık yapması onların zayıf olmasından daha yararlıdır.
وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Va SAVFa YaGLaMUvNa (Va SavFa YaFGaLUvNa)
“Ve ilmedecekler”
سَ bu dünyada olacakları haber verir.
سَوْفَ ahirette olacakları haber verir. Bununla beraber burada bu dünyada olacakları haber vermektedir diyebiliriz. Hemen değil, şimdi değil, biraz ilerde Sermaye de ve onun peşine takılan siyaset de gerçekleri göreceklerdir, bileceklerdir; ahirette de bileceklerdir.
Burada وَ mahzuf olan bir fiile atfedilir. Başka atfedilen yer yoktur. Onu da bu dünyada bileceklerdir. Bu dünyada göreceklerdir. Ahirette de işin aslını öğreneceklerdir demektir. O halde سَيَرَوْنَ مَنْ ضَلَّ سَبِيلًا وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ مَنْ ضَلَّ سَبِيلًا şeklinde anlamak zorundayız.
حِينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ
XIyNa YaRaVNa eLGaÜAvBa (FıGLa FaGaLNA eLGaÜAvBa)
“Azabı rey edecekleri hin”
الْعَذَابَ burada marife gelmiştir. O halde bildiğimiz azabı görürler. Savaş esnasında iki taraf bilinmeyen saldırılar yapar ve insanlar muhakemesiz cezalanırlar. Şirke dair çatışma hali dışında cezadaki kanunilik ilkesi geçerlidir. Belirlenmiş cezalar verilir. Fazla veya eksik ceza verilemez. Yarın ortaklık düzeni geldiği zaman herkese daha önce belirlenmiş, Kur’an’ın belirlediği cezalar verilir.
Burada إِذَا gelmemiş de حِينَ gelmiştir. إِذَا‘da azabı mutlaka görecekler manası vardır. إِنْ‘de ise şart yerine gelirse azabı görecekler. حِينَ‘de ise ikisi arası bir ifade vardır. إِذَا‘da olduğu kadar azap görecekleri kesin değildir. إِنْkadar da hiç beklenmedik değildir. . إِذَا‘dan farkı şart olmamasıdır. إِذَاhem zarf hem de şart edatıdır. حِينَ‘de zarf manası vardır ve إِذَا‘da olduğu gibi olması da beklenmektedir ama şart manası yoktur.
Öyle bilinen azabı uygulayacağız ki onlar kimin dalalette olduğunu göreceklerdir.
Nasıl yapacağız?
Bunun için herkes kendi bucağını, kendi semtini kuracaktır. İsteyenler kendi putlarına tapmaya devam edeceklerdir. Biz de kendi bucağımızı, kendi semtimizi kuracağız ve Allah’a kul olmaya devam edeceğiz. Hangimizin bucağı daha refahta olursa, daha başarılı olursa o hidayette olur, diğeri ise dalalete olur.
Nasıl ölçülecektir? Gün/saat birinci ölçülmedir. İkinci ölçü ise ortalama ömürdür, nüfusun bir yıldaki ölümlere bölünmesi ile elde edilir.
Bu duruma erişen uygulamadan sonra ortaya çıkacağı için سَوْفَ getirilmiştir. Önce ortaklık düzeni gelecektir. Belli uygulamadan sonra başarısız olanlar eleneceklerdir. Burada ben böyle mana veriyorum. Siz de bir mana verebilirsiniz, farklı mana verirseniz tartışırız. Benim verdiğim manayı beğenmeyip daha iyi mana getiremiyorsanız itirazınız geçersizdir. Usulde kaide vardır imal ihmalden evladır. En kötü karar (içtihat) kararsızlıktan iyidir.
مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا (42)
MaN EaWalLu SaBİyLan (MaN EaFGaLu FaGIyLan)
“Sebilen daha dalalette olan”
سَبِيلًا burada nekredir.
Hepimiz kendi bucak ve semtimizde kendi yolumuzu tutacağız.
İsteyenler karşılıksız faiz parası, isteyenler karşılığı olan altın bonosunu kullanacaklar.
İsteyenlere istişari karar alacaklar, isteyenler ekseriyet kararını alacaklar.
Hangi şir’anın başarılı olduğunu hangi şir’anın dalalette olduğunu ilmedeceklerdir. Çünkü kesin kararlar olacaktır.
YORUM
Ayette 20 kelime vardır. Yarısı murab, yarısı mebnidir. Murab olanların yarısı isim yarısı fiildir. İsimlerden ikisi marife, üçü nekredir. Fiillerin ikisi mazi, üçü muzaridir. Mebni olandan ikisi isim, sekizi harftir. Harflerin yarısı amel eder, yarısı etmez.
