ÂLİ İMRAN SURESİ TEFSİRİ(3.sure)
Süleyman Karagülle
3352 Okunma
ALİİMRAN 92-100

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XXV

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ(92) كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَى نَفْسِهِ مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ(93) فَمَنْ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ(94) قُلْ صَدَقَ اللَّهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنْ الْمُشْرِكِينَ(95)

لَنْ تَنَالُوا (LaN TaNALUv)  “Nâil olamazsınız.”

Mü’minlerin bütün insanlığı kuşatan imanını ilânından sonra, irtidat eden kavimden bahsetmiş, kâfir olanların yer dolusu altınları olsa ve onu iftida etseler, yine kabul olunmaz denmiştir.

Burada imandan sonra küfreden kavimden bahsetmektedir. Bu kavimler kimlerdir?

Bunlardan birincisi İsrail oğullarıdır. Bugün dünyaya hükmeden servete ulaştıktan sonra insanlığa adalet götüreceklerine, insanlığı refaha ulaştıracaklarına, insanlığı ezerek sömürme işine koyulmuşlardır. 500 senedir Allah’ın onlara verdiği serveti ateizm için seferber etmişlerdir.

İkinci kavim ise Hıristiyanlardır. İsrail oğullarının sermayesine kendilerini esir ederek ateizmin peşinde koşmaktadırlar. Hıristiyanlık sayesinde dünyaya hükmeden Avrupa Kilise’yi esir etmiştir. Kilise’nin eksik ve yanlış tarafları olabilir. Avrupa’yı Avrupa yapan Hıristiyanlıktır. Nasıl olur da hâlâ dine karşı cephe almaya devam etmektedirler. Demek ki, bu halleriyle Allah Avrupa’yı da muvaffak etmeyecektir.

Daha başkası bugünkü Müslümanlardır. Kur’an gibi aydınlatıcı, ilmen ilâhî kitap olduğu tesbit edilen bir kitap ellerinde iken, Batı’nın ateist sosyalizminin arkasından koşmaktadırlar.

Âyet bunların hedeflerine ulaşamayacaklarını bildirmektedir. Ekonomik üstünlüğe ulaşmış Yahudilerin ve Hıristiyanların başarıya ulaşabilmeleri ancak ellerindeki imkânları hayırlı yolda harcamaları ile mümkündür.

Türkiye’deki Müslümanlar da bugün zenginliklere ulaştılar, ama adil bir düzen için harcama yapmıyorlar. Bunlar da bu gidişle nâil olamayacak, ulaşamayacak, başaramayacaklardır.

Nâil olmak” ne demektir? “Nevale” azık demektir. Yola giderken torbalara azık konur, o azık miktarı insanı menzile yani hedefe ulaştıracak kadardır. Sonra “Neyl” menzile varmak anlamında kullanılmıştır. Yani, varmak istedikleri yere varmazlar demektir. Mü’minler de ulaşamazlar demek olmaktadır.

الْبِرَّ (elBırRa)  “Birre nâil olamazsınız.”

Burr” buğday demektir. “Berr” kara yani toprak demektir. Bir de iyilik demektir.

Allah cennete gidecekleri derecelendirmektedir. “Ashabı yemin”i dünya ve âhirette saadet isteyenler olarak vasıflandırmaktadır; bunlar müslimlerdir. Mü’minler ise canlarını ve mallarını kendilerine cennet verilmek üzere Allah’a satmışlardır. Bunlar mukarreblerdir, bunlar sâbıklardır, bunlar evvelûndurlar. Bunlar aynı zamanda birrdirler. “Birr” takvanın yanındadır. Takva müslimlerin, Birr ise mü’minlerin işidir. Denizden karaya çıkmak anlamındadır. Barış düzenini tesis etmebirr”dir. Barış düzenini kabul etmetakva”dır.

حَتَّى تُنْفِقُوا (XatTAy TuNFıQUv)  “İnfak etmedikçe”

Bir işe ulaşmak için çaba gösterirsiniz, gayret gösterirsiniz. Ama bir türlü hedefinize ulaşamazsınız, varacağınız yere varamazsınız. Oraya varmak için son bir atılım yapmanız gerekir. Mü’minler için bunu söylemektedir. Onlar mallarını ve canlarını Allah’a satmış kimselerdir. Allah onların çoğundan canlarını günü gelmedikçe almayacaktır. Ama Allah onlardan mallarını alacaktır. Onlar kendi rızaları ile en sevdikleri şeyleri harcayacaklardır. Bununla imtihan olunurlar. Bunu yapmadıkça birre ulaşamazlar.

Burada çoğul edatı kullanılmıştır. Topluca o şekilde hareket etme zorunluluğu vardır.

Nitekim, İstiklâl Savaşı’nda Türkler böyle yaptılar da savaşı kazandılar. Yahudilerin birre erişmeleri için ellerinde bulunan servetlerini Allah uğruna harcayacaklardır. İnsanlığın “Adil Düzen”e ulaşması için harcayacaklardır. Hıristiyanlar da büyük imkânlarını insanlık için harcayacaklardır. Avrupa Birliği’ne değil, İnsanlık birliğine gitmelidirler. R. Tayyip Erdoğan Müslümanlara dinî, ırkî, coğrafî ortak pazarı kurmayın diyor! Ama böyle coğrafî pazara değil, coğrafî birliğe girmek için dinini bile satmayı düşünmektedir.

Evet, biz bütün insanlığa açık olmayan bloklaşmalara karşıyız.

Türkiye’de de Millî Görüş sayesinde zengin olanlar ellerindeki imkânları “Adil Düzen” için harcamadıkça birre ulaşamazlar. Ama bu demek değildir ki, bunlar, yani Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar, Budistler, Hindular ashabı yemin olarak imanları varsa cennete gidemezler. İmanları varsa cennete giderler.

مِمَّا تُحِبُّونَ (MınMAv TuXıbBUvNa)  “Hubbettiklerinden infak etmedikçe”

Habbe” tane demek, köpük kabarcığı demektir. Nasıl sudan köpük kabarcığı çıkarsa, insandaki sevgiden de böyle kabarcıklar çıkar. Kabul edilerek sevme anlamındadır. Kalbin ona doğru akması demektir. İnsanda, işte böyle insana ve eşyaya karşı bir sevgi doğmaktadır.

Üniversite yıllarında yakın arkadaşlar denize gitmiştik. Konya’da büyümüş olan Mustafa Özdel arkadaşımız hiç suya girmemiş, kenarda duruyordu. Birimiz onu suya itti. “Yapmayın, anam ağlar!” diye bağırdı. Bu insanın dünyayı sevmesi, dolayısıyla yaşadığının ifadesidir. Kendisini seveni varsa yaşamak ister. Seveni bitince de dünyadan ayrılmak onun için kolaylaşır. Bir iş yapmaya koyulmuşsa, ister ki bu iş bitsin de ondan sonra öleyim. Hiçbir işi kalmadığını hissettiği zaman ölme onun için sorun olmaktan çıkar. Emekli olanlar onun için erken ölürler. Başka işle meşgul olmaya başlarlarsa bu durumdan kurtulurlar.

Ashabı yemin olanlar için bu şart yoktur. Ama mukarabun olanların cennetten daha çok sevdikleri bir şeyleri olmadıklarını bilmektedirler. Cennet deyince, Allah’ın rızasını anlamak gerekir.

Burada “Mimma” denmiştir. Yani, hepsini harcamak gerekmez. Birazını harcamaları gerekir. Allah’a inanmış, namazlarını kılan Türk zenginlerine bu âyet bir şeyler söylüyor. Türk halkından çok azı, %1’i bile bulmaz, İslâmiyet’e karşıdır. Bunlar müslim de değildirler, bunlar kâfirdirler. %99’un içinde azınlıklar vardır. Bunlar müslimdirler. İslâmiyet’e karşı sempatileri vardır. Ama ibadetlerini yapamıyorlar. Bunlar müslimdirler. Yarısından çoğu ibadetlerini yapıyorlar, ama İslâm için, barış için cihat yapamıyorlar. Bunlar ashabı yemindirler.

Nisbetini bilemiyorum ama %10’dan fazlası mü’mindir, bunlar İslâm için cihat da yapıyorlar. Gönüllerinde İslâmiyet’in ülkemizde muzaffer olmasını istiyorlar. Hattâ bunların içinde ibadetlerini yapamayanlar da vardır. Ali Fuat Başgil, Turgut Özal, Kenan Evren bunlardandır.

İşte Kur’an bu mü’minlere hitab ediyor: Bedenen cihattan önce mâlen cihat ediniz. Allah’ın size verdiği mallardan ayırınız, “Adil Düzen”e göre bir işletme kurunuz. Bunu ortaklık olarak kurunuz, ama ondan kazancı amaçlamayınız. İşte o örnek işletme kurulsun, sonra örnek işletmeler doğsun, ondan sonra siyasi parti kurun, ondan sonra iktidar olun. “Adil Düzen”e göre ekonomik işletmeleri kurmadıkça siyaset bakımından birre ulaşamazsınız.

İşte bu âyetin çok açık olarak ifade ettiği manâ budur. Bu sebepledir ki biz önce Akevler’i kurduk, sonra siyasi partiyi oluşturduk. Bizim dönemimizin imkân verdiği ölçüde, bizim samimiyetimiz nisbetinde başarıya ulaştık. Bu dönemde de başarı ancak bu yolla olacaktır. Önce “Adil Düzen” işletmeleri kurulacaktır.

“Size bir resul gelecektir.” haberini, size bir siyasi başkan gelecektir şeklinde anlamamız gerekir. Bir Yimpaş, bir Kombassan müteşebbisi gibi biri gelecektir. O sizin hazırladığınızı, “Adil Düzen” işletme projelerini uygulayacaktır, demektir.  

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ (Va MAv TuNFıQUv MiN ŞaYEın)  “Bir şeyden neyi infak ederseniz.”

Allah infak ettiğinizden en küçük şeyi bile bilmektedir. Görmektedir. Hem dünyada hem âhirette mutlaka karşılığını verecektir.

Müslümanlar 1950’lerden sonra harcamaya giriştiler. İstanbul’da İlim Yayma Cemiyeti kuruldu; hâlâ faaliyettedir. İzmir’de Kestane Pazarı Derneği kuruldu; hâlâ faaliyettedir. Biz “Akevler”i kurduk. Tamamen bu amaçla kurulmuştur. Kırgızistan’da Mescit ve Kalkınma Vakfı’nı kurduk. İstanbul’da “Akevler İstanbul Konut Yapı Kooperatifi” ile “Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi”ni kurduk. Arkadaşlar katıldılar; hâlâ katılmaktadırlar… Bütün bu faaliyetlerde hedef hep aynıdır. Türkiye’de İslâm düzenini yani barış düzenini hâkim kılmak. İnsanlığı kucaklayan barış düzenini Türkiye’de tesis etme hedefine doğru gitmek. Allah onların çalışmalarını elbette hep mecur etmiştir. Bundan sonra mecur olacaktır.

İlk bakıldığı zaman hedefe ulaşılamamış gibi görülmektedir. Mesela, market kuramadık, ahşap ev yapamadık. Ancak bunların hepsi büyük hedefe doğru gitmedir. Bu âyet bize maddeten başarısız olacağımızı da belirtmektedir. Demek ki, daha harcayacaklarımız var ki başaralım. Buradaki “Min” kelimesini nazara alarak bu denemelere devam edeceğiz. Sonra bir iş adamı gelecek, ortaklık kuracak ve bizim bu çalışmalarımızı değerlendirecektir. Ondan sonra “Adil Düzen” işletmeleri kurulacak, daha sonra “Adil Düzen” partileri millî mutabakat hükümetleri içinde iktidar olup “Adil Düzen”i insanlığa ulaştıracaklardır.   

فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ (Fa EinNa elLAHu BiHi GaLIyMun)  “Allah onu bilir.”

