ŞUARA SÛRESİ- 3. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23) قَالَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ (24) قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ (25) قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (26) قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (27) قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ (28) قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (29) قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُبِينٍ (30) قَالَ فَأْتِ بِهِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (31) فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ (32) وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ (33)
***
قَالَ فِرْعَوْنُ
QAvLa FiRGaVNu (FaGaLa FiGLaVNu)
“Firavun kavl etti”
قَوْل birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunmuştur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde “söyle” olarak tercüme edilmelidir. ق dayanmayı, kuvveti, و beraberliği, ل tekrarı ifade eder.
Musa ile Harun Firavuna varırlar. Biz âlemler Rabbinin resulüyüz derler. Firavun da onlara öğütte bulunur, siz bizde yetiştiniz, şimdi ne söylüyorsunuz der. Onlar da cevap verirler ve İsrail oğullarını kendilerine katmalarını isterler.
Bunları söylerken Arapça dil kurallarına uygun olarak وَ harfi getirilmez ve söyleyen zikredilmeden karşılıklı konuşma yapılır. Şimdi de o konuşmanın devamına geçilir ama bu defa Firavun kelimesi tekrar edilir. Diğer taraftan Arapça kurallarına göre قَالَ derken konuşma sırasının Firavuna geldiği anlaşılır. Böyle olduğu halde o zaman neden tekrar edilmiş olur?
Bu durum konunun birden değiştiği anlamına gelir. Daha önce Firavun, Musa ve Harun’un kendileriyle ilgili olan olayların üzerinde dururken, şimdi ise asıl konu üzerinde konuşmaya başlar. Kardeşler “âlemlerin Rabbinin elçisiyiz dediler” cümlesi yukarıda yoktur, sadece Allah’ın bunları söyleyin diye emri vardır. Buradan öğreniyoruz ki Allah bir şeyi emrettiyse o yerine gelir. Bir daha yerine geldi denmesine gerek olmaz. Firavun konuyu değiştirdiği için Firavunun bu yaptığı işe dikkati çekmek için Firavun kelimesi tekrar edilmiş olur. Firavun reddedip konuya girmeyebilecek iken öyle yapmadığı anlaşılmış olur.
وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23)
Va MAv RabBu eLGAvLaMİyNa (Va MAv FaGLu eLFAvGaLİyNa)
“Âlemlerin rabbi nedir?”
رَبْوَة tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَةdenir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılır. Birden oluş “hilkat” ile ifade edilir, evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. رببkökü de ربو’den dönüşmüştür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب981, رمي9 defa geçmektedir. Toplam 990 (2*32*5*11) eder. رtekrarı, بgeçidi ifade eder. عَلَمdağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عetkiyi, لbelirliliği, مenginliği ifade eder.
Firavun “âlemlerin Rabbi kimdir” demeyip “âlemlerin Rabbi nedir” der. Âlemlerin rabbi deyince şuurlu varlıkların Rabbi olmuş olur. Firavun ya anlamadığı için böyle bir varlık yok ki Rabb olsun demiş olur ya da anladığı halde onun rabliğini kabul etmez. Âlemlerin Rabbi İsrail oğullarını istiyor demekle ne istediğinizi anlamadım demek istemiş olur.
İnsanlar baştan tek topluluk oluşturmuşlardır. Bu aşamada dilleri birdir. Çoğalınca ayrı ayrı diller oluşmuş ve ayrı ayrı topluluklar haline gelmişlerdir. Her topluluk kendisini haklı kabul eder, karşı toplulukları haksız görür. Her topluluk kendilerine tanrı edinir. Tanrıların isimleri kendi dillerinde ayrı olur. Sonra birleşince ayrı olan isimler ayrı tanrılar haline gelir ve insanlar tanrılarını savaştırırlar.
Bu aşamada Mısırlıların tanrısının firavun olduğu anlaşılır. İsrail oğullarının tanrısı da örnek olarak İbrahim olabilir. Ama Harun ile Musa “âlemlerin Rabbi” ifadesini kullanırlar. Firavun bunu sorarak, âlemlerin Rabbi mi, sizin Rabbiniz mi? Nasıl yani anlamadım? İsrail oğullarını kim istiyor demeye getirir.
YORUM
Bir kimsenin suçlu olması o kimsenin söylediklerinin yanlış olduğunu göstermez. Bir kimsenin çok saygın kişi olması o kimsenin söylediğinin doğru olduğunu göstermez. İnsanlar konuşurken kendi ürettiklerini söylemezler. Çevreden gelen sözler kişinin beyninde şekillenir ve onun ağzıyla ifade edilir. Onların arkasında bir topluluk vardır. Dolayısıyla kişi iyi olsun kötü olsun, söylediklerinin bir kısmı doğrudur bir kısmı yanlıştır.
Firavun önce kişilerin kötülüklerini söylerse de birden ayırır, kişilerin kötü olması, iddia edilenlerin yanlış olmasını gerektirmez. İddialarının topluluk tarafından benimsenmemesi gerekir. Firavun Musa’yı muhatap alırken Musa’dan değil, Mısır halkından çekinir. Her ne kadar güçlü bir imparator ise de her toplulukta mutlaka muhalifleri vardır ve yöneticiler bunu göz önünde bulundurmak zorunda kalırlar.
Bir fikri, bir görüşü yasaklarsanız o fikir yeraltında gelişir ve sağlıklı gelişmez. Kimse açıkça söylemediği için cevap da verilmez. Fısıltı ile yayılır ve yanlışlar topluluğa böylece kabul ettirilir. Onun için bugün Sermaye baskılı rejimleri sever. Baskılı rejimler, hiçbir zaman uzun ömürlü olmazlar. Ya baskıdan vazgeçerler ya da yıkılıp giderler.
Firavun bunu bildiği için taktiğini değiştirir ve Musa ile tartışmaya girişir. Bir taraftan ona kendi görüşlerini açıklama imkânını verirken diğer taraftan onu hafife almaya çalışır.
Öz Türkçe ile:
“Firavun ‘Bütün toplulukların yetiştiricisi nedir?’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Firavun ‘Alemlerin rabbi nedir?’ diye kavl etti.”
QAvLa FiRGaVNu Va MAv RabBu eLGAvLaMİyNa
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23)
***
قَالَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
QAvLa RabBu elSaMAvVATi Va eLEaRWi (FaGaLa FaGLu eLFaGaLAvTi Va eLFaGLi)
“‘Semavat ve arzın rabbidir.’ diye kavl etti”
سَمَاءhayvanın sırtı, أَرْضda hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. سِيمَىçehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir. Görünen taraf demektir. وَسْم hayvanın sırtına vurulan damga demektir. سmekânda dizi yani sıralamayı, مenginliği, وberaberliği ifade eder. ءرضKur’an’da 461, جلسKur’an’da 1 defa geçmektedir. Toplam 462 (2*3*7*11) eder. ءgücü, رtekrarı, ضkatlamayı ifade eder.
“Semavat ve arz” Kur’an’da üç boyutlu uzayı ifade eder. Galaksilerin, yıldızların, Güneş sisteminin, Ay’ın ve atmosferin bulunduğu yerler semadır. Yedi tabakadan oluşur, onun için dişi çoğul kullanılmıştır.
الْأَرْض ise üzerinde yaşadığımız karalar ve denizleri içine alır, yeraltını da içine alır.
Musa âlemlerin rabbi yani toplumların rabbi aynı zamanda kâinatın rabbidir der. رَبّ kelimesi geliştirmeyi ve evrimi içine alır. Kâinatın yaratıcısı olduğu gibi kâinatın evrimleştiricisi, insanlığın da uygarlaştırıcısı anlamlarını da taşır.
وَمَا بَيْنَهُمَا
Va MA BaYNaHuMAv (Va MA FaGLaHuMAv)
“Ve ikisinin beyninde olanların”
Göklerin ve yerin arasında olanın der. Göklerin ve arzın arasının içinde olanı demiyor. Yani güneş semada, arz da yerdedir. Sema ile arz arasında bir boşluk yoktur. Dolayısıyla sema ile arzın arasındaki yerlerde olanın anlamı çıkmaz. Öyle olsaydı فِيمَا derdi. وَفِيمَا demeyip وَمَا demesiyle aradaki yerlerde bulunanlar değil, sema ile arz arasındaki ilişkileri anlamış oluruz.
Semada ve arzda olanlar birbirlerini çekerler. Bu çekim kuvveti مَا‘dır. Semadan ışık gelir. Bu da sema ile yer arasındaki ilişkiyi gösterir. Işık yeryüzünde ısıya dönüşür ve semaya ısı olarak gönderilir. İşte bunların da rabbidir. Arzı ve semayı yaratmış, semayı hidrojen enerjisiyle doldurmuştur. Semadan ışığın arza geldiğini, böylece arzda hayat oluştuğunu anlatmış olur.
Gökler katlardan değil tabakalardan oluşur. Yani biri bittiği yerde öbürü başlar, arada boşluk yoktur, olmaz. Kur’an’da başka bir ayette سَمَوَاتٍطِبَاقًا(Mülk 67/3) denir. O ayetle birlikte düşünüldüğünde مَا‘nın mekânı değil ilişkileri ifade ettiği anlaşılır.
إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ (24)
EiN KuNTuM MUv QiNİyNa (EiN FaGaLTuM MuFGiLİyNa)
“Eğer siz mukinler iseniz”
وُقْنَةdağların başında bulunan çukur, krater; “Kayene” doldurmak anlamındadır. “Eykane” bir kabı doldurmak demektir. إِيقَان kanaat getirmek yani mutmain olmak, içini doldurmak anlamlarına gelir. Sorunu çözmek anlamına da gelir. “Kanaa’t” su kanalı demektir. Susuzluğu gidermek, suya kanmak kelimesi ile ifade edilir. Bir insanın şüphe ve tereddütlerini gidermek ve kişiye kanmak olarak Türkçede kullanılır. Bu kelime Arapçada قَانِع ve يَقِين olarak geçer. Tereddütlü ve şüpheli bilgilerin kesinleşmesi anlamına gelir. ي kolaylığı, ق dayanma kuvvetini, نde belirsizliği ifade eder.
