ÂLİ İMRAN SURESİ TEFSİRİ(3.sure)
Süleyman Karagülle
2183 Okunma
ALİİMRAN 149-155

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 39

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا الَّذِينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرِينَ(149)

بَلْ اللَّهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ(150) سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمْ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ(151)

وَلَقَدْ صَدَقَكُمْ اللَّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا أَرَاكُمْ مَا تُحِبُّونَ مِنْكُمْ مَنْ يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُرِيدُ الْآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْ وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ(152)

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (YAv EayYuHAv elLaÜIyNa EaMaNUv)  “Ey iman etmiş olan kimseler.”

Allah bu dünyayı insanları yetiştirmek için yaratmıştır. Dünyayı bir okul olarak yaratmıştır. İnsanlar derslerine çalışırlar ve notlarını alarak ölürler. Kimi sınıfta kalır, kimi mezun olur. Kimi iyi derece ile bitirir, kimi de pekiyi derece ile mezun olur. Peki, sonra ne olur? Sınıfta kalanlar yeniden eğitime alınır. O yeni eğitim yeri cehennemdir. Cehennem bir sıkıntı dünyasıdır. Okul da öyle değil midir? Dünya da öyle değil midir?

Sınıfta kalanlara “kâfir” diyoruz, “münafık” diyoruz. Sınıfı geçenlere de “müslim” diyoruz, “mü’min” diyoruz. Kur’an’da birçok tasnifler yapılmaktadır. Çokça okuyup düşününce onları anlamaktayız.

Kur’an’da aynı anlamda hiçbir zaman iki kelime geçmez. Eğer Kur’an’da “müslim” ayrı, “mü’min” ayrı geçmekte ise farklı manâları vardır.

Hem müslim, hem mü’min olanlar cennete gideceklerdir. Kuran bunu açıkça bildirmektedir. Bunun dışında Rahmân Sûresi’nde iki cennet olduğunu, iki cennetten başka iki cennet daha olduğunu söylemektedir. O halde iki çeşit mü’min ve iki çeşit müslim vardır. Bu sûrede iki çeşit mü’mini ayırdetmiş bulunuyoruz.

Müslimler” hem dünyada hem âhirette hasene isteyenlerdir. Bunlar âhirete ve dünyaya kıyamayanlardır. Allah bunlara da hayrı vâdetmektedir. “Müminler” ise cennet karşılığı dünyayı ve âhireti satan kimselerdir. Onlar can ve mal karşılığı cenneti satın almıştır. Yani, Allah için canlarını ve mallarını verenlerdir.

İşte bunlar da iki guruptur. Birilerine sadece ölme emredilmiştir; bunlara öldürme izni verilmemiştir.

 Hazreti Musa (a.s.) Mısır’da iken böyle idi. Hazreti Muhammed (s.a.v.) Mekke’de böyle idi. Hazreti İsa (a.s.) hayatta hep böyle kaldı. Bunlar iman edeceklerdir. Kendilerine zulmedilecek, ama onlar devam edecekler, zulme katlanacaklardır. Bunların ücretleri en fazladır. Bunlar “mukarreb”dirler, bunlar “evvelûn”durlar. İmanı bunlar hazırlarlar. Bugün Türkiye’de cihad yapan mü’minlerin durumu budur. Kendilerine ölme emredilmiştir, savunma hakkı verilmemiştir.

İkinci gurup Müslümanlara ise savunma hakkının yanında, savunmada öldürme izni verilmiştir. Medine’ye hicret ettikten sonra savaş izni verilmiştir. Mü’minlere farz kılınmıştır, Müslimlere değil. Şimdiye kadar öldürmeye izin verilmeyen mü’minlerden bahsetmiştir. Şimdi ise savunmak için öldürmelerine izin verilen mü’minlerden bahsedilmektedir. “Adil Düzen” sahipleri kendi sitelerini kurar, ondan sonra da hicret ederler ve bir gün meşru yoldan iktidar olurlarsa, onlara da kendilerini silahla savunma hakkı tanınır.

إِنْ تُطِيعُوا الَّذِينَ كَفَرُوا (EıN TuvOIyGUv ElLaÜINa KeFeRUv)  

“Küfretmiş olanlara itaat edecek olursanız. “

Yukarıda “iman etmiş olanlar” geçmiştir. Burada da “küfretmiş olanlar” geçmektedir. Müslim ve mü’min olmayanlar arasında da “müşrikler” ve “kâfirler” vardır.

Müşrikler” anarşistlerdir, düzeni kabul etmeyenlerdir. Hakemlerin verdikleri kararlara uymayanlardır.

Kafirler” ise düzeni kabul etmekle beraber, düzende zorlama yapanlardır. Yani, demokratik ve lâik olmayanlardır. Şimdi şunu ortaya koyalım; “demokratiklik” ne demektir, “lâiklik” ne demektir.

Demokrasi” demek, herkesin kendi içtihadına, içtihadına göre yaptığı sözleşmelere, içtihadına göre en doğru bilen vekilinin kararlarına, ve hakemlerin kararlarına uyma demektir. Bu demokrasiye inanmış kimsedir. Ehli şeriattır. “Lâiklik” ne demektir. “Lâik” olan kimse, başkalarının inançlarına veya içtihatlarına, sözleşmelerine, topluluklarına ve hakemlerden oluşan yargıya baskı yapmaz. Kendi inançlarında ne kadar samimi ise başkalarının içtihatlarına da o derece saygılıdır. Yani, müslimdir, barışçıdır. Böyle olmayıp içtihatlara, sözleşmelere, topluluklara, hakemlere baskı yapanlar ise kâfirdir.

İşte bunlarla savunma savaşı yapma hakkımız vardır. Neden? Sonra iktidar bizde ise; bunlar güçlü olmadıkları zaman demokrat görünürler, lâik görünürler, kendi yanlarına çekip sonra kendi zulümlerini sürdürür, sonra yeniden gericilik yaparlar. İşte böyle kâfirlere itaat ederseniz, sizi tekrar eskisine çevirirler diyor.

İstiklâl Savaşı’nı biz Avrupalılara karşı yaptık. Ondan sonra onlarla barış yaptık, lâikliği kabul ettik. 1950’lerde de demokrasiyi kabul ettik. Ama bizi dinsizleştirmek istediler. Bizi anti-lâik ve anti-demokrat yapmak istediler. Hâlâ da öyle yapmaya çalışıyorlar.

Burada lâikliği tarif edelim:Lâiklik” demek, bir şey suç ise, dinî olduğu için suç olmaktan çıkmaz. Bir şey suç değilse, dini olduğu için suç olmaz. İşte lâiklik budur. Bundan başkan tarifler hep saçma ve mantıksızdır. Ama kâfirler ne yapıyor? Başı örtmek lâikliğe aykırı imiş, çünkü başörtüsü dini simge olduğu için aykırı imiş! Her şeyden önce bu kâfirler yalan söylüyorlar. Bir şeyin simge olması için onun başkası tarafından kullanılmaması gerekir. Polis elbisesini polisten başkası giyemez, çünkü o onlar için simgedir. Oysa başörtüsünü Müslümanlar örtemez, Hıristiyanlar örtemez, komünistler örtemez diye bir kural mı vardır? O halde yalan söylüyorlar. Başörtüsü haç değildir, simge değildir. Olsa bile, dinî simgedir diye bir şeyi yasaklamak; işte lâikliğe aykırı olan budur. Yani, başörtüsü yasaklanıyorsa, bu lâikliğe aykırıdır.

İşte bunlar önce lâikliği savunuyor, sonra din düşmanlığı yapıyorlar. İşte bunlar kâfirlerdir. Bunlara itaat edecek olursak bizi tekrar anti-demokrat ve anti-lâik yaparlar. Hıristiyanlar, Yahudiler, Budistler, hattâ ateistler kâfir değildirler; demokratik ve lâik iseler kâfir değildirler. Ama isterse evliya olsun; başkalarına, içtihatlara ve inanışlara baskı yapıyorlarsa, işte onlar kâfirdirler. Çünkü hüküm yalnız Allah’ındır. Kimsenin kendisini Allah yerine koyup baskı yapma hakkı yoktur. Bu kendisini tanrı yerine koymadır ve şirktir, küfürdür.

يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ (YaRudDuKuM GaLAv EaGQABıKuM)

“Sizi a’kablarınıza reddederler. Topuklarınıza gerisin geriye çevirirler.”

Tarihte dinler gelmiştir. Her yeni gelen din bir önceki dinden daha ileride olmuştur. İnsanlar için bâtıl din çok tanrıya inanmadır. “Türkiye’yi Mustafa Kemal yarattı derseniz” müşrik olursunuz. Yaratan tektir ve Allah’tır. “Tabiatta kanunlar var, kendiliğinden vardır! Kimse onları yaratmamıştır! Devleti de kişiler yarattı!” derseniz, bu şirktir. Bu kişi peygamber olsa da ona pay vermek şirktir.

Batı dünyasının sömürü sermayesi 500 senedir insanlığı tekrar şirke çevirmek istiyor. Her yeni kelimenin manâsını bozarak gerisin geriye çevirmek istemektedirler. “Lâ ikrahe fi’d-dîn”i “dinde zorlama yoktur” yani “lâiklik” olarak anladıktan sonra; tam tersine anlamında anlayan, “dinde ikrah vardır” şeklinde anlayan mürtetler ortaya çıkmaktadır.

Kur’an’da “mürteci” kelimesi yoktur. Çünkü “mürteci” demek, hakka dönen, rönesans yapan, reform yapan kimsedir. Ama kötülüklere dönmeyi ise Kur’an “irtica” ile değil de, “rüddet” kelimesi ile ifade etmektedir. Yani, “mürteci”nin Kur’an’daki karşılığı “mürted”dir. Yani, “sizi gerici yaparlar” diyor, Kur’an.

Bir kimse kalksa ve “Tekrar Osmanlı Hanedanı getirelim, saltanatı ve hilafeti onlara teslim edelim!” dese, bu irtidattır. Bu ric’attır, irticadır. Bir gün sömürücü tekel sermaye bunu da savunabilir. Çünkü bunlarda şeriat yok, yalnız kendi çıkarları vardır. Çünkü onlar hakka değil, kuvvete inanırlar. Onlara göre, kendilerinin kuvvetli olması için ne gerekiyorsa o doğrudur!

فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرِينَ (Fa TaNQalıBUv PavSıRIyNa) “Hasîrler olarak inkılâb edersiniz isterler.”

Yahut, öyle yaparsanız hasîr olarak inkılâb edersiniz deniyor.

Hasir” yere serilip pestil olmak, yahut ufalayıp gitmek demektir. Kâinat’ta evrim kanunu vardır. Her şey ileri gider, geri gidemez. Kimse çocukluğa dönemez. Kimse gençliğe dönemez. Kimse ölüyü diriltemez. Kimse yeniden Osmanlı imparatorluğu kuramaz. Kimse Müslümanları Hıristiyan yapamaz. Kimse Hıristiyanları dinsiz, ateist yapamaz. “Allah” olayları izah için konmuş bir isimdir. “Allah” yerine daha üstün bir varlık konabilse Allah’a inanmaktan vazgeçebiliriz. “Allah” olarak Müslümanların veya Hıristiyanların tanımından daha güçlü bir varlık düşünülebilse ona inanırız. Ama bir şey yoktur demek, vardır demenin alternatifi değildir.

