FURKAN SÛRESİ- 9. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا (45) ثُمَّ قَبَضْنَاهُ إِلَيْنَا قَبْضًا يَسِيرًا (46) وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا (47) وَهُوَ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً طَهُورًا (48) لِنُحْيِيَ بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَا أَنْعَامًا وَأَنَاسِيَّ كَثِيرًا (49) وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُوا فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (50) وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ نَذِيرًا (51) فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُمْ بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا (52)
***
أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ
EaLaM TaRa EiLAv RabBiKa KaYFa MadDa elJilLa (EaLAM FaGaLa EiLAy FaGLiKa KayFa FaGaLa eLFıGLa)
“Rabbini rey etmedin mi? Zıll’i nasıl meddetti?”
Bundan önce أَرَأَيْتَ (43. ayet) geçmişti. “Benim hiç böyle bir şey yaptığımı gördün mü?” derseniz bu, yapmadım demektir. “Ben daha önce böyle yapmadım mı?” dersem yaptım anlamı çıkar. Bundan önce hevasını ittihaz edeni görmedin bilmiyorsun şeklindedir. Şimdi ise ‘görmedin’ gördün, biliyorsun anlamındadır. Demek ki gölgeyi bileceğiz, bilmekteyiz demektir.
İnsanlık tarihinde gölgenin çok önemi vardır. İlk insanlar vakitleri Güneş ile tayin etmeye başladılar ama ölçemiyorlardı. Sonra Güneşin dağlardaki aksi ile zamanlarını tayin ettiler. Memleketimde biz Güneş şuraya indi artık işe gitme zamanıdır, Güneş buraya indi artık çobanlar hayvanlarını toplamaya başlarlar deriz. Ot keserseniz o otu o gün kurutup kaldıracaksınız. Ondan dolayı ikindiden sonra ot kesilmez. Onu da Güneşin dağlardan görünmesiyle bilirsiniz. İlk defa Mezopotamya’da bir sopa diktiler ve gölge saat yaptılar. Bugün namaz vakitlerini hala gölge ile hesaplıyoruz. Sarkaçlı kuyuda yaylı saat bulunmadan önce insanlar hep Güneş saati kullandılar. Gölge sayesinde yeryüzündeki yarlar tespit edilmektedir. Uzayda yolculuk ancak gölge hesapları ile yapılmaktadır.
Bu ayet Allah’ın o uygarlık nimetini anlatır. Gölge sayesinde trigonometri doğdu. Trigonometri sayesinde matematik gelişti ve bugünkü uygarlık doğdu. Bugün hesap yapmadan bir adım atamazsınız. O halde bugünkü uygarlığı bize öğreten gölgedir. Bundan dolayı إِلَىرَبِّكَ denir yani uygarlaştıran Rabbinin yaptıklarına bakmadın mı diyor.
Biz de şimdi namaz ve oruç vakitlerini hesaplarken hep gölge verilerine başvuruyorduk. Şeyma ile çalışmaya başlamıştık, beni yarı yolda bıraktı. Rabbi bu ayetle ona görevini hatırlatıyor. Recep de usulü bıraktı.
رَآهُ‘onu gördü’ anlamındadır. Sadece ondan gelen mesajları algıladı demektir. رَأَى إِلَيْهِdemek onun üzerinde düşünmedi mi, hesap kitap yapmadı mı demektir. Bu ayet aynı zamanda asrımızın astronomi ilmindeki başarılara işaret eder. Bu sayede kâinatın en ücra yerlerini görebiliyoruz. İlk yaratıldığından beri kâinatın tarihini okuyabiliyoruz. Bunun temeli gölge saatlerdir.
Bir dik direğin gölgesinin izini yerde çizerseniz birçok bilgiler elde edersiniz. Yerde yaptığınız işaretlerde dikeceğiniz direği yeteri kadar büyük seçerseniz saliseleri hatta femtosaniyeleri dahi hesaplarsınız. Günlük gölge çizgileri gölgelere göre kayar. Böylece senenin hangi gününde olduğunuzu da net olarak ölçersiniz. Gölge en kısa olduğu zamanki uzunluk ise size hangi enlemde olduğunuzu bildirir. Birden fazla zamandaki gölge uzunluklarını karşılaştırarak boylamı da bulursunuz. Yani gölge sayesinde hem zamanınızın yerini hem de mekânınızın yerini bulursunuz.
Bugün de bilgisayarlar hep gölge sayesinde bunları bilir.
Nasıl meddettiğini biliyorsun re’yediyorsun diyor.
Sosyal olayları anlatırken birden gölge konusuna geçmekle surenin zamanımıza baktığını gösterir. Bugün Ay’ın Yer’den uzaklığı cm boyutunda ölçülür. Gök cisimlerinin yer ve zamanları çok incesine kadar hesaplanır. Bu sureyi okurken ona göre yorumlayın. Üçüncü binyılın inceliklerini anlatır.
وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا
VaLaV ŞAvEa La CaGaLaHUv SAvKıNan (VaLav FaGaLa LaFaGaLaHUv FAvGıLan)
“Ve meşiyet etseydi onu sakin ca’l ederdi.”
Evet, Güneşin çevresinde on gezegen vardır. Dünya üçüncüdür. Güneşe bizden yakın olan gezegenlerin iki özelliği vardır. Aralarındaki uzaklık aritmetiktir. Oysa Yer’den sonraki yörüngelerin arasında geometrik dizilişler farklı oluşur. Diğeri de, bu gezegenler kendi etraflarında dönmezler, yüzleri daima Güneşe doğrudur. Ayın yüzü de daima bize doğrudur. Çünkü onların içlerinde magma tabakaları yoktur. Küçük olduklarından soğumuşlardır. İşte orada gölge sakindir. Dolayısıyla Güneş tarafı çok yüksek sıcaklıktadır, arka tarafı çok soğuktur.
Allah iki gezegeni dondurduğuna göre Dünyayı yani üçüncü gezegeni de öyle yapabilirdi ama yapmamıştır.
Gezegenimiz de bir gün soğur ve gölgesi sakin olur. Ama insanlar o zaman diğer gezegenlerde yaşayacak teknolojiyi geliştirmiş olurlar. Belki de yeryüzünün bir tarafı güneş pili olur. Hem sıcaklığı emer hem de her tarafa enerji verir. Gölgenin bir hal olduğunu ifade eder.
ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا (45)
ÇumMa CaGaNNa elŞaMSa GaLaYHi DaLiLan (ÇümMa FaGaLNa eLFaGLa GaLayHi FaGİyLan)
“Sonra şemsi onun üzerine delil ca’l ettik.”
Bunu manalandırmada iki zorluk var. Neden ثُمَّ? Gölgeyi önce yaratmışsa Güneş sonra onu hareket ettiriyormuş şeklinde ifade ile önce gölge sonra güneş oluşmuş gibidir. Oysa gölge güneşin doğrudan olmadığı yerdir. Allah önce güneşi sonra gezegenleri yaratmıştır. Gezegenler güneşten sonra oluşmuştur. Burada ise ثُمَّ getirilmiştir.
İkinci teşabühدَلِيلًا kelimesidir.
دَلِيل bir şeyin var olduğunu belirleyen ama var olmasında etkisi olmayanlardır. Oysa gölgenin oluşmasına güneş temel etkendir. Bu bizi delil kelimesi üzerinde araştırmaya yönlendirir. Şems gölgeye delil olur.
دَلْو kova demektir. دَلَّfiil olarak kovayı suya salmak demektir. دَلَالَةو’ınل’a dönüşmesi ile bir şeye ulaşılmakta kullanılan araçtır.
دللKur’an’da 7, دلو5 defa geçmektedir. Toplam 12 (22*3) eder.
دçevreyi, لde belirliliği ifade eder.
Hâdi/هَادِي bir yere götüren kimsedir, دَالّ ise bir şeye götüren kimsedir. Eşya hâdi olmaktadır. Eşya delil etmektedir. Yeryüzünün oluşmasında iki teori vardır. Biri, uzayda zaten vardı, güneşin etrafından geçerken onun yörüngesine yakalanıp gezegenler böyle oluştu. İkincisi, başka yıldız güneşin çevresinden geçerken bu gezegenlerin kütlelerini bıraktı sonra gezegen oluştu. Bu ayet ثُمَّ ile dünyanın güneşin yörüngesine sonradan girdiğin göstermektedir.
Burada bir şeyi daha öğreniyoruz. Güneş yaratılmadan önce yer gölge içinde idi. Gezegenler gölge içinde idiler. Güneş gölgeyi oluşturmamakta, gölgeyi hareket ettirmektedir.
ظِلّ bir gölge değildir, klimadır. Hayat şartlarını oluşturan ortamdır. Havası, suyu, sıcaklığı uygun olan ve zararlı maddelerin bulunmadığı alandır. Güneş bunu sağlar. Yani güneşin olmadığı alan değil güneşin hayat şartlarına uygun olan etkisi. ظِلّ yalnız sıcaktan korunmuş alan değildir, aynı zamanda soğuktan da korunmuş alandır, 20 ile 25 derecedeki alandır.
