ŞUARA SÛRESİ- 1. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
طسم (1) تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3) إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (4) وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5) فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنْبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6) أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (8) وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9)
***
طسم (1)
Arapçada 28 sessiz harf, 3 de uzun sesli harf vardır. Kısa sesli harfler Arapçada harf sayılmaz, harfin hali kabul edilir ve hareke ile gösterilir. Türkçede sesli harfler kalın ve ince olarak ayrılır. Arapçada kalınlık ve incelik sessiz harflerin vasfı sayılarak onlara ayrı işaretler konur. Türkçede A ile E ayrı harflerdir. A E’nin kalınıdır. Arapçada ek özellikler hareke ile gösterilir. Buna karşılık Türkçedeki kel/kal karşılığı Arapçada Kal ve Qal olarak ayrılır. Bu özellik sadece yazı özelliği değildir, diller arasında da bu fark vardır.
Harf yazısı şekil yazısından dönüşmüştür. Mısırlılar şekil yazısını kullanmışlardır. Bilmedikleri bir kelimenin seslenişini anlatmak için de parantez içinde bilinen kelimelerin şekillerini koymuşlardır. Buna bakılarak harfler ile kelimenin söylenişi bilinmiştir.
Sonra harf kadar bu kelimeleri o sesin işareti yapmışlardır. O harflerin şekilleri harf, yazı da alfabe olmuştur. Mezopotamyalılar çivi yazısını kullandıkları için çivi yazısı harf yazısına dönüşmemiştir.
Alfabeyi Fenikeliler kullanmışlardır. Latince de Arapça da Fenike alfabesinden gelmiştir. Harfler birbirine benzer. L’ler aynıdır. p’yi ters çevirseniz b olur.
Araplar yazıyı Fenikelilerden aldıkları için Arap yazısında bazı sesler yoktur. Kur’an nazil olduğu zaman ب,ت, ث ve ن harfleri aynı şekilde yazılmıştır. Ruhu’l-Kur’an’da bu yazı ile yazılmış Kur’an vardır.
Bununla beraber Araplar bütün seslere isim vermişlerdir.
Araplarda rakamlar da olmamıştır, harfler rakam olarak kullanılmıştır. ء ب ج د ه و ز ح ط يilk on sayıyı ifade eder. س ع ف ص ك ل م ن onlukları ifade eder.ض ظ ق ر ش ت ث خ ذyüzlükleri ifade eder. غ1000’i gösterir.
(ARAPÇA HARFLERİN SAYISAL DEĞERLERİ: ء: 1, ب: 2, ج:3, د:4 Hevvez: ه: 5, و: 6, ز: 7 Hutti: ح: 8, ط: 9, ي: 10 Kelemen: ك: 20, ل: 30, م: 40, ن: 50 Se'fes: س: 60, ع: 70, ف: 80, ص: 90 Karaşet: ق: 100, ر: 200, ش: 300 ت: 400 Sehaz: ث: 500, خ: 600, ذ: 700, Dazığ: ض: 800, ظ: 900, غ: 1000.)
Kur’an’ın sure başlarında harfler konur, isimlerle okunur. الم elif, lam, mim diye okunur. Bunların manaları üzerinde Peygamber’in açıklaması yoktur. Müfessirler bunları kelimelerin kısaltılmışı olarak yorumlamaya çalışmışlardır. Kabul görmüş görüş yoktur.
M rahmanı ifade eder diyor Alusi.
Öncelikle bu harfler birbirleri ile ilişkili olan surelerde geçtiğine göre surelerin konulara göre sınıflandırılması için olduğu hemen söylenebilir. المsurelerin başında geçer, sonra da dört surede tekrar edilir. Ayrıca ilk sekiz sureden olan Araf’ta المصolarak geçer. Bunlar arasında özel ilişkiler olduğuna işaret etmiş olur. Bu sureler bu varsayım üzerinden sayıbakımından karşılaştırılmıştır. حم’ler 7 tanedir bir arada geçer. طس’ler üçü bir arada geçer. طه ile ilgileri olmalıdır. س harfi طس’lerde, يس de حم‘in birinde geçer. Demek ki bu sureler arasında da ortak konular vardır. Bu hususta yapılması gereken çalışmalar sizleri bekliyor. Kur’an’da harfler yazılır, adları ile okunur.
Büyük Kur’an Tevbe ayrı sure sayılmazsa 112 sureden oluşur yani 7*16’dır yani Fatiha’nın harfleri sayısı kadardır, 7 Besmele kadardır. Bununla 64 sure vardır. Sonra 32 sure vardır. Sonra 16 sure vardır. Bu sınıflamalar iki şeye dayanır. Biri, surelerin Mekki veya Medeni olmasına bağlıdır. Diğeri ise başlarına konan harflerle sınıflanırlar. İlk 64’lük sureler de önce ikili, sonra üçlü, sonra 7’li gruplara ayrılır, 8+12+28=48 eder. 10 surelik grupla 58 eder. 3’lü surelerle 7’li sureler arasında geçişi sağlayan 6 sure vardır, 64 eder. Tevbe bazen ayrı sure sayılır bazen Enfal ile aynı sure sayılır.
Şimdi üçlü sureler 3*12 olarak tamamlanmıştır. Geçiş sureleri 5*3’lü grup olarak tamamlanmıştır. 5*7=35’i tamamlayan üç sure de şimdi gelmektedir. Sonra 4*7=28’lik grup gelecektir. 7’li sureler 3,4; 3,4 olarak sıralanır geçiş sureleri civarı sıralandığında 5*4 ile 4*3 grup oluşturur, bu da 32 eder. 15’e geçiş suresini eklerseniz 16 eder. Sayıların hesabı dört asal sayıya dayanır. 2*5=10 eder. 3+7=10 eder.
طسsurelerin ortak özellikleri olmalıdır. Bu sureleri açıklarken bunun üzerinde durmak isteriz. Bakalım bulabilir miyiz?
YORUM
Kanunlar yapılırken yorumlanacak şekilde yapılır. Uygulayanlar onları yorumlar ve uygularlar. Yargı yorumlar arasındaki farklılıkları okuyunca sonuca bağlar. Yargının yorumlama yetkisi yoktur. Yorumlar arasındaki nizayı giderir.
Bugün Yargıtay kanunları yorumluyor. Yetmiyormuş gibi büyük ölçüde kendisini kanunun üstünde görüyor. Böylece insanların karar alma özgürlüğünü ve uygulama özgürlüğünü yok etmiş oluyor. Türkler bunu bin sene önce Kur’an için yapmışlar ve içtihadı yasaklamışlardır.
İçtihat farzı ayndır ve imanın temel rüknüdür.
Şimdi Kur’an’daki harflere yeni manalar yüklemiş oluyoruz.
- Yorumlar arasında çelişki var mıdır?
- Eski icmalara aykırı varsayımımız var mıdır?
- Müspet ilmin kesin verilerine aykırı bir durum var mıdır?
- Nihayet, sorunlarımızı çözmede yardımcı oluyor mu? Bu sayede zamanımızın birçok sorunlarını çözüyor mu?
Din uleması neden sum buky ve umy (sağır, dilsiz, kör) olmuş, çözemiyorum. Bunlar cehennemliktir desem o zaman da tek başıma cennette dolaşmam gerekir ki bu cennet olmaz. Şunu biliyorum ki benden önce cennete gidecekler. Kur’an’ı okuyorum, yaptıklarına bakıyorum, şaşkına dönüyorum. Bir gün kulak vereceklerini ve dillerinin açılacağını ümit ediyorum. Ancak böylece bilmeceyi çözer gibi oluyorum.
Bunlar Arap harflerinin özel isimleridir. Kelime içinde kullanıldıklarında o kelimenin bir parçası olurlar. Harf olarak söylendiğinde özel isim olurlar.
Öz Türkçe ile:
“Ta Sin Mim”
Kur’an Arapçası ile:
“Ta Sin Mim”
طسم (1)
OSM
“Ta Sin Mim”
***
تِلْكَ
TiLKa
“Bunlar”
تِلْكَ burada طسم‘e işaret edebilir. Bunlar yani sure başlarındaki harfler anlamında olur. Mübin kitabın ayetleridir şeklinde mana verilebilir. تِلْكَ müpteda olur, bundan sonrakiler müptedanın haberi olurlar. Bu harfler surelerin tasnifi ve aralarındaki ilişkileri göstermek için inzal edilmiş olur.
تِلْكَ surenin ayetlerine işaret etmiş olabilir, o takdirde müpteda olmaz, müptedanın ismi işareti olur. Kitabın ayetleri mübteda olur, el-mübin haber olur. O takdirde haber marife olur. Tahsisi ifade eder. Kitabın ayetleridir, başka kitabın ayetleri de yoktur. Oysa başka surelerde bütün manaları doğrudur. تِلْكَ sureye de işaret etmiş olur.
آيَاتُ الْكِتَابِ
EAvYAvTu eLKiTAvBı (EaFGALu eLFıGAvLı)
“Kitabın ayetleridir”
Bundan önceki sure “Furkan” ile başlarken, bu sure ise “Kitap” ile başlar. Kur’an’ın dört özel ismi vardır, Kur’an, Kitap, Zikr ve Furkan. Furkan’da içtihat anlatılmıştır. Şimdi ise kitaptan başlayarak onun kesin kanıtlarından söz etmektedir.
Bundan önceki uygarlıklarda peygamberlerin mucizeleri ile insanlar kitaplara inandırılmıştır. Şimdi ise kitap mucizesi ile peygamberlere inanıyoruz. O günkü ilmi seviye kitabın mucizesini ispatlama seviyesinde değildi. Bugün ise ilim peygamberlerin yerini almıştır. Geçmişte kitaplar peygamberlerin sünneti ile açıklanırken bugün ise Kur’an’ın mucizeleri ile peygamberlere inanılmaktadır.
Kur’an mucizeleri kitabımız Yenibosna çalışanlarının ele almasını bekliyor. Reşat Nuri Erol ile hazırladığımız kitabı ileride inceleyecek ve son şeklini verdikten sonra yayınlayacaksınız, www.akevler.org’da da yayınlayacaksınız, inşallah…
Kitabın ayetleri yani mucizeleri insanlığa anlatılacaktır. Bugün hemen hemen hepsi bilinir. Ama henüz bir kitap, bir ilim haline gelmemiştir.