Bir bardak su getirdiler. İçtim. Yazı yazıyordum. Beş dakika sonra başımı kaldırdım ki bardak dolmuş. Oysa ben dolduranın farkında olmadım. Şimdi ben size desem ki; “Ben keramet sahibiyim, içtiğim su kendiliğinden yeniden doldu! İnanır mısınız?” Hayır. “Bu adam bunamış!” dersiniz. Ya da şeyhini uçuran müritler misâli olur, buna inanan olabilir. Ama ben desem ki; “Biraz evvel bardakta su yoktu. Ama o sırada bende tanrılık gücü oluştu ve bardaktaki suyu ben doldurdum!” Buna inanan herhalde hiçbir aptal bulunmaz.

Bir bardağa dolan suyu benim yarattığıma inanmayanlar, Türkiye’yi Mustafa Kemal’in yarattığına hangi akılla inanıyorlar?!. “Bu Atatürk ilkelerine aykırıdır, dolayısıyla yanlış da olsa doğrudur!” diyenler kâfirdir. Yahut; “Atatürk geçmiş ve gelecek her şeyi biliyordu! O halde biz onun arkasından gideriz!” diyenler kâfirdir. Bunu Hazreti İsa (a.s.) için deseler, Hazreti Muhammed (s.a.v.) için deseler yine kâfirdirler. Çünkü bunların yalan olduğunu onlar da bizden iyi biliyorlar, ama kendi kendilerini aldatıyorlar.

بَلْ اللَّهُ مَوْلَاكُمْ (BaL elLAHu MaVLAyKuM)  “Bel mevlânız Allah’tır.”

Yani, itaat etmeyin, putperest olmayın, kendinizi tanrı yerine koyup kimsenin dinine ve imanına baskı yapmayın. Size baskı yaparlarsa sabredin. Demokratik ve lâik kalmaya, mü’min olmaya devam edin. Sizin arkanızda Allah var, O sizi korur.

1900’lu yıllardan beri hep Müslümanlara baskı yapılmıştır. Onları ezmek istemişlerdir. Ama onlar hep sabrettiler. Asla isyan etmediler. İhtilâl yapmadılar. Asla dinlerinden vazgeçmediler. Daha çok demokrat oldular, daha çok lâik oldular. Sonu ne oldu? Anayasa ekseriyetini aldık. Hâlâ bize baskı yapıyorlar. Biz yine sabrediyoruz. Oyumuz %70, %80 olmalı istiyoruz. Sonra, “Adil Düzen”i tam öğrenelim de, biz de onlar gibi zalim olmayalım diye şimdilik sabrediyoruz. Çünkü mevlâmız Allah’tır.

وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ (Va HuVa PaYRun elNAÖıRINa)  “O nâsırların hayırlısıdır.”

Türkçe’de nusret kelimesinin karşılığı yardımdır. Arapça’da “Nusret” düşmana karşı yardımdır. “Gavn” ise işe yardımcı olmaktır. Size saldıranlara karşı Allah size nusret edecektir.

Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmışlar, Sakarya’ya kadar gelmişlerdir. Sonra denize döküldüler. Ama düşmanlıkları bitmiyor. Bize hâlâ saldırmaktadırlar. Ekonomik saldırı içindedirler.

Hukukumuza saldırmaktadırlar… Dinimize saldırmaktadırlar... Askerî saldırıya hazırlanıyorlar... Türkiye’de onlarla işbirliği içinde olanlar, bu saldırılara çanak tutanlar vardır...

Ama Allah yüz yıldır hep Müslümanlara yardım etmiştir. Bundan sonra da yardım edecektir.

سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ  (SaNuLQIy Fy QuLUvBı elLaÜIyNa KaFARUv elRuGBa)  

“Yakında küfretmiş olanların kalbinde ru’bu ilka edeceğiz.”

Bu âyet çok önemli âyettir. Başka yerlerde de bu konuda açıklama yapılmaktadır. Daha biz iktidara gelmeden ödleri patlamaktadır. Biz onlara kötülük etmeyeceğiz. Onlar kendi kendilerine kötülük edecekler.

Burada “Sa” kelimesi getirilmiştir; “yakında” diyor. Yani, belli bir zamana kadar Allah onlara cesaret vermektedir. Bize saldırmaya devam ediyorlar. Ama günü gelince Allah onların kalbine korku düşürecek.

Ragb” kelimesi “Rahb” kelimesine akrabadır. “Rahb”, çekinerek korkmaktır. “Ragb” ise endişe ile korkmaktır. Başımıza geleceklerden korkmaktır. Mesela, ayı ile karşılaşacağından korkma “ru’b”dur. Ama ayı karşına çıkıp saldırmaya geçtikten sonra ise “havf”dır.

Onlar kendi kendilerine endişe duyup korkacaklar. Ve çekilip sineceklerdir.

Bu Avrupalılar için de doğrudur. Bu Avrupalıların peşine takılıp da bize saldıranlar için de doğrudur. Avrupalılardan korkup da bize, yani Adil Düzencilere saldıranlar için de doğrudur.

بِمَا أَشْرَكُوا بِاللَّهِ (BıMAv EaŞRaKUv BielLAHı)  “Allah’a şirk ettiklerinden dolayı böyledir.”

Şirk edenlere korku düşecektir. Lenin’e inananların içine korku düşmüştür. Çünkü tanrıları ölmüştür. Bununla Lenin ölmüştür demiyorum, Lenincilik ölmüştür demek istiyorum.

İstiklâl Savaşı’ndaki zaferimiz bu olmuştur, Allah onların kalbine ru’b düşürmüştür. Bugün de bize saldırmaya cesaret edemiyorlar. İran’la savaştırıp bizi birbirimize kırdırmak istiyorlar…  

“Akevler”de de Allah bizi böyle korumuştur. Bize bir yakınlıkları olmadığı halde, Özal başbakanlığa namzet olunca Hürriyet’te bir beyanat çıktı: Özal Karagülle ile görüştü! Haber yalandı. Ama benim pasaportumu senelerce vermeyen şube evime kadar gelerek pasaportum için gerekli işlemleri başlattı. Erbakan’ı İsviçre’den albaylar getirmiştir. Bilmiyorum, belki de getirtmişlerdir. Ama bize MGK’dan idam fermanları çıkmıyor, biz korkmuyoruz da, onlar acaba iki albayın görüşmesinden neden korkuyorlar?

Bunlar işimize hep yaramıştır. Çünkü şirk koşanlar Allah’a inanmıyor ama O’na iftira ettiklerini biliyorlar, onun için korkmaktadırlar. Hindistan’da ineğe tapan insan bunlardan daha az kâfidir. Çünkü onlar samimi olarak öyle olduğuna inanıyorlar. Diktatörlere tapanlar, yalan söylediklerini, kendilerini ve halkı kandırmak istediklerini biliyorlar, onun için her akşam korku içindedirler. Çünkü hem Allah’a inanmıyor, hem de O’nun indirmediği konularda cihat yapıyorlar.                              

مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا (Mav LaM YuNazZıL BiHi SulOANan)  

“Ona bir sultan inzâl etmemiştir. Ona bir kanıt, bir güç indirmemiştir.”

Yani, onlara bir güç vermemiştir. Tanrılık özelliğini kimseye vermemiştir.

Kimileri sanırlar ki, diktatör kendisi diktatör olur. Bu mümkün değildir. Tarihin akışı onları bir yere getirir. Halk onlara saygı duymaya, sevgi duymaya başlar. Onların çevresinde çıkarcılar oluşur. İktidarın nimetlerinden yararlanmak için o kişiyi tanrılaştırırlar. Kendileri de onların sayesinde sömürüye devam ederler. Bunu o kişi hayattayken yapmaktan çok, o öldükten sonra yaparlar. Çünkü hayatta olanı emirlerine tam gezdiremezler. Ama ölü itirazsız onların emrinde olur! Her türlü zulmü onun adına yapmaya devam ederler.

Bu tezgah bazen binlerce sene sürer. Mezopotamya’da böyle olmuştur. Zamanımızda en uzun süren şirk Atatürkçülük olmuştur. Koyu şirk olmadığı için hâlâ devam etmektedir. Kimi ona saldırarak şirk içindedir. “Dinimizi Mustafa Kemal yıktı!” diyenler şirk içindedirler. Çünkü onun din yıkmaya gücü yetmez. Din yıkılmışsa Allah yıkmıştır. Böyle düşünenler şirk içindedirler.

Diğer taraftan “Allah yoktur! Türkiye’yi Mustafa Kemal yarattı, o ne demişse onu yapacağız!” diyenler de putperesttirler. Şirk içindedirler. Her şeyi Allah yapmıştır. Bazılarını Mustafa Kemal ile yaptırmış olabilir, ama yaptırtan O’dur.

وَمَأْوَاهُمْ النَّارُ (Va MAEVAvHuM elNARu)  “Me’vaları ateştir. Yuvaları ateştir.”

Kuşlar nasıl dönüp dolaşıp yuvalarına dönerse, onlar da sonunda ateşe varacaklardır.

Burada ateş marifedir. Cehennem ateşidir.

Me’va” aslında sığınacakları yer demektir. Ateş nasıl oluyor da sığınılacak yerdir. Dünyadan kaçıp oraya sığınacaklardır. Dünya hayatından daha iyi midir? Sıkıntı olarak dünya hayatından belki daha kötüdür. Ama orada ölüm korkusu yoktur. Yani, idam cezası yoktur. Bu bakımdan cehennem dünyadan daha emin bir yerdir. Bazen sıkılıp ölmeyi isteyecekler ama, sonra, eğitildikten sonra cehenneme de şükredeceklerdir.

وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ (Ve BıESa MaSVa elJAvLIMINa)  

“Zalimlerin mesvası be’sdir. Zalim kimselerin barınakları ne kadar kötüdür.”

Burada ateşe kâfir olduklarından değil, zalim olduklarından gideceklerdir. Şirk etmiş olmalarından Allah dünyada kalplerine korku düşürecektir. Dünyada kendilerini güvende hissetmeyeceklerdir. Ahirette ise şirk ettiklerinden dolayı değil, zulmettiklerinden eziyete uğramış olacaklardır.

Allah insanları yaratmış ve adalet içinde birlikte yaşamalarını istemiştir. Zulme müsade etse kendisi de zalim olur. Kendisine küfreden ve şirk edeni cezalandırmazsa zalim olmaz; ihsan eden, ikram eden olur.   

وَلَقَدْ صَدَقَكُمْ اللَّهُ وَعْدَهُ (Va LaQaD ÖaDaQa elLAHu VaGDaHUv)  

“Allah vadinde sâdık olmuştur.”

Kur’an Mekke’den başlayarak hep vaatlerde bulundu. Daha ilk nâzil olan sûrelerde; “Size Firavuna gönderdiğimiz gibi resul gönderiyoruz.” denmektedir. O gün Hıristiyanlar ve Persler dünyada iki süper güçtü. Uzakta Çin de en parlak günlerini yaşıyordu.

Hazreti Musa’ya benzetmiş olması çok önemlidir. Firavun gibi Mekkeliler de cahiliye döneminde idiler. Hz. Musa oradan göç etmiş ve Filistin’de devlet kurmuşlardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) de Mekke’den hicret etmiş ve Medine’de devlet kurmuştur. Sonra İbraniler gibi Müslümanlar da uygarlık kurmuşlardır. Sonra da İbraniler uygarlığı Hıristiyanlara devrettikleri gibi Araplar da Türklere devretmişledir.  

