ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XI
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ(38)
فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنْ اللَّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنْ الصَّالِحِينَ(39) قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِي الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ(40) قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ إِلَّا رَمْزًا وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ(41)
هُنَالِكَ (HuNAvLıKe) “Burada”
Zekeriyya (a.s.) Hazreti Meryem’in yanında rızık buluyor, “Bu nereden?” diye soruyor. O da “Allah’tan” diye cevap veriyor. İşte orada o zaman Zekeriyya (a.s.)’ın aklına kendi durumu geliyor. Yaşlanıyor ve kendi yaptıklarını sürdürecek kimsesi kalmıyor. Orada dua ediyor.
Kur’an neden “Hunalike/Burada” deme durumunda olmuştur? Çünkü Hz. Zekeriyya aynı zamanda mabedin başkanıdır. Mabette Hz. Meryem’in yetişmesi gibi güzel olaylar oluyor. Seviniyor ve benden sonra ne olacak diye düşünmeye başlıyor. Onun için burada dua ediyor.
Kur’an’da çeşitli mülkiyet çeşitleri vardır: Yararlanma mülkiyeti, işletme mülkiyeti, temettü mülkiyeti ve kıyam mülkiyeti. Yararlanma mülkiyeti miras yoluyla intikal eder, tecezzi eder, dağılıp gider. Kıyam mülkiyeti ise vasiyet yoluyla intikal eder, mirasçılar arasında bölüşülmez. Vakıf işletmeciliği de böyledir. Vasiyet yoluyla intikal eder. Kur’an başkanlık gibi tek olan yerlerde vasiyet yoluyla intikali kaldırmıştır.
Ama parti gibi çoklu sistemlerde ise halkın seçmesi yerine vasiyet yoluyla intikali uygun görmüştür. Beğenmeyenler başka partilere geçerler, kendileri yeni parti kurarlar; ama kurulmuş bir partinin başkanı değişmediği gibi yerine geçen kimse vasiyet yoluyla atanır ve kendi varisini ataması da doğrudur.
دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ (DaGAv ZaKaRıyYAv RabBaHUv) “Zekeriyya Rabbine dua etti:”
“Rabbine dua etti.” deniyor. “Rab” kelimesi bu âyetlerde çok tekerrür ediyor. İnsan eğitilerek yetiştiriliyor. İnsan, canlılar arasında çocukluk yaşını en çok yaşayan bir varlıktır. İnsan eksik yaratılmıştır. Bu eksikliği eğitimle gidermektedir. Böylece evrim meydana gelmektedir. Yani, insanlar her zaman daha gelişmiş hayata intibak etmektedir. Bundan dolayıdır ki Hz. Meryem’in annesi için de, Hz. Zekeriyya için de “Rabbine dua etti.” deniyor. Eğitimin sürdürülmesi için aileye ihtiyaç vardır. Her şey okulda öğrenilemiyor. Ocak dediğimiz bir olay vardır. Baba mesleği budur. Genel kültür vardır. Bu ilimdir. Bunu herkes öğrenecek ve insanlar arasında soya bağlı olmayan dereceler oluşturacaktır.
Ümmî, kari’, âmil, ehl-i zikr, fakîh ve râsih (Türkçesi: başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün) ehliyetler genel eğitim ile elde edilir. Herkes tarafından ana babasına bağlı olmadan kazanılır. Topluluk içinde sınıflama bunlarla olur. Meslek ise ihtisas işidir. Genel eğitimden ziyade usta-çırak eğitimi olmaktadır. Burada aile önemli rol oynar. Tabi ki mesleği değiştirme her zaman mümkündür. Ama vasiyet yoluyla varislerinden birine intikal etmesi de uygun bir yoldur.
قَالَ رَبِّ (QavLa RabBı) “Rabbim, dedi.”
“Rabbim!” diye dua etti. “Rab” kelimesine ne derece vurgu yapıldığı görülmektedir.
İlmin tahsili kolaydır. İnsan kitaplardan kendi kendisine de tahsil eder. Ama meslek uzun uğraşı ve mümarese istemektedir. Usta-çırak ilişkisine gerek vardır. Ustalar meslek öğretirlerken aynı zamanda kendilerine rakip yetiştirmektedirler. Bu meslek öğretme oğluna olursa bu rekabet psikolojisinden de kurtulmuş olurlar. Bu sebepledir ki eğer bir ilçede bir kimse doktorluk yapıyorsa, oğlu da doktor olarak yetişmişse, onun kadrosunu sürdürme hakkı başlangıçta oğlunun hakkı olur. Halk da aileye alışmış olur.
هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ (HaB LIy MıN LaDuNKa) “Ledunundan bana hibe et.”
“Kendinden bana hibe et, bana bağışla.” diye dua etmektedir. Burada oğul verme ‘hibe’ kelimesi ile ifade edilmiştir. Hibe, karşılıksız verilen şeydir. Heybe, Türkçede bildiğimiz heybedir. Hibe etmek demek, heybeye koymak demektir. Birbirlerine giderken heybeye bazı şeyler koyar, gittikleri yerlere onu götürüp verirlerdi. Onlar da heybeleri boş çevirmezlerdi. İlk insanlarda mübadele böyle olurdu. Kiminde mesela fasulye çoktur, onu götürüp karşı tarafa verirlerdi; karşı tarafta da armut çok ise onlar da onu koyarlardı.
Buradaki değiştirme ölçülü değildir. Hangi tarafın ne kadar imkanı varsa o kadar yapardı. Buna “hibeleşme” denmektedir. “Hediye” kelimesi de buna yakın manâ taşır. Hibede karşılık beklenmez. Hediyede genellikle karşılık beklenir.
Zekeriyya aleyhisselâm Rabbinden hibe istiyor. Her şey Allah’ın ledunundandır. Burada tahsisen ledunundan deyince ne denmek istiyor? Allah insanlara kurallar içinde nimet verir. Bu da Allah’tandır. O kuralları koyan O’dur. Bir de kurallar dışında özel lütuflarda bulunur, buna ledunundan denmiş olur. Yaşlı kimsenin çocuk doğurması olağan bir şey değildir. Onun için Allah’ın ledunundandır. Evlenerek çocuk olmasını isteyebilir. Ama yaşlı kimseye de kimse varmaz, dolayısıyla o da ledunundan olmuş olur.
ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً (ÜurRiYaTan OayYıBaTen) “Tayyib bir zürriyet”
“Zerre” toz demektir. “Zerv” ise çekirdek demektir, atom demektir, tohum demektir.
İnsanın kendi soyundan gelenlere “zürriyet” denmektedir. Zekeriyya aleyhisselâm kendi soyundan ocağını sürdürecek birini istemektedir. Buna dua etmektedir.
“Tayyib” ise sağlığa uygun, temiz ve yarayışlı demektir. Ağzınıza aldığınız zaman acı olmayan bozulmamış şeyler tayyibdir. “Hoş” diye tercüme edebiliriz. İnsan vücuduna yarayan ve sindirilebilen şey tayyibdir. İnsan için tayyib demek toplulukta yarayışlı olan demektir.
Bir kasaba düşünelim, orada herkes birbirini tanır. Herkes işbölümü içinde yerini alır. Biri aradan çıksa onun eksikliği hissedilir. Çünkü herkes ona göre işini ayarlamıştır. Ölümü topluluğu sarsar. Onun görevini yüklenecek kişinin yerine oturması zaman alır. İşte böylece topluluğa uyum sağlamış kişi tayyib olur.
Zekeiyya aleyhisselâm bunu dua ediyor.
Bunun önemi şuradadır ki, bir kimse topluluğun bir parçası olur; hem kendisi yararlanır, hem de çevresini yararlandırmış olur. Topluluk içinde bir makine parçası gibi çalışmaya başlar. Kendisi öldüğü zaman da kendi görevini yapacak kimseyi bırakırsa işte bu sarsıntı meydana gelmez. İşte Zekeriyya Peygamber buna dua etmektedir. Allah da bize bunu öğretmektedir. Siz böyle yapın demektedir.
إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ “Duayı sem’ edensin.”
Yani, ben başkasına dua etsem o duymaz, ancak sen duyarsın denmiş oluyor.
Duayı duymak elbette onun kabul edilmesi anlamına gelmez. Zekeriyya aleyhisselâm dua ediyor, ama kabulünü Rabbine bırakıyor. “Rabbim, hayırlısı ise yap.” gibi bir duada bulunuyor. Çünkü Zekeriyya (a.s.) bu temenniyi de Allah’ın halifesi olarak yapmış oluyor. Yaptığımız çalışmaların bizden sonra ne olacağını düşünmenin de Allah’ın emirlerinden olduğu anlaşılıyor.
“Adil Düzen çalışmalarında durum bizden sonra ne olacaktır?” sorusu çok önemlidir.
Bu sorunu çözmemiz gerekmektedir. Bunun için Rabbimize dua etme durumundayız.
Zekeriyya Peygamberin duasından anlıyoruz ki, bu hususta zürriyeti de işe karıştırmamız gerekmektedir. Hareket Partililer Alpaslan Türkeş’in oğlunu seçmediler, bir askeri de seçmediler. Bunun anlamı, bu partinin önü kapalıdır. Çünkü yerine gelenler ya asker olarak ona vâris olmalıydılar, ya da zürriyet olarak ona vâris olmalıydılar ki onu yaşatmak için canla başla çalışmalıydılar. CHP denemeleri de aynı sonuçlara gitmiştir. Yarın Saadet Partisi için de aynı şey sözkonusudur. Koç ve Sabancı aile şirketi olarak gittikçe gelişmektedirler.
Biz “Adil Düzenciler” de eserimizi çocuklarımıza emanet etmeliyiz. Bunun için siteleşmek zorundayız. Siteleştiğimiz zaman torunlarımız birbirleriyle evlenirler. Bunlar arasından atalarının mirasına sahip çıkanlar olur. Elbette ki siteleştiğimizde hepsi orada kalmayacaktır. Ama kalanlar bize yetecektir. Siteleşemezsek, bizim bırakacağımız mirası ayrı ayrı sürdürme imkânı olmaz. Zekeriyya aleyhisselâmın sitesi vardı. Onun işi daha kolaydı. Biz ise Hazreti Muhammed aleyhisselâm gibi kendi sitemizi kendimiz kurmak zorundayız.
فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ (Fa NavDaTHu elMeLAvİKaTu) “Melekler nida etti.”
“Fa” harfi burada hemen orada anlamında değil de; bunun üzerinde, bu sebeple demektir. Bu, o namaz kılıyordu, mihrabda namaz kılıyordu sözü ile anlaşılıyor.
“Nâdet” ses demektir, nida demektir. “Nedve” toplanma yeri anlamındadır. Çardakların kurulduğu yere açık veya kapalı bir yer ayrılır. Halk orada toplanır. Oradan ezan gibi nida olunur. Çağrılır. Dua, yakından sözle yapılır. Nida ise uzaktan sesle yapılır. Demek ki Hz. Zekeriyya’ya bir ses geldi, sesi işitti. Hem de bunu “melekler” yaptı.
“Melek” mülk kelimesinden oluşmuştur. Bilerek, güç demektir. Rabbin işlerini yapan işçilere “melek” denir. Allah Kâinat’ı onlarla tedvir eder. Canlılar âlemini düşünelim. Sayılamayacak kadar çok tek hücreli varlıklar her yerde faaliyet göstererek dünyadaki canlılık dengesini ayakta tutuyorlar. Bedenimizde de hücreler ve kromozomlar böyle faaliyet göstermektedirler. Bundan yüz yıl önce bunlardan haberimiz yoktu. Şimdi bunları biliyoruz. Kâinat’ta da görmediğimiz varlıklar vardır. Bunlar melek, cin ve ruhlardır. Bunlar bâtın âlemde yani görünmez âlemde varlar. Ama gerektiğinde bize seslenebilmektedirler. Peygamberlerde bu sesleri duyacak melekeler vardı. Beyinde bunun programı vardı. Belki de bizim beynimizde de böyle bir program vardır. Ancak sıkıştırılmış durumda olduğu için biz meleklerle görüşemiyoruz. Ama peygamberlik gelen kimselerde bu program faal hâle getiriliyordu ve onlar meleklerle konuşabiliyordu.
Kur’an’dan sonra böyle konuşmaların olup olmadığını bilmiyorum. Daha çok araştırma yapılması gerekmektedir. Bir de ‘melek nida etti’ denmiyor da, “melekler nida etti” deniyor. Allah meleklere görev verirken genellikle birkaç meleği birlikte göndermektedir. Bazen de ruhu arkadaş etmektedir. Burada da Zekeriyya aleyhisselâma bir melek değil de melekler hitap etmiştir. Belki de insana ulaşma ekip çalışmasını gerektirmektedir.
Bu da gösteriyor ki bâtın âlemde de sebep-sonuç ilişkisi ve ortak faaliyetler mevcuttur. Bugünkü sanal sayılar da bize bunu göstermektedir. Gerçek sayılarla olan işlemlerin hemen hepsinin benzerini onlarda da yapabiliyoruz. İki sanal sayının çarpımı gerçek sayı olmakta, negatif sayı olmakta, onların çarpımı da pozitif sayı olmaktadır. Meleklerin ekip hâlinde çalışma mecburiyetleri bunun için gerekli olabilir.
وَهُوَ قَائِمٌ (Va HuVa QAvEıMun) “O kaim idi. O ayakta idi.”
“O kaim idi. O ayakta idi.” Geceleri ayakta olmak demek, uyanık olmak demektir. Gündüz ayakta olmak demek, ayakta durmak demektir. Kur’an’da ise ayakta olmak demek, namaz kılarken demektir.
Burada namaz kılarken ayakta idi. Namaz kılarken ayakta, rükuda, secdede ve kadede oluyoruz.
Her durumda beynin çalışması farklıdır. İnsan kulağı en çok ayakta iken vermektedir. Namazda insan çevreyle ilgisini keser, kendisini Allah’ın kelâmına verir. Kulak verir, duyar, mukabilinde söyler. Namaz insanı Allah’a en çok yaklaştıran bir hal olmaktadır. Bilhassa cemaatle namaz kılarken bir araya gelen insanlar beyinlerini Rablerine ayarlarlar. Karşılıklı etkilerle ona yönelmiş olurlar.
Kendi başına iken de inzivaya çekilip baş başa kalınca Rabbe daha çok yaklaşmış bir hal almaktadır. Ayakta Rabbe kulak vermek istiharelerde daha uygun olur demektir. İstihare ne demektir? Bir konuda tefekküre dalıp içine doğacak fikirleri beklemektir. Ne yapacağını beyinde çözmektir.
يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ (YuSalLı Fıy eL MıhraBı) “Mihrabda salât ediyordu.”
“Sılıy” Arapların güneşte eti pişirmek için koydukları kayanın adıdır. Ateşte pişirmek de sılıydır.
Namaz insanı pişirmekte, ham olan insanı olgunlaştırmaktadır. Yorga ata da “savla” denmektedir.
Eğitilmeden önce ata binilemez. Ama eğitilmeden önce at hem koşmayı hem de uyumu öğrenir. Namazda da insan eğitilir, hem kendisi ahlâklı ve huzurlu insan olur, hem de insan topluluğa uyan bir kimse olur. Birlikte rüku ve sücut hareketleri ederiz. İnsan tüm hayat boyunca evrim içindedir. Bugünü dünden ileridir. Bunu namaz sayesinde sağlamaktadır. Her namaz kıldığında bir adım daha ileriye atmaktadır.
أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ (EınNA elLAHa YuBaşŞiRuKa)
“Allah seni tebşir etmektedir. Sevindirmektedir.”
“Buşr” tüyleri yolunmuş et rengindeki deridir. Parlatılmış deridir. İnsan sevindiğinde yüzünde bir parlaklık meydana gelir. Sevinme bununla ifade edilmektedir. İnsanlara iyi haber verdiğimizde, ona duyduğu sevinci ifade etmek “tebşir etme” ile belirtilir. Tüysüz olan insan “beşer” adını alır.
Allah duasını kabul etmiştir ve Hz. Zekeriyya’yı müjdelemektedir. Burada “Rab” denmeyip “Allah” denmiş olması, “Rab”dan maksadın “Allah” olduğunu anlatmış olur. Sadece “Rab” kelimesi geçseydi “Rabbin” kim olduğunu bilemezdik. Sadece “Allah” geçseydi, Allah’ın Rab olduğunu bilemezdik.
Burada işaret edilen başka bir husus da, Allah bunu sadece Rab sıfatıyla değil, Allah olarak da yapmaktadır.Yani, baba ocağının sürdürülmesi sadece o ocağın yararı olarak değil, topluluğun yararı olarak da teşri edilmiştir. Böyle ocaklar olmasa toplulukta müesseseler sürmez, sık sık dağılır. Oysa bazı hizmetlerin babadan oğluna intikal etmesi topluluğun yararınadır. Başkasının o mesleği yapmasını önlemek yanlıştır. Bir hizmetin babadan oğluna intikali ise yararlıdır. Bundan dolayıdır ki başbakanlığın veya bakanlığın babadan oğula intikali yanlıştır. Ama parti başkanlığının babadan oğula intikalinde bir mahzur bulunmamaktadır.
بِيَحْيَى (Bı YaXYAv) “Yahya ile.”
Allah Hz. Zekeriyya’yı Hz. Yahya ile müjdeliyor. Yahya yaşıyor anlamındadır. Zekeriyya (a.s.)’ın vakfını yaşatacak kimse demektir. Zekeriyya aleyhisselâm zaten bunun için kendisine bir zürriyet verilmesini dua etmişti. Bizim de evlenmemizin, çocuklar yapmamızın sebebi, kurduğumuz güzel müesseselerin devamını sağlamak içindir. Bir topluluk mirası sürdürerek nesil yetiştirecektir. Kişiler de kendi çalışmalarını sürdürecek çocuklar yetiştirmektedir. Genellikle bir ocağı bir kişi sürdürecektir. Çok çocuk olunca onlar da başka ocaklar tesis edeceklerdir Bir taraftan baba ocağını sürdürecek çocuğumuz olacaktır, diğer taraftan da yeni işler yapacak çocuklarımız olacaktır. Zekeriyya aleyhisselâm sadece “zürriyeten” demekle erkek ve kızı belirtmemiştir.
مُصَدِّقًا (MuÖadDıQan) “Tasdik eden.”
“Sıdk” kizbin karşılığıdır. Sıdk, söylenen cümlenin doğru olması; kizb, söylenen cümlenin yanlış veya yalan olmasıdır. Ceviz ve fındık meyveleri kırıldıktan sonra bazen boş çıkar, bazen de dolu çıkar. Dolu olanlara “sadık”, boş çıkanlara “kazib” denmektedir. Yani, görünürde içinde fındık olduğu sanıldığı halde içinin boş olması “kizb” ile ifade edilir. Tasdik edici demek, doğrulayan demektir.
Yahya aleyhisselâm neyi doğrulayacaktır? Hazreti İsa’yı doğrulayacaktır. Hazreti İsa’nın iki yanı vardır; biri bedeni, diğeri de ruhu. Hz. Meryem onun bedenini insanlığa getirmektedir. Manevi tarafını ise Zekeriyya ve Yahya aleyhisselâm hazırlamıştır. Uygarlıklar böyle oluşmaktadır. Burada tasdik edilen, İsa aleyhisselâmı haber veren eski haberlerdir. Hz. Meryem’in annesine müjdelenmesidir. Hazreti İsa’nın geleceği daha önceki ilâhî kitaplarda gönderilmiştir. Hazreti İsa’nın önemi, İbrahimî dinin birinci kolu olan Yakub kolunun görevinin sona erdirilmesidir. İbraniler onu kendi içlerinde olgunlaştırdılar. Hazreti İsa ile Tevrat’ın getirdiklerini insanlığa yaygınlaştırdı. Hazreti İsa’ya kadar sadece İbranilere hidayet olan Tevrat, Hazreti İsa ile insanlık için hidayet olmuştur. Yahya aleyhisselâm bu silsileyi tam almış olacaktır. Bunun tasdik edeni olacaktır.
بِكَلِمَةٍ مِنْ اللَّهِ (Bi KeLiMeTiN MiNa elLaHı) “Allah’tan bir kelimeyi tasdik etmektedir.”
Hazreti İsa Allah’tan bir kelime olarak ifade edilmektedir.
