ABDULLAH GÜL: PARLAMENTER SİSTEME DÖNMEK ŞART-A
+
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yönelik en net değerlendirmede bulundu: "Cumhurbaşkanı iken de parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu söyledim. Türk tipi başkanlık sistemini istemedim. Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yana. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Türkiye bunun noksanlığını hissediyor."
-Karagülle başkanlık sistemine şiddetle karşı çıkmıştır. Evet çıkması sonucunda Adil Düzen Partisi’ni kurma kararını almıştır. Akevler’de gerekli hazırlıklar yapılmış, şartlar beklenilmektedir.
***
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Karar yazarları Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur'a konuştu. Yıllar sonra ilk röportajını veren Gül, gündemdeki konularla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı...
- Bu yazımda Gül’ü eleştirmeyeceğim. Bu sorular bana sorulsaydı nasıl cevap vermiş olacağımı açıklayacağım.
***
Ahmet Taşgetiren: Siz 1991’de Refah Partisi’nde siyasete başladığınızdan bu yana dış politikanın içindesiniz. Dışişleri Bakanlığı da yaptınız. Son olarak İdlib’de yaşananlarla başlayalım isterseniz. Nasıl bakıyorsunuz? Bugünden baktığınızda Suriye’de nerede yanlış yapıldı?
SURİYE İLE TOPYEKÜN BİR SAVAŞA GİRİLMEMELİ
Abdullah Gül: İdlib’de olup bitenlerle ilgili fazla bir şey söylemem pek mümkün değil. Çünkü sahadaki gerçeklere, bilgilere tam vakıf değilim. Tabiatıyla askeri durumları, istihbarat verilerini şu anda işin başında olanlar, pozisyonları gereği değerlendirip, kararlarını verecekler. Onlara şu an için ‘bunu değil şunu yapın’ şeklinde tavsiyede bulunmak doğrusu sorumsuz bir davranış olur benim açımdan. Söyleyeceğim şey, çok kışkırtılıyor olsak da Suriye ile topyekün bir savaşa girmemek yönünde olur.
Ama meseleye genel Suriye politikası olarak baktığımızda esasen daha işin başında bütün dünyanın Suriye’ye yaklaşımının çok yanlış olduğunu söyleyebilirim.
Arap Baharı geldiğinde Suriye’de de temel hak ve özgürlüklere dair daha fazla istekte bulunan insanlar sokaklara döküldüler. Onların taleplerinin karşılanması gerekirdi. Ama düşününki Suriye devleti otoriter bir devlet. Bu tür devletlerde sivil toplum hareketlerine karşı alınacak tedbirler ancak askeri tedbirlerden ibaret olur. Bunun ötesinde bir şey beklemek zaten gerçekçi değildi. O dönemde aslında Suriye hükümetine Türkiye olarak epeyce yardımcı olmaya çalıştık, bir geçiş dönemi için. Ne yazık ki Suriye ile ilişkiler çok erken bir safhada koptu. Ancak o zamanlar bölge dışından, özellikle Batı’dan, ABD’den gelen çok ağır baskılar, çok radikal yaklaşımlar öyle bir noktaya geldi ki bu politikaların arkasına sanki güç de konacak intibaı verildi. Sonra bu yaklaşımların arkasına güç konmayacağı ortaya çıkınca da tabii ki bir ateş hattı açılmış oldu, bütün dünya olarak.
Şimdi buradaki esas noksanlık şu; hiçbir çıkış stratejisi olmadan bir cephe açılmış oldu.
- Tarihte değişik dönemler geçti. Beylikler dönemi, devletler dönemi, imparatorluklar dönemi. İmparatorluklar döneminin şampiyonları, Rusya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, ABD imparatorlukları olmuştur. Halen Çin ve Hint de bunların devamıdır. Şimdi ulusal devletler dönemidir. Avrupa Birliği gibi birlikler dönemidir. Mustafa Kemal bunu en iyi bir şekilde kavramış, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesini koyarak tarafsız politikayı benimsemiştir. Türkiye’nin Lozan’da belirlenen sınırları dışında kimsenin bir karış toprağında gözümüz yoktur. Yurdun bir karış toprağını da kimseye vermeyecektir. Son ocağa kadar savunulacaktır. Ordu buna sadık kalmış, Demokrat Parti ve Anavatan Partisi bu ilkeleri çiğnemiştir. Şimdi yanlış politikaya devam edilmektedir. AK Parti’nin Birleşmiş Milletler kararı ile operasyon yapması bugün doğrudur. Türkiye operasyonu tamamlayarak bir an önce ülkeye dönmelidir. Dışarıda asker bulundurmamalı, dışarının askeri de Türkiye’de olmamalıdır. Türkiye hiçbir devletle topyekûn savaşa girmemelidir.
***
İRAN VE RUSYA’NIN DESTEĞİ HAFİFE ALINDI
Yıldıray Oğur: Türkiye açısından mı diyorsunuz?
Abdullah Gül: Bunu önce konuya müdahil tüm devletler için söylerim. Ama öncelikle Suriye ile sınırdaş, güvenliği sınırındaki güvenlikle kaçınılmaz ve doğrudan alakalı bir ülke olarak bizim için de bu husus çok önemli.
Dolayısıyla böylece başlayan olaylar sonunda, maalesef bugün bu noktalara gelinmiş oldu. Ne yazık ki, görülmemiş acılar, hüzün ve yıkım yaşanıyor.
-İran ve Rusya Esad’ı destekliyor, Türkiye’yi de destekliyorlar. Türkiye Esad’a cephe almakla dış siyasette en büyük hatayı yaptı. Türkiye iktidardakileri uyarmalı ama cephe almamalıdır. Uluslararası hakem kararlarına göre hareket etmelidir.
***
Elif Çakır: Suriye politikasının başından beri yanlış olduğunu, hatalı yürütüldüğünü söylediniz. Somut olarak nerede yanlış yapıldı?
Abdullah Gül: İran ve Rusya’nın Suriye rejimine desteği hafife alındı. Halbuki, İran için rejimin düşmemesi bir varoluş sebebidir. Rusya için ise Çarlık, Komünizm ve bugünkü yönetim için de stratejik olan sıcak denizlere ulaşım meselesidir. Amerika askeri olarak gelmeyeceğini belli ettikten sonra Rusya ve İran’ın kararlılığını dengeleyecek başka bir güç mevcut değildi. Rusların başlattığı büyük çıkartma Ekim 2015’te gerçekleşti. Bundan önce siyasi çözüm çabaları başlamış olmalıydı.
Siz bir şeyi bir kez kırdığınızda artık onun sahibi oluyorsunuz. Bir yere bir kez girdiğinizde, müdahil olduğunuzda eğer dengeleri kurmadıysanız, çıkış stratejisini çok iyi oluşturmadıysanız giderek o işin içine çekiliyorsunuz, ondan sonraki gelişmeler sorunu yönetmek noktasına kadar sizi sürüklüyor ve problem sizin probleminize dönüşüyor. O açıdan baktığımızda bugün bölgede çok büyük sorunlar var ve neticede gelinen nokta itibarıyla Ortadoğu bölgesinde halkı Arap olan, Müslüman olan iki tane ülke var ki işte biri Irak diğeri Suriye. İkisinin de bel kemiği kırılmış. İkisi de darmadağın olmuş. İkisi de artık devlet fonksiyonlarını göremez hale gelmiş. Şimdi bunlar bu haldeyken öte yanda Filistin sorunu hala çözülmemiş, Filistin bağımsız devleti kurulmamış, iki devletli neticeye ulaşılmamış. Çok hazin bir tablo var ortada.
-İmparatorlukların sona ermekte olduğu bu dönemde Ortadoğu en büyük problemi yaşıyor. Tüm devletlerle birlikte Ortadoğu’da savaşıyorlar. Ortadoğu eziliyor. Önce Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri, kendi aralarında anlaşarak ortak bir siyaset geliştirmeli, ülkelerine Kur’an düzeni getirmek üzere anlaşmalıdırlar. Ortadoğu’nun çıbanı İsrail’dir. İsrail sorunu aynı zamanda dünyanın da sorunudur. İsrail’e kendi topraklarını vermeliyiz. Siyonistlerin kafalarındakilere değil de Tevrat’taki sınırlara uymalıyız. Bizim çözümümüzü Ortadoğu ile ilgisi olan devletlere kabul ettirmeliyiz. Onları ikna etmeliyiz. Sırası ile; 1) Rusya, 2) İngiltere, 3) Fransa, 4) ABD, 5) Çin. Bunların mutabakatını aldıktan sonra dört Ortadoğulu devlet planını uygulamalıdır.
Ahmet Taşgetiren: Çıkamıyoruz. Çıkışı olmayan bir süreç yani.
Abdullah Gül: Benim vizyonum şu; hükümetlerimizin de vaktiyle vizyonuydu. Ülke içerisinde barış, istikrar ve güvenlik; bölgede barış, istikrar ve güvenlik.
Bu sağlanmadan ne bir ülkede ne de bir bölgede ekonomik kalkınma, gelişme, kalıcı bir refah gerçekleşiyor. Bunun örnekleri dünyada var. Ülkeler öyle savaşmışlar ki birbirlerini yok etmecesine. Sonunda çatışmanın getirdiği yıkımı fark edip, nasıl müreffeh ve mutlu bir ülke ve bölge olunur, onun yolunu bulmuşlar. Dolayısıyla bölgemizde de bu farkındalığın olmasıydı bizim bütün çabamız. İlk uygulamalarımıza baktığınızda hep o şekilde politikaların devreye sokulduğunu görürsünüz. Hatta Irak savaşına girmeyişimizin, tereyağından kıl çeker gibi o işten sıyrılmamızın altında bu düşünceler vardı.
- Yeryüzünü Allah yarattı. Çözüm yok demek Allah aciz demek veya Allah bundan sonra yeryüzü ile ilgilenmiyor demektir. Çözüm var hem de çok kesin ve basit çözüm var, o çözüm de Kur’an düzenidir, Hak düzendir, İslam (barış) düzenidir, Adil Düzen’dir, ortaklık düzenidir. Akevler’de bunlar elli senelik çalışmalarla hazırlanmıştır, oraya başvurmak gerekir.
Yıldıray Oğur: Siz 1 Mart tezkeresinde muhalif bir duruş ortaya koymuştunuz.
Abdullah Gül: O zaman ben, başta BBC, CNN olmak üzere yabancı TV'ler geldiğinde şunu söylediğimi hatırlıyorum, “Ben bir kral veya emir değilim. Demokrasiyle yönetilen bir ülkenin seçilmiş Başbakanıyım. Dolayısıyla Meclis ne diyecek, halk ne diyecek ona bakmamız gerekir.” Onlar da hükümetimiz için ‘nasıl olsa işi bir dengine getirirler ve kuzeyden cephe açılmasına yol verecek kararı çıkartırlar’ diye düşünüyorlardı.
- 1 Mart tezkeresi Akevler’den gelen iki milletvekilinin etkisi ile reddedildi. Gürsoy Erol, Melik Özmen. Türk ordusunu savaşa sokacak, sonra çekilip gidecekler, bizi birbirimizle boğuşturacaklardı. Sonra da bombalar yağdırıp soykırımına gideceklerdi. Abdullah Gül de o tezkerenin çıkmasında fazla taraftar olmadı.
***
MISIR’LA İLİŞKİLERİN DÜZELMESİ İÇİN YOL BULUNMALI
Ahmet Taşgetiren: Suriye ve Irak’ta olup bitene müdahale edemeyen bir İslam dünyası var. Türkiye’nin de Mısır’la, Suudi Arabistan’la sorunları var. Türkiye bu ülkelerle ilişkilerini düzeltebilir mi? Nereden başlanmalı?
Abdullah Gül: Ülkelerin hükümetleri ve hatta rejimleri değişebilir. Uzun vadeli çıkarlar açısından halklar ve devletlerle ilişkileri büyük düşmanlıklara çevirmemek gerekir. Maalesef, bugün itibarıyla çok hüzün verici ve talihsiz durumlarla karşı karşıyayız. Bu sorunlar bölge ülkelerinin yönetimlerinin uyguladıkları basiretsiz politikaların sonuçları. Ülke yönetimi büyük bir sorumluluk ve bu sorumluluk duygusu içerisinde hareket edilmeyince sonunda gelinen manzara maalesef vahim oluyor. Mısır, Arap ve İslam dünyasının en önemli ülkelerinden birisidir. Son yıllara kadar bütün Arap ülkelerinin liderlerinin tahsil yapmak için gittiği yer Kahire'ydi. Bizim açımızdan baktığınızda da Akdeniz'i bir elmaya benzetirseniz ki, iki yarısı gibidir Türkiye ve Mısır. Dolayısıyla Türk-Mısır ilişkileri günlük meselelerin çok ötesinde dikkatle ele alınmak durumundadır, her iki ulusun çıkarları açısından çok önemli bir konuma sahiptir. Ama maalesef bugünkü durum da malûm. Ümit ederim ki nihayetinde aklı selim ile ilişkileri olması gerektiği yere taşıyacak bir yol bulunur.