Allah onu bilir.” Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Bu hükmün genelleştirilmesi içindir. Kim Allah rızası için bir kuruş vermişse onun Allah tarafından bilindiğini bildirmektedir. “Bihi” ile ona işaret etmektedir. “O şeyden”e gitmektedir. “Ma”ya gitmektedir.

Alîm” nekire gelmiştir. Topluluklar tarafından da bilineceğini ifade etmektedir.

İleride “Adil Düzen” cemaati geldiği zaman, geçmişte bu katkıları yapanları hayır ve dua ile yâd edeceklerdir. Bugün ulaşılan ve yarın ulaşılacak nimetler, işte böyle damla damla katkılarla oluşmuştur.

Tam aksine, zenginler katkıda bulunacaklarına, bu hareketleri sömürmüşlerdir. O katkılarını kendilerine çevirmişlerdir. Şimdi de bizlere ‘bunlar başarısızdır’ diye yukarıdan bakmaktadırlar. Bizim işimiz onlarla değildir. Biz yolumuza devam etmeliyiz. Küçük küçük de olsa harcamalar yapmalıyız. “Adil Düzen”i oluşturmalıyız. Sonra elbette sömürmeyecek bir işletmeci ortaya çıkacaktır.

كُلُّ الطَّعَامِ (KulLu OaGAMın)  “Her taam”

Taam” yiyecek demektir: “Ekle” ağaçları kemiren kurt demektir. “Ekli” deyince bitirme bakımından yemektir. “Taam” ise yeme bakımından yiyecek demektir. Canlılar yaratılmış ve birbirine yiyecek yapılmıştır. Bir üst canlı bir alt canlının etini yer. Alt canlılar üst canlıların etini yemezler, birbirinin de etini yemezler.

İnsan meyvecil bir varlıktır. Domuz ve maymun gibi meyvecil varlıkların etlerini yemezler, ot yiyen hayvanların etini yerler. Bütün canlılarda kendi yiyeceği olan canlıların etlerini sindirecek şekilde mideler vardır. Otların kabukları selülozdur. İnsanın midesi onu sindiremez, ama inekler için özel sindirme mekanizmaları geliştirilmiştir. Sindirirler. Bunun dışında canlılarda sinik genler vardır. Onlar faal değildir. Çevreye göre ve anne babanın beslenmesine göre o genler faaliyet gösterir, bazı maddelerin sindirilmesine imkân verir. İnsanlarda o maddeye karşı bir yakınlık doğar. İnsanların kendi memleketlerinin yiyeceklerinden hoşlanması bundan ileri gelmektedir.

Burada “Taam” deyince, ister faal olsun ister olmasın, insanda mevcut olan genlerin sindirebileceği bütün yiyecekler insan için taamdır. Buradaki taam kelimesi hepsini içermektedir. Yani, haram olmakla beraber eğer insanda onu sindirecek bir gen varsa o taamdır. Ama eğer genler henüz faal hâle gelmemiş ise o haramdır.

İbrahimî dinde olanlar için geliştirilmiş bir yiyecek zinciri vardır. Onlarda domuz eti haramdır. Bu zincir Hz. İsmail ve Hz. İshak koludur. Doğu dinleri için bu hususta bir bilgimiz yoktur. Tetkik edilmesi gerekir.

كَانَ حِلًّا (KAvNa XılLan)  “Hıllan helal idi.”

Hıll” çözünürlük demektir. Tuzu suya atsanız çözünür. Çözülebilen madde helaldir. İnsan midesine inen yiyeceklerden çoğu midedeki asitlerle parçalanır, çözülür, moleküller hâlinde kana karışır.

Bir kısmı ise çözülmez, parça halinde kalır. Bağırsak süzgeçlerini tıkar, bir kısmı kana karışır, ama orada sorun olur. İşte onlar haram maddelerdir. İsrail oğullarına bütün taam helal idi. İnsanlık için helal olan maddeler helal idi. Onların mideleri bütün taamı sindirecek şekilde var edilmişti. Çünkü onlar göç kavmi idiler, gittikleri her yerde oranın yiyeceklerine alışmışlardır.

Allah Kur’an’da bütün insanlar için yiyecek olan şeyleri bildirmiştir. Etlerden meyvecil olanların altındaki hayvanların etleri helaldir. Ancak bunlardan at gibi olup geviş getirmiyorlarsa onların etleri kavmin yiyeceği ise helaldir. Böylece, kültür gibi yiyecekler de farklılaştırılmış bulunmaktadır. Aynı dine mensup olanlar aynı haramlara tâbi olacaklardır. Bundan dolayıdır ki, ürünleri kontrol etme yetkisi kontrolörlere verilmiştir. Bilgi bakımından meslekî kuruluşlara, helal ve haramlık bakımından ise dinî kuruluşlara tâbidirler.

إِسْرَائِيلَ لِبَنِي (Lı BaNIy EıSRAEıLa)  “İsrail oğullarına”

“İsrail oğullarına bütün taam helal idi.” denmektedir. İsrail oğullarının zikredilmiş olmasının sebebi, İsrail oğullarının örnek bir kavim olmasıdır. Allah nasıl Kur’an’ı örnek bir kitap olarak göndermişse, nasıl peygamberleri örnek insan olarak göndermiş ise; İsrail oğullarını de örnek bir kavim olarak göndermiştir. Örnek olarak bir tek kavim seçmiştir, onlar İsrail oğullarıdır. Tevrat ve diğer kitaplar onların tarihlerini anlatır.

Onları niye seçmiştir? Allah bir kavmi seçecekti. Onun için onları seçmiştir. Ayrıca, onları az sayıda yapmıştır. Çünkü sayıları çok olursa örnek olmazlardı. Dünyaya hükmetmeye kalkarlardı. Bugün onların ellerinde bulunan servet, mesela Rusların elinde olsa biz varlığımızı sürdürebilir miydik? Denge olsun diye Allah onlara zenginlik verdi, ama sayılarını da az tuttu. Diğer nüfusu çok olan ülkelere de zenginlik vermektedir. İsrail oğulları örnek topluluktur. Onları bize misal olarak anlatmaktadır.

Burada muhafaza edilmesi gerekenlerin de ilkesini koymaktadır. Bir topluluk birtakım ilkelere dayanarak kurulmuş ise o topluluk artık onunla yaşar. Osman Bey kendi ailesine birtakım ilkeler koydu. Ailesi onu dinledi. Beylik olunca da ona uyuldu. Sonra devlet oldu uyuldu, imparatorluk oldu uyuldu. Osmanlılar 700 yıldan fazla öyle yaşadılar. Mustafa Kemal da Türkiye Cumhuriyeti için ilkeler koydu: Hakimiyet-i Milliye, Kuvva-yı Milliye, Vahdet-i Kuvva ve Müsbet İlim Meş’alesi. Sonra lâiklik ile cumhuriyeti dengeledi, halkçılık ile devletçiliği dengeledi, inkılâpçılıkla milliyetçiliği dengeledi. Türkiye devleti ancak bu ilkeler içinde gelişir.  

إِلَّا مَا حَرَّمَ (İlLAv MAv XarRaMa)  “Haram ettiği”

Allah insanlar için birçok şeyleri helal etmiştir. İstediğin elbiseyi giyebilirsin, ama elbiseni standart hâle getirmek durumundasın. Sen oğluna istediğin adı takabilirsin, ama bir ad takmak zorundasın. Bir topluluk oluşturanlar kendilerine birtakım yasaklar koyarlar. Mesela, ben ayakkabı imal edeceğim, ama ancak şu ölçüler içinde ayakkabı imal edeceğim. İşte bu, kendi yasaklarını kendin koymadır. Standart hayat böyle ortaya çıkar. Böyle yaptığınız takdirde sizin bu yasaklarınız iyi bir şeyse başarıya ulaşırsınız. Siz başarıya ulaşınca size tâbi olan, sizin gibi yapan insanlar çoğalır ve sonunda o toplulukların, bazen ulusların, bazen dinlerin kuralı olur.

إِسْرَائِيلُ عَلَى نَفْسِهِ (EıSRAEıLu GaLAv NeFSıHı)  “İsrail kendi nefsine”

“İsrail kendi nefsine daha önce neyi haram etmişse biz İsrail oğullarına onu haram ettik.” deniyor. Hz. Yakup Mezopotamya Uygarlığı’nın eğitimini almıştı. Hz. İbrahim’in torunu idi. Kendisi belli kurallar içinde yaşamayı hedeflemiş ve kendisine bir düzen koymuştu. Hz. Yusuf’un başından geçen macera sonunda, çocukları da onun kurallarını benimsediler. Yoksa, ben de kendime bir hayat düzeni seçtim; ama çocuklarım benimsemedi, çevrem benimsemedi, dolayısıyla bir topluluk oluşma imkânı doğmadı.

Yıllardır, yaptığımız çalışmalarla bir ekol kurmayı hedefliyoruz. Mesela, Malik bir eğitim yolu benimsedi, cemaat buldu, bugün bile hâlâ öğrencileri var. Ebu Hanife bir okul kurdu, hâlâ öğrencileri var. Sokrat, Aristo ve daha niceleri böyle… Adil Düzenciler bir ekol kurmalıdırlar. Yani, kendilerine birtakım haramlar yapmalıdırlar. Ondan sonradır ki artık o topluluk oluşur. Eğer o yasaklara uygun bir başarıya götürürse o zaman o ekol gelişir ve “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurar.  

İsrail oğulları Tevrat’ta emredilenleri bilmiyor değildi. O kurallar onlara hatırlatıldı ve teyit edildi. Hazreti Muhammed “İbrahim Mekke’yi harem yaptı, Medine’yi de ben harem yapıyorum.” demiştir.

Demek ki; biz site kuracağız, o sitede birtakım özel haramlar konacaktır. O haramlar sayesinde topluluğumuz “Adil Düzen”i kurup muasır medeniyetin fevkine çıkacaktır.

مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ (MıN QaBLu EaN TuNazZaLu eltTavRAtu)  “Tevrat tenzil

edilmeden önce İsrail’in kendisine haram ettiklerinden başkasını haram etmedik.”

Demek ki Tevrat yeni hükümlerden çok eski hükümleri tesbit etmekten ibaret hükümleri içermektedir.

Aslında Kur’an da böyledir. Kur’an, yeni şeyler icadından çok, eskiden gelmiş olan Hak geleneğinin yeni dille, daha ileri bir dille ifade edilmesinden ibarettir. Bizim Kur’an’ı şimdi yorumlamamız da böyledir. Yeni manâlar vermekten çok, tarihî gelişme içinde zaten insanların ulaştığı yüksek merhaleyi dile getiriyoruz. “Demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk devleti” derken, bunu Kur’an’dan dinlerken, bizim tefsirimizden önce de insanların benimsedikleri şeyleri söylüyoruz.

Bizim yaptığımız, yapılan iyilerle kötüleri ayıklamaktan ibarettir. Milliyetçi olacağız, ama aynı zamanda inkılâpçı olacağız. Milletin ulaştığı iyi değerleri alıp geliştireceğiz. Bozulmuş kötü değerleri atıp yenilerini koyacağız. Yeni uydurma şeyleri getirmiyoruz. Marksistlerin yaptığı gibi biz dünyayı yeniden yaratmıyoruz. Akan dereye yön veriyoruz. Baraj yapıp elektrik elde etmek istiyoruz. Su gene aynı istikamette akacaktır. Bizim yaptığımız onu bir borudan geçirip yararlanmak, ama gidişini de bozmamaktır. Tarlayı suladığınızda o su yine biraz sonra aynı mecrada akıp gider.

قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ (QuL FaETUv Bi eltTaVRAti)  “Tevrat ile etvediniz diye kavl et.”

Yine gelecek olan resule verilen bir görev olmaktadır. Yani, “Adil Düzen”i benimseyen başkana emir verilmektedir. Onlara söyle denmektedir. Burada İsrail oğullarını muhatap alması nedeniyle örnek bir topluluk olmalarıdır. Sonra, Tevrat onların elinde vardır. Hıristiyanlar da onlara şeriatta uydukları için onlar muhatap alınmıştır. Kıyas yoluyla Hıristiyanlara da aynı şeyler söylenmektedir. Demek ki, biz uygarlığımızı kurarken Ortadoğu uygarlığını esas alacağız. Onlarla hesaplaşacağız.

