ŞUARA SÛRESİ- 7. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69) إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (70) قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71) قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ (72) أَوْ يَنْفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (73) قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ (74) قَالَ أَفَرَأَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ (75) أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (76) فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (77) الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ (78) وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ (79) وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ (80) وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ (81) وَالَّذِي أَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ (82)
***
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ
Va eTLu GaLaYHiM (Va eFGuL GaLaYHiM)
“Ve onlara tilavet et”
تِلْو toklu demektir. Tabi olma, peşine koşma, arkasından gelme, aksettirme anlamlarını almıştır. Sütten kesilen ve anasının peşinde koşan yavru demektir. Arkasından gitmek anlamındadır. Sonra aksettirme anlamına gelmiş ve başkasına okuma anlamı kazanmıştır. Kur’an’da تلو 63, تلل ise 1 defa geçer. Toplam 64 (26) eder.
Surede önce birinci Kur’an uygarlığı anlatılmıştır. Birinci Kur’an uygarlığını doğrudan oluşturan peygambere hitap edilmiş, sonra Tevrat uygarlığının doğması anlatılmıştır. Onu da anlatmaya Musa’ya hitap ederek başlamıştır. Şimdi bu iki uygarlığın kurucusu olan İbrahim uygarlığı anlatılacaktır. Burada onlara “İbrahim’in nebeini tilavet et” denilerek farklı bir giriş yapılmıştır.
Öncelikle buradaki onlar kimdir? Kime tilavet edilir? Kim onlara tilavet eder? Ne zaman tilavet edilir?
Geçmiş müfessirler işin kolayını bulmuşlar, Muhammed tilavet eder deyip geçerler. Bizim işimiz kolaylaşır. O tilavet etmiş, biz de okuyoruz, denilebilir.
Biz böyle anlamıyoruz. Eğer sadece Muhammed’e emir olsa ‘Ey Nebi! Sen tilavet et’ denir. Öyle denilmediğine göre bu emir kıyamete kadar bütün Kur’an ehline emirdir. Yani bize de emirdir. O halde buradaki عَلَيْهِمْ‘deki هُمْ zamiri bugünkü Firavunlara ve onun taraftarlarına işaret etmiş olur.
Bizim görevimiz İbrahim’in haberini bugünkü insanlığa hatırlatmaktır.
نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69)
NaBaEa EiBRAvHİyMa (FaGaLa EiFGAvLİyMa)
“İbrahim’in nebeini.”
نَبَءdoğurmadan evvel devenin memesinde görülen süttür. Doğuracağının habercisi olur. Sonra gelecekte olacak olaylar hakkında verilen bilgilere خَبَرdenir. نَبِيّtepe üzerinde oturan gözcüye denir. Geçmişten bilgi vermeye de نَبَءdenir. نbelirsizliği, بgeçidi, ءde gücü ifade eder.
برهbirden ortaya çıkan delildir. بَرْقşimşek anlamındadır. Nerde olduğunu bilmediğin karanlıkta şimşek çakar ortalık aydınlanır. Ben burada imişim dersiniz. Ondan sonra istediğiniz yere gidersiniz. بُرْهَانaynı zamanda başlangıç noktalarını belirleyen delildir. Kur’an’da بره77,برء ise 31 defa geçer. Toplam 108 (22*33) eder. ب geçit, ر tekrar, ه harfi ‘o’ anlamında zamirdir.
Nuh Peygamber ilk kavmî devleti kurmuştur.
Onun torunlarından olan İbrahim Peygamber, bu Mısır uygarlığı ile gelişmiş olan kavmî devlet uygarlığını tüm beşeriyete yayma görevi ile görevlendirilmiştir.
İshak’ın oğulları medeniyeti oluşturmaya, İsmail’in oğullarından gelen Muhammed de bu oluşmayı tamamlama görevi ile görevlendirilmiştir.
Peygamber İbrahim’in Katura’dan olan dört oğlu Hindistan’a gitmiş, Brahmanizmi (İbrahim’in dini) oluşturmuşlardır. Musa’nın şeriatından nasıl Hristiyanlık doğmuşsa, Brahman şeriatından da Budizm dini doğmuştur. Bugün yeryüzünde var olan dört büyük dinin kurucuları Peygamber İbrahim’in çocuklarıdır.
Böylece İbrahim Peygamber beşeri uygarlığın kurucusudur. Nuh Peygamber oluşturucu, İbrahim Peygamber ise bu oluşan uygarlığı beşeri uygarlığa dönüştürücüdür.
YORUM
Kur’an uygarlığı ve Tevrat uygarlığı yazılı uygarlıktır. Daha önceki uygarlıkta da yazı vardır. Ancak yazı peygamberlerin ifadelerini içerir. Onların kitapları bizim hadis kitapları gibidir. Manaları Allah tarafından vahyolunur. Sözleri ise peygamberlerin kendilerine aittir. İlk olarak Tevrat sonra da Kur’an şeriat kitabı olarak Allah’ın kelamını içerir. İncil de Allah’ın kelamıdır ancak İncil şeriat kitabı değildir.
Bununla beraber İbrahim Musa’ya Tevrat’ın bir kısmını bırakmıştır. Yani İbrahim’e de Allah’tan sahifeler inzal edilmiş ancak bunlar şeriat olmamıştır.
Bu surede bu iki peygamberin kıssaları anlatıldıktan sonra İbrahim Peygamber anlatılmaya başlanır. İkinci binyıl Kur’an uygarlığı Tevrat ve Kur’an’ın oluşturduğu iki uygarlığın sentezinden oluşacaktır. Brahmanizm’in ve Budizm’in kitaplarından ne kadar yararlanacağımız bilinmemektedir.
Akevler, Bin Dil Üniversitesi vesilesiyle dört büyük dinin temsilcilerini İstanbul’da toplayıp Kur’an’ın bu surede anlattıklarını onlara tebliğ ederek üçüncü binyıl ortaklık uygarlığının oluşmasında onları da davet etmelidir.
Öz Türkçe ile:
“Ve onlara İbrahim’in öyküsünü aktar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onlara İbrahim’in nebeini tilavet et.”
Va eTLu GaLaYHiM NaBaEa EiBRAvHİyMa
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69)
***
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ
EiÜ QAvLa LiEaBİyHi Va QaVMiHi (EiÜ FaGaLa LiFaGaLiHi Va FaGLiHu)
“Hani ebine ve kavmine kavl etmişti”
بَاب kapı demektir. Kapıyı tutturmak için konan direğe أَبْوِبَةdenmiş, sonraları çatıdaki ana direkler için kullanılmıştır. Ailenin direği anlamında, babanın adı olmuştur. Sonra baba kelimesi Arapçanın dışındaki dillerde de ata anlamında kullanılır. Türkçedeki bile ve ile de olduğu gibi be harfi hemzeye dönüşür. Arapçada أَب olmuştur. أَب Oluşmaya sebep olan kimselere veya hayvanlara baba denir. ءبوKur’an’da 117,ءبب ise 1 defa geçer. Toplam 118 (2*59) eder. ء gücü, ب geçidi, و beraberliği ifade eder.
قَائِمَةHayvanların ön ayaklarına denir. قَوْم ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek (قِيَام), kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. قَائِمayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamayacak anlamındadır. ق dayanıklılık manasında güçlü olmayı, و beraberliği, م ise hava, su, atmosfer gibi enginliği ifade eder.
إِذْkelimesi Türkçeye ‘hani’ diye tercüme edilebilir. Türkçede ‘hani, hangisi’ kelimeleri vardır. Ayrıca; ‘hep’ ve ‘her’ kelimeleri de bulunur. Bazı Türk lehçelerinde ‘hangisi’ yerine ‘hangusu’, diğer bazılarında ‘H’ harfi olmadığından yerine ‘K’ harfi seslendirilir.
Peygamber İbrahim’in yaşadığı dönem milattan önce 2000 yıllarında tespit edilir. Mezopotamya tabletleri henüz tam olarak okunmamıştır. Okunanlarda açıkça tarihleme yapılabilir. Gelecekte Peygamber İbrahim’in yaşadığı dönemin de tarihi ilmen tespit edilecektir. Biz ise uygarlıkları biner yıl olarak ayırırız. Nuh milattan 3.000 yıl evvel peygamber olur. İbrahim’in bin yıl sonra yeni uygarlığı kurduğu kabul edilebilir. Musa, Nuh ve Muhammed’in peygamberlikleri, uygarlıklarından 300-400 sene öncedir. İbrahim ile İsa ise uygarlığa geçiş zamanına denk gelir. Bunların tarihleri miladi tarihle çakışır.
Peygamber İbrahim’in babası kavminin ileri gelenlerinden olmalıdır ki İbrahim önce babasına ve onunla birlikte kavmine hitap eder. لِقَوْمِهِ deseydi babası da ona dâhil olurdu. Ama لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ demekle babasının kavmi içinde özel yeri olduğu belirtilmiş olur. لِأَبِيهِkelimesindeki zamir İbrahim’e aittir. قَوْمِهِ kelimesindeki zamir ise babasına aittir. Müfessirler ikisine de olabilir diyorlarsa da o takdirde babası İbrahim’in kavminden olmamış olur.
مَا تَعْبُدُونَ (70)
MAv TaGBuDUvNa (MAv TaFGuLUvNa)
“Neye ibadet ediyorsunuz?”
Buradaki مَاsoru edatıdır. Eşya sorulacaksa مَا getirilir, ‘Ne düştü?” deriz. Eğer akıllı varlıktan sorulursa o zaman مَنْ getirilir. Türkçede de ‘Kim düştü?’ deriz. Eğer akıllı olup olmadığını bilmiyorsak ‘Ne düştü?’ deriz.