“Mukinler/مُوقِنِينَ” kurallı erkek çoğul şeklinde yazılmıştır. Harfi tarifsiz kullanılmıştır. O halde yakîni (kanaat edenleri) olan topluluklar vardır demektir. Siz de böyle topluluklar iseniz benim söylediklerimi anlarsınız.
Buradaki إِنْ kelimesi قَالَ‘ye bağlı değildir. Yani Rabbin semavatın, arzın ve aralarında olanların rabbi olması için onların yakîn getirmesi şartı yoktur. Onların bundan yararlanabilmesi için yakîn getirmeleri gerekir. Arada yazılmamış bir cümle vardır. إِنْ kelimesinden önce söylenmemiş cümle vardır. Bu cümleden yararlanabilmeniz için mukîn topluluk olmanız gerekir diyor.
Yakîn getiren topluluk nasıl bir topluluktur?
İçtihat yapan kimse içtihadını yapınca artık onunla hareket eder. Kişi yakîn getirmiş demektir. Topluluklar da icma ettiklerinde yakîn getirmiş olurlar. Böylece topluluk bir düzene ulaşır. Kişi içtihat yapmaz ve hisleriyle hareket ederse bu yakîn getirmemiş kimsedir. Heva ve hevesiyle hareket eder demektir. İşte, içtihat yapan kişilerden meydana gelen ve icma kabul eden topluluklar yakîn getiren topluluklardır.
Peygamber Musa Firavuna siz de içtihat ve icma kabul eden kimseler iseniz bunu anlarsınız ve kabul edersiniz demiş olur. Ama sizin böyle bir tasanız yoksa benim söylediklerimden yararlanamazsınız demek ister.
YORUM
İnsan geleceğini düşünen ve ona göre hareket edip tedbirler alan bir varlıktır. Bu gaybe imandır. Örneğin; ilkbaharda o anda ihtiyacı olsa da buğdayı kullanmayıp toprağa atan çiftçi gaybe inanır. Tohumun üstü örtülür, önce işe yaramayan ota dönüşür ve ancak üç ay sonra buğday haline gelir. Kişi bunu neyle bilir? İçtihat ve icmalarla bilir. Gaybe inanmayan kişi ise o anda karnını doyurur, gelecekte ise dilenmek zorunda kalır.
Musa Peygamber, benim Firavuna söylediklerim üzerinde içtihatlar yapın ve icmalarla topluluğunuzun yakîni gelsin, ona göre hareket edin demek ister.
Âlemlerin rabbi sualine en iyi cevap mukînsenizdir. Yani eğer siz araştırma yaparsanız, içtihat yaparsanız bu sonuca varırsınız. Ben söylüyorum diye kabul etmeyebilirsiniz. Ama söylediklerimi değerlendirmeniz gerekir. Sonuçta âlemlerin rabbinin kâinatın rabbi olduğunu görmüş olursunuz.
إِنْ kelimesi üzerinde düşünürseniz semavat ve arzın ne olduğunu bulursunuz demektir.
Öz Türkçe ile:
“‘Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların yetiştiricisidir, eğer bilinçliler iseniz.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Semavatın, arzın ve ikisinin beyninde olanların rabbidir, eğer mukinler iseniz.’ diye kavl etti.”
QAvLa RabBu elSaMaVATi Va eLEaRWi Va MA BaYNaHuMAv EiN KuNTuM MUvQiNİyNa
قَالَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ (24)
***
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ
QAvLa LiMaN XaVLaHu (FaGaLa LiMaN FaGLaHu)
“Onun havlinde olan kimselere kavl etti.”
حَوْل ağaçlık yerleri çevreleyen topraktan tümsek ve çukur demektir. ح hareketi, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. حول Kur’an’da 25, حور ise 13 defa geçer. Toplam 38 (2*19) eder.
Firavun Musa Peygamber ile görüşme yaparken tek başına olmayıp yanındakilerle beraber görüşür. Yani çevrede insanlar vardır. Eskiden Krallar ve Peygamberler kapalı yerlerde değil de herkese açık olan yerde görüşmeler yaparlar, katılmak isteyenler konuşamasalar da orada bulunurlardı. İlk önce küçük topluluklar oluştuğu için farklı mekânları yoktu. Mabetler aynı zamanda görüşme yerleriydi.
Kur’an’ı öğreten Resul Muhammed de bütün görüşmelerini herkese açık yerlerde yapmıştır. Raşit halifeler de öyle yapmaya devam etmişlerdir. Bir valinin kapalı yerde görüşmeler yaptığını ve görüşme yerinde kapının bulunduğunu halifeye şikâyet ederler, o da görevliyi gönderir, “Git , eğer böyle bir kapı varsa, kimseye sormadan o kapıyı kır” der.
Bursa’da Orhan Camii, Yıldırım Camii, Yeşil Cami ve Murat Hüdavendigar Camiine giderseniz, Bursa’da Osmanlı beylerinin kapalı yerlerde değil, açık yerlerde mescidin içinde görüşmeler yaptığını, vezirlerin giriş yerinde oturduklarını ve orada bulunan raflara dosyaları koyduklarını, o rafların hala orada durduklarını açık olarak görürsünüz. Demek ki Firavun zamanında da böyledir.
Musa Peygamber ile Firavun görüşürken çevredekiler dinlerler. Firavun çevredekilere “Bakınız, bu kişiler yerleri ve gökleri var edenle görüştüklerini ve onun emirlerini bana ilettiklerini söylüyorlar” der.
أَلَا تَسْتَمِعُونَ (25)
EaLAv TaSTaMiGUvNa (EaLAv TaFTaGiLUvNa)
“İstima’ etmez misiniz?”
سَمْعkapları doldurduktan sonra içindekilerini taşımak için elimizin tuttuğu yer, kulp. Kulak ona benzetildiği için işitmek anlamına fiil olmuştur. Türkçede işitme ile duyma arasında fark vardır ve iki kelimeyle ifade edilir. Arapçada bu farkı belirleyen kelime istihzan izin isteme veya kulak verme manasına gelir. س mekânda dizi yani sıralamayı, مenginliği, عetkilemeyi ifade eder. سمعKur’an’da 185, سمي71 defa geçer. Toplam 256 (28) eder.
İftial babıyla “İstima’/اِسْتِمَاع” duymak, “Sem’ etmek/سَمْع” ise işitmek demektir.
اِسْتِمَاع ile سَمْع arasında şu fark vardır. اِسْتِمَاع‘da kişi işittiklerini değerlendirir ve manasını anlar. سَمْع‘de ise sadece onun söylediğini anlar ama söylenilen şeyi değerlendirmez. Türkçede dinlemek ile işitmek arasında fark vardır. İtaat etmeyi dinlemek şeklinde ifade ederiz, ‘sözümü dinledi’ deriz.
YORUM
Firavun aslında Peygamber Musa’ya cevap vermek yerine çevredekileri uyarır. Onların dikkatlice dinlemelerini ve gelişmelere hazırlıklı olmalarını ister.
Bugünkü yöneticiler ve Sermaye çevrenin duymamasını, haberdar olmamasını isterler. Bugün Türkiye’de ve Dünya’da en büyük sorun basın-yayın sorunudur. Doların gücüyle olayları istediği gibi gösterme ve halkı yönlendirme tekniği kullanılır. Örneğin araba kullanıyorsunuz, önünüze çıkan alanları doğru görüyor ve ona göre direksiyon kullanıyorsunuz. Farz ediniz ki Sermaye size gözlük vermiş, sağdan geleni soldan geliyor gösteriyor. Ne yaparsınız? Gelen arabaya doğru direksiyonu çevirirsiniz. Yürümeniz mümkün olmaz.
Basın ve yayın topluluğun gözü ve kulağıdır. Sermaye bunu kendi kontrolü altına alınca istediği istikamete topluluğu yöneltir. Örneğin bulaşıcı bir hastalıktan korunmak için hastalarla gerekli önlemleri alarak görüşmek gerekir. Uykunuzu almışsanız, sağlıklı besinlerle beslenmişseniz, kronik bir hastalığınız yok ise sigara içseniz bile bu süreçte bırakırsanız, hastalarla görüşmede virüs alırsınız ama virüsü yenersiniz ve bu önlemler size aşı görevini görür. En sağlam bir şekilde korunmuş olursunuz.
Sermaye eve hapsederek, insanların birbirleriyle görüşmeleri konusunda sınırlamalar getirerek bu korunmada insanları sosyal yaşamdan mahrum eder hatta öyle bir hava yaratır ki doğrusunu (onların söylediklerinin tersine bir şey söylemek) suç olur.
Burada Firavunun basın-yayın yasağını koymadığı görülür. Bundan dolayı Mısır uygarlığı dünyada uzun süre süper uygarlık olmuştur. Kur’an bunları anlatmakla bu uygarlığın bu kadar güçlü ve uzun ömürlü olmasının hikmetlerini de anlatmış olur. Peygamberlerin kıssaları peygamberleri değil, peygamberlerin yaşadıkları uygarlıkları anlatır.
Öz Türkçe ile:
“Onun (kendi) çevresindekilere “Duymaz mısınız?” dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onun havlinde olanlara ‘İstima’ etmez misiniz’ diye kavl etti.”
QAvLa LiMaN XaVLaHu EaLAv TaSTaMiGUvNa
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ (25)
***
قَالَ رَبُّكُمْ
QAvLa RabBuKuM (FaGaLa FaGLuKuM)
“Rabbimiz kavl etti.”
Peygamber Musa duydunuz mu çıkışına aldırmadan Rabbi tarif etmeye devam eder. Arapçada كُمْ siz ve biz manasına gelir. Burada da Peygamber Musa, “Bizim rabbimizdir ve şimdi yaşayanların rabbidir” dediği gibi “Bizden evvel olanların da rabbidir” demiş olur.
