ÂLİ İMRAN SURESİ TEFSİRİ(3.sure)
Süleyman Karagülle
2082 Okunma
ALİİMRAN 47-54

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XIII

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللَّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ(47) وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ(48) وَرَسُولًا إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُمْ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُمْ مِنْ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ وَأُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ وَأُحْيِ الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللَّهِ وَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ(49)

قَالَتْ رَبِّ  (QAvLaT RabBı)  “Rabbim, dedi.”

Hazreti Meryem meleklerin müjdelediği Hazreti İsa müjdesine karşı Allah’a sual ediyor. “Rabbim” diyor. Meleklere sormuyor, direkt Allah’a soruyor. “Rabbim, benim nasıl çocuğum olacaktır?” deniyor.

Cevabı elçi ile çevirme yerine, cevabı doğrudan çevirme veya başka elçi ile çevirme esastır. Toplar damarlarla atar damarlar farklıdır. Sinir sistemleri de farklıdır.

Bizim dualarımız da doğrudan Allah’a olacaktır. Aracı kullanılmayacaktır.

أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ (EanNAv YaKUvNu LIy VaLaDun)  “Benim nereden bir veledim olacaktır?”

Hazreti Meryem bakiredir. Evlenmemiştir. Ona bir erkek dokunmamıştır. Erkeksiz bir çocuğun dünyaya geldiği görülmemiştir. Sünnetullaha aykırıdır. Bu müjdeyi sormaktadır.

İncil’deki hikâyelerle Kur’an’da anlatılanlar arasında farklar vardır. Kur’an Hazreti İsa’nın nesebini anasının aracılığı ile anasının babasına yani Hz. İmran’a bağlamaktadır. Hz. İmran’ın Hazreti İbrahim’in zürriyetinden olduğu söylenmektedir. İncil’de ise Hazreti İsa’nın soyunu Hazreti Meryem’in nişanlısı Yusuf’un soyuna, onu da Hz. Davut ve Hz. İbrahim’e bağlamaktadır. Böylece Hz. İsa nişanlı olan Hz. Meryem’den doğmuş gösterilmektedir. Kur’an ise Hz. İsa’nın nesebini Hz. Meryem’in babasına bağlamaktadır.

Hz. Meryem’in bu sorusuna şöyle cevaplar verilebilir. İncil’de Hazreti İsa’nın Meryem’den kardeşlerinin olduğu da söylenmektedir.

  1. Bundan sorma, sen evleneceksin, senden bir oğul doğacaktır. Yahut, nişanlından oğul doğuracaksın olabilir.
  2. Hz. Meryem hamamda yıkanırken daha önce yıkananların spermini almış olabilir.
  3. Hz. Meryem tek hücreli bir insan olmuş olabilir.
  4. Hz. Meryem 3. kromozomdaki Y kromozomu özel genler X kromozomunu taşımış olabilir.

Bunlar sünnetullah içindeki açıklamalardır. Allah bizim bilmediğimiz bir şekilde de yaratmış olabilir.

وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ  (Va LaM YaMaSNIy BaŞaRun)  “Bana bir beşer mes etmemiştir.”

Beşer” insan demektir. “Erkek” yerine “beşer” demektedir. “Raculün” denmemektedir.

“Bana çocuk bile değmemiştir. Nasıl çocuğum olacaktır?” diyor.

Mes” kelimesi ile dokunmamıştır bile, daha ilerisi zaten yoktur. Yusuf’la nişanlı olması onun dokunmasını gerektirmez.

Artvin’in Camili bucağında benim halkım arasında nişanlanma artık birbirinden kaçınmayı gerektirir. Değil nişanlısı ile görüşme, nişanlısının yakınlısı ile de görüşmez. Erkek de nişanlısının yakınlısından uzak durur. Bunun şeriatta yeri yoktur. Çünkü nişan yine bu yörede artık akittir. Nişanlıların ayrılması boşanmaktan zordur. Dolayısıyla nişanlıların görüşmeleri, konuşmaları, hattâ cinsi ilişkilerde bulunmaları helaldir. Zina olmaz, günah olmaz. Ancak halvette kalmışlarsa, ilişki olmasa da duhul var olduğuna hükmedilir. Çocuk doğarsa onun olur, boşarsa mihri tam öder.