MURAB | MEBNİ |
İSİM | MARİFE | الْعَذَابَ آلِهَتِنَا | هَا مَنْ | AMEL EDER | İSİM |
NEKRE | حِينَ سَبِيلًا أَضَلُّ |
FİİL | MUZARİ | لَيُضِلُّنَايَعْلَمُونَ يَرَوْنَ | إِنْ عَنْ أَنْ عَلَى | AMEL EDER | HARF |
MAZİ | صَبَرْنَا كَادَ | وَ سَوْفَ لَا لَوْ | AMEL ETMEZ |
Her ayette olduğu gibi kelimeler seçilerek yerleştirilmiştir.
Şimdi eş kelimeler arayalım: إِنْ-أَن, لَا-لَوْ, وَ- سَوْفَ, عَلَى-عَنْ, مَنْ-هَا, أَضَلُّ-لَيُضِلُّنَا, يَعْلَمُونَ - يَرَوْنَ, صَبَرْنَا - كَادَ, آلِهَتِنَا-الْعَذَاب, حِينَ - سَبِيلًا .
إِنْ ve أَنaynı yazılışta olup, harekeleri farklıdır. Biri mastar diğeri şart harfidir. Burada bunlar eşleştirildiğine göre şart ile mastar arasında ortak bir hüküm vardır, bunun üzerinde düşünüp ortaya çıkarmalıyız. Başka ayetlerde de bunların eşleştirildiği durumların olup olmadığı araştırılmalıdır. لَوْve لَاda ses olarak çok benzerdir. Her ikisi de menfilik taşır.
ضلل kökü iki defa geçer, biri sülasi 2. babdan ismi tafdil, diğeri if’âl babından fiildir.علم ile رءي bize zanni bilgilerle yakın bilgilere işaret eder.
Kur’an ilim ve ayetlerden oluşan bir kitaptır. İlah ile azab marife olarak gelmiştir. Onunla eşleşmiştir. İlahla azab arasında bir ilişki vardır demektir. Eğer yeryüzünde çok ilah olsaydı fesada giderdi ayetinin (لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا, Enbiya 21/22) kuralına işaret etmektedir. حِينَ ve سَبِيلًاnekre gelmiştir. İkisi de zarftır. Biri zaman zarfı, diğeri mekân zarfıdır.
Kur’an’ın bütün ayetlerini böyle tasnif etmemiz, ondan sonra onlar arasındaki ilişkileri belirlememiz, sonra da sureyi buna göre tasnif ederek sonunda Kur’an’ı böylece bir tablo matriksi olarak ortaya koymamız gerekir.
Gelecekte yapılacaklara işaret etmek için burada bunu anlattım.
Öz Türkçe ile:
“Dayanmasaydık, az kala bizi tanrılarımızdan saptıracaklardı. İleride acıyı görünce yolu kimin yitirdiğini bileceklerdir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Neredeyse bizi ilahlarımızdan idlal edeceklerdi, eğer ona sabretmeseydik. Daha sonra azabı rey ettiklerinde, sebil olarak kimin daha dalalette olduğunu ilmedecekler.”
EiN KAvDa LaYuWilLuNAv GaN EAvLiHaTıNAv LaV LAv EaN ÖaBaRNAv GaLaYHA Va SaVFa YaGLaMUvNa XIyNa YaRaVNa eLGaÜAvBa MaN EaWalLu SaBİyLan
إِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ آلِهَتِنَا لَوْلَا أَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَا وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ حِينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا (42)
***
أَرَأَيْتَ
Ea RaEaYTa (Ea FaGaLTa)
“Re’y etmedin mi?”
Türkçede yalnız bir soru edatı vardır, “mı” ile sorulur. Arapçada bu أَ ile ifade edilir. Türkçede olmayıp Arapçada olan bir edat daha vardır, o da هَلْ‘dir. أَTürkçedeki “mi” gibi aksinin olmasını talep eden cümlelerin başına gelir. Dün geldin mi? Dün gelmeliydin, niye gelmedin? Dün geldin mi dersen, dün geldin neye geldin anlamı çıkar.
Arapçadaki أَ‘nin karşılığı Türkçede vurgu ile ifade edilmek istenir. هَلْ cevabı evet veya hayır olan sorular için kullanılır.
أَرَأَيْتَ olumlu olduğu halde biz tercüme ederken olumsuz olarak tercüme ediyoruz. Sen gördün anlamındadır.
Bugün her mümin çok açık olarak görmektedir ki insanların savunduğu şey, taptığı şey âlemlerin rabbi Allah değildir, O’nun halifesi olan topluluk çıkarı değildir. Bunu bugün herkes biliyor. Bu ayet dünü olduğundan çok bugünü anlatıyor.
مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ
MaN itTaPaÜa EiLAHaHu (MaN iFTaGaLa FaGAvLaHUv)
“İlahını ittihaz eden kimse”
Bundan önceki ayette “Onlar neredeyse bizi ilahlarımızdan uzaklaştıracaklardı derler” deniyor. Geçmiş yorumcular bunların Lat ve Uzza gibi heykel putlar olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Biz ise öyle olmadığını söylemiştik.
Kendi çıkarlarını sağlamak için karşılıksız doları ilah ittihaz ettiler diyorduk. Ekseriyet sistemini kendi çıkarları için ilah ittihaz ettiler diyorduk. Şimdi Kur’an açıkça bize bildiriyor.
Onlar ilah olarak putları edinmediler. Onlar kendi çıkarlarını ilah ittihaz ettiler. Onlar sömürü araçlarını, tahakküm araçlarını ilah ittihaz ettiler diyor Kur’an.
هَوَاهُ
HaVAvHu (FaGAvLuHUv)
“Hevasını”
Dudak harfi olan و çukuru, orta harf olan يkolaylığı, ه ise düzlüğü ve uzaklığı ifade eder, yokluk anlamına gelir. Nefes aldığınız hava anlamındadır heva. Aynı zamanda insanın boş isteklerini anlatır. Yukarıda açıklamalar yaparken kendi çıkarlarını demiştim. Bu yanlıştır.
Çıkar kutsaldır. Herkes çıkarı için çalışır. Bu haktır, görevdir de. Ne var ki bu çıkar isteklerden farklıdır. İnsanlarda istekler ikiye ayrılır; çıkarına olan istekler, çıkarına olmayan istekler. Ona heva denir.
İnsanlar ilahlarını heva ittihaz ettiler. Zinayı serbest bırakmak insanların çıkarına değildir ama zina bugün insanların ilahı olmuştur. Erkekler kadınların peşinde, kadınlar ise paranın/doların peşinde koşmaktadırlar. Zina serbest olduğu gibi zinaya dayanan para kazanmak da serbesttir. Batı uygarlığı budur.
Allah’a hamd etmeliyiz ki ülkemizde halk henüz zinayı serbest bırakmamaktadır, kadınlarımız da zinayı kazanç aracı yapmamaktadırlar.
Dolar hevasındayız, oy hevasındayız. Halkımız uçuruma doğru gitmektedir. Bugün kızlarımız açılıp saçılmaktadır ama yine de hamd etmeliyiz ki henüz cinsi ilişki meşrulaşmamıştır. Kızlarımız iffetlerini korumaktadır. Erkeklerimiz o kadar hassas değildir.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapmalıyız. Bu sayede herkes ev bulabilmeli, iş bulabilmeli, eş bulabilmeli ve buluğ çağında evlenebilmelidir.
Bugün moda Sermaye’nin en büyük silahıdır. İnsanlar modada yarışmaktadırlar. Sermaye ne istiyorsa onu planlıyor. Bir yıl etekleri uzatıyor, öbür yıl kısaltıyor. Bazen pantolonları ütülettiriyor, bazen yırtık pantolonları giydiriyor.
Herkes doların peşinde koşmakta, malını ve servetini artıracağına parasını artırmaktadır. Servet ilahi bir varlıktır, para ise serveti temsil ettiği zaman ilahi varlığı temsil etmektedir. Gerek serveti gerekse mal bonolarını değerlendirmek Allah’a ibadettir, O’nun düzeni içinde çalışmaktır. Karşılıksız dolar, karşılıksız TL bir puttur ve şirktir. Onun peşinde koşmak demek ilahını hevası olarak ittihaz etmek demektir.
İnsanların görüşleri vardır. Allah onları söyletiyor. Söylenenler içinde yanlışlar da vardır ama doğrular da vardır. Allah bize akıl vermiştir, doğruları yanlışlardan ayırmamız için. Elinizde taşlı pirinç varsa taşları ayırır pilavlık pirinç yaparsınız ama taşlı pirinç de yoksa pirinç çuvalınız yoksa pilav yapamazsınız.
Bundan dolayıdır ki yanlış/doğru bütün fikirler kutsaldır, saygıdeğerdir, ilahidir. Taşı da O var etmiştir. Bize düşen taşları yok etmek değil taşları ayırmaktır. Ama eğer siz insanların oylarını dolar veya silahla alırsanız o çuvalda hiç pirinç olmaz ve bir işe yaramaz. İşte bu şirktir. Bir partinin demokratik serbestlik içinde görüşleri öğretmesi ve kendi görüşlerini destekleyecek üyeler bulması hem hakkıdır hem de görevidir. Ama karşı görüşü bastırmak ve zorla insanları görüşlerine getirmek şirkin ta kendisidir.
