NEML SÛRESİ - 13. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ (67) لَقَدْ وُعِدْنَا هَذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِنْ قَبْلُ إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (68) قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (69) وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ فِي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ (70) وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (71) قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ (72) وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ (73) وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (74) وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ (75)
***
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ (67)
Va QAvLa elLaÜIyNa KaFaRUv Ea EiÜAv KünNAv TuRABan EaVa EAvBAvEuNAv Ea EinNAv LaMuPRaCUvNa
“Küfretmiş olan kimseler ‘Biz ile abaımız turab olunca biz mi ihraç edilenleriz?’ diye kavl ettiler.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
تُرَابًا آبَاؤُنَا مُخْرَجُونَ | قَالَ كُنَّا كَفَرُوا | الَّذِينَ إِذَا إِنَّا | لَ وَ وَ | أ أَ أَ |
ترب-ءبو خرج-كفر كون-قول الذين-ئذا ل- ا |
(3+3)+3+(3+3)=15=16-1 Burada 16 kelime olmalı إِنَّا ‘ya tekabül eden bir eksik |
Ayette تُرَابًا ile آبَاؤُ eşleştirilir. Bitkiler topraktan aldıkları maddeleri birleştirerek kendilerini oluştururlar. Toprak hayatın kaynağıdır. Anne babalardan çocuklar yetiştirilir. Böylece toprakla ata arasında benzerlik vardır. Her ikisi de dağınık bulunan maddeleri birleştirerek yüksek seviyede yeni varlık oluştururlar.
مُخْرَجُونَ ile كَفَرُوا karşılaştırılır. إِخْرَاج dışarıya çıkarmak demektir. كُفْر ise içerde kapatmak demektir. Her ikisinde de dışlama vardır.
الَّذِينَ ile إِذَا arasında ذ harfi ortaktır. İşaret harfidir. Göstererek belirlemeyi ifade ederler. ل ile أ harflerinden biri soru, diğeri te’kid harfidir. İkisi birbirini tamamlar.
Kelimelerin toplamı 15’tir. 1 kelime başka ayetten gelirse 16 eder, o ayeti bulursak bu ayetin o ayetten ayrıldığını tespit etmiş oluruz. Fatiha’da anlattığımız bölünme sistemi bütün Kur’an’da mevcuttur. Bu yolla bütün Kur’an’ın oluşmasını tespit etmiş oluruz.
- Buradaki وَ harfi neyi neye atfeder?
Bundan önceki ayetlerde üst üste iki defa وَ harfi getirilmeden قَالَ denmişti. Onların bu söylenenlere ne cevap verdikleri zikredilmemişti. Cevap olarak قَالَ ya da يَقُولُ denmesi gerekirken وَ harfi ile وَقَالَ dedi. Bundan önceki ayetlerde onların şek içinde olduklarını söyledi. Şimdi de وَقَالَ diyerek o şekke ek olarak söylediklerini ifade etmektedir. بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ ifadesine (66. ayet) atfedilmiş olur. Yani “Onlar gerçekleri görmemekte bir de böyle söylemektedirler” denmektedir.
- Kimler kime kavl ediyorlar?
Bunlar kendilerine kavl edenlere yani Kur’an’ı kabul edip kendisini Kur’an’ı tebliğe görevli kabul eden kimseye demektedirler. Kur’an ilk nazil olduğu zaman bunun muhatabı peygamberdi. Şimdi ise “Ben müminim.” deyip kendisini peygamberin vekili olarak atayan kimsedir yani siz bu seminerleri inanarak takip eden kimselersiniz.
- Küfretmiş olan kimseler الَّذِينَ ile tanımlanmıştır, الَّذِينَ istiğrak içinse topluluğun küfrü nedir?
الَّذِينَ‘deki ل harfi istiğrak için olabilir. Bütün küfredenler anlamı çıkar. O zaman ahirete inanmış olanlar küfretmemiş olurlar. İstiğrak gereği olarak mefulü muhalefet geçerli olur. Bu takdirde ahirete yani ölümden sonra hayata inanmış olan hiçbirininki küfür değildir.
- الَّذِينَ ahd içinse bugün bu ahd edilen kimseler kimlerdir?
الَّذِينَ‘deki ل harfi ahd içinse o zaman her yorumlayıcı kendi zamanında ve kendi karşısında olan küfretmiş olanları anlayacaktır. Bunlardan öldükten sonra dirileceğine inanmayan kimseleri anlamış olacaktır. Bu durumda bugün yalnız inkârcı Sermaye mensupları bizim karşımızdaki kâfirlerdir. Diğer bütün dini ve felsefi ekoller kâfir değiller ve bizim karşımızda değillerdir.
- تُرَاب olma ne demektir?
Kâinat parçalanmaz parçacıklardan yaratılmıştır. Bu parçacıkların iki özelliği vardır. Birinci özelliği, kâinatta yer işgal eder ve işgal ettiği yere başka parçacık gelemez. Buna “madde” diyoruz. İkinci özelliği ise kendi dışına etki eder, diğer parçacıkları kendisine bağlar veya onları hareket ettirir. Buna da “enerji” diyoruz. Kur’an’da أَمْر olarak geçer.
Bu parçacıkların bir kısmı birleşerek hızlarını düşürürler. Bu hızı düşük olan maddelere تُرَاب denmektedir. İnsan ve bugünkü canlılar bu turabdan yaratılmıştır. Kimya ilminde bunların tamamı 118 elementtir. Ancak bunlardan 92’sinden fazlası dayanıklı değildir. İnsan da diğer canlılar gibi bu elementlerden var edilmiştir. Öldüğü zaman tekrar bedenleri toprağa karışmaktadır. Bu durumda ölen birisinin tekrar dirilmesi mümkün değildir.
Evet, onlar bunu söylüyorlar.
- وَآبَاؤُنَا نَحْنُ denmesi gerekmez miydi?
Eğer arada أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا ifadesi geçmeseydi وَآبَاؤُنَا نَحْنُ denirdi. Arada başka kelime geçince نَحْنُ denmeden de atıf yapılabilir.
- Buradaki آبَاؤُنَا ifadesinden kastedilen kimlerdir?
وَالِدَانِ kelimesi anne babayı ifade eder. أَب ise babayı ifade ettiği gibi babasının babasını da ifade eder. آبَاء dendiği zaman Âdem’e varıncaya kadar bütün erkek atalar kastedilmiş olur. Ayrıca أُم kelimesi anaları ifade eder yani annenin annesini de içerir. Geniş manada آبَاء kadın olsun erkek olsun geçmişte yaşayıp şimdi hayatta olmayan kimselerdir.
- أَئِنَّا‘daki hemze ne hemzesidir?
Buradaki hemze inkâr hemzesidir. Yani “Biz ihraç edilecek değiliz.” diyorlar. Aynı zamanda أَئِذَا ‘daki soru cümlesinin haberidir.
- “İhraç olunacağız” diyorlar, nereden “ihraç” olunacaklar?
“Ölünce zerreler toprağa karışıp dağılacaklar o zerreleri bir daha o topraklar bulup nasıl tekrar birleştirecektir?” diye soruyorlar. Eğer 20. yüzyıl ilimleri gelişmeseydi insan düşüncesi ve ihtimaliyet hesapları yeniden dirilmenin imkânsızlığını ortaya koymuş olurdu. 19. yüzyılın münkirleri bu hesaplara dayanarak ahireti inkâr ediyorlardı. وَقَالَ kelimesinde kavl ettikleri budur. Yani “Topraktan seçilip birleştirilecek mi?” diyorlar.
- مُبْعَثُونَ demiyorlar da مُخْرَجُونَ diyorlar, neden?
Ayette مُخْرَجُونَ denmesi dağınık halde bulunan zerreleri tekrar bir araya getirmenin imkânsızlığına işaret etmektedir. Bugünkü ilmin ispat ettiği şey bu zerrelerin tekrar bir araya getirilemeyişidir. Bazısı da getirildikten sonraki olaydır. Onun için مُخْرَجُونَ kelimesi bir ayettir.
Öz Türkçe ile:
“Kapatmış olan kimseler ‘Biz ve atalarımız toprak olunca biz mi çıkarılacağız?’ dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Küfretmiş olan kimseler ‘Biz ile abaımız turab olunca biz mi ihraç edilenleriz?’ diye kavl ettiler.”
Va QAvLa elLaÜIyNa KaFaRUv Ea EiÜAv KünNAv TuRABan EaVa EAvBAvEuNAv Ea EinNAv La MuPRaCUvNa
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ (67)
***
لَقَدْ وُعِدْنَا هَذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِنْ قَبْلُ إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (68)
LaQaD VuGıDNAv HAvÜAv NaXNu Va EAvBAEuNAv MiN QABLu EiN HAvÜAv EilLAv EaSAvOIyRu eLEavVaLIyNa
“Biz ve abaımız min kabl buna vaad olunduk. Bu evvelkilerin esatırından başkası değildir.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
آبَاؤُ الْأَوَّلِينَ أَسَاطِيرُ قَبْلُ | وُعِدْنَا | هَذَا هَذَا | لَ إِنْ إِلَّا | وَ مِنْ قَدْ |
ءبو-ءول سطر-قبل وعد هَذَا – هَذَا لَ-وَ إِلَّا - إِنْ مِنْ- قَدْ |
4+1+(2+3+3) = 13 = 16-3 |
ءبو ile ءول karşılaştırılmıştır. أَب kelimesi اِبْن kelimesinin evvelidir. Genetik olarak insan Âdem’den kıyamete kadar değişmeden devam etmektedir. Yani Âdem hangi genleri taşıyor idiyse bugünkü bütün insanlar da o genleri taşıyor. Eksilen genler var ama yeni bir gen ilave edilmemiştir. Âdem’deki evrim biyolojik evrim değil sosyolojik evrimdir. Burada buna işaret edilmektedir.
سطر ile قبل karşılaştırılmıştır. Bugünkü hayatımızı görüyoruz ve biliyoruz. Bundan önceki hayatı ise gaip olarak biliyoruz. Yani onları görüyor ve yaşıyoruz. أَسَاطِيرُ kelimesi bizden önce yaşanmış hayatı bize aktaran bilgilerdir. Ne var ki bu bilgilerin birçoğu insan zihninde üretilmiş düşüncelerdir. Olmamış olayları olmuş olarak göstermektedir. Bu bakımdan bu iki kelime karşılaştırılmıştır. Olanlarla uydurulanlar zikredilmiştir.