Arapçada da böyledir. ‘İbadet ettiğiniz nedir?’ diye sorar, kimdir diye sormaz. Böylece ibadet ettikleri şeylerin mahiyetini de bilmediğini ifade etmiş olur.
İbadet edersiniz ifadesinde eşyaya ibadet edilmeyeceği, şuurlu varlığa ibadet edileceğinden mecazi manada ne için çalışırsınız ne için çabalarsınız anlamında ibadet kelimesi eşya için de kullanılabilir. İbadet kelimesi tapınmak değildir, ibadet kelimesi çalışmalarını onun için yapmak demektir.
Bugün de insanlar kim için değil de ne için çalışıyorlar. Herkes doların peşinde koşmaktadır. Parayı elde etmek ve onun gücüyle yaşamak için onun emrine girmektedir. Ona ibadet etmektedir. Benzer şekilde herkes ekseriyet oyunun peşine koşmaktadır.
YORUM
Laiklik kelimesinin iki manası vardır.
Birincisi, insanların inançlarını ve düşüncelerini belli bir sisteme bağlayıp ona göre düşünmelerini sağlamak, herkesin kendi düşünce dünyasında yaşamasına izin vermek ama yaşamada, çalışmada insanların kendi düşünce ve anlayışıyla değil, topluluğun veya iktidardakilerin istedikleri gibi çalışması ve yaşamasını sağlamaktır. Sosyalistlerin laiklik tarifi böyledir.
İkincisi ise; İslamiyet’in laiklik anlayışıdır ki bu anlayışa göre insanlar kendi düşünceleri ve anlayışları ile yaşarlar bir başka deyişle kendi içtihatlarına göre hareket ederler.
İbrahim Peygamber, “Neye ibadet ediyorsunuz? diye sorar, “Neye ukuf ediyorsunuz? demez. Türkçede, hatta fıkıhta ibadet kelimesi yanlış kullanılır. Namaz, oruç, hac ve zekât ibadet olmayıp bunlar Kur’an’ın ifadesine göre “ukuf”tur. İbadet ise çalışmada ibadet edilenin isteklerine göre davranma anlamına gelir. Bu anlam verilince İbrahim onların ne için çalışıp çabaladıklarını sormuş olur.
Bugün Sermaye, “Sizler çalışmayı ve yaşamayı bizim istediğimiz gibi ukufu ise kendi istediğiniz gibi yapınız”. der. “Namazınızı kılın, hacca da gidin ama hacda sakın alışveriş yapmayın. Sonra sizin pazarınız oluşur, bizim istediğimizin dışında yaşamaya başlarsınız.” diye ekler.
Öz Türkçe ile:
“Hani babası ile onun ulusuna ‘Neye kulluk ediyorsunuz?’ demişti.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Hani eb’ine ve onun kavmine ‘Neye ibadet ediyorsunuz?’ diye kavl etmişti.”
EiÜ QAvLa LiEaBİyHi Va QaVMiHi MAv TaGBuDUvNa
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (70)
***
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا
QAvLUv NaGBuDu EaÖNAvMan (FaGaLUv NaFGuLu EaFGAvLan)
“‘Esnama ibadet ediyoruz.’ diye kavl ettiler.”
عَبْدana kapının önündeki bekçidir. عَبْد‘in عَمَل‘den farkı, عَامِل olan belli bir süreyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. عَبْد ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kâfirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir. ع etkiyi, ب geçişi, د çevreyi ifade eder. عبد Kur’an’da 275, عمق 1 defa geçer. Toplam 276 (22*3*23) eder
صَنَمbir şeyin çizilmiş şeklidir, onun benzeridir. Cüssesi yoktur. وَثَنise cüssesi vardır. Üç boyutludur. صنمKur’an’da 5, صرم3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder.
“İbadet ediyoruz” demek, yaşamamızı ve çalışmamızı onlara göre ayarlarız demektir. Bir başka deyişle onlara tapındıkları anlamına gelmez.
İbrahim’in kavmi İbrahim’in söylediklerini anlayacak kültür seviyesine sahiptir. Biz hayatımızı bunlara göre ayarlıyoruz derler. Düşüncelerimiz ve davranışlarımız onlara göredir, demek isterler.
Kur’an’da bizim put olarak tanımladığımız varlıkların adı olarak صَنَم ve وَثَن geçer. Ayrıca, نُصُب‘dikili taşlar’ demektir. Bir de putların özel adları sayılır. صَنَم ile وَثَن arasındaki fark; sanem taşınabilir, وَثَنise taşınamayandır. Bugün صَنَمde وَثَنde mabut olarak revaçtadır.
أَصْنَامًا kelimesi nekre gelmiştir. Aslında putlar tek olan ilahın değişik isimleridir. Değişik kabileler oluşunca ve ayrı ayrı dilleri doğunca kelimeler farklı tanrıları göstermeye başlar. Her kabilenin ayrı tanrısı olur. Sonra kabileler birleşip tek devlet oluşunca tanrılara birlikte tapmaya başlarlar. Her ulusun farklı tanrıları olmuş olur. Bu farklılık uluslararası olarak da kabul edilmeye başlanır. Bundan dolayı bu kelime nekre gelmiştir.
فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71)
FaNaJalLu LaHAv GAvKiFİyNa (FaNaFGaLu LaHAv FAvGiLİyNa)
“Onlara akif olarak zelletmekteyiz.”
ظِلّ gölge demektir. Ancak her gölge serinleten gölge değildir. Serinleten yani bizim anladığımız anlamda gölgelendiren ظَلِيلkelimesidir. Bu nedenle Kur’an’da gölgelendiren gölge terimi kullanıldığı gibi ateşten gölgelik terimi de kullanılır.ظلل Kur’an’da 33, ظنن 69 defa geçer. 102 (2*3*17) eder.ظ karanlığı, ل ise belirliliği ifade eder. ظلل yardımcı fiildir, bir işin içinde olmak demektir.
عَكِف örgülü saç veya sarmaşık demektir. Hayvanın bağlandığı ipe benzetilerek عَكَفَة bağlanmak anlamında kullanılmıştır. Bir işe bağlanmak anlamına da gelmektedir. Kur’an’da عكف 9, حقف 1 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder. ع etkiyi, ك oluşu, ف mafsalı ifade eder.
فَ harfiyle atfedildiğine göre “Esnama kulluk ediyoruz, o nedenle onlara tapınıyoruz.” demek isterler. Yani laik olarak davranmayıp inandıklarını kanıtlamak için ayinler yaptıklarını söylemiş olurlar.
ظَلَّfiili gölge etmek manasına gelir. Soğuk yerlerde gölge etmek, güneşten uzak tutmak anlamını taşır ve iyi sayılmaz. Düşünür, ‘Gölge etme başka ihsan istemem’ demiştir. Sıcak memleketlerde ise gölge etmek güneşin ışıklarından, sıcaktan korumak anlamına gelir. Bu kelime yardımcı fiil olarak kullanılır. Ona sahip çıkma, onu koruma demektir.
O dönemlerde kabileler arasındaki savaş tanrılar arasındaki savaş anlamını kazanmıştır. İnsanlar birbirleriyle savaşırken kendilerine tanrıları yardım etmez. Kendileri kabile tanrısına yardım ederler. İslamiyet’te de cihat vardır ve cihat Allah’a yardım kabul edilir. Buradaki Allah kâinatın var edicisi olan Allah olmayıp O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluktur. Allah kelimesinin bu iki manasını fark edip ayıramadığımız takdirde Kur’an’ı yorumlamak mümkün olmaz.
لَهَا der لَهُمْ demez. Yani esnamın şuursuz oldukları hem kabul edilir hem de bilinir demektir. Bugünkü müşrikler de doların ve ekseriyet oyunun şuursuz olduklarını kabul ederlerse de onlara tapmaya devam ederler.
عَاكِفِينَ kelimesi bugün bizim kullandığımız عَابِدِينَ kelimesinin karşılığıdır. Kendini günlük meşgaleden tecrit ederek topluluğa katılmaktır. Zamanla katılınırsa namaz olur, mallarla katılınırsa zekât olur, bedenle katılınırsa oruç olur. Katılma seyahat şeklinde olursa hac olur. Burada birlikte hareket etmek vardır. Bunun için belli ayinler şeklinde yapılır.
Kur’an’da namaz, oruç, zekât ve hac kelimelerinden çokça bahsedilir. Bu müessese sadece ukuftan ibadet değildir aynı zamanda fonksiyonları vardır. Eğitim fonksiyonları yanında birlikte ibadet edebilmek için gerekli düzenlemeleri yaparlar. Bu bakımdan namaz, zekât, oruç sadece ukuf değil aynı zamanda da ibadettir.
YORUM
Kur’an Peygamber İbrahim’in kıssasını anlatırken putlara tapanların hayatlarını da bize öğretmiş olur. Bu öğretiye dayanarak günümüzdeki putperestlerin hayatları ve davranışları bilinebilir hale gelir. Peygamberler neyle karşılaşmışlarsa bizler de benzerleriyle karşılaşırız demektir. Peygamberler nasıl davranmışlarsa bizlerin de öyle davranması gerekir.
İbrahim Peygamber tüm beşeriyeti tek ümmet haline getirmekle görevli peygamberdir. “İbrahim milleti” denilmiştir. O’nun zürriyetinden gelen peygamberler dört bin yıl mücahede ederek uygarlığı bugünkü seviyeye ulaştırmışlardır.
Sümer uygarlığı kavmi uygarlıktan çıkmış beşerî uygarlığa dönüşmeye başlamıştır. Şimdi bugün de beşerî uygarlık tamamlanmış olarak yeni uygarlık başlayacaktır.
