Türkiye dış siyasetinin temeli Lozan’da atılır. Türkiye bir İslam devletidir ama büyük devlet olma iddiasından vazgeçer. Bünyesinde çıkan tüm İslam ülkelerini Batılılara bırakır. İran bağımsızlığını korumaya devam eder. Türkiye “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini kabul eder. Türkiye’yi dinsizleştirme çabalarına yönelik gizli anlaşmalara uzun süre sadık kalınır.
1933 nutkunda dünyaya ilan edilir: Size verdiğim sözlerin hepsini yerine getirdim. İslam ülkeleri ile işbirliğini askıya aldım. İnkılapları yaptım. Şimdi ülkemi muasır medeniyetin fevkine çıkaracağım. Meşalemiz din değil müsbet ilim olacaktır.
Türkiye’nin gelişmesini durdurmak için İnönü hükümeti indirilir, yerine Bayar hükümeti getirilir. Faizli bankalar kurulur.
Mustafa Kemal’den sonra ordu İnönü’yü tekrar iktidar yapar. Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmez. Yahudiler de bizleri bu Savaş’a sokmak isterler. Türkiye’nin tekrar Hıristiyanların eline geçmesini istemezler. CHP’yi iktidardan uzaklaştırıp DP’yi iktidara getirirler ve Türkiye’yi borçlandırmaya başlarlar. Adnan Menderes partiye hâkim olur, Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine geçirir. Verilen kredileri keserler ama o farklı şekilde devam eder ve başarır.
Başbakan Adnan Menderes’i indirilir.
Ordu yönetime el koyar ve Türkiye’ye çok partili düzeni getirir.
Ordu ile Batı Sermayesi çatışır ve bugünkü kavga 1960’taki kavganın benzeridir ve devam etmektedir.
Ordu her zaman galip gelirse de sonra masada hep yenilir.
15 Temmuz bunun en açık örneğidir. Ordumuz 15 Temmuz mihraklarını birkaç saat içinde bitirir ama en büyük darbeyi o yer. Olağanüstü hal ilan edilir ve Anayasa değişikliği ile ordu ikinci sınıfa indirilmeye çalışılır.
Ordu her zaman olduğu gibi şimdi de kendisine düşen görevi beklenenden fazlasıyla yapıyor. Ama sonra ne olacaktır? Ordumuzu yine tahkir dilecek, yine kenara itilecek. Sermaye veya ABD Suriye’ye hâkim olmakla kalmayacak, Suriye’yi Türkiye’ye saldırtacaktır.
Neden mi?
Aç kaldığı için. Onu aç bırakacaklar, kurtuluşu Türkiye’ye saldırmakta bulacaktır. Belki ordumuz Suriye’yi yenecek ama siviller gereken tedbirleri almadıkları için yine iş ordumuza düşecektir. Batı sabırlıdır. Bu sonuna kadar devam etmez, bir gün ordunun da mecali kesilir.
Biz bunları gördüğümüz için -eski arkadaşlarımızı üzsek de- söylemeye ve uyarılarımızı çözüm önerilerimizle birlikte yazmaya devam ediyoruz.
Mağlup olanlar eskiden köle yapılıyordu ve onlara öyle yaşama hakkı veriliyordu.
Şimdi kölelik yok, esirleri ya öldürürsünüz ya da serbest bırakırsınız.
Öldürmekle bitiremezsiniz, sonunda çoğu serbest kalır.
Onlar da aç kalacaklarından karınlarını doyurmak için yine dağa çıkarlar.
Sermaye bu tuzağı kurmuş, dünyayı ateşler içinde oynatıp durmaktadır.
Bir ülkenin ekonomisi bozulduğunda orada terör doğal olarak başlar. Ak Parti gaflet içindedir. Her gün sinsice ve sessizce dolar yükselmekte, işler durmakta, enflasyon devam etmektedir. Kızılcahamam’da Ak Partililer birbirlerini kandırıp durdular. Bu durumda ordunun zaferi ancak sivillerin ekonomik ve sosyal hamleleri ile taçlanır.
Tehlike bundan ibaret değildir.
Batılılar kendi aralarında kavga ederler ama sıra İslamiyet’e ve Türkiye’ye geldiğinde bir olup İslamiyet’e ve Türkiye’ye birlikte tuzak hazırlarlar. Şimdilerde Arapları silahlandırmaktadırlar. Türkiye ilerlerken güneyden de İsrail destekli Suriye ordusu kuzeye gelmektedir. Esad eşkıyalarla anlaşacak, terör grupları ona teslim olacaklar, sonra ülkemize Suriye devletinin bir ordusu olarak çekilin diyecekler ve saldıracaklar. Biz ne yapacağız? Ya çekileceğiz İsrail ile iş birliği halinde olan Arap orduları gelip sınırımızda duracaklar mı? Saldıracaklar!
İşte size Arap-Acem savaşı.
Bizim bu olasılıklara karşı hazırlıklı olmamız gerekir.
Bu hazırlık da askerlere değil sivillere düşer.
Meclis’te barışmakla birlik olunmaz, birlikte tehlikeye göz önünde tutularak tedbir alınması gerekir.
Kur’an düzeninin dışında bir çıkar yolumuz yoktur.
Göz göre göre ölüme gidiyorsunuz.