“Kelime” asmanın kalemlerine denmektedir. “Teklim” budama demektir. “Kelime” aşı kalemi demektir. Hazreti İsa yeni şeriat getirmemiştir. Tevrat’ı aşılayarak insanlığa sunmuştur. Aşı, meyvenin kendisini değil yapısını değiştirir. İncil de böyledir. Aslında Tevrat’ı değiştirmiş, sadece İsrail oğullarına hitap ederken insanlığa hitap olmuştur. Tevrat yanız şeriat hükümlerini içerirken o ona ruh katmıştır.
“Zina etmeyeceksin dediler. Ben de derim ki, eğer gözün zina edecekse o güzünü oy, böylece bir uzvunu kaybedersin ama bedenini kurtarırsın.” “Sana sağından vuran olursa, vurması için sen solunu da çevir.”
“Allah’tan bir kelime” denmektedir. “Allah’tan bir aşı” denmektedir. Tevrat levhalar hâlinde gelmiştir. Ama daha çok emirler gelmiştir. 12 levha kadardır. 12 tablettir. Tevrat Hz. Musa’nın hayatını anlatmaktadır. Bizim hadis kitapları gibidir. Allah’ın kelamı onların içinde kaybolmuştur. “Rab dedi” diyerek anlatılmaktadır. Oysa Kur’an’da “Ben diyorum” diye anlatılmaktadır. Yani, bunlarda asıl olan peygamberlerdir. İslâmiyet’te ise asıl olan Kur’an’dır. İnsanlar henüz kitabı anlayıp uygulayacak seviyeye yükselmemişlerdir.
Hazreti İsa daha da önem kazanan bir peygamberdir. Allah’ın mucizesidir. Babasız doğmuştur. Normal olarak bu tür kimseleri topluluk yaşatmaz bile. Oysa Hazreti İsa hayatında 12 havariye inandırmıştır. Bunlar öyle inanmıştır ki, arkasından o kadar büyük zulümlere rağmen Hıristiyanlığı her tarafa yaymışlardır. Sonra Germenler Romalıları yenmişler ama kendileri mağlupların dinini kabul etmişler. Bizans İmparatorluğu da varlığını Hıristiyanlıkla koruyabilmiş. Onun (İsa aleyhisselâmın) doğumu uygarlıkların bin yılda yenilenmesinde başlangıç yılı olmuştur. İnsanlık takvimlerinin başlangıcı olarak ittifakla onun doğum yılını kabul etmektedir.
Kur’an gibi Hazreti İsa da kendisi mucizedir.
İşte bu peygamberi tasdik etmektedir. O peygamber de Hazreti Muhammed’i müjdeleyecektir.
Hazreti Yahya’nın dört vasfı sayılmaktadır: Yahya, musaddık, hasur ve nebi.
وَسَيِّدًا (Va SeyYıDan) “Seyyid olarak.”
“Seyyid, sivad”, siyah demektir. Kafileler ilerlerken onların başlarında bir yönetici bulunur. O başına bir sarık sarar, böylece onun yönetici olduğu anlaşılır. Sarıklı anlamında seyyid denmektedir. Taçlı demektir.
Askeri üniforma böyle gelişmiştir. İmamdan farkı, imamda bir süreklilik var. İmam yapar, halk ona uyar. Seyyid ise topluluğu sevk eder. Siyadet demek, sevk ve idare etmek demektir. Siyaset kelimesi ile akrabadır. Seis kelimesi de kullanılmaktadır. Kafileyi götüren demektir.
Hazreti Yahya için bu kelime kullanılmaktadır. Etkili bir yönetici olacağını ifade etmektedir.
وَحَصُورًا (XaÖUvRan) “Ve hasur olarak.”
“Hisar” kalenin duvarları demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Hem kendisi mahsur anlamı olabilir, hem de kendisi muhasara eden yani koruyan anlamı olabilir. Her iki manâsı da doğrudur. Hazreti Yahya’nın korunacağı, kimsenin onu yolundan vazgeçiremeyeceği anlamındadır.
Hz. Zekeriyya peygamberin başlattığı Hazreti İsa’nın gelişi hazırlığı sürdürülmüştür.
Hazreti İsa önemli inkılâbın başlangıcı olacaktır. Daha önce her kavmin kendi dilinde peygamberleri ve kitapları vardı. Devlet kendi dinini kendi dili ile yaygınlaştırır, herkes kendi devletinin dininde yaşardı. Bu konuda ilk gelişme İbranilerde yaşandı. Tevrat’ın yalnız İsrail oğullarına hitap etmesi ile İbrani devletinde başka dinlerin de faaliyet göstermelerine izin verilmiştir. Bu da lâikliğe doğru adım olmuştur. O sayede Yunanistan’da lâik felsefe gelişmiştir. Yunanlılar, İyonya’da ve Batı Anadolu’da İbranilerden öğrendikleri medeniyeti lâikleştirdiler. Şimdi Hazreti İsa Tevrat’ı insanlığa mâl edecektir. Havarilere dağılmalarını ve oralarda yaymalarını tavsiye etmişti. Onlar da gittikleri yerlerde Tevrat’ı ve İncil’i tercüme ettiler. Böylece lâik anlayışlı din dünyaya yayıldı. Hz. Yahya bu peygamberin bu görüşüne hazırlık içinde olmuştur.
وَنَبِيًّا مِنْ الصَّالِحِين (Va NabiyYaN MıNa el öÖAvLıXIyNa) “Ve salihlerden bir nebi.”
“Salihlerden bir nebi” denmektedir. Zaten bütün nebiler salihlerdendir. Bazı peygamberler haberler getirmişlerdir. Ne var ki, bu haberler o topluluklarda benimsenmemiştir. Hazreti Yahya’nın söyledikleri halkı tarafından benimsenmiştir. İsrail oğullarına gelecek Mesih’in gelmesine inandırmıştı. Ne var ki, geldikten sonra inanmamışlar, hâlâ Mesih bekliyorlar. Bu da Allah’tan olmuştur. Havarileri İsrailliler benimseselerdi, o zaman havariler dünyaya yayılmazlardı. Onun için Mesih’e inandılar ama Hazreti İsa’ya inanmadılar
قَالَ رَبِّ (QAvLa RabBı) “Rabbim, dedi.”
“Rabbim” diye cevap veriyor. Nida meleklerden geldiği halde, cevabı doğrudan Allah’a vermektedir. “Rabbim” demektedir. Allah kendisi tebliğ yaparken meleklerle yapıyor, cevap alırken ise aracı kullanmamaktadır. Doğrudan Allah’a dua etmektedir. Allah’ın insana doğrudan hitap etmeyip melekle hitap etmesi, Allah’ın hitabına insanın tahammül edememesidir. Sonra Allah insanlardan birlik olmalarını istemektedir. Kanunlar, talimatlar, merkezden görevliler tarafından ulaştırılacaktır. Herkes görevini yapacak, hesabını doğrudan Allah’a yani hakemlere verecektir. Burada bize bu öğretilmektedir. Merkezden haberler ayrı kanallardan gider, dönüş ise ayrı kanallardan olur. Elçiyle cevap geri çevrilmez. Mesela, Türkiye Amerika’ya Türk elçisi ile haber gönderir, Amerika da kendi elçisiyle cevap verir. Allah bize bu sistemi öğretmektedir. İnsanın gerek damarlarında, gerek diğer sistemlerinde de böyle çift yönlü ayrı kanallar vardır.
أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ (EanNAv YaKUvNu LIy ĞuLAvMun) “Benim nereden gulamım olacak?”
Zekeriyya (a.s.) baştan dua etmiş, burada ise “Nereden çocuğum olacaktır?” demiştir. Burada mümkün değil, olmaz, şeklinde sual olmayıp; sadece nasıl olacağını öğrenmek içindir. Yani, bu nasıl gerçekleşecektir? Mahiyetini öğrenmektedir. O halde aklın ermediği hususlarda Allah’tan bilgi alınmasını isteme hakkı vardır. Halkın da devletten akla aykırı yahut kurallara aykırı hükümlerle karşılaştığı zaman itiraz hakları vardır. Üstlerin söylediklerinde anormallik olunca sual sormaya yetkileri vardır .
وَقَدْ بَلَغَنِي الْكِبَرُ (Va QaD BaLaĞaNIy KiBaRu) “Kebirlik bana baliğ olmuştur.”
“Yaşlılık bana ulaşmıştır.” “Ben yaşlılığa baliğ oldum.” denmiyor. “Yaşlılık bana baliğ oldu” deniyor.
Üç boyutlu uzayımız beş boyutlu uzay içinde kaymakta ve zaman boyutu içinde dört boyutlu uzayı oluşturmaktadır. Bu iki şekilde mümkün olabilmektedir. Ya biz trende olduğu gibi hareket ederiz, değişik yerleri görerek zamanımızı yaşarız; yahut filimde olduğu gibi biz yerimizde dururuz, zaman bize doğru gelir ve yaşarız.
Bu âyet zamanın bize geldiğini, bizim zamana doğru gitmemekte olduğumuzu gösterir. Hareketi bu şekilde düşünmek daha zor ise de, ruhun zaman dışında hareketini düşünmek de aynı derecede zordur.
Yaşlılıkta insandaki çoğalma uzuvlarında çökme başlar. Menideki sperm sayısı azalır, rahimde yeter derecede yayılarak yumurtayı bulmak kabiliyeti zayıflar. Az olunca da bulma şansı azalmaktadır. İhtimaliyat içinde bulunmaktadır. Bugün özel döllendirme aracı ile az sperm ile de döllenme meydana gelmektedir. Yumurta için de aynı şey söylenebilir. Yumurtalık tamamen ölmemekte, sadece çalışmaz duruma gelmektedir. Özel hormonlarla canlandırmak mümkün olabilir.
Doktorların yapabildiğini onu var eden Allah tarafından yapılamayacağını sanmak her halde gülünecek bir şey olsa gerektir. Allah bize irade veriyor, kullandırıyor da, kendisi iradesizdir demek kadar acayip söz olabilir mi? Hz. Zekeriyya peygamber burada bu kurallar ne olacak diyor. Yoksa senin gücün yetmez anlamında söylemiş olmayabilir. Bir de insan yanlış bilebilir. Bu peygamberler için de böyledir, mü’minler için de böyledir. Amele etki etmeyen gayb sorumluluk taşımaz. Öğrenmek için sormak ise hiç taşımaz. Soru ne kadar saçma olursa olsun, öğrenmek için olunca makbul olur.
وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ “Mer’em de akırdır. Karım da kısırdır.”
Yaşlanıncaya kadar çocuk doğurmamıştır. Kısırdır. Yani kız çocuğu da yoktur. Ölmüş çocuğu da yoktur. Kısırdır. Allah’a bunları anlatması, bir insan ile konuşur gibi konuşması, başka türlü konuşmanın insan için mümkün olmamasındandır. Sonra peygamber görevini yaparken insanlara örnek olmak üzere yaparlar. Bunu böyle söylemese bize nasıl anlatılacaktır. Peygamber insanın kafasındaki soruları dile getirmektedir.
قَالَ كَذَلِكَ (QAvLa KaÜAvLıKa) “Böyle diye kavl etti.”
“Evet dedi.” Sen yaşlı, eşin de kısır iken bu böyle olacaktır. Yani, bütün bunlar varken çocuğun olacaktır. Burada Hazreti Meryem’in erkekle temas etmeden çocuk doğurmasını anlatmadan önce, arada Zekeriyya aleyhisselâmı anlatmaktadır. Yaşlı ve kısır eşlerden çocuğun doğmasını anlatmaktadır. Böylece bize erkekle eşleşmeden çocuğun doğabileceği bildirilmektedir.
اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ “Allah meşieti olanı fi’l eder.”
Allah neden böyle olağandışı olaylarla peygamberleri getirmektedir? İnsanların zihnine mucizelerle onları düşürmektedir. Allah böylece insanlara kendi kudretini göstermektedir. Hz. Zekeriyya peygamberin yaşlı iken, karısı da kısır iken çocuklarının olması insanları düşündürmüştür. Sonra insanların Hazreti Meryem’in söylediklerine inanmaları daha kolay olmuştur. Hz. Meryem’in doğru söylemesini Allah’ın çocuğu beşikte iken konuşturması ile olmuştur. Böylece insanlar Allah’ın kudretine inanmışlardır. Hazreti İsa’nın çocukken konuştuğu haberi tüm dünyaya yayılmıştır. Havarilerin dinlerini kolay yaymaları böylece mümkün olmuştur. Tevrat ve İncil sayesinde Allah’ın kitaplarının olduğu düşüncesi insanlık için çok kolay kabul edilir olmuştur. Sonra Kur’an’a insanlar ancak bu sebeple inandılar.
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً “Rabbim bana bir işaret ver dedi.”
Burada Rab ile konuşurken gelen cevaplar yine de meleklerle olabilir. Ama elçinin söyledikleri Allah’ın söyledikleri olacağı için sadece “Kale/Dedi” denmiştir. İlham ile söylenmiş olabilir. “Rabbim, bana bir işaret ver” demiştir. Yani, karısının hamile olduğunu belirleyen bir işaret olmalıdır. Halk hamileliği öğrenmelidir.
Burada bize çok önemli bir husus bildiriliyor. Bir kadın hamile kalınca bu hamileliğin halka duyurulması gerekir. Nasıl doğum ve ölüm gibi olaylara merasim yapıyorsak, hamileliğe de merasim yapılmalıdır. Hamile kadınlara ona göre muamele yapılmalıdır.
Demek ki hamile kaldığını belirleyen alâmetler vardır demektir. Bugün bu husus çok kolay tesbit edilmektedir. Doktorlar tarafından hamilelik kesinleşince bir merasimle bu duyurulmalıdır.
Bunun için ne yapmalıyım, halkıma bunu nasıl anlatmalıyım? Bu aynı zamanda ilâhî mucize olduğu için halkın daha geniş bir şekilde duyurulması gerekir. Allah da ona üç gün konuşmamayı tavsiye edecektir.
قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ (QavLa EaN LAv TuKalLiMa elNASa)
“Âyetin selase eyyam nâs ile tekellüm etmemendir dedi.”
Cinsi ilişkiden sonra meni anne rahmine girdikten sonra belli süre içinde ilkah olur. İlkah olmasından sonra bedende bazı değişiklikler olur, hamilelik alâmetleri belirir. Mide bulanması gibi bir olaydır. İnsanlarla bu müddet içinde tekellüm etmesi halinde ya hiç bahsetmeyecek, yahut tereddütlü haber verecektir. Ayrıca, haber de verildikten sonra artık etkisini kaybeder. İşte bu üç gün o bekleme günüdür. Böylece insanları merak ettirip sonra haber vererek haberi daha etkili hâle getirmedir.
Karar verilmesi gereken zamanlarda sükut edip konuşmama en uygun bir durum olmaktadır. İnsanlardan kaçmayacak ama onlarla da konuşmayacak. Bununla beraber bu konuda insanlarla hiçbir şey konuşmayacaksın. Rumuzlu kelimelerle reel hamileliği anlatmadır. Yani, olay olmadan önce; “Size bir haberim var. Yakında bir haber duyacaksınız. Allah duamı kabul etti.” gibi konuşmak, rumuzlu konuşmadır.
Bu onun başka şeyleri konuşmadığını ifade etmez.
ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ (ÇaLAvÇaTa EayYAMın) “Üç yevm, üç gün.”
“Üç gün” marifedir. “Eyyamin selase” olsaydı nekire olurdu. “Eleyyamu elselase” de marifedir.
Buradaki marife daha fazla marifedir. “Selasete eyyamin”deki marifeyi kullandığımız takdirde belli yerlerdeki marifedir. Bir tür zihn-i haricidir. Günü gelince üç gün konuşma demektir. Tarttığın üç kiloyu tart demektir. Üç gün bekleme müddeti olmaktadır. Cevap müddeti, hiyari şart müddeti böylece tesbit edilmiş olur. Tabii başkaca bir tesbit yoksa böylece bu sayı önemli müddet olmaktadır. Swtr müddetinin de üç gün olmasına buradan istidlâl edilir. Kur’an’da geçen sayılardan bize en uygun olanını seçmeliyiz.
إِلَّا رَمْزًا (EilLAv RaMZan) “Sadece remzen.”
“Sadece rumuz ile konuşacaksınız.”
“Rimad” kül demektir. “Remz” külü karıştıran sopadır. Külde bir şeyi aradığın zaman sert bir şeye rastlarsan burada bir şey var diye hissedersin. Ama onun olduğunu anlayamazsın. Rumuzlu konuşma budur.
Bir şeyleri karşı taraf hisseder. Ama içinde ne olduğunu bilmeyen onun ne olduğunu bilemez. İçinde ne saklandığını bilen ise onun ne olduğunu bilir. Şifreli konuşmadır. Yani şifreli konuşacaksın. Baştan anlaşılmayacak, sonra ise ne dediğin anlaşılacaktır.
Kur’an’ın müteşabih âyetleri de böyledir. Bilmeyenler için bir rumuzdur. Bilenler ise onun anlamını çok kolay anlarlar. Rüya da böyledir. Rumuzlardır. Gerçekleşince, “Hâ, rüyam bu imiş!” denir. Böylece dikkat çekilmiş olmaktadır. Bu bize bir topluluğu bir fikre hazırlamak için kullanılacak sistem anlamını taşır.
وَاذْكُرْ (VaZKuR) “Zikret.”
“Zikretmek”, anlatmaktır. “İsdikar” anlamaktır. Türkçede de anmak müteaddi fiildir. Bu emirden anlıyoruz ki, Zekeriyya aleyhisselâma konuşma yasaklanmamış, sadece hamilelik konusunun üç gün anlatılmaması istenmiştir. Bu üç gün içindeki konuşmalarda ağırlıklı konuşma Rab’dan olacaktır.
رَبَّكَ كَثِيرًا “Rabbini kesiran zikret.”
Namaz aynı zamanda zikirdir. Ama namazın dışında da zikir yapılır. Biz buna dayanarak, namaz kılmadan önce veya kılmadan sonra Arapça Kur’an okumak farzdır diyoruz. Buradan şu anlaşılıyor. Zikirsiz namaz olmaz, ama namazsız zikir olmaktadır. Toplanıp namaz kılmadan dağılmanın da caiz olduğunu buradan öğreniyoruz. Rumuzlu konuşmalarda namaz kılınmamış olabilir. Önemli zamanlarda namazların cem’i caiz değildir anlamı çıkar. Sürekli toplantı yapılır ve konu üzerinde konuşulur. Kutlama günleri demek ki üç gün sürebilir. Konu da en sonunda söylenebilir. İçeride rumuzlu konuşulacaktır.
وَسَبِّحْ (VaSabBıX) “Ve tesbih et.”
“Sebh” yüzmek ve uçmak demektir. “Tesbih etmek” demek, yüzdürmek demektir. Mecazi olarak arındırmak için kullanılır. Yüceltmek demektir. Rabbi hamd ile tesbih etmek, değeri yüceltmek anlamına gelir. Ağızla tesbih etmek için getirilir. Namaz için kullanılır. Çokça zikredilmesini istemektedir. Sabah ve akşam da tesbih edilmesini emretmektedir.
بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ (Bi eLGaYŞı Va eLEıBKaRı) “Akşam ve sabah.”
“Bükre” Güneş doğma civarıdır. Sabah kısmına da kuşluk kısmına da denir.
“Gaşiy” de Güneş batma zamanıdır. Güneş batmadan önceye de, Güneş batmanın sonrasına da denir.
Namazın ilk dönemlerinde gecenin içinde bir vakit farz kılındı. Sonra sabah-akşam olmak üzere iki vakte çıkarıldı. Sonra biri gündüz, biri sabah, biri yatsı olmak üzere üçe çıkarıldı. Son olarak gündüzleri de öğle ve ikindi olarak ayrıldı, gece namazı da akşam ve yatsı olarak ayrılıp beş vakit yapıldı. Altıncı vitir ise evde kılınmak üzere bırakıldı. Günde asgari bir vakti cemaatle kılmamız gerekiyor. Sonra iki vakte çıkaracağız, sonra üç vakte çıkaracağız, en sonunda beş vakit yapmamız gerekmektedir.