Bizim görevimiz peygamber olmadan veya gelmeden onların yaşayışlarını ve kitaplarını esas alarak hakkı üstün tutan uygarlığı, İslam uygarlığını, ortaklık uygarlığını, içtihat uygarlığını kurmaktır. Peygamber İbrahim’in gösterdiği azim ve sabrı bizim de göstermemiz gerekir.
Öz Türkçe ile:
“‘Biz putlara kulluk ediyoruz ve onlara bağlananlarız.’ dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Biz esnama ibadet ediyoruz ve onlara a’kif olanlarız.’ diye kavl ettiler.”
QAvLUv NaGBuDu EaÖNAvMan FaNaJalLu LaHAv GAvKiFİyNa
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71)
***
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ
QAvLa HaL YaSMaGUvNaKuM (FaGaLa HaL YaFGaLUvNaKuM)
“‘Sizi sem’ ediyorlar mı?’ diye kavl etti.”
سَمْعkapları doldurduktan sonra içindekilerini taşımak için elimizin tuttuğu yer, kulp. Kulak ona benzetildiği için işitmek anlamına fiil olmuştur. Türkçede işitme ile duyma arasında fark vardır ve iki kelimeyle ifade edilir. Arapçada bu farkı belirleyen kelime istihzan izin isteme veya kulak verme manasına gelir.سmekânda dizi yani sıralamayı,مenginliği,عetkilemeyi ifade eder.سمعKur’an’da 185,سمي71 defa geçer. Toplam 256 (28) eder.
مَنْتَعْبُدُونَ değil de مَاتَعْبُدُونَ denilmiş, onlar da لَهُمْ değil de لَهَاعَاكِفِينَifadesini kullanmışlar, لَهَا demişlerdir. Yani her iki taraf da tapılan şeyleri eşya olarak kabul etmişlerdir.
Şimdi ise يَسْمَعُونَifadesi kullanılarak onları şuurlu varlık olarak varsayar. Bu soru şekli ile ibadet edilecek şeylerin şuurlu olması gerektiği onlara söylenmiş olur.
Bugün de Anıtkabir’e gidilerek hitap edilir. Heykeller, mezarlar işitiyor mu? Öldükten sonra yaşamın olmadığını ileri sürenler insanların mezarlarına ve heykellerine tapar hale gelmişlerdir. İbrahim Peygamber bunu bugünkü insanlara da söylemiş olur. Daha doğrusu Allah İbrahim’in ağzıyla söyler.
إِذْ تَدْعُونَ (72)
EiÜ TaDGUvNa (EiÜ TaFGuLUvNa)
“Dua ettiğinizde”
دُعَاءgel gel anlamına kalkan eller demektir. Dua davet etmek çağırmak demektir. Aynı zamanda Allah’tan bir istekte bulunmaktır. دçevreyi,ع etkiyi, وberaberliği ifade eder.
İbrahim’in kavminin İbrahim’e “Biz onlara akifiz.” demeleri üzerine İbrahim, “İyi ama sizin dualarınızı onlar işitiyor mu? diye sorar. Buradan ukuf etmenin içinde duanın var olduğunu öğrenmiş oluruz. Dua ettiğimiz zaman bizim Rabbimiz de bizi duyuyor mu? Daha sonra İbrahim kendisi dua edecek, duyduğunu bildirecektir. Ateşe atacaklar ve yanmayacaktır.
Bugün de Rabbimiz bizim dualarımızı işitmektedir. Sorun, bizim O’na İbrahim’in inandığı gibi inanıp dua edip etmememizle ilgilidir.
50 senelik Akevler çalışmalarımızda Rabbimiz hep dualarımızı kabul etmiş, bizi korumuş, buraya kadar getirmiştir. Ümit ediyorum ki bundan sonra da dualarımızı kabul eder ve üçüncü binyıl uygarlığında bizi başarıya götürür. Ahirette de bizim layık olmadığımız dereceleri ihsan eder.
YORUM
Musa’nın Firavunu Musa’yı dinler.
İbrahim’in kavmi de İbrahim’in sözlerini ciddiye alır.
Bugün ise bu anlatılanları ne dinleyenler ne de sözleri ciddiye alan var.
İbrahim ve Musa mucizeleriyle kavimleri uyarmışlardır. Bizim ise onlarınki gibi mucizelerimiz olmasa da kendisi mucize olan Kur’an’a sahibiz. Kur’an’ın söylediklerini aktarmanın dışında herhangi bir silahımız veya gücümüz mevcut değildir.
Bugün insanlara hatırlatır ve deriz ki doların peşine koşarak sizin de yanlış olduğunu bildiğiniz işleri yapmayınız. Dolar sizi duyar mı? Elbette hayır. Doların arkasında olup da sizi duyanlar sizin düşmanlarınızdır. Bunları sizler de biliyorsunuz. Ama yine dolar korkusundan yanlış olduğunu bildiğiniz işleri yapıyorsunuz. Âlemlerin Rabbinden değil de bir gecede yok olacak doların yani patlamak üzere olan balonun peşinden gidiyorsunuz.
Tarihte Lale Devri olmuştur. Hayali lale soğanları bir altın değerine yükseltilmişti. Sermaye onu dünyaya öyle pazarlamıştı. Ama bir gecede hayali soğan ortadan kalktı ve tüm Avrupa büyük krize girdi. Bugün de bir sabah uyanacağız ve bir de bakacağız ki doları kimse kabul etmiyor.
Dolara bağlı olan tüm ulusal paralar da geçersiz hale gelecektir.
O gün elektrikler kesilecek, sular akmayacak, istasyonlarda yakıt bulunmayacak, pazarlarda domates satılmayacaktır. Siz o zaman ne yapacaksınız?
Bu söylediklerim Nuh’un tufanından daha çok beklenen bir tufandır.
Bunun için sizlere bugünden ne yapmanız gerektiğini söylüyoruz ama sözlerimizi İbrahim’in kavmi kadar bile ciddiye almıyorsunuz.
Öz Türkçe ile:
“‘Yakardığınızda sizleri duyuyorlar mı?’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Dua ettiğinizde sizi sem’ ediyorlar mı?’ diye kavl etti.”
QAvLa HaL YaSMaGUv NaKuM EiÜ TaDGUvNa
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ (72)
***
أَوْ يَنْفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (73)
EaV YaNFaGUv NaKuM EaV YaWurRUvNa (Eav YaFGaLUvNaKuM EaV YaFGuLUvNa)
“Size menfaat veya zarar veriyorlar mı?”
نِفْعَةderiden yapılmış ve sopaya takılmış su kabı su tulumudur. Onun benzeri yararlanılan şeylere yararlanmaya yani suyu yanında bulundurmaya “menfaat” denir. نbelirsizliği, فkopmadan ayrılmayı, عetkiyi ifade eder.
ضَرِيرzor, bulanık gören kişi demektir. ضkatlamayı, رtekrarı ifade eder.
“Sizi duyuyorlar mı?” ifadesine أَوْ harfi ile atfedilmiştir.
İbrahim kavminin putları İbrahim kavmine aslında yarar sağlıyordu. Putlarına tapmak onları birleştirmişti. Bugün de diktatörler sayesinde o topluluklar birlik sağlamaktadırlar. Faydaları olduğu gibi diğer kabilelerle düşmanlıkları gerçekleştirdiği için zararları da vardır.
Bugün dolar sayesinde insanlık ekonomisini büyütmüştür. Doların kazandığı bu güçle dünyadaki sıkıntılar çekilmektedir. O halde İbrahim, size yarar veriyorlar mı, zarar veriyorlar mı diye sorarken neyi kastetmiş olur. Burada akil varlıklar veya tüzel kişilikler için kullanılan erkek çoğul gelmiş, akil olmayan varlıklar için kullanılan dişil çoğul veya dişil tekil gelmemiştir. Bu da doların bilinçli olmadığını ama doların kendisinin değil, arkasında bulunan kişilerin zarar veya yarar verdiğini ifade eder.
YORUM
Gerek İbrahim kavmi gerekse Kur’an’ın ilk cemaati olan Arap kavmi putların tanrı olmadığının iddia edilmesinden dolayı rahatsız olmuşlardır. Bu iddia onların ekonomik çıkarlarını bozacağı için rahatsız olmalarına sebep olmuştur. Bütün Arapların putları Mekke’de toplanmıştı. Onları ziyaret etmek için Mekkeliler her sene toplanıyorlar ve alışverişlerini yapıyorlardı. Putlar ortadan kalkarsa artık Mekke’ye kimse gelmeyecek ve Mekke harap olup gidecekti. Diğer taraftan farklı putlara tapan kabileler birbirleriyle savaş içindeydiler. İlkel yaşıyorlardı. Kur’an bu ilkelliği kaldırdı. Arapları hatta tüm insanlığı birleştirdi.
Bugün de ekonomi ve sosyal hayat karşılıksız faizli dolara dayanır. Yönetimler de halkın ekseriyet oyu ile sağlanır. Bunların ortadan kalkması ile insanlığın yok olacağı korkusu yaşanır. Bunu fark edip böyle düşünmeyenler bile bile gerçek olmayan kâğıt parayı ve ekseriyet oyunu savunmak zorunda kalırlar ve onları bırakamazlar.
Kuran; Musa’yı, İbrahim’i ve Kur’an’ın ilk uygulamasını örnek vererek bu düşünce ve uygulamalar ile insanlığın uçurumun hemen yanında bulunduğunu, helak olmak üzere olduğunu, bundan kurtuluşun ancak işçilik sisteminin bırakılıp ortaklık sistemine geçmekle mümkün olabileceğini, karşılıksız dolar yerine altın bonosu, ekseriyet yönetimi yerine semtlerden oluşan dayanışma ortaklıKLARI olması gerektiğini, böyle yaptığı takdirde insanlığın çok daha ileri durumlara ulaşacağını söylemiş olur.