- Önce şunu bilmeliyiz. İmparatorluklar dönemi son bulmuştur. Ulusal devletler dönemi yaşanmaktadır. Dinlerin, rejimlerin, ırkların güçlerini birleştirdiği devletler birliğidir. Dünya Birlemiş Milletler’in içinde kıtalar vardır. Ortadoğu dediğimiz zaman Mısır’ı ve Kuzey Afrika’yı dahil etmiyoruz. Onu Afrika Birliği çözmelidir. Ortadoğu dediğimiz zaman Arabistan, İran ve Türkiye’yi kast ediyoruz. Kafkasya da dahil olabilir. Afganistan dahil olabilir. Ortadoğu dünyanın merkezidir. Burada oturanlar bunu bilmelidirler ve tüm insanlığı konuk etmek zorunda olduklarını kavramalıdırlar. Merkezlerde oturanların yükümlülükleri vardır. Taşralar onları destekler ama oralar da taşraya hizmet verirler.
RUSYA İLE İLİŞKİLERDE ÖLÇÜ KAÇTI
Yıldıray Oğur: Sizin Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptığınız dönemde Avrupa Birliği ile yakın ilişkileri olan bir Türkiye vardı. Son dönemde ise Rusya ile çok yakınlaşan, Avrasya perspektifine yakın duran bir Türkiye var. Bu yakınlaşmanın maliyeti de en son İdlib’te ortaya çıktı. Rusya ile girilen bu ilişkiye nasıl bakıyorsunuz?
Abdullah Gül: Türk-Rus ilişkilerinin çok köklü bir tarihi vardır. Osmanlı dönemi var. Hatta Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü sınırlarda olmasında dolaylı olarak Rusların katkısı da oldu. Biliyorsunuz Bolşevik İhtilali olunca meşhur Sykes-Picot Anlaşması’nın maddeleri Ruslar tarafından ifşa edildi. O zaman enternasyonalizmin savunuculuğunu yapan Lenin yönetimi, Rus işgalini ideolojik açıdan yanlış bulup askerlerini kendi sınırlarına çekti.
Cumhuriyet döneminde de Türkiye'nin sanayileşmesinde Rusların katkıları olmuştur. Öte yandan ortada bir Sovyet dönemi yaşandı. Sovyet döneminde neler olduğunu konuşmaya gerek var mı? Bütün Türk dünyasından nasıl bir silindir gibi geçip, din ve ulusal bilinç bırakmadıklarını hatırlarsak anlarız Sovyet döneminin ne olduğunu. Türkiye’nin Sovyet tehdidi dışında kalması nasıl sağlandı? Rusya büyük bir millet ve büyük bir devlet. Sovyetler çöktü ama Rusya kendisini gerek Asya’da gerek Avrupa'da tekrar yeniliyor. Hatta Batı’nın Sovyet rejiminin çöküşünü fırsat bilerek yaptığı genişlemelerin de bir nevi intikamını almak için değişik politikalar geliştiriyor ve uyguluyor.
Büyük devletler ile komşuysanız, hele bu komşu otoriter bir büyük devletse, ilişkileriniz ne düşmanca olacak ne de kendinizi kaptıracaksınız. Bu husus çok önemli. Düşman da olmayacaksınız gayet samimi, dürüst ilişkiler geliştirmek için çok uğraşacaksınız, onlara karşı başkalarının düşmanlığının aleti de olmayacaksınız.
- Rusya’nın geleceği için iki yol vardır. Biri, Rusya Türkiye ve İran ile birleşip Orta Asya’da Türkler ve Moğollar ile birlikte bir Orta Asya Birliği’ni oluşturmalıdır, doğu ile batı arasında barış köprüsü olmalıdır. Ya da Türkiye ile birlikte İran ve Arap devletleri de Avrupa Birliği’ne katılmalıdır. İslam Hıristiyanlık sentezinde rolü olmalıdır. Rusya’nın bugünkü siyaseti her kesime de yakındır. Sorun bizdedir. Biz Adil Düzen’i ortaya koymalıyız. Bir bucakta birlikte uygulayarak gözlemlemeliyiz. Biz bunu başarırsak tüm dünyaya barış gelir. Rusya ortaklık sistemini en kolay benimseyecek ülkedir. Marks sosyalizmden sonra komünizm gelecek demiştir. Onun bilmediği gerçek düzen Kur’an düzenidir. Sosyalizm veya komünizm değil Kur’an’da esasları bulunan “ortaklık düzeni” gelecek dünyanın düzenidir. Bütün hazırlıklar ve çalışmalar yapılmalıdır.
S-400 MESELESİNDE YANLIŞ YAPILDI
Türkiye’nin, demokratik ve çoğulcu bir ülke olabilmesi için, Batı bloku içerisinde Avrupa’yla beraber yer alması gerekiyor. Bu gereklilik de şundan kaynaklanıyor açıkçası; Türkiye’nin ancak demokraside, hukukta ve insan haklarında yüksek standartlarla yönetildiğinde kendi problemlerini çözüp güçlü olacağı ve bunu ekonomik gelişmenin de takip edeceği gerçeğinden hareketle söylüyorum. Zaten bütün uluslararası kurumlarda yerini de yıllar içerisinde buna göre tespit etmiş. Bu statüsü varken, Türkiye’nin Rusya ile ne düşman olması ne de kendini kaptırması uygun olur.
Son dönemlerdeki ilişkilerde bu açıdan biraz ölçü kaçtı. Özellikle askeri alandaki S-400 meselesi belki en kritik olanı. Çünkü nihayette Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün standartları, miğferinden tutun da hava kuvvetlerine, kara kuvvetlerine kadar her şeyi NATO standartlarında. TSK'nın gücünün etkinliği de aslında oradan geliyor.
Bütün tatbikatlar, eğitimler, lojistikler, bunlar arka planda çok büyük organizasyonların eseri. Bu açıdan o konuda açıkçası doğru yapılmadığı kanaatindeyim. Çünkü bir ülkenin bir elinde S-400, öbür elinde de bu silah sistemlerini by-pass etmek için geliştirilmiş uçakların olamayacağını asker ve diplomatların görmesi gerekirdi. Türkiye'nin F-35'lerle ilgili meselesi gelecekteki hava kuvvetlerimizin gücüyle ilgili bir konu. O açıdan belki daha vakitler vardır, konuya bu açıdan tekrar bakılması gerekir. Cumhurbaşkanı olduğum dönemde bu konular yine gündemdeydi. O zaman bana hem askerlerin hem Hariciyenin verdiği brifingler çerçevesinde bunları söylüyorum.
- Öncelikle bir “silah vakfı”nın kurulması gerekir. Firmalar istedikleri silahı üretirler ve bu vakfa satarlar. Vakıf da bu silahları maliyetlerle ulusların ordularına satar. Ne var ki dengeli bir şekilde satar. Ülkelerin asker sayısı kadar silah alma hakkı olur. O zamana kadar Türkiye silah üretimlerine ortak olur. a) Silahlar uluslararası şirketlerin olur. b) Türkiye’de üretilir. c) Birleşmiş Milletler’in denetiminde silah satışları yapılır. d) Atom bombaları ve biyolojik silahlar, tahrip edici silahlar dünyanın bütün ordularında dengeli olacak şekilde bulunur. Birleşmiş Milletler silah üretim merkezi İstanbul olur.
Ahmet Taşgetiren: Bu noktada Batı’nın günahları da gündeme geliyor. Yani ABD, Avrupa Türkiye'yi 15 Temmuz sonrası, PYD/YPG meselelerinde, Kıbrıs’ta anlamadı ve Türkiye buralara sürüklendi gibi bir değerlendirme de var.
Abdullah Gül: Batı'nın yanlışlıkları, günahları saymakla bitmez. Ama neticede bu işler kızgınlıkla öfkeyle değil, hesap kitap yapıldıktan sonra karara bağlanırsa bu ayrı bir mevzu. Hatta, Türkiye bir bütün olarak öyle bir değerlendirme yapabilir ki kendi çıkarı için daha doğru olduğuna inandığı, bütün kurumlarıyla, halkıyla topyekûn bir anlayışa geldiği takdirde, bu anlayış çerçevesinde NATO’dan da çıkabilir. Önemli olan böyle hayati ve geri dönüşsüz kararları alma süreçlerinin nasıl işliyor ve işletiliyor olduğudur. Bu tür kararlar konjonktürel tepkilerle ad hoc olarak mı, kızgınlıkla mı alınıyor, ayrıca feragat edilen hususları telafi ediyor mu?
-O zaman Yeni Akit’te 15 Temmuz’u ne Gülen ne de CIA yaptı diye yazmıştım. 15 Temmuz’u Sermaye dünyada kadınlar yönetimini oluşturma amacı ile yapmış, Türkiye’de Meral Akşener’i getirmek istemişti. Her ne kadar Gülenci subaylar kalkışmışsa da iktidar onlara teslim edilmeyecekti. Onun için bir asker devreye girmemiştir. Siviller yönetmişler, başaramayınca Sermaye siyasetini değiştirmiştir. Trump’ı başkan yapmış, Pentagon ile anlaşmıştır. Şimdi Trump bu gücü dengelemeye çalışıyor.
***
Yıldıray Oğur: Az önce Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili eleştirel cümleler kurdunuz ama siz 2014'te Cumhurbaşkanlığını bıraktınız. Suriye meselesinde Türkiye’nin pozisyonu zaten netleşmişti 2014'e gelindiğinde. Mısır ile ilişkiler kopmuştu. Sizin o dönemde bu politikalar geliştirilirken bir eleştiriniz, itirazınız oldu mu?
Abdullah Gül: Başından beri silahlı mücadeleye mesafeli durduğum bilinir. Bu konuları tabii ki kendi aramızda çok konuştuk, enine boyuna tartıştık. Mısır ile ilgili tutumum da çok açıktı: O günkü olup bitenleri şüphesiz ki onaylamak mümkün değil, ama ben uzun vadeli çıkarlarımızı düşünerek ilişkilerin muhafazasından yanaydım.
- İslam aydınları çıkmazdadır. Kimileri bin sene öncesini geri getirip o zamanki içtihatlarla İslamiyet’te yaşamak istiyor. Kimileri de İslamiyet’i değiştirip Batılılaştırarak öyle bir İslamiyet’i yaşamak istiyor. Adil Düzen ise İslamiyet’i yeni içtihatlarla bozmadan güncellemek ve böylece muasır medeniyetlerin üstünde barış medeniyeti, ortaklık medeniyeti oluşturma çabasındadır. İhvan iktidar olunca ilk çalacağı kapı Akevler olmalı iken akıllarına bile gelmemiştir. Çok yakın ilişkilerimiz olan kardeşlerimiz var olmasına rağmen ilgilenmemiştir. Mısır’da olan olaylar budur. Sisi’nin yaptığını tasvip etmek elbette mümkün değildir. Ama biz dış politikada iktidarda olanın yanında olmalıyız. Onların iç işlerine karışmamalıyız. Kim gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin bizi ilgilendirmez. Doğrulukta ve iyilikte yardımlaşmalıyız, kötülükten ve yanlıştan uzak durmalıyız.
***
TÜRKİYE HARD-POWER’INI FAZLA KULLANIYOR
Ahmet Taşgetiren: Türkiye’nin dış politikada yalnızlaştığı değerlendirmesine katılır mısınız?
Abdullah Gül: Aşikâr olan bir şeyi tartışmaya gerek var mı? Birleşmiş Milletler Genel Kurul üyeliği seçimlerinde yaşananları hatırlayın. Neredeyse oy birliği diyebileceğim çok yüksek bir oyla ilk turda seçilen bir ülkeydi Türkiye. Bütün Arap ülkeleri ve P5’in tamamı firesiz Türkiye'ye oy vermişti. Afrika'da birkaç ülke hariç hepsi yine Türkiye lehinde oy kullandı. Ben şuna inanırım ‘hard power’ caydırıcılık için vardır. Ordunun güçlü olması tabii hepimizi gururlandırır. Ama güçlü ordunun varlığı savaştıralım diye değil, caydırıcı olması içindir. Savaşı önlemek içindir. Onun yerine diplomasiyle, yani soft power ile yumuşak güçle hareket ederseniz, o zaman problemlerin çözümü, dünyaya bakışınız daha farklı olur. Savaş şaka değil, savaş neticede ölümdür. Tabii ki öyle anlar vardır ki savaş kaçınılmaz olabilir, yani haklı savaşlar vardır. Ama dünyadaki savaşların kaç tanesi gerçekten kaçınılmazdı?
