Kur’an’a göre yeni düzen ve yeni medeniyet-29
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…
Şimdi tarihe bakalım.
Kur’an gelmiş, Arabistan’da İslâmiyet yani İslam/silm/barış düzeni yayılmıştır.
O zamanki dünyada İslâmiyet yani içtihat sistemi yoktur, serbest sözleşme yoktur, yerinden yönetim yoktur. Dünyada en ileri iki uygarlık vardır; Sasaniler (İran) ve Bizanslılar.
İslâmiyet gelmeseydi dünya bugünkü uygarlığa ulaşabilir miydi?
Buna cevap verebilmemiz için İslâmiyet’in dünyaya neler getirdiğini bilmemiz gerekir. İslâmiyet müminlere, nerede olursanız olun Mescidi Haram’a dönün demiştir.
***
Müslümanlar bu sorunu çözmek için ne yapmışlardır?
Önce onlu sistemi, logaritma yoluyla hesap sistemini geliştirdiler. Sonra trigonometriyi buldular. Bu sayede uzak yerlerdeki kıbleyi tayin ettiler. Yoksa Orta Asya’daki Buhara’da namazı ne tarafta kılacaklarını nasıl bileceklerdi. Yine kıbleyi bulmak için pusulayı geliştirdiler. Pusulasız geceleri ve sisli havalarda kıble yönünü nasıl tayin edeceklerdi. Gerçi onluk sayı sistemi Hindistan’da vardı ama bir şeye kullanmıyorlardı. Pusula Çin’de vardı ama bir şey için kullanmıyorlardı.
Bütün bunlar sadece kıble emri ile gelişmedi. Kur’an insanlara kıyas-ı şer’iyi öğretti, tümevarımı öğretti, onlar onun sayesinde keşfedildi.
Şimdi münkirleri sual edebiliriz. Batı’dan onluk sistemi çıkarın, Batı’dan tümevarım sistemini çıkarın, Batı’dan serbest sözleşmeyi çıkarın, Batı’dan trigonometriyi çıkarın; bunlar sadece bizim olsun, kalan ne varsa hepsi sizin olsun! İşte o zaman Kur’an’ın neler getirdiğini gerçek anlamda öğrenmiş oluruz.
Kur’an’da “ekmeltü/ikmal ettim” (Maide 3) deniyor, bi’l-kuvve ikmal ettim diyor. Tohumdaki ağaç gibi ikmaldir. Onun sayesinde önce İslâm Medeniyeti doğdu. İslâm Medeniyeti sayesinde bugünkü Batı uygarlığı doğdu. Şimdi de “III. Bin Yıl Medeniyeti” Kur’an’ın öğretileri ve müsbet ilimde alınan uzun yol sayesinde doğacaktır.
***
“Leküm diyneküm / Sizin için dininizi/düzeninizi.” (Maide 3)
Buradaki “siz” ey iman edenlerdir. Müminlere anlatmaktadır.
Tekrar olarak insanları sınıflara ayıralım.
a) Müminler. İlahi ahkâmı kabul eden, hakem kararlarına uyan, bedenen cihat eden yani “İlahi üzeni” koruyan kimselerdir. Kur’an özel olarak bunlara hitap etmektedir, “Ey müminler” demektedir.
b) Müslimler. Bunlar da müminler gibi İlahi hükümleri rızaları ile kabul eden kimselerdir. İlahi Nizamın korunması için malen cihat etmekte, cizyelerini vermektedirler. Kur’an bunlara da hitap eder ve “Ey nâs” der.
c) Kâfirler. Kur’an’ın İlahi Nizamını kerhen kabul eden, başka çareleri kalmadığı için kabul eden, cizye vermeyen ama hakemlerin kararlarına rıza gösteren kimselerdir. Bunların bizimle olan hukuklarını koruruz, çünkü onlar hakemlerimizin kararlarını kabul ediyorlar. Ama onların başkaları ile olan, birbirleri ile olan haklarının bekçiliğini yapmayız.
d) Müşrikler. Bir de hakem kararlarını da tanımayanlar vardır. Bunlar müşriktir. Bunlara müminler dokunmazlar, suç işlemedikçe ceza vermezler. Ama bunların borç-alacak davalarına bakmazlar. Müslimler dahil kiminle ne yaparlarsa yapsınlar onları korumayız. Müslim veya müminlere saldırırlarsa tenkil ederiz.
Buradaki muhatap tüm insanlar olur. Yani tüm insanlığın Adil Düzen’ini ikmal etmiştir. Tüm insanlar kişilik sahibidir, davalı ve davacı olmaktadır. Bucaklarımızda dolaştıkça güvenleri vardır, hakları vardır. Cizyeyi de vermek zorundadırlar. Bucak dışına çıktıklarında kendileri kendilerini savunurlar.
(Devamı var)