Türkiye’de “Adil Düzen” çalışmalarına cephe alanlar vardır. Bu âyet onlara da hitap ediyor. Getirin Kur’an’ı okuyalım, ona uyalım. Kur’an’da olmayan şeyleri bize empoze ediyorlar. Sonra bize ‘Vahhabi’ vs diyorlar. Bir defa Kur’an’da recm cezası yoktur; varsa, getirin okuyalım. Kur’an’da Hz. İsa’nın geleceği yoktur; varsa, getirin okuyalım. Kur’an’da cennete yalnız Kur’an ehli gider diye bir madde yoktur; varsa, getirin okuyalım. Biz Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanıyoruz ve bir harfini dahi yanlış bulmayız, inkâr etmeyiz. Kur’an’dan başka sözlerin hatasız olduğunu söylersek şirk etmiş oluruz.

فَاتْلُوهَا (FaTLUvHav)  “Onu tilâvet edelim.”

Arapçada emir sıgası “siz” anlamındadır. “Biz” ile “siz” ortak olursa “siz” sıgası kullanılır. Onun için bunun anlamın “tilâvet ediniz” değil de, “tilâvet edelim”dir. “Tilâvet” demek, başkalarına aktarmak demektir. Birlikte manâsını görelim deniyor. Burada birçok ince nokta vardır. Tevrat bizim için de delildir. Bugünkü Tevrat bile değerlidir. Ne var ki, Yahudilerin elinde daha az tahrif edilmiş Tevrat vardır. Onu getirip kimseye göstermiyorlar. Bizim elimizdeki Tevrat Yahudilerin Tevrat’ıdır. Onun için daha çok tahrip vardır. Kaldı ki, Kur’an’ın getirin Tevrat’ı okuyun dediği Tevrat, tahrif edilmemiş Tevrat’tır. Buna göre okuyup değerlendireceğiz.

إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (EiN KuNTuM ÖAvDıQIyNa)  “Sadık iseniz.”

İnsanlar geleneklerine göre birçok yasaklar koyarlar. Kendi ülkeleri için yasakları olur. Kendi mezheplerinde yasakları olur. O halde onları başkalarının yasak saymamasını kötü görmemeliler. Tevrat’ta olan haramlar bile geleneğe dayanırsa, nasıl olur da orada bulunan bir hüküm dünya için geçerli olur. İşte Tevrat insanlık için işarettir ama bağlayıcı değildir. O örnek alınacaktır, ama her topluluk kendi yasaklarını kendisi koyacaktır. Bu yasaklar yiyecek gibi beşerî olsa da.

Sadakat” içini açmak, ondan sırrı gizlemek demektir. Meyvenin çatlayıp içini dışarı atması demektir. Kişinin de sevdiğine nesi varsa dökmesidir. Siz de sadık iseniz, getirin Tevrat’ı da samimiyetle gösterin. Sonra “sıdk” “kizb”in karşılığı olarak gelmektedir. Kazib ve sadık karşı kavramlardır. Bütün sorun açık olmaktır. İlâhiyatta profesör olan bir molla bizim “İslâm Devlet ve Dünya Düzeni” kitabımızı İlhan Arsel’in kitabından daha tehlikeli bulmuş. Sadık ise gelsin de bize izah etsin. Gelemez. Çünkü yalancı olduğunu bilmektedir.

فَمَنْ افْتَرَى (Fa MaN EıFTaRAy)  “Kim iftira ederse”

Vera” tepenin arkası demektir. Görülemeyen alana “vera” denmektedir. “İra” oralarda kaybolup gitmek demektir. “İftira etmek” kendi kendisini veraya atması demektir. İnsanın kendisini bir şeyin arkasında gizlemesi demek olur. “Allah’ın üzerine yalan iftira etmek” demek, Allah hakkında yalan söylemek demektir. Allah onu söylemediği halde, Allah onu söyledi demektir. Kendini Allah hakkında söylediği yalanla saklamak. Yani, kendi düşüncelerini Allah’a göndermek demektir. Allah’ın haram etmediğini haram etti demeleridir. Bazı yiyecekleri kendilerine yasaklamalarıdır. Bunu tamim ederek ifade ediyor, yani bunu Müslümanlar da Hıristiyanlar da yapsalar aynı hükme tâbidirler. Kur’an’da olmayan birtakım yasakları ortaya koyarak insanlığa İslâmiyet’i yanlış tanıtmak büyük bir zulümdür. Onun için herkes “Ben Kur’an’ı böyle anlıyorum” deme hakkına sahiptir. Hiç kimse “Kur’an böyle diyor” deyip kendi cümlesini kullanamaz.

عَلَى اللَّهِ (GaLAy elLAHı)  “Allah üzerinde yalan söylemek.”

İktidarda olanlar mü’min bir topluluğa hitap ederken kendi isteklerini “Allah böyle istiyor!” derler; lâik topluma hitab ederken de “Millet böyle istiyor!” der ve yalan söylerler. Baskı ile seçtirdikleri milletvekillerine baskı ile söylettiklerini “Millet böyle istiyor!” derler. O sebepledir ki “Adil Düzen”de meclislerin ekseriyetle, hattâ ittifakla bile olsa aldıkları kararların tamamı yargı denetimindedir. Alınan kararlar icmaya aykırı ise, müsbet ilmin kesin verilerine aykırı ise, aralarında çelişki varsa, yararlı değilse; dayanışma ortaklık başkanlarından herhangi biri hakemlere gider ve hakem kararı ile karar iptal edilebilir. Hakemlerin kararlarına uyulur. Hakemler kanun da yapamazlar. Allah adına kimsenin diğerlerine baskı yapması caiz değildir.

“Dinde zorlama yoktur.” İşte bu demektir.

الكَذِبَ  (el KaZiBa)  “Kizbi”

Kezib” yalan demektir. İçi boş meyvelere “kâzib” denir. Ceviz, fındık gibi sert kabuklu meyvelerin bazen içi boş olur. Onlara “kâzib”, dolu çıkanlara ise “sadık” denir. Allah’ın söylemediğini söyleyerek yalan söylüyorlar. Yerinden yönetim sistemi olunca Allah doğrudan insanlara yukarıdan emretmez. Herkese kendi işleri için Allah kendisine ilham eder. Kur’an, Allah ile insan arasında irtibat kuran ekrandır. İnsanla konuşan ise Allah’tır. Şeytan ise her zaman bu konuşmaya parazit sokmakla görevlidir. İnsan aklı bunu ayıracak durumdadır.

مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ (MıN BaGDı ÜAvLıKa)  “Bundan sonra”

Bunun arkasından yalanı iftira ederlerse onlar zalimdirler, delil istendiği halde delil getiremeyen kimseler zalimdirler. Bu âyetlerin bize öğrettikleri, önce delil olarak Kitap getirilmelidir. Sünnet delil değildir, Sünnet Kur’an’ın anlaşılması içindir. Yoksa burada Yahudilerden Tevrat’ı getirin de onu okuyalım denmezdi.

Bizim bazı görüşlerimize itiraz edenler, Kur’an’ı getirsinler de beraber okuyalım. Kur’an’da “resul” olarak biz sadece erkekleri gönderdik deniyor ve biz siyasi güce sahip “bucak başkanı”nın kadın olamayacağını açıkça söylüyoruz. Ancak kadını “nebi” yapmadık denmiyor Kur’an’da. Aksine, gerek Hz. Meryem’e, gerek Hz. Musa’nın annesine vahy edildiğini bildiriyor. O halde kadınların “nebi” olamayacağını söyleyemeyiz. Nitekim Hazreti Aişe’nin müçtehitliğine itiraz eden kimse yoktur. Tarikatlardan hiçbirisinde kadının “veli” olamayacağını söyleyen yoktur. Kadınlara beş vakit namaz farzdır. Çünkü Allah; “rüku edenlerle rüku ediniz” diyor. Kur’an’da kadın-erkek eşitliği esas alınmıştır. Öyle olmasaydı kadınlar Kur’an’daki birçok hükümlerden muaf olurlardı. Kadının “imam” olamayacağına dair âyet, sadece resullerin erkeklerden olduğuna ait ayettir.

Beş vakit namazı kıldıran imam resul olmadığına göre, yani o yetkilere sahip olmadığına göre, kadın “imam” olabilir. Bu şekilde kail olan Ehli Sünnet müçtehitleri de vardır. Bizim yanılmamış olmamızı iddia etmiyoruz. Ama bizim bu reyimizi yerenler yanılıyorlar. Bu bizim içtihadımızdır, bizi ilzam eder. İcma olmayan yerde kimsenin kimseyi kınamaya hakkı yoktur. Şüphesiz başkaları da başka türlü içtihat yapabilir, bizim de onlara söyleyecek bir şeyimiz yoktur.

İşte burada bu âyet içtihadın temel kuralını koymuş bulunmaktadır. Kimse kendi içtihadını icma derecesine çıkarmasın; “Bu Allah’ın hükümleridir!” demesin. İcmalar icma yoluyla teşekkül etsin, icma olduğunda da icma olsun. İşte ona muhalif hareket edersek, o zaman Allah’ın Kitabı’na karşı amel etmiş oluruz. Sünnet bizim yararlanmamız için kesin delildir; başkalarını ilzam etmemiz için delil değildir. Sünnet örnektir. Ona uyulursa itiraz edilemez. Ama projeye uygun olan, örneğe uygun olmasa da kabul olunur.

فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ (Fa EuLAEıKa HuMu elJAvLıMUvNa)  “İşte onlar zalimdir.”

Burada iki defa “Fa” harfi getirilmiştir. “FaMan” ve “FaUlâike” denmiştir. Bu hükmün tamimi içindir. Tevrat bile insanlara kitabî delildir. Ama sünnetler yani halkın yaptığı işler delil teşkil etmez. Kitab’a uyuyorsa delil teşkil eder. Bizim Kur’an’ı anlamamızda Sünnet delildir. Kendi başına ise çağının hükümlerini içerir, örnektir. Mesela, bir elbise bir bedene göre dikilmiştir, onu örnek alabiliriz, ama ölçülerimizi bizim bedenimize göre değiştirmemiz gerekir. Yer ve zamana göre değişir. Ama Kur’an’da böyle hüküm yoktur. Kıyasta da Far sadece illette benzeyecektir.Yoksa her tarafı benzese kıyas olmaz. Sünnet Kur’an’ın verdiği bir asıldır. Biz onlara kıyas yaparız. Ama her tarafıyla ona uyacağız diyemeyiz. Böyle yapmayıp Kitap’ta olmayanları bu nevi tevillerle Kitap’tadır diyenler zalimdir denmektedir. Bunlar zulmetmek için böyle söylemektedirler.

قُلْ (QuL)  “Kavlet”

Bundan önce 74’üncü âyette, âyetin başında, “Kavlet/Söyle” denmiş ve İslâm dininin bütün Hak dinleri içerdiğini ifade etmek için “Hepsine inandık deyin” denmişti. Bu beşerî aklı esas alan din “İbrahim dini”dir. Bugün mevcut olan büyük dinlerin hepsi, Budizm ve Hinduizm de dahil hepsi, “İbrahim dini”nden dallanmıştır. Bunlara ait değişik hükümleri anlattıktan sonra, “Tevrat’ı getirin” denmiş, yani bu kitaplara uyun denmiştir. Kitap’ta olmayanları Kitap’ta varmış gibi göstermeyin denmiş ve burada âyetin içinde “Kul” kelimesi ile bu konuyu sona erdirmiştir. Bundan sonra bütün insanlara merkez olmak üzere Kâbe’nin tedvinini anlatarak bu birliğin sağlanmasını önermiştir.