Kur’an burada gölgenin uzayıp kısalmasına işaret ettikten sonra bu şartları sağlayanın güneş olduğunu ifade eder. Güneşin etkisi hayata o kadar fazladır ki onu tanrının adı yapmışlar sonra da güneşi tanrılaştırmışlardır.
Gelecek uygarlık sera uygarlığı olacaktır. Sera demek güneş ışınlarını dengeli hale getirmek demektir. Bugün güneş pilleri ve seralar hayata girmektedir. Kur’an ortaklık düzenine geçilirken bunları hatırlatır. Bunları Sermaye mi yapmıştır, bunları krallar mı yapmıştır? Tekelleşip insanları ondan mahrum etmeye ne hakları vardır. İşte ayetin suredeki yeri böylece ortaya çıkmaktadır. Sermaye veya silah tekeli sona erecektir.
YORUM
İşçilik sisteminde dolar ve silah kendisini tanrı ilan etmiş dilediğini yapmaktadır. Kaşıkçı ve Süleymani neden öldürülmüştür. Sermaye ile silah anlaşmış ve bu cinayetleri işlemişlerdir. Dünyaya ve hepimize diyorlar ki; bakınız biz istediğimiz adamı yok edebiliriz. Akıllı olun bize karşı gelmeyin Putin’e Trump’a, Şi’ye gözdağı veriyorlar.
Allah da bize diyor ki; görmüyor musun yeryüzünü binlerce şartları bir araya getirerek yaşanacak ظِلّ/klima haline getirdim. Önce rabbin yaptı diyor, sonra biz güneşi delil yaptık diyor. Biz diyor, ben demiyor. Çünkü onu insanlar ile yapmaktadır. İnsanların geliştirdiği teknoloji ile bunlar yapılmaktadır. Bunları ne dolar ne de bomba/silah yaptı. Biz insanlara öğrettik bugünkü duruma getirdik. İşçilik sistemine de izin verdik. Çünkü onlar ortaklık sistemi ile yapmaya ne bilgileri ile ne de imanları ile sahiptirler. Ama şimdi Kur’an ve Tevrat’a inanan tüm peygamberlere inanan bir nesil geliyor. Siz bu seminerleri takip edenler geliyorsunuz. Bu seminerlerin benzeri Kur’an seminerleri yapanlar geliyor. Virüs onları paniğe sevk etmez. Ömrü biten gider. Endişe edilecek bir şey yoktur. Bu virüs olmadan da insanlar ölüp durmaktadır. Baki kalan var mıdır?
Öz Türkçe ile:
“Yetiştiricini görmedin mi? Nasıl gölgeyi uzattı. Eğer isteseydi onu kımıldamaz kılardı sonra onu güneşe iz kıldık.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Rabbini rey etmedin mi? Nasıl zıllı medd etti. Eğer meşiyet etseydi onu sakin ca’l ederdi sonra şemsi ona delil ca’l ettik.”
EaLaM TaRa EiLAvRabBiKa KaYFa MadDa elJilLa Va LaV ŞAvEa La CaGaLaHUv SAvKıNan ÇumMa CaGaLNa elŞaMSa GaLaYHi DaLiLan
أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا (45)
***
ثُمَّ قَبَضْنَاهُ
ÇümMa QaBaWNAvHu (ÇümMa FaGaLNAvHu)
“Sonra onu kabzettik”
قَبْضsopanın avuçla tutulan yeridir. Sapı tutulan tarafı tutmak kabza avuçlamadır.
قبضKur’an’da 9, قبس3 defa geçmektedir. Toplam 12 (22*3) eder.
ق kuvvettir, ب geçittir, ض kattır.
Önce medd ediyor, bunu rab olarak kendisi yapıyor. Sonra insanlarla şemsi ona delil yapıyor. Gölge saatini icat ediyorlar ve kullanıyorlar. Nuh zamanından beri insanlar gölge saatini kullanmaktadır. Sonra da onu kabzettik diyor. Yani insanlar ve canlılar meskenler edindiler. Onun etkisini normalleştirdiler. Buradaki kabzetme yani avuçlama onu kontrol edebilme demektir. Kapalı alanlarla bunu insanlarla yaptı. Bundan sonra da yapacaktır.
İnsanlık tarihi klima oluşturmakla geçmektedir. Şimdi halen tek katlı seralar yapılmaktadır. Sıkıntıları vardır. Sıcaklık ayarlanmakta ama diğer hususlara hâkim olunamamaktadır. Gündüzün havada oksijen çok bulunmakta özümleme zorlaşmaktadır. Geceleri de CO2 çok olmakta bu sefer de yaşama zorlaşmaktadır. Nem de sıkıntılar doğurmaktadır. Açık havada yetişenler daha sıhhatli olmaktadır.
Yalova’da geliştirdiğimiz çift katlı seralarla devamlı hava sağlanmaktadır. Böylece dışarıda yetiştirilenden hiçbir farkı olmamaktadır. Öğleden önce hava doğudan girerken de ısınmakta batıdan çıkmaktadır, öğleden sonra da hava batıdan girip doğudan çıkmaktadır. Bu arada hava ısınmaktadır. Yazın da buharlaşma tekniği ile soğumaktadır. Havalanma geceleri de sürmektedir. Ayrıca sulama, ilaçlama ve gübreleme tamamen kontrol altına alınmaktadır. İşte bu durumunu Allah kabzetmekle ifade etmektedir. Geliştirdiğimiz projeyi daha gerçekleştiremedik. Günü beklenmektedir. Yüz villalı dinlenme evleri sitelerinde yüzer metrekarelik seralarda tasarlanmaktadır. Uygarlık önce beyinde oluşur. Sonra kâğıtlara dökülür sonra da uygulanır. Akevler’de üçüncü binyıl uygarlığı oluşmuş, kâğıtlara dökülmüş, sıra şimdi uygulamaya gelmiştir.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanları, yüz villalı dinlenme evleri Çin virüsünün (Covid-19) de benzeri musibetlerin de tek önlem aracıdır. Karantinaya alma son derece kolaydır. Semtten kimse dışarı çıkmamaktadır. Ama hayat orada eskisi gibi devam etmektedir. Oradan alınan mamuller denetlenerek alınmaktadır. Apartmanın klimasını ilaçlayarak aşı yapılabilmekte hastalar tedavi edilmektedir. Arılarda bu yöntem kullanılmaktadır.
هُ (قَبَضْنَاهُ) gölgedir. Nasıl avuçlanacaktır? Demek ki gölgeden maksat havalanmadır. Kabzetmek de klimanın akışkan kılmak demektir.
“Kabzettik” diyor hem de “görmedin mi” diyor, bir de ثُمَّgetiriyor. Demek ki muasır olmayan bir kabzdır. Bütün karinelerle mecazi manalara gidilir.
إِلَيْنَا
EiLaYNAv
“Bize doğru”
Bu, gölgenin öğleye doğru kısalmasını ifade edebilir. Öğle vakti kısalır, hatta bazı yerlerde bazı zamanlarda sıfır bile olur. Böylece gece ile gündüz arasında havanın şartları değişmelidir. Canlılar bu tercihlerden yararlanarak gerekli tedbirleri alırlar. Devamlı ışık canlıları rahatsız eder. Bitkiler dâhil bütün canlılar uyuma ihtiyacındadır. Hayvanlar da rüya görürler.
قَبْضًا يَسِيرًا (46)
QaBWan YaSİyRan (FaGLan FaGıyLan)
“Yesir bir kabz”
Bu olaylar dünyanın güneşin karşısında eğik eksenle kendi etrafında dönmesiyle sağlanmaktadır. Bu iklim değişikliği için ayrıca enerji harcanmamaktadır. Yapacağımız seralarda böyle yesir imkânlar olacaktır. Bu sera tipleri ile verim katlanmakta, kalite düzenlenmekte, ayrıca dünyanın her yerinde, uzayda bile tarım yapılabilmektedir.
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ ayeti (Zariyat 51/22) bundan bahsetmektedir.
YORUM
Projesini geliştirdiğimiz, uygulamasına hazırlanmakta olduğumuz sera projesi ile yeryüzünün her yeri tarım alanına dönüşecektir. Kutuplarda senenin yarısı gece yarısı gündüzdür. Güneşin yılda toplam zamanı hep yarı yarıyadır. Hayat da güneş ile olduğuna göre kutuplar da ekvator kadar verimlidir. Terasta yapılacak bir tarıma güneş dik bakacaktır.
Yalova’daki çalışmalarımız hep Ar-Ge üzerindedir. Hüseyin Bağdatlı kereste biçme ve yem kurutma üzerinde çalışmaktadır, Abdullah Turan ona yardımcıdır. Nusret Karaca sera ve kümes üzerinde çalışmaktadır. Mustafa usta arı ağacını yapmaktadır, Murat Muradi ile çalışmaktadır. Mehmet Eren ahşap evlerde çalışmaktadır. Selahaddin Köse kalıp işlerinde dışarda çalışmaktadır. Yalova’da Ar-Ge çalışması en hızlı bir şekilde devam etmektedir.