وعد kökünün eşi burada eksiktir. Başka bir ayete gitmiştir, o ayeti bulursak bu ayetin o ayetten ayrıldığını buluruz. Böylece Kur’an’ın oluşması hususunda daha çok bilgiye sahip oluruz. لَ ile وَ karşılaştırılmıştır. لَ tekidi, وَ ise beraberliği ifade eder. Beraberlik büyümeyi, tekit ise güçlenmeyi ifade eder. Doğadaki olaylar büyüme ve güçlenmeye dayanır.
إِنْ ile إِلَّا karşılaştırılmıştır. إِنْ, إِلَّا‘dan dönüştürülmüştür, buna işaret etmektedir.
مِنْ ile قَدْ karşılaştırılmıştır. مِنْ harfi cerdir, teb’iz için gelir, hükmü bazısına teşmil eder. قَدْ fiili maziye gelirse fiilin halen devam ettiğini ifade eder. Arapçada fiili muzariye gelindiğinde “bazen” manasını taşır. مِنْ ile bu yönüyle yakınlığı vardır. Kur’an’da bu anlamda قَدْ‘ın kullanıldığını tespit etmiş değilim ama burada işaret var.
- وَ harfi getirilmeden لَقَدْ getirilmiştir. Anlamı ne?
Buradaki لَقَدْ kâfirlerin söyledikleridir. Bu sözlerde daha önce لَقَدْ geçmediği için burada وَلَقَدْ denmemiştir. Onlar fiili mazi üzerinde لَقَدْ getirerek küfürlerini ikiye ayırmaktadırlar. Birincisi bugünkü ihtimaliyet hesabına göre bunun mümkün olmadığıdır. İkincisinde ise “Bunu sen söylemiyorsun çok eskiden beri söyleniyor ama hiç gerçekleşmedi” diyorlar. Birinde ilmen, diğerinde ise tarihle ispatlıyorlar.
- Buradaki هَذَا kelimesi neye işaret ediyor? “Vaat olunduk” diyorlar, kimler vaat etti?
Buradaki هَذَا kelimesi, “tekrar ihraç olunacağız” cümlesinin mastarına işaret etmektedir. “Senin söylediğin bu sözler eskiden vaat edilenlerdir” diyorlar.
Daha önce vaat edenler peygamberlerdir. Âdem’den beri insanlar ölüleri gömüyorlar, onlara farklı muameleler yapıyorlar. Hafızalarında atalarını yaşatıyorlar. Zaman zaman peygamberler gelerek insanlara ahiret hakkında bilgiler veriyorlar ve iki tür insan ortaya çıkıyor. Ahireti inkâr etmeseler bile ahirette cezalandırılacaklarını inkâr etmektedirler. Böylece bu çatışma ilk insandan başlamıştır ve kıyamete kadar devam edecektir. Allah burada onlara bunu söyletmekle bugünkü insanların da ikiye ayrıldığı, kimilerinin öldükten sonra var olmayı ve hesap vereceğini bilmesi şeklindedir, kimileri de buna aldırmamaktadır.
- Bugünkü kâfirler bu vaatten neyi kastediyorlar?
Bugünkü kâfirler irade sahibi Tanrı yerine bilinçsiz, iradesi olmayan kör tabiat kuvvetini kabul ediyorlar. Bu yolla kâinatımızı açıklıyorlar. Kendilerinin bulduğu müspet ilimlerle bunlar yalanlanmıştır ve bugün bunu iddia edecek mecalleri kalmamıştır. Sovyetlerin yıkılması ile bu tür iddialar piyasadan çekilmiştir.
- “Biz ve babalarımız” diyorlar, “Babalarımız vaad olundu” demiyorlar yani, çağımızın insanına da bu vaad yapılmıştır. Nedir bu?
Biz/نَحْنُ, babalara atfedilmektedir. Biz ile babalar birbirinden ayrılmıştır. Ölenler babalardır, yaşayanlar ise نَحْنُ‘dur. Babalar ile yapılan vaad peygamberler tarafından yapılmıştır. Hâlbuki bugün onlara yapılan vaad bugün hala faaliyette olan Yahudilik ve 4 büyük din tarafından yapılmıştır. Sermaye’nin bunlarla beş yüz yıllık mücadelesi vardır.
- مِنْ قَبْلُ ifadesini getiriyor, قَبْلُ‘nun mahzuf muzafun ileyhi (tamlayanı) nedir?
Aslında قَبْلِنَا demektir. آبَاؤُ‘nun zarfıdır.
“Biz şimdi vaat olunduk, babalarımız da daha önce vaat olundu” diyorlar.
Kendileriyle babaları arasında farklılık vardır. Onlar uygarlaşma konusunda dinlerle mücadele etmişlerdir. Bugün ise uygarlaşmayı dinler kabullenmiş bulunmaktadır. Onlar da müspet ilmin verileriyle dinlerin getirdiklerini kabullenme durumundalar. Çatışma uzlaşma safhasına gelmiştir. Şimdi Sermaye dinlerin getirdiğini inkâr etmek için değil aklı erdirme amacıyla tartışmaktadır. Bu sebeple kendileriyle babalarını ayırmaktadırlar.
- Bunlara ve abaına vaad edilenler aynı olsa da vaat ayrı ayrı yapılmıştır. وَ harfiyle atıf bunu ifade eder. Bu fark nedir?
Atalarına peygamberlere verilen mucize ile vaat edilmişti ve peygamberler vaat etmişti. Bugün ise müspet ilmin verileri içinde ilahi kitaplarla vaat yapılmaktadır.
- إِنْ هَذَا‘daki هَذَا” ile وُعِدْنَا‘dan sonra gelen هَذَا aynı mıdır?
Burada إِنْ هُوَ denmesi gerekirken yine هَذَا kelimesi tekrar edilmiştir. Birinci هَذَا ile ikinci هَذَا biraz farklıdır. Bu farklılıktan dolayı zamir değil işaret kelimesi iade edilmiştir. Daha önce anlattığımız farklılığa vurgu yapılmaktadır.
- هَذَا ile ذَلِكَ‘yi karşılaştırın.
هَذَا‘da yakına işaret edilir. ذَلِكَ‘de ise uzağa işaret edilir. هَذَا ile kelimelere, ذَلِكَ ile ise manaya işaret edilir. Söylenen kelimelerin aynı kelimeler olduğuna işaret etmek için ذَلِكَ gelmemiş de هَذَا gelmiştir.
- Buradaki الْأَوَّلِينَ kimlerdir?
مِنْ قَبْلُ‘da kastedilen evvelindir. Marife ve kurallı çoğul olarak gelmiştir. Peygamberler ile sonra gelen bizlerin farklı üsluplarla konuştuğumuza işaret etmektedir. Aynı şeyleri savunuyoruz ama farklı yoldan savunuyoruz. Onlar mucize gösterdiler, biz ise ayetleri gösteriyoruz.
- مِنْ قَبْلُ‘daki vaat edenlerle bu الْأَوَّلِينَ aynı kimseler midir?
Eğer evvelinden kasıt Musa’dan önce Mezopotamya’da ve diğer yerlerde gelenler ise o zaman “Bizden öncekiler yani Hıristiyanlar ve Müslümanlar bunları vaat etti.” diyorlar ama bu vaat ilk uygarlığın doğduğu zamanda vaat edilmişti. O zaman الْأَوَّلِينَ kelimesi ilk uygarlığı kuranlar anlamındadır.
- أَسَاطِيرُ nedir?
سَاطُور ağacı yarmak için kullanılan el baltasıdır. İlk yazıda tahta üzerinde yazılıyordu ve yatay yazılmakta idi. Sonraları kayaların üzerine de yazmaya başladılar. Bir sıraya “satır” dediler. Bir savaş olduğu zaman taraflar kendilerini galip göstermek için birtakım olayları uydurur ve satırlara geçirirlerdi. Bugün nasıl basın ve yayın uydurmalarla doluysa tarihte de böyle idi. Bugün sosyal medya diyorlar, herkes yalan söylüyor. İyi yalan söyleyen iyi yazar oluyor. Bu olay yeni değildir, insanlığın doğuşundan beri yaşadığı gerçek olmayan olaylardır.
- Kur’an ve diğer ilahi kitaplar neden أَسَاطِير değildir?
أَسَاطِير çevreye bir iz bırakmaz. O andaki insanlara veya sonradan geleceklere sadece hikâyeler bırakırlar. Hâlbuki peygamberlerin kitapları toplulukları oluşturdu ve bugün on milyar insan binlerce sene evvel ortaya konmuş, peygamberlerin kurallar içeren uygulamalarını devam ettirmektedir. Söyledikleri halen fiilen yaşanıyor. Fiilen yaşanan أَسَاطِير olmaz.
Sermaye 1900’lerde dinleri unutturmak için ilahi kitapları أَسَاطِير haline getirmeye karar verdi, sosyalizmi ve kapitalizmi bunun için kullandı. Onlara göre insanlar yaşlanınca artık bu kitaplara inanan ve uygulayan kalmayacağı için esatir olacaktı. Ama şimdi o kitapları uygulayanlar kalmadı. O kitaplar أَسَاطِير olacak. Marks’ın Kapital’i birçok uydurmalarla dolacak ve bin sene sonra uygulayanı kalmadığı için أَسَاطِير’e dönüşecek.
Öz Türkçe ile:
“Daha önce bize ve atalarımıza bu söz verilmişti. Bu, öncekilerin uyduruğundan başkası değildir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Biz ve abaımız min kabl buna vaad olunduk. Bu evvelkilerin esatırından başkası değildir.”
LaQaD VuGıDNAv HAvÜAv NaXNu Va EAvBAEuNAv MiN QABLu EiN HAvÜAv EilLAv EaSAvOIyRu eLEavVaLIyNa
لَقَدْ وُعِدْنَا هَذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِنْ قَبْلُ إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (68)
***
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (69)
QuvL SIyRUv Fıy eLEaRWı Fa uNJuRUv KaYFa KAvNa GaQıBatu eLMuCRıMIyNa
“‘Arzda seyredin, mücrimlerin akıbetinin nasıl olduğuna nazar edin.’ diye kavl et.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
الْأَرْضِ الْمُجْرِمِينَ عَاقِبَةُ | قُلْ كَانَ سِيرُوا انْظُرُوا | كَيْفَ | فِي فَ | |
ءرض - عقب جرم- كيف قول-كون سير-نظر فِي-فَ |
(2+2)+(2+2)+2=10=8+2 عَاقِبَةُ ve كَيْفَ fazla |
- ءرض ve جرم köklerini karşılaştırınız.