Tarihte de namaz böyle öğretildi. Toplayıcılık zamanında akşam; avcılık zamanında sabah ve akşam; çobanlık zamanında sabah, akşam ve öğle; siteler döneminde sabah, öğle, ikindi ve akşam; nihayet İslâmiyet’le beş vakit yapılmıştır. Hz. Zekeriyya peygambere iki vakit emredilmektedir. Bundan sonra Hz. Meryem’in hikâyesine dönülmektedir.
Her uygarlığın bir hazırlayıcısı vardır. Mezopotamya Uygarlığı M.Ö. 3000 yıllarında doğmuştur. Nuh peygamber ise 300 yıl önce gelmiştir. İbrani Uygarlığı M.Ö. 1000 yıllarında oluşmuştur. Onu hazırlayan Hz. İbrahim M.Ö. 2000, Hz. Yusuf 1600, Hz. Musa 1200 yılarında gelmiştir. İslâm Medeniyeti M.S. 1000 yıllarında gelmiştir. Oysa Kur’an M.S. 610’larda başlamıştır. İşte Hazreti İsa’yı hazırlayan Hazreti Zekeriyya ve Hazreti Yahya ise daha yakın, bir asır kadar önce başlamış olmaktadır. Çünkü Hazreti Musa onun geleceğini hazırlamıştır. “III Bin Yıl Uygarlığı”na da Türkiye hazırlanmıştır. Bunu Lâle Devri’nden başlatabiliriz. Ama resmen Islahat Fermanı ile 1800’lerde başlamıştır.
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XII
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِذْ قَالَتْ الْمَلَائِكَةُ يَامَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاءِ الْعَالَمِينَ(42) يَامَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ(43) ذَلِكَ مِنْ أنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُونَ أَقْلَامَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ(44)
إِذْ قَالَتْ الْمَلَائِكَةُ يَامَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنْ الْمُقَرَّبِينَ(45) وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنْ الصَّالِحِينَ(46)
وَإِذْ (Va EiÜ) “Ve Hani”
Kur’an’da “Va” harfi ile atıflar yapılır. Kelimeler iade edilerek nereye bağlandığı da gösterilmiş olur. Burada “İz” kelimesi söylenmiştir. Başta da Hz. Meryem’in annesinden bahsederken “İz” diye başlamıştı. Oradaki “İz” Âl-i İmrân’ı ıstıfa etti. İmrân’ın karısı dediği zaman, o dua ile seçmeye ve arındırmaya başlamıştır. Arada Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya’dan bahsetti. Çünkü o peygamberlerin görevi gelecek olan Hz. İsa’ya yol açmak, ona zemin hazırlamaktı. Yaşlı kimselere oğul vermiş olmakla, Allah’ın bakireden de çocuk vereceğine insanları alıştırmaktadır. Burada tekrar Hz. Meryem’e dönmüştür.
Hz. Meryem’in annesinden sonra şimdi de Hz. Meryem’in kendisine hitap gelmektedir. Hz. Meryem’in annesine Allah doğrudan tekellüm etmiyor, Hz. Zekeriyya ile tekellüm ediyor. Burada ise Hz. Meryem’in kendisine hitap vardır. Melekler gelmiş ve Hz. Meryem’e doğrudan hitap etmişlerdir.
قَالَتْ الْمَلَائِكَةُ (QAvLaTi eLMaLAvEıKaTu) “Melekler kavletmişlerdi.”
İmrân’ın eşi dua ettiği zaman Âl-i İmrân’ı ıstıfa etmişti ve melekler Hz. Meryem’e söylerken de ıstıfa etmişlerdi. Zekeriyya (a.s.)’a melekler nida etmişti. Burada “kavletmişti” kelimesi gelmiştir.
“Nida” sesle çağırmak; “kavletmek” de konuşmaktır. Biri uzaktan söylemek, diğeri ise yakından konuşmak anlamını taşımaktadır. Melekler uzaktan ses ile duyurmaktadırlar. Ama insan gibi konuşmaktadırlar. Böylece aynı fiili değişik kelime ile anlatarak özelliğini anlatmaktadır. Yine burada bir melek değil de “melekler” sözkonusudur. Melekler de bizim tâbi olduğumuz kanunlar gibi benzer kanunlara tâbidir.
يَامَرْيَمُ (YAv MeRYaMu) “Ey Meryem!”
Doğrudan Hz. Meryem’e hitab edilmektedir.
Çocukların eğitiminde annenin çok büyük etkisi vardır. Çocuk annenin davranışlarını görerek ve birlikte yaşayarak büyür. Anne bu sebepledir ki erkek gibi eğitilmek zorundadır.
Peygamberimiz; “İlim kadın olsun erkek olsun herkese farzdır.” demiştir. “Beşikten mezara kadar ilmi talep et.” demiştir. Çocuk beşikten itibaren eğitilmeye başlar. Anne onun en etkili öğretmenidir.
Hazreti Meryem Hazreti Zekeriyya Peygamberin yanında bu sebeple yetiştirildi.
إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاكِ (EinNA elLAHa eÖOaFaKı) “Allah seni ıstifa etti.”
“Safa” mermer gibi saf krıostandan oluşan taştır. Saflaştırdı demektir. Yani, içinde bulunan pislikleri attı demektir. İçini arındırdı. Mabette yetiştirilerek onun içi iyilikle dolduruldu.
İnsanların bir kısmı başkalarına kötülük etmekten hoşlanır. Bir kısmı ise başkalarına iyilik etmekten hoşlanır. İnsanların bir kısmı Allah’a teslim olmuşlardır. Başlarına gelecekleri hoş karşılarlar. Ellerinden geleni yaparlar, sonrasına tasalanmazlar.
Hz. Meryem ileride çok çetin ve zor günler yaşayacaktır. Ama saflaşmış olduğundan bütün olaylara sabredecektir. İnsanlığa Hazreti İsa’yı yetiştirecektir. Hazreti İsa Tevrat’ın hükümlerini İncil ile tamamlayarak insanlığa sunacaktır. Yeryüzüne Hıristiyanlık hakim olacak, arkasından Kur’an gelecek, insanlık buluğa erecek ve artık insanlık bu iki dinin öğretileri içinde kıyamete kadar uygarlıkları oluşturacaktır.
وَطَهَّرَكِ (Va OahHaRaKi) “Ve seni tathir etti.”
Seni yuğdu, pisliklerden arındırdı, temizledi, pakladı. “Istifa” iç temizliğidir, beyin temizliğidir. “Taharet” ise beden temizliğidir. Dışını da çevreni de temizledi denmektedir. Beden sağlığı ve beden temizliğini ifade ettiği gibi, kötü çevreden de uzak tuttu anlamına da gelebilir. Yani, biz kendimiz iyi olma durumunda olduğumuz gibi çevremizin de iyi olması gerekir. Temiz cemaat içinde yaşamalıyız.
وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاءِ الْعَالَمِينَ (Va ıÖOaFAvKı GaLAy NıSAEı eLGAvLaMIYNa)
“Âlemlerin nisâına seni ıstifa etti.”
Arapçada fiillerden sonra harfi cerler gelir ve yeni manâlar kazanırlar. Arapçada köklerden üç şekilde manâ kazandırılır. Değişik mastarlar kullanılarak değişik manâlar kazandırılır.
“Adede” saymadır. “Ided” ise gün doldurmadır. İkincisi baş, son veya ortalara bir veya daha fazla harf ekleyerek yeni bablar üretme ile sağlanır. “Istıfa” kelimesi böyle üretilmiştir. Yahut harfi cerle mef’uller getirilerek yeni manâlar yüklenir. “Istıfa” yalnız kullanıldığında arındırma anlamındadır. “Alâ” ile kullanıldığında seçme, onlardan ayırma anlamındadır. Lâzım fiil müteaddî olmuştur.
Hazreti Meryem’e öyle şerefli görev vermiştir ki, başka hiçbir anneye böyle bir görev vermemiştir. Babasız Hazreti İsa’nın Annesi olmuştur. Hazreti İsa bebekken konuşmuş, varlığı mucize olmuştur. Onun doğum gecesi insanlık için tarih başlangıcı olmuştur. Bu sadece rakamla konmuş gelişigüzel bir tarih değildir.
Uygarlıkların biner yıllık ömürleri vardır. Uygarlıklar da insan gibi doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. İnsan ömrünün on katı bir ömürdür bu. İşte bu bin yıllık ömür Hazreti İsa’nın doğum günlerine ayarlanmıştır. Onun için sadece onun doğumu mucize olmuştur. Bir kız (yani Hz. Meryem) bir çocuk doğuracak, insanlık onun doğum gecesini istese de istemese de mukaddes sayacaktır. Sadece bu olay bile büyük bir mucizedir. Bugün yalnız Hıristiyanlar değil, Müslümanlar da tarihlerini ona kodladılar. Yahudiler de artık onun doğumunu tarih başlangıcı yapıyorlar. Çinliler, Japonlar, İbrahimî olmayanlar da onun doğumunu tarih yapmışlardır. Bu yalnız bin yıl için değil, daha nice bin yıllar içinde de asırlar ona göre periyotlanmaktadır. Hattâ asrın üçte biri insan ömrünün üçte biridir. Sosyal olaylar da öyle periyotlanmaktadır.
Hazreti Meryem örnek bir kadındır. Tüm insanlığın en şerefli kıldığı kadındır. Kadınlar kendilerini bir “Meryem” gibi yetiştirmeye çalışmalıdırlar.
“Alemler” cemi müzekkerdir. Toplulukların cemidir. İstiğrak için gelirse, bütün toplulukların kadınlarından anlaşılmaktadır.
يَامَرْيَمُ (YAv MaRYaMu) “Ey Meryem!”
“Ey Meryem!” Hitabı tekrar etmiştir. Ben seni böyle yarattım denmektedir. Şimdi de örnek bir kadın olması hasebiyle emir vermektedir. Örnek olduğunu bil ve buna göre hareket et denmektedir.
Bu emirlerde bütün insanların kadınlarına hitab bulunmaktadır.
اقْنُتِي لِرَبِّكِ (EuQNuTIy LiRabBıKı) “Rabbine kunut et.”
“Kunut” başı yukarıya kaldırıp ileriye bakmak, söze kulak vermek; Türkçe tabirle kulak kesilmektir.