Bütün bunların hepsi gölgenin kabzı çabasıdır. Yenibosna’da, İzmir’de, Üsküdar’da, Medhal’de ve Ankara’da ilmî Ar-Ge yapılmakta, Yalova ve İzmir’de uygulamalar yapılmaktadır. Medhal uygulamaya başlayamadı.
Dünya krizlerin eşiğinde, bu fecrin zifiri karanlığıdır, yağmurdan önce gelen gökgürültüleridir.
Öz Türkçe ile:
“Sonra onu bize doğru kolay bir avuçlama ile avuçladık.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sonra onu bize doğru yesir bir kabz ile kabzettik.”
ÇümMa QaBaWNAvHu EiLaYNAv QaBWan YaSİyRan
ثُمَّ قَبَضْنَاهُ إِلَيْنَا قَبْضًا يَسِيرًا (46)
***
وَهُوَ الَّذِي
Va HuVa elLaÜIy
“Ve o … olan kimsedir”
Ahmet hasta onu evinde ziyaret ettim, evli olan kardeşimi de gördüm.
Buradaki “de” harfi ek bir işi anlatmaktadır. Gaye hastayı ziyaretti, bu arada o işi de görmüştür. Buradaki وَهُوَ bunu ifade etmektedir.
هُوَ zamiri Rabbe gitmektedir. Rabbin zıllı medd etti, sonra yesiren kabzetti. Leyli libas yapan da O’dur. Sadece الَّذِي getirseydi bu manayı ifade ederdi. هُوَالَّذِي denseydi de olurdu. وَهُوَالَّذِي denmiştir. “O” zamiri (هُوَ) ile Rabdan başka halik olmadığı belirtilmiştir. وَ harfi ile de leylin libas olmasının gölgenin medd edilmesinin farklı olduğu ifade edilmiştir. Zıllın meddi fiziki bir olaydır. Hâlbuki leylin libas olması biyolojik olaydır. İnsan vücudundaki yapısıyla fiziki coğrafyaya uyum sağlanmıştır. Biri güneşin ve yerin hareketleri ile ilgilidir. Diğeri ise kromozomlardaki genlerin dizilişi ile ilgilidir. Bedende oluşturulan bir yapının gece ile gündüzün değerlendirilmesidir. Bu farklılıktan dolayı “Ve Hüve” ifadesi getirilmiştir.
جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِبَاسًا
CaGaLa LaKuMu elLaYLa LiBAvSan (Va FaGaLa LaKuM eLFaGLa FıGAvLan)
“Leyli sizin için libas ca’l etti.”
Durgun suda dibe çöken mile لَيْل, akıp denize giden parçacıklara da نَهَار denir. Kuşların çamurda avlananlarına لَيْل, suda avlanana da نَهَار denir. “Nehir“ “ırmak“, “nehar“ da “gündüz“ demektir. لَيْلgece anlamında, نَهَار ile birlikte kullanılmasına rağmen لَيْل ile نَهَار birlikte kullanılmamıştır. لَيْل cins isim ise ة tefrid için kullanılmıştır. Bir gece kastedilmiş olur. لَيْل müfret için ise o zaman ة çoğul için kullanılır ve buradaki anlamı geceler olur. O zaman bir gece değil birçok geceleri içermiş olur. İnzalin manası da lafzi inzal yerine, mana inzaline dönüşür.
ل belirliliği, ي kolaylığı gösterir.
اللَّيْلَburada marife gelmiştir. ل cins içindir. لَيْل Güneş’in Yer’in arka yüzünde olduğu durumdur yani bir gölge halidir. Bir önceki ayette gölgelerden bahsettikten sonra en derin gölge olan leylden bahsetmiştir. Gölge gündüz içinde olmaktadır. Gece ise tam gölgedir. Eğer gezegenin atmosferi varsa gecedir, atmosferi yoksa bir iklim olamayacağı için gece değil karanlık vardır. Ay’da gece yoktur. Yeryüzünün gecesi de gündüz kadar önemlidir. Güneşi ikinci gölgeyi birinci yaptığı gibi burada geceyi birinci gündüzü ikinci yapmıştır. Canlılar ve insan gündüzleri besinlerini toplar, geceleri ise bunları sindirirler. Gece gündüz için değil, gündüz gece içindir. Ocak halkı geceleri bir araya gelir. Ev halkı geceleri bir araya gelir, eşler yatakta bir araya gelir. Herkes gece için faaliyettedir. Elektrik icat edilmeden önce geceler karanlıktı, şimdi ise geceler aydınlanmaktadır. Nur Suresi’nde bu aydınlanmayı anlatmıştı.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarda en dış kapılar belli saatte kapanır. Artık üretim hayatıdır. Yaşama hayatı başlar.
لَبَاس kurulup gerilmiş sert yay, eğilmiş sert ağaç, boşalmaya hazır olan yay demektir. Bir yerden başka bir yere gitmek üzere olan kimsenin gitmeden önceki beklediği zamana لبث denmiştir.
لبس Kur’an’da 23 , لبث 31 defa geçer. Toplam 54 (22*13) eder.
ل belirliliği, ب geçidi, سmekânda diziyi ifade eder.
Gece aynı zamanda gündüze hazırlık içindir. Yatsı namazında toplanan ocak sakinleri gündüz yaptıklarını anlatırlar, yarın yapacaklarını da planlarlar. Akşamüstü herkes defteri ile gelir, defterde o gün yaptıkları yazılıdır, yarın yapacakları da yine deftere yazılacaktır; o defteri alır ve ertesi gün o defterde yazılanları yapar ve yazar.
Ertesi gün ne yapacağına günün muhasebesinde bakar. Hangi hammadde en ucuzdur, hangi mamul en pahalıdır ve kendisi için en kârlı iş hangisidir. Herkes kendi yapacağı işi kendisi seçer. Genel hizmetlilerine sorar. Yardımlarını alır. İnternette herkes taahhütte bulunur. İlk girenlere göre fiyatlar oluşmaya başlar, ilk talip olanlara göre tezgâhlar kapatılmış olur.
Libas bu hazırlığı ifade etmektedir.
وَالنَّوْمَ سُبَاتًا
Va elNaVMa SuBATan (Va el FaGLa FuGAvLan)
“Ve nevmi subat”
نَوْم uyku halidir. سَبْت de tatil halidir.
Demek ki gece iki şey yapılmaktadır.
Biri, yarın ne yapılacağına karar verilmektedir. Diğeri de beden dinlendirilmektedir, temizlik yapılmaktadır, psikolojik düzenlemeler yapılmaktadır.
Uyku ruhsal eğitimdir. Beyin bilgisayarında gündüz çalışmaları sonunda bazı tıkanmalar oluşmaktadır. Lütfi Hocaoğlu’nun bir sözü vardır: “Bilgisayarın tamiri onu açıp kapamadır.” Bilgisayarı birkaç defa açıp kapatırsanız düzelir. İnsan beyni de uyku ile kapatılmaktadır. Rüya ise onu birkaç defa açıp kapatmaktadır. Bugün bilgisayarımızda rüya yoktur. Bilgisayarın rüya programları olmalıdır. Onlarda düzeltici ve bilgisayardaki tıkanıklığı giderici programlar olmalıdır. Anti-virüs programları böyle yapılmalıdır. Bilgisayar kendi kendine dinlenme halinde iken açılıp kapanmalıdır, rüya bile görebilmelidir.
“سُبَات, سَبْت, cumartesi” dinlenme günüdür. Haftada 6 gün herkes kendi işinde çalışır, bir gün ise herkes topluluğun işini yapar. Av avlar. سَبْت kelimesi سَبْع kelimesinden oluşmuştur. Yani 7 günde bir tatil yapılacaktır. لِبَاسًا ile النَّوْمَوَ harfi ile atfetmiş olup birbirinden farklı olanlar beraber iç içe olup birlikte yer alırlar.
وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا (47)
Va CaGaLa elNaHARa NuŞUvRan (Va FaGaLa elFaGAvLa FuGUvLan)
“Ve neharı nuşur ca’l etti.”
حَشْر toplanmak, نَشْر ise ayrılmaktır.
Akevler lügatinden her seferinde buraya alıp yazma yer ve zaman israfıdır. Ruhu’l-Kur’an’a öyle program konmalıdır. Sağ tuşa bastığımızda lügatler kısmı çıkmalı Akevler’e bastığımızda lügatte نُشُورkelimesi çıkmalı. Onlardan istediğimiz geçici olarak sayfamıza alınmalıdır. Dosyayı kapattığımızda onlar silinmelidir.
Sabah namazı her ocakta birlikte kılınır. Kadınlar, yaşlılar, sakatlar, beşikteki çocuklar namaza gelirler. Namaz eda edildikten sonra erkekler kapıda bekleyen servislere biner işyerlerine dağılırlar. Önce araçları ile merkeze geçerler. Sonra araçlarını değiştirerek iş yerlerine giderler. Araçları araba sahipleri kullanırlar. Arabaya aldıkları kimselerden dolayı kendilerine taşımada pay verilir, ayrıca servis şoförleri kullanılmaz. Kişiler kendi arabaları ile gidiyorlarsa yanlarına yolcu aldıklarından dolayı hem kendileri kazanmış hem de taşıma en ucuz şekilde olmuş olur.