Yeryüzü insanlar için ve cürüm işlesinler diye var edilmiştir. Biz bu dünyaya cürüm işleyebilelim diye gönderildik. Bize sağlanan imkânlarla suç işleyebiliyoruz. Buna rağmen suç işlemeyenler olunca onların derecesi yükseltiliyor. Yani Allah bize suç işleme imkânını sağladı, suç işlemediğimiz zaman derecemizi yükseltti. Eğer bu imkânı sağlamasaydı biz irademizle suç işlememiş değil, zorunlu olarak suç işlememiş olurduk. Bizim kendi irademizle derece alabilmemiz için nefsimizi kötülüğe meyl eder yapmış. إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ ayeti (Yusuf 12/53) bunu açıkça gösterir.
- عقب ile كيف köklerini karşılaştırınız.
Keyfiyet işleme tarzıdır. Biz nasıl istersek öyle yaparız. Nefse uyarız veya nefsi dizginleriz. Sonuçta ona göre olacaktır. Eğer nefse uyarsak dünyada helak olacağız, ahirette de yerimiz cehennemdir. Cehennem zahiri manasıyla ifade edilen ateş değildir. Sıcaklık değildir. Sıkıntılı hayattır. Dünyadaki imtihanı geçemediğimiz için ahirette yeniden imtihan olma imkânını sağlamıştır. Aslında cennet de cehennem de azap değil rahmettir. Sınıfta kalanların ikinci imtihana girme şansı bir rahmet değil midir?
قول ile كون ise söz ve fiil olarak Kur’an’da devamlı olarak karşılaştırılmaktadır.
سير ise نظر ile karşılaştırılmıştır. “Seyir” bedenen dolaşmadır. “Nazar” ise zihnen dolaşmadır. Bu iki dolaşmayı karşılaştırmaktadır.
فِي ile فَ ikisi de ف harfi iledir. Kesre ile gelince içerisini, fetha olarak gelince de kopup ama ayrılmamayı ifade eder. Birisi iç zarf, diğeri dış zarf olmaktadır.
Kelimelerin toplamı 10 dur. 2 tane fazla kelime vardır. Bunlar da عَاقِبَةُ ve كَيْفَ ‘dir, başka ayetten buraya gelmişlerdir. O ayeti bulabiliriz.
- Buradaki قُلْ emrini veren kim, kime verilmiştir?
قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا deki kavl edenlere cevap olarak “Söyle” diyor. Onlar bize öldükten sonra dirilmenin nasıl olacağını söylüyorlar. Bunu inkâr amacıyla sormamış olabilirler. أَ ile getirmeleri mutlaka inkâr için manasında değildir. Olamayacağını beyan etme anlamında da olabilir. Öğrenmek için soruyor ama aksine kendisinde deliller vardır.
Biz onlara cevap vereceğiz. Verdiğimiz cevap onların sorduklarının karşılığı değildir. Dirilme ister olsun ister olmasın bu dünya hayatında da bu kurallara uymak zorundayız. Bu dünya hayatında peygamberlerin getirdiği ilahi kitapların anlattığı şeriata uyarsak kazanmış oluruz. Uymayanlara yalnız ahirette azap edilmeyecek, bu dünyada da şeriata uymayanlar azap içinde olacaklar. Onun için Allah bize diyor ki; sen bunlarla ahiret konusunu tartışma, sen bunlarla dünya hayatındaki başarılardan bahset. Dünya hayatındaki şeriatı dinlememelerinin sonuçlarını söyle.
- قَالَ‘ye karşılık verildiğine göre kimlerle kim konuşuyor? Bunu söyleme emri kime verilmiştir?
Bugün biz Adil Düzen çalışanlarına Allah’ın emridir, tebliğe yakınlarımızdan başlayacağız, önce birbirimize tebliğ edeceğiz. Ondan sonra birlikte yaşadığımız aşiretlere, onlardan henüz bize katılmayan kimselere tebliğ edeceğiz. Eşlere ve çocuklarımıza söyleyeceğiz. Ondan sonra ben Kur’an’a inanıyorum diyenlere hitap edeceğiz. Bulunduğumuz kent halkına ve yaşadığımız devlet halkına söylemeye çalışacağız, ondan sonra da bütün insanlara anlatacağız.
- Buradaki الْأَرْضِ‘dan kasıt nedir? Harfi tarif neyi ifade eder?
Tek başına zikredilen arz/ أَرْضyaşanılan kenttir veya ülkedir. Ahd için geldiğine göre müşterek kelimedir. Uygun mana verilir. Bununla beraber الْأَرْضِ üzerinde yaşadığımız yeryüzünü ifade eder. Güneş etrafında dönen 10 gezegenden üçüncüsüdür. Kendisinden güneşe yakın olan gezegenler etrafında uydu yoktur. Güneşe daima aynı yüzü gösterirler, kendi eksenleri etrafında kendi yılları içinde 1 defa dönerler. Yerin ve dış gezegenlerin çevrelerinde uydular vardır, kendi etraflarında yıl içinde yüzlerle ifade edilen sayılarca dönmektedirler. Yerin etrafında Ay vardır ve güneş kendi etrafında 360 günden biraz fazla sürede dönmektedir. Burada kastedilen bu arzın karalarıdır. Geçmişte uygarlıklar oluşmuş ve yeryüzünü imar etmişler, bize de kalıntıları bırakmışlardır. Bugün o topluluklardan kalan kimse yoktur. Yerlerine başkaları gelmişlerdir. İşte ona işaret etmek için yeryüzünü dolaşmamız emredilmiştir.
- Bu ayet bize onlara arkeolojik araştırmalarını söylememizi emretmektedir. Söylemeden önce bizim yapmamız gerekmez mi?
Uygarlıklar fiili olarak gerçekleşir ve zamanla oluşur. Batı İslamiyet’ten aldığı uygarlığı 500 senedir geliştirmektedir. Bu uygarlık bugün en yüksek seviyeye çıkmıştır. Teknik bakımdan bizlerden çok ilerdedir. Bizim onları geçmemiz için asırlara ihtiyaç vardır. Teknikte bu böyledir. Ama bilgide böyle bir beklemeye gerek yoktur. Benim doğduğum ve büyüdüğüm köyümdeki halkım tarım döneminde yaşıyordu ama şimdi ben uygarlığı en ileri seviyede yaşıyorum, bilgim de en üst seviyededir. Demek ki teknik bakımdan Batı ile yarışamasak da bilgi bakımından onların seviyesine hemen çıkabiliriz, hukukta da onları geçebiliriz. Batılı ilim adamlarının bir özelliği vardır, tespitte yalan söylemezler. Kendilerinin de buna ihtiyacı vardır. Yorumlarken istedikleri gibi çekerler. Biz de Batı’nın bütün verilerini rahatlıkla kullanabiliriz. O deneyleri bizim yapmamız gerekmez. Ama onları değerlendirmek, yorum yapmak ve sonuçlar elde etmek bizim elimizdedir ve onlara güvenmemeliyiz. Onların kendi yorumuyla değil, bizim yorumumuzla sorunlarımızı çözmeliyiz. Bugün ise dünya onların verilerine dayanmamakta, yorumlarını ülkelerine getirmektedir. Osmanlıların hatası ve şimdi Cumhuriyetin hatası buradadır. AK Parti bunun için uçuruma gitmektedir.
- Onlara Kur’an’ı tebliğ etmemizden evvel bu hususta onlardan ileri olmamız gerekmez mi?
Teknikte bizim onlara söyleyeceğimiz bir şey yok, onlar bize söyler. Ama hukukta yani şeriatta biz zaten her zaman onlardan daha ilerideyiz. Biz onlara Adil Düzen’i öneriyoruz. Bununla beraber örnek olarak Sümerceyi onlardan, onların bildiklerinden daha ileri bir şekilde öğrenmeliyiz, bizim Bin Dil Üniversitesi projemiz bunları amaçlamaktadır.
Öz Türkçe ile:
“‘Yerde dolaşın, suçluların sonunun nasıl olduğuna bakın.’ de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Arzda seyredin, mücrimlerin akıbetinin nasıl olduğuna nazar edin.’ diye kavl et.”
QuvL SIyRUv Fıy eLEaRWı Fa uNJuRUv KaYFa KAvNa GaQıBatu eLMuCRıMIyNa
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (69)
***
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ فِي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ (70)
Va Lav TaPZaN GaLaYHiM Va Lav TaKuN FIy WaYQın MinMAv YaMKuRUvNa
“Ve onların üzerine hüzün etme, mekr ettiklerinden dolayı dayk içinde de olma.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
ضَيْقٍ | تَحْزَنْ تَكُنْ يَمْكُرُونَ | عَلَيْهِمْ مَا | | وَ وَ لَا لَا فِي مِنْ |
ضَيْقٍ – يَمْكُرُونَ تَحْزَنْ - تَكُنْ عَلَيْهِمْ - مَا فِي - مِنْ |
(2+2)+2+(2+2+2)=12=8+4 (isim +fiil) |
Mekr ile dayk karşılaştırılmıştır. Her ikisi de zihni varlıklardır. Birinde geçmişte olan olayın tasdiki vardır, bilgiden emin olmak vardır. Diğerinde ise bir hilenin planlanmasıdır. Gelecekle ilgilidir.
حزن ile كون karşılaştırılmıştır. كون oluşu, حزن ise olmasından veya olmamasından duyulan üzüntüyü ifade eder. Olaya karşı insanın tutumu karşılaştırılmaktadır.
عَلَيْهِمْ ve مَا karşılaştırılmıştır. عَلَيْهِمْ’deki هُمْ zamiri toplulukları ifade eder, buradaki مَا ismi mevsulu ise onların yaptıklarına işaret eder.
فِي ile مِنْ aynı manada kullanılır. İkisi de zarf içindir. مِنْ‘de belli bir cüz ifade edilmiş oluyor, فِي‘de ise bütün alanı içermektedir.
- Buradaki وَ nereye atfetmektedir?
Buradaki قُلْ kelimesine atfetmektedir (69. ayet). “Onlara bunu söyle, sonra onların mekrlerinden dolayı onların aleyhine bir hareket yapma” anlamında olduğu gibi, “Onlara bunu söylediğin halde sen onların mekrlerine cevap verme, onların mekrlerine tedbir almakla uğraşma, sen kendi işine bak ve şeriata göre hareket et, mekrleri kendiliğinden aleyhlerine dönecektir. Onlar mekr ederler biz de mekr ederiz ama biz hakkı mekr ederiz” diyor.