- Ordu, saldırmak için değil savunmak için vardır. Ordu yalnız savaşan bir kurum olmalıdır. Hukuk düzeni işlemediği zaman askeri düzenle yönetilir. Başka bir deyişle barışta ve barış yerlerinde kapitalizm, savaşta ve savaş yerlerinde sosyalizm uygulanır. Askerlik aynı zamanda sosyalizm düzeninin eğitimi olur. Yani halk mülkiyetsiz bir düzende yaşamayı bilmelidir. Asıl olan barıştır. Ama barışı korumak için askeri güce ihtiyaç vardır.
Yıldıray Oğur: Türkiye askeri gücünü çok mu kullanıyor son dönemde. Hard power’ı çok mu kullanıyor?
Abdullah Gül: Evet. Türkiye'nin hard power’ı çok kullanması caydırıcılığını azaltır. Onun yerine Türkiye'nin soft power’ı devrede olmalıdır. Ama soft power kendi evinin içinde başlar. Önce evin içini düzene koymak gerekir. Bu dışarıya güçlü yansır. İç ve dış politika zaten çok birbirinden ayrılabilir şeyler değil. Soft power’la Türkiye etki alanını çok daha fazla genişletebilir. Kendisine çok daha fazla dost bulabilir kanaatindeyim.
- Türk ordusu yeniden düzenlenebilir. Ordu demokratik özellikler ile oluşmalıdır. Ama orada savaş hukuku kuralları içinde yaşıyoruz. Tamamen askeri metot ile çalışılmalıdır. Askerler sivillere siviller askerlere karışmamalıdır. Örfi idare, seferberlik, savaş hallerinde geçici yönetim orduya verilmelidir. Onun dışında ordu sadece eğitim veya trafik gibi zorunlu işlerde istihdam edilebilir. Her konuda ordunun görüşü alınır. Devleti üç kişi idare etmelidir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı. Meclislerin bunları atama yetkisi olmalıdır. Ancak askeri konular mecliste görüşülmez. Karar bu üç kişi tarafından alınır ve uygulanır. Bugünkü durum dengeli gitmektedir. Asker kilit rol oynamaktadır.
KUTUPLAŞMA SİYASETİ TÜRKİYE İÇİN TEHDİT
Elif Çakır: Siz konuyu iç politikaya getirmiş oldunuz. Türkiye’de, uzunca zamandır hem iktidarıyla hem muhalefetiyle bir siyasi tıkanıklık yaşanıyor. Bu noktada yeni partiler kuruluyor. Nasıl bakıyorsunuz yeni partilere?
Abdullah Gül: Türkiye'de siyaset dilinin ve siyasi argümanların ne yazık ki içi dolu değil. Özü sağlam değil, derinliği yok, daha çok taktiksel. Tüm tartışmalar ‘nasıl kazanırım, nasıl kazanılır, nasıl kazandı’ya dayanıyor. Memleket için neyin iyi neyin kötü olacağı yeterince konuşulmuyor. Siyaset çerçevesinde konuşulan her şey böyle gördüğüm kadarıyla.
Onun için bu kutuplaşma, ‘nasıl kazanırız’ın bir yöntemi olarak öne çıkıyor. Hal böyle olunca da kutuplaştırıcı her söylem karşıtını üretiyor. Üretilen karşıtlıklar sonuç olarak rövanş alıcı davranışlara eviriliyor ve buradan da karmaşa çıkıyor. Türkiye'de siyaset ne yazık ki dışlayıcı yapılıyor. Halbuki siyaset kapsayıcı olsa, herkesi angaje edici, herkesi işin içerisine dahil edici olsa, diyalog ve uzlaşma merkezli olsa o zaman daha barışçıl bir siyaset çıkar ortaya.
Bu kutuplaşma siyasetinin Türkiye için en büyük tehdit olduğunu Cumhurbaşkanı iken defalarca söyledim. Bu siyaset dilinin hiçbir faydası olmaz. Siyasi tarihimize baktığımızda yılların nasıl heba edildiğini, ne maliyetler ödendiğini hatırdan çıkartmamalıyız. Çoğulculuğun gereği ayrı ayrı tezleri ileri sürmek siyasetin doğasıdır. Ancak bunu bir kutuplaştırma ve kavga vesilesi kılmak ve kazanmak için her şeyi mubah görme metodu esas alınırsa bundan herkes zarar görür. Yakın zamanda koca bir Anayasa değişikliği yapıldı. Tartışmalara baktığınızda özüyle, içeriğiyle ilgili ne kadar az şey konuşuldu, değil mi? -Tartışmalar maalesef PR merkezli olmanın ötesine güçlükle geçebiliyor. Bu iyi bir şey değil.
- İki çeşit parti vardır. Biri mevcut düzende iyi yönetimi gerçekleştirir. Bunu Türkiye’deki bütün partiler başarı ile uyguluyorlar. Türkiye bu sayede dünyanın sayılı devletleri arasına girmiştir. İşçilikten ortaklığa geçilirken bu tür partiler yeterli değildir. Dolayısıyla dünya krizdedir. Sosyalist, liberal, karmacı rejim partileri kuruluyor. Hiçbiri başarılı olamıyor. Bunların başarısızlığının kaynağı hepsinin dinleri devre dışı bırakmalarıdır. Sorunları akılları ile çözeceklerini sanıyorlar, ancak çözemiyorlar. Türkiye’de 100’e yakın parti vardır. Mevcut düzende iş yapmak istiyorlar. Mevcut düzende iş yapmak için yeni partiye gerek yoktur ama işçilikten ortaklığa geçirecek bir partiye şiddetle ihtiyaç vardır. Dünyada vardır. Ama Türkiye buna hazırdır. Yeni parti kurulmalıdır. Ama bu parti, iktidara talip bir parti değil, bütün partileri uzlaştıracak ortaklık anayasasını getirme partisi olmalıdır. Er geç bütün partiler bu gerçeği idrak ederler. Bana göre bunu idrak edecek parti AK Parti’dir. Gül kendisi parti kursa belki AK Parti’den önce gelir. Bunu uygulayacak en son kişi Babacan’dır. Yeterli bilgiye sahip değildir. Batı’ya en çok entegre olan kişidir. Çözümleri hep o bataklıkta arar. Erdoğan’dan sonra buna aday Gül’dür. Gül’den sonra Davutoğlu’dur. Davutoğlu’ndan sonra Karamollaoğlu’dur, Beşir Atalay’dır, Numan Kurtulmuş’tur, Hayati Yazıcı’dır, Vecdi Gönül’dür. Bunların hepsi uykudadır.
BABACAN'I VE PARTİSİNİ DESTEKLİYORUM
Yıldıray Oğur: O halde biraz daha somut soralım. Uzun yıllar birlikte çalıştığınız eski Başbakan Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi'ni kurdu. Ali Babacan'ın da parti kurmak üzere olduğunu biliyoruz. Babacan'ın partisinden bahsedilirken sürekli sizin adınız da geçiyor. Siz bu kurulacak partinin neresindesiniz?
Abdullah Gül: Aslında bunu Ali Bey çok dürüst ve samimi bir şekilde kamuoyuna açıkladı. Ben cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra aktif siyasetin içinde olmayacağımı söylemiştim. Ben tutarlı olmaya çalışan bir insanım. Dolayısıyla gündelik siyasetin içinde değilim. Ancak yakıcı memleket meseleleri varken tecrübemi kendime saklayacak bir insan da olmam beklenemez. Memleketimin faydasına gördüğüm temel konularda usulüne uygun bir şekilde siyasete katkı sunmak ve görüşlerimi paylaşmak hem hakkım hem de görevim. Ali Bey parti kurma çalışmalarını sürdürürken kamuoyunu gerektiğinde bilgilendiriyor ve benimle de zaman zaman görüşüyor.
- Gül Akevler’in ve partilerin kurulmasında birinci derecede rol oynamış Satoğlu ailesinin bir mensubudur. Görüşlerinin %90’ına katılırım. Hatalar yapmıştır. İlk hata olarak AK Parti ona oyun oynamış ama kendisi yapılması gerekeni yapamamıştır. Parti başkanı olmasın diye Cumhurbaşkanlığı bitmeden birkaç gün önce kongre yapılmıştır. İstifa etmesi, kongreye aday olarak katılması gerekirdi. Böyle yapmış olsaydı seçilebilirdi. Böyle yapmadı, yapamadı. Ailece kendilerini vakfettiği partiyi ona buna bırakmış oldu. Erdoğan’ı yalnız bırakmış oldu. O bırakınca diğer arkadaşları da bıraktı veya bıraktırıldı. Bugünkü sıkıntı buradadır. Gül’ün ikinci hatası kendisinin parti kurmayıp onu bunu desteklemesidir. Oysa Gül Erbakan’ın yerini rahatlıkla alabilirdi, alabilir. Askerler ile bir olup Adil Düzen Partisi’ni kurabilirdi; kurabilir. AK Parti ile rahatlıkla ittifak içine girebilirdi; girebilir. Erdoğan parti başkanlığından ayrılmıyorsa ben adaylığımı koymuyorum yoksa ben de adayım diyebilirdi; demedi, diyemedi.
***
Yıldıray Oğur: Ama siz çok tecrübeli bir siyasetçisiniz ve Cumhurbaşkanlığı yaptığınız için esas olarak bunun sizin partiniz olduğu söyleniyor ve size bu partinin ilerideki potansiyel cumhurbaşkanı adayı olarak bakılıyor.
BİR PARTİNİN AMACI BİRİNİ CUMHURBAŞKANI YAPMAK OLUR MU?
Abdullah Gül: Bir siyasi partinin kuruluş gerekçesi bir kişiyi cumhurbaşkanı yapmak olabilir mi Allah aşkına. Bu tip yakıştırmaları doğru bulmuyorum. Siyasi partiler her şeyin vakti saati geldiğinde kazanmak için doğru olan ne ise onu yaparlar.
- Bir parti birini cumhurbaşkanı yapmayı gaye edinebilir, bu gaye meşrudur. Eğer ülke çıkarları bunu gerektiriyorsa olabilir. Ama bir partinin gayesi, bugünkü düzenin adil hale getirilmesi olmalıdır. Erbakan’dan sonra ikinci derecede etki eden, halkın desteklediği, ordunun benimsediği, dünyanın saygı duyduğu birini cumhurbaşkanlığından etmek için parti kurulmaz. Babacan’ın partisi bundan başka bir şey değildir. Birini Cumhurbaşkanı yapmak meşrudur. Buna karşılık birini Cumhurbaşkanlığından indirmek meşru değildir.
***
Yıldıray Oğur: Partiyi destekliyorsunuz ama değil mi?
Abdullah Gül: Tabii ki destekliyorum. Ali Bey’in karakterine, eğitimine, bilgisine, siyaset üslubuna güvenen ve takdir eden bir insanım.
- Kişi olarak Babacan hakkında bir şey söyleyemem. AK Parti’nin dış siyasetini Davutoğlu, ekonomisini ise Babacan yürütmüştür. Şimdilerde ikisi de ayrılmıştır. AK Parti hala Davutoğlu’nun siyasetini başarılı bir şekilde yürütüyor. Babacan’ın ekonomisini başarısız bir şekilde yürütüyor. Babacan’ın siyaseti yap-işlet-devret modelidir. Şahsına herhangi bir sözüm yoktur. Saygıdeğer bir kişi olabilir. Üstelik Babacan soyadına da aşinayız. İlk savaş veren bir ailenin üyelerindendir. Ama kuracağı partiyi hiçbir şekilde desteklemiyorum.
***
Elif Çakır: Yeni partilerin kurulması için toplumsal bir talebin olması gerekiyor. Siyasi tarihimize baktığımızda yeni ve başarılı partilerin ortaya çıkışı toplumda bir sıkışmışlık zamanlarından sonraya denk geliyor. Son birkaç yıl içinde İYİ Parti kuruldu, Gelecek Partisi kuruldu. Bu yeni partiler ve Babacan’ın partisi için böyle yeterli bir toplumsal talep görüyor musunuz?
Yıldıray Oğur: Benzer bir konjonktürde AK Parti’yi kurmuş birkaç isimden biri olarak özellikle.
AK PARTİ KURULUŞ İLKELERİNE DÖNMELİ
Abdullah Gül: Dediğiniz gibi siyasi partiler sadece kişilerin arzusuyla ortaya çıkmaz. Toplum mecbur eder yeni siyasi oluşumları. AK Parti’yi kurarken hazırladığımız programlar, beyannameler ciddi bir emek mahsulüydü ve bilinçli olarak yazılan şeylerdi. Aramızdan birinin kalemiyle yazılıp konan şeyler değildi. O zaman onları çok içselleştirenlerimiz vardı.