Hayvanları çobanlar meraya götürür salarlar, akşamüstü de toplayıp getirirler.
İşte bu nuşurdur.
Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve sakatlar ise semtteki işyerlerinde isterlerse çalışırlar. Çalışmayan yaşlı olanlar çocukları alarak çatı katına, bahçeye yahut gezi yerlerine giderler, onlarla birlikte eğitim yaparlar. Oyun da bir eğitimdir.
Kur’an’da namaz bir yerde tanımlanmamıştır. İlgili ayetleri bir araya getirdiğimizde namazdaki bütün kurallar Kur’an’da vardır. Kur’an’da aşiret ve semt kooperatifleri bir yerde tanımlanmamıştır ama Kur’an’ı yorumladığınızda semte ait bütün hükümleri bulursunuz.
Biz nuşuru istihsanla hep anlatırdık ama görüyoruz ki Kur’an’da yer almaktadır. Kur’an’da نُشُور kelimesi marife olarak iki defa geçer, nekre olarak üç defa bu surede geçer. Bu anlamı ile yalnız burada geçmektedir.
YORUM
Kur’an’da namaz imanın ve amelin merkezidir. Biri namaz kılıyorsa ona mümin diyoruz. Namaz kılmayanlara bir ceza vermiyoruz, biz onu kendi defterimize mümin olarak yazamıyoruz. Namazın bir sebebi de vakit kabul edilmiş olmasıdır yani namaz insanların günlük hayatlarını düzenlemektedir. İşçilik öncesi durumda herkes kendi işini yapıyordu, piyasaya mal satıyordu. Emek mübadelesi yoktu. Mal mübadelesi vardı. İşçilik döneminde kişiler arasında emek mübadelesi vardır. Ortaklık döneminde toplulukta teavün ilkesi içinde mübadele vardır. Yani ben Ahmet’e yardım ediyorum, karşılığında bir başkasından yardım alıyorum.
“Besmele”den başlayarak Kur’an’ı hep bu temel anlayış içinde yorumluyoruz.
Beş vakit namaz fıkıhta temeldir. Bizim semt kooperatiflerinde de bundan başka bir şey yapmıyoruz. Kur’an’daki emirleri namaz müessesesinde yorumluyoruz. Fukaha öyle yapmış. Böyle bir namaz milyonluk kitlelerle kılınamaz. Bunun için beş vakit namazın aşiret/ocak içinde cemaatle kılınacağını kabul ediyoruz. Ocak en küçük sosyal birimdir. Bucak da ilk sosyal birimdir. Cuma namazı da orada farzdır diyoruz. İmamın cemaatini tanıması gerekmektedir. Kabile kelimesi bunu açıklamaktadır.
Askerler Kur’an’ı yorumlarken manga, takım, bölük, tabur, alay, tugay, tümen, kolordu, ordu, kuvvet komutanları ve genelkurmay başkanları şeklinde yorumlayacaklardır. Siviller Kur’an’ı yorumladıkları zaman ocak, semt, bucak, ilçe, il, bölge, ülke, birlik ve insanlık olarak düşüneceklerdir. İşleyişleri farklı olmakla beraber oluşmaları hep benzerdir.
İslamiyet’teki dört delilden biri kıyastır. Böylece her şey benzer şekilde oluşmaktadır. Standart sayılar ile düzenlenmektedir.
Öz Türkçe ile:
“Ve O, size geceyi giyecek, uykuyu dinlence kılan kişidir. Gündüzü yayılım yapan kişidir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve O, size leyli libas ve nevmi subat ca’l edendir ve neharı nuşur ca’l edendir.”
Va HuVa elLaÜIy CaGaLa LaKuMu elLaYLa LiBASan Va elNaVMa SuBAvTan Va CaGaLa elNaHAvRa NuŞUvRan
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا (47)
***
وَهُوَ الَّذِي
Va HuVa elLaÜIy
“Ve O edendir de”
Burada وَهُوَالَّذِي ifadesini tekrar etti. Yine zamir aynı zamirdir Rabbe racidir. الَّذِي farklıdır yani farklı kişinin farklı özelliğini belirtmektedir. Bundan önce gece ile gündüz anlatılmıştır. Gecenin لِبَاسًاve النَّوْمَ için bizim için olduğu söylenmiştir.
لَكُمْ ifadesi geçmemektedir. بُشْرًا kelimesi müjde olarak alındığında size müjde olarak manasını verebiliriz. لَكُمْ kelimesine gerek kalmayabilir. Ama بُشْرًا kelimesine başlama manası verilirse o zaman الرِّيَاحَ’ın irsali insanın ve canlıların yaratılmasından öncedir. Zaten بَيْنَيَدَيْرَحْمَتِهِ denmektedir. Rahmetinden önce deniyor. Yani rüzgâr ve onun getirdiği su, rahmet olandan kimi olanaklardan yararlanma demektir.
Yeryüzü soğumaya başladığında katı tabaka oluşmaya başladı, soğuyan cisim küçülmeye başlayıp bazı yerlerdeki engebeler oluştu. Bazı yerler patladı dağlar oluştu. Bu patlamalar hala cüzi olarak da olsa devam etmektedir. Soğuyunca denizler oluştu. Atmosfer oluştu. Yağmurlar yağmaya ırmaklar akmaya başladı. Dağlar aşınarak topraklar oluşmaya başladı. Bu zamanlarda hiç canlı yoktu. Bir şeye yaramadığı için rahmet değildir. Canlı olmayan durumu anlattığı için وَهُوَ ile anlatmaktadır.
أَرْسَلَ الرِّيَاحَ
EaRSaLa elRiYAvXa (EaFGaLa eLFiGAvLa)
“Rıyahı irsal etti”
Canlılar var olmadan önce rüzgârlar esmeye başladı. Henüz denizler oluşmamıştı, sadece buharlı hava ısı farklarının tesiri ile doğudan batıya, kuzeyden güneye veya aksi istikametlerde esmeye başladı.
بُشْرًا
BuŞRan (FuGLan)
“Büşren”
بُشْر derinin tüysüz tarafıdır. Sonra tüylerden arındırılmış deri anlamına, tüysüz deri anlamına gelmiştir. İnsan tüysüz olduğu için adı بَشَر olmuştur. Çıplak toprak ise بَشَرَة’dir. İlk başlanan işe بُشْر denmektedir. مُبَاشِر buradan gelir, girişimci demektir. Bir mahsulü almadan önce yapılan harcamalar, kuruluş masrafları بُشْرَىolmaktadır. Gelmeden önce verilen geliş haberleri بُشْرَى‘dır.
بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ
BaYNa YaDaY RaXMaTiHIy (FaGLa FaGaLı FaGLaTiHIy)
“O’nun rahmetinin iki yedinin beyninde”
بَيْنَ ara, يَدَيْنِ iki kol demektir. İlerisini gösteren bir deyimdir. İki kol arasında yani ilerde yahut rahmetin iki kolu arasında denmiş olur. Bu takdirde gelecek mecaz olarak anlaşılır.
Rahmet köküne rahman ve rahime iki mana verilmiştir. Biri yaşatan diğeri çalıştıran rahmeti dendiği zaman rahman ve rahimdeki rahmet beyan edilmiştir.
Öyleyse çalıştıran ve yaşatandan önce demek yeryüzü insan yokken canlı yokken demektir.
وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ
Va EaNZaLNAv MıNa elSaMAvEi (Va EaFGaLNAv MiNa eLEaFGAvLı)
“Ve semadan inzal ettik”
Yeryüzünün oluşması hakkında teoriler gelişmiştir.
Ancak atmosfer ve su tabakasının yeryüzünde nasıl oluştuğu hususunda henüz bir bilgi edinilmiş değildir. Magmanın soğuması ile mi oluşmuştur? İlk zamandan mı oluştu yoksa sonra boşlukta oluşan hava ve su sonradan gelip mi yerleşti?
Burada atmosferin ve su tabakasının büyüklükleri, canlıların yaşaması için en uygun şartları içermektedir. Canlı mı atmosfere ve hidrosfere göre yaratıldı yoksa atmosfer ve hidrosfer mi canlıya göre yaratıldı? DNA’ların keşfi ve canlıdaki özelliklerle kimyada atom yapısında gelişmiş bilgilerden biliyoruz ki atomlar üzerinde fazla değişiklikler yapma imkânımız yoktur, dört baz ve yirmi asit hayatı oluşturmaktadır. Bunların özellikleri üzerinde asla değişiklik yapılmamaktadır. Hemen diyebiliriz ki canlı yeryüzüne göre yaratılmadı, yeryüzü canlıya göre oluşturuldu. İnsan eve göre eğitilmez, ev insana göre yapılır. (Beş boyutlu uzayda canlı ve yeryüzü beraber yaratıldığı için ikisi de birbirine göre yaratılmıştır. Lütfi Hocaoğlu)
Buradaki السَّمَاءِ marifedir. Yağmur semasıdır. Birinci semadır.