İşte Kur’an buna benzer çok vaatlerde bulunmuştur. Bu vaat gerçekleşmiştir. Eskiden yaptığı vaat yerine geldiği gibi, şimdi de bize yaptığı vaat yerine gelecektir.

Zaten Sakarya Savaşı’ndan beri bu vaatler adım adım gerçekleşiyor.  

إِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِإِذْنِهِ (EıÜ TaXuöÖUvNaHuM Bi EıÜNıHı)  “İzni ile onları hissediyordunuz.”

O zaman size vâdettiğini yerine getirmiştir.

Burada “hissetme” ne demektir? Düşmanların ne yapacaklarını önceden hissetmektir. Olacağı veya olmakta olanları duymak demektir. Savaşta en önemli olan şey düşmanın nereden ve ne ile saldıracağını bilmektir. Bu sıcak savaşta çok önemli olduğu gibi, soğuk çatışmada da çok önemlidir. Düşman doğrudan gelip yapını bozmaz. Lehine gördürür, sonra seni tuzağa düşürür, dostunu sana düşman, düşmanı dost gösterir.

Bugün Türkiye’de ordu düşmanı olanlar, kendilerinin lâik olduğunu söyleyip laikliğe saldıranlardır. Türk ordusunun düşmanı ise bu memleketin asıl sahipleri olduklarına inanan Müslümanlardır. Çünkü onlar biliyorlar ki düşmanların asıl hedefi Türkiye’dir. Bunu yapmakta ilk hedef ordudur. Ordu gitse Türkiye kalmaz. Bunun için askerler zulmetseler bile onların dostudurlar. Ne var ki, işte düşman orduya düşmanını dost, dostunu düşman göstermektedir. İşte yarım asırdır Türk milleti böyle bir zorluk içindedir.

Mustafa Kemal askerlere lâikliği değil, Türk istiklâl ve cumhuriyetini emanet etmiştir. Lâikliği gerçek anlamında biz de kabul ediyoruz. Ama din düşmanlığı olan lâikliği Mustafa Kemal takiyye amacıyla kabul etmiş görünmüş ama Türkiye’yi İslâmlaştırmıştır.

İşte Allah Türk milletine gerçekleri hissettirmiş ve vâdinde sadık olmuştur. Türkiye’de halk inkılâplara karşı gelmemiştir. 1960 ihtilâlinde karşı gelmemiştir. 1980’ karşı gelmemiştir. 1971 ve 1997 müdahalelerinde ses çıkarmamıştır. Millet gerçekleri hissetmiş ve sabretmiştir. Seçimlerde ise Demokrat Parti’yi, Adalet Partisi’ni, ANAP’ı, Refah Partisi’ni, AK Parti’yi iktidar ederek yine gerçekleri hissetmiştir.

Türk milleti oyunu her zaman isabetli kullanmıştır. Bütün bunlar Allah’ın vâdinde sadık olmasıdır.

حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ (XatTAv EıÜAV FaŞıLTuM)  “Hattâ faşl ettiniz. Faşlettiniz.”

Onları o kadar doğru ve güçlü hissetiniz ama, yine de size Allah vâdini yerine getirmiştir.

Yani, bu soğuk veya sıcak çatışmalarda düşmanlar çok yakından hissedilmiştir.

Dış sermayenin Türkiye’deki işbirlikçileri karşısında kendinizi onlardan korumanız için paramparça oldunuz. Kimi Uşşakî, kimi Nakşî, kimi Kadirî, kimi ırkçı, kimi medreseci oldu. Böylece size saldıranlara karşı ayrı ayrı olup herkes kendi canını kurtarmaya çıktı. İnanmış olanlar hep birbirlerine düştüler. Türkiye’de birbirlerini tekfir edecek şekle girdiler. Değişik siyaset gruplarına katıldılar.

وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ (Va TaNazaGTuM Fı elEaMRı) “İşlerde nizaa düştünüz.”

Türkiye’nin kurtarılması için Meşrutiyet’ten beri değişik görüşlere kapıldılar.

Kimi, Türkiye dinden uzaklaştığı için bu duruma düştük. Kimi, biz dindar kaldığımız için bu durumdayız. Kimi milliyetçilikle, kimi İslâmcılıkla, kimi bilmem necilikle başarıya ulaşacağını düşündü.

Kimi Mason olup ülkeyi kurtaracağını sandı; Demirel böyle yaptı. Kimi Mason olmayacak ama onlarla iyi geçinerek ülkeyi kurtaracağın denedi; Özal böyle yaptı. Kimi doğrudan cephe aldı ve çatışmaya girişti; Erbakan böyle yaptı. Böylece görüldü ki, Türkiye çatışmalar dünyasına girdi.   

وَعَصَيْتُمْ (Va GaÖaYTüM)  “Ve isyan ettiniz. Ve günah işlediniz.”

Hemen herkes günün kötülüklerine boyun eğdi. Herkes faizi meşrulaştırdı. Baskı görünce örtünmeden de taviz vermeye başladı. Hele takiyye yapalım diye televizyonlarda açıklık modalaştırıldı. Lâiklikten bahsetme suç sayıldı. Rüşvet, yolsuzluk, vergi kaçakçılığı meşru sayılmaya başlandı. Cihad edenler tekfir edildi.

مِنْ بَعْدِ مَا أَرَاكُمْ مَا تُحِبُّونَ  (MıN BaGWı MAv EaRAyKuM MAv TuXıbBUvNa”  

“Siz muhabbet ettiğiniz şeyleri ira ettiğinizde böyle yaptınız.”

Makam göründü, iktidar göründü, servet göründü. Hemen taviz verip günah işlemeye başladınız.  

Faiz meşru oldu! Rüşvet meşru oldu! Açık saçıklık meşru oldu! Hattâ düşmanlıklar meşru oldu!..

Servet ve iktidar için her türlü tavizler verildi.

İki çeşit korku vardır. Biri canınızı tehlikeye atan tehlikedir. Diğeri kârdan zarardır.

Bugün Müslümanlar hep böyle korkuda ve paniktedir. Biz şimdiye kadar hiçbir suç ile cezalanmadık. Takip bile edilmedik. Ama çoğu, yakınlarım memur olacakmış, onun için bizim toplantılara gelemiyormuş! Kapanacakmış diye bize gazetede yazdırmıyor, televizyonda konuşturmuyormuş! Bütün bunların hepsi isyandır. Bu isyanları Müslümanlar yapmaktadır. Buna rağmen Allah bize haseneyi vâdetmiştir ve bu gerçekleşiyor.   

مِنْكُمْ مَنْ يُرِيدُ الدُّنْيَا “Bunlardan kimi dünya hayatını murad ediyordu.”

Bunlar para kazanmayı para kazanmak için yapıyordu. Makamı dünya hayatı için istiyordu. Yani, niza ve isyanı sadece dünyayı kazanmak için yapmakta idiler. Bunlara kötü niyetli diyemeyiz. Bunlar çıkarcılardır.

Dünya ve âhirette de hasene istiyorlardı. Beride göremeyince o tarafa yöneldiler. Beride gördüklerinde beri tarafta olurlar.

وَمِنْكُمْ مَنْ يُرِيدُ الْآخِرَةَ “Bunlardan kimi de âhiret hayatını murad ediyordu.”

Kimi ise bu tavizleri ve bu takiyyeleri dünya hayatı amacı ile yapmıyorlardı. Âhiret hayatını bu yolla kazanmak için yapıyorlardı. Yani, malları Allah yolunda harcamak için kazanmak istediler. Gayrimeşru yoldan olsa da bunu yaptılar. Rüşvet verdiler ise yine Allah için verdiler, İslâmiyet için verdiler. Onların hepsini kendilerine zaruret olduğu için yaptılar.  

Bugünkü Türkiye Müslümanlarını bu kadar açık ve gerçekçi olarak tanımlamak kadar mucizevi ifade mümkün mü? Bunlar isyandı. Ama iyi niyetle yapılan isyandı. Mason locasında olmak için değil, İslâmiyet’e daha iyi hizmet etmek için girdiler veya dost oldular. Bu amaçla düşman oldular. İçkiyi bunun için içtiler. Günahı sevaba zemin hazırlamak için yaptılar.                      

ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ (ÇümMa ÖaRaFaKuM GaNHUM)

“Sonra sizi onlardan sarf etti, onlardan uzaklaştırdı.”

Sonra aradan bir dönem geçtikten sonra onlardan kurtardı. Nasıl yaptı?  

Kendileri parça parça olduğu halde, oylarını daima birleştirip İslâmiyet’e karşı olanlara karşı kullandı. Solda olanlar İslâmiyet’e karşı değildir diye oylarını DSP’de topladı. İslâmiyet’e karşıdır diye CHP’yi Meclis dışı bıraktı. Sonra Deniz Baykal “Anadolu solu” deyip İslâm düşmanlığını bıraktı. Bülent Ecevit başörtülü Kavakçı olayında İslâmiyet’e cephe aldı; oyları sıfırlandı ve kendisi partisiyle Meclis dışında kaldı. Baykal yine sapıttı; artık CHP de ecelini bekliyor.

1950’de sağcılar DP’de oylarını birleştirdiler; oysa Menderes namaz kılmazdı. Sonra AP’de birleştirdiler; Demirel bazen namaz kılardı. Sonra da Özal’da birleştirdiler; o İslâmiyet’i savunuyordu. Sonra Erbakan’ı getirdiler. Şimdi de oylar AK Parti’de birleşti. Adım adım Türkiye İslâm düşmanlarından kurtuldu. Yani onları bizden uzaklaştırdı. Ordu gittikçe bize yaklaştı. Aşırılar kendi kendine tasfiye oldu.  

Hep kurala uyuldu. İslâm düşmanı olmayan generaller orduda kaldı. Muhalif olanlar kendi kendine tasfiye edildi. Özal’a atılan kurşun savuşturuldu. Kıvrıkoğlu’na atılan kurşun savuşturuldu.

Bunların hepsini Allah yaptı.

لِيَبْتَلِيَكُمْ (Li YaBTaLiYaKUM)  “Bütün bunları sizi ibtilâ etsin diye yaptı.”

Yani, sizi “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni kuracak hâle getirmek için yaptı. Bu belâlara uğramasaydınız, “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kuramazdınız. Kendinizi yetiştirmiş olamazdınız.

Ordu da 50 yıl içinde çok büyük tecrübeler edindi. O sebepledir ki demokratikleşti. Artık din düşmanlığı görüntüsünü bırakmak üzeredir. Ancak, hâlâ başörtünün İslâmiyet’teki manâsını bilmiyor.

İslâmiyet’teki başörtüsü Türkiye’nin bayrağından çok daha ileridir. Bayrağı değiştirebilirsiniz ama bayrağı ortadan kaldıramazsınız. Lozan’da şöyle anlaşsaydık: Siz devlet olun ama bir şartımız var, ülkenizde kendi bayrağınızı değil, düşman olan Yunan bayrağını asacaksınız! Türkiye de bunu kabul etseydi, bugün Türkiye Devleti olur muydu? Başörtüsüz İslâmiyet bayraksız devlete benzer.  

İşte Müslümanlar başörtüsünde birleştiler. Dağınıklık son buldu.

وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْ (VaLaQaD GaFAv GaNKuM)  “Sizi afvetmiştir.”

İşte Allah diyor ki; sizden yaptığınız isyan ve takiyyedeki günahınız afvedilmiştir.