Öz Türkçe ile
“Size iyilik veya kötülük yapıyorlar mı? (dedi)”
Kur’an kelimeleri ile:
“Size menfaat veya zarar veriyorlar mı? (diye kavl etti)”
EaV YaNFaGUv NaKuM EaV YaWurRUvNa
أَوْ يَنْفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (73)
***
قَالُوا بَلْ
QAvLUv BaL (FaGaLUv BaL)
“Bel diye kavl ettiler”
بَلْ kelimesi kendisinden önce söylenenleri tasdik veya reddetmeden kendilerince doğru olanı söyleyeceklerini ifade eder. Yani putların işitip işitmediklerini veya kendilerine zarar verip vermediklerini açıklamadan, bu kısmı cevaplandırmadan, biz atalarımızı böyle yapar bulduk derler. Aslında usulde istishab vardır. Bir şeyin aksi sabit olmadığı müddetçe mevcut olan doğrudur ve ona uyulur. Bu kavim de diyor ki, babalarımız böyle yapıyordu ve biz bu sayede varlığımızı sürdürüyoruz. Bunun için bu tapmaya devam ediyoruz. Demek ki yararlıdırlar işitiyorlardır ki biz varlığımızı sürdürüyoruz.
Uygarlıklar oluşmaya başlayıp gelişince insanların babalarının yaptığını yapması doğrudur. Ama uygarlık ömrünü doldurup yaşlanınca, artık yeni uygarlığa geçme zamanı gelince, işte o zaman peygamberler gelip insanları doğru yola çağırınca ona uymak gerekir.
Faizli işçilik döneminin sorunları çözüldüğü zaman o düzene uymak doğru olabilir. Bundan 50 veya 100 sene evvel Sermaye’nin dayattığı düzene uymak meşru görülebilir. Ama bugün işçilik dönemi sona ermiştir. İnsanlık sorunlarını çözemiyor, krizdedir. Virüs bu çözümsüzlüğü ortaya koyuyor. Şimdi müspet ilmin onayladığı, Kur’an’ın gösterdiği ortaklık düzenine karşı direnmek, küfrün ve şirkin en büyüğüdür.
وَجَدْنَا آبَاءَنَا
Va CaDNAv ABAvEaNAv (FaGaLNAv EaFGAvLaNAV)
“Eblerimizi vecd ettik”
وَجْدsu birikintisidir. Bulunmak, ortaya çıkmak ve bulmak anlamlarına gelmektedir. İnsanın beyninde biriken inançlara vicdan denir.
وberaberliği, جtopluluğu, دçevreyi ifade eder.
İnsanlar doğarlar, önce anne ve babalarından sonra yakınlarından, daha sonra çevreden etkilenerek eğitim alırlar ve eğitildikleri topluluğun içinde uyarlanmış olarak yaşamaya başlarlar. Bu diğer canlılarda da böyledir. Olgunluk yaşlarına gelince, kendileri atalarının yaptığı işleri eleştirmeye başlarlar. Onların yaptıklarının iyi olanlarını alırlar, yanlış olanlarını atarlar. Böylece, sürekli olarak gelişme kaydedilir.
Diğer canlılarda da bu böyledir. Hücreler devamlı olarak kendilerini yenilemeye çalışırlar.
Bunlar babalarını neyin üzerine bulmuşlarsa onu yaptıklarını söylerler.
كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ (74)
KaÜaLiKa YaFGaLUvNa (KaÜaLiKa YaFGaLUvNa)
“Böyle fi’l ederler.”
فِعْلyapmak demektir. عَمَلbir başkası için çalışmaktır ve maddidir. فَعْل ise maddi ve manevidir. Allah’a fiil izafe edilir. Burada Allah’ın “Fil halkı”na nasıl yaptığını hatırlatır.فِعَال kullanılan aletlerin elle tutulan kısmıdır. Sap gibi. فayrılmadan kopmayı, عetkiyi, لbelirliliği ifade eder.
Babalarını neyin üzerine bulmuşlarsa onları yaptıklarını cevap olarak verirler.
Uyma ne kadar doğruysa, uymama da o kadar doğrudur. Doğru olanları onlardan öğrenir ve uyarız. Yanlış olanları eski zamanlarda peygamberler göstermişler ve onlara inananlar onların dediklerini yapmışlar, böylece inkılaplar gerçekleşmiştir.
Bugün ise müspet ilmin onayladığı Kur’an’ın dediklerini yapma durumundayız.
Peygamber İbrahim’in kavmi bu yeniliği benimsememiştir.
YORUM
Cumhuriyetin inkılapları içerisinde inkılapçılık ve milliyetçilik vardır. Altı oktan ikisi bunlardır. Milliyetçilik demek, babalarımızın yaptığı işlerden doğru olanları, iyi olanları benimseyip devam ettirmek ve ileriye götürmek demektir. Yanlış olanları, kötü olanları bırakıp yenileri ile değiştirmek ise inkılapçılığı ifade eder. Böylece Kur’an’ın emrettiği kural kabul edilmiş olmaktadır. İhtilaf neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda oluşmuştur.
Askerler kuralları koymuşlar ama neyin iyi neyin kötü olduğunu tespit etmede ilim adamları yetersiz kalmışlardır. Kötülerin geçersiz olmasını benimsemişlerse de yerine iyisini koyamamışlardır. Askerler de Batının kötülüklerini de ülkeye getirerek milliyetçilik ilkesinden taviz vermişlerdir. Bugünkü sıkıntılı durum buradan ileri gelir.
Bizim onların yaptıklarını eleştirip onlara düşmanlık yapmamız veya onların yanlışlarını da doğru kabul ederek hala yanlış yapmaya devam ettiklerinde onlara uymamız hatalıdır. Biz bu sebeple AK Parti’nin muhafazakârlık ilkesini kabul etmiyoruz. Bizim babalarımız ne yapmışsa ona devam edeceğiz dememiz, kavminin Peygamber İbrahim’e söylediklerini söylememiz demektir.
Öz Türkçe ile:
“‘Evet, atalarımızı böyle yapar bulduk.’ dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Bel, eblerimizi böyle fi’l eder vecd ettik.’ diye kavl ettiler.”
QAvLUv BaL Va CaDNAv ABAvEaNAv KaÜaLiKa YaFGaLUvNa
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ (74)
***
قَالَأَفَرَأَيْتُمْ
QAvLa EaFaRaEaYTuM (GaLa EaFaFaGaLTuM)
“Re’y ediyor musunuz diye kavl etti”
رَايَة bir yere konmuş, oranın özelliğini gösteren işaret demektir. Uzaktan görülebilen işarettir. رَأْي ise görmek anlamındadır. رَأْي derinlemesine görmek, نَظَر genişlemesine görmek, بَصَر uzağı görmek, شُهُود ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir. رَايَة uzaktan görülebilen işaret demektir. بَصَر göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir.ر tekrarı, ء gücü, ي kolaylığı ifade eder.
İbrahim Peygamber kavmine sorular sormuş, cevaplar almış, başka açıklamalara gerek görmeden “Bunları görüyorsunuz değil mi? diyor. Esnamı (putları) göstererek onlara düşman olduğunu ifade ediyor. Ben bunlara düşmanım diyor. Yani bu esnamlar sayesinde sağlanan imkânlara değil, bu sahte araçlara, bu kandırmacalara düşmanım diyor.
Biz de halkın oyuna, onların görüşlerine, demokrasiye karşı değiliz. Biz karşılıksız sahte paraya karşıyız. Ekseriyet oyu aldatmacasına karşıyız.
Bir toplulukta 101 kişi olsun. Bunlar iki grupta kümelensin. 50’si bir tarafta, 50’si bir tarafta olsun. Bir kişi de hiçbirisine uyum sağlayamadığı için ortada olsun. Ekseriyet sisteminde bu topluluğu işte bu tek adam yönetir. Çünkü bu kişi ne tarafta olursa ekseriyeti o sağlar ve hep onun dediği olur. Sermaye, nasılsa bu bir kişiye ben sözümle oy kullandırırım diyor ve bunun için ekseriyet sistemini tartışmasız ortaya sürüyor. Tartışmıyor, çünkü tartışacak tarafı yok. İnsanlık da Sermaye’nin bu oyununa boyun eğmiş durumda kutuplaşıp onun ekmeğine yağ sürüp duruyor.
مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ (75)
MAv KuNTuM TaGBuDUvNa (MAv FaGaLTuM TaFGuLUvN)
“İbadet etmekte olduklarınızı.”
مَا تَعْبُدُونَ demeyip مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ diyor. مَا تَعْبُدُونَ dense bir defa veya birkaç defa ibadet edileni ifade eder. Burada ise devamlı ibadet edilen şeyler ifade edilmiş olur. Yine مَنْ değil مَاgetirildiğine göre kastedilen esnamın yani putların arkasındaki güç değildir, varlık değildir.
Bizim heykellere karşı çıkmamız Mustafa Kemal’e karşı çıkmamız demek değildir. Dolara karşı çıkmamız, doların temsil ettiği ekonomik güce karşı çıkmamız değildir. Doların sahipleri, dolar ortadan kalktığı zaman da doların temsil ettiği varlıklara sahip olmaya devam ederler. Bizim Marksizm’den farkımız budur.
Marks Sermaye’ye sen haksız kazandın bırak bunları diyor. İşçilere; isyan edin, ihtilal yapın, bunların varlıklarını yağmalayın, diyor. Biz ise bunların varlıkları kendilerinin olsun ama bizim varlıklarımızı faiz yoluyla haksız yere emek ve riziko taşımaksızın elimizden almasınlar diyoruz. Biz onların varlıklarına değil, varlıklara karşılık olmayan sahte dolarlarına karşıyız.