Bu sûre içtihat sûresidir. Hıristiyanlıktan bahsetmektedir. Çünkü Kitap’ta fer’î hükümler ihtiva etmeyen Kur’an’dan başka tek kitap İncil’dir. Diğer dinler, Tevrat, Brahmanizm, Budizm dinlerinin kitapları, fer’î hükümleri de içermektedir. Onların içtihatlara ihtiyaçları yoktur. Bununla beraber, onların da çağın gerisinde kalmamak için içtihada ihtiyaçları vardır.

İşte şimdiye kadar bu sûrenin anlattıkları bunlardır. Burada emr olunan kimse, yukarıda bizim çalışmalarımızı tasdik edecek olan resuldür.

صَدَقَ اللَّهُ (ÖaDaQa elLAHu)  “Allah sadık oldu.”

“Siz sadık iseniz getirin” denmişti. Şimdi onlara cevap olarak diyor ki; “Allah sadıktır. Getiremediniz.”

Burada “Allah” deyince, icma ile sabit sadıktır olmuş olur. Bu bize icmanın içine Hıristiyanların, Yahudilerin, Budistlerin ve Hinduların dahil olup olmayacakları hususunu da açıklığa kavuşturuyor. Her kavmin kendi icmaları var, onunla ilzam olunurlar. Ama insanlık için icmada diğer din mensupları da dahil edilir.  

İşte biz buna dayanarak diyebiliriz ki; Rasihlik ehliyeti insanlık içinde iktisap edilmelidir. Sonra bütün rasihlerin icmada sözleri olmalıdır. Çok zor gibi görülen bu icmaların çoğu gerçekleşir. Mesela, dünya dönüyoru bütün ulema kabul eder. Bunların içinde muannit olabilir. Hakemler yoluyla içtihat ehliyetinden iskat edilir.

فَاتَّبِعُوا (FaıtTaBıGUv)  “İttiba ediniz.”

Bay” el sıkışma demektir. Sözleşme yapma demektir. Buna “Mubayaa” denir. “İttiba” ise tek taraflı olarak kendi kendine birisine uyma demektir. Onun bilmesine gerek olmadığı için bir topluluğa da tâbi olunur. Burada emr olunan müslimler midir, yoksa mü’minler midir? Herkese emr olunmaktadır. Ancak mü’minler söz vermiş olacaklardır. Misak onların üzerinde olacaktır. Bunların görevi insanlık içinde İslâm düzenini yani barış düzenini tesis etmedir. İnsanlığın güvenliğini yüklenenler böyle geniş inanca sahip olacaklardır.

مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ (MiLLata EiBRAHIyMa)

Aşiret, kabile, şa’b ve kavm kelimelerini kavramıştım. Ancak bugün Birleşmiş Milletler tarafından temsil edilen “İnsanlık” için Kur’an’da bir kelime bulamıyordum. “Millet” kelimesi çok uygun görülüyordu. Ancak, Hazreti İbrahim’in bütün dinlerin kaynağı olduğunu bilmediğim için bu kelimeyi insanlık için kullanamıyordum. Ama bu sûrede ve Tevrat’taki Hz. İbrahim’in hanımı Ketura’dan doğan ve doğuya giden çocukları ile Hz. İbrahim’in bütün dinlerin atası olduğu ortaya çıkınca, “Millet” kelimesini “İnsanlık” için rahatlıkla kullanabiliriz.

Mülle” çuvalı doldurup dikiş yapma demektir. “Millet” kelimesi en yüksek topluluk anlamındadır. İnsanlığı ifade eder. Diğer taraftan da son din akıl dinidir. Bu da Hazreti İbrahim ile temsil olunur. Bütün dinler ondan dallandığı için de “İbrahim Milleti” denmektedir. Yani, insanlığın tamamı söylenmiş olur.

Hazreti İbrahim başlatmış, Kur’an tamamlamıştır. Namazlarda hadisle okunan “Allahümme salli” ve “Allahümme bârik”lerde Hazreti İbrahim’in isminin geçmesinin hikmeti budur.

Kitap olarak Kur’an, peygamber olarak Hazreti İbrahim insanlığındır. Diğer kitaplar Kur’an’ın birer ön açıklamasıdır. Proje yapılmadan örnek verilmiştir. Kur’an ikinci uygulamada örnekle uygulanmıştır. Yani, Kur’an’ın daha önce örnekleri vardır. Sünnet ise ondan sonraki uygulamadır. Biz de bizden sonrakilere örnek olabiliriz. Unutmamak gerekir ki, örneğe uyma zorunluluğu yoktur, ondan yararlanılır.

حَنِيفًا (XaNIyFan)  

Hanif” “Halif” kelimesine akrabadır. Hz. İbrahim’e sıfat olmuştur. Ancak millet bir topluluk olarak alındığında bir müennes çoğul ise o manâ da verilebilir. O halde “Hanif” milletin adı olur. Mesela, Kur’an’da “Kulnâ ihbitû cemian”da burada çoğulun zarfıdır. Yani, İbrahim Milletine tâbi olacağız. Çünkü o millet Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Kur’an’da insanlığı o temsil etmektedir. O halde Allah hilafetini ayrı ayrı kimselere değil, organize olmuş olan insanlara vermiştir. Yalnız yaşayanlar değil, ölmüş olanlar da içlerinde yer almaktadır.

Birleşmiş Milletleri “Adil Düzen”e göre kuracağız. Kuruluş şeklini şöyle yapıyoruz:

Yeryüzünde 100’e yakın devlet vardır. Bu devletlerin her birinde 10’a yakın üniversiteler vardır. Bunların sayısı 1000 kadar etmektedir. Bu üniversitelerin rektörleri kendilerini temsilen birer ilim adamını Mekke’ye gönderirler. Orada bir “insanlık üniversitesi” kurulur. Bu üniversitede dayanışma ortaklıkları oluşur. Sorumluları “İnsanlık Şurası”nı oluştururlar. Onlar bir “İnsanlık İmamı”nı seçerler, bu “Mekke Emiri”dir. Askerî gücü yoktur. İşte bu yönetim “üniversiteler camiası” ile “İbrahim Milleti”nin temsilcileri olur. Bunlar icma eder de, yeryüzündeki alimlerden biri itiraz edip hakemlere gitmezse, “sükûtî icma” oluşur; herkes muvafakatini bildirirse “kavlî icma” olur. Dünya yuvarlaktır gibi ilmen kesin olarak sabit olanlara uymayan kimse aleyhine hakemlere gidilip hakemliği iptal edilir. İşte Allah’ın halifesi bu ulemadır.

وَمَا كَانَ مِنْ الْمُشْرِكِينَ (Va MAv KAvNa MiNa eLMuŞrıKIyNa)  “O müşriklerden değildir.”

Böylece anlıyoruz ki;  İbrahim Dini’nden olamayanlar müşriktirler. Fesat çıkarmazlarsa kâfir olarak kalırlar, ama fesat çıkarırlarsa insanlık yargısından, hakemlerden oluşan yargıdan hüküm çıktıktan sonra diğer devletler orasını işgal edip yağmalayabilirler. Müşriklerin de kâfirlerin de cemaatleri olacağını bu âyet bize bildiriyor. Çünkü cemi müzekker salim gelmektedir.

 ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XXVI

 

إِبْرَاهِيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنْ الْعَالَمِينَ(97) قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا تَعْمَلُونَ(98)

 قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ مَنْ آمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَأَنْتُمْ شُهَدَاءُ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(99) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقًا مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ(100)

إِنَّ ًُ (EınNa)  “Gerçekten”

Arapça vurgu dili değildir. Yani, vurgu yaparak manâlar kazandırılmaz. Yazı dili ile konuşma dili aynıdır. Diğer dillerde vurgu ile yapılan iş Arapçada harflerle yapılır. Karşı tarafın hiçbir görüşü yoksa, siz sadece haberdar ediyorsanız, cümle yalın söylenir. Şayet karşı tarafın yanlış bilgisi var ama ısrarlı değilse başında “EinNa” getirilir. Yanlışta ısrarlı ise o zaman bir “Le” harfi ile de te’kid edilir. Burada öyle yapılmıştır. Burada iddia edilen nedir? Tüm insanlığın ortak mabedi ve merkezi neresidir? Hıristiyanlar Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı tüm insanlığın mabedi olarak görürler. Onların dini de tüm insanlara hitap etmektedir. Diğer Budist ve Hindu dinlerinin mabetleri ise yalnız kendilerine has mabetlerdir. Kur’an ise Mekke’de olan Mescid-i Haram’ın tüm insanlar için konmuş mabet olduğunu ifade etmektedir. Bu yanlış bilginin düzeltilmesi için “İnne” ve “Le” harfleri ile cümle teyit edilmiştir.

أَوَّلَ بَيْتٍ (EavVaLa BaYTın)  “İlk beyt, önce yapılan ev.”

Beyt” kelimesi yapı demektir. “Mesken” yalnız oturulacak evin adı iken, “Beyt” her türlü yapılar için kullanılır. Mescitlere “Beytullah” denmektedir. Ambarlara da “Beytülmal” denmektedir.

Evvel” ilk demektir. Daha önce inşa edilmiş ve kendisinden önce böyle bir beyt inşa edilmemiştir. Gerçi Mezopotamya’da çok mabetler inşa edilmiştir. Ama bunların hiçbiri tüm insanlık için inşa edilmemiştir. Allah Hz. Nuh’tan sonra Hz. İbrahim’i göndermiştir. Hz. İbrahim’in görevi tüm insanlığı bir millet yapmaktır, birleştirmektir. İnsanları birleştirecek ortak nokta da müsbet ilimdir. İnsanlığı tek millet yapacak olanlar iki koldan çalıştılar.

Biri Hz. İshak kolu ki, bunlar dar uygulamada İslâm dinini geliştirdiler. Çünkü küçük bir model oluşturulamazsa geniş uygulama anlaşılmaz.

İkinci kol ise modeldeki gelişmelerin sonunda ortak kesin projeyi ortaya koymak gerekir. Bunu da Hz. İsmail’in soyundan gelen Hz. Muhammed yapmıştır. Hz. İsmail ile başlatılmasının sebebi ilk kılınması içindir. Hz. İbrahim ile Hz. İsmail Mekke’de Kâbe’yi inşa ettiler. Sonra Kur’an orada nâzil olmaya başladı. Hz. İsmail’in oraya gittiği Tevrat’ta bildiriliyor. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in gelmesi büyük bir projenin sonucudur.

Bizim Anayasamızda temel olarak koyduğumuz bir kural vardır, bu da ilk işgal esasıdır. Bu âyet bizim içtihadımızı teyit etmektedir. Bir şeye başlanmışsa, artık o öyle devam eder; değiştirmek için sebep olması gerekir. Bu Newton’un atalet kanununu da içerir.

وُضِعَ لِلنَّاسِ (VuQıGa Lı elnNASı)  “Nâs için vazolunmuştur.”

Vazolunan”, tahsis edilen, bu bunun için olsun denen demektir. Zamir evvele raci olmaktadır. Beyt müennestir. İlk vazolunmanın önemi vardır. Bir yer ilk defa kim tarafından işgal edilirse onun intifaındadır. Başkası gelip, sen kalk ben oturayım diyemez. Bir yeri ilk kim ihya ederse o artık onun mülkündedir. Bir yerde ilk mabet yapılan yer artık o kalır. Sonra gelenler ikincisini koyarlarsa mescid-i dırar olur. Çölde göçebeler çadır içinde otururlar. Allah Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e taştan bir yapı yaptırdı ve bu yapı sabit hâle geldi. O civarda oturanlara merkez oldu. Sonra bütün Arabistan’a merkez oldu. Sonra da bütün insanlara merkez oldu.

Orta Asya’da da böyle suların kenarında oturan hanlar orasını korur ve gelenlere hizmet ederlerdi. “Han” kelimesi “kon” kelimesinden dönüşmüştür. “Hun” kelimesi de buradan gelir. Bu yerin bütün insanların olduğunu ifade eder. Burası insanlığın merkezidir.