الْمُبِينِ (2)
eLMuBIyNı (eLMuFGIyLı)
“Mübin.”
“Beyan etmek” demek ispatlamak demektir. Fıkıhçılar bu manasıyla çok kullanırlar. Beyyine müddeiye aittir. “Mübin” demek ispatlayan anlamındadır.
Yeryüzünde mübin olan tek kitap vardır, kendisinin ilahi söz olduğunu kanıtlayan tek kitaptır. İşte bundan dolayıdır ki haber olarak “mübin” marife gelmiştir. Bu kitabın ayetleridir, ispatlayanıdır, mübindir.
İkili ve üçlü sureler durumu tesbit etmiştir. Ne yapılması gerektiğini anlatmıştır. Bundan sonraki surede ise Kur’an’ın ilahi söz olduğu konular anlatılmış olacaktır varsayıyoruz.
YORUM
Ayet nedir? Bir sandığın içine bazı eşyalar koyarsınız. Üstüne etiket yapıştırırsınız. Siz güvenilen firmasınız. Sizin etiketinizi görünce satın alanlar şüphe etmezler, onun içinde onlar vardır diye alırlar. İşte, inanılır firmanın bu etiketi ayettir. Eve gider açar ve görür ki içinde olanlar üzerinde yazılanların tıpatıp aynısıdır.
Kitap Furkan’ın ayetleridir. İçinde Furkan vardır. Kitap Furkan’ın ambalajlısıdır, içinde olanların listesidir. Açarsınız, kitapta yazılanlar orada vardır. İsterseniz laboratuvara götürür onu tahlil ettirirsiniz, orada yazılanları kanıtlarsınız. Bu da mübindir. Bu kitap kanıtlanmış etiketli bilgileri içerir.
Peki, Kur’an’ın içeriğini kanıtlayan laboratuvar neresidir?
Kur’an’ın uygulamasıdır. 1400 senelik uygulama Kur’an’ı test eden laboratuvardır. Önce dünyaya nur olmuştur. İslam uygarlığı ve bugünün Batı uygarlığı Kur’an uygarlığıdır. Kur’an nazil olduğu zaman bu ayet sadece ifade idi. Bugün ise bu ifadenin gerçekleşmiş şekliyle karşı karşıyayız.
Batı dünyası Kur’an’dan öğrendiklerini gizleyerek beyanlarını kapatmaya çalışırsa da sadece Türkiye’de gerek Millî Görüş gerek Akevler gerekse bazı cemaatlerin uygulamaları onun mübin ayet olduğunu ortaya koymuştur.
Bundan 50 sene önce İslamiyet’i anmak ayıp sayılıyordu. Bugün dünyanın bir numaralı konusu İslamiyet’tir. Gelecek yüzyıldaki yıllar insanlığın Kur’an’a ve İslamiyet’e teslim olduğu yıllar olacaktır.
Virüsü sokağa çıkmamakla yenemezsiniz. Virüs sebebiyle sürekli olarak dışarı çıkmazsanız virüs sizi aç bırakır ve bir müddet sonra virüsten değil ama açlıktan ölürsünüz. Bugün geçici olarak sokağa çıkmamanız tedbir olabilir. Yoğun bakımda olabilirsiniz. Ama hasta yoğun bakımdan çıkarsa iyileşir. Yoksa bir müddet sonra yoğun bakımda ölür. Kur’an yani Kur’an düzeni yoğun bakımda kalmayı değil, yoğun bakımdan çıkmayı öğretir, yoğun bakıma girmemek için ne yapılması gerektiğini öğretir.
Öz Türkçe ile:
“Bunlar güven veren yazının kanıtlarıdır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bunlar mübin kitabın ayetleridir.”
TiLKa EAvYAvTu eLKiTAvBı eLMuBIyNı
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2)
***
لَعَلَّكَ
KaGalLaKa
“Umulur ki sen”
لَعَلَّkelimesi لَأَنَّden dönüşmüştür, nasih harftir. Öyle görünmese de öyle olan cümlelerin başına gelir. لِ emir için gelir. لَعَلَّhaber için gelir. Alınması beklenen haber sigasıdır. عَسَى ile mana yakınlığı vardır. عَسَى fiildir, ismi bekleyen, haberi beklenendir. لَعَلَّharftir, isim cümlesinin başına gelir isminin yapmasına imkan sağlar. Haber ise beklenendir.
لِ‘yi yapsınlar diye tercüme ediyoruz.
لَعَلَّ‘yi yaparlar diye tercüme ediyoruz.
Buradaki لَعَلَّكَumut etmektir.
بَاخِعٌ نَفْسَكَ
BAPıGun NaFSaKa
“Nefsine bahi’”
بَخِيق bir gözü kör kimsedir.
بَخْع üzüntüden zayıflamış, hasta olmuş, çok üzülmüş anlamına gelir.
بَاخِعpeş peşe ekimden dolayı yıpranmış tarla demektir.
ب geçiş, خ çökmek, harap olmak, ع etki etmedir.
بَاخِع kelimesi ‘kendini yıpratacaksın’ demektir.
Bizim görevimiz üzerimize düşeni yapmaktır. Sonuçlardan biz mesul değiliz. Kurallara uygun hareket etmişsek bizim sorumluluğumuz biter. Çünkü olaylar ortak hareketin sonucudur. Birisinin görevi yapması ile beklenen sonuca varılamayabilir. Hepimiz yapalım diye hareket edersek hiçbir şey yapılamaz. Hepimiz üzerimize düşeni yaparız. Bir kısmında sonuca ulaşılır, bir kısmında sonuç elde edilmez. Allah bizi de sonuçlardan değil davranışlarımızdan sorumlu kılar. Toplulukta sorumluluk kurallı hareket edip etmemeye bağlıdır. Sonuçtan biz değil düzen sorumludur.
أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3)
EaN LAv YaKUvNUv MuEMiNIyNa (EaN LAy YaFGaLUv MüFGıLIyNa)
“Mümin olmuyorlar diye”
Biz insanlardan mümin olmalarını bekleriz. Oysa iman farzı kifayedir. Gönüllüler asker olur, gönüllüler güvenliği sağlarlar. Şimdi siz ortaklık düzeninin gönüllülerisiniz. Bu görevi kendiniz aldınız. Farzdır ama farzı kifayedir.
Farzı kifayelerde iki kural vardır. Eğer kimse yapmıyorsa herkese farzdır, herkes sorumludur. Kimileri yapıyorsa farz diğerlerinden sakıt olur. Bu birinci kuraldır. İkinci kural ise farzı kifayeye katılanlara artık farzı ayn olmuştur. Canı sıkıldı diye bırakamaz. Şah damarını koparırız diyor, Allah. İmandan dönüş yoktur.
Mümin olanlar bütün Müslimlerden iman beklerler. Bu yanlıştır. Müslimler müminleri çıkarları sonucu desteklerler.
Biz Yalova’da Ar-Ge ortaklığını kurmuşuzdur. Onlara inşaat yapıyoruz. Yerler alıyoruz. Bir kısmı ucuz evler elde edecekleri için ortak oluyorlar. Müminler ise buralardaki işlerde çalışıyorlar ve emeklerinin payını alıyorlar. Onunla da topluluğa hizmet ediyorlar. Hicret edip fiilen çalışanlar mümin, ortak olanlar Müslimlerdir. Yenibosna hicret merkezidir. Medhal hicret merkezidir. İzmir Akevler hicret merkezidir.
Müminlerin bir araya gelip bir yerde toplanmaları gerekir. Orada bizim yaptığımız gibi Kur’an seminerlerini yapmaya devam ederler. Örnek işletmeler kurarlar. Müslimler bulundukları yerden desteklerler. İşletmelere sermaye koyarak ortak olabilirler.
YORUM
Birinci Kur’an uygarlığı ile ikinci Kur’an uygarlığı arasında temel farklar vardır.
Birinci Özellik: Birinci Kur’an uygarlığı merkezi çalışma ile oluşmuştur. Resul’ün etrafında toplananlar kurmuşlardır. İkinci Kur’an uygarlığı ise dağınık çalışmalar sonunda oluşacaktır. Birbirinden farklı çalışanların birleşmesiyle ikinci Kur’an uygarlığı doğacaktır. Birinci Kur’an uygarlığı farklı mezhepler oluşturmuştur. İkinci Kur’an uygarlığı farklı mezheplerin birleşmesi ile doğacaktır. Hepimiz ayrı ayrı çalışacağız. Sonunda uzlaşacak, birleşecek ve ikinci Kur’an uygarlığını kuracağız.
İkinci Özellik: Birinci Kur’an uygarlığında iletişim imkânları azdır ayrı ayrı çalışmalar birbirlerine etki etmemiştir veya az etmiştir. Şimdi ise herkes ayrı ayrı çalışıyor ama her grup bilinçsiz de olsa diğer gruba etki ediyor. Dolayısıyla görünürde çalışmalar farklıdır ama birbirlerine etki etmektedir. Şimdi görünen dağınıklığa bakılmaması gerekir. İçten içe kendiliğinden birbirlerine etkiler vardır ve üçüncü binyıl uygarlığı tüm insanlık olarak birlikte oluşturulmaktadır.
Üçüncü Özellik: O günkü şartlarda insanlığın uygarlaşması asırlara ihtiyaç duymuştur. O günkü imkânlar, ulaşım ve haberleşme imkânları bugünün binde biri kadardır. Dolayısıyla üçüncü binyıl uygarlığı çok kısa zamanda olgunlaşacaktır. Yine genetik ömrünü yaşayacak ama çok zengin bir şekilde yaşayacaktır. Dolayısıyla semt kooperatiflerinin kurulması çok yakındır. İkinci Kur’an uygarlığı yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında, Allah’ın ref’ edilmesine izin verdiği binalarda oluşacaktır. Yüz villalı ahşap dinleme evlerinde ve seralarında yayılacaktır.