Bu Allah’ın büyük müjdesidir. Bu memleketin kötülüğüne çalışmayanlar afvedilmiştir. Yani, kâfir olmayanlar, bu memlekete kötülük düşünmeyenler, İslâmiyet’e hainlik düşünmeyenler, yani kâfir olmayanlar, demokratik olanlar, lâik olanlar, hepsi afvedilmiştir. Bu seviyelere yükseltilmiştir.

Burada sizden böyle olanlar, böyle olanlar da diyor. Sonra her ikisi için sizi afvetmiştir. “Adil Düzen”e yaklaştırmıştır. “Adil Düzen”i getireceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Allah’a hamd olsun.

وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ (Va EalLAHu ÜU FaQGıN GaLAv eLMuEMıNIyNa)  

“Allah mü’minlere fadl sahibidir.”

Burada mü’min olandan kastettiği kimlerdir? “Adil Düzen” gelmesi için çalışanlardır.

“Adil Düzen” deyince, sadece “Akevler”in veya Refahçıların “Adil Düzen”i değildir. Sadece Müslümanların adil düzeni değildir. Yahut Hıristiyanların adil düzeni değildir. İnsanlığın “Adil Düzeni”dir.

Yani, insanların refah ve saadet içinde yaşaması için adaleti ülkelerine getirenler mü’minlerdir. Bu zulüm dünyasında dünya hayatını istemek için takiyye de yapılsa, eğer sonunda insanlık için adaleti isteyenler varsa onlar mü’mindir. Allah onların günahlarını afvedecek, ayrıca faziletle birçok ikramda bulunacaktır.

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 40

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

إِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُونَ عَلَى أَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَا أَصَابَكُمْ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ(153)

ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشَى طَائِفَةً مِنْكُمْ وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ(154)

إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمْ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ(155)

إِذْ تُصْعِدُونَ  (EıÜ TuÖGıDUvNa)  “Hani is’ad ediyordunuz.”

Saud” yokuş demektir. “Hani yokuş çıkıyordunuz.”

Bu sûrede konular “Ey iman edenler” diyerek ayrılmaktadır. Bundan sonraki bölümde “Ey iman edenler”den sonra gazadan bahsetmektedir. Burada ise hem ribbiyunun Mekke dönemindeki sabır savaşları, hem de ondan sonraki gaza savaşlarında ortak olan özelliklerinden bahsetmektedir.

Yüksek yere ulaşmak için yokuş çıkılır. Burada sıkıntı çekilir, ama sonra yukarıya çıkılır. Sosyal olaylar da böyledir. Yokuş tırmanılır ve sonunda menzile ulaşılır. Bir defe ulaşmak için sıkıntılara göğüs gererek çalışmak is’ad etmektir. Çıkmaktan ziyade çıkarmak anlamındadır.

Bir yük yüklenip yokuş yukarı çıkarma is’addır. Bir doktora tezi hazırlamak ilimde is’addır. Sigarayı bırakabilmek dinde is’addır. Bir işletmeyi kurup kârlı hâle getirmek ekonomide is’addır. Bir siyasi parti kurup iktidar olmak ve “Adil Düzen”i uygulamak yönetimde is’addır.

وَلَا تَلْوُونَ عَلَى أَحَدٍ (Va LAv TaLVUvNa GaLAy EaPaDın) “Ehada lavy etmiyordunuz.”

Levye” bir şeyi harekete geçirmek için kullanılan kaldıraçtır. Yokuşu çıkıyor, kimseye dayanmıyordunuz. Kimseye güvenerek değil, kendi gücünüzle ve iradenizle yokuşu çıkmaya çalışıyordunuz. Herkes kendi başına kurtuluşa ermek için çaba gösteriyordu.

İstiklâl Savaşı’ndan önce Türk Milleti yurdunu ve devletini kaybetmişti. Herkes kendi başına çaba içinde idi. Dağınıktı, birbirine dayanmıyordu. Saltanata dayanan topluluk saltanatı kaybetmişti. Kendi başına kalmıştı. İstiklâl Savaşı kazanıldı. Ama ondan sonra başka bir belâ geldi. Bu belâ dinsizlik belâsı idi, din düşmanlığı belâsı idi. Millet o belâya da göğüs gererek yokuşu tırmanmaya başladı. Ayrı ayrı dinsizliğe ve din düşmanlığına karşı savaşa girişti. Nurculuk, Süleymancılık, tarikatlar, Kur’an kursları, okullar, enstitüler böyle direnenleri ve yokuşu tırmanmayı gösterir. Buradaki tavır halkın kollektif direnmesidir.

وَالرَّسُولُ (Va elRaSUvLu)  “Ve resul”

Resul” elçi demektir. Allah yeryüzünde devleti kendisine halife yapmıştır. Devletin başkanı da resulün halifesidir. Bu, Uhud Muharebesi’ni esas alıp yorumlarsanız, buradaki “resul” Hazreti Muhammed’dir. Ama genel olarak kıyamete kadar gelecek olayları alıp yorumlarsanız, “resul” başkandır.

İstiklâl Savaşı’nda halk esaretten kurtulmaya, birisine dayanmadan yokuş çıkmaya başladıklarında Kazım Karabekir, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü bunları başka taraftan çağırmaya başladılar. Bu direnişi birleştirip organize ettiler. Mustafa Kemal başkan oldu ve İstiklâl Savaşı kazanıldı.

Cumhuriyet’ten sonra halk kimseye dayanmadan din düşmanlığına karşı savaşa girişince, direnişleri organize etmek için Erbakan ortaya çıktı. Bugün “Adil Düzen” çabası sürmektedir…

Uhud’dan sonra Hendek gelecek, ondan sonra Fetih olacaktır…

يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ (YaDGUvKuM Fıy EUPRAyKuM) “Uharınızdan sizi dâvet ediyordu.”

Buradaki “uhra” başka bir yönden sizi dâvet ediyordu. Mustafa Kemal’in dâveti başka yönden idi. Halkın hedefi, ülkesinden düşmanı çıkarıp saltanatı ve hilafeti kurtarmak iken; Mustafa Kemal başka bir şey söylüyordu. Uhud’da da aslında Hz. Muhammed (s.a.v.) başka bir şey söylüyordu. O da Mekke’nin Fethi ve bir İslâm devletinin kuruluşunu tamamlamaktı. Mustafa Kemal da inkılâpları tamamlayarak müsbet ilmin meşalesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmaya dâvet ediyordu. Erbakan’ın çağrısı da farklı idi.

Halk İslâmiyet’i namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmekten ibaret görürken; Erbakan insanlığı “Adil Düzen”e çağırıyordu. “III. Bin Yıl Uygarlığı”na gidiş yolunu gösteriyor, onlara iktidar olma yolunu öğretiyordu.

1967’lere kadar Müslümanlar sadece İslâmî hayatı yaşamayı ve dinlerine baskı yapılmamasını istiyorlardı. İktidar olmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı.

Erbakan Müslümanlara iktidar olmayı öğretti. Onları başka bir anlayışa çağırdı.

فَأَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ (Fa EaÇaBaKuM ĞaMan Bi ĞaMın) “Bir gam ile size başka bir gamı isabet ettirdi.”

Ğam” yere çöken buluttur, sistir. Önünüzü göremez hâle gelirsiniz. Bir gam sebebiyle size başka bir gam isabet ettirdi. Buradaki birinci gam I. Cihan Savaşı malubiyetimizdir. İsabet eden ikinci gam ise Cumhuriyet dönemindeki dinsizlik hareketidir. Allah Sevr’i onun için dayattı ki biz ikinci sıkıntıyı, dinsizlik sıkıntısını çekelim. Allah acaba ikinci sıkıntıyı bize neden vermiştir? Çünkü 2000 yılına kadar gelmiş olan İslâm Uygarlığı yaşlanmıştı. Bin sene önceki içtihatlar artık bugünün sorunlarını çözmüyordu. Kur’an’ın bugünkü ilimlerle yeniden anlaşılması gerekiyordu. Müçtehitlerin usûlü fıkhını öğreneceğiz, Batı’da gelişmiş olan müsbet ilmi öğreneceğiz. Kur’an’ı yeniden rehber edinip sorunlarımızı çözeceğiz.

İşte bunu yapabilmemiz için yaşlanmış olan I. Kur’an Uygarlığı’nı tarihe emanet edip II. Kur’an Uygarlığı’nı kurmamız için inkılaplar yapmamız gerekiyordu. İnkılapları yapabilmek için de saltanatın ve hilafetin ortadan kalkıp cumhuriyetin gelmesi gerekiyordu. Demek ki inkılap gamı “Adil Düzen”in gelmesi için gerekliydi. Sevr gamı da inkılap gamının gelmesi için gerekliydi.

“Bir gam ile size başka bir gamı isabet ettirdi” denmiş olması bunu ifade etmektedir.

Görülüyor ki, Kur’an sanki şimdi bizim için bize inmiştir. İşte Muhammed İkbal’in söylediği budur. Bulut çöküyor, sıkıntı oluyor ama bir bakımdan da sizi güven içine alıyor. Nereler olduğunu göremiyorsunuz. Aslında Sevr 1990’lerdeki Jön Türklerle başlamıştır, Meşrutiyetle başlamıştır. İnkılaplar ise 1800’lerde başlamıştır. Ama halk önünü görememiştir. Başını eğmiştir. Şimdi de AB ile Türkiye yıkılmak isteniyor. Ama gam çökmüş ve halk sevine sevine koşuyor!.. Karşı görüşlere yer vermeden, hiç kimseye sormadan, %75’i AB’yi istiyor deniyor. Halk istemiyor ama gam çöktüğü için tehlikeyi görmüyor.

Türkiye’ye “Adil Düzen”in gelmesi için belki de bir ikinci Sevr’i yaşamak zorunda kalacağız. Ama bütün bunlara rağmen -her ne hikmetse- ne halk ne de ordu böyle bir endişeyi duymuyor. Biz ise elimizden geleni yapıyoruz, ondan sonra da O’nun kaderini bekliyoruz. Şimdilik, elimizden gelen budur.

لِكَيْلَا تَحْزَنُوا (LıKaY LAv TaPZaNUv)  “Mahzun olmayasınız diye.”

Eğer düşman üzerinize geliyorsa, her şeyinizi kaybediyorsanız, önünüzde açıkça bunları görüyorsanız mahzun olursunuz. Sis var, neler olduğunu görmüyorsanız; o zaman rahat olursunuz, üzülmesiniz.

Türkiye’yi yıkma planı 1071 Malazgirt zaferinden beri yapılmaktadır.

Önce Ortodoks Bizans yıkılacak, sonra Müslümanlar ortadan kaldırılacaktı. 1800’lerde Türkiye’de başlayan ıslahat hareketlerinin ana hedefi hep Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak olmuştur. Sonunda ne oldu? Bizans yıkıldı ama Osmanlı İmparatorluğu geldi. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ama Cumhuriyet geldi.

1950’den beri Türkiye’de yapılanlarla hep Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkmasını hedefliyorlar.