- “Kavl etme” ile “hüzn etme”yi karşılaştırınız.
Kavl/قَوْل kelimesi insanın içindekini dışarıya vurması aracıdır. Duygularımızdan çok düşüncelerimizi dışarıya aktarırız. Hüzün/حُزْن ise duygularımızdır. Çoğu zaman bu duygularımızı ifade etme imkânını bulamayız.
Burada “hüzün etme” diyor, oysa hüzün olayı bizim irademize bağlı değildir ki, bizim gücümüzün üstünde bir şeyi emretmektedir. Bu aslında bize emir değil, bizdeki hüznü kaldıracak bir etkidir. Yani hüzün etme deyince bu sözden dolayı bizdeki hüzün azalır veya ortadan kalkar. Bir de bu nehyin hükmü hüznümüzü dışarıya vurmama mahiyetindedir.
Biz üzülsek bile sözlerimizi ve davranışlarımızı hislere göre değil akla göre yönlendirmeliyiz. Mecazi olarak bunu kastetmektedir. “Hüznün tesirinde hareket etme, hüzne göre konuşma” demektir.
- Burada لَهُمْ gelmemiş de عَلَيْهِمْ gelmiş, neden?
Bu ayeti yorumlamaya başlamadan önce bu soruyu sorarken cevabını vermiş değildim. Yorumlarken bir cevabı gelir demiştim. Bundan önceki cümleler bunun cevabını vermektedir. Biz bizim hüznümüzü karşımızdakilerin aleyhine izhar etmekten men olunuyoruz. Yani, “Sizdeki hüzün onlara karşı, onların aleyhinde bir söz söylemenize ve davranışta bulunmanıza sebep olmasın.” diyor. Ama siz üzülürsünüz ve bu hüznün sebebini gidermek için karşı tarafa onun lehinde olmak üzere sözler söyleyebilirsiniz, davranışlarda bulunabilirsiniz. Nehy edilen aleyhlerindeki sözlerdir, aleyhlerindeki davranışlardır.
- Bu ayette حزن, كون, ضيق ve مكر kökleri geçmektedir, dörtlü karşılaştırma yapınız.
ضيق ile حزن karşılaştırıldığı zaman ضَيْقٍ kelimesinin sıkıntı, hüzün/حُزْن kelimesinin üzüntü olduğunu görmüş oluruz. Böylece كَوْن ile مَكْر‘i de karşılaştırmış oluruz. كَوْن de مَكْر de fiili oluşlardır. ضَيْق ve حُزْن ruhi oluşlardır. Böylece 4 köşede yerleştirilen bu mefhumlar yanlardakilerle daha yakın, karşıdakilere daha uzak olmuş olurlar. Yani ضيق كون’den, حزن de مكر’den daha uzaktadır. Böylece Kur’an’ın kelimeleri ikişer ikişer karşılaştırmanın yanında 4’er 4’er karşılaştırılacak, sonra 8’er 8’er karşılaştırılacak, sonra 32’şer 32’şer karşılaştırılacak, Kur’an’daki bütün kelimeler 2’li sisteme göre tasnif edilecek. Demek ki daha yapacağımız çok şeyler var. Bu seminerleri takip eden herkes bunlardan bir şey alıp Allah için yapmaya başlamalıdır.
- Bu ayet bugünkü Adil Düzen çalışmalarında ne yapmamızı söylemektedir?
“Mekr ettiklerinden dayk içinde olma” demek suretiyle bize bir haber vermektedir. “Onların mekrleri size zarar vermez, korkmayın sıkılmayın” denmektedir. Nitekim mekrleriyle imparatorluğumuzu yıktılar, İslam âlemini dağıttılar, esir ettiler ama biz cumhuriyeti kurduk, diğer Müslümanlar da kendi devletlerini kurdular. Eskiden bir devletin başına bir şey geldi mi hemen yüzünü İstanbul’a çevirir yardım beklerdi. İmparatorluk yıkılınca bu yardım gelmedi. Herkes kendi başının çaresine bakmaya başladı. Sonunda ne oldu? Hemen hemen hepsi bağımsızlığını kazandı. Bütün dünya devletlerindeki insanlar eşit haklara sahip vatandaş olmaya başladılar. Şimdi İslam devletleri birleşme ve beraber olma çabasındalar. Şiiler ile Sünniler arasında devletlerarası barış Osmanlılar zamanında başlamıştı. Ama halk arasındaki çekişme 1960’a kadar devam etti. Humeyni ile Erbakan’ın çabalarıyla bugün Sünniler ile Şiiler arasındaki 1500 senelik kin ve kavga bitmiş durumdadır. Bu Batı’nın Müslümanlara uyguladığı hasmane davranışın ve mekrlerinin meyvesidir. Demek ki günlük olaylara sıkılmamamız gerekir. Yaptıkları mekrler sonunda kendilerine dönecektir.
Öz Türkçe ile:
“Ve onlara üzülme, oyunlarından dolayı da sıkılma.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onların üzerine hüzün etme, mekr ettiklerinden dolayı dayk içinde de olma.”
Va Lav TaPZaN GaLaYHiM Va Lav TaKuN FIy WaYQın MinMAv YaMKuRUvNa
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ فِي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ (70)
***
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (71)
Va YaQUvLUvNa MaTAy HAÜav eLVAGDu EiN KünTuM ÖAvDiQIyNa
“Ve ‘Sadık iseniz bu vaat meta?’ diye kavl ediyorlar.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
وَيَقُولُونَ كُنْتُمْ | الْوَعْدُ صَادِقِينَ | هَذَا مَتَى | وَ إِنْ | |
قول-كون وعد-صدق هَذَا - مَتَى وَ-إِنْ |
(2+2)+(2+2)=8 |
قول ile كون arasındaki karşılaştırma pek çok ayetlerde geçmektedir. كَانَ fiili hareketleri ifade eder ve biz kavli ve fiili ayrımını birçok yerde yaparız.
وعد ve صدق Kur’an’da “vaad” ile “sıdk” olarak 20 yerden fazla geçmektedir. Vaade riayet etme vardır. Vaade sadık olma vardır. Riayet etme 2-3 yerde geçer. Demek ki temel olarak vaade sadık kalmadır. Başkanlara verilen vergilere sadaka dendiği gibi, kocaların eşlere verdiği mehir de sadukadır. Sadakatin teminatıdır. “Vaad” ile “sadaka”yı burada bir araya getirmesi bundandır.
هَذَا ile مَتَى karşılaştırılmıştır. هَذَا bu anda gözümüzde olan şeylere işaret eder, zaman ve mekân birliği vardır. مَتَى ise bugün burada olmadığı gibi başka yerde de olmayandır. Bizim için şimdi burada olan vardır. Uzakta olan veya ileride olacak olan bizim için yok hükmündedir, bu anda yok hükmündedir. Onların varlığını kabul edip ona göre hareket etmek gayba imandır.
Bu ayette وَ ve إِنْ de karşılaştırılmıştır. İkisinin ortak özelliği her ikisinin birlikte var olmasıdır. وَ ayrı ayrı iki varlığın birlikte olmasıdır. Zamanları ve mekânları aynı olmayabilir. إِنْ ise şart edatıdır. إِنْ ile önce şartın, sonra cevabın söylenmesi beklenir. Şart varsa meşrut var olabilir. Ama şartın olması meşrutun olduğuna delalet etmez. Burada bunlar karşılaştırılmıştır.
- Buradaki وَ neyi nereye atfetmektedir?
يَقُولُونَ‘yi قَالَ‘ye atfetmektedir. وَ getirmek suretiyle cevap olarak değil de birinci söylediklerine ek olarak söylediklerini ifade etmektedir. Bizim onlara söylediğimize cevap vermiyorlar, konuyu değiştiriyorlar. Bugün sıradan herhangi birisiyle konuşun cevap veremediği zaman hemen başka soru sorar. Böylece kendisi tartışmada yine yenilmiş olmuyor. Biz de genellikle gaflete düşer, onlara cevap vermek durumuna düşeriz ve onlar konuyu değiştirmiş olur. Oysa bizim onlara nasıl cevap vereceğimizi yahut ne yapmamız gerektiğini bundan sonraki ayetlerde açıklamış olacaktır.
- يَقُولُونَ‘yi قَالَ‘ye atfetmekte ise niye biri mazi diğeri muzari gelmiştir?
Çünkü birincisinde onlar geçmişte söylenmişti. Burada vaat tekrar edilmiştir. Çünkü 1. vaat ahiret vaadidir, 2. vaat ise bu dünyadaki vaattir. Ortaklık uygarlığı vaadidir.
Muzari fiilin mazi fiile “وَ” ile atfı şekilde görülmektedir. Her iki fiil de geçmiş zamanda eş zamanlı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Mazi fiilin muzari fiile “وَ” ile atfı şekilde görülmektedir. Her iki fiil de gelecek zamanda eş zamanlı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Bugün herkes soruyor, yakın arkadaşlarımızın iddiası da bu. “50 senedir ne yaptınız?” diyorlar. “10 senedir Yalova’da ne yaptınız?” diyorlar. Haklılar. Biz eğer zengin olmayı hedefleseydik, ortaklarımıza zenginliği vaat etseydik, hiçbir şey yapmamış olurduk. Kimseyi zengin edemedik, biz de zengin olmadık. Biz onlara, “Gelin katılın, kendimize evler yapalım, bir araya gelelim.” dedik. Bu vaade uyarak bize ortak olanların hepsine evlerini yaptık, vaadimizi yerine getirdik. Gelmeyenleri zorla getiremezdik, zaten böyle bir gayemiz de yoktu. İsteyen istediği zaman ortak oluyor, isteyen istediği zaman ortaklıktan çıkıyor.
Bizim ikinci gayemiz hem kanunlara hem de şeriata uygun olarak yaşayabilmekti. Böyle yaşamak isteyenlere de imkân sağlamaktı. Bunun için siteler kurduk ve katılanlara da bu imkânı sağladık.
Bizim üçüncü gayemiz devletimizin bekası idi. Çünkü devletimiz olmazsa biz de yaşayamazdık. Bu amaçla partiler kurduk, Adil Düzen’i dünyaya duyurduk, bu da bizim başarılarımızdır. En büyük başarımız Adil Düzen’i ortaya koymamızdır. Kur’an’ı bugün olduğu gibi yorumlayabilme seviyesine ulaşmamızdır.