Tarafların seçtiği hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın mahkemelerin kararlarını uygulamak, bunun için mazlumun yanında olmak en büyük ibadettir. Ama hâkimlere baskı yapıp istediğin kararı aldırıp kamu adına uygulamak şirkin ta kendisidir.
ABD de yargı üstünlüğü vardır. Kararları önce jüri verir. Hükmü ise seçilmiş hâkimler verir. ABD’den bunun alınması gerekirken, Sermaye’nin sömürü sistemi olan başkanlık sistemi alınmıştır. Türkiye’de sermaye olsa bir dereceye kadar bu yapılan makul görülebilir. İstenen dış Sermaye’ye Türkiye’yi teslim etmektir. Buna da Türk halkı izin vermez, ordu izin vermez. Sonuç olarak sistem havada kalıyor.
أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ
Ea Fa EaNTa TaKUvNu GaLaYHi (Ea Fa EaNTa TaFGaLu GaLaYHi)
“Sen mi ona olacaksın”
Bizim hatamız, Batılılaşma hareketi başladıktan sonra yine Osmanlıların peşinde koşmamızdır. İstiklal Savaşı bittiği gün bile halkımız yine hilafet yine saltanat peşinde olmuştur. Cumhuriyete silahla geçilmiştir. CHP bu siyaseti getirmiştir. Halkımız isyan etmemiş ama teslim de olmamıştır. Sonra DP gelmiş, silahsız değiştirmek istemiştir. Bunun üzerine Türkiye’de askeri müdahaleler olmuştur. Çünkü ilahını hevası olarak ittihaz edenler desteklenmiştir. Bugün de aynı şey yapılıyor.
AK Parti ilahını hevası olarak ittihaz edenler tarafından destekleniyor. Kur’an’a kulak vermiyorlar. Biz hala onu yaşatmakla meşgulüz. Ben son seçimde evet vermedim, AK Parti’ye ders vermek için İmamoğlu’nu destekledim. Şimdi de AK Parti’nin yanlışlarını söylüyorum ama ben ona karşı cephe almıyorum. Herkes ilahını hevası olarak ittihaz etmiştir. Fatih Erbakan bile doların peşinde koşmakta, oyun peşinde koşmaktadır. Yeni partiler de dolar gelecek ümidi ile faaliyettedir. Ak Parti bugün iktidarda, ona kavli leyyin söylemeliyiz. Ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor. Bu seminerlerde bunlar yapılıyor.
Ancak bizim görevimiz AK Parti’yi kurtarmak değildir. AK Parti’yi biz yıkmamalıyız ama onu yaşatma peşinde de koşmamalıyız. Ayrı parti kurabiliriz. Gemimizi yapıp tufanın gelmesini beklemeliyiz ama biz tufana sebep olmamalıyız. Biz AK Parti’yi kurtaramayız.
AK Parti nasıl kurtulur?
Önce karşılıksız paranın ve ekseriyet oyunun peşinden koşmaktan kurtulmalıdır. Tek Tanrı’ya yani Allah’a inanmalıdır. Zalimlerin himmetine kendisini ve ülkesini bırakmamalıdır. Ondan sonra semt kooperatiflerini kurup insanlara özgürlük sağlamalıdır. Yap-işlet modeli ile değil, mortgage kredileri ile değil, Hizmet ve Dayanışma Kooperatiflerinin çıkaracağı altın, buğday, demir ve toprak emek bonoları ile kurtuluş gerçekleşmelidir.
AK Parti kurtulmak istiyorsa bunu yapmaya çalışmalıdır.
Böyle yaparsa biz değil Allah onlarla beraber olacaktır. Bizim görevimiz AK Parti’yi ve partileri buna davet etmekten ibarettir. Örnek semti kurup insanlığa göstermeliyiz.
وَكِيلًا (43)
VaKIyLan (FaGIyLan)
“Vekil.”
Sen mi vekil olacaksın?
Türkçede, bugünkü Arapçada yanlış kullanılıyor. Resul veya veli olabilir. Vekâlet müessesesi yoktur. Genel hizmetlerde hakemlik vardır. Hakemini değiştiremez. Başhakemin uzlaştırma görevi çerçevesinde hakemler karar alırlar.
Tavuk yuva yaparken güvenli kuytu yer arar. Bir de yumurta bırakırken ayakta iken bırakır, yere düştüğü zaman kırılmamalıdır, yumuşak yer arar.
Veli, kişiyi çevreden gelecek tehlikelerden korur, vekil ise kendisini rahat ettirir.