Dördüncü Özellik: İkinci Kur’an uygarlığının başka bir özelliği de şudur. İnsanlığın girmiş olduğu çıkmazdan Kur’an çıkaracaktır, Kur’an’ın ilahi söz olduğu fiilen ispatlanacaktır. Birinci Kur’an uygarlığı yeni medeniyeti doğurmuştur. İkinci Kur’an uygarlığı yeni medeniyeti doğurmayacak, yeni medeniyetin yani sanayi medeniyetinin sorunlarını çözecektir.
Üçüncü binyıl medeniyeti gönüllü görevlilerin medeniyeti olacaktır.
Herkes sabretsin, işler iyi gitmektedir.
Öz Türkçe ile:
“Güven verenler olmuyorlar diye kendini bitireceksin.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Mümin olmuyorlar diye nefsini bahi’ edersin.”
LaGalLaKa BAvPıGun NaFSaKa EalLAv YaKUvNUv MuEMiNIyNa
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3)
***
إِنْ نَشَأْ
EiN NaŞaE (EiN NaFGaL)
“Meşiet etsek”
إِذَاgelirse meşiet edeceğiz anlamı çıkar. إِنْ gelirse ederiz veya etmeyiz olur.
“Meşiet etmek” bir şeyin olmasını planlamaktır, “irade” ise onu icra etmek demektir.
Allah meşiet eder mi?
İrade sahibi olduğuna göre her zaman meşiet eder. Gerçi O’nun değişmez kanunları vardır ama kanunları değiştirmez demiyor, sen onlarda değişiklik bulamazsın diyor. Bizi o kanunlar içinde yaratmıştır. Kurallarından dönmez ama O yeni karar almaz veya alamaz anlamında değildir.
نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ
NuNazZiL GaLaYHiM (NuFagGıL GaLaYHim)
“Onlara tenzil ederiz”
Nüzul inmek demek değildir, konmak demektir. “Menzil” gidilen mesafedir.
Türkçede “indirmek” orasını boşaltmak için kullanılır. Bugün burasını doldurmak için kullanılır. Arapçada orasını boşaltmak için تَخْلِيَة kullanılır.
“Üzerlerine indirmek” demek görev vermek, onlara yük yapmak demektir. “İstesek bunu yaparız.” diyor. Allah emri semadan tedbir eder (Secde 5) ayetiyle yeryüzünün yönetiminde semadakilerin rolünün olduğunu ifade etmiş olur.
مِنَ السَّمَاءِ
MiNa elSaMAvEi (MiNa elFaGAvLı)
“Semadan”
Ayetin semadan inmesi ne demektir?
Yağmurun semadan gelmesini anlıyoruz ama ayetin semadan inmesini nasıl anlayacağız? Tanrı göktedir de oradan mı bize kitapları indirmektedir?
İlahi kitaplar semavi kitaplardır.
آيَةً
EAvYaTan (FAvGıLaTan)
“Bir ayet”
آيَة doğadaki delildir. Bizim bilgimizin çoğu semadan gelen ışıktır. Yeryüzünü bile semadan yansıyan elektromanyetik dalgaları ile biliriz. İlmi delillerin hepsi birer ayettir. İkinci ayet de mucizelerdir.
İlk insandan itibaren insanlar Tanrı’yı gökte bilmişler, gerçeği orada aramışlardır.
Kur’an’ın gökten geldiğine dair bir işaret yoktur. O halde buradaki ayet Kur’an ayetleri değildir. Allah isteseydi bir haliyle görünür ve insanları kendisine inanmaya mecbur ederdi. Allah insanları özgür kılmak için kendisini görünür yapmamış, insanlar iradeleri ile hareket etsinler, Tanrı’nın halifesi olsunlar diye kendisini gizlemiştir.
فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ
Fa JalLaT EaGNAvQuHuM
“U’nukları zell etti.”
ظِلّ gölge demektir. Ancak her gölge serinleten gölge değildir. Serinleten yani bizim anladığımız anlamda gölgelendiren ظَلِيل kelimesidir. Bu nedenle Kur’an’da gölgelendiren gölge terimi kullanıldığı gibi ateşten gölgelik terimi de kullanılır.
ظللKur’an’da 33, ظنن 69 defa geçer. 102 (2*3*17) eder.
ظkaranlığı, ل ise belirliliği ifade eder.
ظلل yardımcı fiildir, bir işin içinde olmak demektir.
فَ cevap “Fa”sıdır.
Biz isteseydik onları ikna eden ayet indirirdik.
السَّمَاءِ kelimesi mecazdır. İki âlem vardır. Beynimizin dışındaki âlem. Beynimiz onu algılar ve ruhumuzda ona göre etkilenme olur. Bir de rüyada olduğu gibi dış etkisi olmadan beyinde oluşan devreler insanda belli görüşler oluşur ona göre hareket eder. السَّمَاءِ dendiği zaman dışarıdan etki almaksızın beyinde olayların oluşmasıdır. İnsanda dış etki olmaksızın yine de olaylar nasıl cereyan eder? Beynimize bizim ruhumuz etki ettiği gibi melekler, cinler, diğer ruhlar da etki ederler. Allah doğrudan kendisi de beyne etki eder, ilham ve/veya vahy eder.
رَقَبboynun yan taraflarıdır. عُنُقise ensedir. İnsanda iki sinir merkezi vardır. Biri beyindir, biri de omuriliktir. Omurilik ile beyin arasında bağlantı ensenin içinde olur. Dolayısıyla عُنُق aynı zamanda bu merkezi ifade eder. Beyinde oluşan kararlar bu merkez vasıtasıyla omurilik sistemine ulaşır. Biz isteseydik beyne etki eder, beyin de omurilik aracılığıyla onlara istediğimizi yaptırırdı.
لَهَا خَاضِعِينَ (4)
LaHAv PAvWıGIyNa (LaHAv FAvGıLIyNa)
“Ona hazi’ olurlar.”
خَاضِعَة eğik başlı hayvan demektir.
خَيْضَعَة savaş meydanı demektir.
Savaşta olduğu gibi değişik seslerin çıkarılmasına “Hudu’ denir. Bu tür sesler korkutmak veya teşvik etmek için çıkarılır. Kışkırtmak anlamına da gelir.
خçökmeyi, ض katlanmayı, ع etkiyi ifade eder.
Savaşın bir psikolojisi vardır. Kitlesel ruh hâkim olur ve insanlar akılları ile değil sosyal etkilerle hareket ederler. Kur’an’da iki yerde geçer; biri burada, biri de kadınların yabancı erkeklerle konuşurken hudu etmemeleri (Ahzab 32) emredilir. İnsan düşüncelerine iki etken vardır. Biri cinsel etkidir, akrabalıktır, neseb veya sıhri hısımlıktır. Diğeri ise savaştır. İnsanlar buralardan sosyal etki alırlar ve uygarlık bunlar üzerinde kurulur.
خَضُوع insandaki sosyal meyildir. Biz psikolojide buna “ünsiyet” dedik. Bu da akrabalık ve savaş meyilleridir.
YORUM
Yeryüzünde olan iyilik veya kötülük hepsi Allah’ın iradesi ve takdiri ile olur. Aslında kötü bir şey yoktur. Kişinin insanı haksız yere öldürmesi genelde haktır, öldürenin asılması da haktır yani genelde iyidir. Cennet de haktır cehennem de haktır, genelde iyidir. İnsanların kendi iradeleri ile cennete veya cehenneme gitmeleri de haktır. Böylece Allah insanlara özgürlük sağlamıştır.
Akdemir’e göre kişinin insanı haksız yere karşılığını göze alarak öldürmesi hürriyeti vardır.
Allah böyle bir düzeni ortaya koymuştur. Onu sorgulamak bizlere düşmez. Bizim yapacağımız şey kurulmuş nizam içinde bize düşen görevleri yapmaktır, başkalarına şeriat içinde davranmaktır. Takdiri ilahi olduğu için de kimseye düşmanlık etmemektir. Suçun cezası ne ise şeriat neyi takdir etmişse onu yapmaktır.
Ülkemizin terör ile ilgili ciddi sorunları vardır. Bunlar genelde dış mihraklıdır. O nedenle PKK ile PKK’lıları, Gülen ile Gülencileri birbirinden ayrı düşünmek gerekir. Kandırılmış mensuplarını onların ellerinden kurtarmak gerekir. Bir diğer husus silahlandırılmış terör örgütü olan PKK ile silahsız örgüt olan Gülenciler de aynı statüde düşünülemez. Gülenciler silahlı örgüt olarak teşkilatlanmamışlardır. 15 Temmuz ise Gülencilerin bir kısmı tarafından ordunun harekete geçirilmesidir. Gülen ve bir kısım üst yöneticileri işin içinde olsalar bile diğerleri istismar edilmiş, kandırılmış Nur şakirtleridir. Elbette Gülen ihanet etmişse yargılanır ve cezalandırılır ama asıl suçluların dışındaki Risale-i Nur şakirtlerini hapse doldurmak, mallarına el koymak, okulları, bankaları, gazeteleri, televizyonları susturmak yanlıştır. Eşya suçlu olmaz. Kim suçlu ise cezaların şahsiliği kuralı gereği ona ceza verilmesi gerekir. Ortada kalmış mallara ve işletmelere kayyum atanması doğrudur ama kayyum Zaman gazetesini sürdürememiş, sonunda kapatmıştır; oysa kayyum gazetenin tirajını artırmalı veya asgari olarak korumalı idi. Bir kısım suçsuz yazarları hapse koymak da doğru olmamıştır.
Halife Ömer en zalim bir İslam düşmanı iken sonra İslam’ın bir veya iki numaralı Müslümanı olmuştur. Mekke fethinden sonra insanlar öldürülmemiş, hapishanelere doldurulmamıştır.
Öz Türkçe ile:
“İstersek onlara gökten bir kanıtindiririz de boyunları ona eğilir olur.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Meşiet edersek onlara semadan bir ayet tenzil ederiz, u’nukları ona hazi’ olarak zell eder.”