- Bu يَقُولُونَ bundan önceki قُلْ kelimesine cevap olur mu?
وَ harfi ile getirilmesi bundan önceki قُلْ harfine cevap olmadığını gösterir.
- Buradaki “vaad” hangi vaaddir?
Buradaki vaad üçüncü binyıl ile ilgili vaattir. Ahiret vaadi değildir. Daha önce açıklamıştık.
- Dünyevi vaad ise bugün kimlere ne söylemektedir?
Onlar bizden bu vaadin hemen olmasını istiyorlar. Oysa nasıl çocuk 9 ayda doğarsa, uygarlıkların oluşması da böyledir. Belli müddetler içerisinde belli gelişmeler olur. Üçüncü binyıl uygarlığı aslında 2000 yıllarında başlamıştır. AK Parti o zaman iktidar olmuştur. Her 10 yıl uygarlığın 1 yaşıdır. İnsan ömrü nominal olarak 100, uygarlık ömrü 1000 yıldır. O halde şimdi 2 yaşındayız. 2 yaşındaki bir çocuğun yapabileceklerini bugünkü iktidardan isteyebiliriz. Bundan önceki yıllar üçüncü binyıl uygarlığına hazırlıktır. Erkek ve kadının evlenmesine benzer. Çocuğun doğması için hazırlığın yapılması gerekir. Bunun için de hitbe/خِطْبَة, akit/عَقْد (nişan), duhul/دُخُول (düğün) safhasının geçmesi gerekmektedir. Bunun için de eşlerin iş ve aş bulmaları, mesken edinmeleri gerekmektedir. İşte, 19. ve 20. yüzyıl bu hazırlığı yapmıştır. Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Akevler ve Millî Görüş bu hazırlık safhasının faaliyetini yapmışlardır. Şimdi uygarlık doğmuştur, 2 yaşındadır, onu büyütmek ile mükellefiz.
Öz Türkçe ile:
“Ve ‘Doğru iseniz bu söylediğiniz kanda?’ diyorlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ‘Sadık iseniz bu vaat meta?’ diye kavl ediyorlar.”
Va YaQUvLUvNa MaTAy HAÜav eLVAGDu EiN KünTuM ÖAvDiQIyNa
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (71)
***
قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ (72)
QuvL GaSAy EaNYaKUvNa RaDiFa LaKuM BaGWu elLaÜIy TaSTaGCiLUvNa
“‘İsti’cal ettiklerinizin bazısının size redfetmesi asadır.’ diye kavl et.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
بَعْضُ عَسَى | قُلْ يَكُونَ رَدِفَ تَسْتَعْجِلُونَ | لَكُمْ الَّذِي | أَنْ | |
قول-كون ردف-عجل بعض-عسي لَكُمْ- الَّذِي أَنْ |
3*2+2+1=9 =8+1 أَنْ fazla (Bir Ayetten gelmiş) |
قول ile كون köklerini biliyoruz.
ردف - عجلköklerini karşılaştıralım. رِدَاف deveye binildiğinde atı sürenin arkasında binen kimsedir. Bugünkü uygulamada yolcu demektir. Aracı sürenler vardır, bir de araçta yolcu olanlar vardır. Birisinin harekette iken arkasında olmak onu kovalamak demektir. ردف Kur’an’da 3 defa geçer. Burada fiil olarak geçmekte, diğer birinde fail olarak birinde de İf’al babının ismi faili olarak geçmektedir. Acele etmekle kovalamanın arasındaki mana ilişkinin açıklanmasına gerek yoktur. Biri kendi işlerinde acele etmek, diğeri ise başkasını kovalamak için acele etmektir.
بعض - عسيköklerinin karşılaştırmasına gelelim. بَعْضُ kelimesi bir kısım anlamındadır. Bir şeyin parçasıdır. عَسَى kelimesi ise olma ihtimalini verir. O da parçadır. Ama oluş parçasıdır. Bugün fizikte bu iki ayrımın çok önemi vardır. Bir topluluk içinde yaşayan bir insan değişik olaylarla karşılaşır ve değişik hareketler yapar. Bunun eğrisi vardır. Çan eğrisi, olaylara zamanı bölüştürür. Bir de bu topluluk içerisinde bir anda yaşayan insanların karşılaştıkları olaylar vardır. Bunların da dağılımı aynı çan eğrisidir. Yani topluluğun çan eğrisi ile içinde yaşayan fertlerin çan eğrileri aynıdır. İşte عَسَى ile بَعْض kelimeleri bu çan eğrisini anlatmaktadır. Bunu tam anlayabilmeniz için ihtimaliyet hesabını bilmeniz gerekir.
لَكُمْ– الَّذِي karşılaştırmasında ل harfi belirlemeyi ve temliki ifade eder. الَّذِي‘de de harfi tarif var, sonra da ذ var, araya bir kelime yerine ل harfi getirilmiştir. لَكُمْ‘de temliki ifade ettiği gibi الَّذِي‘de de ahdi ifade eder. “Ahd” borçtur, “mülk” ise eşyanın birisinin ahdine girmesidir. Mülkiyet felsefesinin açıklanmasında bu ayetteki eşleşme yardımcı olacaktır.
9 kelime vardır, أَنْ fazladır. إِنْ veya eşi olabilecek 7 kelimelik bir ayet bulursak bu ayet ondan ayrılmış olur.
- وَ harfi getirilmeden قُلْ denmektedir, bundan önceki يَقُولُونَ fiiline cevap mıdır?
Bundan önceki يَقُولُونَ fiiline cevaptır. Zaten manası ile cevap olduğu anlaşılmaktadır. “Onlar ne zaman olacak?” diyorlar, bize de Allah “Bazısı hemen olacak deyin” diyor.
Her 10 seneyi karşılaştırdığımız zaman üçüncü binyıl uygarlığına doğru büyük adımlar attığımızı göreceğiz.
1890’larda İslamiyet’e alenen saldırılmış ama bu saldırı sayesinde Meşrutiyet döneminde büyük fikri gelişmeler olmuştur.
1910’larda Kuvayı Milliye doğmuştur.
1920’lerde Cumhuriyet ilan edilmiştir, Türkiye %90 Müslüman ülke olmuştur.
1930’larda KİT’ler kurulmuş ve Türkiye bağımsızlığının temelini atmıştır.
1940’larda Türkiye demokrasiye geçmiştir.
1950’lerde Türkiye din düşmanlığını bırakmıştır.
1960’larda Türkiye’ye çok partili sistem gelmiştir.
1970’lerde Müslümanlar iktidara ortak olmuşlardır.
1980’lerde Türk Ordusu İslamiyet’i benimsemiş ve İslam düşmanlığını bırakmıştır. Çok partili anayasa yerleşmiştir.
1990’larda Müslümanlar koalisyonları kurmuşlardır.
2000’lerde anayasa ekseriyetiyle iktidar olmuşlardır.
2010’larda anayasaları değiştirebilmişlerdir.
İşte bunlar vaat edilenlerin bazılarının oluşmasıdır.
İslam âleminde de benzer olaylar olmuştur.
- 3’lü tasnifte قُلْ-يَكُونَ- رَدِفَbir grup, عَسَى-بَعْضُ-تَسْتَعْجِلُونَ bir grup oluşturur. الَّذِي-لَكُمْ-أَنْ bir 3’lü grup oluşturur. Aralarındaki beraberlik nedir?
Bunlardan 3’ü mebni kelimelerdir. قُلْ, يَكُونَ ve رَدِفَ sülasi fiillerdir. عَسَى, بَعْضُ ve تَسْتَعْجِلُونَ ise bir grup oluşturmaktadırlar. Böylece ayet hem ikili hem üçlü gruplarda toplanmaktadır.
- İsti’cal edilenin bazısının gelmekte olduğu beyan edilmektedir, bir kısmının ertelendiği beyan olunuyor, ertelenen nedir?
Bugün ertelenen çok şey vardır.
-Hakemlik sistemi gelmemiştir.
-Yerinden yönetim sistemi gelmemiştir.
-İstişare sistemi gelmemiştir.
-Altın bono sistemi gelmemiştir.
-Dışardan soruşturma sistemi gelmemiştir.
Bunlar kapıda bekleyen rediflerdendir. Yani ayet geçmişi haber verdiği gibi geleceği de bildirmektedir.
- Ertelenen dünyevi bir azap ise bugün için bu nedir?
Bugün beklenen azabın başında ekonomik kriz ve terör gelmektedir. Dünya ekonomik krize henüz çare bulmuş değildir. Çıkmaz içinde çırpınmaktadır. Terör olayları da böyledir. Terör olaylarını baştan Sermaye ile devletler anlaşarak birlikte oluşturdular. Bunları çatıştırarak kendi hâkimiyetlerini sürdüreceklerdi. Ne var ki yerin altında mafya ile gizli istihbarat örgütleri irtibat kurdular ve kendileri anlaşarak dünyayı sömürmeye devam ediyorlar. Devletler istihbarat örgütlerine, Sermaye de terör örgütlerine hükmedemiyor. Sıkıntı buradan geliyor.
Öz Türkçe ile:
“‘Sevdiklerinizin kiminin sizi kovalıyor olacağı bekleniyor.’ de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘İsti’cal ettiklerinizin bazısının size redfetmesi asadır.’ diye kavl et.”
QuvL GaSAy EaNYaKUvNa RaDiFa LaKuM BaGWu elLaÜIy TaSTaGCiLUvNa
قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ (72)
***
وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ (73)
Va EinNe RabBaKa LaÜUv FaWLin GaLAy elNAvSi Va LAKinNa EaKÇaRaHüM LAv YaŞKüRUvNe
“Ve Rabbin nas üzerine fazlı olandır velakin onların ekserisi şükretmiyor.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
رَبَّكَ فَضْلٍ النَّاسِ أَكْثَرَهُمْ | يَشْكُرُونَ | ذُو | إِنَّ لَا لَكِنَّ | عَلَى لَ وَ وَ |
ربب-فضل نوس-كثر شكر ذُو -إِنَّ لَا - لَكِنَّ عَلَى-لَ وَ-وَ |
(2*2)+1+(4*2)=13=16-3 |
فَضْل ve رَبّ kelimeleri karşılaştırılır. رَبّ kelimesi eğiterek kişileri topluluğa uyumlu hale getirmektir. Aynı zamanda topluluğun çoğalarak büyümesini, فَضْل kelimesi ise işletmelerdeki büyümeyi, işletmelerdeki verimi ifade eder. Biri ekonomideki artış, diğeri ise topluluktaki gelişmedir. Bunu anlatmak için bu ayette karşılaştırılır.