Burada vekil kullanılmıştır. Kişinin kendi yapısı bozuktur. İlahını hevası olarak ittihaz etmiştir. Dışarıdan onu düzeltemezsin.
Bir hastayı dışardan tedavi edemezsin. Hasta ancak kendi kendisini tedavi eder. Dışarıdan ancak onu rahat bırakabilirsiniz.
Bundan dolayıdır ki peygamberler hep kendilerinden gelmiştir. Dışarıdan gelenler ancak kavmimi ver gidelim diyebilir. Hicret müessesesi de bundan dolayı vardır.
YORUM
Kur’an’ı anlamaya çalışırken, başkaları ne yapsın değil de biz ne yapalım diye okumalıyız. Allah bize ne emrediyor, nasıl hareket edelim diye öğrenmeye çalışmalıyız. Bir sorununuz olduğu zaman Kur’an’ın herhangi bir yerini açıp okumaya başlayın, üzerinde düşünmeye başlayın, Kur’an size ne yapacağınızı söyler, ona göre hareket edersiniz.
Kur’an’ı anlarken başkalarının görüşlerini de anlamaya çalışın ama sonunda siz kendi görüşünüze göre hareket edin. Başkalarının görüşleri görüşünüzün oluşmasında yardımcı olur ama siz kendi görüşünüze göre amel etmekle yükümlüsünüz. Başkalarının görüşü ile hareket ederseniz isabet etmiş olsanız bile yine sorumlusunuz. Fıkıhçılar bunu çok iyi kavramışlardır. Bu konu yirminci yüzyılda bile daha kavranmamıştır. Hem özgürsünüz hem de laiksiniz dedikleri halde ekseriyet kararlarına uymaya zorluyorlar.
Atina az nüfuslu bir yerdi. Asilzadeler hükümete atanırlardı, belki yüzü bile geçmiyordu. Onların demokrasisi o yüz kişinin demokrasisi idi. Yine de anlaşamayınca Solon ekseriyet sistemini koymuştur. Akrabalık bağları ile birbirine bağlı bulunan aristokratlar toplulukta yer kaparlardı. Yerini değiştirme imkânı yoktu. Dolayısıyla bu karar şekli Atina’nın ömrünü uzatmıştır.
Bugün ise Sermaye ekseriyet oyunu gülünç hale getirmiş, ekseriyeti esas alan temsili demokrasiyi icat etmiştir. Bizim bunları yola getirmemiz mümkün değildir. Dünyayı yöneten Trump ha gittim ha gideceğim diyor. Onu gönderen ABD halkı değildir, onu gönderen dengesiz ekseriyet sistemidir.
Bizim onları bu sistemden vazgeçirme gücümüz yoktur. Dolayısıyla biz onlara vekil olmayacağız. İktidarda iseler ve ülkelerinde yaşıyorsak onlara saygılı oluruz. Ama onları değiştirmemiz, yaşatmamız, yükseltmemiz mümkün değildir. Kendilerinin düzelmeleri gerekir.
Prof. Erbakan’a çok önerdim. İki parti kuralım dedim. İsteyenler orada isteyenler burada olsunlar dedim. Sözlerimi değerlendiremedi. Ne oldu? Kontrolümüz dışında ikinci parti yani Ak Parti kuruldu.
Bugün de durum böyledir. Erdoğan’ın yerinde olsam milletvekillerinden birini çağırırım yahut Davutoğlu ile anlaşırım, ikinci parti kurarım, başkanlığı damada bırakıp ben çok partili sistemin cumhurbaşkanı olurum, ben de rahat ederim halkım da rahat eder.
Ama yapmaz!
Kur’an’ın bize yüklediği ikinci görev de Kur’an’ı tüm insanlığa ulaştırmadır. Bu da iki yolla olur. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapıp onlarla ticari ilişkilere geçmeliyiz. Kaliteli ucuz malları piyasaya sürdüğümüz zaman onlar Adil Düzeni görerek ve yaşayarak öğrenmiş olurlar. Başlangıçta onlar bizimle alışveriş yapmak istemezler, boykot ederler. Biz sabrederiz. Biz onlara satmasak da almasak da dayanabilecek durumda olmalıyız.
Tebliğ görevini yapabilmemiz için Bin Dil Üniversitesini kurmamız gerekir. Hüseyin Kayahan bu konuyu iyi kavramalıdır. Kavramadığı bir husus vardır. Peygamberler önce mescitleri yapmadılar, evlerini kıble ittihaz ettiler. Peygamberler önce mescitlere gelecek kişileri hazırladılar. Akevler’in hatası burada olmuştur, evler hazırlanmış ama içleri hala boştur.