Yeryüzünde 100’e yakın devlet olacak. Her devletin Mekke çevresinde birer ilçesi olacaktır. Her bölge bir bucakla temsil edilecek, her il bir semtle (köyle) temsil edilecektir. Her bucağın bir ocağı olacaktır. Her semtten bir aile bulunacaktır. Gelen hacılar buraya gelip yerleşeceklerdir. Buradan Kâbe’ye ve Arafat’a hareketli yollar olacaktır. Burası herkese açık olacaktır. Buraya teker teker müşriklerin girmesi de serbest olacaktır. Müşriklere yani bucakları, illeri, devletleri olmayanlara, devlet öncesi merhalede yaşayanlara Mekke’de bir yer verilmeyecektir. Ancak orada yerleri olanların himayesinde geleceklerdir. Kişi nerenin kimliğini taşıyorsa cinayet işlediği zaman oranın akileleri tarafından tazmin edilecektir. Açık olmayan bir mabede yapılan hac ibadetleri geçersizdir. İslâm âleminin ilk işi Mekke’yi hapishane olmaktan çıkarmadır. Mekke bir bölge büyüklüğünde olacaktır. Diğer kıta merkezleri de o kadar olacaktır.

لَلَّذِي بِبَكَّةَ (La elLaÜIy Bı BakKata)  “Bekke’de olanıdır.”

Kur’an’da biri Bekke, diğeri de Mekke olarak geçer. Burada Kâbe’nin bulunduğu yer olarak zikredilmektedir. Hendek Savaşı’nda Mekke’nin bâtnında denmektedir.

Mekke ve Bekke ilik demektir. Kemiğin ortasında bulunan kan üreten organdır. Mekke kelimesi insanlığın iliği olarak belirtilmiş olmaktadır. Kalb ile yakınlığı vardır. Biri kanın deveranını sağlar, diğeri kan üretir. Ekonomik merkez İstanbul olabilir. Yani mallar buradan hareket eder. Ama insanlığa ait icmalar orada yapılacaktır. Her ülkede 10 kadar üniversite olacak, her üniversite Mekke’ye bir âlimi temsilci olarak gönderecektir. Üniversiteler gruplanacaklardır. Aynı ülkeden gelenler değil, aynı ekole mensup olanlar. Her üniversite kendi fıkhını kendi ülkesinde hazırlayacaktır. Aynı ekole mensup üniversitelerin ortak fıkıhları o ekolün fıkhı olacaktır. Özel hukukta o mezhepte olanlar için o geçerli olacaktır. Bütün ekollerin ittifak ettikleri hususlar icma olacaktır. Uluslararası üst yargının hakemleri buralarda ikamet edeceklerdir.

Bekke ile Mekke arasındaki fark; biri tüm bölgeyi içeren yerin adıdır, biri de merkezin adıdır. “B” birliği gösterir, “M” ise çokluğu gösterir. O halde “B” merkez bucağı, “M” ise bütün taşrayı içeren Mekke demektir. Mekke merkezli bir yarım daire çizilecektir. Bize göre bu daire Mekke ile Medine ortasından geçecektir. Burası bağımsız hâle gelecektir. 30 milyon nüfusa sahip olan dünyadaki topluluklara bir yer tahsis edilecektir. Büyük topluluklar için her yüz milyon için bir yer tahsis edilecektir. Bu rakamlar bugünkü nüfus içindir.

مُبَارَكًا

“Mübarek” bereketli demektir. “Berk” sert, dayanıklı anlamında olduğu gibi; güçlü ve kuvvetli anlamını da taşır. “Mülk” kelimesi ile yakınlığı vardır. Emek verilmeden elde edilen bolluktur. Bir araya gelen halk bir bolluk oluştururlar. Bir arada olmanın bereketi ortaya çıkar. Dağ başında toprak bedava olduğu halde şehrin merkezinde binlerce gram altın etmektedir. Buna bu değeri kazandıran halkın bir araya gelmesi ile sağlanmıştır.

“Bareke” mufaale bâbındandır. Birbirini bolartmak demektir. “Kâbe” de insanlar için berekettir. Tüm insanlar oraya gelmekte ve oraya rant getirmektedir. Kâbe insanlara bereket olsun diye vazolunmuştur. Bu bereket ekonomide olacaktır. Uluslararası ticaret oluşacaktır. Bu ilçelerde “Mala-Mal Marketleri” kurulacaktır. Malını satmak isteyen buraya getirip bir numune koyacak, yahut tek malını koyacaktır. Hacca gelen insanlar buraları gezecek, ya satın alacak, ya da numunesini orada görüp sipariş edecektir. Sonra evine gittiği zaman genel dağıtıma havale edecek, o da evine getirip teslim edecektir. Mallar üretilirken onun taşıma bedelleri fiyatlarına eklenecektir. Sonra nereye giderse gitsin ücretsiz götürülecektir. Uzak yakın mesafeler birbirini sübvanse edeceklerdir.  

وَهُدًى  (Va HuDayn)  “Ve hidayet olacaktır.”

Hadi” demek kılavuz demektir. “Hediye” de kabileler arasında gönderilen ön barış takdimleridir. Yol göstermek ve yola götürmek anlamındadır.

Mekke” ilim merkezi ve din merkezi olacaktır. Kıta merkezlerinde araştırma yerleri olacaktır. Dünyadaki bütün üniversiteler onlara bağlı çalışacaklardır. Araştırmalar sonunda elde edilen neticeler tasnif edilecek ve bilgi hâline getirilip depo edilecektir. Bu iş Arapça ilmî dili ile yapılacak ve tüm insanlığın yararına sunulacaktır. Haberleşme hatları bedava olacak, ayrıca bu bilgilerden yararlanma da bedava olacaktır. Buralara sorulduğunda özel cevap da alınacaktır. O halde burası yalnız ekonomi merkezi olmayacak, aynı zamanda ilmî merkez olacaktır. Burası siyasi merkez olmayacaktır.

“Mübarek” kelimesi ile “Hidayet” kelimesi böylece maddî-manevî halk kaynaşması anlamını taşımış olacaktır. Yani, halk oraya gelecek ve gidecektir. Geliş-gidiş organize edilecek, imkânlar sağlanacak ama ikili ilişkilerin sağlanması için sağlanacaktır. Buraya gelenler yabancılarla tanışacaklar, birbirleriyle haberleşecek, alışveriş yapacak, birbirlerine misafir olacaklardır. Mesela, Japonya’ya gitmek isteyen ama tanıdığı olmayan orada tanışacak, adresini alacak ve ondan aldığı davetiye ile hareket edebilecektir.

لِلْعَالَمِينَ (Lı elGAvLaMIyNa)  “Âlemlere hidayet olacaktır.”

Yukarıda nâs için mübarek, burada da âlemler için mübarek denmiştir.

“Âlem” demek topluluklar demektir. Kurallı erkek çoğulu kullandığı için tüzel kişiliği olan topluluklar demektir. Yani teker teker her kişi için mübarektir. Ayrıca topluluklar için de hidayettir. Biz işte buna dayanarak diyoruz ki oralarda her ülkenin, ilin, hattâ bucağın bir temsilcisi olsun istiyoruz. Yerleri onun için bölüştürüp veriyoruz. Mekke’de kişiler ayrı ayrı temsil olunacağı gibi topluluklar da temsil olunmalıdır. Gerek ziyaretler, gerek vakf değişik illerin hacılarına bölüştürülecektir. Türkiye’den bu sene 100 000 hacı gitti. 100 vilayetimiz olduğuna göre her ilden 1000 hacı gitti demektir. Bir metrekare ile sıralansa bir kilometre eder. 7 defa Kâbe’nin etrafında dolaşslar, 7’şer kilometre yol yürümeleri gerekir. Bu da bir saatten fazla eder. Demek ki Türk hacılarına bir şeritte bir saat ayrılacak, 10 şerit olursa 10 saatte bütün hacılar Kâbe’yi tavaf etmiş olurlar. Vakfede de böyle bir yürüyüş düzenlenebilir.

“Mübarek” ve “Hüda” kelimeleri ortaya alınmıştır. Halk için daha çok bereket, topluluklar için daha çok hidayet ama her ikisi için her ikisi olacaktır. Yoksa aynı kalıbı kullanırdı.

فِيهِ  (FıyHı) “Orada”

Yani ilk beytte âyetler vardır, işaretler vardır. Kâbe birkaç defa yıkılmış, yeniden yapmışlardır. Ancak temeli üzerinde herhangi bir işlem yapılmamıştır. Hz. İbrahim Makamı’nın kazısı yapılmamıştır. Kâbe 4000 yıllık bir binadır. Hep mabet olarak kalmıştır. Birkaç defa yıkılıp yapılmıştır. Ancak temelleri üzerinde bir işlem yapılmamıştır. İleride yapılacak araştırmalar birçok mucizlerle karşılaşacaklardır. Hz. İbrahim Mezopotamya’dan geliyordu ve Mezopotamyalılar o zaman çivi yazısı biliyorlardı. Bin yıllık uygarlıkları vardı. Kur’an da Hz. İbrahim’in sahifelerinden bahsetmektedir. Bu binanın altına birtakım yazılı belgeler konmuştur. O tarihten bugüne kadar dokunulmamıştır. Mekke’de kil bulamamış, dolayısıyla pişmiş tabletler koyamamış olabilirler. Taşları dizebilirlerdi. Böylece belgeler bırakabilirler.

آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ (EaYAvTun BayYıNAvTun)  “Beyin âyetler vardır.”

Beyin” açık demektir. Manâsı anlaşılır âyetler demektir. Kur’an için aynı sözler söylenmektedir. Çünkü Kur’an gelişmiş Arapça ve Usûl ilmiyle açık âyetler içermektedir. Müsbet ilimle teyit edilen açık âyetler içermektedir. Bugün çivi yazısı okunmuş, Mezopotamya tarihi ve Ur kenti uygarlığı aydınlatılmış bulunmaktadır. O halde yarın bunun altında tabletler çıkarsa o tabletleri biz rahatlıkla okuyabilecek ve söylediklerini anlayabileceğiz. Bu insanlığa mucize olacaktır. Tevrat’ta Hz. İsmail’in Mekke’ye götürülüp orada yerleştiği ve ondan da peygamber çıkacağı bildirilmiştir. Bu yalnız Kur’an’da anlatılmamaktadır. Bu ilk sahifelerde vardır. Hz. İbrahim ve Hz. Musa’nın sahifelerinde vardır denmektedir. Burada bulacağımız Hz. İbrahim’in sahifeleri Tevrat’ın sahifelerine çok benzeyecektir. Âyetler nekire geldiğine göre bizim şimdi bilmediğimiz âyetler var demektir. Eğer orada tahta parçası veya kemik parçası kapanmış ise 14 karbon metodu ile tarihi de belirlenecektir. Bu tarih ebced hesabına tetabuk edebilir. Kâbe’nin taşları üzerinde de araştırma yapılabilir. Kaç çeşit taş vardır? Nerelerden getirilmişlerdir. Genel olarak bir bina yıkılınca enkazını orada bırakırlar. Serelr ve o dönemin kalıntıları orada kalır. Hattâ bunlar tabakalar oluşturur. Kullanılabilecek taşları kullanırlar. Aynı yerden getirilmiş değilseler, getirilmiş olsalar bile aynı zamanda çıkarılmış olmayacakları için farklar olacaktır. Hâsılı Kâbe gelecekte bir ilmin konusu olacak, cilt cilt kitaplar yazılacaktır.

مَقَامُ إِبْرَاهِيمَ (MaQAMu İBRAHIYMa)  “İbrahim’in Makamı.”