النَّاس ve أَكْثَر insanların bir araya gelmesidir. كَثِير ise çokluk demektir. İnsanlığın ideali çoğalmaktır. İnsanlık yaratıldığında yok olmaya gideceği zamana kadar nesil değiştirmektedir. Ekonomide ve sosyal hayattaki gaye uzun ömürlü insanların çoğaltılmasıdır. İnsanlığın gayesi budur. Bütün canlılar da aynı şekilde kendi bedenlerini büyütmeye çalışırlar, kendi türlerini büyütmeye çalışıyorlar.
ذُو -إِنَّ karşılaştırmasında ذُو sahip olmaya, إِنَّ ise tereddüdü gidermeye delalet eder. Her ikisinde de belirsizlikten belirliliğe gidiş vardır. İnsanların bütün fikri çabaları ve fiili çabaları belirsizlikten belirliliğe gitmektir. Matematik, bilinenlerden hareket ederek bilinmeyenleri bilinen hale getirmedir. Peygamber’in de bir sözü var, gaibi bırak gaibi olmayana geç demektedir. Hayattaki çaba bilinenleri bilinmeyenlere götürmektir.
عَلَى-لَ karşılaştırmasında عَلَى, لَ ‘ye ع eklemek suretiyle elde edilir. إِلَى‘da da öyledir. لَا nefy edatı olduğu gibi te’kid edatıdır da. Aralarındaki ilişki birinin diğerinin özeli olmasıdır.
Burada يَشْكُرُونَ kelimesi tek kalmıştır. 13 kelime vardır. 16’ya varmak için 3 kelime eksiktir. Bu 3 kelime يَشْكُرُونَ ile iki başka kelime olmalıdır. Mebnilerden yalnız ذُو vardır. Dolayısıyla biri odur. Eşini de alırsak bu 3 kelimenin eşleri başka ayete gitmiştir.
- Buradaki وَ nereye atfeder? Neden إِنَّ gelir? رَبَّكُمْ demez de رَبَّكَ der, neden?
Eğer رَبَّكُمْ denseydi bu cümle de قُلْ içinde olurdu. Oysa bu, Allah tarafından bize söylenendir. Bundan dolayı رَبَّكُمْ dememiştir. Biz de bu cümlenin içeriğini bir türlü kabul edemiyoruz. İlk baktığımız zaman insanların hayatları yoksulluk, sıkıntı, hastalık, savaş gibi kötülükler ile geçer. İnsanların çoğu şikâyetçidir. Hallerinden memnun değillerdir, sıkıntıdadırlar. Oysa Allah bütün insanları iyilere ve kötülere, şükredenlere ve etmeyenlere fazla fazla verir, ancak insanlar şükretmezler. Şükür ağızla söylenenler değildir. Şükür nimetleri yerinde kullanmadır. İmkânları olan imkânları değerlendirmelidir. Allah parayı, mevkii, ilmi ve imanı belli görev yapsınlar diye verir. Şükreder görevi yerine getirirseniz Allah da artırır.
- İnsanlar Rablarına nasıl şükrederler?
İnsanlar Allah’ın onlara verdiği nimetleri -gözü, kulağı, eli, ayağı, beyni- şeriata göre kullanmakla şükrederler. Gerek doğa gerekse sosyal çevreleriyle ilişkilerini kurarken şeriata göre kurarlar. İnsan bu seminerleri okurken şükretmiş olur, uygularken şükretmiş olur, namaz ve oruç gibi emirleri yerine getirerek şükretmiş olur.
Öz Türkçe ile:
“Ve Yetiştiricin kişilere arttırıcı olandır. Onların çoğu karşılamıyorlar.”
‘
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Rabbin nas üzerine fazlı olandır velakin onların ekserisi şükretmiyor.”
Va EinNe RabBaKa LaÜUv FaWLin GaLAy elNAvSi Va LAKinNa EaKÇaRaHüM LAv YaŞKüRUvNe
وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ (73)
***
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (74)
Va EinNa RabBaKa LaYaGLaMu MAv TuKinNa ÖuDUvRuHuM Va MAy YuGLıNUvNa
“Ve Rabbin sadırlarının iknan ettiklerini de onların i’lan ettiklerini de ilmeder.”
İsimler | Filler | Mebniler | Harfler | Harfler |
رَبَّكَ صُدُورُهُمْ | تُكِنُّ يُعْلِنُونَ يَعْلَمُ | | مَا مَا | وَ وَ إِنَّ لَ |
برر-صدر علن-كنن علم إِنَّ لَ |
(2+2+1)+(2+2+2)=11= 8+3 (يَعْلَمُ + إِنَّ+ لَ) |
صَدْر merkez demektir. İnsanın başını ifade eder. Bilgisayar merkezidir. رَبّ ise eğitimi ve gelişmeyi ifade eder. Bütün canlılarda evrim türden türe iken insanlarda ise uygarlıklar halinde devamlı gelişme olur. Canlılarda gelişme DNA’lardaki değişme ile insandaki gelişme ise beyindeki bilgisayar programları ile olur ve Rab/رَبّ kelimesi uygarlaşmayı ifade eder. Kâinatta evrim, insanlıkta ise uygarlık vardır. Bu eşleştirme buna işaret eder.
إِعْلَان İnsanın düşüncelerini ve yaptıklarını açığa vurmasıdır. إِكْنَان ise bildiklerini ve yaptıklarını saklamaktır. Dışarıya göstermemektir. Batı uygarlığı sırlar uygarlığıdır. Gizlilik anayasaların teminatı altına alınmıştır. İslamiyet’te ise toplulukla ilgili işlerde aleniyet esastır. Örnek olarak bir kimsenin mal varlığı herkes tarafından bilinmelidir. Bilinirse insanlar onun mülkiyetine saygı gösterirler. Eğer bir şey saklanıyorsa onu topluluk tanımaz. Örnek olarak açık muhasebede kayıtlı bulunmayan bir malın sahipliğini iddia etmek meşru değildir.
يَعْلَمُ burada tektir, başka ayetten buraya gelmiştir. Ayrıca إِنَّ ile لَ‘yi da başka ayetten gelmiş kabul ediyoruz.
- وَإِنَّ رَبَّكَ tekrar edilir. قُلْ‘dan sonra وَإِنَّ رَبَّكَ ayetleri neyi ifade eder? Bu وَ‘ler Hal Vav’ı olabilir mi?
“Böyle söyle” diyor sonra da söylemin içinde olmayan iki ayet getiriliyor. Bunlar Allah’ın bize söyledikleridir, onun için رَبَّكَ kelimesi رَبَّكُمْ olmamıştır. Birinci cümle haldir, ikinci cümle de haldir. Hallerde ya ikisi bir kelimenin ortak hali olur veya ayrı ayrı halleri olur. Ortak hali ise وَ gelmez. جَاءَ زَيْدٌ رَاكِبًا قَائِمًا dersek, Zeyd’in ayakta durarak araçta geldiğini söylemiş oluruz. جَاءَ زَيْدٌ رَاكِبًا وَقَائِمًا dersek, “Zeyd gelmiştir şimdi de ayaktadır” demiş oluruz. Burada da iki hal ayrı ayrı haller olduğu için وَ harfi getirilir. Allah’ın fazıl sahibi olmasıyla Allah’ın her şeyi bilmesi ayrı ayrı hallerdir.
- لَيَعْلَمُ ifadesi لَذُو فَضْلٍ‘a atfedilir, علم ve فضل köklerini karşılaştırınız.
İlim/عِلْم kişinin yaptıklarını bilmektir. Durumundan haberdar olmaktır. Fadl/فَضْل ise ona karşı yapılanlardır. İnsanın iki temel melekesi vardır. Biri dışarda olan olayları idrak etmektir, almaktır, diğeri ise dışarıya etki etmektir, yapmaktır. Allah için de aynı şey söylenir. Biz dışarıdan besin de alırız yani bilgi aldığımız gibi o bilgiden yararlanırız. Allah ise kendisi için dışardaki maddeleri kullanmaz. Kendisine halife yaptığı insanlığa kullandırır.
- Bu ayette 3 fiil, 2 isim geçer. İki defa وَ, iki defa مَا, 1 defa لَ ve 1 defa da إِنَّ geçer. Burada da kelimeler tektir, bu iki ayet birbirinden ayrılmışlarsa, bundan önceki ayet bu ayete hangi kelimeleri vermiştir?
لَا يَشْكُرُونَ | وَ لَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ | عَلَى النَّاسِ | لَذُو فَضْلٍ | وَإِنَّ رَبَّكَ |
وَمَا يُعْلِنُونَ | مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ | لَيَعْلَمُ | وَإِنَّ رَبَّكَ |
وَ لَا يَشْكُرُونَ | أَكْثَرَهُمْ | كِنَّ | لَا | ذُو عَلَى | لَ فَضْلٍ | وَإِنَّ رَبَّكَ |
النَّاسِ تُ |
وَمَا يُعْلِنُونَ | صُدُورُهُمْ | كِنُّ | مَا | ع-ا ل-ن س-ذ و-ن | لَ يَعْلَمُ | وَإِنَّ رَبَّكَ |
9 | 6 | 3 | 2 | 5 | 5 | 8 |
(9+6+3+2+5+5+8)*2=76=64+8+4’tür. Gruba dışarıdan bir harf gelmiştir, o da ت‘dir.
Bunlarda harfler akrabalık dereceleriyle karşılaştırılarak iki ayetin birbirinden ayrıldıkları ihtimalini bulabiliriz. Ben devam etmeyeceğim. Üçte birinden fazla harf aynıdır.
- عَلِمَ demez de يَعْلَمُ der, مَا تُكِنُّ ise hali ifade eder. Demek ki önce “iknan”, sonra “ilm” olur. Bu ifade ile Allah’ın her şeyi bildiğinin beyanını karşılaştırınız.
İnsanların yapmakta oldukları fiiller Allah’ın takdiri ile olur. Yani Allah “Böyle böyle yapsınlar.” diyor. Biz de onları yapıyoruz. O’nun takdir etmediği bir fiil yapmamız mümkün değildir. Beş boyutlu uzayda hepsi takdir edilmiştir. Allah takdir ettiğinin hepsini bilir. Bazı takdirleri alternatif olarak takdir eder. Örnek olarak insanın Ankara’ya gitmesi takdir edilmiş olur, onu insanın değiştirmesi mümkün değildir. Ancak ister uçakla ister trenle gitsin bu hususu kişinin iradesine bırakır. Kişi isterse trenle isterse uçakla gider, ne ile gittiğini de Allah bilir ama gittikten sonra bilir. Bundan dolayı لَعَلِمَ demedi de لَيَعْلَمُ diyor.