Bin Dil Üniversitesinde okunacak kitapları hazırlamalıyız. Bin Dil Üniversitesinde öğrencileri bulmalıyız. Sonra hocaları bulmalıyız. Orada hocalar o kitapları okutmalı, öğrenciler de onları öğrenmelidirler.
Bunu yapmamız için yüz lojmanlı apartmanları kurmalıyız. Oraya gelecek çalışan öğrencileri bulmalıyız, ondan sonra sıra bin dil tedrisatına gelir. Hüseyin Kayahan işin önemini kavramış ama hala domuz etinden helal köfte pişirmek için uğraşıyor. Erbakan ve Gülen’in hataları bu idi, şimdi sonuç bellidir.
Öz Türkçe ile:
“İsteklerini tanrı edinen kimseyi görmedin mi? Sen mi ona savunucu olacaksın?”
Kur’an kelimeleri ile:
“İlahını hevası ittihaz edinen kimseyi rey etmedin mi? Sen mi ona vekil olacaksın?”
Ea RaEaYTa MaN itTaPaÜa EiLAHaHu HaVAvHu Ea Fa EaNTa TaKUvNu GaLaYHi VaKIyLan
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا (43)
***
أَمْ تَحْسَبُ
EaM TaXSaBu (EaM TaFGaLu)
“Yoksa hesap mı ediyorsun?”
أَمْ atıf harfidir.
وَ, فَ, أَوْ, أَمْ, بَلْ, ثُمَّmutlak harfi atıflardır. Kur’an’da حَتَّىatıf harfi olarak geçmez ayrıca وَلَوْ, وَلَكِنْ, وَإِمَّا olarak zikredildiğine göre bunlar da atıf harfi olmaz, harf harfe atfedilemez.
Demek ki atıf harfi on (10) değil altıdır. وَأَوْ ile, فَثُمَّ ile, أَمْ de بَلْ iledir. أَوْ’den farkı أَوْde atfedilen ile atfolunandan biri vardır, her ikisi de olabilir, her ikisinin olmaması olmaz. بَلْ‘de ikincisi doğrudur, birincisi yanlış veya doğru olabilir.
أَوْ=A yoksa B vardır, A varsa B var veya yok. AB = {11,10,01}
أَمْ=A varsa B yoktur, A yoksa B vardır. AB = {10,01}
Konuşma yaparken karşı tarafın ne düşündüğünü bilmiyorsanız ‘Sen yoksa böyle mi düşünüyorsun?’ dersiniz. Allah onun ne düşündüğünü bilir. O halde alay yoksa böyle yoksa şöyle diyorsa bilmediği için değildir. Davranış ve konuşmalarının belirsiz olduğunu, görünüşte böyle düşündükleri gibi hareket ettiklerini ifade eder.
Biz de çoğu zaman böyle yaparız. Onun için onlara söylemekteyiz. Ümitsizliğe düşeriz, üzülürüz. İşte, Allah bize diyor ki “Siz söyleyin ama onlara sözünüz etki etmez. Hayal kırıklığına uğramayın, sıkılmayın ve üzülmeyin.”
Hesap etmemekle zannetmek aynı anlamdadır. Hesapta doğruluk derecesi yakındır. Zanda ise yanılma daha çoktur. Usulde zanlar zahir olarak gösterilir. Hesapta ise nas ile ifade edilir. İkisi ile de amel edilir. İkisi de kesin değildir. Naslarda doğruluk sürekli olup sonraki ikinci uygulamada yeniden araştırılmaz. Zahirde ise ikinci uygulamada da araştırma gerekir.
أَنَّ أَكْثَرَهُمْ
EanNa EaKÇaRuHuM (EanNa EaFGaLuHuM)
“Onların ekseri”
كَثِير çok demektir. س ile كَسِير parçalanmış demektir, ث ile كَثِير sayıca çok demektir. İsmi tafdildir, izafe edilmiştir, çoğu anlamındadır, daha fazlası demektir.
Topluluklar mıknatıs gibidir. Hakkı savunanların kutbu, batılı savunanların kutbu. Bunların nispeti onda birler civarındadır. Bunlar arasında çekişme vardır. Halk bunlardan hangisi güçlü ise gövdesi ona doğru gider. Dolayısıyla siz kitlelerle değil elebaşları ile kutuplar ile tartışırsınız. Kitleleri böylece kendinize çekersiniz. Kutuplar ile yarışırsınız.
Marks’ın iddia ettiği gibi insanlığın temel sorunu karın doyurmaktır. Onu çözmeden hiçbir şey yapılamaz. O halde bizlerin yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını kurmamız gerekir. Orada öyle bir düzen vazedilir ki halkın çoğu orada karnını öbür kutuptan daha kolay doyurur. Akevler ve Rothshild’ler diye bahsettiğimiz budur. Bugün için gülünç gibi gelen bu sözler bir asır sonra ispatlanmış olacaktır. O zaman geldiğinde süper güçler tarih olurken yeryüzünde kişiler değil Kur’an hâkim olur. Kur’an’ı anlamayanlar bile onun emrine girerler.