Öz Türkçe ile:
“‘Kulluk etmekte olduklarınızı gördünüz mü?’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘İbadet ettiklerinizi rey ettiniz mi?’ diye kavl etti.”
QAvLa EaFaRaEaYTuM MAv KuNTuM TaGBuDUvNa
قَالَ أَفَرَأَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ (75)
***
أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (76)
EaNTuM Va AaBAvEuKuMu eLEaQDaMUvNa (EanTuM Va EaFGAvLuKuMu eLEaFGaLUvNa)
“Siz ve akdem abaınız.”
قَدَم ön demektir. Öne götürdüğü için ayak anlamı da kazanmıştır. قgücü, د çevreyi, م enginliği ifade eder.
Bundan önce مَا تَعْبُدُونَ demeyip مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ demesi “akdem abaınız”ın atfedilebilmesi içindir. كُنْتُمْ gelmeseydi “akdem aba” geçmişte olduğu için atfedilemezdi. Kavmi İbrahim’e, atalarımızı bulduklarımıza ibadet ediyoruz demişlerdir. İbrahim de siz ve akdem abaınız diyerek cevap vermiştir. “Kadim abaınız” demeyip “akdem abaınız” demiş olması en eski atalarına işaret etmesi anlamına gelir. Siz atalarınıza, onlar da atalarına, onlar da atalarına, böylece en eski atalara kadar hep atalarında bulduklarını yapmaktadırlar. Yani akdem olan atalara uymaktadırlar. Bulduk dedikleri de akdem atalarına ait, onların yaptıkları şeylerdir.
Bugünkü Müslümanlar, Osmanlıların yaptıklarını değil, bin sene evvelki ataların yaptıklarını yapıyorlar. O zamanki İslamiyet’i yaşıyorlar. Dolayısıyla aradan uzun zaman geçtiği için bugünkü sorunlar çözülemiyor.
Batılılar da aynı şekilde akdem atalarının yaptıklarını sürdürmek istemişler ve kanlı devrimleri yaşamak zorunda kalmışlardır.
YORUM (75-76 ayetler)
Kur’an ibret almamız için kıssaları anlatır. Onları okurken her zaman günümüze dönülüp bakılması, günümüzde onlara tekabül eden benzer olayları bulup bu olaylar karşısında nasıl davranılacağının ortaya konulması, Kur’an’ın böylece yorumlanması gerekir. Kur’an canlı bir varlıktır. Siz ona neyi sorarsanız size onun cevabını verir.
Biz Kur’an’ı yorumlarken günümüzdeki sorunları nasıl çözeriz sorusuna cevap verecek şekilde yorumlar ve aynı şeylere vurgu yaparak açıklama yaparız. Bu demek değildir ki Kur’an bizim söylediklerimizden ibarettir. Bize bunları söylediğine göre bizim için bu anladıklarımızı doğru kabul ederiz. Kur’an ile ona inanarak ilgilenenler, yorumlayanlar da kendi sorunlarını çözmüş olurlar. Onların sorunları bizim sorunlarımıza uymadığı için çözümler de farklı olur, olacaktır. Bizim bunu bilmemiz gerekir, dolayısıyla onların çözümlerinin yanlış olduğunu söylememiz doğru değildir. Onlar için onların yorumları doğru, bizim için bu yorumlar doğrudur.
Öz Türkçe ile:
“Siz ve ilk atalarınız.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Siz ve akdem abaınız.”
EaNTuM Va ABAvEuKuMu eLEaQDaMUvNa
أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (76)
***
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِي
FaEinNaHuM GaDuvVun Lİy (FaEinNaHuM FaGUvLun Lİy)
“Onlar bana aduvdur”
أَفَرَأَيْتُمْ(75. ayet) sorusu şart sorusu olduğundan şimdi o şartın cevabı veriliyor.
فَ harfi cevap içindir. “Onlar bana aduvdur” diyor. هُمْ zamirini getiriyor. Burada هُمْ zamiri getirerek, bu eşyalar değil, bu eşyaları icat edip bu kötü düzeni kuranlar benim düşmanımdır diyor.
عَدُوّ demek illaki karşı karşıya gelip karşı taraftakini yok etme anlamına gelmez. عَدُوّ bir vadinin iki yakasıdır. İki cephe demektir. Bu cephe düşmanlık olabilir ama futbolda olduğu gibi karşı cephe de olabilir.
İbrahim Peygamber bu putların arkasındaki güce karşıyım, onlarla cepheleşiyorum diyor. Bunun için هَا değil de هُمْ zamiri getiriliyor.
إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (77)
EilLAv RabBa eLGAvLaMİvNa (EilLAv FaGLa eLFAGaLİyNa)
“Âlemlerin Rabbi dışında.”
عَلَمdağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة(Arafat) kelimesi buradan gelir. Hala orada toplanılır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَةise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. عetkiyi, لbelirliliği, مenginliği ifade eder.
Buradaki istisnayı muttasıl istisna olarak kabul edersek onların ibadet ettikleri arasında Allah varsa da ortak koşmaktadırlar.
Bugüne gelinirse, dolar ve ekseriyet oyu içerisinde gerçekler vardır, dolayısıyla dolar ve ekseriyet kararı hepten boş değildir. Doların bugün satın alma gücü vardır. Bu gücü veren Allah’tır. Doların gelecekteki satın alma gücü bugünkünden az olacaktır.
Gücün azalmasına sebep olan güç esnamdır ve onun arkasında olanlar şeriktirler. Ekseriyetin istediğini halk da kabul ettiği için onda Allah’ın gücü vardır. Ama ekseriyetin gücü halkın istemediğini halka duyurmadan gizli anlaşmalarla ittifak yaparsa bunda Allah’ın rızası yoktur. Bundan dolayıdır ki iktidarların gizli yaptıkları anlaşmalar geçersizdir.
YORUM
Kur’an’da dehrîlerden bahseder. Ama dehriliği kabul eden bir kavimden bahsetmez. Bana göre tarihte hiçbir zaman dehriler olmamıştır. Yani bütün topluluklar tanrıyı veya tanrıları kabul etmişler ve hepsi bir tanrının veya tanrıların varlığı ile var olduklarını bilmişlerdir.
İnsan beyni sebepsiz sonuç kabul etmez. Bir şey oluyorsa onu oluşturan birileri vardır diye düşünür. Böyle kabul edilmezse zaten hayat olmaz. Aslında dehriler de sebep-sonuç ilişkilerini kabul ettiklerinden onlar da bir tanrıyı kabul etmiş, dehrî olanı tanrı yapmış olurlar.
Ancak Batı uygarlığı 300 senedir tanrısız bir kâinatı oluşturmaya çalışmakta, Doların gücüyle yarım asırdır insanlığı ateizmle yaşatmak istemektedir.
20. yüzyılda müspet ilmin verileriyle dehrîlik kesin olarak sona ermiştir. Kâinatın 13,7 milyar yıl önce yaratıldığı bugün açıkça ispatlanmıştır. Böylece zaman da var edilmiştir. Yani zaman da mahlûktur. Mahlûk halik olamayacağına göre, kendi kendine oluş teorisi savunulamaz olmuştur. Peygamber İbrahim, âlemlerin Rabbi diyerek her kavme ait ayrı ayrı tanrı anlayışının karşısında olduğunu beyan etmiş, âlemlerin Rabbi olan Tanrı’yı bundan sonra gelen dört الَّذِي ile anlatmış olur.
Öz Türkçe ile:
“Onlar bana düşmandır, toplulukların yetiştiricisi dışında.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onlar bana a’duvdur alemlerin rabbi müstesna.”
FaEinNaHuM GaDuvVun Lİy EilLAv RabBa eLGAvLaMİvNa
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (77)
***
الَّذِي خَلَقَنِي
EalLaÜİy PaLaQaNİv (EalLaÜİy FaGaLaNİy)
“Beni halk eden kimse”
خَلْق Halk, deri veya bez parçası demektir. Mastar olarak elbise biçmek veya çamurdan bir şey yapmak demektir. رَبْوَةte tedrici oluşum vardır. “Hilkat”te ise birden oluş vardır. Allah hem haliktır hem de rabdır. Kaderde her şeyi planlamış ve ona göre zaman içinde gelişmeye bırakmıştır. Buna da kaza denir. İlk yarattığı canlıda kıyamete kadar gelecek bütün canlıların bütün özellikleri ilk canlının geninde var olup bu kaderdir. Şimdi gerçekleşenler ise kazadır. İlk defa zaman ve mekân içinde öyle atomları yaratmıştır ki o atomlarda da kâinatın oluşması ile ilgili bütün özelikler bulunmaktadır. O kaderdir. İşte biz o kaderdeki hayır ve şer müsait oluşları hayra çevirmek için felakın yani bölerek çoğaltanın kanunlarına ve nizamına sığınırız. Kur’an’da 261 defa geçer.
Buradaki الَّذِي mübteda olabilir. Beni halk eden kimse bana yol da gösterir demiş olur veya âlemlerin Rabbi sıfat olur, beni halk eden kimse olan âlemlerin Rabbi anlamında olur.
Biz mübteda olarak kabul edip bundan sonra gelen ayetleri o şekilde yorumlayacağız. Haberin “F” harfiyle gelmesi bizi bu yoruma götürür. Onlara “Beni kim yaratmışsa O bana hidayet eder.” demiş olur. Ben, beni yaratana inanırım. Yaratan kim ise O’na inanırım. Şu beni yaratmış, bu beni yaratmış demem.