“Rabb’ine kunut et.” demek, Rabb’inin söylediklerine kulak ver demektir. Namaz bu işe yaramaktadır. Kur’an okunurken herkes ona kulak verecektir. Namazda Kur’an nasıl okunacaktır?
Namazda Kur’an’dan başka bir şey okunmaz. Hazreti Peygamber bir âyet okur, sonra o âyet kadar bir zamanda durur öyle okurdu. Nitekim Kur’an’da da; “Kur’an’ı dura dura oku, meks ile oku.” denmektedir. “Kur’an’ı tetil ile tertil et.” denmektedir. Manâsını öğrendikten sonra, bir âyeti okuyup durulduğunda kunut yapılmış olur. İşte o zaman içinde insan ile Rabb’i arasında bir irtibat doğar, Allah ile haberleşme başlar. Allah insana ne yapacağını ilham eder.
Biz böyle namaz kılamıyoruz. Bunu tek başımıza iken yapabiliyor muyuz? Arapça bilmeyenler için bu hal nasıl olacaktır? Namazda tercüman kullanmak caiz midir? Mesela, imam “Elhamdülillah” demeden önce müezzin “Bütün değerler Allah’ındır” diyecek, imam “Elhamdülillah” diyecek ve duracaktır. Müezzin “Âlemlerin Rabbidir” diyecek; imam “Rabbilâlemin” diyecek. Bu şekilde namazın kılınması caiz midir? Ben bu hususta müsbet sonuca varmış değilim. Ama namazdan önce namazda okunacak âyetler kısaca açıklanmalıdır. İmam namazda tertil ile okumalıdır; yani, âyetler arasında âyet kadar zaman içinde durmalıdır, görüşündeyim.
وَاسْجُدِي (Va ıSCuDIy) “Secde et.”
“Kunut” ayakta durup kıraati dinlemektir. Ondan sonra iki rükün daha vardır. Bunlar “rüku” ve “secde”dir. Burada, rüku önce yapıldığı halde “Secde” önce söylenmektedir. “Va” harfi tertibi ifade etmez. Onu bize öğretmektedir. Bir de rükua yetişen o rekata yetişmiş olur. Kıyam ile kıraate yetişmese de o rekat tamamdır. Çünkü yarısına yetişmiştir.
Bu bize önemli bir kuralı öğretmiş olur. Rüku edenlerle rüku etmeyi onun için sona aldı.
“Secde” insanın başını kalbinin altına indirmesidir. Secde halindeki insanın beynine kan hücum eder. Beyin dışarı ile olan ilgisini keser, Rabbe daha çok yaklaşmış olur. Bir kimseyle bir konuda ilişki kurarken onunla aynı duygu ve düşünceleri duymaya başlarsınız. Secde hâli de Allah ile en yakın ilişki kurma zamanıdır. Alışmamış insanlar için bu en sıkıntılı an olur. Yerlere kapanmak demek, kendini Allah’a teslim etmek demektir. Her türlü büyüklük iddialarından vazgeçmek demektir.
Hazreti Meryem ıstıfa edilmiş ama bundan onun diğer kadınlardan üstün olduğu anlamı çıkmıştır. Bundan dolayı bu duygudan arınması gerekmektedir. İşte secde bunu yapar, insanı büyüklenme duygularından korur. Allah’a secde etmek insanın izzetinefsini de korur, yani başkasına karşı küçülmekten kurtarır.
وَارْكَعِي (Va ıRKaGIy) “Rüku et.”
“Rüku” kalb ile beyni bir hizaya getirmektedir. Rüku hâlindeki insan normal duruştan daha büyük oranda kan basıncına uğrar. Tesbih ederek titreştirilir. Böylece insanın dış âlemle olan ilişkisi daha fazla kesilir. Kendisi ile Allah arasında daha fazla yakınlık doğmaya başlar. Secde ile birlikte rüku da emredilmiştir.
“Rüku” itaat etmek demektir. Yani, emirlere uyma anlamına gelir. Namazdaki insan kıyamda dinlenmiştir. Emirler alınmıştır. Rükuda ‘itaat ederiz’ cevabı verilmiştir. Secdede ise ‘kendisinden başka kimseye ibadet edilmeyeceği’ sözü verilmektedir. “İyyâke na’budu ve iyyâke nesteğîn”in fiilî ifadesidir.
مَعَ الرَّاكِعِينَ (MaGa elRAvKıGIyNa) “Rüku edenlerle rüku et.”
Bu âyet kadınlara da cemaatle namaz kılmanın farz olduğunu ifade eder.
Beş vakit namazı erkeklerle beraber kılacaklardır. Bunun başka bir anlamı; kadınlar da aşiret içinde nöbet tutacaklardır demektir. Görevler farklı olduğu için kadınlara ayrı erkeklere ayrı nöbet tutmalarını öneriyoruz. Kadınlar temizlik, erkekler bekleme nöbetleri tutacaklardır. Kadınlar gündüz, erkekler gece nöbetleri tutacaklardır. Bu sebeple cemaatle namaz kılmak onlara da farz kılınmıştır. Nöbet tutmayanlar bedel verirler.
Bu hükme dayanarak kadın da aşiret başkanı olabilir. Dolayısıyla beş vakit namazda kadın da imam olabilir diyoruz. Bu hususta fıkıh kitaplarında hüküm vardır, hadisten rivayet vardır.
ذَلِكَ مِنْ أنْبَاءِ الْغَيْبِ (ÜAvLıKa MıN EaNBAEı eLĞaYBı) “Bunlar gayb haberlerindendir.”
“Gayb” geçmişte cereyan etmiş ve şimdi yaşayanlar tarafından bilinmeyen haberlerdendir. Hazreti Meryem’e böyle bir görevin verildiği hususunu bugün değil, o gün bile görmek mümkün değildir. Ancak vahyeden veya vahiy alan tarafından bildirilmesi gerekir.
Yaşadığımız dünyada birçok olay vardır ki onlar gayb haberidir. Biz başka insanların beyinlerinde neler düşündüklerini bilemeyiz. Sonra bunlar kanunlara dayanan olaylar değildir. Münferit olaylardır. Kurallarla bilinmez. İnsanın tüm düşünceleri beyindeki bilgisayara kayıtlıdır. Devreleri takip eden bir araç keşfetsek beyindeki düşünceleri okuyabiliriz. Ama zaman zaman beyne beklemediğimiz ve bilmediğimiz etkiler gelir. Mesela, göz yeni bir şey görmüş ve beyne bildirmiştir. Bildirdikten sonrasını beyinde takip edebiliriz. Ama bildirmeden evvel beyinden tahmin etmemiz mümkün değildir. Bilgisayardaki tuşlar gibidir.
Bu dışarıdan gelme etkilere “şuhud” diyoruz.
Beyne gelen bunun dışında etkiler de vardır. Bunlar duyu organlarımızdan veya bedenimizin herhangi bir yerinden gelmemektedir. Ama durup dururken bedenî uyarı gibi uyarılardır. Yine benzer şekilde beynin oluşturduğu devrelerle bedene etki etmekte ve bizi çalıştırmaktadır. Benzer şekilde bizim ruhumuza da etki etmektedir. İşte bedenden gelmeyen etkilere ve onlarla ilgili haberlere “gayb haberleri” denmektedir.
نُوحِيهِ إِلَيْكَ (NUvXIyHı EıLaYKa) “Sana vahyediyoruz. Sana bildiriyoruz.”
Bilgimizin çoğu böyle gayb haberdir. Biz onları kendimiz müşahede etmeyiz. Biri onu görür, sonra onu cümleye çevirerek bize aktarır. Cümle ile ifade edilen her şey artık gayb haberdir. Bundan sonra önemli olan o cümleyi söyleyenin kim olduğudur. Haberlerin bir kısmını gidip tahkik edebiliriz.
Mesela; “İstanbul’da iki boğaz köprüsü vardır.” sözü şuhud sözüdür. Ama “Köprüyü Demirel yaptırmıştır.” sözü gayb haberidir. Çünkü biz onu şimdi tahkik edemeyiz.
Hazreti Meryem’in hikâyesi de böyle bir hikâyedir. Allah onu vahyetmiştir, bildirmiştir. Doğruluğu söyleyene aittir. Söyleyen doğru söylüyorsa doğrudur. Doğru söyleyip söylemediği ayrıdır. Ancak sözün doğru olduğuna güvenebiliriz.
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ (Va MAv KuNTa LaDaYHıM) “Sen yanlarında değildin.”
Yanlarında olmamak gayb haberi olmak için yeterlidir. Tarihte pek çok olay geçmiştir. Bunlar yazılmış ve bize kadar rivayetler gelmiştir. Bunların içinden doğruları bulmak gerekiyor.
İşte Kur’an bize bu hususta destek olmaktadır. Kur’an’ın bildirdikleri ve koyduğu genel kurallar sosyal kanunlara uygun olur. Bizim için doğru olan budur. Buna dayanarak diyoruz ki, tek başına tabiî ve sosyal bilgiler kesin değildir. Ama tabiî ve sosyal ilimler bilinmeden de Kur’an’ın ne dediğini anlamak zordur. Gayb haberlerinin doğruluğu vahye olan mutabakatı ile bilinebilecektir. Biz şöyle bir metot geliştirmiş oluyoruz.
Müsbet ilmin kesin sonuçları doğru kabul edilerek Kur’an yorumlanacaktır. Ona göre tefsir kuralları konacaktır. Ondan sonra ilmin sonuçlandırmadığı sorunlar da Kur’an’a sorulacak ve müsbet ilimle tefsir edilmiş kurallarla yorumlanacaktır. Böylece içtihat müessesesi ile hayat düzenlenecektir.
Demek ki içtihatla ilgili önemli bir konu burada bu âyette açıklanmış olmaktadır.
إِذْ يُلْقُونَ أَقْلَامَهُمْ (EiÜ YuLQUvNa EaQLAvMaHuM)
“Kalemlerini ilka ettikleri zaman. Kalemlerini kavuşturdukları zaman.”
“Mulkıyatı zikra”da olduğu gibi “Lıka” kavuşturmak, ulaştırmak demektir. “Leky” yüzün yanı demektir. Uzakta olan insanlar buluşunca kucaklaşırlar. “Kalemleri ilka etmek” kalemleri koymak demektir. Gerçek manâsı, yazı yazmayı bırakıp söz düellosuna girmeleridir. Kefaletnameyi yazarken Hazreti Meryem üzerinde tartışma çıkmıştır anlamı çıkar. Yahut kefaletin kimlere ait olduğunda yazılı tartışmalar yaşandı. Yani, kalemlerini koydular ve yazmaya başladılar demektir.