Âyât-ı beyyinât Hz. İbrahim’in Makamı’dır. Bu yerin Makam-ı İbrahim olduğu İslâmiyet’ten evvelki Araplarca da biliniyordu. Araplar “Allah” kelimesini kullanıyordu. “Allah” kelimesi Mezopotamya’da “Enlil” olarak geçmektedir. “İlâh” kelimesi kök olarak varsa da, Allah ilâhtan değil, ilâh Allah’tan oluşmuş bir kelimedir. “Enlil” tek tanrı olarak Mezopotamya’dan Arabistan’a geçmiştir. Hz. İbrahim ile geçmiştir. Kâbe ziyaret edilmekte idi. Buna da Hz. İbrahim’den başlanmıştır. Şirk sonradan oluşmuş bir müessesedir. Hattâ kimler tarafından icat edildiği de rivayet edilmektedir. Araplarda neseb bilgisi çok ileridedir. Herkes kendi atasının atalarının adlarını bilmek zorunda idi. Kim kendi atalarını daha eskiye ulaştırırsa o asıl kişi olurdu. Bütün bu bilgilerde Hz. Muhammed’in Hz. İsmail’den geldiği biliniyordu. Bunun maddî delili Hz. İbrahim’in Makamı idi. Tevrat’la olan ilişkisi de böyle kuruluyordu.

“Makam” durulan yer demektir. Yani, Hz. İbrahim’in Mekke’de oturduğu da buradan anlaşılıyordu. Bugün İbranice’nin Arap diliyle akrabalığı çok iyi bilinmektedir. O gün ise bu hususta herhangi bir bilgi yoktur. Ur şehrinde ise Akadça konuşulabilirdi. Bu da Arapça’ya yakındı. Ama ilim dili Sümerce idi.

İbrahim kelimesi “Burgan”dan gelmektedir. “Berk” şimşek demektir. “Buran” deli demektir. Karanlıkta şimşek çaktığı zaman nasıl her taraf aydınlanır ve her şeyi görürsen, müsbet ilim de böyledir. Bir defa gerçeği gördün mü her şeyi çok kolay izah edersin. Yeryüzünde müsbet ilimle sosyal olayları açılayan ilk kişi Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim’in Kantura’dan olan çocukları doğuya gitmiş ve İbrahim dinini yaymışlardır. Brahmanizm bu dinin adıdır. Hindistan’da yayılan ilk İbrahim dinidir. Budizm bunlardan ayrılmıştır.

وَمَنْ (Va MaN)  “Kim dahil olursa”

Buradaki “Kim” her kim olursa olsun demektir. Hz. İbrahim Hz. İsmail’i orada yerli kabiledeki birisiyle evlendirmiş ve onlarla sözleşme yapmıştı. Kâbe ve zemzem korunacaktı. Araplar bu yere saldırmayacaklardı.

دَخَلَهُ (DaPaLaHu) “Oraya kim duhul ederse”

“Buraya kim girerse”deki “Burası” Makam-ı İbrahim olur. O zaman Hz. İbrahim’in kaldığı yerde demek olur. O zaman “Harem’i de içine alır. Hz. İbrahim’e ayırdıkları yerdir. Buraya kişiler gelip su içecek, hayvanları sulayacaklardır. Savaş zamanı da olsa buraya girdiklerinde kimse kimseye dokunmayacaktır.

İşte bu Hz. İbrahim’in orada öğrettiği genel kuraldır. Kişinin orada uzun zaman kalması için orada yiyecek sağlanması gerekir. Biz orada Harem’in içinde satışı meşru görmeyebiliriz. O takdirde herkes ister istemez oradan çıkacaktır. Ticaret yeri, Mekke sokaklarından ziyade Arafat’ın olduğu yerdir. O da Harem dışında bırakılmıştır. Ama her ne olursa osun Harem’e giren takip edilmemelidir. Ayrıca Harem aylarında oraya gidilen yollarda da kimseye dokunulmamalıdır. İhram elbisesi giyme de budur.

كَانَ آمِنًا (KAvNa EAvMıNan)  “Emin olur. Güven içinde olur.”

Biz bunu bütün Mekke bölgesi için uyguluyoruz. Bir kimse bir cinayet işler de oraya sığınırsa, onu kabul eden ilçe diyet ödeme zorunda değildir. Oysa başka bucaklar böyle firar edeni bucaklarına alırlarsa onun diyetini ödemekle yükümlüdürler. Mekke’ye sığınan ise oradan çıkmadıkça, diyet de ödemezse yine orada kalır, dokunulmaz. Mağdurlar isterlerse dayanışma ortaklığından diyetlerini alırlar, isterlerse oradan dışarı çıkmasını beklerler. Çıktığında kısas talep ederler.

İslâmiyet’te kısas vardır. Ancak kısastan kurtulmak için çeşitli müesseseler geliştirilmiştir. Bunun başında kişinin ilçesini terk etmesidir. Malları müsadere edilir. Bucak sakini olmaktan çıkarılır. Ayrıca diyeti de gittiği yerden istenir. Bu âyette ifade edilen en önemli husus, kim olursa olsun buraya geldiği zaman emin olacaktır. Bu emniyet bereket ve hidayet için gereklidir. İnsanlığa ait icmaların oluşması da bu merkezde sağlanır.

وَلِلَّهِ (VaLılLAHı)  “Ve Allah’ın hakkıdır.”

Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur. “Allah’ın hakkı” demek, topluluğun hakkı demektir. Hukuku âmdır demektir. Usulde bu husus açıkça belirtilmiştir. Mutlak olarak İnsanlıktır. İnsanlığın bir görevi yoktur. Sonra kavimdir; ancak kavmin karşı görevi vardır. Sonra şa’bdır; şa’bın kavme karşı görevi vardır. Sonra kabiledir; kabilenin şa’ba karşı görevi vardır. Sonra aşirettir; aşiretin kabileye karşı görevi vardır.

Nâs kişilerden oluşur, kişinin bunlardan her birine karşı görevleri vardır. Mesela, kavmine karşı askerlik yapmak veya bedel ödemek görevi vardır. Nâsın insanlığa karşı görevi Hac etmektir.

عَلَى النَّاسِ

Nâs üzerine bütün insanların hac etmesi insanlığa karşı görevidir. İslâmî ibadetler yalnız mü’minlere verilmiştir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek hep mü’minlere özel ibadetlerdir. Sadece hac bütün insanların ortak ibadetidir. Orada insanlar birbirlerinden ayrılmazlar. Müşrikler de teker teker gelebilirler. Ancak onların gruplar oluşturup gelmeleri caiz değildir. Buraya gelirken de kavm, şa’b, kabile grupları olarak geleceklerdir. Farklı din mensupları olarak gelmeyeceklerdir. Farklı din mensuplarının ortak ibadet merkezleri olacaktır. Onlar o tarafı kıble yapıp ona göre ibadet edeceklerdir. Dinî gruplar oraları ziyaret edeceklerdir. Buralar dinî merkez değil, ilmî ve ekonomik merkezdir. Sadece mü’minler için dinî merkezdir. İnsan olmak yeterli olup, başka kimliği sorulmaycaktır. Kimliği yoksa mikatta kendisine özel kimlik verilecektir. Hiçbir kavme mensup olmadan da cemaat oluşturmak mümkündür. Bunlar denizlerde ve insanlığa ait yerlerde yaşarlar.

حِجُّ الْبَيْتِ

Hac, gidip gelmedir. Sarkacın gidip gelmesidir. Mekke’ye gidilip gelinecektir. “Tavafu’l-beyti” denmemiş de “Haccu’l-beyti” denmiştir. Herkes Mekke’ye gidecek, Arafat’ta duracaktır. Burada kurulan panayırda bulunacaktır. Ama Kâbe’yi tavaf etmesi de gerekmektedir. Çünkü “beytin haccı” denmektedir. Buradaki beyt Kâbe’dir. İlk bina edilen evdir.

Yukarıda nekire geçmiş, burada marife yapılmıştır. İlk olmakla tanımlanmıştır. Sonra da Bekke’de olan denerek marife hâline getirilmiştir. Buradaki harfi tarif o evi bildirmektedir. Hem ahdi zihni hem ahdi harici olmaktadır. İlkin ahdi zihni iken, sonra ahdi harici hâline getirilmiştir.

مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا (MaN İsTaOAGa EiLaYHı SaBIyLa)

“Kimin oraya gitmeye istitaası yeterse.”

Tavaf taat kelimesinden gelmedir. Olgunlaşmış meyvedir. Elinden tuttuğunuzda kopar. Dalda olacak ama ele gelecektir. “Taat” bu demektir. İstif’al bâbında ise yapmak istediğini yapabilen demektir. Yani, yolu bulabilen demektir. Gücü yetmeyi iki şekilde düşünebiliriz. Biri sıkıntı içinde gücü yetmedir. Biri de rahatlık içinde gücü yetmedir. İstitaa ise rahatlık içinde gücü yetmedir.

Gücü yetene rahatlık içinde hacca gitmek farzdır. Dolayısıyla hac etmek için kendisini zorlamak gerekmez. Bir yıllık giderlerinden fazla olarak, gidebilmeye yeterli malı ve imkânı olanlar hacca gideceklerdir. İki imkân ortaya çıkıyor. Biri bedenî imkândır. Bedenî imkâna sahip olmayanlar girmek zorunda değildirler. Ancak mâlî imkânları varsa yerine birisini göndermekle yükümlüdürler. Diğer taraftan bedenî imkâna sahip olanlar da eğer başkaları tarafından finanse edilirlerse gitmek zorundadırlar. Bunu şöyle istidlâl ediyoruz.

Gaal memn isattaa ileyhi sebile dnemeteyep bedelle ifade edilmesi ile anlıyoruz. Nâsa farz demektir. Topluluğa farz demektir. Bir tür farzı kifaye demektir. Yani, her yıl mutlaka hac yapılacaktır. Topluluklar oraya temsilci göndereceklerdir. Bu farzı ayındır. Bu sene hac yapmayalım deyip karar alamazlar. Ama kişilere ömürlerinde hacca gitmek farzı ayındır. Çünkü vakitle takyid edilmemiştir. Sadece o hac için bir mevakittir denerek ifade edilmiştir. Hac aylarından bahsedilmiştir. İki gün önce, iki gün sonra diyerek aylar belirtilmiştir. Ramazan ayının adı zikredilmiştir. Ramazan bayramından 7 hafta sonra bayram gelmiştir. 7 Hafta 49 gün eder. Hac İhramdan çıkma ellinci gün olmaktadır. Yani, yılın 50 haftası vardır. 10 hafta beşte birine tekabül eder. Bu da humustur (beşte birdir). Başkasını gönderen sonra sağlam olursa kendisi gider. Başkasının parası ile gider. Zengin olanlar, paralarını bir hesapta yatıracaklardır. İleride gideceklerdir. Bu paralar bir yıl bankada karz-ı hasen olarak kalmalıdır. Bununla “faizsiz banka kurulmalıdır. İleride ise kendisi gidebilirse kendisi gider, gidemezse başkası onunla hac yapılmış olur. Hacı olmamış olanlar varken, hacı olanlar bir daha hacca gidemezler. Çünkü bunlar ayrı ayrı farzdır. Bedenen gitmede aciliyet yoktur. Ama mâlen hac hesabına yatırma acilen farzdır. Zengin olan hac parasını karz-ı hasene yatıracak, ne zaman imkânı olursa, işlerde de kolaylık sağlanırsa o zaman gider. Mâli imkânı var ama bedenen müsait değilse, bozulacak işleri varsa yahut cihat içinde ise gitmeyebilir.

Bugün yapılan hacılık kabul olunmaz, çünkü kim girerse emin olmuyor.

Bu hükmün aynı âyette bulunmaktadır.

وَمَنْ كَفَرَ (Vav MaN KaFaRa)  “Kim küfrederse.”

Kim örterse, kim nankörlük yaparsa, kim kendilerine verilen nimeti ortaya koymazsa. Parsı olduğu halde hacılığa gitmezse onu zorlamaya yetkili olan yoktur. Yani, zorla hac yaptırmak veya zorla parasını aldırmak yoktur. Müsait değilim der de hacca gitmezse, ona söyleyeceğimiz bir şey yoktur. Ama, müsait olur ve beyan eder de yine gitmezse, o kimsenin insanlığa ait bucaklarda dolaşmaya hakkı olmaz, onun güvenliği insanlık bucaklarında korunmaz.