AK Parti kuruluş ilkelerinin ve değerlerinin ben hala çok doğru olduğuna, Türkiye için çok geçerli olduğuna inanıyorum. Son dönemlere kadar beni davet ettikleri kongrelere yazdığım mesajlarda da hep onları hatırlattım ve o kuruluş ilkelerine dönmenin çok doğru olacağını söyledim. Türkiye çok olağanüstü dönemlerden geçti. Hain bir darbe teşebbüsü, onun travması, bütün bunlar yaşandı. Türkiye’yi buradan süratli bir şekilde çıkarmanın yolu, gelişmiş demokrasilere sahip ülkelerdekine benzer bir demokratik nizamı, yüksek hukuk prensiplerini ihdas etmek ve insan hakları ilkelerini bihakkın uygulamakla mümkün. Türkiye'nin bugün karşılaştığımız sıkıntılardan süratli bir şekilde kolaylıkla çıkabileceğine ve bunun da ekonomik kalkınmayı beraberinde getireceğine inanıyorum. Açık söyleyeyim, bunları kimler başarabilirse onlar Türkiye'ye en hayırlı hizmeti yapmış olur. Aksi takdirde gündelik meselelerle bocalayıp kendi kendimizi boş yere tüketmiş oluruz.
- Her yeni oluşum sosyal ihtiyaçtan doğar. Islahat, Tanzimat, meşruti demokrasi, çok partili sistem, Adil Düzen hep böyle safhaları ifade eder. Elbette yeni bir aşamaya ihtiyaç vardır. Bu aşama ortaklığa geçilerek olabilir diyoruz. Kur’an’ın ve tarihin bize öğrettiği budur. Türkiye’de geçişlerin hemen hepsi ordu desteği ile olmuştur. AK Parti’yi de ordu getirmiştir. Emekli orgenerallere parti kurma önerilerimizi yaptığımızda bizlere mevcut partilere girilmesi tavsiyesinde bulunmuşlardır. AK Parti hazırlığı vardı. Adil Düzen’e göre ortaklık partisini kurarlarsa Akevler onun yanında olacaktır. Bu AK Parti de olabilir. Kurmazlarsa, Akevler, Adil Düzen Partisi’ni kuracaktır. Hazırlık içindedir.
TÜRKİYE’NİN ÜZERİNDEN BU YÜKÜ ALIN
Yıldıray Oğur: Siyaset dışında olduğunuzu söylediniz. Ali Bey’e tavsiyelerde bulunduğunuzu belirttiniz. Bu yeni kurulan partilere daha önce AK Parti'nin kuruluşunda öncü isimlerden biri olarak ne tavsiye ediyorsunuz, öncelikli olarak ne yapılması gerekir?
Abdullah Gül: Herkese ve şu anda mevcut yönetime de, söyleyeceğim şu; Türkiye’nin özgürlükçü bir yola girmesi gerekir. Salt güvenlikçi yol, sizi tedbir üzerine tedbir almaya mecbur eder. Bu nedenle hukuk ve adalet en önde gelir. Bu ise en kolay düzeltilecek mesele, burada sadece bir irade gerekiyor. İnsan hakları standartlarının uygulamasını yükseltmekten geçiyor bunun yolu. Türkiye gerçeğini ve imajını çok süratli bir şekilde değiştirebilirsiniz. Özellikle gazeteciler, basın yayın ve sivil toplum örgütleri ve siyasetçilerle ilgili bazı davalar var. Anayasa Mahkemesi bile bunları yanlış buluyor. Bunlar çok süratli bir şekilde düzeltilebilir. Türkiye’nin üzerinden bu yük alınmış olur. Bu tür davaların nelere mâl olduğunu yakın zamanda hep beraber gördük. Eğer AİHM’nin ve bizim Anayasa Mahkemesi’nin kararları dikkate alınarak hareket edilirse bunun Türkiye’ye birden iyimser bir hava getireceğine inanıyorum.
- İktidar dahil herkese tavsiyem şudur: Önce ülkemiz komaya girmek üzeredir. Acil tedbirlerin alınması gerekir. Ortaklık düzenine geçecek kararları almamız gerekir. Bunların başında iç siyasette acil olarak alınması gereken ilk tedbir altın bonosunu çıkarmaktır. Bu çok basittir. Merkez altın parasını alıp satar. Alış ve satış arasında fark koymaz. Her an değerini yükseltip indirir. Kuyumcular Cumhuriyet altınını kârsız alıp satarlar. Bunun için onlara altın parası olarak borç verilir. Ödemeler Türk Lirası üzerinden yapılır, borçlanmalar ise altın bonosu üzerinden gerçekleşir. Devlet faizi sıfırlar. Hesapları böyle yapar. Mahkemeler buna göre karar alırlar. Dış siyasette de İran, Suriye ve Irak bir araya gelerek İslam anayasasını, ortaklık anayasasını hazırlarlar ve ülkelerinde bu aşamaya geçilmesi için partiler kurarlar. Erdoğan dahil bütün siyasi partiler bu yeni aşamayı desteklerler.
BAŞBUĞ'UN SÖYLEDİĞİ YASAYI AB KRİTERLERİ İÇİNDE İMZALADIM
Yıldıray Oğur: Başka bir güncel tartışmadan devam edelim. FETÖ’nün siyasi ayağı diye bir tartışma çıktı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 2009’da Meclis’ten askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili geçen bir maddeye atıfla o yasayı FETÖ’nün çıkardığını ima etti. Cumhurbaşkanı ona sert bir cevap verdi. Siz o sırada Cumhurbaşkanıydınız, o yasayı onayladınız. Bu tartışmayla ilgili ne dersiniz?
Abdullah Gül: Hatırlarsanız o sıralar Türkiye AB ile müzakerelere başlamış, büyük AB hedefi var ve iddialı bir reform sürecine girmişiz. Benim de AB sürecine ne kadar önem verdiğimi, nasıl öncülük ettiğimi bilirsiniz. AB sürecine salt bir AB ülkesi olmak açısından bakmadım. Ama şuna da inanıyorum ki AB üyesi bir ülkenin sahip olduğu hukuk, ekonomi ve siyaset standartlarını uygulayan, AB üyesi olmayan Norveç gibi bir ülke olursak bu bizi her bakımdan hem mutlu hem zengin hem güçlü yapar. Burada iki önemli kriter vardır; siyasi kriterler ve ekonomik kriterler. Siyasi kriterler içerisindeki maddelerden biri de sivil asker ilişkileriydi. Bunlar daima gündemimizde olan meselelerdi. MGK kanununun değişmesine de bakarsanız, o da aynı şekilde AB reformları çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir. O zaman MGK bir nevi gölge hükümet gibiydi. Operasyonel tarafları vardı MGK'nın. Bunlar sivil asker ilişkilerinin AB standartlarına taşınmasıyla ilgili yasalardı. Türkiye'nin zaten Katılım Ortaklığı Belgesi’nde taahhüdüydü bu değişiklikler. Dolayısıyla bu çerçeve içerisinde bana gelmiş bir maddeydi. Kanunlaşırken ne Meclis bürokrasisi ne de partiler tarafından Anayasa’ya aykırılığıyla ilgili bir itirazda bulunulmamış, ben de imzaladım. Cumhurbaşkanları kendilerini Anayasa Mahkemesi yerine koymazlar. Ben Abdullah Gül tekrar cumhurbaşkanı olmasın diye gelen yasayı da onayladım, gönderdim.
- Osman Pamukoğlu Paşa, görüşmem sırasında İlker Başbuğ’un hatalı davrandığını söylediğinde cevap olarak “O kararı neden aldığını bilmiyorum” dediğimde, cevaben bana “Ben de kurmayım” demişti. “Siz de kurmaysınız ama o konularda onların bilgileri sizde yoktur” demiştim. Yetkili bir karar aldığı zaman onu tartışmak hatalıdır. Dolayısıyla ben uygulamalar hususunda kimseyi eleştirmem.
NOTERLİK YAPMADIM, PR PEŞİNDE KOŞMADIM
Elif Çakır: Tam da bununla ilgili eleştiriliyorsunuz. Çankaya'da noter gibi çalıştığınız, her gelen yasayı onayladığınız söyleniyor. Neden böyle oldu?
Abdullah Gül: Doğrudur, fakat benim geri gönderdiğim yasalar oldu ama sayı olarak azdır. Sebebi şu; benim o zaman hukuk büromda kurduğum ekip, yasalar komisyonlardayken çalışmaya başlıyordu. Bunu meclistekiler de bilir. Yasaların çoğunu Meclis komisyonlarında düzelttiriyordum. O da şundan dolayıydı; Açıkçası yasa Genel Kurul’a da benim önüme de düzgün gelsin, yani veto edip de kendi hükümetimi zor durumda bırakmayayım, ülke zaman kaybetmesin hassasiyetiydi bu.
- Sermaye Gül’ü Cumhurbaşkanı yapıp Erdoğan ile biri fiilen diğeri resmen otorite olduğundan kavga çıkarmayı hedeflemiştir. Gül bunu son derece başarılı bir şekilde dengelemiştir. Böylece Sermaye’nin lokması kursağında kalmıştır. Sezer ile Ecevit’in durumunu bir düşünün. Bana göre Türkiye’de başbakan sivillerden, devlet başkanı asker kişilerden olmalıdır. Dürüst başkanlık yapmak yetmez. İktidar muktedir olmalıdır. Sivil iyi yönetir ama sonunda kurucu kadroyu tasfiye eder. Başkan tek bırakılır. O da sadece adı başkan olarak kalır. Bugünkü AK Parti’nin durumu budur. Asıl sorun Erdoğan’da değil, asıl sorun onun yalnız bırakılmasındadır. İstişare kurulu bunu düzeltebilirdi. Ama onlar da sus payı olarak orada oturuyorlar. Onlar gereken uyarmaları kovulmayı göze alarak yapmalıdırlar. Kovulurlarsa da kovulsunlar.
***
Elif Çakır: Bugün baktığınızda keşke daha çok veto etseydim diyor musunuz?
Abdullah Gül: Ben PR peşinde koşmadım. Benim yaklaşımım genelde iyilik yap suya at, balık bilmezse Hâlık bilsin anlayışı oldu. Ama bugün bunun tam anlaşılmadığını ben de görüyorum.
- Bir kanunu veto etmek çözüm değildir. İslam düzeninde veto yoktur. Hakemlere gidilir. Hakemleri taraflar seçer. Kararı hakemler verirler. Mevcut sistemde iktidarsa onları eleştirmek yanlıştır. Sizin varsa çözümünüz, çözümünüzü ortaya koyarsınız. Ama herkes kendi içtihadına göre hareket eder. Kimseyi içtihadından dolayı eleştiremezsiniz.
FETÖ’DEN DEVLETİN ÇIKARACAĞI DERS; ŞEFFAFLIK
Ahmet Taşgetiren: Siyasi ayak diye gündeme girdi ama Türkiye uzun süredir FETÖ travmasını yaşıyor. Birkaç boyutu var. Bir paralel devlet yapılanması boyutu var. 15 Temmuz sonrasında yoğun biçimde süren yargılamalar ve mahkûmiyetler var. KHK ile görevden almalar yaşanıyor. Toplumsal anlamda çok geniş bir travma yaşanıyor. Devlette bu kadar yapılanma nasıl oldu. Nerede hata yapıldı?
Abdullah Gül: Buradan çıkartılacak esas ders şu; Kimsenin aklını, fikrini mutlak bir şekilde bir din adamına, bir siyasetçiye veya ideolojik bir gruba teslim etmemesi lazım. İşte bu grubun her şeyi gasp etmesinin, hain darbe girişimine kadar gelebilmesinin altında bu zihniyet yatar. “Düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz” diye sürekli telkin eden bir dinin mensuplarıyız. Koca koca okumuş insanlar aklını fikrini hiç muhakeme etmeden bir yerlere teslim etmiş. Dediğim gibi bu teslimiyet ister dinî bir motivasyon sonucu, isterse bir ideoloji adına olsun her zaman felaketle sonuçlanıyor.
- Gülen önce Akevler’e karşı getirilmiş, kısmen muvafık kısmen de muhalif olarak Akevler’i de izlemiştir. Tahsili eksik olmasına rağmen zeki biridir. Bana göre de inanmış biridir. Ayrıca öyle veya böyle fedakârdır. Eksik tarafı ne medrese ne de üniversite tahsilinin olmasıdır. Kendi kendisini yetiştirmeye çalışmıştır. Sermaye bu tür insanları sonradan kullanmak üzere destekler ve büyütür. Zekâsını ve fedakârlığını öne çıkararak halka onu kabul ettirir. Koca koca adamları peşinde sürükletir. Sonra da yanına ajanlar yerleştirir. Böylece bir anda kendisini üst düzey insanlara kabul ettirir. Erdoğan bile bu oyunu geç fark edebilmiştir. Buna ancak belli kişiler dayanabilir ve mücadele edebilir. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Abdülhamit bu tür mücadeleyi verebilmiş olanlardır. Türkiye’de Demirel, Özal, Erbakan da böyle kimselerdir. Sermaye onlarla onlar da Sermaye ile oynamışlardır. Akevler bunları hep yaşamış ve sonunda hep galip gelmiştir. 15 Temmuz’u Gülen yapmamış fakat ona fatura edilmiştir. Bugün yapılan yanlış buradadır. Darbeyi asıl yapanlar ile dostluk bozulmuş değildir. Türkiye’de bu yüzden binlerce samimi inanmış insan sıkıntıdadır. Sermaye önce destekler sonra öndeki yapanlardan kendi adamlarını bir şekilde kurtarır, samimi olanları hapse doldurtur. Böylece İslam düzeninin gelmesini engellemiş olur.