Buradaki هُمْ zamiri seni gördüklerinde istihza edenlere gider. Onların beyinleri köreldiğinden söylemiş olduklarını anlayamazlar.
يَسْمَعُونَ
YaSMaGUvNa (YaFGaLUvNa)
“Sem’ ederler”
Canlılar dışarıdan gelen etkilere karşılık vererek yaşarlar. Ayçiçeği Güneşi takip eder. İnsan ise böyle değildir. Dış etkileri alır ve beyinde hafızaya koyar. Bunlar beş duyudur. Ama burada onlardan yalnız birinde olan zikredilir. Dışarıdan alınan duygular önce kelimeler ile cümleler halinde ifade edilir ve hafızada depolanır. Sonra onlar çağrılarak üzerinde düşünülmeye başlanır. Bilgisayarda gördüğümüz bu işlem beyinde de aynen yapılır.
أَوْ يَعْقِلُونَ
EaV YaGQıLUvNa (EaV YaFGaLUvNa)
“Veya akl ederler”
Hafızadan çağrılan cümleler halindeki bilgilerle işlemler yapılır, modeller oluşturulur, köşe taşları yerleştirilir. Sonra onlar birleştirilerek birbirine bağlanarak beyinde canlı dünyanın haritası oluşturulur. Bugün göç haritasını açarsanız uçan gök cisimlerini de seyredebilirsiniz.
عَقْل devenin bağlandığı halkadır. “Akletmek” demek köşe taşlarını birbirine bağlayarak bilinenlerden bilinmeyenleri ortaya koymaktır.
İnsanın zihni melekesi iki işi yapar.
Biri, duygulardan aldıklarını kelimeleştirerek hafızaya alır.
İkincisinde ise bunları bir alanda birbirine bağlayarak dış âlemin modelini oluşturmaya çalışır. Sonra o model üzerinde karar alır ve bu sefer beynin irade kısmına geçerek doğaya etki eder.
إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ
EiN HuM EilLAv Ka eLEaNGAvMı (EiN HuM EilLAv Ka eLEaNGAvMı)
“Onlar ancak en’am gibidirler”
أَنْعَام geviş getiren çift tırnaklı hayvanlardır. İnek ile camız, koyun ile keçi, develer ile lamalar, zürafalar ile geyikler sekiz çifttir. Bunlar insanlarla en çok yakınlık kuran hayvanlardır. Bunu örnek olarak göstermektedir. Şöyle ki,
Hayvanlarda kalıcı hafıza yoktur.
Bilgisayarda iki hafıza vardır.
İşlem yaparken yaptığın işleri hafızaya alır ve işlemler üzerinde işlemler yapar. Bilgisayarı kapattığınız zaman geçici hafıza silinir.
Bir de kalıcı hafıza vardır. O dosyayı kapattığınız zaman artık onun üzerinde işlem yapamazsınız. Onu depolar sonra dosyayı çağırırsanız açılır ve canlı dosya haline gelir.
Hayvanlarda geçici hafıza mevcuttur, hiç kapanmaz.
İnsanda ise geçici hafızanın yanında kalıcı hafıza da mevcuttur, gerektiği zaman çağırıp onu kullanır.
Söylediğin sözleri kelimelere dönüştürmezler, onu hafızalarına almazlar, sonra da onu çağırıp düşünmezler. İşte bunlar enam gibidirler. İnkılap etmeyip babalarından duyduklarında ısrar edenler hayvanlar gibidir. İnsan sem’ ve aklı ile uygarlaşan varlıktır. Onlar ise uygarlaşmaya karşı direnirler.
بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا (44)
BaL HuM EaWalLu SaBıyLan (BaL HuM EaFGaLu SaBIyLan)
“Doğrusu onlar sebilen daha delalettedirler.”
Yaylalar düzlüktür, otlak yerler vardır. Yol yoktur, suda yüzer gibi dolaşırsınız. Sis çöktüğü zaman eve dönüş yönünü bulamazsınız.
Enam ise hiç şaşırmaz, gidecekleri yeri bilir ve sizi selamete çıkarır. Yani hayvanlar yolu insanlardan daha fazla bilirler.
Uçaklar güney kutuptan kuzey kutba belli yolları takip edip ulaşır. Pusulaları çok hassastır. İnsan ise pusulası varsa akletmişse hayvanlardan çok ilerdedir. Ama pusulası yoksa akletmemişse hayvanlardan geridir.