Ordu Müslüman Türk Halkına saldırtılıyor… Ordu ile halkın arasının açılması isteniyor… Orduyu birbirine düşürmek için çalışılıyor…. Hükümetlere Türk ekonomisini çökertecek politikalar izletiyorlar…

Halkımızın arasına gamme yani sis çöktüğü için bütün bunları göremiyor. Adil Düzencilerin ikazlarına ne halk, ne de iktidar kulak vermiyor. Sonunda birinci Cumhuriyeti yıkabilirler ama, bilsinler ki bu sefer Adil Düzenci bir cumhuriyet kurulacaktır. Bugün Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır; ya bu devlet yıkılmadan “Adil Düzen”i kabul edecektir, ya da bu devlet yıkılacaktır. Bu devleti Adil Düzenciler yıkmayacaklardır. Bu devleti işte o ğumme altında görülmeyen güçler yıkacaktır.

Halkımız rahattır! Çünkü sis altındadır. Bizden olduğunu ileri süren basın ve yayın da onların istekleri içinde oynuyor. Bu Allah’ın takdiridir. Adil Düzenciler, sabırlı olun, ortalık aydınlanacaktır.

عَلَى مَا فَاتَكُمْ (GaLAv MAv FavTaKuM)  “Size fevt ettiğine mahzun olmayasınız.”

Türk Milleti iki asırdır kendisine örülen çorapları bilmiyor. Neleri kaybedeceğinden habersizdir.

Ama sonra görür ki kaybolan kaybolmuş ama daha iyisi gelmiştir. Önce topraklarımızı kaybettik... Sonra imparatorluğumuzu kaybettik… Sonra ilmimizi kaybettik… Sonra dinimizi kaybettik… Sonra ekonomimizi kaybettik… Sonra ordumuz bize saldırmaya başladı… Bütün bunlara hiç kulak vermedik!

Ama Allah kaybettiklerimizden daha fazlasını vermektedir. Çünkü bunların hepsi daha iyisi olsun diye böyledir. Topraklar gitti ama yerine bu topraklarda bağımsız devletler kuruldu. Şimdi hem de çağdaş Firavunlar eliyle bunlar arasında birlik oluşuyor. İmparatorluk yerine “Ortadoğu Birliği”ne gidiliyor.

İmparatorluğu kaybettik, ama Cumhuriyeti kazandık. Medreselerimiz kapandı ama üniversitelerimiz yakında Adil Düzen üniversiteleri olarak faaliyet göstereceklerdir. Tekkeler kapatıldı ama Nurculuk doğdu, Süleymancılık doğdu. Güçlü ordumuz sayesinde Anadolu korunuyor. Ordu hep Müslümanlara saldırır gibi yapıyor ama hep İslâmiyet’i yüceltiyor. Anadolu Mustafa Kemal zamanında Müslüman olarak saflaşmadı mı? Kenan Evren zamanında din dersleri okullarda anayasal zorunluluk hâline getirilmedi mi?

وَلَا مَا أَصَابَكُمْ (VaLA MAv EaÖABaKuM)  “Ne de size isabet edene üzülesiniz diye yaptık.”

Fevt edilenlerin yanında isabet edilenler de vardır. İmanımız gitmiştir. Cihad azmimiz kaybolmuştur. Ahlâkımız gitmiştir. Artık faizli işlemleri rahatlıkla yapıyoruz. Faiz sebebiyle enflasyon oluyor, enflasyon işsizliği doğuruyor, işsizlik açlığı doğuruyor, açlık borçları getiriyor, borç yolsuzluğu zorunlu kılıyor, yolsuzluk rüşveti meşrulaştırıyor, rüşvet baskıya sebep oluyor, baskı isyanı doğuruyor, isyan zulmü artırıyor...

İşte bunlar bize isabet edenlerdir. Yüz kadar problemle karşı karşıyayız. İşsizlik, dış borç, adaletsiz yargı bağımlılığı, sermaye basını bizi ölüm döşeğinde koma içinde bırakmıştır. Ama halkımızın üzerine bir ğam çökmüştür. Bütün bunlardan habersiz rahat rahat yaşıyor! Bize isabet edenler sadece bunlardan ibaret değildir.

Gençlerimiz evlenmekten uzak duruyorlar. Evlilik istisnai hal aldı. Bu durum yarın ülkemize fuhşu getirecektir. Fuhuş da sağlığı ve sosyal yapıyı bozacaktır. Bu tehlike o kadar büyük ve o kadar sinsidir ki, diğerlerinin hepsinin toplamından büyüktür. İslâm aile yapısını çökerttiler. Çeşitli bahaneler ileri süren gençler evlenmiyor. Yeni aile tipini de üretmediler. Avrupa’da da böyle oldu. Kilise aile tipini yıktılar. Lâik aile tipini geliştiremediler. Avrupa’nın nüfusu azalıyor. Cinsi hastalıklar önlenemez seviyelere ulaştı. AIDS için yapılan harcamalar bizim faiz yükünü d  aşmak üzeredir.

وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (Va elLAHu PaBIyRun BıMav TaG MALUvNa)  

“Allah bütün amel ettiklerinizden habirdir.”

Siz üzülmeyin, heyecana kapılmayın, endişe etmeyin. Biz bunların hepsini biliyoruz.

Bu medya bulutunu, bu siyasi bulutu, bu bürokratik bulutu hep biz isabet ettiriyoruz.

Sizi fazla üzmemek için bunu yapıyoruz. Siz onlara kulak vermeyin.

Siz kendiniz “Adil Düzen”i öğrenmeye ve kendi aranızda uygulamaya gayret edin. Ondan sonrasını Biz biliyoruz. Sizin yaptıklarınızdan da, onların yaptıklarından da haberdarız. Buradaki “siz” her iki cepheyi de ele almaktadır. Biz eğer şimdi halkımıza bazı şeyleri duyurmuyorsak, o bizim bilgimiz dahilindedir, sizin için hayırdır. Medya “Adil Düzen”e kapalı ise bu Allah’ın takdiri iledir. Bizim içindir. Bizi koruduğu içindir.

ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ  (ÇumMa EaNZaLa GaLaYKuM MıN BAGDı elĞamMı)

“Sonra size ğam arkasından inzâl etti.”

“Ğam” için “isabet ettirdi” demektedir. “Emene” için ise “inzâl” demektedir.

Nüzul etmek demek, konuklamak, bir yere varıp yerleşmek demektir. Güven gelmiştir. Korku gitmiştir.

Türkiye’de İstiklâl Savaşı’ndan sonra güven gelmiştir. Türk Ordusu her zaman kendisini güçlü hissetmiştir. II. Cihan Savaşı’na katılmamış, ülkede savaş korkusu da yaşanmamıştır. Türkiye “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini benimsemiş, ondan sonra kendisi bir korku duymamıştır. Hâlâ da askeri bakımdan bir korku duymamaktadır. Doğuda PKK olayları cereyan etmiştir. Bu zulüm Amerikalıların isteği ve desteği üzerine yapılmıştır. Hiçbir zaman Türk ordusu doğuda bir ayrılıkçılığın oluşacağı endişesini duymamıştır, hâlâ da duymamaktadır. Türk halkı siyasi bakımdan bir endişe içinde değildir. Kendisine saldırmayı planlayan ve tehdit oluşturan Sovyetler yıkılmıştır. Şimdi Ruslarla son derece iyi bir dostluk içindeyiz. Avrupalılarla da dostluk içindeyiz. Bütün bunlar bizde meydana gelen uyuklama sonucudur.

Diğer taraftan 2000 yılına ulaştığımız zaman artık din düşmanlarından da korkumuz kalmamıştır. Henüz karşı baskıyı aşmış değiliz. Din düşmanları hâlâ borularını öttürüyorlar. Ama her gün biraz daha çöküp gidiyorlar. AK Parti onlarla sorun çıkarmayayım diye henüz milletin dinini örenmesine imkân sağlayamadı. Din düşmanı okulları lâikleştiremedi. Hâlâ başörtüsünü serbest bırakamadı. Millet Kur’an’ı öğrenemiyor. Dindarlar kamu yönetiminde ve orduda yer alamıyor. Bürokratlar dinlerini hâlâ gizli tutmak zorunda kalıyorlar.

Halk ise bunlara karşı uyuklamış bir şekilde duruyor. Bundan sonra ne olacaktır?

Ya AK Parti’nin aklı başına gelecek ve korkuyu atıp Hakka gelecek. Anayasanın emrettiği demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk devletini tesis edecek. Ya da diğer partiler gibi gidecek ve ondan daha iyisi gelecektir. Kimse bunu değiştiremez. Halk şimdilik uyuklamada olduğu için durumun vahametini keşfedemiyor.

أَمَنَةً  (EaMaNaten)  “Emniyet inzâl etti.”

Ğamda görememezlikten, bilememezlikten bir endişe vardır. Sonra ortalık açılır, etrafı görürsünüz. Artık kendinizi emniyette hissedersiniz. Çünkü o esnada düşman çekilmiş, siper açmış ve gizlenmiştir.

28 Şubat olayı bir ğumme idi. Bizi karanlıkların içine gömmüştü. Anayasa Mahkemesi hukuka tamamen aykırı olarak partileri kapatıyor, yine hukuka aykırı olarak milletvekillerinin milletvekilliklerini düşürüyordu. Oysa, dokunulmazlığı olan bir milletvekili muhakeme edilemezdi; şimdiye kadar edilememiştir de. Kimse çağırıp onlardan ifade alamamıştır. Ama buna rağmen, Erbakan başta olmak üzere mahkum edilmişlerdir.

Oysa dünyamın hiçbir hukukunda yargılanmadan mahkumiyet yoktur.

Hakimler askerlerin toplantılarına katılmış ve onları ayakta alkışlamışlardır. Oysa hakim tarafsızlığını ilân ettiği gün reddine sebeptir. Türk yargısı taraf olmuş ve Türkiye’yi ihtilâle götürmek istemişlerdir.

Cumhurbaşkanı ekseriyeti olan bir gruba hükümet vermiyor, baskı ile hükümeti oluşturuyordu. MİT harekete geçmiş ve kendilerine göre destekledikleri partiler iktidar edilmişti. Başbakan orduyu arkasına alarak Meclis’i basmış ve Merve Kavakçı’nın yemin etmesini önlemiş, Meclis çalıştırılmamıştı. O günün başbakanı ve yardakçıları idamlık suç işlemişlerdir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendi aralarında da kriz çıkmış ve ekonomik çöküntüler olmuştur. Ülke her yönüyle yıkılışa gidiyordu. Tam bu sırada Allah bir plan hazırladı.

Avrupa Birliği Mesut Yılmaz’ı Avrupa’ya çağırdı ve bir görev verdi. “Bu ordu varken sizi Avrupa Birliği’ne alamayız, orduyu tasfiye edin!” dediler. Bunu yapmak mümkün değildi. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi vardı. “MHP’yi hükümetten uzaklaştırın!” dediler. Mesut koşa koşa Çiller’e geldi ve müjdeyi verdi. Çiller’in orduya karşı husumeti vardı. Çünkü onu iktidardan indirmişlerdi. Ama Çiller gitti ve orduya haber verdi. Ordu ondan sonra 3 Kasım seçim kararını aldı. İşte böylece “ğam devri” bitti, “emene devri” başladı. Türk milleti rahattır. Çünkü biliyor ki bu hükümetin arkasında ordu var. Daha doğrusu bu ordunun hükümetidir.

نُعَاسًا (NUGaSan)  “Uyuklamayı.”

Yani, uyku ile uyanıklık arası hal. Bu ikisi arasındaki bir durumdur.

Sine” ara ara uyuklamadır. “Nuas” ise uyanık ama tam uyanık olmama hâlidir, gaflettir.

Bugün aslında hiçbir tehlike atlatılmış değildir. Dış ve iç sorunlar aynen durmaktadır.