Birçok varlıklar vardır ki biz o varlıkları görmeyiz. Örneğin elektrik var ama biz görmeyiz. Nasıl bir şekli olduğunu bilmeyiz. Ama bize ışık verir, dokunduğumuz zaman çarpar. Buradan anlarız ki elektrik vardır. Onu bilmeyiz ama onun bize olan etkilerini biliriz. Aslında biz hiçbir şeyin mahiyetini bilmeyiz. Örneğin biz yazıyoruz, siz okuyorsunuz. Çoğunuz beni görmediniz ama okuduklarınızdan benim yazdığımı bilirsiniz.
İbrahim Peygamber, “Ben Rabbimi göremem ama beni yarattığını ve bana yaşamak için ne yapmam gerektiğini öğreteceğini bilirim.” diyor.
Bizi halk edenin kim olduğunu değil, bizi halk edenin bizden ne yapmamızı istediğini bilmeye çalışmalıyız ve ona göre yaşamalıyız. Bunun da iki yolu vardır; mucizeleriyle bizi yaratanı öğrenmek, bizden istediklerini öğrenmek ve bizi yaratanın bize verdiği akıl ve onun sayesinde elde ettiğimiz ilim ile hareket etmemizdir. Bu ayet bunu ifade etmiş olur.
Bugünkü iktidarlar ve yöneticiler inandıkları şeriata göre yaşamazlar, öğrendikleri ilme göre hareket etmezler ve doların peşine düşerek onları sömürmek isteyenlerin dediklerini yaparlar. Herkes, beni yaratan kimse O bana yol gösterir demeli ve O’nun gösterdiği yolu bulmak için çabalamalıdır. Bu da o yolda Kur’an ilimlerini ve kâinat ilimlerini öğrenmek ile mümkündür.
فَهُوَ يَهْدِينِ (78)
FaHuVa YaHDİyNi ( FaHuVa YaFGiLuNi)
“O bana hidayet eder.”
هَدِيَّة insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da هَدْي denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye هَادِي denmiştir. Sonraları “hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur. ه harfi boşluğu, د çevreyi, ي kolaylığı ifade eder.
Hidayetin iki manası vardır; yolu göstermek veya yola götürmek.
“O bana hidayet eder” demek, bana yolu gösterir ve gideceğim yere beni götürür demektir.
YORUM
Peygamber İbrahim’den önce gelen peygamberler insanları uyarmışlardır. Kendilerine verilen mucizeleri göstermiş ve onunla insanları inandırmışlardır. İbrahim Peygamber ise insanlara düşünmek yoluyla doğru yolu bulmalarını öğretmiştir. Peygamber İbrahim’den önce yönetim dine dayalı olarak yapılıyordu, dinin yani vahyin hükümleri yürürlükteydi. İlimde, ekonomide ve siyasette din hâkimdi. Dinden ayrılma yani vahye dayalı olmadan kararlar alabilme tekniğini ilk defa İbrahim Peygamber insanlığa öğretmiştir. Beni yaratan bana yol gösterir diyerek herkesin kendi içtihadına göre hareket etmesi gerektiğini de söylemiş oluyor.
Peygamber İbrahim’in bu düşünme metodu sonraları Yunanistan’da ele alınmış ve Yunan felsefesi böyle doğmuştur.
Tüm uygarlıklar peygamberlerin getirdiği uygarlıkların o dönemde yaşanan çağın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde değiştirilip geliştirilmesiyle oluşmuştur.
Öz Türkçe ile:
“Beni yaratan kim ise beni yola koyar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Beni halk eden kim ise o bana hidayet eder.”
EalLaÜİy PaLaQaNİv FaHuVa YaHDİyNi
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ (78)
***
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي
Va elLaÜİy HuVa YuOGiMuNİy (Va elLaÜİy HuVa YuFGiLuNİy)
“Ve O beni it’am eden kimsedir”
طَعَم yiyecek demektir.
Buradaki وَالَّذِيifadesiالَّذِيخَلَقَنِيye (78. ayet) bağlıdır. “Beni it’am eden kimse bana yol gösterir” demektir. فَهُوَيَهْدِينِ ifadesi bu mübtedanın da haberidir.
زَيْدٌ عَالِمٌ وَعَمْرٌdersek Amr da âlimdir demektir.
Yukarıda الَّذِيden sonra هُوَ getirilmemiştir. Burada iseالَّذِي den sonra هُوَ getirilmiştir. Halk eden Allah ile it’am ve iska eden Allah’ın aynı Allah olduğu ancak hilkat ile it’am sırasındaki durumunda fark bulunduğunu ifade etmektedir. Halk etmede insanın rolü yoktur. Hâlbuki it’amda insan sa’y eder yani çalışır ve öylece karnını doyurabilir. İt’am budur ama it’amda it’am edilenin çaba göstermesi gerekir.
وَيَسْقِينِ (79)
Va YaSQİyNi (Va YaFGiLuNİy)
“Ve seky eden kimsedir.”
سَقْي Kaba konmuş sudur. Türkçedeki su kelimesi buradan gelmiştir. مَاء akar veya göldeki sudur. Seky etmek su vermek demektir. Kur’an’daسقي 25, رقي defa geçer. Toplam 30 (2*3*5) eder. سmekânda diziyi, قkuvveti, يise kolaylığı ifade eder.
“Seky etmek” su vermek demektir. Türkçedeki su ile yakınlığı vardır. İt’am ile sakıyi birbirinden ayırmıştır. Su bedende döngü yapar ama kendisinde herhangi bir eksilme veya artma olmaz. O sadece taşıyıcıdır. İt’amda ise madde su gibi devreder ama maddenin taşıdığı enerji entropisini büyüterek yapısını kaybeder. Dolayısıyla it’am ile iska arasında bu bakımdan fark vardır.
Kur’an’da it’am ve saky ayrı ayrı atfedilerek zikredilir.
Buradaki الَّذِي Allah’ın farklı şekilde bize tezahür etmesinden ileri gelir. “Hilkat, cansız varlıkların yaratılışı olup onun ilimlerini öğrendiğimiz zaman Allah’ı tanımış oluruz. İt’am ve saky’da ise canlı varlıkların üzerinde yaptığımız araştırmalarla Allah’ı tanırız.
İbrahim Peygamber onlara farklı şekilde ispatlanan Allah’ı ayrı الَّذِي ile ifade etmiş olur.
YORUM
Allah rahman sıfatıyla bütün varlıklara bir görev vermiş ve o görevleri yapacak imkânları sağlamıştır. Burada var edilmiş olanların herhangi bir katkısı yoktur. Canlılarda ise canlılar rahman sıfatıyla kendilerine verilen imkânlarla varlıklarını korudukları gibi ayrıca Allah kendilerine görevler vermiş ve o görevler karşılığında da onları ücretlendirmiştir.
İnsanlar canlıdır. Diğer canlılar gibi sa’y ederek hayatlarını sürdürürler ve kendilerine verilen görevleri yaparlar. Yeryüzünde yaptıkları yollarla birlikte yeryüzünden kendilerine yararlanma imkânlarını sağlarlar. Bu yararlanmadan diğer canlılar da yararlanır. İnsan dışındaki canlı varlıklar, insanlar için var edilmişlerdir. İnsanlar da onların var olup gelişmeleri için onlara hizmet yaparlar.
İki ayrı şekilde tezahür eden Allah aslında tek Allah’tır ama farklı tezahür etmiştir.
Öz Türkçe ile:
“Ve O beni doyuran ve sulayan kimsedir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve O beni it’am eden ve saky eden kimsedir.”
Va elLaÜİy HuVa YuOGiMuNİy Va YaSQİyNi
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ (79)
***
وَإِذَا مَرِضْتُ
Va EiÜAv MaRiWTu (Va EiÜAv FaGiLTu)
“Ve merid olursam”
بُرْدَة gocuk demektir. Sonra soğuk anlamında بَرْد denmiştir. Üşütmekten dolayı hasta olmaya da مَرَض denmiştir. م enginliği, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder.
Burada الَّذِي getirilmemiş. وَ harfi ile هُوَye atfetmiştir.
İt’am ve iska eden Allah ayrıca hastalık kurumunu da koymuştur. İnsanlar hasta olurlar. Yaratmayı, it’am ve iska etmeyi şifa vermeyi Allah’a isnat ettiği halde, beni hasta ettiği zaman demeyip de hasta olursam diyor. Oysa hasta eden de Allah’tır.
İbrahim Peygamber buradaki hasta etme hususunu kavmine anlatamayacağı için bunu hasta olursam diye ifade etmiş olur.
Birileriyle bir görüşme yaptığımızda tartışmalı kısımları veya anlaşılmayacak kısımları sonraya bırakıp anlaşılabilen ve tartışmasız olanları ortaya koyarız, onlara anlatacaklarımızı anlatırız. Eğer anlayacak seviyeye gelirlerse o zaman diğer anlatmadıklarımızı da anlatırız.
وَإِنْ değil de وَإِذَا getirilmiştir yani insanın hastalanması mukadderdir. İnsanlar belli hastalıkları, belli dönemlerde geçirirler. Bu hastalıkların geçirilmesi sağlıklarının sürdürülmesi için gereklidir. Nasıl ki kadınlar hayız oluyorlarsa ve bu hayız doğal bir hastalıksa, bütün insanlar da belli başlı hastalıkları sağlıklı olabilmek için geçirmek zorundadırlar.
Köyümde, çocukluğumdan hatırlıyorum, belli yaşlarda kızamık gibi hastalıklar vardı. Onları herkes geçirir ve bir defa geçirdikten sonra bir daha o hastalık yaşanmazdı. Bu hususta bugünkü tıp âleminde durumun ne olduğunu ve ne düşündüklerini bilmiyorum. Dr. Lütfi Hocaoğlu ile Dr. Mete Firidin açıklama yapabilirler. Kur’an’ın bize söyledikleri böyledir.