مَاءً طَهُورًا (48)
MAvEan OaHUvRan (FaGLan FaGUvLan)
“Tahur ma”
طَهُور Akar temiz sudur. Türkçedeki “dere” kelimesi de buradan gelmiş olabilir. Sonra temizlenme manasında fiil olmuştur. تَطْهِير temizlemek demektir.
طهرKur’an’da 31, طير 29 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder.
ط uyumluluğu, ه saflığı, ر sürekliliği ifade eder.
طَاهِر temiz demektir. طَهُور ise temizleyici demektir. Suyun iki bileşeni vardır. OH- baz bileşenidir H+ ise asit bileşenidir. Suda çok az miktarda bunlar serbestçe dolaşırlar. Bundan dolayı suya giren diğer maddeler birleşerek tuz yaparlar. Tuz ağırlaşır dibe çöker. Elbisede kirleri koparıp alıp götürür. Bu özellik yalnız suda vardır. Canlılarda bu sayede suda iyon halinde maddeler bulunur. DNA’lardaki taşıyıcılık buradan gelir. Yani suyun temizleme özelliğinden ileri gelmektedir. Bugünkü ilim de bu ayeti teyit etmektedir. Kur’an burada suyun bu özelliğinden bahsetmektedir. Abdestte kullanılan su طَاهِر’dir amaطَهُور değildir.
Araplar bunu nereden biliyorlardı daطَهُور dediler ve طَاهِر dediler. Haydi, Araplar bildi. Peygamber nereden bilecekti de bunu teyit edecekti. Diyelim ki fukaha nasıl bu kadar inceliklerini bilecekti.
Bir maddenin طَهُور olması diğer maddelerin de طَهُور olması gerekir yoksa bu sefer su hücre maddelerini eritip alıp götürür. Elinizi yıkıyorsunuz gerekli maddelere dokunmuyor eritmiyor gereksiz kirleri alıp götürüyor.
Hikmet ilimlerinin konusu budur; ne niçin hangi amaçla öyle var olmuştur?
YORUM
Sekizyüzlüye göre 25 çeşit ilim vardır. Her çeşit ilmin dört alt bölümü vardır. Birincisi kurallar ilmidir. Her ilmin varlıkları arasında kurallar vardır. O kurallara göre birbirleri ile ilişki kurarlar. Her ilmin kuralları farklıdır ama benzerdirler. Kıyas yoluyla tüm ilimler aynı dille ifade edilebilir. Kur’an’da değişik konularda değişik örnekler verilmektedir. Kıyas yoluyla hepsinin kuralı anlaşılır hale gelmektedir.
Kurallar nazaridir, dışarıda mevcut değildir, bizim beynimizde varlar. Bu kuralların dışarıda gerçekleşen kısmına ise tabii ilimler diyoruz. Astronomi ve coğrafya bitkiler alemi doğal ilimlerdir. Biyoloji ise nazari ilimdir. Kural ilmidir.
Üçüncü ilim ise yararlanma ilmidir, teknolojidir. Varlıkları hangi kurallarla değerlendireceğimizi bize öğreten ilimlere ameli ilimler diyoruz.
Dördüncü ilim ise hikemi ilimlerdir. Niçin öyledir?
Bugün üniversitelerde nazari, tabii ve ameli ilimler okunmaktadır ama hikemi ilimler okunmamaktadır. Fıkhın nazari ve tabii olanları bilinmektedir. Batı bunları çözmüştür. Biz onlarla değil hikemi olan ilimlerle ilgilenmekteyiz. Usulün ve fıkhın hikemisini yazmak size düşen görevdir. Parça parça bilgiler vardır ama ilmileşmemiştir.
Öz Türkçe ile:
“Ve O, yelleri yaşamdan önce sevindirici olarak salan kimsedir. Yukarıdan arıtan suyu indirdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve O, riyahı rahmetinin iki yedi beyninde büşr olarak irsal edendir. Semadan tahur ma inzal ettik.”
Va HuVa elLaÜIy EaRSaLa elRiYAvXa BuŞRan BaYNa YaDaY RaXMaTiHIy Va EaNZaLNAv MıNa elSaMAvEi MAvEan OaHUvRan
وَهُوَ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً طَهُورًا (48)
***
لِنُحْيِيَ بِهِ
LiNuXYıYa BiHIy (LiNuFGıLa BiHIy)
“Onunla ihya edelim diye”
Buradaki zamir (بِـهِ) مَاءً kelimesine gidiyor. وَ ile atfedilmiştir. فَ ile atfedilseydi rüzgârı irsal ettik ve ondan maı inzal ettik demiş olurdu. Rahmetinden irsal edilen rüzgârdan suyu inzal etmiştir. Suyu sonra semadan inzal etmiştir.
Buradaki sema gök semasında olmayabilir. Yamaçlardaki suyu aşağıya doğru akıtır denmektedir. طَهُور su sadece temizleyici su anlamından ziyade doyurucu suyu inzal ettik anlamı çıkar. Sular topraklara girerler, oradan gerekli tuzları alırlar, pislikleri havada bırakırlar, gerekli şeyleri de topraktan alırlar ve böylece bitkilere su olurlar. Onunla bitkiler hayat bulur.
Sema kelimesinin lügat manası hayvanların sırtıdır, onun üst tarafıdır, arz da karın tarafıdır. Sonra sema yukarısını arz da aşağısını ifade etmiştir. Kur’an’da ise yedi tabaka sema diyerek istilahi manasıyla bizim gökler dediğimizden birini ifade eder. Lügat manasıyla kullanılması da ortadan kalkmaz, müşterek olur.
بَلْدَةً مَيْتًا
BaLDaTan MaYTan (FaGLaTan FaGLan)
“Meyt belde”
بَلْدَة,بَلَد kelimeleri vardır. بَلْدَة taşrası ile karyeden büyük topluluktur, yüze yakın karyeden oluşur. Bir ümme’l-kura vardır, o merkezdir, diğer karyeler taşradır. Merkez olan karyeye belde denmektedir, belde ise taşradaki karyelerle beraber beldedir.
مَيِّتًا kelimesinde kıyas dışı ikinci ي düşmüş tek ي kalmıştır, lazım fiildir. بَلْدَةً mef’ûl değil fâil olduğu için te’nis işareti almıştır.
بَلَد sulanmaz, belde sulanır. Arz demektir. Büyüklüğü belirtmek için belde denmektedir. Sulama Vakfı kurulacak ve sular bir havuzda toplanacak, toplanan sular بَلْدَة içinde dağıtılacaktır. Sular bölge bölge bölüşülecek, sonra belde belde dağıtılacaktır. Şa’ablara, illere bölüşülmeyecektir. Elektrik trafoları da böyle dağıtılacaktır.
Burada ihya edilen birliklerdir. Biz onunla ihya ettik denmektedir. Sular ortak mal olup para ile satılmaz. Peygamber “su, ot ve ateş satılmaz” diyor. Ot meralardır, ateş de yakıtlardır. Adil Düzen Anayasası’nda bu hadise dayanarak istihsanlar yaparak bunlar için vakıflar önerdik. Bunlar kazanç aracı olmayacaktır. Mahsulle orantılı olarak verilecektir.
Kamu suyu ile sulanmış mahsulün beşte biri kamuya aittir. Vergi humustur (beşte birdir). Kamu vakıfları bunlara altyapıyı verir; örnek olarak elektrik verir, su verir, gübre verir, ilaç verir, karşılığında vergiyi alır, onda bir olan vergiyi beşte bire çıkarır.
وَنُسْقِيَهُ
VaNuSQıYaHUv (Va FuGLAvHu )
“Ve onu iska etmemiz”
“Saky etmek” sulamak demektir Su kelimesi Türkçede o anlama gelir. Gürcüce de sakau etmek sulamaktır. Sqali sulama sarnıcı demektir.
Diller böyle iç içedir.
Bitkiler için ihya getirmektedir, hayvan ve insanlar için de saky getirmektedir. İkisinin bölüşülmesi farklıdır. Araziler ödedikleri zekâtla orantılı su alırlar. İnsan ve hayvanlar ise yarısı bedava usulü ile su alırlar. Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası’nda bu iki bölüşüm şekli anlatılmıştır. Burada ayetlerle ifade edilmektedir. İskada sen içiriyorsun, ihyada o içiyor.
مِمَّا خَلَقْنَا أَنْعَامًا
MiN MAv PaLaQNAv EaNGAvMan (MinMAv FaGaLNAv EaFGAvLan)
“En’am olarak halk ettiğimizden”
أَنْعَام geviş getiren çift tırnaklı hayvanlardır. Bununla beraber ehlileştirilmiş bütün hayvanlar da en’amdır. İçme sularında ve kullanma sularında tüm ehlileştirilmiş hayvanların payı vardır. Bedava olan suyun yarısı bunlara eşit şartlar içine bölüşülür.