İsrail imparatorluğunun kurulması projesinden vazgeçilmemiştir. Türkiye’yi bölme projesinden vazgeçilmemiştir. Türkiye’yi dinsizleştirme projesinden vazgeçilmemiştir. İç savaş ayarlamalarından vazgeçilmemiştir. Ekonomiyi çökertme planları devam etmektedir. Ama AK Parti’nin gelmesi ile sancılar bitmiş, sanki iyileşmişiz gibi olmuşuzdur. Bu durum bize ne kazandırıyor? Zaman kazandırıyor.  

يَغْشَى طَائِفَةً مِنْكُمْ  “Sizden bir taifeyi ğaşyetmektedir.”

Yani, sizden bir taifeyi güven içine alıp çevredeki tehlikeleri göstermez olmaktadır.

Demek ki, bugün Türk halkındaki bu uyuklama hâli tamamen Allah’ın takdiridir. Allah bunu niçin yapıyor? Zamanını bekliyor. Oluşmasını bekliyor. Türk ordusunun gerçekleri görmesini bekliyor.

3 Kasım Seçimi’ne karar verenler bir gün “Adil Düzen” uygulamasına da karar vereceklerdir. O zamana kadar biz Adil Düzencilere düşen sabırla beklemek, “Adil Düzen”i öğrenmek ve uygulamaktır. Bizim dışımızdaki olaylardan asla endişe duymamaktır. Biz sadece bize düşen görevi yapmakla yükümlüyüz.

Nedir bu “Adil Düzen”i öğrenmek? Halk Marketini kurmak... “Adil Düzen”i anlatmaya devam etmek... Bunun için bir “Adil Düzen Dergisi” çıkarmak... Sonrası yaptıklarımızı bilene aittir, O ne isterse onu yapar.

وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ “Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da”

Demek ki AK Parti iktidarından sonra iki taife ortaya çıktı. Birini uyuklama kapladı. Rahatlık içinde hareketsizdirler. İkinci taife ise kendi derdine düştü. Onlara kendi canları önemli göründü. Biz niye kaybettik diye rahatsız oldular. Üzülerek belirtmeliyim ki, maalesef bu sıkıntıya Türkiye’de büyük taife düştü.

Aslında 3 Kasım Seçimlerinde büyük olay oldu. Müslümanlar toparlandı. Anayasa ekseriyetini aldılar. Sol da toparlandı ve üçte bir ekseriyetle ana muhalefet partisi oldular. Bu partileri uyuklama kapladı. Yatıyorlar.

AB’den veya ABD’den gelen kanunları ittifakla geçiriyorlar. Ondan sonra gerginlik çıkarmayacağız diye hiçbir şey yapmıyorlar. Ülkeyi yıkma çabası içinde ittifak hâlindedirler. Buna karşılık DYP, ANAP, GP gibi orta yolda olan kitle yani çıkar partileri eriyip gitti. Vah vah diyerek dövünüyorlar. Saadet Partisi ve MHP de AK Parti’nin yerinde biz niye değiliz diye üzüntü içindedirler. Oysa bu gelişmelerden her ikisi de son derece sevinmelidir. Çünkü her ikisinin istediği olmaktadır. AK Parti’nin yaptığı, onların yapmak istedikleridir.

“Adil Düzen”i benimseyen parti maalesef yoktur. BBP ve BTP’den kıpırdanma beklerken, kendi başlarına yokuşu tırmanma çabası içindedirler. Kendilerini birliğe çağıran sese kulak vermiyorlar.

يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ  (YaLunNUvNa Bi elLAHI ĞaYRa el XaqQı)

“Allah hakkında haktan başkasını zannediyorlar.”

AK Parti’yi oraya getiren Allah’tır. Onun görmesi gereken işler vardır, şimdi onlar görülüyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük mücadele başlamıştır. Amerikan halkı sömürü sermayesine karşı savaş veriyor. Başkan Bush dün destekleniyordu, yarın halk ona oy vermeyecektir. Ancak elinden gelirse zor kullanacak ve iktidarda kalacak. Zor dediğimiz zaman silah zorunu kastetmiyoruz, yargıya baskıyı kastediyoruz. Ama bundan sonraki seçimde ABD’de sermaye hakimiyeti sona erecektir. Böylece sermayenin dünyayı NATO vasıtasıyla hakimiyeti altına alması da sona erecektir. AK Parti’nin iktidara gelmesi Müslümanları memnun etmiyor, çünkü Müslümanların dediklerini yapmıyor. Diğerlerini de memnun etmiyor, çünkü Türkiye’yi adım adım İslâmiyet’e götürüyor. Oysa bunların hepsi Allah’ın takdiridir. Hepsi “Adil Düzen”e doğru atılan adımdır.

ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ  (JanNa eLCAHıLıyYaTı)  

Zan” burada inanış demektir. Cahiliye anlayışı demektir.

Cahiliye” kelimesini Kur’an’da dört yerde kullanmaktadır. Savaşı zorunlu saymayan anlayıştır. Burada geçmektedir. Yargısız infazları meşru gören inanıştır. Evlilik sistemini ve dolayısıyla örtünmeyi kabul etmeyen cahiliye sistemidir. Irk ve grup hakimiyeti ile hareket cahiliyedir.

İnsanlık binlerce yıl devlet aşaması öncesine dayanan dönemler geçirmiştir.

“Devlet” dediğimiz zaman ne anlayacağız? “Devlet” demek, dayanışma ortaklığıdır, barış düzenidir. İnsanlar aralarında çıkan anlaşmazlıkları hakemler yoluyla çözerler. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı askeri güç oluştururlar. Suç işleyenlere karşı ceza uygulaması yok, onun yerine kan gütme var. İnsanlar barış için değil, kendilerini başkalarına hakim kılmak için savaşırlar.

يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ  (YaQUvLUvNa HaL LaNAv MiNa elEaMRı ŞaYEın)

“Emirden bize bir şey mi vardır derler.”

Yani, biz savaşa katılmak zorunda mıyız? Yoksa, istersek savaşırız, istersek savaşmayız. Bizim cihad etme mecburiyetimiz var mıdır? Cahiliye döneminde devlet aşamasından önce böyle bir zorunluluk yoktu.

Devlet aşamasında herkesin devlete karşı görevleri vardır. Zorunlu olarak bu görevleri yerine getirmek zorundadır. Burada demokrasi yoktur. Bu görevde kişiler ya bedel verecekler, ya da bedenen savaşa katılacaklardır. Topluluk içinde yaşayacak, topluluğun güvenliğinden yararlanacak; mahkemesinden, polisinden, jandarmasından yararlanacak, ama devletin giderlerine katılmayacak veya savaşa katılmayacaklardır! İşte bu düşünce cahiliye düşüncesidir. Nimet külfet iledir. Bu yoldan madem ki geçiyor, bu yolun güvenliğine katkıda bulunmak zorundadır. Böyle yapmazsa, topluluğu terk eder, ayrılıp gider. Orada ne yaparsa yapsın.

Devlet demek, birlik demektir, ortaklık demektir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık birer ortaklıktır. Ortaklığın nimetlerinden yararlananlar külfetlerine de katılmak zorundadırlar.  

قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ  (QuLı EınNa eLEaMRa KulLaHu LılLAHı)  

“Emrin küllisi Allah’ındır diye kavlet.”

Burada bütün işlerin insanlığa ve topluluğa ait olduğu ifade edilmiştir. İnsanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. İnsanlık ise devam edip gider. O halde dünyada gaye insanlığın varlığıdır. İşler hep onun varlığı ve yaşaması içindir. Kişi burada elde ettiği kazançlarını âhirette kullanır. Burada ölümlü olduğu için bir şeyi kazanması mümkün değildir. Önce topluluk yaşatılacaktır. Topluluk ise insanlar içindir. Allah’ın kendisinin bize bir ihtiyacı yoktur. O’nun bu emri de bizim içindir. Topluluk da kişiler içindir. Kişilerin cizye vererek savaşa mâlen katılabilmeleri veya bedenle katılarak cihat yapabilmeleri için emrin küllisi Allah içindir.

Burada emirde bizim bir etkimiz ve yetkimiz var mıdır? Kesin olarak Allah ifade ediyor ki, sizin kendiniz için çalışmanız gerekmektedir. Yoksa olaylar O’nun yani Allah’ın takdiriyle olmaktadır. Olacak olan zaten olacaktır. “Adil Düzen”in gelmesinde bizim bir etkimiz var mıdır? Kesin olarak yoktur. Biz istesek de istemesek de, onun için çalışsak da çalışmasak da, olacak olanı O yerine getirecektir. Ancak onu bizim elimizle yerine getirmekle bize büyük bir şeref bahşetmiştir. Hakkını vermezsek cezası da ağır olur.

Allah’ın bize verdiği mevkiden dolayı hamd edip çalışarak şükrünü eda etmeliyiz.

يُخْفُونَ فِي أَنْفُسِهِمْ (YuPFUvNa FıY EaNFuSıHIM)  “Nefislerinde hafyettiler.”

Bugün Müslümanların anayasa ekseriyetini almış olmalarından dolayı herkes şakındır. Önce parti kısa zamanda kuruldu. Hiçbir gayret göstermedi. Kısa zamanda %34 oy aldı. Bunu nasıl aldı? Allah insanlara oylarını ona vermesini telkin etti. Sonra %34 ile %67’lik bir ekseriyet temin etti. Nasıl etti? Diğer partileri devre dışı bıraktı. Eğer baraj %10 yerine %5 olsaydı şimdi ne olurdu? Anayasa ekseriyeti şurada dursun, normal ekseriyeti bile alamazlardı. Demek ki, her şeyi Allah ayarlamış ve Meclis’i AK Parti ile CHP’ye teslim etmiştir.

“İstikrar olsun, istikrar olsun!” denmiyor muydu? Ne var ki, Allah’ın bu ikramına ve lütfüne ne AK Partililer inanıyor, ne de muhalifleri. Anayasa ekseriyetini kaybetmişler, buna rağmen hâlâ AK Parti’nin kanun yapmasına izin vermiyorlar. Çünkü onlar hiçbir şeye inanmıyorlar. O gün işlerine hangisi gelirse o gün o kuralı uyguluyorlar. Demek ki gruplardan biri uyuklama içinde, diğeri de korku ve dehşet içinde.

مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ (MAv Lav YuBDUvNa LaKa)  “Sana ibda etmediklerini içlerinde saklıyorlar.”

Nedir o acaba başkanlarına ibda etmedikleri? Bu ibda korkmalarıdır. Biz oy aldık ama bu oyu anlımızın teri ile almadık. Kendi kendine düşer, elimizden gider. Nitekim bundan önce de böyle oldu.

Senin dediklerin olmaz diyorlar. Çünkü onlar Allah’a inanmıyorlar.

Allah’ın ne kadar güçlü olduğunu ve Kâinat’a nasıl hakim olduğunu bilmiyorlar.

يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا (YaQUvLuNa Lav KAvNa LaNAv MıNa elEaMRı ŞaYEun MAv RutıLNAv)  “Eğer bizim elimizde bir şey olsaydı burada katlolunmazdık derler.”

Yani, ne I. Cihan Savaşı’nda mağlup olurduk, ne de inkılâplarda sehpalara giderdik.

Demek ki, burada bizim yapacağımız bir şey yoktur. Biz Allah’ın yanında yer almıyoruz, daha doğrusu Allah bizim yanımızda değildir. İşte içlerinde sakladıkları ve ortaya koyamadıkları cahiliye düşünceleri budur.