EiN NaŞaE NuNazZiL GaLaYHiM MiNa elSaMAvEi EAvYaTan Fa JalLaT EaGNAvQuHuM LaHAv PAvWıGIyNa
إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (4)
***
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ
Va MAv YaETiyHiM MiN ÜiKRiN (Va MAv YaFGıLuHuM MiN FiGLin)
“Ve onlara hiçbir zikr ityan etmedi”
Kur’an’ın dört adı var. Biri Kur’an’dır. Kurralar tarafından okunan sözlerdir. İnsanlara konuşma diliyle ifade eder. İnsanları düşünmeye götürür. Mealler Kur’an’ın zikir tarafını bize iletirler. Kitap Arapçadan başka harflerle yazılmaz, namazda okunmaz, abdestsiz ele alınmaz. Mealli mushaflar hem mealleri için alındığından hem de zorluk olmasın diye sadece meal kısmını abdestsiz de okuyabiliriz.
Lütfi Hocaoğlu’na göre Kuran’a abdestsiz dokunulur. Abdestsiz dokunma ile ilgili olan ayette abdestle ilgili bir delil yoktur. Orada mutahherun geçmektedir. Mutahherun ism-i mef’ûldür. Temizlenilenler demektir. İsm-i mef’ûl olduğu için kendileri başkası tarafından temizlenilenlerdir. Buradaki temizlik su ile temizlik değildir.
ذِكْر nekre gelmiştir yani Kur’an’ın kendisi değildir, ondan anladığımız manalardır. Kur’an’ı herkes kendisi okur ve anlar, çok büyük etki yapar. Daha önce gelenek Müslümanı değilken yahut reyb içinde iken Kur’an’ı mealiyle okuyunca bile insanda ani değişiklik yapar. Daha önceki görüşleri terk ettirir inanmayan inanmaya başlar.
Sure طسمile başladı. Şimdi de zikirden bahsetmektedir. Zikrin meallerin tercümesi olabileceğine de işaret vardır. Harfi atıfla devam etmektedir. Bunlar mübin ayetlerdir. Onlara Kur’an’dan değil de kitaptan bahsetti. Çünkü tercümeler kıraatten değil de kitaplardan yapılmalıdır. Araplar da günlük dillerine tercüme etmelidirler.
Arapların uygarlaşamamalarının başlıca sebebi şudur. Arapların Kur’an Arapçasından başka yazı dilleri yoktur, Kur’an Arapçasını da anlayamıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir fark yoktur. Osmanlı medreseleri çok ileri dersler yaptılar ama iki şey eksikti. Günlük sorunlarda Kur’an’dan yararlanmadılar. Bir de Kur’an halka inemedi, onun yerine tarikatlar gelişmiştir.
Bu açıdan bakıldığında Harf inkılabı bütün olumsuzluklarına rağmen Türkiye’ye en çok yarar getiren inkılap olmuştur. İslam âlimleri o seviyede Kur’an’ı anlamaya başlamışlardır. Sonra halk da o sayede Kur’an’la tanışmıştır. 1950’lere kadar Kur’an meali hiç olmamıştır. Osmanlıca kenar tercümesi olan Kur’an basılmıştır ama medrese âlimi olan babamda bile olmamıştır. Komşu köyde birinde olduğunu duymuş ve bana satın almıştır. Düşünün koca nahiyede bir tane vardır. Şimdi İslamiyet’le ilgilenen herkes Kur’an’la meşguldür. Arapça bilmedikleri halde Kur’an’dan hem Arapça öğrenen hem de onu tercüme edenler vardır. Benim bildiğim Haydar Zengin bunlardan biridir, Mete Firidin bunlardan biridir. Hong Kong’da bir grup da tercümelerden Kur’an’ı anlamaya çalışmaktadırlar, sonunda Arapça öğrenmişler ve yorum yapar hale gelmişlerdir.
Lütfi Hocaoğlu’na göre Hong Kong grubu Arapçayı bilmemektedir. Kuran’ı da anlamaya değil anlamlarını Kuran’ın anlatmadığı şekillerde anlamlandırma çabası içindedirler.
مِنَ الرَّحْمَنِ
MiNa elRaXMAvNı (MiNa elFaGLAvNı)
“Rahman’dan”
Zikrin Rahman’dan olduğu ifade edilir.
Bundan önceki surenin (Furkan 25/63) sonunda عِبَادُالرَّحْمَنِifadesinin sekiz grubundan bahsedilmiştir. Rahman kamuyu temsil eder. عَبْد da görevli demektir. Demek ki bu sure de aynı konu üzerinde duracaktır. Batılı bir âlim, surelerin sıralanmasında Sahabenin hangi metodu takip ettiklerini incelerken biten surenin konusu sonraki surede başlar, buna göre yerleştirmişlerdir der. Sureleri buna göre indiren sıraya koyamazmış gibi yine akılları ile koyduklarını iddia eder.
Kur’an toplanırken hafızların bilgisinden başka hiçbir şey üzerinde durulmamıştır. Kur’an surelerinde bu özellik vardır. Surenin başında önceki sürenin sonu ele alınır, sonra gelen sure onun üzerine kurulur, bu da onun mucizesidir.
مُحْدَثٍ
MuXDaÇin (MuFGaLin)
“İhdas edilen”
Evet, Kur’an’ın zikri eskisini hatırlama değildir, kavramlar arasındaki ilişkileri bularak yerlerine göre yorumlamaktır.
Osman Eskicioğlu Erzurum’da doktora yaparken, İslam ekonomisi üzerine 700 sayfalık ilmi bir eseri doktora tezi yazmıştır. Prof. Dr. Sebahattin Zaim doktora danışmanıdır. Tez savunmasında diğer iki üye olan Prof. Dr. Ali Şafak ve Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı hocaları Sebahattin Zaim’e karşı ‘hayır’ oyu vermişler ve doktorasını kabul etmemişlerdir. Raporlarında arazinin işletilmesinde ortaklık olmaz, işleten tek sorumlu olur, çünkü kadını araziye benzetmiş, ayrıca bu ifade eski kitaplarda yoktur deyip ret gerekçesi olarak yazmışlardır. Bu tez internet sitemize mutlaka konulmalıdır. Okunup incelendiğinde nereden nereye gelindiği hemen anlaşılır. Bu iki dostumuz çok samimi Müslümandırlar ama Osmanlı mantığı maalesef böyle öğretmiştir. Akevler’in birçok tezleri reddedilmiştir. Akdemir otuz sene sonra, on kadar tezi reddedildikten sonra ancak doçent olabilmiştir.
Reşat Erol, Osman Eskicioğlu’nun oğlu Sinan Eskicioğlu ile görüşmüştür. Tez bilgisayara aktarılmaktadır. Hazır olunca www.akevler.org da Akevler Kitaplar bölümüne konulacaktır.
Adil Düzene karşı çıkılıyor. Neden?
Muhdestir diye, daha öncekilerin söylediğini söylemiyor diye. Kur’an bunu bize bildiriyor. Nasıl sürtünme kuvveti bize engel bir kuvvettir ama sürtünme olmasa ilerlenemez. İşte bu tür direnmeler de yerindedir. Onlar direndikçe bizler hem varsa hatalarımızı düzeltir hem de daha da güçlü hale geliriz. Ayrıca bizler de yanlışlar yapmış olabiliriz. Böylece bizlere fayda sağlamış olarak onlar da görevlerini yerine getirmiş olurlar.
Birçok cemaat ve Gülenciler hatalar yapmışlardır; elenip gidecekler veya düzelecekler. Akevler hata ettiklerini defalarca söylemiştir. Elli sene sonra da olsa doğru yolda olduğumuz ortaya çıkıyor ve şimdilerde sizler devam ediyorsunuz.
إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5)
EilLAv KAvNUv GaNHu MuGRiWIyNa (ilLAv FaGaLUv GaNHu MuFGıLIyNa)
“Ondan mu’riz olmaları dışında.”
“İraz etmek” yan çizmek demektir, yüz çevirmek demektir. Araştırma iraz değildir, araştırmama irazdır. Bir kimseden bizim saçımıza sakalımıza bakıp söylediklerimizi kabul etmelerini istemiyoruz. Tam tersine; gelin, bizimle tartışın, bizim yanlışlarımızı ortaya çıkarın, eksiklerimiz tamamlansın diyoruz.
Akevler.org dergisi/sitesi bunun örneğidir. Biz, bizim görüşlerimize aykırı olsa da hatta hakaret etseler bile ses çıkarmıyoruz. Yayınlamama yetkimiz yoktur. Hakemlere gidebiliriz ama gitmiyoruz. Bir bakkalda hep içki, esrar, domuz eti satılsa ama orada ekmek de satılsa, biz gider oradan ekmek alıp yeriz. Bir bakkalda haram olan hiçbir şey satılmasa ama sigara satılsa sigarayı alıp içmeyiz.
İşte, iraz edenler ne yapıyorlar; işlerine gelmeyeni duymamak için ilgiyi kesiyorlar.
Yeni Akit Gazetesi sahibini yıllar önce Reşat Erol ile ziyaret etmiş, tebliğ yapabilmem için bana gazetende haftada bir yarım sayfa ayır demiştim. Gazetem kapanır dedi ve dergi çıkarılırsa destekleyeceğini söyledi. Yıllar sonra kendileri Reşat Erol’dan yazmamı istediler. Ben de www.akevler.org’daki yazılarımı gönder dedim. Yazılarım yayınlandı ve beş bin, on bin okurum oldu. İki yıl sonra yazılarım yayımlanmaz oldu!
Biz işte bunu istemiyoruz. İstediğimiz şudur. Bizim yazımızı yayınlasınlar ve bizi eleştirsinler ve muhalefet etsinler de yararlanalım. Fehmi Koru da basın özgürlüğünü savunuyordu ama benim yazılarımı yayınlayamıyor. Kendisi de bugünlerde beklemede…
YORUM
Allah bize diyor ki “Onları iraz ettiren biziz, şimdilik sizin etrafa yayılmanızı istemiyoruz, eksikleriniz var, yanlışlarınız var. İnsanlar şayet şimdi sizi öğrenirlerse onu uygulamaya kalkarlar, yanlış uygulandığı için başarısızlığa uğrarlar, sistem yanlış olur.”.
Dolayısıyla hatalı uygulamalar başarıya ulaşmaz.