Kur’an’da (Şems 91/13) Salih’in devesinin de hakkı olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Buradaki مِنْ harfi ceri لِ manasındadır. Teb’iz için olmadığı مَا ile bilinmektedir. En’am olarak halk ettiğimizin hepsinden denmektedir. Her biriyle kastedilen mana, teb’iz için değil cins için gelmesi gerekir. En’am kıyas yoluyla yahut müşterek manasıyla bütün ehlileştirilmiş hayvanları içine alır. Tavuklar da bu hakka sahiptirler. Halkları farklı olabilir.
En’am olarak halk ettiğimiz ne varsa onlar için...
وَأَنَاسِيَّ كَثِيرًا (49)
Va EuNAvSiYa KaÇİyRan (Va EuFAGIyLa FaGIyLan)
“Ve kesir enasiyye.”
أَنَاسِيَّ kelimesi إِنْسَان ‘ın çoğuludur, insan türleri demektir. Kıyasa uygun bir çoğul değildir. Karye halkı أُنَاس’tır. Belde halkı ise karyelerin çoğuludur, أَنَاسِيّ ‘dir.
Böylece insanlara has olan bir içi içe oluşma alt alta bölüşme ilkesi ifade edilmektedir.
Önce su veya elektrik semtlerde toplanacak. İlçelere gönderilecek. İlçelerden bölgelere, bölgelerden kıtalara gönderilecek. Kıtalar da birbirine bağlanacaktır. Aynı hatlar bu sefer dağıtılırken kullanılacaktır. Her semtte saat olacak, saat aldığını yazacak aynı saat aldığını çıkaracaktır. Saat negatif ve pozitif olarak yazacak, hangi taraf fazla ise onu belirleyecek.
Suların mübadelesinde fark olmayacak, sattığı kadar alacaktır. Sularda kredileşme ilkesi uygulanabilir. Nakliye bedeli de ödenmeyecek, üreticiler üretirken yarısını bedelsiz vereceklerdir. Tüm masraflar bunlarla karşılanacaktır. Yarısının maliyeti iki misli fiyatlandırılacak, diğer yarısı yarım olacaktır.
كَثِيرَةً gelmemiş de كَثِيرًا gelmiştir. كَثُرَ de lazım bir fiildir. Mefulü yoktur. كَثِيرًا in müennesi ve müzekkeri aynıdır.
YORUM
Bu uygulamaların yapılabilmesi için insanlar yirminci yüzyılı beklemiştir. Halen var olan teknik imkânlar bu uygulamaları rahatlıkla yapabilir. Bugün Türkiye’ye Sibirya’dan petrol gelmektedir. Bugün Amerika’da üretilen elektrik Türkiye’de tüketilmektedir.
İnsanlar atom bombaları yapacaklarına çok kolaylıkla bunları kurabilirler.
Oysa insanlar tutucudurlar, yapmazlar. Ama Allah dediğini yapacak. Allah bunları yani bu imkânları bedava var etmedi. Bunları Kur’an’da laf osun diye zikretmedi. Kur’an düzeni gelecektir. Kim getirecek?
O getirecek, Kur’an’ı gönderen ve bunları anlatan gönderecektir. Nitekim bize de O öğretiyor. Hatalar bizim, doğru olanlar O’nundur. Bize hata yaptırıyor ki birbirimize köle olmayalım. Yoksa kişilere muhalefet Kur’an’a muhalefet olur, insanlar iradelerini kullanamaz olurlardı. Kur’an’da müteşabih ayetler bunun için vardır. Herkes kendi içtihadı ile hareket etsin diye böyle bir düzen kurulmuştur.
Öz Türkçe ile:
“Onunla ölü kenti canlandırmak içindir, davar ve çoklu kümeler olarak yarattıklarımızdan tümünü, onu sulamamız içindir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onunla meyt beldeyi ihya etmemiz için ve enam ve kesir ünasiyye olarak halk ettiğimizden ve onu iska etmemiz için.”
LiNuXYıYa BiHIy BaLDaTan MaYTan VaNuSQıYaHUv MiN MAv PaLaQNAv EaNGAvMan Va EuNAvSiYa KaÇİyRan
لِنُحْيِيَ بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَا أَنْعَامًا وَأَنَاسِيَّ كَثِيرًا (49)
***
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ
Va LaQaD ÖarRaFNAvHu (Va LaQaD FagGaLNAvHuv)
“Ve onu tasrif ettik”
صَرَامtoplanıp yığılmış meyve, صَرَمَ meyve veya ekin toplamak demektir. صَرَفَ bir şeyi başka bir şeye çevirmektir.
ص pişme olgunlaşma demektir. ر tekrarı ifade eder. ف eklemi ifade eder.
وَلَقَدْ gelmiştir. Şimdi 21’inci yüzyılın başında anlamındadır. Bu ayet Kur’an nazil olduğu zaman müteşabih idi. O gün ne tafsil ne de tasrif edilmiştir. Surenin başında furkanın indirildiğinden bahsedilmişti. Sure Kur’an’ın furkanlığını anlatmaktadır. Surenin konusu furkandır. Siz bir konu üzerinde konuşma yaparken ara konuya sadece zamir gönderirsiniz. Nereye gittiği belli olamayan zamir hep ona gider. Buradaki هُ zamiri (صَرَّفْنَاهُ) baştaki furkana gitmektedir. Onu şimdi tasrif ediyoruz, üçüncü binyılın başında tasrif ediyoruz.
Tafsil etmek bir ayetin manasını açıklamak ve değişik konulara uygulamaktır. Tasrif etmek ise değişik konuları bir araya getirme, toplayıp paket yapma yani içtihat yapmadır.
Çeşitli yollarla Kur’an insanlık tarafından anlaşılmıştır. Fakülteler kurmuşlar, tedris etmektedirler. Adil Düzen seminerleri ile tüm dünyaya anlatılmıştır. Elli sene evvel Kur’an, bin sene evvel kaleme alınmış tarihi bir antika olarak görülüyordu. Bugün ise canlanmış insanlığa meydan okumaktadır. Arap harflerini yasaklatan Sermaye şimdi Arap harflerini öğrenmek zorunda kalmaktadır. Kur’an bu ayetle bize bugün insanlığın Kur’an’ı duyduğunu ve ona ulaştığını anlatmaktadır.
بَيْنَهُمْ
BaYNaHuM
“Onların beyninde”
Buradaki onlar kimlerdir?
Onları iki gruba ayırabiliriz.
Birinci grup ilahi kitapların yasaklarını inkâr eden ve kabul etmeyen müşriklerdir. 1933’lerde zirveye ulaşan bu inkârcılık 1966’ya kadar durakladı. 1967’de Akevler’i kurduk. 1969 seçimlerinde bağımsız adaylığımızı koyduk. Şimdi şirk tarih oldu.
İkinci grup olarak ise Allah’a ve kitaplarına inanan ama onunla amel etmeyen kâfirler vardır, küfür vardır. Şirk gitti küfür devam ediyor. Sözde kabul, amelde şirkin isteklerini yapmaya devam. Bunlar Kur’an’ı ve İslamiyet’i aralarında tartışmıyorlar. İslam âlimleri ile görüşmüyorlar bile. Bediüzzaman’ı, Akevler’i ve Adil Düzen’i okumuyorlar. Onun için بَيْنَهُمْ denmiştir.
لِيَذَّكَّرُوا
LiYaüÜakKaRUv (LiYaTaFagGaLUv)
“Tezekkür etsinler diye”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan Adil Düzen’i tüm dünyaya anlattı. Resmen duymamış gibiler ama hemen herkes meşgul olmaktadır. Adil Düzen ile Kur’an insanlık arasında tasrif edilmiştir. Şimdi eksik olan örnek göstermedir, Kur’an düzenini bir örnekle göstermektir.
“Tezekkür etmek” demek kendi aralarında tartışmak demektir.
Batı üniversiteleri Adil Düzen’i henüz okutmamaktadır. Bizim üniversitelerimiz zaten yok gibidir. Onlarınkiler ilkokulların seviyesinde. Yeni bir şey bulursa hapse gider.
Gülen’in üniversiteleri ciddi çalışmalar yapıyordu. Ekonomi uygulamaları vardı. Rahat bırakılsaydı belki de örnek işletmeyi vereceklerdi. Sermaye 15 Temmuz’u yaptı, Gülen’e fatura etti. Bu üniversiteler gasp edildi. Ordudan inanmış kadro tasfiye edildi. Şimdi generaller kadrosu dünyada kendilerine iş arıyor. Kamu görevlileri kendilerine iş arıyor. Bu, Allah’ın ihsanıdır. Bunlar bu sefer Kur’an’a hizmet edeceklerdir. Faizli sermaye ve ekseriyet oyları ile Kur’an’a hizmet edilemeyeceğini er veya geç bu camia öğrenecektir.
فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ
Fa EaBAv EkÇaRa elNAvSi (Fa EaFGaLa EaFGaLu eLFaGaLı)
“Nâsın ekseri iba etti”
“Onların ekseri” demeyip “nâsın ekseri” olarak beyan etti. İba edenler yalnız onlar değildir. Kur’an’ın ilahi söz olduğunu kabul edenler ile Kur’an’ı ilahi söz kabul etmemekle beraber üzerinde durmaya değer bulanlar arasında Kur’an tasrif edilmiştir. Her iki tarafın ekserisi ise amel etmede direnmektedir. Pratik değil, diyorlar. Bugünkü durum budur.
إِلَّا كُفُورًا (50)
EilLAv KuFUvRan (EilLAv KuFUvRan)
“Sadece küfür”
كُفُورًا kelimesi كَفَرَ fiilinin فُعُول vezninde mastarıdır. كُفُور iki mana taşımaktadır. Biri bile bile gerçekleri gizlemektir. Diğeri de nankörlüktür, şükretmemektir, Allah’ın verdiği imkânları değerlendirmemektir. (فُعُول vezninde mastarlar lazım fiillerin mastarlarıdır. Küfrün mastarı Küfr iken burada bu kalıptan gelmiştir. Buradaki küfrün kendi kendilerine gerçekleştirdikleri küfür olduğunu göstermektedir. Lütfi Hocaoğlu)
Bugün gerek sermayeye gerekse yöneticilere, ilim adamlarına, din adamlarına çok büyük imkânlar verilmiştir. Bunlar Kur’an’ın furkanına hizmet edip bu nimetlere şükretmeleri gerekirken herkes nankörlük içindedir. Rockefeller veya Rothschildler ailelerini düşünelim, Türkiye’deki Koç ve Sabancı ailelerini düşünelim. Allah onlara ne büyük nimetler vermiştir. Bunları ortaklık ekonomisine geçişte kullansalar ne olur? Hem kendilerini hem insanlığı kurtarmış olurlar. Benzer şekilde AK Parti’yi, CHP’yi, MHP’yi veya diğer partileri düşünün; milyonlar onlara oy vermektedir. Ne olur ortaklık sistemine saatlerini ayırsalar? Ayırmıyorlar, nankörlük yapıyorlar.
Kur’an bu haberi bize vererek duruma bakıp ümidimizi kesmememiz gerekir diyor.
Biz gerek ilmi gerek ameli çalışmalarımıza sabırla devam edeceğiz.
YORUM
Bir at tay doğurur. Ona binip yolculuk yapamazsınız. Onu eğitmeniz gerekir. Bir öküzü sabana sokamazsınız, onu eğitmeniz gerekir. Bir köpek avda kullanılamaz, talim edilmesi gerekir. Kur’an buna köpek üzerinden örnek vermektedir. İnsan da böyledir. Eğitilmemiş insan topluluk içinde yaşayamaz. İnsanın bir topluluğa uyum sağlaması için o toplulukta eğitilmesi gerekmektedir, o topluluğun onu eğitmesi gerekmektedir.
İnsan ailesi içinde doğar, aşireti/ocağı içinde gelişir, semti içinde iş hayatına başlar.
Bugün çocuklar okullarda semtleri ve bucakları ile ilgisiz eğitim almaktadırlar. Londra’da yahut Washington’da hazırlanan programları okulumuzda ona inanmayan ve onun eğitimini almayan öğretmenler okutmaktadır. Önce değişik ülkelerde eğitim almış öğretmenler arasında birlik yoktur, eğitim değil ancak öğretim yapılmaktadır.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanları birbirleriyle anlaşmış olan aileleri bir araya getirecektir. Bu sistemde ailelere apartmandan apartmana kolayca hicret imkânı verilecektir. Ancak bu şekilde kurulan ve Kur’an’ın tasrifinden iba etmeyen bir ümmet oluşacaktır.
Bunun bir mahzuru vardır. Tecrit edilmiş ailelerde birbirinden kopma oluşacak ve semtler arasındaki ilişkiler zayıflayacaktır. Bunu önlemek için yüz villalı devre-mülk dinlenme evleri siteleri oluşacak, senenin dinlenme zamanlarında buralarda değişik aileler birleşecektir. Askerlikte bölgesinde askerlik yapmama kuralı bu eksiği gidermek içindir.
Öz Türkçe ile:
“Ve düşünsünler diye kendilerine onu kavrattık. Takımların çoğu kapatma dışında kaçındılar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onu onların bey’ninde tezekkür etsinler diye tasrif ettik. Nasın ekseri ancak küfür üzere iba etti.”
Va LaQaD ÖarRaFNAvHu BaYNaHuM Li YaüÜakKaRUv Fa EaBAv EkÇaRu elNAvSi EilLAv KuFUvRan
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُوا فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (50)
***
وَلَوْ شِئْنَا
Va LaV ŞiENAv (Va LaV FaGıLNAv)
“Ve meşiyet etseydik”
“Meşiet” bir şeyi yapmaya karar vermek demektir. Şimdi karar verirsiniz, bir sene sonra yaparsınız. Kader planlama meşietle oluşur. İrade ise meşiet edilenin gerçekleşmesidir, kazasıdır. Allah takdir etmiş ve planlamış, olaylar ona göre cereyan ediyor. Seçenekler vardır. Beş boyutlu uzay bu seçeneklerin toplamıdır. Allah insanlara bir yol çizmiş şuradan gideceksiniz diye. Bu yolun varyantları var. Kişi onlardan birini tercih eder. Allah böyle düzen kurmuş. Allah isteseydi insana cüzi irade vermezdi.
Kur’an bu konulara sık sık işaret ederek şeytanı var edenin de Allah olduğunu beyan eder. Başlangıçta haberleşme ve ulaşım olmadığı için topluluklar kabileler halinde yaşıyordu. Her kabilenin başına bir yönetici gelirdi.
Sonra Nuh Peygamber zamanında site devletleri kuruldu. Sonra büyük dinler ortaya çıktı. O günkü haberleşme, ulaşım, eğitim ve anlaşma şartlarında insanların tek peygamber emrinde birleşmesi mümkün değildi. Her topluluğa ve her asra bir peygamber geliyordu.
Kur’an bunu kaldırdı. Tek Kitap geldi ve Son Nebi de tek oldu. Ondan sonra yeni bir peygamber gelmedi. Diğer peygamberler de tüm insanlığa yol gösteriyorlardı ama kendileri sadece kendi kavimlerini yönettiler. Hatta Muhammed Peygamber bile Arapların dışındakilere de nebi oldu ama resul yani yönetici olarak yalnız Arapların yöneticisi oldu.
لَبَعَثْنَا
LaBaGaÇNAv (LaFaGaLNAv)
“Ba’s ederdik”
“İrsal etmek” elçi göndermektir, sadece gidip gönderenin isteklerini anlatmaktır.
“Meb’us” ise görevlidir, gönderenin adına kendisi karar alma yetkisine sahiptir. Yetkili görevli diyebiliriz.
Muhammed Peygamber son nebidir. Görevi merkezi yönetime son vermedir. Artık kaynak Kur’an’dır, onu uygulayacak olanlar da âlimlerdir.
فِي كُلِّ قَرْيَةٍ
FIy KulLı QaRYaTin (FIy FuGLı FaGLaTin)
“Her karyede”
قَرْيَة kelimesi müşterektir, bir manası köy karşılığı semttir. Diğeri köyü, ilçeyi, bölgeyi ve kıtayı içeren yaşama alanlarıdır. Kişilerin değil de arazilerin birliğidir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık kişilerin birliğidir, bunlar ise yerlerin birliğidir. Burada ikinci mana kastedilmektedir. Her memlekette ve her dönemde peygamberler görevlendirilebilirdi.
نَذِيرًا (51)
NaÜIyRan (FaGIyLan)
“Nezir”
نَذِير uyarıcıdır. Gelecekte olacakları haber veren kimsedir. Tehlikeyi bildiren kimsedir. Nezir tehdit eden kimse değildir. İyi haber tebşirdir. Kötü haber tenzirdir. Peygamberler beşir ve nezirdirler, ileride olacakları haber verirler.
Aslında her aşiretin beş vakit namaz kıldıran neziri vardır. Her bucağın Cuma namazını kıldıran bir neziri vardır. Bunlar ba’sedilmiş nezir değildirler, merkezden ba’sedilmiş nezir değildirler. Semtlerin nezirleri bucak merkezinden, ilçelerin nezirleri il merkezinden, bölgelerin neziri ülke merkezinden, kıtaların neziri insanlık merkezinden ba’s olunmaktadır. Bucak, il, ülke ve insanlık nezirleri halk tarafından ba’s olunmaktadır. Kur’an’ı getiren nezir veya onun halefleri olanlar tüm insanlığa hitap eden nezirlerdir. Muhammed’den sonra Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali halkın ba’s etmesi ile başkan olmuşlardır ve insanlığa devrelerinde tek nezir olmuşlardır. Onlardan sonra saltanat sistemi başlamış ve bugüne kadar halkın seçtiği bir halife gelmemiştir.