فَهُوَ يَشْفِينِ (80)
FaHuVa YaŞFİyNi (FaHuVa YaFGiLuNİy)
“O bana şifa verir.”
شَفَة dudak demektir. Bir yeriniz acıdığı zaman onu üfleyerek yanığınızı acısını durdurmaya çalışırsınız. Türkçede üfleme tabiri vardır. Harekete geçir anlamında üfle deriz.شgerilme enerjisini ifade eder. شرر gerilme enerjisinin boşalmasını ifade eder. Şarj edilmesi, yükleme anlamında Latinceden gelir. ش gerilme enerjisini, ف kopmadan ayrılmayı, يkolaylığı ifade eder.
Buradaki فَ harfi إِذَا şartının cevap Fa’sıdır. Cümle, isim cümlesidir. Mutlaka şifa verir demektir. Burada bahsedilen hastalıklardan ölen olmaz. Bu hastalıklar sebebiyle başka hastalık gelebilir ve bu hastalıktan dolayı ölüm olabilir. Ama buradaki bahsedilen hastalıklar ölüme götürmez. Kur’an’ın burada bildirdikleri böyledir. Benim de çocukluğumda müşahede ettiğim böyle hastalıklar vardı. Bu ayetin araştırmalarla ilmen de doğrulanması gerekir.
YORUM
Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası’nda 25 Genel Hizmetten biri de sağlık genel hizmetidir. Genel hizmetler ihtisas isteyen konulardır. Yani araştırmalar yapılır ve orada öğrenilenlere göre genel hizmet verilir. Bunların içinden hastalıkla mücadele en çok araştırma isteyen bir alandır.
Bugünkü Coronavirüs olayı bunu çok açık bir şekilde göstermektedir.
Tarih boyunca hastaları tedavi eden tabipler tarafından ilaçlar keşfedilmiştir. Sermaye, kendi sermayesini nemalandırsın diye 60000 seneden beri denemelerle gelişmiş bulunan tıp mesleği üzerinde halkın çalışması yasaklanmıştır.
Adil Düzen’deki sağlık hizmetleri dayanışma ortaklıkları içerisinde karşılıksız verilir. Karşılıksız verilen hizmetleri yapanlar dayanışmanın yetkili kıldığı kişiler olur. Dayanışmadan yararlanmak şartıyla herkes sağlık hizmetini verebilir.
İnsanlar özgürdür. İntihara bile mani olmuyoruz. Vatandaşın biri başka birine gider ve der ki “Beni sağlığıma kavuştur.” der. Bu kişi de çabalar ama sonunda hasta ölür. Bugün olduğu gibi kamunun buna müdahale etmemesi gerekir. Çünkü insanlar özgürdür. Kamu görevi görenler ile vatandaş arasında fark yoktur. Böyle bir durumda ölen adamın dayanışması olmadığı için yakınları tazminat alamaz. Eğer ölen kişinin dayanışması olsaydı ve tabibin hatasından dolayı kişi ölmüş olsaydı tabibin dayanışması ölen kişinin diyetini öderdi.
“Hasta olursam O bana şifa verir” ifadesiyle sağlık hizmetlerinin genel hizmetler arasında olduğu da ifade edilmiş olur. O takdirde ‘hüve’ zamiri Âlemlerin Rabbi olan Allah’a değil de O’nun halifesi olan topluluğa raci olmuş olur.
Öz Türkçe ile:
“Sayru olursam O beni kurtarır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Merid olursam O bana şifa verir.”
Va EiÜAv MaRiWTu FaHuVa YaŞFİyNi
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ (80)
***
وَالَّذِي يُمِيتُنِي
Va elLaÜİy YuMİyTuNİy (Va elLaÜİy YuFGiLuNİy)
“Ve beni imate eden kimse”
Kış uykusundan uyanmış yılana حَيّ, kış uykusundaki yılana da مَوْت denir. Kur’an’da موت165, فوت5 defa geçer. Toplam 170 (2*5*17) eder. م enginliği, و çevreyi, ت olmayı ifade eder.
Buradaki الَّذِي,الَّذِيخَلَقَنِيden önce gelen الَّذِي’ye atfedilir. Ama هُوَ kelimesi getirilmemiştir. Âlemlerin Rabbinin sıfatı olarak gelen خَلَقَنِي’ye atfedilip O bana hidayet eder cümlesinin mübtedası olmamaktır. Bu ve bundan sonraki الَّذِي Allah’ın varlığını ispatlamak için gelmemiş, Allah’ın ne yapacağını bildirmek için gelmiştir. فَهُوَ يَهْدِينِ’nin mübtedası değildir.
“İmate etmek” insanın bedeninden ruhun ilgisini kesmesidir.
İnsan ruhu, beyindeki elektronik antenlerle irtibatlı durumdadır. Beyinde olanlardan haberdardır ve gerektiğinde beyine emirler verir. Yani insan beyni ile ruh görüntülü konuşmalar yapar. Ruh insanın şoförüdür. Uykudayken insan beyni ile ilişkisini keser. Rüya görürken beyni ile ilişki kurarsa da bedeni ile kuramaz. Bedene giden sinir hücreleri çalışmaz. Ölüm halinde ise şoför artık anahtarını da teslim eder ve bir daha bedenine dönemez. Dirilecekleri zaman şoför yani ruh anahtarı nerede teslim etmişse orada geri gelir ve kişi oradan ahiret hayatına başlar.
ثُمَّ يُحْيِينِ (81)
ÇumMa YuXYİyNi (ÇumMa YuFGiLİyNi)
“Sonra beni ihya edecek.”
Kış uykusundan uyanmış yılana حَيّ, kış uykusundaki yılana da مَوْت denir. Kur’an’da حيي189. حير 1 defa geçer. Toplam 190 (2*5*19) eder. ح hareketi, ي kolaylığı ifade eder.
Burada ثُمَّkelimesi getirilmiştir. İmate ile ihya arasında bir zaman geçeceği, yeryüzündeki bütün insanların ihya edileceği ifade edilir.
Kur’an yeryüzündeki insanlara Âdemoğlu der. Yeryüzü Âdemoğullarına verilmiştir. Kur’an’da semavat ve arzın emanetinin Âdemoğluna değil de insana verildiği söylenir. Başka yıldızların gezegenlerinde de insanlar vardır. Hatta başka galaksilerde de insanlar vardır. Üç boyutlu uzayı dolduran galaksilerdeki bütün maddeler yeryüzünde olan maddelerdir. Aynı çevre içerisinde yaşıyoruz. Allah hiçbir şeyi boş yere yaratmamıştır. Bu kadar büyük kâinatın bomboş olduğunu düşünmek akılsızlıktır.
Kıyamet gününde bütün yıldızların birlikte değişime uğrayacağı Kur’an’da açıkça ifade edilir. İhya diğer yıldızlardaki insanlarla birlikte olacaktır.
Galaksiler birbirinden uzaklaşır ve sonunda tamamen birbirinden kopar. Her galaksinin bütün yıldızları kendi merkezinde toplanır. Onların kıyametinin bizimle beraber olup olmadığı hususunu daha henüz tespit etmiş değilim. Ayrıca diğer dört boyut uzaylarda da insan var mıdır ve onların dirilmeleri nasıldır? Şimdilik bu hususta bilgilerimiz yoktur.
YORUM
Biz beş boyutlu uzayda, üç boyutlu uzay ile dört boyutlu uzayı oluştururuz. Kıyamet hayatı bizim uzayımızın yani üç boyutlu uzayın dört boyutlu uzaya geçmesiyle oluşacaktır. Ahirette biz dört boyutlu uzayı yaşayacağız. Kâinattaki bu olayların oluşması hakkında bugün yeteri kadar ilme sahip bulunuyoruz.
Peygamber İbrahim’in imate eder ve ihya eder ifadesi ile Allah’ın varlığı ve ahiretin oluşacağı hususu bugün çok açık bir şekilde ispatlanmış olmaktadır. Peygamber İbrahim tüm insanlığı uyarma görevini almış ve ona da Kur’an’a benzer mucizeler verilmiştir. Yani o gün söylediği sözü yalnızca onlara söylememiş, bize de söylemiştir.
Öz Türkçe ile:
“Ve beni öldürecek sonra da beni diriltecek olan kimsedir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve beni imate edecek sonra da beni ihya edecek kimsedir.”
Va elLaÜİy YuMİyTuNİy ÇumMa YuXBİyNi
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ (81)
***
وَالَّذِي أَطْمَعُ
Va elLaÜİy EaOMaGu (Va elLaÜİy EaFGaLu)
“Ve tama’ ettiğim kimse”
طَاعَةolgunlaşmış, koparılmaya hazır hurma demektir. Bu hurmanın özelliğinden dolayı “itaat” ele gelme, söze uyma anlamı kazanmıştır. وharfi م‘e dönüşmüş, koparmak isteyenin böyle bir hurma salkımına duyduğu arzuya طَمْع denir. طuyumluluğu, مenginliği, عetkiyi ifade eder.
Bundan önceki الَّذِي geçen yerlerde fail olan Allah’tır. Burada ise Allah fail değil de meful olarak gelmiştir. “Benim tama’ ettiğim kimse” diyor. Ancak sonra “hatalarımı mağfiret edecek olan kimse” diye açıklar. O halde, beni mağfiret edecek kimsedir diyor.
Bu surede Musa’nın kıssasında نَطْمَعُ kelimesi geçmiştir. طَمِعَ يَطْمَعُ fiili müteaddi bir fiildir. Bir şeyi tamah edersin. Bir şeyin olmasını istersin. Kendi kendine istemek de tamah olabilir ama بِ veya فِي harfiyle teaddi ederek birinden istemiş olursunuz.