Önceki ayette kâinatın rabbi olarak ifade ederken şimdi ise insanların rabbi olarak tarif eder. Allah kâinatı insanlar için yaratmıştır. İnsanlar bütün kâinatın karşısında daha kıymetli sayılmıştır. Ne var ki yeryüzündeki insanlar değil, diğer yıldızlarda ve gezegenlerde yaşayan insanlar da bu tanıma dâhildir.
Peygamber Musa’nın kastettiği yeryüzündeki insanlardır. Yeryüzündeki insanların rabbi bütün kâinatın rabbidir ama her birinin ayrı ayrı rabbidir. Yani ayrı ayrı eğitir. Başka başka sınıflarda ders verir. Peygamber Musa, bize ders veren yani size ve bize ders veren âlemlerin rabbinden bahsediyorum demiş olur.
وَرَبُّ آبَائِكُمُ
Va RabBu EAvBAEiKuMu (Va FaGLu EaFGALiKuMu)
“Ve eblerimizin Rabbi”
Bugün yaşayan insanların rabbi olduğu gibi geçmişte Mısırlıların ve İsrail oğullarının atalarının da rabbi olduğunu söyler.
Peygamberler kavimlere gelirler. Bütün insanlara gelmezler. Peygamber Muhammed bile resul olarak Arapların peygamberidir. Kendi hayatında Arapların dışındaki hiçbir topluluk İslamiyet’i kabul etmemiştir. Ama bütün peygamberler tüm insanlığın saadetine ve hidayetine hizmet ederler, onları davet ederler, onlara örnek olurlar.
Musa Peygamber de Muhammed Peygamber gibi yalnız İsrail oğullarının peygamberidir ama getirdiği kitap bütün insanlara hidayettir. Tevrat ve İncil de böyledir.
Peygamber Musa’nın Firavundan İsrail oğullarının serbest bırakılması dışında bir talebi olmaz. Ama Mısırlıların da İsrail oğullarının da bir olan rablerine uymalarını tavsiye eder.
الْأَوَّلِينَ (26)
eLEavVaLİyNa (eLEaFGaLİyNa)
“Evvellerin”
الْأَوَّلِينَ kelimesiyle daha önceki topluluklar olarak zikredilir. Erkekler ve kadınlar olarak mana verildiğinde bir insanın on nesil evvel yani üç asır evvel bir insanın bin tane atası olur. Bir başka deyişle her birimizin atası diğerlerinin atalarıyla ortaktır. Dolayısıyla evvelkilerin ataları bir topluluk oluşturur. Bunun için kurallı erkek çoğul vasıf olur.
YORUM
Uygarlıklar doğu uygarlıkları ve batı uygarlıkları olmak üzere ikiye ayırılır. Doğu uygarlıkları peygamberlerin uygarlığı iken batı uygarlıkları filozofların uygarlığıdır. Biri vahye, biri akla dayanır. Her ikisi de delildir. O halde Batı uygarlıkları kötüdür, Doğu uygarlıkları iyidir diye bir hükme varılamaz. Doğu uygarlıkları hukukta başarılı olurlarken batı uygarlıkları ise sanayide başarılar elde ederler. Peygamberler gelir, doğuda hukuka dayalı uygarlığı oluştururlar. Batılılar bu hukuku kullanarak akıllarıyla sanayi uygarlığını geliştirirler.
Gelişen sanayi yeni maddi uygarlık getirir ve daha önceki hukuk sorunlarını çözemez olur. Yeniden peygamber gelir ve yeni oluşan uygarlık için yeni hukuk geliştirir. Böylece beş yüzer sene arayla peş peşe uygarlıklar devam eder. Doğu uygarlıkları, miladi bin yılın başlangıcında doğar. Batı uygarlıkları ise miladinin beş yüzüncü yılında başlar. Bugün üçüncü bin yılın başındayız yeni doğu uygarlığı başlamıştır. Eski uygarlıklardan fark artık vahyin yerini içtihat ve icma almıştır. Musa’nın kıssası anlatılırken bugün de benzer olaylarla karşılaşılacağı ve Kur’an’ın bugün cereyan eden olayları bilenin bir eseri olduğu görülmüş olur.
Öz Türkçe ile:
“‘Yetiştiricimiz ve bizden öncekilerin yetiştiricisidir.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Rabbimiz ve evvelin eblerimizin rabbidir.’ diye kavl etti.”
QAvLa RabBuKuM Va RabBu EAvBAEiKuMu eLEavVaLİyNa
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (26)
***
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ
QAvLa EinNa RaSUvLaKuMu (FaGaLa EinNa FaGLUvKuMu)
“Resulümüz diye kavl etti”
Peygamber Musa kendi isteklerini anlatırken Firavun çevredekilerle konuşur. Peygamber Musa onlara cevap vermeyip söylemek istediklerini anlatmaya devam eder. Firavun çevredekilere “resulümüz” der.
رَسُولَ kelimesi gönderilen anlamında olup “resulümüz” deyince bizim gönderdiğimiz veya bize gönderilen anlamları vardır. فَعِيلile فَعُولkalıpları hem failin hem de mefulün ismi olabilir. Yerine göre mana verilmesi gerekir.
كُمْ ifadesi Arapçada siz manasına geldiği gibi biz manasına da gelir. Biz burada “biz” manasını veriyoruz.
الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (27)
elLaÜİy EuRSiLa EiLaYKuM LaMaCNUvNun (elLaÜİy EuFGiLa EiLaYKuM LaMaFGUvLu)
“Bize irsal olunan mecnundur.”
جَنَّة dışarıdan iç tarafı görünmeyen meyveliklerin adıdır, bahçe demektir. جَنِين kelimesi buradan gelir. Görünmeyen varlıklara جِنّ denir ve inse karşı kullanılır. ج harfi topluluğu ifade eder, ن harfi belirsizliği ifade eder. جنن Kur’an’da 201, جول 3 defa geçer. Toplam 204 (22*3*17) eder.
Firavun “irsal ettiğimiz” değil de “Bize irsal olunmuş olan resul” der. Marife olarak geldiğinden Musa’yı kasteder. Bize irsal olunanlar demiyor da “irsal olunan” diyor. Harun’u mecnunlar arasında saymaz. Harun’u iki sebepten dolayı mecnunlar arasında saymaz. Harun’u çevre tanır. Ona akılsız dese çevre kabul etmez. Musa ise 10 yıl evvel ayrılmış ve Firavunun çevresindeki kadro da değişmiştir.
Diğer sebebi ise bir işi iki deli anlaşarak birlikte yapmaz. Diyelim ki bir kişi elbisesini ters çevirip sokağa çıksa veya soyunup da dışarı çıksa aklını kaybetti deriz. Ama iki kişi olursa bunlar bunu kasten yapıyor deriz, artık ikisine birden mecnun diyemeyiz.
Firavun da bunlar mecnundur dese inandırıcı bir şey söylemiş olmaz. Bunun için “resullerimiz” demiyor da “resulümüz” diyor.
İnsanlar tarih boyunca hep cinlere inanmışlardır. Halen de bilhassa köylerde inanmaya devam ederler. Kentlere taşınınca kentler kalabalıklaştığı için cinleri unuturlar. Cinlere inanmayan topluluk hemen hemen yok gibidir. Ama bugün onlarla herhangi bir iletişim kuramıyoruz. İnsan beynine melekler gibi cinler de etki edebilir ve insanın doğru düşünme melekesi kaybolabilir. Kur’an’da cinlerin çarpması (tehebbut etmesi, يَتَخَبَّطُهُBakara 2/275) vardır.
Mısırlılar da cinlere inanırlar. Varsayalım ki Mısırlı literatüründe hiç cin geçmiyor o zaman Kur’an doğru haberler vermiyor demektir. İşte Kur’an’ın Allah sözü olup olmadığı bu tür araştırmalarla ortaya çıkar. 19. yüzyıla kadar Mezopotamya’daki kıssalar esatir kabul edilmiş ve Kuran ile Tevrat’ın olmayan olayları anlattığı iddia edilmiştir. 19. yüzyılda yapılan kazılar sonucu Mezopotamya Uygarlığının var olduğu, Tevrat ve Kur’an’da anlatılanların oradaki tabletlerde de anlatıldığı anlaşılmıştır. Örnek olarak Nuh’un 950 sene yaşadığı Tevrat’ta bildirilmiş, Kur’an’ca da teyit edilmiştir. Kazılardaki belgelerde 950 sene aynen geçer. Böylece Tevrat’ın ve Kur’an’ın esatirden olmadığı anlaşılmış olur.
Peygamber Musa’nın kıssası henüz Mısır uygarlığı ile tam olarak karşılaştırılmış değildir. Bu yorumlarla Mısır uygarlığı açıklanarak tarihi bilgilerle de Kur’an’ın söylediklerinin doğruluğu ortaya konulduğu gibi Kur’an’ın ilahi söz olduğu da insanlığa kanıtlanmış olur.
YORUM
İnsanlar doğup büyüdükleri topluluk içinde birçok varsayımları bulurlar. Herkes ona inanır ve o varsayımlara muhalefet etmek kimsenin aklına gelmez. Kimse zaten onu söylemez. Topluluklar babalarından duymuş oldukları birçok sözü kesin doğru kabul ederler, farklı şekilde düşünemezler.
Mısır hanedanı ve halkı krallarını tanrının oğlu kabul ederler. Onlara göre güneş tanrıdır. Peygamber Musa’nın Firavunu tanrının oğlu kabul etmemesi bu varsayımı yıktığından Firavunu şaşırtır. Çevredekilere de “Duydunuz mu? Ne kadar saçma şeyler söylüyor?” der.