Demokratların (DP) geleneği kaç parti kapatıldı. Ama CHP varlığını sürdürüyor. MHP varlığını sürdürüyor. Çünkü onlar İslam adına siyaset yapmıyorlar. İslam adına siyaset yapanlar hep kaybediyorlar ama İslamiyet hep kazanıyor. Millî Görüşçüler şimdi iktidarda değildirler ama dünyaya hükmedenlerin birinci sorunu Millî Görüşçülerin düzenidir.
O halde bizim görevimiz dünyayı Müslüman etmek değildir, dünyayı adil düzen yapmak değildir. Bizim görevimiz adil düzeni bulmak ve uygulamaktır. Onların itirazları buradan gelmektedir.
Bu husus iyi kavranmalıdır.
Biz Yalova’da -bir tane de olsa- yüz lojmanlı işyeri apartmanı kurup da bir semtte Adil Düzene göre yaşamaya başladığımızda, Allah onlara susun diyecek ve bizim bir şey yapmamıza gerek olmadan üçüncü binyıl ortaklık düzeni gelecektir.
Bir patron hizmetçisinden şikâyet ediyormuş, her gün benden para istiyor diyor. Muhatap da o kadar da olmaz, her gün para istenir mi? Neden her gün istiyor? Diye sormuş. Patron cevap vermiş; hiç vermiyorum da ondan demiş.
Biz de hep aynı şeyi söylüyoruz. Çünkü daha uygulamalı olarak duyuramadık. Sabredelim; ben göremesem de sizlerin çoğu görecektir. Hatta gelişmeler o kadar ki neredeyse ben dahi görmüş olacağım.
Öz Türkçe ile:
“Ve onlara Yaşatan’dan yeni bir anış gelmez ki onlar yan çizmemiş olsunlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onlara Rahman’dan hiçbir zikr ityan etmez ki ondan mu’riz olmasınlar.”
Va MAv YaETiyHiM MiN ÜiKRiN MiNa elRaXMAvNı MuXDaÇin EilLAv KAvNUv GaNHu MuGRiWIyNa
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5)
***
فَقَدْ كَذَّبُوا
Fa QaD KazÜaBUv (Fa QaD FagGaLUv)
“Şimdi tekzib ettiler”
فَ peş peşe olan olayların arasında gelir, zamanda sırayı ifade eder yahut ilerde olacakları şimdi cereyan eden olay varsa onunla bildirir. Tarlayı ektiyseniz buğdayı aldınız demektir sözünde ekmenin almanın sebebi olduğunu ifade etmiş olur. Bir olayı açıklayacaksanız şu olayın sonucu bu oldu diyecekseniz yahut oluyor diyecekseniz beyan Fa’sı olur. Şartlarda cevap Fa’sı gelirse şartın tekerrürü ile cevabında tekerrür edeceğini ifade eder.
Geçmişte olmuş olay bugün de devam ediyorsa قَدْجَاءَderseniz, geldi şimdi buradadır demektir. فَ ile beraber gelince daha önceki cümledeki olayı tahsis eder. İraz etmek demek kulak vermemekle tekzib etmiş olduklarını ifade eder. Söylediğini kabul etmiyorum, yanlıştır veya yalandır demek tekzib değildir.
“Tekzib etmek” demek söylediklerine kulak vermemek, değerlendirmemek demektir.
Bugün insanlık bizi tekzib ediyor. Sokağa çıkma yasağı ile sorun çözülmez. Biz bu yasağa uyarız ama onlara diyoruz ki; savaştan kaçmakla savaş kazanılmaz. Askerlikte bir kural vardır, savunma ile savaş kazanılmaz, savaş taarruzla kazanılır. Savunmayı yapmayalım demiyoruz ama savunma ile savaş kazanılmaz.
Başta semt kooperatifleri kuralım, herkes kendi semtinde çalışsın ve yaşasın. Böyle temaslar kontrollü sağlanır. Etkilemeden temas azaltılır. Haberleşmeyi ve nakliyeyi ucuzlatalım, insanlar buluşmak zorunda kalmasınlar. Mallar kargo ile ucuz şekilde gitsin. Görüşmeler aracılar tarafından sağlansın, ticareti tekelsiz rekabet tüccarları yapsın. Savaşta, zelzelede, bulaşıcı hastalıklarda, yangınlarda ve benzeri her türlü afette de insanlar çalışmalarını sürdürsünler. Biz bu amaçla elli sene evvel Akevler’i kurduk.
Desteklemek yerine bizi tekzip ettiler. Söyletmemek için, bizim kendi köyümüzde bile yapmamamız için akla hayale gelmeyen baskılar uyguladılar. Mallarımıza el koydular.
Tekzip işte budur.
فَسَيَأْتِيهِمْ
Fa SaYaETIyHiM (Fa Sa YaFGıLuHuM)
“Yakında onlara ityan edecek”
Bundan önceki sure (Furkan 25/77) فَسَوْفَيَكُونُلِزَامًاolarak bitmişti. Burada da سَ ile başlar. سَ yakında dünyada demektir. فَ harfi ile gelince hemen değil biraz sonra anlamındadır. فَ harfi سَ‘den önce de سَوْفَ‘den önce de gelir. Olay yakın veya uzak zamanda etkisini gösterir demektir, hemen göstermez demektir.
Yukarıda yaptığım açıklama teyit ediliyor. Ertelenmesinin iki hikmeti vardır.
Biri, biz hazır değiliz, bize zaman kazandırır, onları oyalar, bizim hatalarımızı ortaya koyup bizim yanlış yapmamızı önler.
Diğeri de onlara zaman kazandırır, tövbeye imkân verir. Yarın, bize zaman tanımadın, bize imkân tanımadın demesinler diye de onlara imkân tanınır ve zamanı hibe eder. Bize de imkânlarımızın kıtlığı sebebiyle mazeretimiz olsun da cehennemde olmayalım diye.
أَنْبَاءُ
EaNBAvEu (EaFGAvLu)
“Nebeleri”
Geçmişte olan olayları illetleri ve hikmetleri ile anlatmak nebedir.
İbni Haldun’a (*) gelinceye kadar yazılan tarih kitaplarında sadece olaylar anlatılıyordu. İbni Haldun Mukaddime isimli eserinde olayların illetlerini ve hikmetlerini anlatır. Batı’da Mukaddime eserine dayalı olarak Sosyoloji ilmi doğmuştur, Ekonomi ilmi doğmuştur. Adam Smith, Durkheim, Marks ve daha başkaları onu izlemişlerdir. Gelecekte geçmişin ve bugünün tarihi de buna göre yazılır.
Üçüncü binyılı Seyyid Kutup, Mevdudi, Hamidullah, Bediüzzaman, Süleyman Tunahan gibi âlimler hazırlamışlardır. Akevlerin etkisinde Prof. Erbakan dünyaya duyurmuştur. Gülen bile bütün hatalarına rağmen bu duyurmada etkili olmuştur. AK Parti ise şimdi bambaşka uluslararası bir rol oynuyor. Gorbaçov, Putin, Obama da damgasını vuranlar arasındadır. Trump da bunların yanında yerini alabilir. Bunlar neler yapmışlardır? Cumhuriyet kuranların rolü ne olmuştur? Bütün bunlar yazılacaktır. Kenan Evren’in de nerede durduğu yazılacaktır. Bunlar gelecekte yazılacak tarih kitaplarında yerlerini alacaklardır.
Görülecektir ki -örnek olarak- Türkiye devletinin yaptığı inkılapları bunlar yapmamış, Allah onlara görev vermiştir. Hepsi görevlerini yapmışlardır. Kimileri kerhen yapmışlar cehenneme giderler, kimileri de tav’an yapmışlardır cennete giderler. Sizler bu kervana tav’an katılıyorsunuz. Karşı duranlar da görevlerini kerhen yapıyorlar.
مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6)
MAv KAvNUv BiHIy YaSTaEZiEUvNa (MAv FaGaLUv BiHIy YaSTaFGıLUvNa)
“İstihza ediyor oldukları”
مَا ile başlayan cümle muzafun ileyhtir, أَنْبَاءُ muzaftır (tamlayandır). مَنْdemiyor, مَاdiyor. İlerde yazılacak tarih üçüncü binyılın nasıl olduğunun tarihi olacaktır. Uygarlığı getirenlerin kahramanlık tarihi olacaktır. İstihza eden kimseler anlatılmayacak, istihza edilen olaylar anlatılacak. Sosyoloji gelişecek ve tarih İbni Haldun’unkinden daha ileride bir tarih olacaktır.
Üçüncü binyıl uygarlığı Nuh tufanına benzer tufan sonrasında değil, komünizm tufanı sonrasında kurulacak, faiz tufanı sonrasında kurulacak ve denizde boğulan da faizli karşılıksız para putu olacaktır, ekseriyet sistemi putu olacaktır.
“İstihza” هزء kökünden oluşmuştur. Meyvelerin dökülmesi için dalları sarsmak هَزّetmedir. İstihza etmek istifal babından gelir. Olayları sarsıp kendi lehlerine çevirmek istihzadır. Sermaye’nin mahareti vardır. “Çin virüsü” ifadesi istihzadır. Belki virüsü kendileri üretmemişlerdir ama üretilen, bulaşan virüsü kendilerine mal etmişler ve dünyayı sarsmışlar, kendilerine çevirmişlerdir. Bir taraftan Çin’e fatura etmişler diğer taraftan derin gücün yaptığını söyleyerek insanlarla istihza etmişlerdir, etmektedirler. Örneğin Rus uçağını düşürtüyor, ondan sonra Türkler düşürmüş oluyor.
YORUM
Her şeyden önce bu virüs sıradan bir virüstür. Teşhisi kendisinden başkası yapmadığı için sıradan öksürükler Çin virüsü oluyor. Şimdi Dr. Lütfi Hocaoğlu’na soralım. Hastaneler virüslü hastaları tedavi ediyor. Teşhisi kim koyuyor? Hastane kendi laboratuvarlarında teşhis koyuyor mu; yoksa Ankara’ya gönderiyor, Ankara da Londra’ya gönderiyor ve kararı onlar mı veriyor? Tanı kurallarını Avicenna Hastanesi kendisi koyuyor mu yoksa Sermaye istediği belirtiye Covid-19 hastalığı mı diyor? Sayın Sağlık Bakanı’na da soruyorum: Bana sokağa çıkma yasağı koyuyorsun, güzel, ben de yasağa uyuyorum. Neden hastalarını hazır Şehir Hastaneleri’nde doğrudan kendin teşhis ve tedavi etmiyorsun?!.