Engebeli yerlerde yolun geçeceği yeri tayin etmek için eşek kullanılır. Yavru bir tepede bırakılır, anası etekte bırakılır. O en kısa yolu çözerek yavrusuna varır. Siz de orasını yol yaparsınız. Akletmenin manası budur, içtihadın manası budur.
İnsan aklını kullanmazsa dalalette olur, yolunu bulamaz. Ama aklını kullanırsa Ay’a da gidebilir. Bu teknikte böyle olduğu gibi hukukta da böyledir.
YORUM
Batı teknikte akletmiştir ama hukukta akletmiyor, ilahını hevası olarak ittihaz ediyor.
Sizlerle 25 senedir Kur’an seminerleri yapıyoruz, yaptığımız sıraya uyarak da bunlar yayınlanmaktadır. Kur’an’a inanmış olunuz veya olmayınız, bizi seviniz veya sevmeyiniz, ilim adamları olarak seminerlerimiz üzerinde doktora çalışmalarının yapılması gerekir. Öğrenciler de bu doktoraları yapmalıdır. Diyelim ki bunlar akıllı veya deli olsunlar, yarım asır önce ortaya çıkmış ve uygulamaya başlamışlar. Yirmi seneden beri haftalık yayınları ile bir kitabı yorumlamışlar. Şimdi bu akıllılar veya akıl hastaları elli seneden fazladır bir şey söylüyorlar. Ne dediler diye merak edilip ilmen incelenmesi gerekir.
Elli yıldır ne söylüyoruz, bakılmalıdır.
1) Elli yıllık yazılarda tutarsızlık var mıdır? Bir gün böyle öbür gün şöyle denilmiş midir? Yoksa elli yıllık söylemlerde tutarlılık mı vardır? Hata etmiş olabilirler ama hatalarından dönebilmişler midir? Hata yüzdeleri nedir? Elli yıl önce söyledikleri ile bugün söyledikleri arasında ne kadar fark vardır?
2) Söylediklerini yapmaya çalışıyorlar mı? Söylediler ve yazdılar ama uygulayabildiler mi? Laf olsun diye mi konuşuyorlar ve yazıyorlar, yoksa inanmış ve inandıklarını yapmaya yani uygulamaya mı çalışıyorlar?
3) Seminerlerinde gelecek hakkında tahminleri var mı? Nasıl bir dünyayı tasarlıyorlar? Öngördükleri dünyanın gerçekleşme oranı nedir? Sosyalistler ateist bir dünyayı tasarladılar. Yeni nesilleri dinden uzak tutarsak bir gün eski nesiller biter ve dünya ateist olur sandılar. Bu gerçekleşmedi. Bunların da hayalleri böyle mi olur? Umduklarını bulabildiler mi? Ümitlerini kesip tatil durumuna mı geldiler?
4) Bugünkü durumları nedir? Neleri planlıyorlar? Ne üzerinde çabaları vardır?
Sonuç kısmında da değerlendirme yapılır. İlerde nereye varılacağı üzerinde ilmi sonuçlar varsa ortaya konur. Ekstrapolasyon ile bu sağlanır. Yüzde ihtimali belirtilir.
İlmi çalışma budur, Ar-Ge budur.
Bu değerlendirme sadece bu seminerler ile sınırlı değildir. Bütün cemaatler ve örgütler üzerinde de bu yapılır. Bir oluş veya düşünüş varsa ilim onları ele alır ve sonuçları ortaya koyar.
Bu seminerleri okuyanlar böyle tezler yaparak ilmi çalışmalar yapmalıdırlar. Örnek olarak Rusya ve Sovyetler ele alınıp gelecek hakkında tahminlerde bulunulabilir. Trump’ın geleceği tespit edilebilir. Onlar insanlığa hizmet mi ediyorlar, çığır mı açıyorlar yoksa enam gibi midirler? Böylece ortaya çıkmış olur.
Öz Türkçe ile:
“Yoksa onların çoğunu işitir ya da düşünür mü sanıyorsun? Onlar ancak davarlar gibidirler. Doğrusu onlar yol olarak daha sapkındırlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Yoksa onların ekserini sem’ eder veya akleder mi hesap ediyorsun? Onlar ancak enam gibidirler. Doğrusu onlar sebil olarak daha dalalettedirler.”
EaM TaXSaBu EanNa EaKÇaRuHuM YaSMAGUvNa EaV YaGQıLUvNa EiN HuM EilLAv Ka eLEaNGaMı BaL HuM EaWalLu SaBıyLan
أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا (44)
İstanbul; 14 MART 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
resatnurierol@gmail.com
www.akevler.org (0532) 246 68 92