Öz Türkçe ile:
“Ve Yetiştiricin içlerinin sakladıklarını da onların açıkladıklarını da bilir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Rabbin sadırlarının iknan ettiklerini de onların i’lan ettiklerini de ilm eder.”
Va EinNa RabBaKa LaYaGLaMu MAv TuKinNa ÖuDUvRuHuM Va MAy YuGLıNUvNa
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (74)
***
وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ (75)
Va MAv MiN ĞAvEiBatin Fıy elSaMAvEi Va eLEaRWi EilLAv FIy KiTABin MuBIyNın
“Ve sema ve arzda gaibe olan ne varsa mübin bir kitap içindedir.”
Marife İsimler | Nekre İsimler | Mebniler | Harfler | Harfler |
السَّمَاءِ الْأَرْضِ | غَائِبَةٍ كِتَابٍ مُبِينٍ | إِلَّا مَا | مِنْ | وَ وَ فِي فِي |
سمو-ءرض كتب-بين غيب-مِنْ إِلَّا -مَا |
(2+2+1)+2+(2+2+1)=12 =8+4 |
ءرض-سمو: الْأَرْض yeryüzünü, السَّمَاء yeryüzündeki dengeleri sağlayan göğü ifade eder. السَّمَاء ile الْأَرْض Kur’an’da birçok yerde geçer.
كتب-بين: “Beyan”, ispat etmek demektir. Türkçede açıklama manasında kullanılır. Açıklama tefsir veya tafsil kelimeleri karşılığıdır, açıklama veya ispatlama demektir. Yazıya dökülen bilgiler artık kalıcı olur. Eğer yazıldığı zaman biliniyorsa ondan sonra değiştirilemez. Yazının bu özelliği uygarlığın doğmasına sebep olur. Yazı olmadan önce bilgiler ancak bir iki nesil aktarılabiliyordu. Yazının icadından sonra bilgiler artık unutulmaz oldu. Nesillerden nesillere kıyamete kadar aktarılır. İşte bu yazılar mübindir. Bu ayette bunlar karşılaştırılarak buna işaret edilir.
غيب-مِنْ: Burada bir fiil ile bir harf eşleştirilir. İkisi de başka ayetlerden gelir. Bunlar arasında ne gibi bir ilişki vardır? مِنْ ibtidai gaye içindir. Gayb/غَائِبَة ise gelecekte olacaklardır. مِنْ ile başlayan şimdiye kadar olanlardır. غَائِبَة ise bundan sonra olacaklardır. Demek ki غَائِبَة‘de إِلَى manası vardır. Bu eşleştirmede buna işaret eder. Birinin fiil, birinin isim olarak gelmesinden bu eşleşmenin birbirinden uzak eşleşme olduğuna işaret edilir.
إِلَّا-مَا: مَا nefiy edatıdır. إِلَّا da istisna olarak nefiy içerir. Böylece ikisi beraber kullanıldığında ikisi birden olumlu mana verirler, bu bakımdan ikisinin bir ayette olması gramer kuralları dolayısıyla tabiidir.
- Buradaki وَمَا nereye atfeder?
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ ifadesine atfeder. Yalnız bilmesi değil, aynı zamanda kitabın içinde bulunmasıdır. Beş boyutlu uzayda bütün düşünülen varlıklar fiilen mevcuttur. 3 boyutlu uzayımızı o imkânlar içinde yaşarız. İşte bu 5 boyutlu uzaydaki varlıkların toplamı kitap olarak gösterilmiş olur. Ayrıca bizim 3 boyutlu uzaya girenler de 4 boyutlu uzayı oluştururlar. Bu da bir kitaptır. Aslında nekre gelmiş olması bu kitaptan kastın 5 boyutlu uzay değil de 4 boyutlu uzay olduğunu gösterir. Kâinatta yalnız bizim 4 boyutlu uzayımız yok, nasıl galaksiler çoksa 4 boyutlu uzaylar da çoktur. Ahirette 3 boyutlu uzayın dışına çıkacağız, 4 boyutlu uzayda hareket edeceğiz. Acaba 4 boyutlu uzayın da dışına çıkabilecek miyiz? Bu hususta Kur’an’da henüz bir bilgiyle karşılaşmış değilim.
- مَا ne Ma’sıdır?
Nefy “ma”sıdır. لَا ile مَا nefy için gelir. لَا geleceğin nefyini, مَا geçmişin nefyini bildirir.
- Sema arza, kitap da mübine eş ise غَائِبَةٍ kelimesinin eşi olan kelime bu ayette yoktur. Başka hangi ayette olabilir?
Bu 3 kelime başka ayetten gelmişse orada 3 kelime eksiktir. Kur’an’ı baştan sonuna kadar bu usul ile yorumladığımızda 3 eksik 3 fazla ayetleri karşılaştırırız, uygun olanlara uygun olanları yerleştiririz. Bu çalışma belki asırlar içinde biter ama biter...
Öz Türkçe ile:
“Ve yer ve gökte yiten ne varsa açık bir yazı içindedir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve sema ve arzda gaibe olan ne varsa mübin bir kitap içindedir.”
Va MAv MiN ĞAvEiBatin Fıy elSaMAvEi Va eLEaRWi EilLAv FIy KiTABin MuBIyNın
وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ (75)
***
GENEL YORUM
Bugünkü yeryüzünde mevcut olan iktisadi ve içtimai durum ile bu ayette olanları genel olarak değerlendiriniz.
Ayetlerde Allah ile insan arasındaki ilişkiler karşılaştırılır. Gerek fikri gerek fiili olarak insanla Allah arasındaki karşılıklı alışverişler anlatılır. Ayetleri biz hep âlemlerin Rabbi Allah ile yeryüzündeki var olan insanlar arasında kurulmuş ilişkiler şeklinde yorumladık. Şimdi Allah’ı O’nun yeryüzündeki halifesi olan insanlığı düşünerek yeniden yorumlayabiliriz. Bütün Kur’an’ı bu şekilde iki yönlü olarak yorumlayabiliriz. Biz buna burada sadece işaret ederek geçiyoruz. İki şey önemlidir. Kur’an’ı yorumlarken ahireti de hesaba katarak, insanın ahiret için ne yapması gerektiğini istidlal ederiz. İkinci manası ise bu dünya hayatında Kur’an’ın söylediklerini yorumlamamız gerektiğidir. Bunlar analogdur. Her 3 manası da doğrudur, haktır.
1091. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Kök/Vezin | Açıklama |
-
| الْأَرْضِ | الْفَعْلِ/ءرض | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. سِيمَى çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir. Görünen taraf demektir. وَسْم hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekânda dizi yani sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. ءرض Kur’an’da 461, جلس Kur’an’da 1 defa geçer. Toplam 462 (2*3*7*11) eder. ء gücü, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder. |
-
| آبَاؤُ | أَفْعَالُ/ءبو | وَالِد öz babadır. أَب ise atalardır, baba ve dedeler anlamındadır. ء gücü, ب geçidi و beraberliği ifade eder. |
-
| الْأَوَّلِينَ | الْأَفْعَلِينَ/ءول | آلَة kaldıraç demektir. Bir şeyi çevirmek için altına sokulup çevirmeye yarayan sırık anlamındadır. Sonra çevirmek fiili olarak آلَ denmiştir. Başa döndürmek için kullanılmaya başlanmış, sonra da أَوَّل, آخِر karşıtı olmuştur, yani başlangıçtır. ء gücü, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| أَسَاطِيرُ | أَفَاعِيلُ/سطر | سَاطُور et satırıdır. س mekânda diziyi, ط uyumluluğu, ر tekrarı ifade eder. |
-
| اُنْظُرُوا | اُفْعُلُوا/نظر | رَأْي ise görmek anlamındadır. رَأْي derinlemesine görmek, نَظَر genişlemesine görmek, بَصَر uzağı görmek, شُهُود ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir. رَايَة uzaktan görülebilen işaret demektir. بَصَر göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir. نظر Kur’an’da 129, نضد ise 3 defa geçer. Toplam 132 (22*3*11) eder. ن belirsizliği, ظ karanlığı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| النَّاسِ | الْفُعَالِ/ءنس | Ok yayının iç tarafına أُنْس, dış tarafına وَحْش denir. إِنْس kelimesi buradan gelir. Cins isim olarak da “insan” olarak kullanılır. Ünsiyet ‘alışmak, alışmış olmak’ anlamındadır. Vahşi de yabani demektir. Sonunda insan kelimesinin kökü olur. Cin karşılığı da kullanılır. إِنْس’in çoğulu أُنَاس ‘tır. Sonraları harf-i tarifle kullanımında baştaki hemze düşer, bağımsız kelime olur, النَّاس olur, çoğulluk manasını korur. Kişilerin bir arada bulunmasına delalet eder. Kişiliği olmayan toplulukların adıdır. Hitapta mevcut olan halkı veya bütün insanları içine alır. Kur’an da beş vakit namaz ve cuma namazı topluluklarına veya bütün insanlara hitap etmek için kullanılır. Burada bütün insanlar kastedilir ve “herkes” anlamındadır. İnsan cins isimdir. ء gücü, ن belirsizliği, س mekânda diziyi ifade eder. |
-
| أَكْثَرَ | أَفْعَلَ/كثر | كَسِير kırık demektir, كَثِير çok demektir. Tefau’l babı çok kimselerin birbirleriyle yarışmalarında kullanılır. Türkçedeki “-leşme” karşılığıdır. Ancak Türkçe’ de iki karşılaşma ile çoklu karşılaşma aynı kiple ifade edilir. Oysa Arapçada iki için mufaale babı, çok kimse için tefau’l babı getirilir. İnsanlar devamlı olarak birbirlerine karşı çok olma, serveti çok olma, bilgisi çok olma, taraftarı çok olma gibi çokluklar peşine koşarlar. كثر Kur’an’da 167 كدر ise 1 defa geçer. Toplam 168 (23*3*7) eder. ك oluşu, ث dağılmayı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| بَعْضُ | فَعْلُ/بعض | “Bu’sus” kalça kemiği,” buud” kalçadır. Türkçedeki but buradan gelir. Parça anlamında kullanılır. Türkçedeki biri veya kimi karşılığında بَعْض kullanılır. ب geçidi ع üstün olmayı, etkiyi ض ise katlanmayı ifade eder, zayıf veya kuvvetli anlamına gelir. بعض’de de zayıflama anlamı vardır. |
-