(Tanı Türk hastanelerinde konuyor. Tedavi de Türkiye’nin kendi yöntemleri ile yapılıyor. Dr. Lütfi Hocaoğlu)
İlerde Şehir Hastanelerinin Türk tababetini batırmak için geliştirildiğinin hikâyesi yazılacaktır. Gayenin Türkleri tedavi etme değil hasta etme olduğu da yazılacaktır. Uygulayıcıların maalesef bundan haberi yok gözüküyor.
Dünya ile Sermaye her olayda istihza eder. Trump’ın seçiminde Sermaye hile yapmıştır. 15 Temmuz’da mağlup olunca Bayan Clinton’ı değil de Trump’ı başkan yapmak istemiş, kararını birden değiştirince seçimde hile yapmak zorunda kalmış, sonra da Ruslara fatura etmeye çalışmıştır. Şimdi de o faturayı kullanarak azletmek istiyor. Bunlar insanlıkla istihzadır, tarihle istihzadır. Yakında tarih kitaplarında bunlar okunacaktır. Bu Tanrı ile de istihzadır. Allah izin verdiği için istihza edebiliyorlar, bir bakıma görevlerini yapıyorlar. Bundan dolayıdır ki biz kişileri değil olayları eleştiririz. Erdoğan mademki başkanımızdır ona saygılıyız, oyumuzu ona veririz ama hakkı tavsiyeden de geri durmayız. Bakıyorum da herkes bana karşı duruyor. AK Partililer karşı, çünkü yaptıklarını eleştiriyorum. Diğerleri karşı, çünkü AK Partililerin yanındayım, kendilerini değil yapılanları değerlendiriyorum ve eleştirmiyorum bile. Bana karşı olanlar biliyorlar ki bana değil sözlerime karşıdırlar. Onu gizlemekle bize saldırmakla güneşi balçıkla sıvamaya çalışıyorlar.
Onlara haberleri gelecek dendiğine göre onlar helak olmayacaklar demektir. Tövbe edecekler ve yanımızda olacaklar demektir. سَ harfi bu olayın bu dünyada geçeceğini bildirir. Üçüncü binyıla sosyal tufan olmadan geçileceği müjdesi vardır.
Öz Türkçe ile:
“Şimdi yalanladılar. Yakında alaya almış olduklarının bilgileri onlara gelecektir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Tekzip ettiler. Onunla istihza ettiklerinin nebeleri yakında onlara ityan edecektir.”
Fa QaD KazÜaBUv Fa Sa YaETIyHiM EaNBAvEu MAv KAvNUv BiHIy YaSTaEZiEUvNa
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنْبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6)
***
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ
Ea Va LaM YaRaV EiLa eLEaRWı (Ea Va LaM YaFGaLu EiLay eLFaGLı)
“Arza re’y etmediler mi?”
Yirminci yüzyılın en büyük başarısı insanlığın neyi bilmediğini bilmesidir. 19’uncu yüzyılın insanı, ‘Ben her şeyi keşfettim, artık bilmediğim bir şey kalmadı’ durumunda olmuştur. Yirminci yüzyılın insanı, ‘Ben hiçbir şeyi bilmiyormuşum’ durumuna gelmiştir. Artık insan neyi bilmediğini biliyor. Tanrı’nın yaptığını biliyor ama nasıl yaptığını ve kendisinin ne olduğunu bilemiyor, bilemeyecektir. Canlıları biliyor ama canlıların nasıl var olduklarını bilmiyor, bilemeyecektir. İnsan rüya gördüğünü biliyor ama nasıl gördüğünü bilmiyor, bilemeyecektir.
Bu ayet bugünkü insan, özellikle Batı insanı için diyor ki; onlar görmediler mi arza yani yeryüzüne bakmadılar mı?
Nazar etmediler mi demiyor, re’y etmediler diyor. الْأَرْضَdemiyor da إِلَى الْأَرْضِ diyor. İlim gözü ile gördüler, beden gözü ile görmediler. يَرَوْا الْأَرْضَ dediğinizde yeri gözle görürsünüz, إِلَى الْأَرْضِdediğinizde ilim gözü ile görürsünüz.
كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا
KaM EaNBaTNAv FIyHAv (KaM EaFGaLNAv FIyHAv)
“Onun içinde nice inbat ettik”
كَيْفَ أَنْبَتْنَاdemiyor, كَمْ أَنْبَتْنَا diyor. Biz nelerin ne kadar inbat edildiğini biliyoruz ama nasıl inbat edildiğini bilmiyoruz, bilemeyeceğiz.
Kromozomları, virüsleri, DNA’ları biliyoruz ama bunların nasıl üretildiklerini bilmiyoruz. Biz ilaç buluyoruz ve virüsü etkisiz hale getiriyoruz, virüs de çalışıyor ve yenisini buluyor, daha çok hasar ediyor. Hani tıp gelişmişti? Hastalıkların kökünü kazıyacak hatta ölüme bile çare bulacaktı. Virüs bizden daha çok çalışmış olacak ki bizi dize getirmiştir.
Bu savaş kıyamete kadar devam edecektir.
Yine bugün biliyoruz ki canlılar bir bütündür, canlılık dengesi vardır, ne eksik ne de fazla, her şey yerli yerindedir. Yabani keçilerle kurtlar dengededir. Ne kadar gerekiyorsa o kadar kurt, ne kadar gerekiyorsa o kadar yabani keçi vardır. Vücut virüsü tedavi ediyor, bunu biliyoruz ama nasıl tedavi ettiğini bilemiyoruz; ileride öğreneceğiz.
Virüs Londra’da üretilmiş ise laboratuvarda üretilmemiş, laboratuvarda keşfedilmiş demektir. Virüs kendi kendini üretmiş buna karşılık görevliler çoğaltmış olabilir.
مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7)
MiN KulLi ZaVCin KaRIyMin (MiN KulLi FiGLiN FaGIyLın)
“Kerim zevcin küllünden.”
Canlılarda besin zinciri vardır. Tamamını bitkiler üretirler. Hayvanlar bitkilerin ürettiklerini tüketirler. O halde ikram eden hayvanlar değil bitkilerdir; bakteriler değil, virüsler değil, bitkilerdir. Dört çeşit canlı yapısı vardır; bitkiler ve hayvanlar, bakteriler ve kromozomlar yahut virüsler yani DNA’lar. Bunların içinde Güneş ışığından yararlanarak onu alıp depo eden yalnız bitkilerdir. Kerim olan onlardır. Bütün canlılar çifttirler, erkekli dişilidirler, bitkiler de öyledir. Besin üreten tek varlık bitki hücreleridir.
YORUM
Bundan önceki surede sekiz görevliyi anlatmadan önce semavatı ve arzı altı yevmde halk etti ayeti getirilmiştir, burada bitkilerin varlığından söz eder. Yirminci yüzyılın insanı bunları keşfetmiştir hem de münkir insanlar keşfetmişlerdir, Allah o münkirlerin gözlerine gerçekleri göstermiştir adeta sokmuştur.
Doğanın dengesi bozulmamalıdır. Ormanlar tıraşlanıyor ve ağaçlandırma yapılıyor. Bu yanlıştır. Ormanlar tıraşlanmamalıdır, olduğu gibi kalmalıdır, doğal yapısı bozulmamalıdır. Kendiliğinden ne yetişiyorsa o yetişmelidir. Biz sulayabilir, tohumlar serpebilir, ayıklayabilir, budayabiliriz. Sera içine alabiliriz.
Doğada koru alanları bulunur, hemen her bölgede bulunur, oraya her hayvan girebilir ama çıkamaz. Oradaki denge doğal olarak oluşur. Biz türleri ortadan kaldıramayız, onların sayılarını dengeleyebiliriz. Ormanlarda serbest bırakırız. Ayıları o alanların dışında öldürebiliriz. Canlılar arasında mücadele vardır. Yaşamamız için onların ölmesi gerekir. Nesilleri korunmalıdır. Bu da koruma alanları için geçerli olur. Balıklar için de koruma alanları ve mevsimleri olur. Haram aylar bunları düzenler.
Öz Türkçe ile:
“Yeri görmediler mi? Orada yararlı çiftin tamamından nice bitirdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Arza rey etmediler mi? Orada kerim zevcin küllünden nice inbat ettik.”
Ea Va LaM YaRaV EiLa eLEaRWı KaM EaNBaTNAv FIyHAv MiNKulLi ZaVCin KaRIyMin
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7)
***
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً
EinNa FIy ÜAvLıKa LaEAvYaTun (EinNa FIy ÜAvLiKa LaEaFGaLun)
“Burada ayet vardır”
Buradaki ذَلِكَişaret ismi زَوْجٍ‘e gider. Zevc oluşu bir ayettir. Canlılık varlığı onunla sağlanır. Ayet, canlıların kendilerini çoğaltmalarını ifade eder.
Hayvan ve bitki hücreler tek hücre dahil eşleşerek tek hücreli canlılar önce çift kromozomludan tek kromozomluya geçerler. Bölünen hücrelerden biri + (artı) elektrikli diğeri – (eksi) elektrikli olur, birbirlerini çekerler, hücre zarları delinir, birleşerek çift kromozomlu hale gelirler. Bakterilerde de benzer olay olur. Hücrede önce erkek bakteride + DNA’lar çoğalır ve hücre + yüklü hale gelir. Hücre zarıyla dengeler. Zar pozitif yüklüdür. Kutuplaşma hücreyi deler ve yarısını oraya aktarır. Döllenen hücre de pozitif olarak yüklenmişleri kendilerine çekerler, açıkta kalanlar, eşsiz kalanlar helak olurlar. Spermler de helak olur.
Böylece canlılık varlığını sürdürür. Ayrıca kromozomlarda da gen değişmeleri vardır, bu da kromozomlarda çiftleşmedir. Bakterilerde genler mevcuttur. Bir gende olan DNA’lar da değişebilir. Virüsler kromozoma eklenir ve çoğalırlar. Kromozomlarda olan gen değişiklikleri de çiftleşmedir. Virüsler hücreye genetik materyalini ekleyerek hücre tarafından yeni virüslerin üretilmesini sağlamış olur.