Servet sahibi olanların yeryüzünde ve denizlerde istedikleri gibi dolaşabilmeleri için hac giderini kayda yatırması gerekir. Bu miktar bütün insanlar için eşitlenebilir. Bir defaya mahsus olmak üzere zengin olan bu meblağı yatırmalıdır. Demek ki hacca gitmeyen kimse insanlığa ait yerlerde, askere gitmeyen veya bedel ödemeyen kimse ülkeye ait yerlerde, güvenlik nöbetini tutmayan kişi o ilin merkez bucaklarında, bucak koruması nöbetini tutmayan veya bedel vermeyen bucakta güvenliği korur.

فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ Fa EınNa elLAHU YaNıyYun Alalh ganıdır.

Ğanı ğanemden gelen bir kelimedir. Zenginlik dmekdir. Yanı başaksında muhtaç olmamak dmekdir. Alalh ganıdır, insanlık ganıdır. İnsanlık muhtaç değişdir dmekdir. Allah tüm insanlığın yer yüğzndeki güven liği sağlamışdır. Kıta merekzleri ücretli brlikleir oluşduurlar veonunla ülkelre dışınd akalanyerlerin gücvenliğni sağlaralr. Denzle rdahil her yerde güvenlik birlikleir oluşur. Orda  ortaya çıkan eşkıyaları onlar yok eerr. Her yer güvenlik içimd etuutlur.

Yargı kararları ile eşkıyalar yok edilir.

عَنْ الْعَالَمِينَ  GaNı eLGALaMIyNa

Alemelrden kuurluşlardan ganıdır. Yanı kavm, şab ve kabillerden ganıdır. Yanı insanlığa ait güvenliği bu birliklerden aldığı güçlerle değil kendi gücüyle asğşayacakdır Develtler ceb he savaşları yapacak askeri güçlere sahindir. Oysa insanlığın böyle askeri gücü yoktur. Jandarma gücü vardır. O da he r bölgede ayrıdr. Orda sakerler yokdur. Oranın güvenliğini teekffül eden paarlı birlikler vardır. Hacca gidenelrin kurbanları bunlara gelir olacakdır. Bazı işle rvardır ki bunu insanlık teekffül eder. Elektrik şebekeleri  yollar, Sialh tivcarerti insanlığa ait işlerdir. İlaç snayıı da böyle oacakdır. buradan eld edilen gelirle bu güc finas ede4dilri. Ülke, il, bucakdanb  buralara pay verilemz. Sadece alt yapı için pay ayrılır.

قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ  : QuL YAv EaHLa eLKıTABı

Ey kitabehli söyle denmeketdir: Bu surede Daha önce kitap ehline söyle bir kelimede birleşelim davetinde bulunmuşdu.  Soınra bir takım olayları anlattıkdan hac toıplanmaya dave tetilkdien sonra tekrar Qulu tekrar etti biz ene söylememiz gerekdiğni ifade temektedir Davet eicabet yemiyorlar. Neden diye sorarak daveti tekit etmekdedir Bunu kim söyşlecek büütn müminle rher karşılaşdığı kimsye söyleyeceh. Mekke imaı da büütn insanlığa ortak olarak hitap etmeketdri. Onarlı bir kelimede birşleşmeye çağıracak ve onları Mekeeu dave tedecedkir. Adil dzüen Türklyed eıktıfdar olunca İslam aşemimne teklişf edeceği Mekkenin müstakıl bölge haine getİrlmesi oacakdır. Orda unibersitimiz kıracağız. Oranın güvenliğin temine deceğiz, ondan sonra da büütn insamnalrı çağıracağız ve bu ayetelri söyleeyecğiz.

لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ (LıMa TaKFuRUvNa Bı EAyYATı elLAHı)

Alalhın Ayetlerini niçin yekfir ediyorsuz

Buarad Ayetelr marufdur. Burada işaret edilen aölalhın ayetelri neelrdir. Tevratta ve İncilde olan Mıahmmed ve Kıuarandan bahseden ayetelrdir. Tevrat büütn olayları çok iiy anlatmakatdır. Tevrat her şeyi Tevratatn başlatmaktadır. İbrahımın  Katuradan oluşan çocukalrı doğuya gidiyor. İbrahime Allah vaat edşyor. Sana o kadar ümmet evreceğim diyorki kum tanesi kadat olacak Nil ile Fırat ve Dicle arsı senin nslinin oacak. İsmailden bahsediyor, İshaldan ve yakıubdan bahsediyor. Sonra da Gelecek peygamberden bahsediyor. Bu uygarlık Nuhdan başlıyor, evrimelrş geçirerek bugünki duruma geliyor. Eskiden Nuh olayları efsane diye kabulediliyordu. Şimdi ise Mezopotomyadan ilk ve tek uygarlık diyor hereks. Yanı İlk uygarlık Mepoğpotamayda doğdu vebüütn diğer uyfarlıklar 5000 sen içinde Mezopotamyadamn yayıldı. Biliniyor. Bakıldoıüğı zman her şey palnlıu ve her şey birbrini tamalıyan bir şeklde. İşte bunarlın hepsi Allahın ayetelrşdir. Yahudielkr Mesihi bekliyorlar, oysa o emsijh geldi Hazreti İsadr. Hiristiyanlar Mesihi bekliyorlar, oysa o Mesih geldi, Muhammeddir. Onalr peygemeber geeleck diypordu. Kuran sie hayır btti dedi. 1400  yıldır kimse gelemdi. Bugünki poztivzim içinde artık gelse de yanı yalandan geles ede kimse ınamıyacakdır. Kuran poztivizmin geleceğini nerden bilecekdi. Bunakr hep Alalhın ayetelridir. Ehli kitapa rtıl bunları çok iiy bilmetedir.  Ama buna rağmen küfretmektedir. İşte ehli kitapdan isediğimiz kendi arhibleirni bırakıp bzim rahibleimz egelmelerini istemiyoruz. Tam tersine onalr kendi dinerlinde kalsınlar. Sadece Kuaranı atsdıl etsinler. Bu onlaarz rar vermz. Aksine bakınız bizim diniöizin doğru olduğunu Kuran da onaylıyoır diyebilirler. İslamişyteri de hristiyan mezhebelrden briis oaark syablirleir.

وَاللَّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا تَعْمَلُونَ V aelLAHu ŞaHIyDun GaLAy MAv TaGMaLUvNa

Alah her amel ettikleşnize şahttir.

Yanı Allah bunların yapdıklarını görmekde ve bilmekdedir. Bildikelrini de ortaya çıkarmkatadır. Zaman ilerledikçe Ayetler dha da belirgin ahle gelecek, ilim bunların yapdıklaraı gişzlemelkrş ortaya çıkaracaklardır. Şimdi adil dzüencileri konuşdurmuyorlar. Gerçekelr ortaya çıkacak diye, silamiyeti cahillere savunduryorlar.  Ğröfesözrelrin karşıısna ilkokul mezunları çıkarıyorlar, Obalara bilke cevap veremiyorlar. İslamşyet msüğbet ilimlere dyanılarak savunulabilir. Müsbe timli bişlmeyen  din admalarına savuduryprlar. İslamşyeti bilmeyen batı aydınları konuyşduruyporlar. Bu böyle gdiecek sanıyorlar. Oysa Allah bunbların yapdıklarını bilmektedri, birdrecehedir. Şejadet etme demek bilmne ve bildirmedir. Bildirecekdir demekdir. Şehidün kelimesinin nekire olamsı bu bildirmenin bu dünyada veinsanlık tarafından yapıulacağıunı ifade eder.

قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ  QuL YAv EaHLa eLKıTABı Ey kitab ehli diye kavlet.

Harfı tarıf getirmeden qul ile tekit emidşir. Çünkü burada anlatılan yukarıd anlatılanın açıklamasıdır. Aynı ehil kitaba hitap etöektedir. Gerçekleri gizleömeye çalışan ehli kştaba hitap etmektedir.   

لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِLıMa TaÖudDUvNa

Niçin Allahın Yolundan sad ediyorsunuz.

Sad Şiddet kelimesi ile sed kelimesine akrabadır. Sed suyun geçmemsi için yapılan engelelrdir Saddestmek sddin dışına atmak anlamındadır. Lazim vemutaaddı olabilir. Başlasını seddin dışına atmak demekdir Yoldan çıkafrmal dmekdir. Sibil ağ şkelidmedi yoldur. Çeriat senildir. Birbirine bağlı yolardır. Sbilin dışına çıkarmak onu tecrit etme demdkişr. Atmak dmekdir. Alalh kelimesi toluluk oarak anlaşıldığı zaman topluluğun dışına çıkarmak dışlamak dmelkdir. Müminlere hep böyşle uygulama yapmakdadırlar. Bakarsınız siz müminsiniz diye sizi devre dışı bırakırlar, başbakan osanız bile sizi dışlaralr.

مَنْ آمَنَ MaN EAvMaNa  iman edeb kikseyi

İman eden kimseyi neden seddin dışına atıyorsunuz Topluluğun dışına çıkarıyorsunuz. YTalnzı bırakmakj sitiyorsunuz. Avrupa Birliği bunun açık örmeğidir. Kırk snedir, avrupa birliğine alaacğız diye oyalıyorlar. Müslümnan ülkedir diye aralaroınd almıyorlar Byrad Man kulanılmışdır. Kİşl nekirdri ma iman marifedir. Umumilik yoktur. Sadece o husuda iman edeni dmekdşr.  Müslüman hep birlik isterler, onalr ise hep ayrılma peşindedirler. Bu gün dünya birleşmiş Müslümanların aleyhinde karalar almakatdırlar.  Hiristiyan olmayanlar bile müslümanlarakarşılar. Tarşihd ehep böyle olmıuşdıur. Lozanda Yahudiler onlarla bir olmuşlardır.

تَبْغُونَهَا عِوَجًا TaBĞUvNaHAn GıVaCa Orda uıveç arıyprsunuz.

Sebil ağ yolar olduğu için müzekekr de müenens de olabilir  Yold aıveç arıyorsunuz. Ek amddelr ilavediyorlar. Eğrilip büküyorlar. Develt dairsinde gdersiniz bir işi yapmak sitemezlerse bu eksik derler,  onu yaparsımız bir dha eksik çıkarıular. İşte bu sebilkde yanı kurlad aıveç aramdır. Olman şeyelri behane yapmakdır. Kopenhak kreteri diyorlar şimdi Kıbrısı dayıyorlar.  

وَأَنْتُمْ شُهَدَاءُ Va EaNTuM ŞuHaDAEu siz şahtelr iken

Buradaki vav vavı haliyedir. Onun doğru hükümleri ortda iken onlar mümini yoldan çıkarmak için ond birtakım eğrilikler arıyporlar. IMF Türkşeyey geliyor o aslınd aTrükşyeyei yıkmak amcını göstemeketdir. Bir melekette işsizilik varsa piyasaya sğreceğiniz para enfalsiyonyapmaz, aksine düşürür  Mal imal edilmeye başlar vdesirkulasiyon nedenşyle faşitlar yerşdne kalır. İşsizlik varken eeğr paaryı çöekerseniz işsizlik artar kriz olur veülke anarşıya gider. İşta 1997 den sonra bu sistemid yattılar. Bu onarlın bilmdiği formül değildi. Bildikleir formüldü. Ama bile bile bunu yapdırdılar. Böyle niye yapıyporsunuz yapmayın dmektedir.    

وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ V aMav elLAHU Bı ĞAvFıLıN GamMAv TaGMaLUvNa

Alah yadıklarınızdan gafuld eğidir.  Bu yapdıkalrınzı bilmektedir. Tedbirni almakatdır. Muvafafk olamıyacaksınız. Benim yaşatmaay karara verdiğimi siz ortadan kaldıramzsınız.