Yıldıray Oğur: Devlet buradan nasıl bir ders çıkarmalı?
Abdullah Gül: Her türlü düşünceye, şiddet içermeyen her fikre karşı devletin eşit olması ama şeffaflığı şart koşması gerekiyor. Şeffaflık burada önemli. Devlet bir zamanlar farklı düşüncelere eşit mesafede durmadığı için herkes devlete sızma teşebbüslerinde bulundu. Bu sızma girişimi bazen sağ, bazen sol, bazen din adına olmuştur. Her türlü düşüncenin, şiddet içermeyen fikrin, örgütlenmesi serbest olacak ama şeffaflık şartıyla.
- Biz Akevler olarak gerek kooperatif gerekse partide toplantıları hep açık yaptık. Zaman zaman MİT görevlileri olarak düşündüklerimizden rahatsız olurlar ve kapalı toplantılar isterlerdi. Açık olunca götürecekleri haber olmuyordu. Böyle olunca suç da işlenmemiş oluyordu. Her hâlükârda açıktık. Devam defteri tutar, kim gelirse misafirleri dahil yazardık. Onlar böylece konuşulanların şahidi olurdu. Gelen ister Nurcu olsun ister tarikat ehlinden olsun isterse ateist olsun herkese kapımız daima açık olmuştur. Buna karşılık diğerleri kapalı yapılan toplantıların kurbanı olmuşlardır.
***
Yıldıray Oğur: Darbe gecesi cep telefonuyla canlı yayınlara bağlandınız. İlk defa sizi o kadar öfkeli gördük. O gece ne hissettiniz?
Abdullah Gül: Olup bitenlere gerçekten inanamadım. Yurtdışında bana en çok “Türkiye'de tekrar bir darbe teşebbüsü olur mu” diye sorarlardı. “Out of question!, yani söz konusu değil” derdim. Böyle düşünürken bir darbe teşebbüsüyle karşılaşmak büyük bir şoktu.
- Ben darbe yerine “müdahaleler” ifadesini kullanırım. Sermaye oyun kurar. Sivil yönetim darbe olmaz diye uyur. Tedbir almaz. Darbeyi, iktidarlar müdahaleye çevirirler. Suçlu ordu olur. 15 Temmuz çok ucuz bir şekilde atlatılmıştır. Darbe öne alınmış, iç savaşsız ve az kanla bitmiştir. Gülenci subaylarla anlaşmışlar. Sermaye mağlup olmuştur.
Sermaye iki defa Türk siyasetinde karar değişikliğine gitmiştir. Biri 27 Mayıs olup askeri darbelere son vermiştir, diğeri 15 Temmuz’da kadınları iktidar etmek yoluyla dünyayı yönetme siyasetinden vazgeçmek olmuştur. Ordumuzun büyük başarısı ve Erdoğan’ın cesaretiyle bu olmuştur. Erdoğan askerlere güvenmeseydi Türkiye şimdi başka şeylerle boğuşacaktı.
KİTLESEL CEZALANDIRMA OLMAZ
Elif Çakır: Tabii sadece güvenlik sorunları değil söz konusu olan artık. Yüzbinleri aşan tutuklamalar var. Yüzbinlerce KHK’lı var. Ciddi adalet sorunları ortaya çıktı. Bu mağduriyetleri görüyor musunuz, ne düşünüyorsunuz? Bunları söylemek bile suçlamaları göze almayı gerektiriyor.
Abdullah Gül: Tabii çok doğru söylüyorsunuz. Bazen çok yakın tanıdıklarımızdan, en ufak alakası olmayan hatta en başından beri bu gruba çok tepkili olan insanlardan bile örnekler var. Onun için adalet meselesi çok önemli. Duygularla ve sübjektif kanaatlerle hareket etmemek gerekir. Bunları soğukkanlılıkla hep ayrıştırmak lazım. Büyük haksızlıklar oluyor. Kitlesel cezalandırma diye bir şey ne modern demokrasilerde ne de bizim anlayışımızda söz konusudur.
- Olağanüstü Hal Sermaye’nin B planıdır. Kendilerine göre başarı ile uygulanmaktadır. Ben AK Parti’nin Suriye ve Irak politikasını destekliyorum, çok da başarılı buluyorum. Gerek HDP gerekse Gülen politikalarını asla desteklemiyorum. Ben Erdoğan’ın yerinde olsam ilk işim Öcalan ile Gülen’i affetmek olur. Ondan sonra da Meclis’ten genel af kanunu çıkarırım. Zaferlerin sonunda hep af yapılır.15 Temmuz zaferdir. Sermaye mağlup olmuştur. Zaferi biz kazandık. Ama hapishaneleri biz doldurduk.
Elif Çakır: 28 Şubat'la bu dönemde çok sık mukayeseler yapılıyor. O dönemde de cadı avına dönen fişlemeler, ihraçlar vardı. Bu döneminde en büyük karakteristiği KHK ihraçları. Nasıl görüyorsunuz?
Abdullah Gül: Temel gördüğüm meseleler haricinde Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra çok az açıklama yaptım. Onlardan biri de buydu. KHK’larla birçok akademisyenin, görevlilerin ihracı söz konusuydu. Bunlar hukuk devletinde olmaması gereken şeyler. Her kesimden çok büyük haksızlıkların ve acıların yaşandığını görüyorum.
- Türkiye’de ordunun bilgisinde olmayan bir uygulama yapılmaz. Ordu da bazen yanılır. Ordu baştan İslamiyet’e karşı olmuştur. Biz CHP ile koalisyon yaparak onun bu yanlış anlayışının düzelmesine sebep olmuşuzdur. Şimdi de ordu yanılıyor. KHK uygulamaları bir kısım HDP’liler ile Gülen’cilere zulme dönüşmüştür. Müslümanlara ve solculara zülüm yapılıyor. Bu Sermaye’nin eski siyasetidir. Gül’ün ve Davutoğlu’nun bu hususu duyurması gerekir. Bunun Ar-Ge çalışması Akevler’de yapılmalı, bu iki kişi bunu hem halka hem de Ordu’ya beyanları ile anlatmalıdır. Geçmişte uyarılarımız olmuş, Ordu her zaman bu uyarılarımızı değerlendirmiştir.
***
15 TEMMUZ'DAN ABD’NİN HABERİ YOKTU DEMEK BÜYÜK SAFLIK OLUR
Ahmet Taşgetiren: ABD'nin bu örgütün, darbenin arkasında olduğu yönünde bir kanaat var.
Abdullah Gül: Bu işin başındaki ve önde gelenleri uzun süredir ABD’de. Böyle bir şeyin ABD'nin en azından güvenlik ve istihbarat kurumlarının bilgisi dışında olduğunu düşünmek çok büyük saflık olur. Bu mümkün değil.
- Gülen’in çalışma tarzını biliyorum. Kendisinin Risale-i Nurları yayma dışında hiçbir planı ve projesi yoktur. Kendisine gelen teklifleri sadece o yönüyle değerlendirir. Darbe gecesi Gülen’e soruyorlar; Haberiniz var mı? O, “Yok, hayır” dese de zaten olacak olan olacaktır. Hayır dediği zaman da tüm Nur faaliyetleri duracaktır. “Haberim var” diyor. Mustafa Kemal, İstanbul hükümetinin fetvaları için “O şimdi düşmanın elindedir, söyledikleri geçersizdir, uygulanmamalıdır.” demiştir. İstiklal Savaşı sonuna kadar ne saltanata ne hilafete cephe almıştır. Sonra da hiçbir hanedan mensubunu hapsetmemiş, yurt dışına sürgüne göndermiştir.
***
EN İYİSİ TAM DEMOKRATİK PARLAMENTER SİSTEM
Elif Çakır: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildi, üç yıla yaklaştı. Siz o zamanlar “Türk işi başkanlık olmaz” demiştiniz. Sistemi nasıl görüyorsunuz, oturdu mu sizce?
Abdullah Gül: Ben siyasete öğrencilik yıllarımda başladım. Birçok hususu kendi içimizde tartışarak olgunlaştırdık. Söylediğim şeyleri hep içselleştirerek söylemişimdir. Tabii ki yanıldığım yerler olur, noksanım eksiğim çıkar ama söylediklerimi inanarak söylüyorum. Cumhurbaşkanı iken de parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu söyledim. Hatta Cumhurbaşkanı olarak yetkilerimin azaltılmasının bile demokratik nizama daha uygun olacağını sık sık ifade ettim. Çünkü o Anayasa'da Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler bir darbe anayasasında darbenin başının cumhurbaşkanı olduğu düşünülerek verilmişti. O yetkileri parlamenter sisteme inanan benden önceki Cumhurbaşkanları da kullanmamaya çok özen göstermişlerdir. O zaman yeni anayasa taslağı ortaya çıkınca açıkça söyledim. Şimdiye kadar Türk tipi bir parlamenter sistemle yönetildik. Vesayet sistemleri vardı, gölge kabineler vardı. Bunlar Türkiye'nin başına neler açtı. Bundan sonra da Türk tipi bir başkanlık sistemi olmasın dedim. Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yanadır. Bunu o zaman da konuştum tavrımı da ona göre koydum.
- Kur’an düzeninde meclisler ilim adamlarından oluşur. Halk seçer ama âlimleri seçer. Meclis dört şuradan oluşur; ilmi şura, mesleki şura, siyasi şura ve ahlaki şura. Bunlardan ahlaki şura ile mesleki şuralar başkan seçiminde rol oynamazlar. Siyasi şuranın üyeleri askerlerden, orgenerallerden oluşur. Başkan ilmi şura tarafından seçilir. Siyasi şura halktan biat alarak onaylar. Başbakanı Başkan atar. Bakanları şuralar atarlar. İlk Büyük Millet Meclisi’nde olduğu gibi yapılır. Başbakanlık sisteminden başkanlık sistemine geçme Sermaye’nin arzusudur. Deneme yapmaktadır. Türkiye deneme tahtasıdır. Türkiye’yi meşgul ederek, yenilikleri ve yapılacakları engelleme siyasetidir. Türkiye İslam tipi bir başkanlığa geçmelidir. Türk tipi başkanlık sistemi değil, Sermaye’nin deneme tipi başkanlık sistemine geçilmek istenmektedir. Bu, yanlıştır.
Elif Çakır: Peki o zaman keşke daha güçlü itiraz etseydim diye düşünüyor musunuz?
Abdullah Gül: Aktif bir siyasi figür olarak eğer devam ediyor olsaydım yapardım onu. Ama fikrimi açıkça onlarca TV kamerasının önünde paylaştım. Tabii içeride de önemli isimlerle açık açık bunun yanlış olacağını konuştum.
- O günkü basın Sermaye’nin dolarları aşkına muhalif sesleri duyurmuyordu. Ben Gül’ün başkanlık sistemine muhalefet ettiğini yeni öğreniyorum. En büyük sorunumuz medyadır. Onu çözmeliyiz. Bu hususta da İslami geçinen medyanın sorumluluğu büyüktür. Hala destek almadan yaşayamıyorlar. Sermaye de değişik cephelerden destekliyor sonra da onları istediği gibi kullanıyor. İlk yapılacak şey basın özgürlüğü değil yazar özgürlüğüdür. Bu da ancak bağımsız yayın organları ile mümkündür. Davutoğlu sağ olsun bizimle görüştü ama konuşulmadı, anlatılamadı.
***
Yıldıray Oğur: Bu 23 Nisan Meclis'in 100'üncü yılı olacak. Uzun bir Meclis tarihi var Türkiye'nin. Hem yeni kurulan partiler hem de mevcut muhalefet partileri parlamenter sisteme dönüş açıklamaları yaptılar. Siz de parlamenter sisteme geri dönülmesi fikrine katılıyor musunuz?
Abdullah Gül: Biraz evvel tam demokratik parlamenter sistemden yana olduğumu beyan ettim. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı Devleti Yemen'de dahi sandık kurmuş, seçim yaptırmış. Meclis-i Mebusan var. Parlamento geleneği Cumhuriyet'in öncesinde de var. Meclis öncülük etmiş Kurtuluş Savaşı'na. Zaman zaman meclisin ağırlığı tartışma konusu olmuştur ama meclis her zaman politikanın, Türk siyasetinin merkezidir. Milli irade her daim Meclis’in şahsında tecessüm etmiştir. Siyasi partilerin ağır topları diye söylediğimiz önemli siyasi figürler hep Meclis’ten gelmiştir. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Bunun noksanlığını Türkiye hissediyor.