Kur’an burada eşleşmeye işaret eder. Virüs ve kromozomlar Kur’an’da مَا بَعُوضَةً(Bakara 2/26) olarak zikredilir. Hayat DNA’larla başlar. Ayetin (لَآيَةً) nekre ve tekil olması tüm canlılara hayat veren genlerin icazına işaret eder. DNA’larla yapılmış bir programdır. O programda benim daktilodaki tuşların basılı programı da vardır, bu üç-dört ayetten biridir. Cansız âlem canlı âlem ve ruhi âlem. Ayetin nekre olması bütün bunları anlatır. Cansızlardan tamamen farklıdır.
وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (8)
Va MAv KAvNa EaKÇaRuHuM MüEMiNIyNa (Va MAv FaGaLUv EaFGuluHüM MuFGıLIyNa)
“Ve ekserisi iman eden olmadı.”
İnsanlar iki çifte ayrılırlar, müşrikler ile kâfirler ve müslimler ile müminler. Müminler az müslimler çoktur. Müminler güveni sağlayan kimselerdir, müslimler ise iş yapanlardır. Ne kadar az insan emeğini harcayıp güveni sağlarsanız iyi asker olursunuz.
Bu ayet bize diyor ki; herkesin mümin olmasını beklemeyin. Seçkinler azdır. Onlar cennette de üst yerlerde olurlar. Diğer pek çok insan ise daha alt yerlerde kalır.
Adil Düzen müminlerle gelir ve müminlerle varlığını sürdürür. Kitleler ise Müslim kalırlar. Kur’an’dan önce iman görevi İbrahim Peygamberin zürriyetine verilmiştir. Şimdi talip olan herkese görev verilir. Ortaklık ekonomisi bunu sağlar. Kimse kimseye iş vermez ama işler düzgün yürür. Sıkıntı arz-talep kanunlarının çalışmamasında kendisini gösterir.
YORUM
Kurallara uyulduğunda ayetin manası budur. İlk müfessirler İslam-iman ayırımını yapmamışlardır. Ebu Hanife iman ve İslam birdir demiştir. Kur’an’ın ifadelerini anlayamadığı için müteşabih kabul etmiştir. Bugün Kur’an’ı güncelleştirmek isteyen çok kişi vardır. Kendileri çalışarak yapabilirler, şeyhleri yapabilir veya başkanları yapabilir. Onların bizsiz Kur’an’ı güncelleştirebilmeleri zordur. Bizsiz güncellemek isterlerse öncelikle Mümin-Müslim ayırımı üzerinde düşünmeleri ve bu ayırımı anlamlandırmaları ve ortaya koymaları gerekir.
Fıkıhçılar aslında bunu anlamışlar. Ne var ki yaptıkları şey şudur. Hıristiyanlara Müslim gibi muamele yapmışlar, yalnızca Kur’an Müslimlerini Mümin olarak kabul etmişlerdir. Tüm çıkmaz ve bin senelik din kavgası bu yanlış anlamadan doğmuştur.
İnsanlar eşittir diyorlar, ondan sonra yaşlılar ve çocuklar sokağa çıkamaz diyorlar.
Kadın ve erkek eşittir diyorlar, sonra kadına ayrıcalık tanıyorlar.
İnsanlar farklı kabiliyette yaratılmıştır. Dördü temel olma üzere 25 çeşit yeteneği vardır. Doğmamış ceninlerin yükümlülükleri yoktur. Ölmüş olan insanın bir hakkı yoktur. Genç insan bilgi ve beceride olgun gibi değildir. Yaşlı insan olgun insan kadar işe dayanıklı değildir. Akıl hastası baygın zorlanmış kandırılmış kimse de normal durumda değildir. Erkek kadın gibi kadın da erkek gibi değildir, farklı kabiliyetleri vardır. Türkiye’de Türklerle yabancılar arasında farklar vardır. AK Partili Hareket (MHP) partili gibi değildir, Hareket partili de AK Partili gibi değildir. Uyuyan, uyanık farkında olan gibi değildir. Sakat, sağlam/normal gibi değildir. Bilen ile bilmeyen eşit olmadığı gibi bunak ile aklı başında olan da bir değildir. Aciz ile emekli de farklıdır.
Çalışıp üretmede bunlar farklıdır. Görevleri farklıdır. Sorumlulukları farklıdır. Yetkileri farklıdır. Hakları da farklıdır. Herkes üretmede katkıları nispetinde pay alır. Ürünün yarısı kira payıdır, bunu da bütün insanlar ihtiyaçlarına göre bölüşürler. Eşitlik değil adalet vardır. Büyüğe büyük elbise dikersiniz, küçüğe küçük elbise dikersiniz. Kumaş ise aynı kalitede olur. Bir de kimsenin kimseye tahakküm hakkı yoktur, haksızlıklarda kısas vardır. Kısasta eşitlik vardır. Çocuğu öldüren büyük kimseyi öldüren kadar ceza alır.
Müminlerin hak ve görevleri farklıdır. Mümin olma hak değil görevdir. Kabiliyetlerine göre görevli ve sorumlu olurlar. Sadece mümin olup olmamakta özgürdürler. Kadınların görevi çocuk doğurmadır, erkeklerin görevi güvenliği sağlamak için savaşmadır. Kadınların görevi çocuk büyütmedir, erkeklerin görevi nafaka temin etmedir. Kadın ile erkek haklarda eşittirler ama görevlerde eşit değildirler. Kadınlar askerlik hizmeti yapmadan askerlik hizmeti yapan erkekler kadar yetkilere sahiptirler. Burada onların lehine tanınmış ayrıcalık vardır, onlar da isterlerse mümine olabilirler.
Öz Türkçe ile:
“Bunda bir kanıt vardır ve onların çoğu güven vermemektedir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bunda ayet vardır ve onların ekseri mümin değildir.”
EinNa FIy ÜAvLıKa LaEAYaTun Va MAv KAvNa EaKÇaRuHuM MüEMiNIyNa
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (8)
***
وَإِنَّ رَبَّكَ
Va EinNa RabBaKa (Va EinNa FaGLaKa)
“Ve Rabbin”
Bundan önceki ayet إِنَّ ile başlar, bu ayet de إِنَّ ile başlıyor. O halde bu ayet bir önceki ayete atıftır. Bunda ayet vardır. Rabbin de rahim aziz bulunmaktadır. Bu iki ayet bu surede 8 defa tekrar edilir. Ayetler nekre ama atıfsız, rahim azizdir marife olarak gelir. Nekre ayetler ayrı türü gösterir, marife rahim aziz birbirlerini atıfsız tekrar eder. “Ve” ile nekre ayete atfedilir. Rahim olan aziz rab tektir. O’nun ayetlerle ilişkisi ise çoktur. Sure böylece tasnif edilir.
Kur’an’ın usulüdür. Ayetler tekrar edilerek tasnif yapılır. Rahman Suresi’nde de bir ayette tekrar vardır (فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ). Lafız aynı olmakla beraber ayet kelimesi nekredir. وَ‘siz tekrar edildiğinden tekit için olabilir yahut ayet oluşları farklıdır.
Surede peygamberlerin mucizeleri anlatılır, her peygamberin mucizesi farklıdır.
Sure Kur’an’ın kitap olduğu ifadesi ile başlar. Onun mucize olması son nebiye verilen mucizedir. Sonra diğer peygamberlere verilen mucizeler anlatılır, rab sıfatı ile anlatılır. Rab dayanışma ortaklıkları ile tezahür eder.
Ayetler konuların sonuna gelir. الْعَزِيزُsonda geçer. Biri firavun için geçer. Diğeri ise tevekkül etme emrinde geçer. Bu surede sekiz ayette (68, 104, 122, 140, 159, 175, 191) tekrar edilir yani sekiz bölümde mucizeler beyan edilir. Bundan önceki surede وَهُوَ ile sekiz görevli anlatılmıştır. Burada da onlardan örnekler anlatılmış olabilir. O zaman iki surede paralellik var demektir. Biz bunun üzerinde durmayacağız. Siz ilerde iki sureyi karşılaştırarak bu husustaki varsayımın doğru olup olmadığını ortaya koyabilirsiniz.
لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9)
LaHuVa elGaZIyZu elRaXIyMu (La HuVa eLFaGIyLu eLFaGIyLu)
“O Aziz’dir Rahim’dir.”
Buradaki هُوَzamiri Rabb’e (رَبَّكَ) gider. Haber marife geldiği için tahsisi ifade eder. Rahim yalnız O’dur, aziz yalnız O’dur, anlamlarına gelir.
الْعَزِيزُ iktidarı ifade eder. Halk güce itaat eder, kendi istekleri ile saygı duyarak itaat ederler. Sözünü dinletir demektir.
الرَّحِيمُise çalıştıran demektir. İş vererek rahmet eder demektir. Ürünün yarısı Allah’a aittir, tüm insanlara ihtiyaçlarına göre bölüştürülür. Bu işletmelere genel hizmetleri ile ve toprağı ile katıldığı için paydır. Diğer yarısı ise çalışanlara verilir. Böylece oluşan topluluk kamu varlığını oluşturur.
YORUM
Bu surede de bu iki ayet tekrar edilerek değişik dönemler anlatılır. Önce Kur’an anlatılır. Son nebiden bahsedilir. Sonra Musa Peygamber anlatılır ve sıra ile İbrahim, Nuh, Hud Salih Şuayb peygamberler ve en sonunda üçüncü binyıl uygarlığı anlatılır. Bunların her biri uygarlıklara farklı katkılarda bulunmuşlardır. İlk yedisi peygamber uygarlıklarıdır. Sekizincisi ise yeni peygamber gelmeksizin gerçekleşecek olan ilk uygarlıktır. Vahye dayanan uygarlaşmanın sonuncusu olmuştur. Son sekizinci uygarlık vahye, icmaya ve ilme dayanır. Şimdiye kadar gelen uygarlıklar peygamberlerin ve filozofların dengelediği uygarlıklar olmuşlardır. Bundan sonra uygarlıklar vahyin ve felsefenin birleştiği müspet ilme dayanacak demektir.