Adil Düzene göre ekseriyet oyu ile seçilenler halkın seçtiği başkanlar değildirler. Sonra bir ülkenin neziri tüm insanların neziri değildir. Adil Düzen Anayasası’nda insanlığın neziri Mekke’de kurulan ve tüm dünya üniversitelerinin halkı tarafından biat yoluyla seçilmiş rektörleri temsil eden ilim adamlarından oluşmuş senatonun Mekke üniversitesine seçtiği rektördür. Hakemliği kabul eden barışçı bütün devletler burada temsil olunurlar.
Allah’ı ilim adamlarından oluşmuş ve biat yolu ile seçilmiş ilim adamları temsil ederler.
YORUM
Kur’an son kitaptır. Onu getiren nebi Cebrail’den vahiy alan son nebidir. Vahyin yerini rasihlerin içtihatları almıştır. Peygamberlerin yerini de biat yoluyla seçilen başkanlar almıştır.
İnsanlık yirminci yüzyılda düstur olarak içtihadı ve biatı kabul etmiştir. Göstermelik de olsa meclisi olmayan devlet hemen hemen hiç yoktur. Krallar ya yoktur ya da yetkileri kısıtlanmıştır. Bunun istisnası olarak Suudi Arabistan’dır, acayip varlığını sürdürmektedir. İsrail’den önce Suudi Arabistan sorununu çözmek gerekir. Osmanlılara isyan ederek gelen ve/ya getirilen Suudi yönetimi hala antika bir devlet olarak meclissiz varlığını sürdürmektedir. Şimdiye kadar hanedan yönetiyordu, şimdi kral Sermaye’nin emirlerini icra ediyor!
Önce Suudi yönetimi Hicaz’ı bırakmalıdır. Hicaz’da İslami devlet kurulmalıdır. İsrail ile Hicaz Birleşmiş Milletler’in himayesinde silahsız devletçikler olmalıdır. Sonra Suudi halkından isteyenler Hicaz’a göç edebilmelidir.
Bizim ilk işimiz Mekke’yi yeniden fetih olmalıdır; önce Kudüs değil, önce Mekke.
Bana göre Suudi Arabistan krallığı devlet olarak tanınmamalıdır. O sebeple ne umreye ne de hacca gidiyorum. Bana göre bu nedenle bugünkü hacı ziyaretleri kabul olunmaz. Mekke’de ne zaman ki oraya duhul olan emin olur (3/97) o zaman orada hacılık yapılır. Şimdi yapılacak hac paraları ile karz-ı hasen bankasını kurup Mekke’nin fethine kadar orada değerlendirmek gerekmektedir. Mekke fethedilince Mekke’ye gidilecektir, ölmüşse vârisleri bedelen giderler.
Öz Türkçe ile:
“Ve isteseydik kasabanın hepsinde uyarıcı gönderirdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve meşiyet etseydik karyenin küllünde nezir ba’s ederdik.”
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ نَذِيرًا (51)
***
فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ
Fa LAv TuOIyGı eLKAvFıRIyne (Fa LAv TuFGıLı eLFAvGıLIyNa)
“Kâfirlere itaat etme”
Buradaki فَ harfi öyleyse anlamındadır. Mademki biz Furkan’da onlara her şeyi anlattık, ona rağmen onlar bile bile Adil Düzen’i kabul etmiyorlar, hakemliğe gelmiyorlar, nisbi seçim sistemini kabul etmiyorlar; sen de onlara itaat etme diyor.
Kime itaat etme diyor?
Kâfirlere itaat etme diyor.
Bu nehiy ağır bir nehiydir. Onları dinleme diyor. Kanunlar vardır, sözleşmelerdir. Öyle veya böyle yapılmıştır. Biz de hicret etmediğimize göre onları kabul etmişiz, uymakla da mükellefiz. Ne var ki kanunlara kendileri uymuyorlar. Onlar kanunları istediklerine gerektiği zaman uygulamak için yapıyorlar. Kendilerini kendi yaptıkları kanunlara ve başkalarına uyma zorunda hissetmiyorlar. İşte onlara uyma.
Akevler’in tek başarısı budur. Görevlilerin uygulamalarına göre değil, kanunların söylediğine uymayı şiar edindik, onlarla yargıda çatıştık ve galip geldik.
İşte, burada bize emredilen ‘kâfirlere itaat etme’ diyerek kanunlara uymayan görevlilere itaat etme, onların keyfi yorumlarını dinleme, kanunlar ne diyorsa onu yap demektir.
İzmir Akevler bu hususta büyük başarılar elde etmiştir. Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi Ana Sözleşmesi böyle oluştu. İki senede ancak kurduk ama sonunda kanunlara uyduk, keyfi uygulamalara değil.
Kanunları yazarken Meclis’ten geçirmek ve halka kabul ettirmek için mecburen hep meşru maddeler koyuyorlar, çift yorumlu maddeler koyuyorlar. Sonra istedikleri gibi yorumluyorlar. Zulüm yapıyorlar. Biz ise tek yorum yapıyoruz ve yorumda ısrar ediyoruz. Sonunda onlar bizim dediğimiz kabul etmek zorunda kalıyorlar.
وَجَاهِدْهُمْ بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا (52)
Va CAvHiDHuM CiHAvDan KaBIyRan (Va FAvGıLHuM FıGAvLan FaGIyLen )
“Ve onlarla onunla kebir cihadla cihad et.”
Onunladaki (بِهِ) o Furkan’dır. Kur’an’la değil Furkan’la cihat edeceğiz. Kâfirler Kur’an’ı duymazlar ve anlamazlar ama Kur’an’ın uygulaması olan Furkan’ı duyarlar ve yaşarlar. Zorunlu olarak onunla karşılaşırlar.
Önce teorisini anlatacaksınız. Onlar zor anlarlar. Kendi aranızda uygulayacaksınız. Onlar bu uygulamayı görecekler. Yine anlamak istemezler. Onlarla alış-veriş yapacaksınız, bizzat kendileri yaşamaya başlayacaklar. İman eden eder; iman etmeyenler kendi krizlerinde yok olup giderler.
Buradaki هُمْ zamiri (وَجَاهِدْهُمْ) kâfirlere gitmekte yani kendilerine tebliğ ulaştığı halde batılda ısrar edenlere gitmektedir. Demek ki bizim onlarla cihad edebilmemiz ancak onlara tebliğ ulaştıktan sonradır. Sermaye düşmanlığı yapmayacağız, iktidar düşmanlığı yapmayacağız, semtlerde uygulayarak doğruları göstereceğiz.
Kebir cihad nedir?
Mekke devri suresi olduğuna göre henüz kıtal meşru değildir.
O halde kıtalsiz cihad kebir cihaddır.
YORUM
Kuran’da üç grup sureler vardır; uzun sureler, kısa sureler ve orta sureler. Uzun surelerle kısa sureler arasında dört sure geçiş sureleridir; Medine, Mekke, Medine, Mekke sureleri. Bunlar 3’lü grup sureleri ile 7’li grup surelerini de birbirine bağlar. Bu sureler aynı zamanda Mekke dönemi ile Medine dönemi hükümlerini birleştirir. Bu sure Mekke döneminin son surelerinden olmalıdır. Geçiş zamanının geçiş surelerinden son sure.
Muhammed Peygamber bu sureyi Bedir Savaşı’ndan dönerken yorumlamış, “Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” demiştir. Kıtal (savaş) küçük cihaddır. Büyük cihad Kur’an’da yalnız burada geçmektedir. Şimdi biz bu seminerleri yazan, hazırlayan ve okuyanlar olarak büyük cihadı yapıyoruz. Küçük cihad şimdilik bize meşru değildir.
Ordumuz Çanakkale savaşlarından beri hep küçük cihadları kazanıyor. Bugün de onun zaferini yaşıyoruz. 100 seneden beri kazandığımız küçük zaferleri hala büyük zaferlerle sonuçlandıramadık.
Siz bu seminerleri okuyanlar, Yalova Ar-Ge merkezine katılanlar büyük cihadı yapmaktasınız. Akevler dışında da Kur’an’la ilgilenen pek çok kimseler bulunmaktadır ama onların Ar-Ge merkezleri yoktur. Onlar kâfirlere itaat ederek iş yapıyorlar, faizli işçilik sisteminde çaba gösteriyorlar. Siz ise itaat etmiyorsunuz ve onlarla büyük cihad yapıyorsunuz.
Sermaye ile devletler arasında da büyük çatışmalar var.
Devletler arasında ise küçük cihadlar var.
Öz Türkçe ile:
“Kapatanları dinleme, onlarla onunla büyük uğraşı ile uğraş.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kafirlere itaat etme ve onlarla onunla kebir cihadla cihad et.”
Fa LAv TuOIyGı eLKAvFıRIyNa Va CAvHiDHuM BiHi CiHAvDan KaBIyRan
فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُمْ بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا (52)
İstanbul, Yenibosna; 14 MART 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına. Hazırlayanlar: REŞAT NURİ EROL,
TAYİBET ERZEN, SÜLEYMAN AKDEMİR
resatnurierol@gmail.com(0532) 246 68 92