Tarih boyunca filozoflar ve peygamberler bu yanlış varsayımları topluluktan atmak için savaşırlar. Kur’an’dan sonra da bir kısım ilim adamları aynı savaşı vermiş ve bir kısmı canlarından olmuştur. Genel olarak bakıldığında bu durum normal karşılanabilir. Tutuculuk sürtünme kuvvetlerine benzer. İş yapılabilmesi için sürtünme kuvvetlerini yenebilecek enerjiye ihtiyaç duyulur. Bunun için bütün enerji sürtünme kuvvetlerini yenmek için kullanılır. Ne var ki sürtünme kuvvetleri olmasa hiçbir iş yapılamaz. Arabayla giderken eğer tozlu yol üzerine hafif yağmur yağmış ve sürtünme kuvvetleri yok olmuşsa araba birdenbire yoldan çıkar. Sürtünme kuvveti olmasa bardakla su içilemez. Demek ki sürtünme kuvvetlerine de ihtiyaç vardır, onu yenmek de bizim işimizdir.
Eğer yenilik yapıyorsanız mutlaka dirençle karşılaşırsınız. Direnci yenme azminiz varsa başarıya ulaşırsınız. Şu da var ki, yenilik yapmak isteyenler hayatlarında birçok zorluklara ve sıkıntılara uğrarlar. Çoğu da hayatlarında başarıya ulaştıklarını görmeden ölürler. Onların asıl etkileri öldükten sonra görülür.
Peygamber Musa’nın Mısır’a etkisi Mısır’dan çıktıktan sonra olmuştur.
Öz Türkçe ile
“‘Bize gönderilmiş olan elçimiz delidir.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Bize irsal edilen resulümüz mecnundur’ diye kavl etti.”
QAvLa EinNa RaSUvLaKuMu elLaÜİy EuRSiLa EiLaYKuM LaMaCNUvNun
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (27)
***
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
QAvLa RabBu eLMaŞRiQi Va eLMaĞRiBi (FaGaLa FaGLu eLMaFGiLi Va eLMaFGiLi)
“‘Maşrik ve mağribin rabbidir.’ diye kavl etti.”
شَرْقgüneşin doğduğu yerdir. شرقKur’an’da 17, شرحise 5 defa geçer. Toplam 22 (2*11) eder. شani sıçramayı, رtekrarı, قdayanma kuvvetini ifade eder. غَرْبgüneşin battığı yerdir. Kur’an’da 19,حرب ise 1 defa geçer. Toplam 20 (22*5) eder. غdeğişmeyi, ر harfi tekrarı, ب harfi de geçit manasındadır.
İnsanlar bir tek anne babadan ürerler. Musa kâinatın rabbini anlattıktan sonra insanların da rabbi olduğunu bildirir. Firavun Musa’ya cevap vermek yerine çevresiyle konuşmaya başlar. Musa ise Firavunun söylediklerine kulak vermeden kendi bildiğini anlatmaya devam eder.
Görüşme ve konuşmalarda çok karşılaşılan bir durumdur. Bir şeyi iddia edene aksi ispat edilmeye başlandığında karşı taraf cevap veremeyeceğini anlarsa hemen konuyu değiştirip başka konuya geçmeyi ister. Soru sorar veya iddia eder. Firavun da işte buna göre hareket etmeye başlar. Konunun değiştirilmemesi istenir veya uyarılırsa da o yine devam eder.
Peygamber Musa buna karşı kendi sorularına devam eder yani onun konularına girmeyip kendi konusunu sürdürür.
Demek ki bu davranış şekli bizlere örnek olur. Her konuya cevap vermeye çalışmayıp önce bir konuya odaklanır, ona cevap verir ve iddialarımızı ispat ederiz.
Kur’an nazil olduğunda Muhammed Peygamber “Allah birdir, ben O’nun Resulüyüm” demiş, bütün konuşmalarını ve savunmalarını bunun üzerine yapmıştır. Başkalarının gündem oluşturmasına imkân vermemiş, kendisi gündemi oluşturmuştur.
Bugün Sermaye’nin oluşturduğu gündem virüs ile ilgilidir. Bizim buna mukabil başka bir gündem oluşturmamız gerekirken maalesef biz de ateşe körükle gidiyoruz. Bizim bugünkü gündemimiz işçilik sisteminden ORTAKLIK SİSTEMİNE geçmektir. Herkesin bundan bahsetmesi gerekir. 1980’lerde Adil Düzen ortaya atılmış, hiç gündemde olmayan İslamiyet dünyada bir numarada yerini almıştır. Yeniden gündemler değiştirilmiş, adil ekonomik düzen ve ortaklık ekonomisi tartışmaları terk edilmiş ve sadece Türkiye değil tüm dünya bir anda ekonomik çöküntünün eşiğine getirilmiştir.
وَمَا بَيْنَهُمَا
Va MA BeYNaHuMAv (Va MA FaGLaHuMAv)
“Ve ikisinin beyninde olanın”
Yer ve göklerden bahsederken aralarında kelimesi geçmiştir. مَا kelimesi yeri veya ilişkiyi gösterir. Burada ise şark ve garbın arasında dediğine göre şark ile garbın arasındaki ilişki bize göre bilinmez hale gelir. Sadece yer olarak anlamamız gerekir.
Her yerin şarkı farklıdır ve yeryüzünde her yer şarktır veya garptır. Ama Allah yeryüzünün dörtte birinde karaları koymuş, merkezini de Ortadoğu yapmıştır. Sadece bu ayette şarkla garbın arasından bahsedilir. Çünkü bu sure Ortadoğu’nun en çok problemli olduğu döneme rastlar. Günümüzden önce Ortadoğu dünyaya hâkim iken, şimdilerde ise herkes Ortadoğu’ya hükmetmeye çalışıyor yani Ortadoğu artık mahkûm ediliyor.
Bu sure yeni bir peygamber gönderilmeksizin oluşan ilk uygarlığın anlatıldığı suredir. Şarkın yani Çin’in, Hint’in, Kore’nin, Japonya’nın rabbidir diyor. Avrupa’nın, Kuzey ve Güney Amerika’nın da rabbidir. Mısır, Arabistan, Türkiye, İran, Balkanlar, Kafkasya’nın da rabbidir.
O Rab beni gönderdi diyor. Ortadoğu saltanatı sonunda şarka ve garba intikal edecek demek istiyor. Bugün ise gerçekten intikal etmiş durumdadır. وَ bağlacı ile Ortadoğu’yu atfedince Ortadoğu’nun da rabbidir diyor. Yani senin de rabbindir ama Ortadoğu’nun da rabbidir. Şark ve garp hâkim olacak ama onun hükümranlığı da son bulacaktır.
Üçüncü binyıl uygarlığı şarkın, garbın ve Ortadoğu’nun uzlaştığı barış uygarlığı olacaktır. Bu ayeti üçüncü bin yılın genel oluşmasını gösterme olarak da anlayabiliriz.
إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ (28)
EiN KuNTuM TaGQiLUvNa (EiN KuNTuM TaGiLUvNa)
“Aklediyor iseniz.”
عَقْل halka demektir. Develeri halkaya geçirdikleri iple bağlarlar. “Akıl” insanın hislerle değil de fikirlerle hareket etmesini sağlayan bir araçtır. Düşünmek anlamında kullanılır. Araplar dayanışma ortaklığına da عَاقِلَة derler.
عقل Kur’an’da 49, عقد ise 7 defa geçmektedir. Toplam 56 (23*7) eder. ع etkiyi, ق dayanmayı, kuvveti, ل ise belirlemeyi ifade eder.
Yukarıda “Yakîniniz (kanaatiniz) varsa” demiştir. Musa Peygamber burada ise “Aklınız varsa” diyor. Aklınız varsa benim dediklerimi anlarsınız, Allah yalnızca buraların değil, Batının, Doğunun ve Ortadoğu’nun rabbidir, O böyle istiyor diyor.
إِنْ تَعْقِلُوا demiyor da إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَdiyor. Bir defa düşünen değil her zaman düşünen bir topluluk demek istiyor. Demek ki yakîn getiren topluluklar olduğu gibi akleden veya etmeyen topluluklar da vardır. Yakîn getiren topluluk, içtihat ve icma müesseseleri olan topluluklardır. Akıllı olan topluluklar ise müspet ilmi olan topluluklardır.
“Yakîn/يَقِين” kelimesi inançla ilgilidir. “Akıl” kelimesi ise ilimle ilgilidir. İnsanları yönlendiren hem ilim hem de inançtır. Ekonomi ile siyaset ise ilim ve inancın öğrettiklerini uygulayan kurumlardır.
YORUM
Üçüncü binyıla gelinceye kadar ulaşım ile haberleşme ve ilim yeterince gelişmediği için insanlar tek topluluk olarak yaşayamamışlardır. İnsanları birbirlerine ulaştırmak ve haberdar etmek için merkezi yönetimlere ihtiyaç vardır. Bundan dolayıdır ki Büyük İskender’den sonra yeryüzüne hep imparatorluklar hükmetmişlerdir. Romalılar, Moğollar, Selçuklular, Osmanlılar, İngilizler, Ruslar imparatorluk olmuşlar, dönemlerinin ilkel imkânları ile dünyayı birbirine bağlamışlardır. Böylece imparatorluklar sayesinde İpek Yolu gerçekleşmiştir. İnsanlar birbirlerine ulaşmak için saatte 30 km koşan atlar yetiştirmişlerdir. Bu yetiştirilen at bir iki saat koştuktan sonra onu bekleyen diğer süvari, bu gelen süvariyi görünce harekete geçmiş, birlikte koşmaya devam ederlerken posta alışverişini gerçekleştirmişler yani hiç durmamışlardır. Bugünkü ulaşım hızında olmasa bile haberleşmeyi sağlamışlardır.