- Mustafa Kemal üyeleri baş kesmekle tehdit etmiştir ama meclisi kapatmayı asla düşünmemiştir. Müdahale eden askerler de hemen seçime gitmişlerdir. Başkanlık sistemi değil yeni anayasa ortaklık anayasası olmalıdır. Bu yeni düzene göre birden yasalar çıkmaz. Önce pilot çalışması yapılır. Orada denenir, mesela bir küçük belediyede denenir. Ona göre tüm ülkede uygulayanlar olur. Ondan sonra madde haline getirilir. O en az bin sene değişmez. Yeni parti bunu yapmak üzere kurulmalıdır. Zaten işi kalmamış olan Meclis buna yönlendirilebilir. Parlamenter sisteme dönülmez. Ama Cumhurbaşkanı da bir parti başkanı olmaz. Dört başkan yardımcısı seçer. Kararnameler ile bunu yapar. İlmi, ahlaki, mesleki ve askeri başkan yardımcıları başbakan yerinde olurlar. Kararnamelerle parlamenter sistem uygulamaları yapılmış olur.
***
BANA YAPILAN YANLIŞ BAŞKASINA DA YAPILMAMALIYDI
Yıldıray Oğur: 31 Mart’taki İstanbul seçimlerini YSK iptal ettiğinde siz bir tweet attınız. 27 Nisan’daki 367 kararına benzettiniz. Tepkiler de aldınız. Neden öyle bir tweet attınız?
Abdullah Gül: Bana yapılan yanlışın başkasına yapılmasını istemem. Özel hayatımda da buna dikkat etmeye çalışırım. O gün o yanlış yapılmıştı bana. Şahsımda bütün millete yapılmıştı. Millet de karşılığını o zaman verdi sandıkta. Burada da bir yanlış yapıldı. Yanlışın karşılığını da hep beraber görmüş olduk. Tutarlı olmamız lazım.
- Belediye başkanlığı seçiminde büyükşehirde İmamoğlu’nu desteklemiştim. Yıldırım’dan iyi bir kimse olduğu için değil, AK Parti’yi uyarmak için yapmıştım. Halk da bu doğrultuda oy kullanmıştır. İmamoğlu talebimiz olmasına rağmen görüşme talebimize cevap bile vermemiştir. Mademki oy verdim, etkim de olmuş olabilir, ona söylenmesi gerekenleri söyleyecektim. Bu durum yani randevu bile verilmemesi CHP’den de ümit olmadığını gösterir. Uyarıyı ne AK Parti ne CHP ne de diğerleri değerlendirmiştir.
***
Yıldıray Oğur: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'yla röportaj yaptık. “Başörtüsü konusunda biz zamanında hata yaptık” dedi. CHP’de bir değişim çabası var. En son sayın Kılıçdaroğlu Kudüs mitingine de gitti. CHP’deki değişimi nasıl görüyorsunuz?
Abdullah Gül: Bunlar güzel, takdir edilmesi gereken davranışlar. Çok katı bir laiklik anlayışından buraya gelinmesi çok önemli. Biliyorsunuz bu cumhurbaşkanlığı sisteminin yolunu da o 367 kararı açtı. Eski Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını da izledim. O da bu başörtüsü yasağının arkasında TSK olarak durmakla çok yanlış yaptıklarını söyledi. Aslında gelinen bu nokta normalleşme için büyük bir fırsat.
- Akevler’in ilmi yönüyle desteklediği Millî Görüş hareketi Türkiye’yi o katı dönemden bugünkü bu döneme getirmiştir. Şimdi her şey hazırdır. Başörtüsü yasağı kalkmış ama örtü savaşını veren bazı kızlarımız başlarını açmışlardır. Daha da açılanlar olmuştur. Bundan bugünkü Diyanet sorumludur. Bugünkü eğitim sorumludur. İnsanlara önce karınlarını doyurmasını öğretmeliyiz. Okullar bunlar üzerinde çalışmalıdır. Sermaye’nin emrinde olanlar maalesef Akevler’i desteklemiyorlar. Bize değil kendilerine ediyorlar.
***
KÜRT SORUNU ARTIK ULUSLARARASI BİR MESELEYE DÖNÜŞTÜ
Elif Çakır: Peki, başka bir meseleye geçelim. 2009 yılında siz “iyi şeyler olacak” dediniz ve Türkiye'nin kadim sorunlarından Kürt meselesinin çözümü için adımlar atıldı. İyi şeyler de oldu. Ama sonu kötü bitti. Nerede yanlış yapıldı? Tekrar çözüm sürecine dönülür mü?
Abdullah Gül: Bu mesele Türkiye’nin en önemli konularından biridir. Buna şöyle bakarım; tüm ülkelerden daha fazla Kürt nüfusumuz var. Barzani’nin referandum tartışmaları olurken çok çarpıcıydı. CNN Türk’te bir harita üzerinde tartışılıyor, dört ülkedeki Kürtler gösteriliyordu haritada. Sonra CNN International’e geçtim aynı harita üzerinde konuşuluyor, ama bir farkla. Türkiye'nin üzerinde 15 milyon, Irak'ta 4 milyon, Suriye'de 2 milyon, İran’da 6 milyon yazıyor. Türkiye'deki haritada ise bu yoktu. Bu bir realite, bu kadar Kürt nüfusumuz var. Cevaplanması gereken asıl soru, bu nüfusumuzu ne kadar eşit vatandaş kılabiliyoruz, nasıl mutlu ve ülkesine bağlı hale getirebiliyoruz? Bu meseleye her yönüyle bakacaksınız. Kendi içerimizde bu meseleyi hallettiğimiz takdirde hem kendi ülkemizi hem bölgeyi sağlamlaştırırız. Ama kendi ülkemizde bu meseleyi halledemezsek, meselenin kendi ülkemizde kalmayıp bölgesel ve uluslararası boyutlara ulaşmasından korkardım.
-Kürtler ve Türkler bin seneden fazladır birlikte yaşıyorlar. Çatışma daha çok Sünniler ile Aleviler arasında olmuştur. Bu çatışma Erbakan ile Humeyni sayesinde sona ermiştir.
***
Yıldıray Oğur: Artık uluslararası bir meseleye dönüştü.
Abdullah Gül: Uygulanan politikaların neticesi, burada kimseyi suçlamak istemem. Hepimizin sorumluluğu. Kendi içimizde, kendi inisiyatifimizle yüksek insan hakları standartlarıyla halledemeyince bölgesel ve uluslararası boyutlara gitti, zor işler.
- Türkiye’de biz iş yapamadık. Erdoğan Yapamadı. Ecevit yapamadı. Dolar yaptı, basın yaptı, terör yaptı, sonra da fatura bize kesildi. CHP suçlu oldu. Demokrasi suçlu oldu. Erdoğan suçlu oldu. İşçilikten ortaklığa geçiliyor. Bu kadar olacak.
***
Ahmet Taşgetiren: HDP'ye yönelik bir tecrit, izolasyon var. Sağlıklı buluyor musunuz?
Abdullah Gül: Cumhurbaşkanlığımda hepsini angaje etmeye çok önem verirdim. Her dış ziyaretimde bütün partilerden olduğu gibi onlardan da temsilci alırdım. Bu beni gittiğim yerde güçlü yapardı. Masaya şöyle oturunca hepsini tanıtırdım. MHPli arkadaşımı da HDP’li arkadaşımı da tanıtırdım. Bütün gezilerimde de olmuşlardır. Hiçbir ayrım yapmadan bütün belediyeleri Batman'ı da Diyarbakır'ı da ziyaret etmişimdir. Onlara bu ülkeye ait olduklarını hep bu şekilde hissettirdim.
-Türk ordusu hata ediyor. Irkçılık yapıyor, dincilik yapıyor. Tek din, tek ırk anlayışı tarih olmuştur. Kur’an bunu 1.400 sene önce koydu. Kur’an hiçbir zaman tek din ilkesini benimsemedi, tek din devletini asla benimsemedi. Artık değişik dinlerin ve ırkların bir arada yaşadığı bir dünyadayız. Bütün dinlerden uzak bir devlet de olamaz. Bütün dinlere eşit yakınlıkta bir devlet olur. Bütün ırklara uzak devlet olamaz. Bütün ırklara yakın devlet olur. Mustafa Kemal ulusçuluğu dört şeye dayandırdı; vatan, dil, ikrar (Türküm demek) ve İslam. İslam’ı sonra laiklik ile değiştirdi yani bütün dinlere eşit yakınlıkta olmak. Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası çalışmalarımız var. Dost düşman onu okumalıdır. Dost okumalıdır; öğrensin ve yapsın. Düşman okusun ve aksini öğrensin ve savunsun.
***
Elif Çakır: Dünyada mı böyle bir eğilim var acaba. Popülist hareketler, milliyetçilikler yükseliyor.
Abdullah Gül: II. Dünya harbinden önce bunlar hep yaşandı, hamaset, popülist akımlar… Sonra maliyeti dünya 50 milyon insanını kaybederek ödedi. Arkasından demokratik kurumlar kuruldu, Avrupa Konseyi, İnsan Hakları Mahkemesi gibi. Ama söylediğiniz gibi son birkaç yıl içerisinde korkunç bir şekilde başta İngiltere'de, ABD'de olmak üzere kazanmak için kutuplaştırmak, kazanmak için her şeyi mubah görmek anlayışı ortaya çıktı. Bu çok büyük bir tehlike. Çok olumsuz neticeleri de oldu. İngiltere'deki referandum, ABD'deki seçim gibi. Şimdi buna karşı reaksiyon da başladı. Bunların hepsi bir maliyet ödetiyor ondan sonra insanlık başka bir yol buluyor. İnsanlık şimdi de bunu deneyerek görecek.
- Bugün yeryüzünde kriz var. Bu tufana dönüşebilir. Akevler elli senelik çalışma yapıyor ve Kur’an’ı inceliyor. Çözümü ortaya koydu. Ciltlerle kitaplar oldu. Bunların birçoğu değişik tezler yapılarak akademik yollardan geçti. Ama Türkiye halkı özellikle Müslümanlar uyanmadı.
ÜLKEYİ NORMALLEŞTİRMENİN KISA YOLU; TUTUKSUZ YARGILAMA
Elif Çakır: Türkiye'de çok sayıda gazeteci, siyasetçi hiçbir dönemde olmadığı kadar hapiste. Osman Kavala, Ahmet Altan, Mümtazer Türköne, Selahattin Demirtaş cezaevinde. Ne düşünüyorsunuz?
Abdullah Gül: Yönetimin Türkiye'deki iklimi pozitife çevirme meselesinin en kısa yolu işte bu siyasetçilerin, yazarların, gazetecilerin ve sivil toplumcuların tutuksuz yargılanmasıdır. Zaten AYM'nin de AİHM’nin de kararı bu yönde. Yüksek mahkeme kararları uygulanırsa bu adım içeride ve dışarıda çok takdir edilir ve olumlu hava, ekonomi dahil, birçok şeye yansır.
-Türkiye’nin en büyük sorunu yargıdır. Gerçekten çok adil hakimleri vardır. Elli senelik yaşamımızda rüşvet alan hâkime rastlamadım. Rüşvetsiz dava bitmiyor. Kim alıyor bu rüşveti? Sonunda avukatlar aracı oluyor. Bir yere veriyor. Ama bu verilen yer hakimler değildir. Hiçbir şey yapılmazsa dava elli sene sürüyor. Yargı sorunu çözülmez ise devlet olunamaz. Bu asırda da devlet olmadan yaşanamaz. Adil Düzen Anayasası’nda bütün sorunlar çözülmüştür. Yargıyı ancak hakemler yoluyla çözersiniz. Bağımsız polisler yoluyla çözersiniz. Sorun düzen sorunudur. Ne yapmamız gerektiğini değil nasıl yapmamız gerektiğini ortaya koymamız gerekir. Örneğin HDP’lileri bırakıyoruz, PKK’lılar da serbest oluyor. PKK’lıları ayırıyoruz HDP’liler de hapse giriyor. Gülencileri atıyoruz Müslümanlar da hapse giriyor. Müslümanları çıkarıyoruz hainler de çıkıyor. Bunları ayırt eden ilme ihtiyaç vardır. Bu da ancak Kur’an’da mevcuttur.
***
VAKIFLARIN BİLİM VE SANAT VAKFI TEPKİSİ ÖNEMLİYDİ
Yıldıray Oğur: Şehir Üniversitesi ve Bilim Sanat Vakfı’na kayyım atandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisiyle bu konuda telefonda konuştuğunuzu açıkladı. Bilim ve Sanat Vakfı'na kayyım kararı sonrası da ilk defa İslami vakıflar ses çıkardılar. Bu konuda ne dersiniz?