Allah bu dünyayı bizim için yarattı. Bizi eğitip yetiştirsin, sonra da imtihan edip diploma versin ve cennete göndersin diye getirdi. İmtihan demek sıkıntı demektir. İmtihan demek, sınıfta kalabilme demektir. Elbette öldürüleceksiniz ve öldüreceksiniz. Aynı şartlar altında sorular içinde olacaksınız ve imtihanı kazanacaksınız. Bu da sizin sabrınız olacaktır. Mevcut tabiî ve sosyal kanunlar içinde yaşıyoruz. O kanunlar içinde oyun oynayabiliriz. Yarışabiliriz. Yoksa kuralları olmayan bir oyun nasıl oynanacaktır?  

قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ (QuL LaV KuNTuM Fıy BuYUvTıKuM)

“Evlerinizde olsanız da (yani cihat yapmasanız da) yine ölürdünüz.”

Burada “evde olsanız” da kullanılmıştır. Çünkü insanları aktif olmaktan alıkoyan evlerdir. Kurulmuş ev vardır, kurulmuş düzen vardır. İnsanlar bu düzenlerini bozmuyorlar, bozamıyorlar. Oysa evde olmak insanları kurtaramıyor. Irak’ta, Filistin’de, ikiz kulelerde olanları gördünüz. O halde evde oturmak sorunları çözmüyor.

لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ (La BaRaZa elLaÜıNa UaleyHıMu el QaTLu EıLAy MaWaCıGıHıM)

“Kendilerine katl ketbedilmiş olanlar medclerine buruz ederdi.”

Evinizde olsaydınız. Kendilerine katl yazılmış olanlara katl medclerine buruz ederdi. Bize göre burada hazf vardır. لَبَرَزَ القتل الى الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ Yani, kendilerine katl yazılan kimselere medclerine buruz ederdi. “Beraze” saldırdı anlamında yani, ölüm onlara yataklarında saldırdı anlamı çıkar. “El-katlu İla” hazfedilmiştir. Çünkü sonra gelen âyet bunu açıklamaktadır. Yahut kendilerine katl yazılmış olan kimseler kendi yataklarına saldırırlardı, orada debelenip dururlardı. Eğer “Medceğ” yatak değil de mecaz olarak mezar anlamına gelirse, mezarlarına saldırırlardı yahut mezarlarda gömülürlerdi anlaşılır. و ان احد من المشركين استجارك Burada “İsticareke” kelimesi hazf olmuştur. Çünkü “İn” isim cümlesine gelmez.

Kelam ilminde eceli gelmeden ölüm olur mu, olmaz mı, tartışmalıdır. Ecelin bir saat takdim edilmeyeceği, tehir edilmeyeceği Kur’an’da bildirilmiştir. Bunu ilmen ispat etmemiz mümkün değildir.

Turgut Özal’a kurşun atılmış ve kurşun mikrofona değmiştir. “Allah’ın verdiği canı kimse alamaz!” diyerek konuşmasına devam etmiştir.

Bu âyetler bize çok açık olarak ecelin kaderle ilgili olduğunu ifade etmektedir. Firavuna ise ‘sen burada ancak kaza edersin’ demişlerdir. O âyette kadere insanların etkili olacağı belirtilmiştir.

Mü’minler için bunun öyle veya böyle olması önemli değildir. Onlar kendilerinin görevlerini yaparlar, erken veya geç ölmeleri onlar için önemli değildir. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Üç türlü takdir vardır. Filan kimse ölecektir. Kimse bir saat onu geciktiremez. Filan kimse ölmeyecektir. Kimse onu öldüremez. Ama kaderde şöyle olursa ölsün, şöyle olursa ölmesin diye yazılı ise; o olursa ölür, o olmazsa ölmez. O yazıyı bilmemiz mümkün olmadığı için bizim için bize söylenenleri yapmak, sonra da kadere teslim olmak gerekir.  

وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ  (Va Lı YaBTaLıYa elLAHu MA FIy WuvDUvRıKuM)

“Allah’ın sadırlarınızdakini ibtilâ etmesi için.”

Kur’an bir kelimeyi veya cümleyi bir yere atfederken başına gelen harfi iade ederek uzaktakilere atfeder. “LiKey LâTahzenû” fiiline atfetmektedir. Mahzun olmayasınız ve Allah sadırlarınızda olanları ibtilâ etsin diye ğam ile bir ğam getirdi denmektedir.

Sisin çökmesini, bir taraftan siz üzülmeyesiniz diye yapmaktadır, diğer taraftan da beyninizde, başlarınızda olanları imtihan etsin diye yapmaktadır. Yani, inandık diyorsunuz. Acaba gerçekten inandınız mı? Sıkıntılara dayanabiliyor musunuz? İnanmamış insanlar bile kendi görüşleri için cihat yapıyorlar.

Öldükten sonra cehennemden başka bir şey beklemedikleri halde ölesiye savaşıyorlar. Siz ise öldükten sonra cennete gideceğinizi bildiğiniz halde bu sıkıntılara ne derece dayanıyorsunuz? Allah bunu ortaya çıkarsın diye o gama gam yapıyor. “Allah bilsin” dediğimiz zaman, “topluluk bilsin” demiş oluruz.

İnsanların bir yönetime tâbi olmaları için o yönetimi imtihan etmelidirler. Halk onların samimiyetini ve dayanıklılığını bilmelidir. Basit bir mağlubiyetle hemen ‘pes’ deyip teslim olacaklarsa halk onlara inanmaz.

Millî Görüşçüler kaç defa kapandığı halde yine de partilerini kurdular ve hâlâ da devam ediyorlar.

Millî Nizam, Millî Selâmet, Refah, Fazilet ve Saadet. İşte bu imtihandır.

Adil Düzencilerin de aynı azmi göstermesi gerekir. Onlar partide değil, ekonomik faaliyetlerde aynı azmi göstermelidirler. Başarısızlıkları onları yıldırmamalıdır.

وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ (Va Lı YUMaxXıÖa MAv FIy QLUvBıKuM)  

“Kalblerinizde olanları temhıs etsin diye.”

Mahs” arı demek, tertemiz demektir. “Temhis etmek” ayırmak, temizlemek demektir. Kalblerinizde olanları tertemiz yapsın anlamına gelir. Yukarıda “sadr” kelimesini kullandı ve “ibtilâ” ile yaptı. Şimdi “kalb” kelimesini kullandı ve “temhıs” ile getirdi. “Sadr” baş demektir. Kalb de merkez demektir. İnsanın kalbi sadrın içindedir. Dört meleke vardır: Düşünen meleke vardır. Duyan meleke vardır. Yapan meleke vardır. Görüşen meleke vardır. Alusi’de Kalb imanın, Sadr islâmın, Fuad müşahedenin ve Lub tevhidin makarrıdır diyorlar demektedir. Yukarıda sadrın imtihanla ilgili olması daha çok sosyal ilişkilerle ilgili olandır. Çünkü insan imtihan edilerek topluluk içinde bir mertebe kazanır. Burada kalbin arındırılması ise kişisel ahlâka işaret etmektedir. O halde kalb daha çok hisleri ve kişisel ahlâkı içerir. Sadr ise daha çok topluluğu ve sosyal hukuku içerir.  

Kur’an’ın kelimeleri üzerinde çalışılıp karşılaştırılmalı lügat ortaya konmalıdır.

وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (Va EalLAHu GaLIyMun BıÜAvTı elÖuDUvRı)  

“Allah sadırların zatını bilmektedir.”

Burada “sadırların zatını” deyip “kalblerin zatını” dememiş olması, kalbin sadır içinde olduğunu göstermesidir. Ruhi olaylar beyindeki bilgisayarda cereyan etmektedir. Göğsümüzdeki kalb ile ilişkili değildir. Birçokları hislerin göğüsteki yürekte olduğunu sanırlar. Kur’an ise bu âyetle öyle olmadığına işaret etmektedir. “Alîm” kelimesi nekire gelmiştir. Toplulukta bilir anlamındadır. İşte gama gam olaylar bu bilgiyi sağlar.

إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ (EınNa elLaÜIyNa TaValLaV MıNKuM)  “Sizden tevelli eden kimseler.”

Sırtlarını dönüp geri çekilenler” demektir. Sıcak savaştan kaçanlar, mağlup olanlar demektir. Soğuk savaştan da vazgeçenler demektir. “Adil Düzen”i bırakanlar demektir. Topluluğa verilen sözleri yerine getirmeyenler demektir. Başörtüsünü serbest kılıp lâikliği ülkeye getiremeyenler demektir. Mü’minlerin Kur’an öğrenmesini serbest yaptıramayanlar demektir. Çocukların dinini öğrenmesini istemeyenleri durduramayanlar demektir. Yani, bir şeye tevessül ettikten sonra ondan vazgeçenler demektir.

Onun içindir ki Adil Düzenciler geri çekilmemelidirler. Başladıkları şeyleri tamamlamalıdırlar.

Marketlerini kurmalıdırlar… Ahşap evleri yapmalıdırlar… Dergilerini çıkarmalıdırlar…

يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ (YaVMa eLTaQAy eLCaMGAvNı)  “İki cemaat iltika ettiğinde.”

Burada “cemaat” olarak geçmektedir. Bir de “Fieten” olarak geçmektedir. “Fiet”, askeri birlik olarak alınabilir. “Cemaat” ise siyasi örgüt olarak alınabilir. Yani genel anlamdadır.

İki cemaatin karşılaşması savaşta karşılaşma olduğu gibi; seçimde karşılaşması, mecliste karşılaşması, protokolde karşılaşması, pazarda karşılaşması anlamlarına gelir. Burada anlatılan sadece savaş değildir. Herhangi bir karşılaşmadır. Haklı oldukları halde karşılaşmayı terk etmek, ayrılmak demektir.

Adil Düzenciler son derece hazırlıklı olmalıdırlar. Haklı olmalıdırlar. Şeriata ve kanunlara uymalıdırlar. Kendilerine karşı olanlarla karşılaştıkları zaman asla geri çekilmemelidirler. Öyle davranmalısınız ki, karşınızdakiler, bunlar bir defa karar verdiler mi artık onu sonuna kadar götürürler, başladıkları hayırlı işi yarım bırakmazlar diye düşünmelidirler. Böyle yapanlar hakkında Allah bu hükmü vermektedir.

إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمْ الشَّيْطَانُ (EınNaMAv ESTaZalLaHuM elŞaYaOIyNu)  “Şeytan onları izlâl etmiştir.

Şeytan onları sarsmıştır. Şeytan onları çözmüş ve dağıtmıştır. Demek ki, geri çekilme şeytan işidir.

Şeytan nedir? Şeytan var mıdır? Melek nedir? Melek var mıdır? Anahtarı çevirdiğimiz zaman lambamız yanar. Yahut mıknatısı demire tuttuğumuz zaman demiri çeker. Kimse ne elektriği ne de mıknatısı eliyle yakalayıp tutamaz, gözüyle göremez, burnuyla koklayamaz. Ama o vardır. Benim karşımdaki insan da öyledir.