Müspet ilmi filozoflar son kerteye ulaştırmışlardır ama mikroplar gibi kendi hayatları da sona ermiştir. Batı müspet ilimle Tevrat’a ve İncil’e yani ilahi uygarlıklara gelmiştir. Dünya birbirleriyle çatışan dinlerden sonra felsefe ile çatışmaya başlamıştır. Dindarlar mağlup olmuş olabilirler ama dinler temel konularda birleşip galip gelebilirler, geleceklerdir.
Akevler; Kur’an, Hıristiyanlık, Hindu ve Budizm dinlerinin temsilcilerini İstanbul’da bir araya getirebilir. Hak dinler bütün peygamberleri ve kitapları kabul ederler, müspet ilmi kendilerine rehber edinirlerse yeni uygarlıkları hep inanmış olan insanlar tarafından oluşturulmuş olur.
Surede İsrail oğullarının diğer peygamberlerinden bahsedilmez. İsa Peygamberden de bahsedilmez. Musa Peygamberin dışında hep Mezopotamya peygamberlerini anlatır. Bundan sonra gelecek uygarlıkların krallara ve de şeyhlere dayanmayacağına işaret etmiş olur.
Öz Türkçe ile:
“Ve Yetiştiricin saygındır çalıştırandır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Rabbin Aziz’dir Rahim’dir.”
Va EinNa RabBaKa LaHuVa elGaZIyZu elRaXıYMu
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9)
***
(*) İbn-i Haldun (Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî (Arapça: أبو زيد عبد الرحمن بن محمد بن خلدون الحضرمي; d. 27 Mayıs 1332, Tunus - ö. 19 Mart 1406,[2] Kahire) veya tanınan kısa adıyla İbn-i Haldun (Arapça: ابن خلدون), modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas'ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır'da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam'ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti. Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime'yi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkiledi. Başta Katip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. Öyle ki Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle dedi: "Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi".[3]
***
ŞUARÂ SÛRESİ Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi altıncı sûresi. Müellif: BEKİR TOPALOĞLU
Mekke döneminde Vâkıa sûresinden sonra nâzil olmuştur. Son dört âyetin Medine’de indiğini ileri sürenler de vardır. Bunun sebebi muhtemelen, bu âyetlerde gerçeğe boyun eğmeyen kimselerin iş birliği içinde bulunduğu şairlerle dürüst davranan iman sahibi şairlerden söz edilmiş olmasıdır (Kurtubî, XIII, 60, 102-103). Fakat Mekke devrinde de şiir yoluyla İslâm’a dil uzatanlar mevcuttu. Ayrıca bu dört âyetin önceki üç âyetle hem mâna hem gramer açısından bağlantılı olduğu görülmektedir. Sûrede, son peygambere gelen vahyin İsrâiloğulları âlimlerince tanınıp bilindiğini ifade eden 197. âyetin Medine’de nâzil olduğu yolundaki telakki de isabetli görünmemektedir (Muhammed Esed, II, 740). Sûre adını 224. âyetten almış, İbn Kesîr’in kaydettiğine göre Sûretü’l-câmia diye de adlandırılmış (Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, V, 175) ve Tavâsîn olarak anılan sûrelerden birini teşkil etmiştir. 227 âyet olup fâsılaları dört âyette tekrarlanan “İsrâîl” kelimesindeki ل dışında م، ن harfleridir. Mekke döneminin ortalarında nâzil olduğu tahmin edilen Şuarâ sûresinin içeriğini bir girişten sonra iki bölüm halinde incelemek mümkündür. Girişte sûrenin muhtevasının gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan ilâhî kitabın âyetlerinden oluştuğu beyan edildikten sonra muhataplarının çoğunun, tebliğ ettiği âyetlere inanmaması yüzünden Hz. Peygamber’e üzüntüden neredeyse kendini tüketeceği hatırlatılmakta ve müşriklerin yeni gelen âyetlerden de sürekli yüz çevirdikleri belirtilmektedir. Ancak onların asılsız kabul edip alayla karşıladıkları vahyin olumlu ve güçlü sonuçları yakında karşılarına çıkacaktır. Aslında yeryüzü ilâhî kudretin nice tecellilerini gözler önüne sermekte, fakat müşriklerin çoğu bundan ibret almamaktadır.
Sûrenin birinci bölümünde insanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlamayı amaçlayan ilâhî vahyin Hz. Nûh’tan itibaren yedi peygamber tarafından tebliğ edilişinin ibret verici sahnelerine temas edilmektedir. Kur’an’ın genelinde olduğu gibi geçmişten ibret alınması için zikredilen olaylar kronolojik sıralanmamış, muhataplarca daha çok bilinip ilgi gösterilen, coğrafyalarına yakın yerlerdeki olaylar öne alınmıştır. Burada önce Hz. Mûsâ ile kardeşi Hârûn’un Firavun’a karşı verdikleri mücadele oldukça geniş biçimde anlatılmakta (âyet 10-68), ardından Hz. İbrâhim’in babasına ve kavmine yönelik daveti, tevhid inancı için yaptığı istidlâl, bu meyanda Cenâb-ı Hakk’ı merhametini etkileyici cümlelerle nitelemesi ve mânidar duası zikredilmekte, âhiret hayatından bir kesit verilmektedir (âyet 69-104). Daha sonra Hz. Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb’ın davet mücadelesine temas edilmekte, her peygamberin irşad şekli ve muhataplarından gelen tepkiler hakkında bilgi aktarılmakta, iman etmeyen kavimlerin helâk edildiği bildirilmektedir (âyet 105-191).
İkinci bölüm sûrenin giriş kısmıyla uyumlu biçimde son peygamberin davetiyle başlamaktadır. Burada ona gelen mesajın ilâhî vahiyden ibaret bulunduğu ifade edilmekte, buna önceki vahiylere muhatap olan İsrâiloğulları âlimlerinin tanık olduğu belirtilmekte, fakat gerçeği inkârda direnenlerin yine de inanmayacakları kaydedilmektedir (âyet 192-212). Ardından Hz. Peygamber’e, zamanı yaklaşan zaferin mânevî hazırlıklarından olmak üzere yakın akrabasını yeniden uyarması, müminlere merhamet kanatlarını germesi, gerçeğe karşı direnenlere asla katılmayacağını bildirmesi, azîz ve rahîm olan Allah’a tevekkül etmesi emredilmekte ve onun gece namazlarındaki dua ve niyazlarının kabul edildiği haber verilmektedir (âyet 213-220). Sûrenin son yedi âyetinde kötülüğü temsil eden şeytanların iftiraya, yalana ve her türlü günaha düşkün kimseler, ayrıca azgınlarla bir arada bulunup her renge giren gayri samimi şairlerle iş birliği içinde bulunduğu belirtilmekte, iyi davranışların eşlik ettiği bir imana sahip olan şairler bunlardan istisna edilmektedir.
Şuarâ sûresinde Hz. Peygamber’in, bir hadiste de belirtildiği üzere (Buhârî, “Riḳāḳ”, 36; Müslim, “Feżâʾil”, 17-18) ebeveyn şefkatiyle insanları ateşten kurtarma çabalarının sonuç vermemesi yüzünden üzüntüye kapılması dile getirilmekte, kendisini teselli etmek için geçmiş peygamberlerden örnekler verilmekte, hakka davet faaliyetlerinde kula düşen görevin kendi mânevî hayatını en üst düzeye çıkarıp sabır, tevekkül, merhamet ve nezaketle gayretlerini sürdürmekten ibaret olduğu bildirilmektedir. Sûrede Hz. Nûh’tan itibaren kavimlerini hak dine davet eden peygamberlerin davet konuşmasına başlarken, “Allah’tan korkup O’na karşı saygılı olmak istemez misiniz? Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim ... bu davet için sizden hiçbir bedel istemiyorum ...” şeklindeki ifadelerinin irşad çalışmaları için yol gösterici nitelikte olduğu görülmektedir. Sûrede Hz. Peygamber’e hitap eden, “Senin rabbin asla yenilgiye uğramayan üstünlük ve engin merhamet sahibidir” meâlindeki âyet sekiz defa tekrarlanmaktadır. Hz. Peygamber Şuarâ sûresinin de yer aldığı, 100’den fazla âyet içeren (miûn) sûreleri övmüş, bu sûrelerin Zebûr yerine kendisine verildiğini ifade etmiştir (İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 224-225). Übey b. Kâ‘b’dan rivayet edilen, “Şuarâ sûresini okuyan kimsenin Hz. Nûh, Hûd, Şuayb, Sâlih ve İbrâhim’i tasdik veya tekzip edenlerle Îsâ’yı tekzip eden ve Hz. Muhammed’i tasdik edenler sayısınca sevap verilecektir” anlamındaki hadisin (Zemahşerî, IV, 346) mevzû olduğu kaydedilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 718). Selâhaddin Yûsuf Şelebî, er-Riyâżü’z-zehrâʾ fî tefsîri sûreti’ş-Şuʿarâʾ adıyla bir eser kaleme almış (Kahire 1999), İrfan Şâhid sûrenin şairlerden bahseden son dört âyeti hakkında bir makale yazmıştır (JAL, XIV [1983], s. 1-21). Müellif bu makalesinde Câhiliye devriyle İslâm’ın ilk döneminde şiir hareketleri ve Resûl-i Ekrem’in şairleri gibi konulara temas etmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XIX, 74; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 346; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, Beyrut 1408/1988, XIII, 60, 102-103; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Beyrut 1385/1966, V, 175; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî ʿan şedîdi’ż-żaʿf ve’l-mevżûʿ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 718; Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, Kahire 1350, IV, 89-90; Elmalılı, Hak Dini, V, 3617; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı (trc. Ahmet Ertürk – Cahit Koytak), İstanbul 1420/1999, II, 740; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâʾilü süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 224-225.
Bekir Topaloğlu
Bu madde ilk olarak 2010 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 39. cildinde, 221-222 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
islamansiklopedisi.org.tr/suara-suresi
İstanbul, Yenibosna; 25 NİSAN 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar: REŞAT NURİ EROL,
SÜLEYMAN AKDEMİR, TAYİBET ERZEN
resatnurierol@gmail.com (0532) 246 68 92