Bugün ise cep telefonları ile saniyeler içinde görüşmeler yapılır. Dünyadaki herkes, Ay’da olanla bile evinden görüşebilir ve görebilir. Benim memleketimde bir köyden diğer köye altı saatte ulaşılabilirken, bugün ise 10 saatte Amerika’ya gidilir hale gelmiştir. Artık merkezi yönetime ve imparatorluklara gerek kalmamıştır. Eskiden Avrupa’dan Çin’e bir malın gidebilmesi için kervanlar yola koyulmuşlar, aylar süren yolculuklardan sonra ulaştırabilmişlerdir. Çin’den gelen bir pirincin pilav yapılabilmesi için en az altı ay bekleme gerekmiştir. Bunun için o zaman büyük sermayeye ihtiyaç doğmuştur. O ihtiyaçtan dolayı bugünkü büyük Yahudi aileleri oluşmuştur. O gün ihtiyaç olan görevlerini ifa etmişlerdir.
1950’lerde Ankara Elmadağ’da görev yaparken, jeneratörümüzün yatağı yanmış, Almanya’ya sipariş verilmiştir. Aradan bir sene geçmişse de gelmemesi üzerine Kırıkkale’ye sipariş verilmiştir. Daha önce üretilmeyen yatağı üretmek için çalışmışlar ve birkaç ay gibi sürede başarmışlardır. Siparişten üç sene sonra yatak Almanya’dan gelebilmiştir. Şimdi ise siparişler en geç bir haftada elimize geçmektedir.
Artık Sermaye’ye gerek kalmamıştır, herkes internetten sipariş verir, üretici de siparişi alıp üretir, kargoya verir ve bir hafta içerisinde dünyanın bir yerinden öbür yerine ulaşır.
İşte, Peygamber Musa burada Şarkın, Garbın ve Ortadoğu’nun Rabbidir derken bugünkü uygarlığa işaret etmiş olur.
Peygamberlerin görevi insanlığı uygarlığa ulaştırmaktır. Kur’an ile düşüncede de uygarlığa ulaşılmıştır. “Bugün dininizi ikmal ettim” ayetinin manası budur.
Üçüncü binyıl uygarlığında yüze yakın devlet ile birlikte bir de insanlık olur. İnsanlık devletlere hükmetmeyip onlara hizmet eder. Devletler ise insanlara hizmet eder. Çünkü Rab Şarkın da Garbın da Ortadoğu’nun da rabbi yani bütün devletlerin rabbidir. O’nun halifesi olan insanlık da bütün devletlere eşit uzaklıkta olarak hizmet eden bir kurumdur.
Öz Türkçe ile
“‘Uslu iseniz doğunun, batının ve ikisinin arasında olanların da yetiştiricisidir.’ Dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Aklediyor iseniz maşrikin, mağribin ve ikisinin beyninde olanların rabbidir.’ diye kavl etti.”
QAvLa RabBu eLMaŞRiQi Va eLMaĞRiBi Va MAv BeYNaHuMAv EiN KuNTuM TaGQiLUvNa
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ (28)
***
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي
QAvLa LaEiNi itTaPaÜTa EiLAHan ĞaYRİy (QAvLa LaEiNi iFTaGaLTa FiGALan FaGLİy)
“‘Ğayrim bir ilah ittihaz ettiysen’ diye kavl etti.”
إِخَاذ göl gibi suyun toplandığı yer yani birikintidir veya suların toplanması için açılmış çukurdur. Almak, tutmak anlamlarında fiil olmuştur. “İttihaz etmek” edinmek, tutunmak anlamlarındadır. أَخَذَ fiil olarak bir şey almak demektir. إِخَاذ perçem demektir. Testinin tutma kulpudur. ءخذ Kur’an’da 273, ءهل ise 127 defa geçer. Toplam 400 (24*52) eder.
ر gücü, خ çökmeyi, ذ işaret etmeyi ifade eder. غَيْر‘dışında’ demektir. غ değişmeyi, ي kolaylığı, ر tekrarı ifade eder.
Firavun Musa’ya döner. Firavun kendisinin ilah olduğu edasıyla kararını vererek “Eğer benim dışımda bir ilah ittihaz edecek olursan seni cezalandırırım.” der.
Topluluklar Allah’ı insan gibi bir varlık olarak düşünebilirler. İnsanı tanrının oğlu olarak da kabul edebilirler. Hala Hristiyanlar İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu görüşünü bırakmış değillerdir.
Bugünkü gelişen ilimlere göre yeryüzü milyarca milyar küçük bir varlık. İnsanın kendisi de insanlar içinde milyarca milyar insanlardan sadece biridir. İnsan ölümlüdür, kâinatın tanrısı olması mümkün değildir. Mısırlıların Firavunu ilah kabul ettikleri gibi Hristiyanlar da İsa’yı ilah kabul ediyorlar. Bu durum, topluluğun baskısı karşısında ve sonucunda kişilerin doğru düşünemediklerinin en açık örneği olarak karşımıza çıkar. İranlılar ise gaip imamı veya Mehdi’yi 1400 senedir yaşatırlar. Humeyni bile ‘Mehdi yaşamıyor’ diyemediği gibi ‘gelmeyecek’ de diyememiştir. Sadece gelinceye kadar yerine “Gaip imam gelene kadar rehber vekalet eder” diyebilerek fakihlerin yönetmesi tezini ortaya koyabilmiştir.
لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (29)
LaEaCGaLanNaKa MiN eLMaSCUvNİyNa (LaEaFGaLanNaKa MiN eLMaFGUvLİyNa)
“Seni mescunlardan ca’l ederim.”
جِعَال sıcak tencerenin tutulması için kullanılan bez parçasıdır. جِعَال ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılmıştır. Kılma ile yapma arasındaki fark; yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır. سِجِّينdibi çepeçevre kazılmış hurma ağacı demektir. Ormanlarda mevcut olan meyve ağaçları toplumun malıdır. Kim isterse ondan yararlanır. Ancak ağacın dibi kazılır, budanır ve bakımı yapılırsa kişinin mülkü haline dönüşür. Bu ağaçlara سِجِّين denir. Sonra سِجْن hapishane anlamında kullanılmıştır. سِجِّيل kayıtların tutulduğu yazılı evraka denmiştir. س mekânda diziyi, sıralamayı, ج topluluk halinde beraberliği, ن belirsizliği ifade eder.
Seni mescunlardan yani سِجْن/hapishaneye atılanlara katarım.
“Mescunlar/الْمَسْجُونِينَ” kurallı erkek çoğul gelmiştir. O halde hapishanedekiler bir topluluktur. Ayrı bir statüleri vardır. Peygamber Musa hapsedilecektir. ‘İkinizi’ demiyor, ‘seni’ diyor. Kardeşi Harun’u muhatap almıyor. Siyasette bu bir taktiktir. Karşı tarafı parçalar ve güçlü olanla savaşmaya başlarsınız. Güçlü olanı yendiğiniz zaman, güçlü olmayan da size tabi olur. Harun hapishaneye girmemekle kendisi hareketsiz hale gelir. Ben de girmeyeyim diye faaliyetini başka tarafa çevirir.
Gülen topluluğu ile Kur’an’ın getirmiş olduğu bu mücadele şekli yapılmamıştır. Asıl 15 Temmuz’u gerçekleştiren sayılı kişiler bulunup onlarla mücadele edilebilir, diğerleri aynı kaba konmayarak suçları daraltılır veya görülmez, bu suretle onlardan ayrılmaları ve bu tarafa geçmeleri sağlanabilirdi. Gülen’i değil ama diğerlerini kendisine çevirir ve Dünyaya karşı onları kullanabilir, oyunlarını bozabilirdi. Böyle yapılmamış 15 Temmuz’u asıl yapanlar dışarı kaçmışlar, diğerleri ise ya kaçak hale gelmişler ya da hapishanelere konulmuşlardır. Böyle bir yaklaşım onlardan olmayan veya hemen dönüş yapması mümkün olanları da onların kucağına itmiştir. Örneğin Mümtazer Türköne ve benzerleri hala hapishanededirler. Oysa herkes bize karşıyken onlar bizim gibi inanmış kimseler olmadıkları halde yanımızda yer almışlardır. Şimdi Sermaye onlara o yaptıklarının cezasını çektirip AK PARTİ’ye fatura ettirmektedir.
YORUM
O zamanki Mısır bir kanun devletidir. Kurallara Firavunlar da uymaktadır. Mezopotamya’daki devletler site devletleriydi. Yani kişiler tanıdıkları ve bildikleri kişileri yönetiyordu. Mısır ise ulus devleti olmuştu. Artık hükümdar kişileri doğrudan yönetemiyor, onları tanımıyor, bilmiyor, kurallar koyuyor ve kurallarla halkı yönetiyordu.
Kurallar yönetimini peygamberler Mezopotamya kavmine öğretmişlerdir. Küçük siteler devleti olarak gelişmiş olan Mezopotamya kuralları fazla kullanamamıştır. Mısır ise Mezopotamya’dan öğrendiği kuralları kullanarak güçlü ulus devleti kurabilmiştir.
Hapishane sistemini Mısır uygarlığı oluşturmuştur. Kur’an’da ve Tevrat’ta anlatılanlar ile hapishane hakkında bilgiler ediniyoruz. Papirüsler incelenerek Firavunların fermanları ile hapishane düzenini araştırarak öğrenmemiz gerekir.
Peygamber Musa, Mezopotamya Uygarlığı ile Mısır Uygarlığını sentez etmekle görevlendirilmiştir. Böylece yerinden yönetim ile merkezi yönetim sentez edilmiştir. İbrani Medeniyeti böyle bir sentezle oluşmuştur. Bizim bugünkü görevimiz Mezopotamya’dan gelen İslam Medeniyeti ile Mısır’dan gelen Batı Medeniyetini sentez ederek üçüncü binyılın ileri insanlık medeniyetini oluşturmaktan ibarettir.
Kur’an’da hapis meşru kabul edilmez. Bunun yerine ev hapsi vardır. Bir de tecrit hükmü vardır. Bununla kimse konuşmayacak denir ve kimse onunla konuşmaz ama kendisi serbesttir. Buna ‘sosyal hapis’ denilebilir. Yüz lojmanlı apartmanlarda kalmayı ev hapsi kabul ediyoruz. Kentlerde bu apartmanın dışına çıkamaz. Ağır hapisler ise kent hapis lojmanlarına konur. Hafif hapis olanlar köylerdeki lojmanlara konur. Onlar köyün dışına çıkamazlar ama apartmanın dışına çıkıp tarım yapabilirler.