Burada kalemlerle kura çektiklerini ileri sürerek Kur’an’ın meşruluğunu delilleyenler vardır. Ancak buradaki ifade müteşabihtir. Hakiki manâsı olmadığı aşikârdır. Ancak mecazi manâsı da açık değildir. Halbuki “Va en testeksimu bilezlam”da kura yasaklanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla burada o manâyı vermek bize göre uygun değildir.
أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ (EayYuHuM YakFaLu MaRYaMa) “Meryem’i kim tekeffül etsin?”
Burada yazılı tartışma sözkonusudur. İstişarede yazılı tartışma teşri edilmiş bulunmaktadır. Herkes delillerini yazılı olarak koyar. Yazılı tartışmadan sonra karara varılır. Hakemler ondan sonra karara varırlar.
Yazılı tartışmanın önemi belgeli tartışmadır, gelecek nesle de deliller intikal etmiş olur. Bir de şifahi tartışmalarda hisler hakim olur. Menfi veya müsbet yönde etki eder. Oysa yazılı tartışmada bu etki yok denecek kadar azalır.
Burada önemli olan husus Hazreti Zekeriyya mabedin sorumlusu olduğu halde onun dediği olmamaktadır. Sorun tartışılmaktadır. Demek ki başkanların böyle yetkileri yoktur. Çocuğu yurda veren kimse kefilini de seçecektir. Kefiller yazılı olarak kendilerine davet haklarına sahiptir. Yazılı olması denetlenmesinin kolay olması sebebiyledir. Kişi söylerken kolay konuşmaktadır, ama yazarken düşünmektedir. Uygun olanı söylemektedir. Bu kural bize bütün hizmetlilerin halk tarafından seçileceği hükmünü de gösteriyor.
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ (Va MAv KuNTa LaDAYHıM) “Yine yanlarında değildin.”
Yukarıdaki “Bunlar gayb haberleridir. Sen onların yanlarında değildin.” burada tekrar ediyor. Onlar tartışırlarken de aralarında değildin denmektedir. Hasım davalı ve davacı demektir. Mahkemelerde davalı ve davacı olunur. Demek ki bunlar sonunda hakemlere gittiler ve sorunu hakemler çözdü.
Hasım olmak demek, düşman olmak hattâ muarız olmak demek değildir. Hakkın ortaya çıkmasını sağlamak için hakemlere gidilir. Mü’minler daha çok başkalarının hakkı bana geçmesin diye hakemlere giderler. Haklarını takipsiz vermezler. Çünkü mallar onlara emanettir. Ehil olmayan ellere bırakmazlar.
إِذْ يَخْتَصِمُونَ (EüZ YaPTaÖıMUvNa) “Hasımladıklarında.”
Demek ki basit bir yurt yönetiminde bir tekeffül konusunda içtihada ve rızaya riayet ediliyor. Serbest rekabet vardır. Yöneticilerin de faklı imtiyazları yoktur. Yönetici de diğer idareciler gibi iş yapmaya yetkilidir. Kararlar hakemlerce kesinleştirilir. Burada Hazreti Meryem’in annesinin huzurunda hasımlaşmış olabilirler. Annesi bunları dinleyerek kefilini seçecektir.
Hakemlik sistemi yönetimin temelidir. Taraflar arasında çıkacak nizalar hemen orada uzatmadan hakem tarafından çözülmelidir. Böylece Kur’an’da bir fasıldan başka fasıla geçtiğinde arada başka şey koyar. Böylece bir konudan başka konuya böylece geçilir. Konuşmalarda bu husus kullanılmalıdır.
Bir olay anlatılırken eğer zaman atlanacak ve başka safhaya gidilecekse araya uygun bilgi verilmelidir.
Burada bu yapılmış, önemli hükümlere riayet edilmiştir.
إِذْ قَالَتْ الْمَلَائِكَةُ (EiÜ QAvLaTı eLMaLAEıKaTu) “Melekler kavletmişlerdi.”
Hazreti Meryem’e kendi şahsi hayatı ile bilgiler verildikten sonra zaman geçmiş ve “Ey Meryem!” diye yeniden hitab edilmiştir. Meleklerin tebliği ulaşmıştır. “Va” harfi getirilmemiştir. Çünkü buradaki “İz” “Istıfa” kelimesinin “İz”idir. “Melekler dedi” sözü tekrar edilmiştir. Birincide bir mü’min olarak hitab edilmiş; şimdi ise bir görevli olarak hitab etmektedir.
يَامَرْيَمُ (YAv MaRYaMu) “Ey Meryem!”
Hitabı yenilemişlerdir. Ya başka zaman söylemişlerdir, ya da hitabı dikkati çekmek için tekrar etmişlerdir. “Meryem! bu görev sana ‘Meryem’ olduğun için verilmiştir. Herkese değil, yalnız sana verilmiştir.”
“Ya” harfi nidayı ona tevcih içindir.
إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ (EinNa elLAHa YuBaşŞiRuKa) “Allah seni tebşir ediyor.”
Aynı tabir Hz. Zekeriyya Peygamber için de kullanılmıştır. Tebşir eden, sevindiren Allah’tır.
“İnne” harfinin gelmesi Hazreti Meryem’in kendisine böyle bir müjde gelmesini sağlamak içindir.
İnsanlar kendilerini küçük görürler. Oysa insan Allah’ın halifesidir. Allah ona büyük rütbe vermiştir.
Allah diğer insanlara da grevler ve rütbeler vermiştir. Herkesin yapabileceği şeyler ve işler vardır. İnsan bunu bilerek kendisine güvenmeli ve görevini yerine getirmeye çalışmalıdır. Diğer insanlardan kendisini üstün görmek ne kadar kötü ise; insanın kendisini değerli görüp büyük işlere kalkışması da o kadar önemlidir.
بِكَلِمَةٍ مِنْهُ (Bi KaLIMaTın MinHu) “Kendisinden bir kelime müjdelemektedir.”
Hazreti İsa’dan “kelime” olarak bahsedilmektedir.
“Kelime” aşı demektir. “Teklim etmek” demek, budamak demektir. Kendisinden bir aşı manâsını taşımaktadır. Hazreti İsa yeni şeriat getirmemiştir. Tevrat’ın şeriatını sürdürmüştür. Onu aşılamıştır. Tevrat yalnız İsrail oğullarının kitabı iken, onun şeriatını bütün dünya için şeriat yapmıştır. Suya maya katmaya da aşılama deniyor. İncil Tevrat’ı tamamlayan bir kitaptır. Tevrat şeriatı, İncil tarikatı içermektedir. Böylece Kur’an’ın bir uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Önce makineyi yaparsın. Oradaki başarıdan sonra o makinenin projesini yaparsın. Artık o proje ile seri imalata geçersin. Allah Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile önce örnek oluşturdu. Sonra o örneğe göre Kur’an’ı indirdi. Kur’an inerken Hz. Muhammed tarafından uygulandı. Sonra Tevrat ve İncil uygulaması ve Sünnet açıklaması ile Kur’an anlaşılır hâle geldi.
Hazreti İsa’ya “kelime” denmiş olmasının sebebi, Tevrat’ı İsrail oğullarının kitabı olmaktan çıkarıp insanlığa mâl etmesidir. Nekre gelmiştir. Bir merhale olduğu da ifade edilmektedir. Çünkü Hz. İbrahim ilmi, Hz. Musa yönetimi, Hz. Davut ekonomiyi, Hz. İsa da dini lâikleştirdi, yani bağımsız hâle getirdi. Bu merhalelerden biri idi. Kur’an ise bunların hepsini birlikte uyguladı. “Kelime” değil de “kelam” oldu. Burada nekire ile bir yerde de “kelimetuhu” denmektedir. Orada marife olarak gelmiştir. Çünkü bu aşı ilâhî aşı idi.
Bu âyetler bize gösteriyor ki İbrahim dini bir bütündür.
اسْمُهُ الْمَسِيحُ (EiSMuHUv el MaSİXu) “İsmi Mesih olan.”
“Meshetmek” demek sıvazlamak, sürmek demektir. “Başınızı meshediniz” âyetinde geçmektedir. Hz. İsa neden mesihtir. “El-Mesih” ismi olup sıfatı değildir. Birinci isim “Mesih” olmalıdır. “İsa” ikinci ismidir.
Kelime manâsı da vardır. Ancak bu onun vasfı olarak getirilmemiştir. Hazreti İsa vaftiz edilmiştir. Bunun için ona “Mesih” denmiştir.
Vaftiz meşru mudur? Ne demektir? Vaftiz doğum merasimdir. Kişiye ismini koymadır.
عِيسَى (GIySAy) “İsa. Beklenen.”
“İsa” beklenen anlamındadır. Önceden haber verilmiş ve beklenmiştir. “Mesih” adı da verilmiştir.
Ad insanlara gelişigüzel olarak takılmaktadır. Ancak Allah öyle isimler verdirmektedir ki, sonra insan onunla müsemma haline gelmektedir.
ابْنُ مَرْيَمَ (EiBNu MaRYaM)
Genel olarak insanlar baba adları ile tanınırlar, bilinirler ve soyadlarını da baba olarak taşırlar. Ancak Hazreti İsa anasının adıyla anılacaktır. Yani, babasının soyadını taşımayacaktır. Çünkü babası yoktur. Hz. Meryem’e bunu tebşir etmekle onu yüceltmiş oluyor.
وَجِيهًا (VaCIyHan) “Vacih olarak.”
“Vacih” sıfat değildir, hâldir. İnsanlar ona teveccüh edeceklerdir.
Hayatında Hazreti İsa’ya yalnız on iki kişi inandı. Bununla beraber, hayatında iken de herkes onunla ilgilendi. Ölümünden sonra dünya üzerinde en büyük etkileri sürdürdü. Bugün de sürdürmektedir. Dört milyar insan onu şimdi takdis ediyor. Bu insanlığın üçte ikisidir. Ayrıca bütün dünya onun doğumunu kerhen de olsa kutluyor. Bu Meryem Oğlu İsa doğmadan bildirildi. Kur’an da 1400 sene önce haber verdi. Beşyüz yıldır Hazreti İsa’ya saygının ortadan kaldırılması için uğraşıldı. Ama 21. yüzyılda insanlar yine onu kutsamaya başladı. Bu durum her geçen gün daha da yücelmektedir. Kıyamete kadar o vecih olacaktır.