Abdullah Gül: Üniversiteyi hep beraber kurduk. Sayın Cumhurbaşkanı'yla beraber açtık. Üniversiteye kayyım atanma sürecinde açıklamalar yapsam faydası olmayacaktı. Bu gidişatın yanlış olduğuna inandığım için kendisiyle konuştum. “Hep beraber kurduk” dedim, o da bana “Bu işi ben yaptım, tahsisi sonradan devire çevirmişler” dedi. “Devri ben de doğru bulmuyorum, ama tekrar tahsis yapılabilir” dedim. “Sonuçta iyi bir üniversite. Neticede sizin kararınız ama düzeltilirse bütün arkadaşlar çok sevinir memnun olur, tersi kararda da çok üzülürler.” dedim. Öte yandan, diğer vakıfların bilahare Bilim ve Sanat Vakfına da kayyım tayin edilmesine tepkisini de önemli buluyorum.
- Devletin belli kuruluşları özel olarak desteklemesi şeriata aykırıdır. Erbakan Başbakan yardımcısı olmuştu. Ziyaret ettik. Bizden önce BMC vardı. Arkadaşım Suphi Koral orada çalışıyordu. Bizimle o da girdi. Erbakan “BMC geldi ben onlara’Şimdiye kadar siz kredi aldınız mı? Bundan sonra krediyi halka vereceğim.’ dedim.” dedi. “Yanlış yapmışsınız. Krediyi işçi sayısına göre vermeniz gerekir.” dedim. Meclis’te grup salonunda saatler süren toplantı yaptık. Bordro kredisine dayalı banka kuruldu. Kimseye özel muamele yapılmaz. Devlet farklı desteklemeler yapmaz. AK Parti Gülen’i destekledi. Şimdi en büyük bela o oldu. Davutoğlu’nu destekledi. Haksız destekler ters teper. Daha milyarları akıttığı destekler vardır. Hayır etmez. Akevler devletten bir kuruş ne kredi ne de destek aldı. Kooperatife ortak olması anayasa emri ama hiç olmadı.
Bu hususta yapılacak iş kayyuma devretmek. Ancak kayyum daha da ileri götürmelidir. Kayyuma devredip iflas ettirmek yanlıştır. Kayyum hakemlerden oluşan yargı ile seçilmelidir ve atanmalıdır. Hata kayyum atama değil, kayyumun atanma şeklidir.
***
GİT DENMİŞ, GELDİLER, SÖYLEDİKLERİMİ DİNLEYİP GİTTİLER
Elif Çakır: Bu size bugüne kadar hiç sorulmadı. O yüzden sormamız gerek. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve Saadet Partisi sizi ortak cumhurbaşkanı adayı göstermek istedi. Siz bu girişimi kabul ettiniz ama aday olmadığınızı açıkladınız. Bu arada şu an bulunduğumuz ofisinizin olduğu yere bir helikopterle o günlerde Genelkurmay Başkanı olan sayın Hulusi Akar ve Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ın gelip sizi ikna ettikleri söylendi. O süreçte tam olarak ne yaşandı? Neden aday olmadınız?
Abdullah Gül: Aslında bunları o günlerde şeffaf bir şekilde açıkladım. Açıklama metnimi okursanız bugün konuştuğumuz pek çok şeyin özünü de orada söyledim. Benim tekrar aday olmak gibi bir düşüncem olsaydı çok daha erkenden organize olurdum. Hayatı dernekçilikle ve siyasetle geçmiş biri herhalde oturup beklemezdi, süreci organize ederdim.
O günlerde görüşlerimi arkadaşlarla paylaşıyordum. Sonra Temel Bey geldi, size de görev düşüyor dedi. Ben artık yapacağımı yaptım, ne yapılacaksa artık siz yapacaksınız dediğimde, anketlere göre siz olursanız kazanırsınız bu gidişat düzeltilebilir dedi. Tabii ben memleketin gittiği istikameti görüyordum. Yakın arkadaşlarımla da konuştum. Şunu dedim; ben böyle ateşten bir gömleği giyerim. Ama şartlarım da var. Gerçekten böyle bir talep var mı, yok mu onu bilmem lazım. Hiçbir partinin adayı olmadan, bağımsız aday olurum dedim. Daha sonra bilinen sebeplerden dolayı adaylık konusu kapadı.
- Gül, Erdoğan’a “MHP’nin desteği ile başkan olursanız sizi birtakım bilinmeyenlere, hedefinizin dışına çıkmaya hatta uçurumlara götürür” diyebilirdi. “Yüzde ellinin altına inersek ineriz. İkimiz de aday olalım. Eğer sen bana karşı oy alırsan sağlam koltuğa oturmuş olursun. Yok, ben alırsam Meclis’e dönersiniz, eskiden olduğu gibi bir devreyi daha birlikte götürürüz. Bölünmemiz yanlış olduğu gibi birbirimizi dışlamamız da yanlış olur.” Şeklinde bir siyaseti geliştirebilirdi. Gül bizimle istişare etme zahmetine katılmış olsaydı ona böyle veya benzeri öneriler getirebilirdik. Gül ile Cumhurbaşkanlığı süresi sona erdikten sonra sadece cenazelerde karşılaşabildik.
***
Yıldıray Oğur: Helikopter gerçekten bahçeye mi indi?
Abdullah Gül: (Gülüyor) Yok canım. Hemen yan taraf Üçüncü Kolordu zaten, oraya inmişler. Zaten bizim ofisimizle kolordu arasına bir bahçe kapısı var.
- Ordunuz bu kadar tedbirli. Eski Cumhurbaşkanını yanına almışlar. Görevi değil mi?
***
Yıldıray Oğur: Hulusi Akar liseden arkadaşınız galiba değil mi. Hatta İngiltere’de çekilmiş bir fotoğrafınız var, oradaki de Hulusi Bey mi?
Abdullah Gül: Evet doğrudur. Geçmişteki ilişkilerimiz çerçevesinde onlar bana herhangi bir şeyi telkin etme durumunda değillerdi. Onlara git denmiş, geldiler ve saygılı bir şekilde anlattıklarımı dinleyip gittiler.
- Ordunun Gül’ün yıpranmasını istemediği anlaşılıyor. Padişahlar veliahtlarını ev hapislerine alıp bekletirlerdi. Kendilerine bir şey olursa yedek bulundururlardı.
***
DEVLET ADAMLARI RİSK DEĞİL, SORUMLULUK ALMALI
Yıldıray Oğur: Bu olay üzerine sizinle ilgili şöyle bir algı oluşturdu. Muhakkak duymuşsunuzdur. Sizin çok garantici olduğunuz, riske girmediğiniz, her şey hazır olsun öyle gelirim diyen bir yaklaşımınız olduğu söylendi. Pek çok şeyi arka planda yaptığınızı anlattınız. Ama toplumda da böyle yaygın bir algı var, ne dersiniz?
Abdullah Gül: Doğru, öyle derler (Gülüyor) Ben toplum meselelerinde toplumunun sorumluluğunu taşıyan siyasetçilerin, devlet adamlarının risk almasını çok yanlış görürüm. Onlar risk değil, sorumluluk almalılar. Bir tüccar olsa tabii ki çok kazanmak için riskli işlere girebilir. Ama risk alıyorum diye Devlet adamı olarak aldığınız kararların sonunda binlerce kadın dul, yüzbinlerce çocuk yetim kalıyorsa, milli çıkarlarınızla ilgili bir sürü gelişmeler yaşanıyorsa, içeride de bir kısım insan kâr ediyor, bir kısım insan da zarar ediyorsa, bu benim devlet anlayışıma uygun değil doğrusu. Ben siyasetçi ve devlet adamının riskten ziyade sorumluluk duygusunu çok derin taşıması gerektiğine inanırım. Savaşta ölecek çocuğun kendi ailesinden bir çocukmuş gibi sorumluğunu hissetmesi gerekir. Aldığı ekonomik kararların sonuçlarını kendi ailesinin düşeceği büyük ekonomik sıkıntı gibi düşünmesi gerekir. Toplumla ilgili meselelerde muhakkak enine boyuna ölçüp biçmek tabii ki son kararı verdikten sonra da cesur olarak davranmak gerekir. Ama bunları yapmadan risk almak benim tarzım değil.
- Kur’an’da devlet başkanı için “Sizin sıkıntınız onun sıkıntısıdır” der. İslamiyet’te devlet başkanı asgari ücretle geçinir. Ama asgari ücreti o tayin eder. Gül’ün devlet anlayışı bu yönüyle İslam devlet anlayışına benzer.
***
2007’DE PARTİ İÇİNDE AKSİ TELKİNLER OLDU, ADAYLIĞIMI AÇIKLADIM
Elif Çakır: Aslında riske girmediğiniz eleştirisini yanlışlayan bir örnek var. 2007’deki cumhurbaşkanlığı adaylığındaki kriz sırasında, seçimlerden sonra AK Parti'nin sizi tekrar aday göstermek istemediği ama sizin inisiyatif alarak aday olduğunuz yazıldı. Onun doğrusu nedir?
Abdullah Gül: O zaman parti içerisinde ve dışarıda çeşitli kulisler ve telkinler yükselmeye başlayınca ben tabii ki milletin gösterdiği istikameti görmezlikten gelemeyiz diyerek basın toplantısı yaptım. Adaylığımı açıkladım.
- AK Parti Ankara’da kuruldu. Kurucuların başında Gül, Atalay, Arınç vardı. Erdoğan yoktu. Önce Arınç başkaldırmıştır. Onu istemeyenler Gül’ü önermişlerdir. Arınç bu öneriyi kabul etmiştir. Denemişlerdir. Ancak Gül’ün de başarılı olmaması üzerine Erdoğan’ı yapalım demişler ve Erdoğan’ı bu kişiler parti başkanı yapmışlardır. Sonra bir kural daha koymuşlardır. Kurucuları aralarında kendimiz belirleyelim demişlerdir. Böylece Erdoğan’ı sonradan listenin başına kendileri koymuş oldular. Esasen Erdoğancılarla Gülcüler arasında kuruluşundan beri ikilik bulunur. Kendileri samimi oldukları için bugüne kadar gelinebilmiştir. Aralarını açmamışlardır. Gül, Erdoğan’a hala tam olarak cephe almış değildir.
***
Elif Çakır: Garantici olduğunuz, riske girmediğiniz eleştirilerine cevap verdiniz. Ama sizin hakkınızda şöyle bir eleştiri de var. Sizin bugünkü duruma gelirken sessiz kaldığınız düşünülüyor, bu yüzden hem laik kesimde hem de muhafazakâr kesimde size kızgın olanlar var.
GEZİ OLAYLARI İLE GURUR DUYUYORUM DEDİM
Abdullah Gül: Nerede sessiz kaldım? Mesela en büyük olaylar Gezi olaylarıydı değil mi? Bana o zaman ilk sorulan soruya verdiğim cevap şuydu: “Bununla büyük bir gurur duyuyorum” dedim. Şaşırdı herkes. Çünkü “Türkiye'nin problemlerinin mahiyetini değiştirmişiz. Eskiden insanlar insan hakları için sokağa çıkardı. Faili meçhuller dursun diye çıkardı. Yolsuzluk dursun diye sokağa çıkardı. Şimdi insanlar ağacı kestirmem diye sokağa çıkmış, çevre duyarlılığı için sokağa çıkmış. Türkiye'nin problemlerini İngiltere'nin, ABD'nin problemleri haline çevirmişiz” dedim. Daha sonra bu toplumsal olay iyi yönetilemeyince terör örgütlerine büyük bir fırsat çıktı ve bildiğimiz vahim olaylar, vandallıklar cereyan eti. Açık söyleyeyim; benim birçok tavrım anlaşılmamış olabilir. Kendi camiamız da anlamamış olabilir. Ondan sonra daha ileri aşamalarda “demokrasi sadece seçim değildir” dedim. Bana o zaman bizim camiadan bazıları milli irade dersi vermeye kalktı. Milli idarenin ne olduğunu anlattım. Demokrasi sadece seçim değildir, seçimin ötesi vardır dedim. Halbuki ben şimdi bunları söylerken bu kadar tatsız politik ortamın içinde bunları tekrar konuşmak istemiyorum. O zamanlar tutuklu yargılamalarla ilgili yaptığım açıklamalara da bakın. Bireysel başvuru hakkı nasıl çıktı zannediyorsunuz, Haşim Bey’e gidin sorun.
- Devleti yönetirken siyaset şarttır. Gezi olaylarını ordu erkene almıştır. Sermaye Erdoğan’ı bir şekilde “Korkar gelmez” diye dışarıya göndermiştir. Erdoğan 15 Temmuz’da gösterdiği cesareti o zaman da göstermiş ve gelmiştir. Gül beyanat vererek bir taraftan askeri taktiği kolaylaştırırken diğer taraftan devleti garantiye almıştır. Olanları eleştirmemiz yanlıştır. Savaşın kuralları vardır. Başardınız mı doğru hareket ettiniz, kaybettiniz mi yanlış hareket ettiniz demektir. Başardık mı? O halde herkesin hareketi doğrudur.