Mevcut olan kanunların sadece infaz kısmını değiştirmek kısmıyla cezaları Adil Düzene uyarlayabiliriz. Kur’an’da anlatılan kıssalar bize yardımcı olur.
Öz Türkçe ile:
“‘Benim dışımda bir tanrı edindiysen seni kapatılanlar arasına koyarım.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Ğayrımda bir ilah ittihaz ettiysen seni mescunlardan ca’l ederim’ diye kavl etti.”
QAvLa LaEiNi itTaPaÜTa EiLAHan ĞaYRİy LaEaCGaLanNaKa MiN eLMaSCUvNİyNa
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (29)
***
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ
QAvLa EaVaLaV CiETuKa (FaGaLa EaVaLaV FaGiLTuKa)
“Ya sana ciet etmişsem diye kavl etti
جَيْأَة yağmur sularının toplanıp biriktiği yerdir. Sonra cihetsiz olarak gelmek anlamına gelmiştir. Suyun toplandığı çukur demektir. Gelmek anlamındadır. أَتِيّçardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder. أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَىya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاءise yönsüz gelişi ifade eder. جtoplanmayı, ءgücü, يise kolaylığı ifade eder.
Allah Peygamber Musa’yı gönderirken ona iki mucizeyi vermiştir. Sopayı yere koyduğunda sopa yılan olur, elini koltuk altına koyup çıkardığında beyaz olur. Peygamber Musa önce ayetlerden bahsetmez. Firavun ‘Ben seni hapishaneye atarım’ deyince, Musa da ‘Ben sana ispat olacak bir şeyle gelmişsem’ der. Burada Peygamber Musa büyük şansa sahiptir. Musa böyle deyince, Firavun ‘getir’ der.
İşte, bizim şanssızlığımız burada. Biz bugün ispat edeceğimiz bir şey getireceğiz, Adil Düzen’i anlatalım bir de uygulayalım, sonuç çıkmazsa o zaman bizi de hapse atın diyoruz ama bizimle tartışmadıkları gibi bizim uygulamalarımızı engellemek için her türlü yola başvuruyorlar. Bir inşaat yapacaksınız, temellerini kazıp direklerini dikmeye başladığınız zaman tüm devlet görevlileri başınıza uçuşurlar. İş yapmaktan bıkarsınız. Türkiye’den birçok insan bunun için dışarıya çalışmaya gitmiştir. Onları zengin ettik, biz ise borçlarımızı artırdık. Devlet görevlilerinin işi vatandaşların işlerini engellemek değildir, yanlış yapan vatandaşa doğrusunu gösterip ona yardımcı olmaktır. Yalova’da yüz arı kovanı koyacak bir iskele yapıyorum. Şu ana kadar temeli hazırladım. Orman memurları gelmiş, buralara arıyı koyabilirsiniz ama onlara bir yapı yapamazsınız demiş. Çalıştığımız yer ormana ait değil, biz sabit bir yapı da yapmıyoruz, söküp başka bir yere taşınabilecek bir yapının denemesini yapıyoruz. Gelip ne yaptığımızı öğrenerek bize yardımcı olacaklarına çalışanların moralini bozuyorlar. Destek olacaklarına köstek oluyorlar.
Firavun bile bunu yapmamış, Musa’nın kanıtlarını dinlemiştir.
Bugün ise kanıtları dinletmemek için, çalışmaların yapılmaması için her türlü baskılar devam etmektedir. Virüs bahanesiyle ülkenin ve insanlığın ekonomik faaliyetleri felce uğramıştır. Bizim işimiz Peygamber Musa’nın işinden daha zordur. Ama bizim ayetimiz Musa’nın ayetinden çok güçlüdür. Kur’an bunları yenecektir.
بِشَيْءٍ مُبِينٍ (30)
BiŞeYEin MuBİyNin (BiFaGLin MuFGiLiN)
“Mübin bir şey ile.”
بَيْن topraktaki yarık demektir. بين Kur’an’da 523, بعل ise 7 defa geçmektedir. Toplam 600 (23*3*52) eder. ب geçidi, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder.
مُبِين kanıtlayan, ispatlayan demektir. شَيْءٍ nekre gelmiştir. Yani “Ben öyle bir kanıtla geldim ki sen onu bilmiyorsun.” demektir.
Biz de 50 senedir bizim arkadaşlarımızla iktidar olan arkadaşlarımıza ‘Size bilmediğiniz yeni şeyler getirdik, kulak verin, yanlışınızı düzeltin, eğer size ispat edemezsek siz haklı olursunuz’ diyoruz. Onlar bizi anlamak yerine, bizi Vahhabîlik gibi ilgimiz olmayan şeylerle itham etmişlerdir. Prof. Erbakan dinlemiş, dünyaya duyurmuş ama uygulama yapmamıştır. Erdoğan ise ‘Sizinki pratik değil’ diyerek bizlere yanaşmamıştır.
Gülen daha Türkiye’den kaçıp gitmemişken arkadaşları ‘Karagülle böyle diyor’ diyerek yaptığı bir şeyin yanlış olduğunu hatırlatmışlar, o da “Türkiye’de en bilen kimse kimdir” diye sorsalar, “Karagülle’dir” derim demiş ama devam ederek “Ona altı koyunu verip otlattırmam” diyebilmiştir. Bu, ilme göre değil, havaya göre işler yaptığını itiraf ettiğinin bir göstergesidir. İşte, ilme kulak vermeyen ve ilimi değil de kendisini ilmin üstünde gören insanların başarıları bu kadar olduğu gibi düştükleri çukurlar da ortadadır.
Prof. Erbakan’a bir küçük belediyede Adil Düzen’i uygulayalım önerisinde bulundum. Bana, seni Pakistan’a göndereyim, devlet başkanı Ziyaül Hak sana bir vadi versin, orada uygula demiştir!
Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da “Süleyman Karagülle ile görüş” diyen arkadaşa, “Ona görüşleri pratik değildir diye cevap ver” demiştir. Erdoğan beni/bizi dinlemeden, çevresinin söylentilerine bakarak, görüşmeyi kabul etmiyor!
Bunlar bizim eski çalışma arkadaşlarımız, birlikte yola çıkmışız, bugünlere gelinmiş, Firavun kadar bile cesaret gösterip de bizimle görüşemiyorlar!
Ben Kırgızistan’da iken Samanyolu televizyonu davet etmiş programlar yaptırmıştır ama benimle yüz yüze gelmek istememişlerdir!
YORUM
Bir gün siz bu seminerleri takip edenlerin de iktidar olması uzak değildir. Corona Virüs bunun habercisidir. Yalnız yukarıda isimleri geçenler en az benim kadar samimidirler ve halen samimiyetleri devam etmektedir. Hiçbiri inanışları ile azimlerinden taviz vermemişlerdir. Hatadadırlar, uçuruma gidiyorlar, üzülüyorum, hakemlik önerilerimi kaale alma zahmetine bile girmemişlerdir!
Bizim yapacağımız iş kimseye karşı olmamaktır. Suçlu olan düzendir, bunlar suçlu değildir. Bunları çok yakından tanımasam ben de herkesin düşündüğü gibi düşünürdüm ama bu kişileri çok yakından tanıyorum. Artık diğerlerini de böyle kabul ediyorum. Rothschildler ve Rockefeller’e de karşı değilim. Düşünüyorum, ben onların yerinde olsam, o imkânlara sahip olsam ve Dünyaya da hükmeder durumda olsam ama Kur’an’ı da bilmesem, onların yaptıklarından farklı bir şey yapabilir miydim?
Bundan dolayıdır ki biz kişilerle değil, düzenle ilgilenmeliyiz.
Öz Türkçe ile:
“‘Ya sana açık kanıt olan bir nesneyle gelmişsem’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Ya sana mübin bir şeyle ciet etmişsem’ diye kavl etti.”
QAvLa EaVaLaV CiETuKa BiŞeYEin MuBİyN
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُبِينٍ (30)
***
قَالَ فَأْتِ بِهِ
QAvLa FaETi BiHi (FaGaLa FaFGiL BiHi)
“‘Onunla ityan et’ diye kavl etti”
أَتِيّçardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder.
أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَىya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاءise yönsüz gelişi ifade eder. Kur’an’da ءتي549, ءزفise 3 defa geçer. Toplam 552 (23*3*23) eder. ءgücü, تoluşu, يise kolaylığı ifade eder.
Firavun ‘kanıtın varsa getir’ der. İşte, Firavunun bu davranışı Firavunun 20 sene daha iktidarda kalmasını sağlar. Sonunda arkadaşları boğulur ama kendisi hayatta kalır. Kur’an’ın bir başka ayetinde, “Her söze kulak verirler, en iyisine uyarlar” (Zümer 18) diyor. Bütün sorunların çözümü her şeye kulak vermeye dayanır. Basın ve yayın özgürlüğü buna dayanır. Yanlış haberlerin hatta yalanların bile suç olmaması bundan ileri gelir. Eğer biz yalanı yasaklarsak o zaman yanlışları da yasaklamış oluruz ve sözler saklı kalır. Doğrunun bulunması için yanlışın da bilinmesi gerekir. Serbest konuşmalar sayesinde yanlışlar da doğrular da yalanlar da ortaya çıkar ve biz onların içinden doğruları seçebiliriz.
Firavun yıllarca Musa Peygamber ile çatışır. Çok büyük güce sahiptir. Musa’yı hapse atmak veya öldürmek onun için çok basit bir olaydır. Ama o bunları yapmaz. Çünkü topluluk mağdur olanların yanında yer alır ve sonra halk korktuğundan dolayı hükmedene itaat eder. Oysa başarılı yöneticiler halkı kendilerini sevdirerek yönetirler. Osmanlılar bunu en iyi başarmış kimselerdir. İstiklal Savaşı’nda Mustafa Kemal “Gayemiz hilafeti ve saltanatı kurtarmaktır” demiştir. Son günlerini yaşarken bile halk hanedana saygılı olmuştur, halen de bu saygısı devam eder.