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ (FIy elDuNYAv Va elEAPıRaTi) “Dünya ve âhirette.”
“Dünya ve âhirette vecih olacaktır.”
Burada bir “Fî” kullanmıştır. Çünkü iki vecih de aynı olaydır. Dünyadaki vecih ile âhiretteki vecih aynı sebepledir. Dünya yakın ve uzak anlamına gelir. Hazreti İsa hayatta iken ancak on iki havarisinin imanını gördü. Ancak bunlar yüksek derecede inanmış kişilerdi. Hazreti İsa’nın tavsiyesine uyarak dünyanın her tarafına dağıldılar. Hıristiyanlığı oralarda yaydılar. Çok büyük zulümler gören Hıristiyanlar, sonradan galip gelip dinlerini Roma’nın resmî dini hâline getirdiler.
Bunlar savaşmadı. Allah öyle yaptı. Germenler Roma’yı işgal ederler, Batı Roma’yı ortadan kaldırırlar ama kendileri Hıristiyan olurlar. Ondan sonra Papalık başlar. Doğuda devlete bağlı Hıristiyanlık, batıda devletlerin dine bağlandığı bir Hıristiyanlık hakim oluyor. Sonra İstanbul’un fethinden sonra denizlere açılan Hıristiyanlık dünyanın dini olmuştur.
Bunlar Kur’an’dan sonra olmuştur. Bunlar mucize değil midir?
وَمِنْ الْمُقَرَّبِينَ (Va MiNa eLMuQarRıBIyNa) “Va mukarribinden olarak.”
“Mukarribinden olarak.” Hz. İsa mukarribinden olacaktır. Dünya ve âhirette böyle olacaktır.
Evvelûn, sabıkûn, mukarrabûn yeni bir düzeni tesis eden kimseler demektir. Yeni uygarlığın kurucuları demektir. Sahabeler bunlardandır. Hz. İsa’nın da muklarrabinlerden olacağı bildiriliyor. Böylece cemaat olarak havarilerle birlikte olmayı Hz. İsa için de fazilet kabul ediyor. Peygamber ayrı ayrı sahabelerden üstün dereceye sahiptir. Ama bir araya gelince o zaman o cemaat peygamberin de üstünde bir dereceye sahiptir. Bundan dolayıdır ki icma sünnetten daha güvenilir delildir.
Bu âyetle başkanların da icmalara uymaları gerektiğini öğreniyoruz .
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ (Va YuKalLiMu elNAvSa FIy elMaHDi)
“Nâs ile mehdde tekellüm edecektir.”
İnsanlarla beşikte iken konuşacaktır. Beşikte en çok iki sene yatılır. İnsanoğlu yürüyemediği, konuşamadığı ve ihtiyaçları söyleyemediği dönemlerde beşikte yatırılır. Bugün beşik yerine salıncak sistemi gelişmiştir. Bez bağlama sistemi oluşmuştur. Oysa geçmişte çocuk beşikte kundaklanırdı. Kur’an’da “beşik” kelimesi geçmektedir. Sağlık bakımından bu hususun araştırılması gerekmektedir. Çocukların gelişmesinde hangisinin daha iyi olduğu üzerinde durulmalıdır. Ya “Mehd” kelimesinin manâsını genişletmeliyiz veya beşiğin daha sağlıklı olduğu sonucuna varmalıyız. İşte Kur’an’ın müsbet ilimle yorumu budur.
Kur’an bu misal ile yine bize içtihadın metodunu öğretmektedir.
Hazreti İsa yalnız annenin kromozomunu içeren bir canlıdır. Tek kromozomludur. Böyle bir insanın yapısında bazı farklılıklar olabilir. İnsanlarda etkisiz halde bulunan meleklerle konuşma alanı peygamberlerde vahiy geldikten sonra etkili hâle gelir. Meleklerle konuşma kabiliyetini kazanır. Diğer hayvanlarda doğar doğmaz konuşma alanı etkin hâle gelir, kendi cinsleri ile konuşmaya başlarlar. İnsanlarda ise normal konuşma baştan etkisiz haldedir. Bir yaşından sonra etkin hâle gelir, birden konuşmaya başlar. Bunun sebebi çocuğun yaşadığı topluluğun dilini öğrenmesi içindir. Böylece her topluluğun ayrı dili olmuş olmaktadır.
Demek ki insanda konuşma alanını geç harekete geçiren bir gen var. Bu da X kromozomları üzerinde birlikte etki etmektedir. Cinsiyettedir. Böyle ortak etki vardır. Tek X kromozomu erken oluşmayı sağlamaktadır. Arılarda böyledir. Tek kromozomlu olunca çocuk beşikte konuşmaya başlar. Meleklerle de konuşma melekesi o zaman açılmış olur. Böylece beşikte olgun insan gibi konuşmaya başlar. Bu da Hazreti İsa’nın babasız olduğuna delil teşkil eder.
Nâsa (insanlara) tekellüm etmesi, nâsa bir peygamber olarak hitab etmesi anlamına gelmektedir.
وَكَهْلًا (Va KaHLAv) “Kahl iken de.”
Olgunluk zamanında da nâsa konuşacaktır.
Hazreti İsa’nın belli bir yaşa kadar geleceği bildirilmiştir. Kur’an’da yaş devreleri ile ilgili ifadeler vardır. Tıfl, sabi, sağir, balığ, rüşd, eşüdde, erbeğin, şeyh, kebir gibi ifadeler vardır. Burada da “Kehl” geçmektedir. Bizim yaş sıralamamızda Kehl yaşı nedir?
1, 2, 3, 7, 10, 15, 20, 25, 30, 40, 50, 63, 70, 80, 100, 128.
Hazreti İsa’nın 33 yaşında dünyadan ayrıldığı bildirilmektedir. Buna göre Kehl devresi 30 ile 40 arasındaki dönemdir. O zamana kadar yaşayacağı ve ondan sonra yaşamayacağı da Hz. Meryem’e baştan bildirilmiş bulunmaktadır.
Hazreti İsa İbrahimî dinin gelişmesinin bir safhasını temsil etmektedir. Kendisinden sonra 600’üncü sene Son Peygamber gelecek ve o 40 yaşında olacaktır. Hazreti Nuh Peygamber ile başlayan 3300 senelik bir zamanın 33’üncü asrında gelmiştir. Böylece Kur’an da 40 asır sonra gelmiştir.
Nitekim insan bedeninde de belli dönemlere belli yaşlarda girilir. 15 yaş erginliğe erişme yaşıdır. Bir-iki yıl oynayabilir. İnsanlığın gelişmesi de böyledir. Hiçbir şeyin tesadüf olmadığı ortaya çıkmaktadır.
وَمِنْ الصَّالِحِينَ (Va MiNa elÖAvLıXIyNa) “Ve salihlerden olacak.”
Daha önce Hz. Yahya için de salihlerden demiştir. Şimdi Hz. İsa için de salihlerden olacaktır denmiştir.
Hazreti İsa düzeni bozmaya gelmemiştir. Önce Tevrat’ın düzeninde hiçbir değişiklik yapmamıştır. Hattâ Tevrat’ta olan hükümleri yeniden dile bile getirmemiştir. Oysa Kur’an Tevrat’taki hükümleri yeni üslupla dillendirmiştir. İçtihat ve icma sistemini getirmiştir. Salih değil muslih olmuştur.
Diğer taraftan Roma yönetimine de karşı gelmemiştir. “Kralınkini krala veriniz.” demiştir.
“Sağ tarafına vurularsa solunu göster de ona da vursunlar.” demiştir. Yani, Hazreti İsa mücadele yerine uyumlu olma felsefesini benimsemiştir. Hazreti Yahya için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
“Mukarrabin” sıfatından sonra “Salih” sıfatını da kullanmıştır.
Dinî cemaatlerin görevi insanlara sevdirerek iş yaptırmaktır, korkutarak değil. Oysa siyasilerde kötüleri korkutmak, iyileri de güçle güven altına almakla yükümlü olmaktadırlar. Metotları tamamen farklıdır. Dolayısıyla ‘din’ ile ‘yönetim’ birbirinden ayrılmalıdır. Hazreti İsa bunu yapmıştır. İnsanlığa lâikliği öğretmiştir.
Hazreti İbrahim ilmi dinden ayırmıştır.
Hazreti Musa şeriatı dinden ayırmıştır.
Hazreti Davud ekonomiyi dinden ayırmıştır.
Hazreti İsa ise lâikliği getirerek din ile diğer müesseseler arasındaki dengeyi kurmuştur.
Tamamen dinî yönetim gibi görünen Doğu ve Batı yönetimleri aslında lâik yönetimin temelleridir. Evet, Roma’da dine bağlı hükümetler var, Bizans’ta devlete bağlı din vardır. Ancak her iki yönetimde de din ile devlet ayrı ayrı müesseseler olmuştur. Sadece başkan bir tarafın elindedir. İşte bu durum Hazreti İsa’nın öğretileri sonucudur. Bugün Türkiye’de de Diyanet İşleri Başkanlığı devlete bağlı olmakla beraber yine de lâiklik vardır.
Hazreti İsa bu âyette Kelime, Mesih, İsa, İbni Meryem, Vecih, Mukarrib, Mükellim ve Salih olmak üzere sekiz sıfatla tavsif edilmiştir. Dördü isim olarak gelmiş, dördü de vasıf olarak gelmiştir. Mesih ve İsa özel ad olmuştur. Kelime ve İbni Meryem ise özelliğinden dolayı bu adlarla zikredilmiştir. Mukarrib ve Salih ile cemaat içindeki yeri belirtilmiştir. Vecih ve Mükellim ise hallerindendir. Kelime ile Kelamın ayrı ayrı zikri, birincide “kelime” kelimesinin bir izahı olarak da düşünülebilir. O taktirde çocukken konuştuğu için kendisinden bir kelime olmuş olur. Yani dili Allah’tan öğretilmiştir.