***
27 NİSAN İÇİN GELİP HAKKINIZI HELAL EDİN DİYENLER OLDU
Yıldıray Oğur: Bugün yaşanan bazı sorunları muhafazakâr kesim şöyle değerlendiriyor. Bize de geçmişte çok kötü şeyler yapıldı, mağduriyetlere uğradık. Hatta sizin cumhurbaşkanlığı kriziniz hatırlatılıyor. 28 Şubat dönemi hatırlatılıyor. Tabii ki birçok alanda ilerlemeler yaşandı. Sorunlar çözüldü, evet başörtü meselesi çözüldü. Ama şimdi başka büyük sorunlar var. İleri mi gittik, geri mi gittik?
Abdullah Gül: Yıldıray, ben şöyle bakarım bu meselelere. Siyaset niçin yapılır? Halkına, bulunduğun topluma hizmet etmek için. Toplumun temel hak ve özgürlükleri olsun, mutlu olsunlar, zengin olsunlar. Bu konularda sıkıntı varsa siyasete girersiniz. Ben siyasette şunu gördüm. Biz dindar kesimler çok katı bir laiklik uygulamasıyla karşı karşıya kaldık. Solcuların, Kürtlerin ve azınlıkların da tabii başka problemleri vardı. Siyasette siz bunları çözerken eğer herkesi işin içine katarsanız, sorunları aşarsınız. İlerleme dediğiniz şey de böyle olur. Ama siz herhangi bir problemi tek başınıza, bunun primi bana ait olsun diye çözerken öbürünü dışlarsanız, anti tezinizi oluşturursunuz ve çatışma sürer gider. Türkiye birçok şeyi böyle kaybetti. Biz özgür ve demokratik bir ülkede dindar insanların da daha mutlu olacağına inandık. O yüzden Türkiye'deki problemleri bir daha geri gelmeyecek şekilde başkalarını da dahil ederek çözmemiz lazım. Çözüm de kapsayıcı olmalı. Cumhurbaşkanı olduğum dönemde Cumhuriyet mitinglerini, şunları bunları hepsini arkamda bıraktım. Ayrılırken o kesimlerin de gelebildikleri tek kapı bendim doğrusu. Benim eşim neler yaşadı başörtüsü yüzünden, ama ayrılırken de o günlerde en büyük itiraz eden çevreler kendisine iltifat ettiler. Hatta hakkınızı helal edin diyenler çok oldu. Önemli olan kendinize yapılanın başkasına yapılmasını istemeyeceksiniz. İşte beraber yaşamak böyle oluyor.
- Gül, bana göre başarılı bir devlet başkanlığı yapmıştır. Erdoğan bunu bilememiş ve harcama yolunu seçmiştir. Davutoğlu da başarılı başbakan olmuş, Erdoğan bunu da takdir edememiş ve onu da harcamıştır. Şimdi herkes muhalefette ama İslami anlayış içinde muhalefettedir. Erdoğan’ın bunu kendisine şans olarak görmesi gerekir. Onların siyasete katılması onu iktidarda tutar. Giderse de düşmemiş olup iner. Allah’ın Türklere ihsanıdır bu imkânlar. Bize düşen görev güven içinde ortaklık düzenini insanlığa sunmaktır. Davutoğlu Akevler ile görüşmüş, bazı arkadaşlarda seviye görünce bir ümit belirmiştir. Bu röportaj ise bende aynı ümidi doğurmuştur. Gül, ilkeleri yalnız söylemek ile kalmayıp tüm hayatı boyunca uygulamaya çalışmıştır.
***
MUHAFAZAKÂRLAR ULUSALCILAŞIYOR
Yıldıray Oğur: Özellikle sosyal medyada muhafazakâr kesimde sizinle ilgili İngiltere’de Exeter Üniversitesi’nde bulunmanız, Kraliçe’nin davetindeki fraklı fotoğrafınız yüzünden “İşte Kraliçe’nin adamı” deniyor. Herhalde görmüşsünüzdür. Ne düşünüyorsunuz kendi camianızdan böyle yorumlar alınca?
Abdullah Gül: (Gülüyor) Güler misin ağlar mısın derler ya. Ben yüksek lisansımı da doktoramı da Türkiye'de İstanbul Üniversitesi'nde yaptım. Ben dil eğitimi için İngiltere'ye gittim. Bir sene Londra'da bir sene de Exeter Üniversitesi’nde doktora araştırmaları yaptım, kütüphanesinde çalıştım. Oradan bir diplomam yok. Araştırılırsa bu görülür. Daha sonra Dışişleri Bakanı'yken beni Exeter’e davet edip fahri doktora unvanı verdiler. Talebeliğimde ilk yurtdışı çıkışım İngiltere oldu. Orada ilk arkadaşlarımı Müslüman Talebeler Birliği’nde edindim, onlarla birlikte kaldım. Cumhurbaşkanı olduğumda Kraliçe Elizabeth Türkiye'ye resmi bir ziyaret için geldi. Sonra da onlar karşılık olarak davet ettiler. Londra Türk bayraklarıyla donatıldı, görkemli merasimler oldu. Bütün bunlar tabii ki Türkiye’nin itibarının göstergesiydi. Türk-İngiliz ilişkileri her alanda en iyi dönemine şahit oldu.
- Bir Müslüman kendisine güvenir. Her davete icabet eder. Kimseyi dışlamaz. Sermaye istikbali olan herkesi davet eder. Onu tanır. Ne olduğunu bilmek ister. Gül Akevler’in kuruluşunda Millî Görüş partisinin kuruluşunda birinci derecede rol oynamış bir aileye mensuptur. Türkiye’de talebe birliklerinde yöneticilik yapmıştır. Davetleri reddetmek Gül’ün hem soyuna hem de yaşamış olduğu hayatına uymaz. Gül’ün gerek ailesi içindeki gerekse Akevler’deki davranışlarını her konumda ve makamda koruduğu anlaşılıyor. Bu konuşmalar Sermaye’nin savunduğu ama yapamadığı ve başaramadığı konuların belirlenmesi bakımından önemlidir.
***
Yıldıray Oğur: Eskiden bu komplo teorilerini ulusalcılar dillendirirdi, şimdi muhafazakârlar dillendiriyor.
Abdullah Gül: Evet öyle, aslında muhafazakârlar ulusalcılaşıyorlar.
- Türkiye ne muhafazakâr ne de ulusalcıdır. Türkiye ırkçı değildir ama ulusunu sever. Türkiye dinci değildir ama dindardır. Türklerin genelde önemli bir eksiği vardır, kendilerini küçük görürler. Herkes kendisini üstün görürken onlar kendilerini hep küçük görürler. Oysa Türkiye dinde en önde gider. O yüzden şer odakları Gülen cemaatini kullanmak istemiştir. Türkiye ekonomide de çok ileridedir. Ortaklık ekonomisinde dünyada öncüdür. Türkiye siyasette hep ileri durumdadır. Türk’ün yeniden yükselişi yeryüzünde başka bir ülkede yoktur. Türkler ilimde de aşama yapmaktadır. Adil Düzen yalnız Türkiye’de bilinmekte ve geliştirilmektedir.
Ahmet Taşgetiren: AK Parti de aslında kendini restore etmeyi konuşuyor. Fabrika ayarlarına dönmek dendi, Cumhurbaşkanı “Ömerler lazım” gibi şeyler söyledi. Diyorum ki acaba siz bu partinin kurucusu olarak ne tavsiye edersiniz?
Abdullah Gül: Benim fikirlerimi arkadaşlar biliyorlar. Yeri geldiğinde de kendilerine doğrudan ifade ediyorum. Kongrelere davet ettiklerinde çektiğim telgraflarda verdiğim mesajlar kuruluş ilke ve değerlere hep vurgu yapar.
- AK Parti’nin bir sorunu var. Kuruluş kadrolarını uzaklaştırmıştır. Onların yerine başkalarını hatta kendi yakınlarını hatta çocuklarını getirmişler, dengesiz bir kadro oluşturulmasının önünü açmışlardır. Ayrıca bölgesel sorunları yerinde değil de yanındakilere sorarak, onları dinleyerek iş yapmışlardır. Atanmışların bir kısmı Sermaye’nin beslediği kimselerden oluşur. AK Parti bütün bunlardan kurtulabilir mi? AK Parti’nin bundan kurtulabilmesi için bir Adil Düzen Partisi kurulmalıdır. Bu kadroda Akevler yer almalıdır. Bunun dışında parti gençlerden oluşmalı ama yanındaki her birinin emrinde değil Adil Düzencilerden oluşan fikre göre iş yapmalıdırlar. Bu gidişle bugün ortada kimse görülmüyor. Emekli askerler de parti kurmalıdır. Ordunun görüşü olmadan devlet idare edilemez. Görevlilerin emrinde devlet olmaz. Emekli generaller parti kurmalıdır. Halkın isteklerini askeri mantık ile değerlendirip halka uygun siyaset geliştirmelidirler. Tabiidir ki âlimlerden oluşan Adil Düzen partisi ile generallerden oluşan bağımsızlık partisi olmak üzere iki partiye ihtiyaç vardır.
***
SİYASAL İSLAM TÜM DÜNYADA ÇÖKTÜ
Yıldıray Oğur: AK Parti tecrübesi dindar insanların, İslami hareketlerin demokrasiyle bir araya gelebileceği tecrübesi İslam dünyasındaki ülkelere ve İslami hareketlere de model olmuştu.
Abdullah Gül: Bu söylediğiniz çok doğru. Benim de en önem verdiğim konulardan biridir. Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidara geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.
- Akevler 1967’de kurulmuş, bağımsız adaylıklar 1969’da konulmuştur. Gül o tarihten beri bizimledir. Erdoğan’ın deyimi ile nereden nereye gelinmiştir. O günlerde sizi millet ekseriyetle iktidar yapsa bile ordu müsaade etmez, ordu müsaade etse de dünya sizleri dışlar deniliyordu. Milletvekili ilk seçiminde iktidarın koalisyon ortağı olunmuştur. Şimdilerde anayasa ekseriyeti yakalanmıştır. İslami hareket şimdi kökleşmeye başlamıştır. Dini özellikler de taşıyan Gülen cemaati CIA veya derin sermaye tarafından dünya çapında teşkilatlandırılmıştır. Kritik yöneticileri onlar atamışlardır ama halk samimiyetini göz ardı etmişlerdir. Gülen adına verilen emirler yerine getirilmeye başlanmıştır. 15 Temmuz’dan önce emirler CIA tarafından verilirken, şimdilerde baş emir veremez hale gelmiştir. Yani CIA’nın emrinden çıkmış gözüküyor. Şimdi herkes bağımsız hareket eder hale gelmiştir. Anadolu beylikleri gibi ciddi çabadadırlar. Sonra bunlar birleşerek dev güç olabilirler. Kişilere, Sermaye’ye ve özellikle Dolar’a tapmaktan vaz geçebilirler. Allah’ın izni ile toparlanabilirler. Tüm dünya İslam düşmanı iken bugün laik sistem adı altında bütün dinlerin barış içinde yaşadığı Adil Düzen’e kavuşmuş olur.
***
Yıldıray Oğur: Siyasi İslam’ın çöktüğünü mü düşünüyorsunuz?
Abdullah Gül: Öyle, tüm dünyada. Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi.
- Önce bugün beş tane peygamberin getirmiş olduğu din yani İslam dini vardır. Yahudilik, Brahmanizm, Hıristiyanlık, Budizm ve İslamiyet. Bunlar ilahi dinlerdir. Kendilerine kitap verilen dinlerdir. Hepsi barışı esas alır ve İslamiyet’in bir şeklidir. Zamanla bozulmuşlardır. Ancak her zaman asıllarına dönebilirler. Asla gitmek için elimizde iki temel kaynak vardır. Biri müspet ilimdir. Anlatılanları müspet ilmin verileri içinde düzeltebiliriz. İkincisi ise Kur’an’dır. Kur’an o dinlerde olanların hepsini içerir. Son kitaptır. Dili eksiksiz korunmuştur. İslam ve Batı uygarlıkları Kur’an uygarlıklarıdır. Gerçek bu Kitap ile yapılan karşılaştırmalar ile anlaşılır. Tüm dinler barış içinde insanlığa hizmete devam ederler.
Bu hususlar Adil Düzen çalışanları tarafından ortaya konulmuştur. Örnek bir işletme ile insanlığa hitap etmeye hazırız. Bu hususta diğer arkadaşlarımız gibi gerçekten cihada gönül vermiş bütün arkadaşlarımı davet ediyorum. Özellikle Gül ile Davutoğlu’nu davet ediyorum. Gelin, Akevler ile ortaklık düzenini getirmede yardımlaşalım.