Firavun da bu yüzden Peygamber Musa’ya kötülük yapamamıştır.
إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (31)
EiN kuNTa MiNa elöÖAvDiQİyNa (EiN FaGaLTa MiNa eLFAvGiLİyNa)
“Sadıklardan isen.”
صَدُقَةkocaların eşlerine sadakat karşılığı verdikleri mihridir. Topluluğun başkana olan sadakatini göstermek için verdikleri vergidir. صدق Kur’an’da 155. صدع ise 5 defa geçer. Toplam 160 (25*5) eder. ص direnci, د çevreyi, ق kuvveti ifade eder.
Beynimizde oluşan düşünceleri kelimelerle belleğimize yerleştirir, istediğimiz zaman dilimizle ifade ederiz. Bazen dilimizle bildiğimizin aksini söyleriz. Bilerek söylersek yalan, bilmeden söylersek yanlış (كِذْب) söylemiş oluruz.
Bir kimse doğru sandığı bir şeyi ifade ediyorsa ifade ettiği şey yanlış da olsa bu kişi sadık kabul edilir. Eğer bildiğinin tersini söylüyorsa, söylediği şey doğru da olsa bu kişi kazip sayılır. Sevap kelimesinde ise aksi olur. Yani kişi bildiğini doğru bilmiyorsa hata ediyor, demektir.
Firavun ‘Sadık isen’ demekle söylediklerine kendisinin inanıp inanmadığını sormuş olur. Bir başka deyişle kâni olup olmadığını ifade ederek “O zaman delilini getir” diyor.
YORUM
Peygamber Musa tebliğ görevini başarıyla sonuçlandırır. Artık Musa ile Firavun eşit seviyeye gelirler. Birisi Mısır’ın hükümdarı, diğeri ise sıradan kaçak biridir ama bilgi iki insanı aynı seviyeye getirmiş olur. Ne kadar güçlü olursanız olun ne kadar zengin olursanız olun, cemaatiniz ne kadar kalabalık olursa olsun, bildiğiniz doğru değilse bilenin karşısında mağlup olursunuz. Bilgiyi yenecek bir silah yoktur. Peygamberler güç kullanmazlar, dolarları yani paraları olmaz. Arkalarından giden cemaatleri de çok sayıda değildir. Peygamber İsa öldüğü zaman geriye 12 inanmış kişi bırakır ama 2 bin sene sonra arkasından milyarlar gider.
Buradan alacağımız ders, bizim devamlı ilmimizi arttırmamızla ilgili olmalıdır. Beşikten mezara kadar ilim yapmanın farz olması işte bunu ifade eder. Yaşamamız için çalışmamız gerekir. Arttırdığımız zamanları ilim için harcamalıyız. 5 vakit namaz bunun için farz edilmiştir. 100 lojmanlı işyeri apartman projemiz namazları birlikte kılabilmemiz içindir. İzmir Akevler’deki uygulamada az daireli katlarda birlikte namaz kılmalarda zorluklar ile karşılaşılmıştır. Asansöre gelindiğinde beklenilmiştir. Bir de kadınlar çocukları, yemekleri bırakarak cemaate gelememişlerdir. Mescit aynı katta olsa, asansöre gerek kalmaz. Sadece farzı eda ederken bir iki dakikalık zaman içinde ayrılmış olacağından kadınların da cemaate katılmaları imkân dâhiline girer. 100 lojmanlı apartman fikri buradan doğmuştur. Sonra Kur’an’da bunun delilleri ortaya çıkmıştır.
Allah zorluğu değil kolaylığı murat eder. Zorluklar içinde Allah’ın emirlerini yerine getirmek yerine, emirlerin yerine getirilmesi için kolaylaştırıcı imkânları üretmekle yükümlüyüz. Kur’an’da marufu emredin münkeri men edin denmiyor, “marufu emreden münkeri nehyeden sizden bir ümmet olsun” diyor. Yani evvela araçlar hazırlansın. Allah’ın bugün bize emri günde 5 defa bir araya gelerek birlikte namaz kılmak değildir, günde 5 vakit namazı birlikte kılabileceğimiz imkânları hazırlama ile mükellefiz. 100 Lojmanlı İşyeri Apartman Projesi budur ve bu proje gerçekleşene kadar bize farz-ı ayndır.
Öz Türkçe ile:
“‘Doğrulardan isen onu getir.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Sadıklardan isen onunla ityan et.’ diye kavl etti.”
QAvLa FaETi BiHi EiN KuNTa MiNa ewWAvDiQİyNa
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (31)
***
فَأَلْقَى عَصَاهُ
FaEaLQAy GaÖAyHu (FaEaFGaLa FaGaLaHu)
“Asasını ilka etti”
لَقَاةiki yerleşik bölge arasındaki buluşma yerinin adıdır. لِقَاء buluşmak, kavuşmak demektir. إِلْقَاء ise koymak, yerleştirmek anlamına gelir. ل belirlemeyi, ق kuvveti, ي kolaylığı ifade eder. عَصَاsopa demektir. Değnek anlamındadır. ع etkiyi, ص dayanıklılığı, و beraberliği ifade eder.
Peygamber Musa Allah tarafından gönderilirken mucize olarak sopanın yılana dönüşeceği öğretilmiş ve gösterilmiştir. Allah Musa’ya “Elindeki nedir?” diye sormuş, Musa da “O benim sopamdır, ona yaslanırım, onunla koyunlarımı güderim, başka işlerimi de yaparım.” cevabını vermiştir. Allah da “Bırak onu” demiş, Musa sopayı bırakır bırakmaz yılan olmuştur. Şimdi kendisine güvenen Musa Allah’ın dediğini yapar, sopasını bırakır ve yılan olur.
Bizim de bugün Musa’nın asası gibi bir Kur’an mucizesi olmalıdır. Kur’an’da onu bulup bugünkü Firavun benzerlerine göstermemiz gerekir. Bu mucize ne olabilir?
Diyelim ki korona virüse bir çare buluyor ve öneriyoruz, onlar da “Öyleyse getirin” diyorlar. Gösteriyoruz ama yine inanmıyorlar.
Biz, “Altın bono Musa’nın sopası kadar güçlü bir mucizedir” diyoruz. Altın bonosunu bugün insanlık uygulayacak olsa karşılıksız dolar biter, yalnızca ekonomi sağlığa kavuşmaz, bütün kötülüklerin aracı olan karşılığı olmayan dolar da etkisini kaybeder.
فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ
FaEiÜAv HiYa ÇuGBAvNun (FaEiÜAv HiYa FuGLAvNun)
“O su’ban oluverdi”
ثُعْبَان büyük yılan, ejderha demektir. Büyük yılandır. ث dağınıklığı, ع etkiyi, ب geçidi ifade eder.
Allah ile görüşürken asa yere bırakıldığında oradaki ifadede “yılan” oldu denirken, burada ise su’ban denilerek aynı kelime kullanılmıyor. Orada Musa korkmasın diye daha küçük yılan olup sonra eli ile tutunca yılan sopaya dönüşür. Oradaki tecrübe ile Musa artık korkmadan büyük yılanı tutacak duruma gelmiş olur. Firavunu korkutmak için sopa bu sefer büyük bir yılan olmuştur. Yani sopa ikinci defa aynı yılana dönüşmemiştir.
Buradan bizim çıkaracağımız ders şudur; eğitime kolaydan, basit şekilde başlayıp alıştıra alıştıra daha büyüğe, daha zora gitmek gerekir. İkinci ders ise eğitimde prova yapmaktır.
Allah daha önce bir örneğini göstermiş ve ondan sonra uygulamasını yaptırmıştır.
Bizim de insanlara ve bilhassa arkadaşlarımıza önce göstereceğiz, sonra görev vereceğiz. Göstermede de kendiniz yapmayacaksınız, ona yaptıracaksınız.
مُبِينٌ (32)
MuBİyNun (MuFGiLun)
“Mübin”
“Beyan etmek” demek ortaya çıkarmak demektir. Toprağı eşeleyip altında olanı, örneğin patatesi ortaya çıkarmak beyan etmektir. Cümlelerin manasını açıklamak beyan olarak kabul edilir. Ayette ve fıkıhta ise ispat demektir. Şahitlerin şehadeti beyyinedir. Fıkıhtaki “beyyine müddeiye (iddia edene) aittir kuralı” herkes tarafından bilinir.
İspat iki yolla olur. Ya daha önce bilinenleri bir araya getirip akıl yoluyla kanıtlanır -ki matematik böyle bir ilimdir- ya da göstererek kanıtlanır.
Yılan kendisini göstererek Musa’nın söylediğini onların kabul edeceği şekilde kanıtlamış olur.
Bizim de insanlara anlatmak yerine örnek göstererek kanıtlamamız gerekir. Altın bonosunu kooperatif olarak ortaya koymamız gerekir. 100 lojmanlı işyeri apartmanını dikmemiz gerekir. Bize göre değil, Kur’an’a göre yapılanların başarısı kanıt olur.
YORUM
İnsanlar inandıklarını savunmaya çalışırlar. Yalnızca savunma değil, inançlarını başkalarına kabul ettirmek de isterler. Kendileri ispat edilmeyenlere inanırlar. Oysa insanın önce ispat ettiklerine inanması gerekir. Amelde zanni hükümler geçerlidir. Onunla amel etmek durumundayız. Ama imanda kesin bilgilere ihtiyaç vardır. Bu hususta fıkıhçılarla veya kelamcılarla bir ihtilafımız yoktur. Tarikatçılarla bu konuda ayrı durumdayız. Bugün Batı mantığında inançlar bir çuvala konur ya hepsi reddedilir ya da hepsi saygıdeğer bulunur. Laiklik adı altında kötü ile iyi karıştırılır ve bir hükme tabi tutulur.