Burada mağfiret ettiği şey İbrahim’in tamah ettiği şeydir. الَّذِي geçtikten sonra بِهِkelimesi hazfedilmiştir. يَغْفِرَfiilindeki fail الَّذِي’nin ait zamirinin yerini almıştır.
Dünyada yaşarız, bir şeyin peşine koşarız. Peşine koştuğumuz şey bizim yaşamamızı sağlar. Müminler geçici dünyanın peşine değil de kalıcı ahiretin peşine koşarlar.
“Tamah etmek” bir şeyin peşine koşmak manasına gelebilir.
أَنْ يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي
EaN YaĞFiRa Lİy PaOİyEaTİy (Ean YaFGiLa FaGİyLaTİy)
“Hatalarımı benim için ğufran etmesini”
غفر, حفر kelimesi ile akrabadır. Çukur açmaya hafr etmek, açılan çukurun toprağını yerine koymaya ise ğafr etmek demektir. حُفْرَة çukur, غُفْرَة çukurdan alınan topraktır. غُبَار kelimesiyle de akrabadır. Mağfiret etmek demek, suçu, günahı, hatayı kapatmak, cezasını vermemek, görmezlikten gelmek demektir. Afv ise suçu tamamen silmek, işlememiş hale getirmek demektir. İstiğfar istif’al babındandır. İstif’al babı, Türkçedeki “isteme” kelimesinin başa gelmesi gibi bir mana taşır. Allah’tan işlenen kusurların, günahların kapatılmasını, örtülmesini talep etmek anlamı taşır. Afv yerine mağfiretin gelmesi “hepten sil” yerine daha mütevazı bir talepte bulunmak anlamı taşır. غ değişmeyi, ف ayrılmadan kopmayı, ر tekrarı ifade eder.
خطءkökü خطوkökünden dönüşmüştür. خَطَّة çizgi ve adım anlamına gelir. خَطَأ çizginin sağa sola sapması demektir. Konuşulurken harfte değişiklik yapılarak manada da değişiklik sağlanır. خَطّ düz çizgi, خَطْوَة ise zikzaklı çizgi demektir. “Hata etmek” yanlış yapmak demektir. Yanlış da yana kaymaktan gelir.خ çökmeyi harap olmayı, ط uyumluluğu, ء gücü ifade eder.
İnsanlar hayat boyunca hastalıklar ile karşılaştıkları gibi, işlerinde de hatalar yaparlar.
İbrahim Peygamber de hatalar yapmıştır ama hatalarının mağfiret edilmesi için hata karşılığında iyilikler yapmaktadır.
Hasenat seyyiatı götürür. O halde peygamber de olsan mağfiret edilmen için devamlı çaba göstermen gerekir. أَطْمَعُ kelimesi bu çabayı da ifade eder.
يَوْمَ الدِّينِ (82)
YaVMa eldDİyNi (FaGLa eLFiGLi)
“Dinin yevmi.”
يوم durgun akan su demektir. Kabarıp inmesi sebebi ile periyodik çağların adı olmuştur. Sonra bir gün ve geceye isim olmuştur. Kur’an’da أَيَّامًامَعْدُودَةًta olduğu gibi 24 saat için kullanılır veya تِلْكَالْأَيَّامُنُدَاوِلُهَا da olduğu gibi çağlar için kullanılır. يوم Kur’an’da 475, يمم ise 11 defa geçer. Toplam 486 (2*35) eder. ي kolaylığı, و beraberliği, م enginliği ifade eder.
Dana inek yavrusuna denir. Anasına meme emmek için yaklaşması haline دَانَةdenir. Yaklaşmak demektir veya borçlanmak demektir. دَيْنkelimesi دِين kelimesi ile aynı köktendir. Atomlarda da oksijen hidrojene elektron borçlanır borçlu ve alacaklı birbirlerinden ayrılmadıklarından su molekülü oluştururlar. Din/دِين, kişilerin birbirleriyle ayrılamaz şekilde borçlandıkları düzendir. Aynı zamanda borç ve alacak muhasebeye dayandığı için “din” hesap, muhasebe demektir. دِينَار kelimesi de دِين‘den gelir. Burada دِينdüzen demektir. Allah’ın dinine girmek kişi olarak onun şeriatını kabul etmek demektir. Bunun hesabı ahirette görülecektir. Dinin dünyevi manası İslam düzeninde olan bir devletin vatandaşlığını kabul etmek demektir.د çevreyi, ي olaylığı, ن belirsizliği ifade eder.
“Din” “deyn”den gelen bir kelimedir. Borç anlamını ifade eder. دَانَة ise yavrunun anasının sütünü emmesidir. Türkçedeki “dana” kelimesi buradan gelir. Fatiha Suresi’nde مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِolarak geçmiştir.
“Din” düzen anlamındadır ama eşyanın düzeni değil insanların düzeni, topluluğun düzeni anlamındadır. Topluluk düzeni borçlu alacaklı düzenidir yani muhasebe düzenidir.
Çalışanlarımıza defterler veriyoruz. Çalıştıklarını yazıyorlar. Bilgisayarda muhasebesini tutuyoruz. Yılsonunda girilen verileri değerlendirerek herkesin alacak-vereceğini hesaplarız.
Allah bizim yanımıza iki tane melek görevlendirmiştir. Biri sağımızda diğeri solumuzdadır. Sağ tarafımızda olanlar yaptığımız iyilikleri, solumuzda olanlar da yaptığımız kötülükleri yazar. Bir de üçüncü melek vardır, o da aralarında ihtilaf olursa hakemlik yapar. Ahirete vardığımızda yazdıkları defter ile beraber mahkemeye çıkarız. Teker teker maddelerin hesabını veririz. Onun için ahiretteki bugünün adı “yevmi’d-din”dir. Bir sevap yerine on sevap yazılır. Bir günaha karşılık ise bir günah yazılır. Mahkemeler böyle değerlendirirler. Sonunda hesaplar Allah’a arz edilir. Allah onun sevabını daha çok sevaplara yükseltir, günahların da bir kısmını affeder çok az kimseyi birkaç kişiyi cehenneme diğerlerini cennete gönderir. Buna rağmen cehenneme gidenlerin sayısı yine de çoktur. Görevli melekler cehennemdeki meleklere sorarlar; “Suçlular çok, göndereceğimiz yeriniz var mı.” derler, cehennemdeki melekler de gezerler ve cevap olarak “Bomboş buralar!” derler. Yani suçlular için yerimiz her zaman var derler.
Burada فِي يَوْمِ الدِّينِdenmeyip يَوْمَ الدِّينِ denmesi din döneminin yalnızca hesap için ayrılan bir dönemin olduğunu ve tüm dönemi kapsayan bir süreç olduğunu gösterir.
YORUM
Peygamber İbrahim onlara Rabbi dört الَّذِي ile tanıtır. Fail aynı ise الَّذِي gelmez, sadece fiiller gelir.ضَرَبَ وَقَتَلَ الَّذِيdersen döven ve öldüren aynı kişi olur. Fiiller ayrı olur.
ضَرَبَ وَالَّذِي قَتَلَ الَّذِي dersen öldüren başka döven başka kişidir. Eğer birinin değişik kişiliği varsa o zaman aynı kişi için iki الَّذِي kullanırsın. حَكَمَ وَالَّذِي طَعِمَ الَّذِي dersen hâkim olarak hükmetti ama insan olarak da yedi anlamında olur.
Allah birdir ama değişik kişilikleri vardır. O kişilikleriyle hareket ettiği zaman الَّذِي kelimesini tekrar eder. Burada da Allah ayrı kişilikle tezahür ettiği için Âlemlerin Rabbi tek iken birden fazla الَّذِيgetirilmiştir. Bu ifadelerin bizim dünyamızdaki uygulaması, kamu görevlilerinin değişik kurumlara verilmesi ve kurumların bağımsız olmaları anlamını taşır. Bugün kuvvetler ayrılığı ve laiklik bunu gerçekleştirmek için ortaya konmuş kurallardır.
AK Parti laikliğe ve kuvvetler ayrılığına karşıdır. Laikliğe karşı olduğunu açıkça söyleyemiyor ama kuvvetler ayrılığını resmen askıya almıştır. Allah’a inanmış kimselerden oluşan bu parti, bu hataları yaparken birçok uyarılar almıştır ama AK Parti bunların hiçbirini dinlememiştir.
Tekel Sermaye dünyayı tek devlet haline getirmek için öncelikli olarak devletlerden demokrasiyi kaldırmaya çalışır. Sonra başkanları kendisi tayin ederek tek devlet oluşturmaya çalışır. Bunun ilk uygulamasını Türkiye’de yapmıştır ama başarıya ulaşamamıştır.
AK Parti anayasaları yazmış ama ona uymamıştır. Tekel Sermaye ordunun Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını istemiştir, AK Parti de bunu Genelkurmay Başkanını sivil yaparak onun istediğini yerine getirmiştir.
Beklerdik ki AK Parti Doların dediklerini değil de Allah’ın dediklerini yapsın.
Öz Türkçe ile:
“Ve sayışma gününde yanlışlarımı kapatmasını umduğum kimsedir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve dinin yevminde benden hatalarımı mağfiret etmesini tama’ ettiğim kimsedir.”
Va elLaÜİy EaOMaGu EaN YaĞFiRa Lİy PaOİyEaTİy YaVMa eldDİyNi
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ (82)
İstanbul, Yenibosna; 06 Haziran 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar: ECE FERAH
REŞAT NURİ EROL
TAYİBET ERZEN
SÜLEYMAN AKDEMİR
resatnurierol@gmail.com
(0532) 246 68 92