| تَحْزَنْ | تَفْعَلْ/حزن | هُزَال zayıf hayvan, semizin zıddı demektir. İnsanı zayıflatan sıkıntıya حُزْنdenir. Üzüntü insanların iştahını keser, insan yemek istemez. ح harap olmayı, ز zamanda sarsılmayı, ن belirsizliği ve sınırlamayı ifade eder. |
-
| تُرَابًا | فُعَالًا/ترب | تُرَاب toprak demektir. تَرَائِبُ göğüs veya kaburga kemiği demektir. Aynı zamanda yumak anlamına da gelir. ت dağdır, oluş manasına gelir. Hitapta sen anlamındadır. ر tekrarı, ب geçidi ifade eder. |
-
| تَسْتَعْجِلُونَ | يَسْتَفْعِلُونَ/عجل | عِجْل buzağı demektir. Kur’an’da عجل 47 حجر 21 defa geçer. Toplam 68 (22*17) eder. ع etkiyi, ج toplanmayı, ل belirliliği gösterir. |
-
| تُكِنُّ | تُفْعِلُ/كنن | İçindeki düşünceleri saklaması gizlemesidir. Okların konduğu kap demektir. Kıymetli şeylerin korunduğu kın anlamındadır. ك oluşu, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| رَبَّ | فَعْلَ/ربب | رَبْوَة tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَة denir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılır. Birden oluş “hilkat” ile buna karşılık evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. ربب kökü de ربو’den dönüşür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب 981, رمي 9 defa geçer. Toplam 990 (2*32*5*11) eder. ر tekrarı, ب geçidi ifade eder. |
-
| رَدِفَ | فَعِلَ/ردف | رِدَاف binenin arkasına binilen yer, terki demektir. Artçı anlamına da gelir. Kur’an’da ردف3, ردم 1 defa geçer. Toplam 4 (22) eder. ر tekrarı, د çevrelenmeyi, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder. |
-
| السَّمَاءِ | الْفَعَالِ/سمو | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. “Sima” çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir, görünen taraf demektir. وَسْم, hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekanda sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. |
-
| سِيرُوا | اِفْعِلُوا/سير | سِيرَاء iş elbisesidir. Yolculuğa çıkıldığında giyilen elbisedir. Kur’an’da سير 27, صور 19 defa geçer. Toplam 46 (2*23) eder. س mekânda diziyi, ي kolaylığı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| صَادِقِينَ | فَاعِلِينَ/صدق | Fındığı kırdığınız zaman ya dolu çıkar ya boş çıkar; dolu çıkana صِدْق, boş çıkana كِذْبdenir. “Sadakât” demek, beklendiği gibi olmak demektir. Erkek bir kadın ile evlendiği zaman, kadın ona sadık kalacağına yani başka erkeklerle birleşmeyeceğine söz verir. Bu davranış onun sadakatıdır. Bu sadakatına karşılık mihr alır. Diğer taraftan erkek de ona nafakasını temin edeceğine, koruyacağına ve boşamayacağına söz verir. صَدُقَة kocaların eşlerine sadakat karşılığı verdikleri mihridir. Topluluğun başkana olan sadakatini göstermek için verdikleri vergidir. صدق Kur’an’da 155. صدع ise 5 defa geçer. Toplam 160 (25*5) eder. ص direnci, د çevreyi, ق kuvveti ifade eder. |
-
| صُدُورُ | فُعُولُ/صدر | صَدْر okun ön yarısına denir. Sonraları “baş” kelimesi olarak kullanılır. Kur’an’daki “sadırda bulunan kalp” o zamanki biyoloji bilgisinin eksikliği nedeniyle göğüs anlamında kullanılır. صَدْر boynun üst kısmı anlamına gelen “baş” demektir, okun baş tarafının adıdır. رَأْس ise başın saçlı olan kısmıdır. Biz “baş” olarak tercüme edeceğiz. ص granit sert taştır dayanıklılığı, د çevreyi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| ضَيْقٍ | فَعْلٍ/ضيق | ضَيْق dar geçit, boğaz demektir. ضيق Kur’an’da 13, ذيع 1 defa geçer. Toplam 14 (2*7) eder. ض katlamayı ifade eder, alanı küçüldüğü için zayıflamayı, kalınlığı çoğaldığı için de güçlenmeyi ifade eder. ي düzlük demek olduğu için kolaylığı ifade eder. ق dayanma gücünü ifade eder. |
-
| عَاقِبَةُ | فَاعِلَةُ/عقب | عَنْكَبُوت örümcektir, عَاقِبَةُ yumru, عَقِب topuk demektir. Ayağın topuğudur. Takip etmek, arkasından gitmek, kovalamak veya kovalanmak anlamlarına gelir. ع üste gelmek etki etmek anlamına gelir. ق kuvveti, ب geçidi ifade eder. |
-
| عَسَى | فَعَلَ/عسي | لَعَلَّ karşı tarafın yararlanması için sağlanan imkândır. Yapıp yapmayacakları ise kendilerine kalmıştır. عَسَى da لَعَلَّ gibidir ama olması beklenen bir durumdur. لَعَلَّ‘nin karşılığı gelir. لَعَلَّ yaparlar, لِ yapsınlar anlamındadır. عَسَى ise yapmaları beklenen umulandır. ع üstünlüğü ve etki etmeyi, س mekânda diziyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| غَائِبَةٍ | فَاعِلَةٍ/غيب | غَيْب Uzaktan bakıldığında arazide kapalı kalmış yere, dibi görünmeyen kuyunun içine denir. Görünmeyen veya kaybolan için kullanılır. غ değişmeyi, ي görünmezliği, ب geçidi ifade eder. |
-
| فَضْلٍ | فَعْلٍ/فضل | فَضْل emeksiz elde edilen şey demektir. ف kopmadan ayrılmayı, ض katlanmayı, ل belirlemeyi ifade eder. |
-
| قَبْلُ | فَعْلُ /قبل | قَبْل önce demektir. ق kuvveti, ب geçidi, ل belirlemeyi, sınırlamayı ifade eder. |
-
| قُلْ | اُقْوُلْ/قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanmayı kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| كَانَ | فَعَلَ/كون | كون tepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere de هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur.“Hevn” yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. “Beyn” insanın kendisini bildirir. “Kevn” de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder. لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| كِتَابٍ | فِعَالٍ/كتب | Derinin deri ile dikildiği sırım, iptir. Deriyi deri ile dikiş demektir. Sözleşmelerin yazılmasına kitap denmiştir. Yani kitap sözleşme değeri taşıyan yazıdır. Hattan (خَطّ) farklıdır. “Ehli Kitap” sözleşmeleri olan topluluktur. “Kitap verilenler” ise Yahudiler ve Hristiyanlardır. Kur’an’daكتب 319, كتم 21 defa geçer. Toplam 340 (22*5*17) eder. ك dağı, oluşu ve hitapta seni ifade eder. ت de dağı oluşu ve hitabı ifade eder. İki harf de şemsidir. Birisi arka damaktan, diğeri ön damaktan çıkar ت faili, ك ise mefulü ifade eder. ك kâinatı, ت tepeleri, ب geçidi ifade eder. |
-
| مُبِينٍ | مُفْعِلٍ/بين | بَيْن Topraktaki yarık demektir. بين Kur’an’da 523, بور 5 defa geçmektedir. Toplam 528 (24*3*11) eder. ب geçiş, ي kolaylığı, düzlüğü, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| مَتَى | فَعَلَ/متو | Kur’an’da متو 9, متن de 3 defa geçer. Toplam 12 (22*3) der. م enginliği, ت dağı, oluşu hitapta ise muhatabı ifade eder. و beraberliği ifade eder. |
-
| الْمُجْرِمِينَ | الْمُفْعِلِينَ/جرم | جُرَامَة hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir. ضَرْب insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidir. جُرْم ise insanı parçalayan veya öldüren müessir fiildir. ج topluluğu, ر tekrarı, م enginliği ifade eder. |
-
| مُخْرَجُونَ | مُفْعَلُونَ/خرج | خَرْج duvarın dışına sürülen harçtır. Sonra dışarı anlamı kazanmıştır. Mastar olarak dışarı çıkmak demektir. إِخْرَاج ise çıkarmak, kusmak demektir. خ çökmeyi, ر tekrarı, ج topluluğu ifade eder. |
-
| وُعِدْنَا | فُعِلْنَا/وعد | وَاعِد yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararmakta, yağmur yağacağını haber vermektedir. Vaat etmek yapacağı bir iyiliği bildirmek, söz vermektedir. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise وَاعِد denir. Kur’an’da وعد151, وعظ 25 defa geçer. Toplam 176 (24*11) eder. و beraberliği, ع üstünlüğü ve etkiyi, د duvarı ve çevreyi ifade eder. |
-
| يَعْلَمُ | يَفعَلُ/علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelmektedir. Hala orada toplanılmaktadır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. ع etkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| يُعْلِنُونَ | يُفْعِلُونَ/علن | عَرِين mahallenin orta yeri, evler arası avlu demektir. ر harfi ل‘ye dönüşmüş ve ilan etmek ortaya çıkarmak ve herkese duyurmak demektir. ع üste çıkmak, etki etmektir. ل belirlemeyi, ن belirsizliği, genelliği ifade eder. |
-
| يَمْكُرُونَ | يَفْعُلُونَ/مكر | مَكْر sinekkapan bitki demektir. كَيْد ise tuzak demektir. Savaşta düşmanı yanıltarak tuzağa düşürmek كَيْد‘dir. Askerlikte buna “taktik” denmektedir. مَكْر planlı, programlı, uzun hedefe varmak için hazırlanan bir sistem demektir. Askerlikte buna “strateji” denmektedir. كَيْد’de çatışmayı kazanma vardır. Stratejide ise savaşı kazanma vardır. كَيْد’de elde ettiğinde kazanç yoktur. مَكْر’de ise büyük imkânlara ulaşma vardır. Böcek kapan bitki gibi ondan yararlanma söz konusudur. م enginliği, ك oluşu, ر tekrarı ifade eder. |
***
İstanbul, Yenibosna; 21 KASIM 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
Yazar REŞAT NURİ EROL
AYŞE AYDIN
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
***