Bütün din mensupları kendi dinlerinin haklı ve doğru olduğunu, başka dinlerin ise batıl ve yanlış olduğunu kabul eder. Bu durumda Hindistan’da ineği tanrı kabul eden insanla, Allah’ı bir kabul ederek hak dinini savunan insan arasında fark olmaz. Bugün Müslümanlar da kanıtlanmış şeylerin değil, babalarından kendilerine intikal eden görüşlerin savunucusu olmuşlardır. Millî Görüş Adil Düzeni savunurken AK Parti muhafazakârlığı savunmuştur. İslamiyet’i de atalarının bir dinidir diye kabullenmeye başlamıştır. O zaman Lenin’e tapanlarla Mustafa Kemal’i tanrılaştıranlar ve AK Parti arasında ne fark kalır? Kur’an’da, “Kur’an’dan daha doğru yolu gösteren varsa getirin ben ona uyayım de” der.
Şimdi tüm dünyaya “Biz Kur’an’a inanıyoruz ama onun doğruluğunu ispat ettiğimiz için inanıyoruz.” diye söylüyoruz:
Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde C. Savcısına ifade verirken, “Ben İslamiyet’e müspet ilmi doğruladığı için inanıyorum” demiştim. Savcı zapta geçirirken İslamiyet ilme uygundur diyor diye yazdırınca “Ben öyle bir şey demedim” diye itiraz etmiştim. “Ya ne dedin? diye tekrar sorunca “İlim İslamiyet’i doğruladığı için İslamiyet’i savunurum” diye cevap vermiş ve o şekilde zapta geçirtmiştim. Bizlerin müspet ilimleri öğrenmesi ve Kur’an’ı müspet ilimlerle yorumlaması gerekir. Müspet ilmin manası, uygulama yaptığınız zaman baştan kabul ettiğiniz varsayımlar ile sonuçları bulmanız, bir başka deyişle teoriyi ameli olarak göstermeniz gerekir.
Öz Türkçe ile:
“Sopasını koydu, o kanıtlayıcı koca bir yılan oluverdi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Asasını ilka etti, o mübin bir su’ban oluverdi.”
FaEaLQAy GaÖAyHu FaEiÜAv HiYa ÇuGBAvNun MuBİyNun
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ (32)
***
وَنَزَعَ يَدَهُ
Va NaZaGa YaDaHUv
“Ve yedini nez’ etti”
نزعgerilmiş yay demektir. Sonradan çekme anlamına gelmiştir. Mufa’ale babından da çekişme anlamı kazanmıştır.
ن belirsizlik, ز zamanda diziyi, ع etkiyi ifade eder.
“Nez’ etmek/نَزْع” fidanı topraktan çekip çıkarmaktır. Başkasından bir şeyi almak istersen, o da vermezse, aranızda çekişme olur, buna “niza/نِزَاع” denir.
“Elini nez’ etti” diyor. Başka ayetlerde “elini cebine koy” denir. Koltuğunun altına koyduğu elini çıkarır. Burada نَزَعَ kelimesini kullanmıştır.
“Nez’ etmek” elinden almak, mülkünden almak manalarına gelir.
Sopanın yılan olması bir mucizedir. Ama elin beyaz olarak çıkmasının mucizeliği açık değildir. Biri dışarıda olurken diğeri ise insanın kendisinde gerçekleşir. Buradaki mucize ise değişme olduğu halde acının duyulmaması, sağlığının bozulmamasıdır. İki mucize ile Firavunun karşısına çıktığı halde, birinci mucize üzerinde durulmuş, sihirbazlarla onun üzerinde yarışma yapılmıştır. Musa’ya dokuz mucize verilir ve Kur’an’da onların adları geçer ancak sadece yılan mucizesinde açıklamalar yapılır.
Her mucize farklı bir oluşumu anlatır. Her biri üzerinde çalışmak gerekir.
فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ
FaEiÜAv HiYa BaYWAEu
“O beyza olmuştur”
بَيْض yumurta demektir. Beyaz rengin adı olmuştur.
Elin beyaz olmasını Kur’an değişik ifadelerle anlatır. “İdhal et” diyor, “Huruç eder” diyor, “İzah eder” diyor. Bu ifadelerin farklı olması anlatılan mucizenin anlamları olabilir. Üzerinde çalışılması gerekir. Yılan mucizesi ile eşit önemde bir mucizedir. Dokuz mucize içerisinde diğer bir mucize olarak bahsedilir. Eli cebe koymak, sonra da onu beyaz olarak çıkarmak, bize sosyal yapıda bir şeyler anlatabilir. Bir iş yapmayı göstermiş olabilir.
Peygamber Musa bu el mucizesiyle kendilerine yararlı olacak veya zararlı olacak bir güce sahip olduğunu ifade etmiş olur.
(Firavun öncesinde seni hapiste olanların yanına koyarım demişti. Bu mucizede Musa’nın eli önceki halinden başka bir hale geçer ve önceki işlevini kaybetmiş olur, daha sonra tekrar eski haline gelir. Firavuna sen Musa’yı hapse attırsan da ya da öldürsen de onu canlandıracak, kurtaracak bir güç var denilmiş olabilir. Mürüvvet Ece Ferah)
لِلنَّاظِرِينَ(33)
LielNAvJiRİyNa
“Nazırlar için”
“Nazar” bakmak, رَأْي ise görmek anlamındadır. رَأْي derinlemesine görmek, نَظَر genişlemesine görmek, بَصَر uzağı görmek, شُهُود ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir. رَايَة uzaktan görülebilen işaret demektir. بَصَر göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir.
نظر Kur’an’da 129, نضد ise 3 defa geçer. Toplam 132 (22*3*11) eder. ن belirsizliği, ظ karanlığı, ر tekrarı ifade eder.
Buradaki لِ harfi ceri إِذَا‘dan sonra hazfedilmiş olan كَانَ fiiline gidebilir. Bu takdirde nazar edenler için beyaz oldu denilmiş olur. نَاظِرِينَ kelimesi bekleyenler anlamındadır.
Anlaşılan Musa elini koynuna koyar ve bekler. Çevredekiler merakla ne olacak diye beklerler. Kur’an bekleyenler için beyaz oldu diyor.
Buradaki لِharfi ceri نَزَعَfiiline de gidebilir. Bu takdirde onların görmesi için çıkarır manası olur. Yahut لِلنَّاظِرِينَ ifadesi بَيْضَاءُ‘nın zarfı olur. Yani nazırlar için beyaz anlamı çıkar. Nazar etmeyenler için yani dikkatle bakmayanlar için beyazlık fark edilmemiş olur.
YORUM
Peygamber Musa kanıtlarını gösterir ve onlarla tartışmaya başlar.
Peygamber Muhammed de Mekkelilerden bir şey talep etmez. Sadece “Allah birdir, ben O’nun elçisiyim, Kur’an da O’nun kitabıdır” der. Sadece kavlen katılmalarını ister.
Peygamber Musa ise Firavundan İsrail oğullarının serbest bırakılmasını ister.
Mekkelilerin direnmeleri sadece örflerinin korunması için olur.
Firavunun direnmesi ise sosyal yapıyı, devletin imkânlarını korumayı hedefler.
Biz bugün bunları temsil eden Sermaye’ye ne söylüyoruz?
Bize İsrail oğullarını kat gibi bir öneride mi bulunuyoruz, yoksa sadece Kur’an Allah sözüdür, biz buna inanıyoruz, buna karışma mı diyoruz?
Varsayalım ki 1900’lerin başındayız, birinci ve ikinci cihan savaşları oluyor, yeniliyoruz ama Sermaye insanlığa ateizmi dayatmıyor. Hıristiyanlar, Müslümanlar, Hindular, Budistler eskisi gibi dinlerine, imanlarına sadık bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar. Böyle bir varsayımın kabul edilmesi halinde dünyanın durumu ne olurdu? Bunun üzerine düşünüp, senaryolar üretebiliriz ama böyle olmamıştır. Sermaye bizi yenmekle kalmamış, bizim her şeyimizi almak istemiştir. Aileyi almış, zinayı meşrulaştırmış, mallarımıza hileler ile el koymuş, inançlarımızı yok etmeye çalışmış, çırılçıplak hale getirmiş, merkezi yönetimler ile özgürlüklerimizi kullanılamaz hale getirmiştir. 1967’ye kadar hep geri çekilmiş, hep yenilmişizdir. 1967’de Kooperatifi kurarak 1969’daki seçimlerde bağımsız adaylığımızı koymuş, 1973’te iktidara ortak olmuşuzdur, 1996’da hükümeti kurar hale gelmiş, 2002’de ise Anayasa değişikliğini sağlayacak ekseriyetle tek başımıza iktidar olmuşuzdur. Bugün bir mücadele hatta savaş devam etmektedir ama zafer bize doğru gelişmektedir. Musa’nın o gün söyledikleri bizim 50 sene evvel söylediklerimizdir. Bugün ise sona yaklaşmış bulunuyoruz. Karşılıksız yeşil ile firavunlaşan Sermaye ve mensupları karşılıklı çıkarılacak altın bonosu ile bembeyaz kesiliverecekler, böylece Sermaye’nin orduları deniz ile karşı karşıya kalacaklar, ya boğulmayı ya da ortaklık ekonomisini kabul edeceklerdir.
Öz Türkçe ile:
“Ve kolunu çıkardı, o bakanlar için ak oluverdi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve yedini nez’ etti. O nazirin için beyza oluverdi.”
Va NaZaGa YaDaHu FaEiÜAv BaYWAEu LielNAvJiRİyNa
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ(33)
İstanbul, Yenibosna; 09 MAYIS 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar: ECE FERAH
REŞAT N. EROL
TAYİBET ERZEN
SÜLEYMAN AKDEMİR
resatnurierol@gmail.com (0532) 246 68 92