Geröekden de öyle odu 28 şubatatn sonra ne oldu. Batının ekonomik formülleri içinde doğru olan bu hesab Türkşyede yürmedi. Çünkü halk ekonomis bardı. Halk bus efer kendi parsını kensdids kesdi ve işletöeye başaldı. Böylece sıkıntı yaşadı ama dha sağlam bir ekonomi ile dvereye girmeketdir. Öyle bri durum olmaktadır ki Türkiye yıkıls ağabeyle kendi ekonomisni yürtmeye Tüğrk halkıd van edecedkşr. Alah onların yapdıkalrından gafil deildi. Onlar karşı halka yapdığı ilhamla tedbiri almışldır. Adild züen halka böyşle durmlarda da varlıklarınıs ğrdğrebşilmelriş için ne gerekişyrpsa onu öğretömeketdir.           

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا  YAv EayYuHa elLaÜIyNa EavMaNUv Ey İman etmiş olan kimsler.

Ey dayanışma ortaklıkları kuurp bir başkan etrafınd ağabeyrleşmiş olan kimsler. Dayanışma ortaklığı aslında aşiret içind ekuırulur. Kadınlar temizlik, erkekler bekleme nöbetleri tutarlar. Nöbetleri zmanında ortaya çıkan zralar nöbe tutanların akıleleri tarafından tazmın olunur. İslamiyetin en önemli müessesi dayanışma ortaklığıdır. Akıledir, velayettir. Bugünki sigortadır. Bu sigortanın  bıu günki sigortadan farkı vardır. Bu sişgorta askerlik yapan veya bedel veren herkes için söz konsudur. Zekatı önden her mal içindir. Yanı kamu benim malımı ve canımı korumakatdır. İşte koruyanlara  mümin denir. Kadınlar da temizlik nönetlerine iştirak ederelr. Bunların  kemdi seçtikleri velileri tazmıneder.  Aralarında bölüşerek öderelrr. Maddi imkanı olmayanlar çalışarak öderelr.  Ehli kitap Müslimlerdir. Onalar bedel öderelr. Bu nöbet ve bedel tutma, ocakda, bucakda, ilde ve uülkede uygulanır. İnsanlıkda nöbet tutma yokdur İnsanlığın güvenini dvelt sağlamakatdır. Ehli kitaba Kul ile hitabetti, Muminlere ise doğrydan hitap etmişdir. Yukarıdaki kuş emrinin de sadece naşkanlar değil he rmimine verilen bir görev olduğu otrtaya çımkatadır.  Polisin uyarma emri gibi müminler askerlik yapanlar çeverdeki insnalar tebliğ yapma ve uyrama ile görevldireler. Yerinden yönetim ilkesini esas aldığımız için başkalarının ocakü bucak, il ve ülkelrine girip hitap etme görevimzi zorunluluğuuz yokdur Semtelrde, ilçelerde, bölgelrde ve kıta merkezlerinde buluşduğıumuzda onlara bunları söyleyebliriz.

إِنْ تُطِيعُوا EıN TuOIyGUv İtaat edecek oursanız.

Burada bize ikinci bir görev verilmketedir. O da onların da szöleirni dinlemketir. Onlar da bzie tavsiyeelrde bulunurlar. Ama itaat etmemiz gerekir. Kartşılıklı olarak bizim de onlaafrı zorlammaız gerekir. Karşılık tebliğ v etavsiyeelr var zorlama yaoktur. Bu husdaki karar müğminleirmn değil hakemelrimndir. Kurandaki büütn ifadeleri birlikde düşünmek ve anlamkla yükümlüyüz.

فَرِيقًا FaRIyQan oınlardan bir fırkaya itaate decek olyrsanız.

Onların hepisinin dalalette olamdığını onların  içinde iti kimnslerin bulunduğunu onlarda da ittifak varsa hak yolda oldukları oırtaya çımalktadır. Bunun için ferikan denmektedir. Nekire getirildiğne göre onları yırıp da şunlar iydir, şunlar kötüdür dme de doğru değildir dmekdir. Onlar fırka olmuşlarsa bizim onlara itaat etme görevimzi yokdır.

مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَMıNa elLaÜIyNa EUvTUv elKiTABa Kendielirne kitap verilenelre

Kendileirne kiştap verilenler, bunlar Alalhın kelamıdır diyen kimslerdir. Laikler, biz kendi sözleşmeizi kendiniz yağparız, nizim  peygamberlerden öğrneceğimiz bir şey yokdur diyenler onlar kştap ehlidir. Bizim onalrla bir dayanışmamız olmayacakdır. Ama kendielrine kiatp verildiğni idida edip kşitapları ile ortaya çıkan kimselerle is ediyalogumuz olacakdır. Onlafrla dyanışma içöine girebliriz.  Onların kitapları uydurma midir, yoksa tahrif edilmişlmdiir. O kitaplkarı tetkı ettiğimiz zman anlamış oluurz. Genel oarak ya tevrata ya da incile benzerelr. Onalr gibi tahrif edişlmiş olabilir. Ama bu kştapları okuudğumuz da bunların ilahi kitap oldukları kolaycaanlaşılmkatdır. Çünkü içinde bir çok Kurana uygun ifadeelr vardır. Doğu dinlerini böyle alıp tekık etmemiz ve bunların ilahi kaynaklı oup oladığımzı ortaya koyup onalrla onagöre ilişki kurmaız gerekmeketdir. Laikleri de dinleirz ama onlar Alalh ve Ahirete ınamadıkları için onların nesine güveneceğiz.  Onalrfla da ilikliler kuracağız. Barışiçinde yaşıyacağız. O halde şimdi bir hüküm ortaya çıkmşdır.  Ateistler de kendi develtlerini kurabilirler, kendi illeirni kurabilirler, kendi bucaklarını kurabilşrler, kendi ocakalrını kurablirler. İnsanlık içinde, ülekmiz içinde, ilimiz içinde, bucağımzı içinde yaşıyabilerler. Müslüm olabilirelr. Amaarmızda dayanıuşma ortaklığı kuurp bizm yöneitmimiz ekaytılabilirler. Kendileirnme kitap verielnelr ise katılablirler. Osmanlıların zimmi dedikelri kimselrin mümin olabilmelri askerliğe alınabilmeleri için keitap verilenelrden olamk yeterldir. Ateistler ise askerliğe alınıp onlara bizm yönetimimzde siyasi haklar tanınamaz.

يَرُدُّوكُمْ YaRudDUvKuM . Sziiz redd ederelr.

Çevirielr.  Döndürüler. RaDa bozulmış yıpranmuş şey demkdir. Reddetmek kötüye çevirmedir. Türkçede kullanlan irtica kelimesi karşılığııdr. İrtica hakka dönmekdir. Yanlış yoldan geriye dönmekdir. Tüm gerisin geriye dönme değil de bir konud agerisn geriye dönmedir. Tevbe ise her halıyla  yanlışı bırakmadır.Inkılap ise yeniye girmedir. İiy yeniye girmedir. Fıkıhd airtidat dnemektedir. Sizi dha ileir halden gerisin geriye çen

İrrelr denmeketdir. Onlar Kuarn sevieysine ulaşamadıkalrı için müminleirn de onlar gibi olmalarını isteyevceekledir.

بَعْدَ إِيمَانِكُمْ  BaGDa IyMANıKuM imanınızın badinde

Dayanışma ortaklığına girdikden sonra, müminlikdem miüslimliğe çevrimek siterler. Szizn elinzden gücü almak siterelr. Şimdi AB liğinin Tğürklye için sitediği budur. Siz ordunuzu tasfıye edin gelin Avrupa Birliğne dahilolun, biz avrupa ordusunu kuracağız, ama siz orada olmayın.  Bizi mümin olmakdan vaz geçöirmek siştemektedir. Türk Milleti İstiklal svaşını yapmuş, ordusunu kurmıştur. Develt olmıuşdur. Nasıl bir kişi intihar edmezse bir dvelkt de develtlikden vazgeçemez. Avrupa Birliği de bunun için tutmayan bir şeydir. Develti kavım kurar bir kıta halkı kurmaz veya bir dini cemaat kurmaz.  Biz avrupadaki debletlerle dyanıuşmaiçine girebliriz. Onalr da dayanışma içine gireblirler. Ama Avfrupa tek dvelt olamaz. Çin de tek dvelt olamaz. Bu sbepledir ki yanlış yoldlar. Avrupa Birliğinin başarılı olabilmesi için Adil Düzene göre insanlık anaysasını benimsmelri gerekri. ABD de yanlış yoldaıudr.Dünyaya hükmetmek istiyor. Oysa birkaç dvelt halşne gelip Kuazay Ameriak topluluğunu oluşdurmalı veinsanlıkkiçind eşerefli yerini almaldır

كَافِرِينَ (KAvFıRIyNa)  “Kâfir olarak reddederler.”

Kâfir” örten veya nankör olan demektir. Allah iman nimetini verdikden sonda ondan avzgeçmek nankörlülkdür. İdman dmek başkalrın ın gğvenliğini sağlama dmekdeir.Türk milleit asırlardır insanlığın güvenliğin ehizmet etmiş, laik yönetimini yer yüzne tanıtmış,d in ve vicdan hürriyetin sağlamış, kendi ülkesini saldırılaradan korumuş, şimdi svaşmadan teslime çalışıyor. Adil dzüencilkerin ellerini çabulk tırmaları ve 2004 de müzakereye başlasalar bile müzakere vaktı sona ermeden iktdar gelmeldirelr.  Sonra istikla scaşı yapomamzı çok zor oplacakdoır. Mustafa kemalin dediiğ gibe gafler ve delette oalnlar, hatat hşyanet içinde bulunalar, müstevlileirn siyasi emelelri ile menfaatlerini tevhid etrmekte ve tershabeelri düşnanlaar teslim etmekde, orduları dağıtmakda hazırlık içindedirler. İmandan sonra irtidat cumuriyet dönemind eolmaömışdır. Asıl irtidat şimdi olmaktadır. Biz Avrupalılarla Amerikalılarla, Ruslarla, Çinlilerle , Hintlilerle çok iyi geçinmemiz gerekri.Ama onalfrın battığı bataklığa batmamıuz gerekmez, o bataklıkdan çıkarmamıuz gerekir.

 

 


ÂLİ İMRAN SURESİ TEFSİRİ(3.sure)
1-ALİİMRAN 1-9/ 220İLA274 SEMNER-02.08.2003İLA17.10.2004 ARASI
2241 Okunma
2-ALİİMRAN 10-15
2264 Okunma
3-ALİİMRAN 16-22
2408 Okunma
4-ALİİMRAN 23-29
2916 Okunma
5-ALİİMRAN 30-37
3596 Okunma
6-ALİİMRAN 38-46
2602 Okunma
7-ALİİMRAN 47-54
2164 Okunma
8-ALİİMRAN 55-63
2045 Okunma
9-ALİİMRAN 64-71
2346 Okunma
10-ALİİMRAN 72-77
1922 Okunma
11-ALİİMRAN 78-83
2433 Okunma
12-ALİİMRAN 84-91
2402 Okunma
13-ALİİMRAN 92-100
3352 Okunma
14-ALİİMRAN 101-112
2400 Okunma
15-ALİİMRAN 113-118
2755 Okunma
16-ALİİMRAN 119-125
2054 Okunma
17-ALİMRAN 126-133
2222 Okunma
18-ALİİMRAN 134-141
3355 Okunma
19-ALİİMRAN 142-148
2995 Okunma
20-ALİİMRAN 149-155
2306 Okunma
21-ALİİMRAN 156-163
2620 Okunma
22-ALİİMRAN 164-168
2835 Okunma
23-ALİİMRAN 169-174
2934 Okunma
24-ALİİMRAN 175-180
2508 Okunma
25-ALİİMRAN 181-186
2432 Okunma
26-ALİİMRAN 187-194
3740 Okunma
27-ALİİMRAN 195-200
2579 Okunma

© 2024 - Akevler