Ben onu ancak davranışları ile bilirim. Ama onun ruhunu yakalayamam. Çünkü benim beynim ancak dalgaları alabilir. Bütün dalgaları da değil, özel bazı dalgaları. Ben şunu biliyorum ki, benim içimde beni dürtükleyen iki kuvvet her zaman vardır. Yolda bir cüzdan buldum. Baktım ki içinde büyük para var. Hemen bende ikilem başlar. -“Bu başkasınındır. Sahibini bulup vermeliyim.” -“Bunu ben buldum. Sahibini nereden arayıp bulacağım!” İşte beni her yerde bu iki dürtü dürtmektedir. Bu iki zıt dürtüyü yapanın birisi melektir, diğeri şeytandır. O halde şeytan demek, görünmez ve bilinmez şeyler değildir. Bu duyguların kaynağıdır. Bunun kendiliğinden olduğu söylenemez. Çünkü kendiliğinden olsaydı her zaman aynı şeyler olurdu ve her yerde buna benzer kararlar alırdım. Oysa benim fücurum ve takvam her zaman benimle dolaşmaktadır. Takvayı melek, fücuru şeytan ilham etmektedir. Bunları inkâr etmek demek; mıknatıs yoktur, elektrik yoktur demektir.

Peki, bazen neden melekler ilham ediyor da bazen neden şeytan ilham ediyor? Yani, biz neden bazen meleklerin, bazen de şeytanların ilhamlarına uyuyoruz? Bilmeliyiz ki, ilham eden melekler ve şeytanlardır. İnsanlardan onlara arkadaş olanlardır. Ama kararı veren biziz, yapan biziz. Dolayısıyla sorumlu olan da biziz.

بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا (Bı BaGWı MAv KaSaBUv)  “Kesbetmiş olduklarının bazısı sebebiyle.”

Yani, o halde neden geri çekilmektedirler? Neden “Adil Düzen”den vazgeçilmiştir? Neden erkekçe değil de ürkekçe davranılmıştır? Çünkü daha önce başka günahlar işlenmiştir de ondan.

Millî Görüşçülere hatırlatılmıştı ki, millî koalisyon hükümetini kurunuz. Onlar ise öyle yapmadılar. Zayıf bir ekseriyet hükümetini kurdular. Hem de bunu “Adil Düzen”i terk ederek yaptılar. İktidara gelmek için imanda taviz verdiler. Uygularken “Adil Düzen”den yararlandılar, ama “Adil Düzen”i ağızlarına almamaya söz verdiler. Oysa Allah amelde günahı affeder, ama imanda günahı affetmez.

AK Partililer de “Adil Düzen”den, Millî Görüşten öğrendiklerini terk ederek faizli sistemle selâmete çıkacaklarına inanıyorlar. İşte baştan hakkı söylemekten vazgeçtiklerinden dolayı Allah da onların geri çekilmelerine izin verdi. İnsanlar “Adil Düzen” gelmeden adil davranmayabilirler. Mesela, faizli işlem yapabilirler, bu günah değildir. Ama faizsiz sistemi getirmek için ellerinden geleni yapmalıdırlar, faize karşı olduklarını her zaman ilan etmelidirler. Faizi meşru görmek küfürdür. Allah ve resulü ile savaş açma demektir.

Kur’an böyle söylüyor. Bu davranışın karşılığı da böyle geri çekilmedir.

Başbakan faizli sistemde ekonomilerinin düzeleceğini, çok iyi gittiğini söylüyor. Refah-Yol Hükümeti de böyle diyordu. Benim bildiklerim, Kur’an’ın bana söylediği, onun başaramayacağı idi. Baktım ki başarıyor; kendi bildiklerimden şüpheye düşmeye başladım. Ben yanlış mı okuyor ve anlıyorum diyordum. 28 Şubat olayı oldu. Çok üzüldüm ama imanım da arttı. Demek ki ben doğru okuyor ve doğru anlıyordum. Şimdi de aynı şeyleri söylüyorum. Benim görüp göremeyeceğimi bilmiyorum, ama bütün bilgilerimle kesin olarak biliyorum ki faizli sistem asla muvaffak olamaz. Hiçbir yerde muvaffak olamaz. Avrupa’yı faizli sistem bu hâle getirdi. ABD de faizli sistem yüzünden yıkılacaktır. Türkiye’nin karanlık günleri faizli sistemden geliyor.  

وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ (Va LaQaD GaFAy elLAHu GaNHuM)  “Allah onlardan afvetmiştir.”

Görülüyor ki, gerek Refah-Yol Hükümeti’nin, gerekse AK Parti Hükümeti’nin faizli uygulamaları da ilâhi takdirle olmaktadır. Ğamların ğamları doğurmaları, geri çekilmeleri, yanlış yapmaları hep Allah’ın takdiridir. Esas niyetleri iyi olduğu için Allah onları affetmektedir. Adil Düzencilerin başarısızlıkları da verdikleri tavizlerdir, yaptıkları hatalardır. Ama sonunda Allah affetmektedir. Sonunda başarıya doğru adımlar atılmaktadır. Hâsılı, elimizde sağlam olarak kalan bir tek şey vardır. O da samimi oluşumuzdur.

Günahlarımız var, hatalarımız var, ama içimizde hep o iyiyi isteme vardır. Bu insanlık için de böyledir. Bu sebeple insanlık terakki yolunda ilerlemeye devam edecektir. “Adil Düzen” içinde “III. Bin Yıl Uygarlığı” kurulacaktır. Bu sebepledir ki Türkiye “Adil Düzen”i insanlığa öğretecek ilk ülke olacaktır. Allah’ın affı ile önder ülke olacaktır. Yalnız Ortadoğu’ya değil, tüm insanlığa bin yıl için önder olacaktır. Yine bu sebepledir ki Millî Görüş gömleğini giyenler geri çekilmiş olsalar da Allah onların hatalarını affetmektedir ve “Adil Düzen” hazırlığını yapmaya devam etmektedir. Yine o sebepledir ki “Akevler” camiası da “Adil Düzen” üzerinde çalışmalarına devam ediyorlar. Örnek ekonomik kuruluşları ve ilmî faaliyetleri ile “Adil Düzen”in Türkiye’de iktidar olması hazırlıkları içindedirler. Allah günahlarını affedecek ve onlara dünya ve âhiret sevabını verecektir. Açık ve kesin müjdesi var. Hepsini affetmiştir. Asıl mesele yapılan işlerin ne amaçla yapıldığıdır.

Ben şuna inanıyorum ki, Türkiye’de Tanzimat’tan beri İslâmiyet’e karşı cephe alınmıştır.

Ama bunların hiçbirisinde ne İslâmiyet’e ne de Türkiye’ye karşı bir cephesi yoktur. Hepsi kendi içtihatları ile İslâmiyet’e hizmet ettiler. II. Mahmut orduyu kurdu. III. Selim Batı müesseselerini getirdi. II. Abdülhamit Batı tipi okullar açtı. Mustafa Kemal Türkiye’yi Müslümanlarla saflaştırdı. İsmet İnönü demokrasiyi getirdi. Adnan Menderes Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine geçirdi. Süleyman Demirel Türkiye’nin altyapısını yaptı. Turgut Özal özel sektörü üretti. Erbakan özel sektörü Anadolu’ya taşıdı ve halk sektörünü üretti. Tansu Çiller özel sektörü dışarıya açtı. Bunların hepsi bunları yaparken kellelerini koltuklarında taşıyorlardı. Duam odur ki, Allah bunları ve bunların arkasından gitmekte olanları, Tayyib’in arkasından giden AK Partililerle birlikte affedecektir, cennetlik yapacaktır. Bütün bunları anlattıktan sonra, affedecektir. Burada üç askerin ismini daha zikredeceğim. Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kenan Evren. Bunların yanında, Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Arvasi gibi birçok zevat da İslâmiyet’i korumak için cihat yaptılar.

Bu âyet bize büyük müjdeler veriyor. Bizi âhirete emniyet içinde dâvet ediyor. Allah’a hamd olsun.

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ (EınNa elLAHu ĞaFUvRun XaLIyMun)  “Allah gafurdur, halimdir.”

Allah burada dünya ve âhiretimizin nasıl olacağını bildiriyor. “Mağfiret edecek”in nekire gelmesi, dünyevi mağfiret olduğunu ifade eder. Yani, yaptığımız kusurlar ve günahlar örtülecek, görülmeyecektir.

Ayrıca birçok tatlı günleri yaşayacağız. “Halim” kelimesi helva ile akrabadır. Tatlı, yumuşak demektir.

Ben kendi hayatımda bu tatlı günleri yaşadım. Türkiye en sıkıntılı günleri 1950’lere kadar yaşamıştır. Devletimizi kurtarmış ama dinimizi kaybetmiştik. II. Cihan Savaşı çetin ekonomik krizleri getirmişti.

Nihayet 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi. Nefes aldık. Ezan Arapça okundu. Başbakan Menderes “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır.” dedi. Ne var ki, Müslümanların bir yayın organı yoktu. Yazarları da yoktu. 1960’tan sonra Müslümanlar harekete geçtiler. “Akevler”i kurduk. Partimizi kurduk. Bunlar benim için en zevkli günleri içeriyordu. 1970’lerde iktidara ortak olduk ve iktidar olma zevkini yaşadık. 1980’lerde Kenan Evren bizim söyleyip de yapamadıklarımızın hepsini yaptı. Özal’ın iktidarı başladı. Artık yönetimde inanmış kimseler gelmeye başladı. 1990’larda Millî Görüş Hükümet kurdu. 2000 yılında anayasa ekseriyetini aldık.

1950’leri hatırladığımız zaman, Allah’ın bize ne kadar tatlı günleri yaşattığını görüyoruz. Bugünkü iktidarın faiz küfrünü da Allah affedecek ve daha zevkli günleri yaşayanlara Allah gösterecektir. Çünkü O halîmdir. Bütün bunlar sizleri gevşetmemeli. Daha büyük azimle ve zevkle çalışmaya başlamalısınız.

 

 


ÂLİ İMRAN SURESİ TEFSİRİ(3.sure)
1-ALİİMRAN 1-9/ 220İLA274 SEMNER-02.08.2003İLA17.10.2004 ARASI
2174 Okunma
2-ALİİMRAN 10-15
2183 Okunma
3-ALİİMRAN 16-22
2306 Okunma
4-ALİİMRAN 23-29
2851 Okunma
5-ALİİMRAN 30-37
3459 Okunma
6-ALİİMRAN 38-46
2499 Okunma
7-ALİİMRAN 47-54
2075 Okunma
8-ALİİMRAN 55-63
1955 Okunma
9-ALİİMRAN 64-71
2257 Okunma
10-ALİİMRAN 72-77
1856 Okunma
11-ALİİMRAN 78-83
2349 Okunma
12-ALİİMRAN 84-91
2321 Okunma
13-ALİİMRAN 92-100
3285 Okunma
14-ALİİMRAN 101-112
2322 Okunma
15-ALİİMRAN 113-118
2661 Okunma
16-ALİİMRAN 119-125
1973 Okunma
17-ALİMRAN 126-133
2156 Okunma
18-ALİİMRAN 134-141
3265 Okunma
19-ALİİMRAN 142-148
2918 Okunma
20-ALİİMRAN 149-155
2183 Okunma
21-ALİİMRAN 156-163
2526 Okunma
22-ALİİMRAN 164-168
2772 Okunma
23-ALİİMRAN 169-174
2836 Okunma
24-ALİİMRAN 175-180
2438 Okunma
25-ALİİMRAN 181-186
2362 Okunma
26-ALİİMRAN 187-194
3624 Okunma
27-ALİİMRAN 195-200
2497 Okunma