Hazreti Meryem’in burada nişanlısı olsa bile onunla da herhangi ilişkide bulunmadığını ifade ediyor.

قَالَ كَذَلِكِ  (QAvLa KaÜAvLıKa)  “Böyle dedi, Allah.”

Hazreti Meryem kalbinden geçirmiştir. Allah yine melekler vasıtası ile cevap vermiştir. “Bu böyle olacak” deniyor. Ama nasıl olacağını açıklamıyor. Evet, sana beşer temas etmemiştir, ama çocuğun olacaktır.

Yukarıda saydığımız ihtimallerin hepsi olabilir. Tevil edilebilir. Hazreti Meryem’i itham etmeye gerek kalmaz. Ama Hazreti İsa’nın doğumunu tarihlenmenin başlangıcı olarak insanlığın bugün kabul etmiş olması onun gerçekten mucizeli şekilde doğduğunu ifade eder. Fatih İstanbul’u aldı diye inanmasak bugün İstanbul’da Müslümanlar olmazdı. Hazreti İsa’nın mucizeli doğuşu yoktu da Hıristiyanlar niçin buna inandılar, niye canlarını verdiler, neden yeraltında kentler kurdular? Sonunda Roma onlara boyun eğdi. Cermenler Roma’yı yıkıyorlar da neden Hıristiyan oluyorlar? Neden bugün dört milyar insan Hz. Meryem’i ve Hz. İsa’yı takdis ediyor? Neden herkes onun doğum gününü bütün insanlığın yılbaşı olarak kabul ediyor?

Bütün bunlar bize Hz. Meryem’in babasız doğduğunun açık delilleridir. Tevile gerek yoktur.

اللَّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ (elLaHU YaPLUQu MAv YaŞAEu)  “Allah meşiet ettiğini halk eder.”

Buradan Hazreti İsa’nın halk edilmiş olduğunu ifade etmektedir.

Canlıların genetiğinde kayıtlıdır. Günü gelince yeni türler o genlerin faaliyet göstermesi ile oluşur. İlk hücredeki kodlamanın belli nesil sonra ortaya çıkması genlerle kolayca izah edilebiliyor. Ancak değişik nesilde o gün gelince hepsinde yeni tür görülmelidir. Görülmüyor. Bu da açıklanabilir. Bölünmede bu genler tek olabilir. O zaman hep bir nesilde sürüp gider. Ama o zaman da o ferde bir şey olursa nasıl korunacaktır? Bu da şöyle olmaktadır. Sperm yumurtaya girince hemen çevresini kabuk sarar ve bir başka spermin girmesini önler. Bir hücre günü gelip döllenince çevreye neşredilen bir koku ile artık diğerlerinin yeni tür oluşturması önlenir.

Bütün bunların yanında, tabiî kanunların yanında özel görevli melekler bunu yönetirler. Arılar anaç arı için birkaç büyük göze yaparlar. Burada anaç arılar için yumurta konur. Yalnız birini çıkarırlar. Arılara bunu öğreten genlere de öğretir.

Bu âyet gösteriyor ki sadece değişmez kanunlar geçerli değildir. Aynı zamanda görevlilerin özel etkileri de vardır. Yirminci yüzyılda bulunan belirsizlik ilkesi kanunların sadece makroda çalıştığını gösterir. Uzaktan baktığımızda insanların hepsi birbirine benzer ve aynı davranışları yaparlar. Oysa yaklaştığımızda her insanın ayrı bir kâinat olduğunu görürüz. Bu atomlar için de aynıdır. O farklılık her zaman farklı oluşlara sebep olabilir.

Hz. Zekeriyya (a.s.)’ın kıssasında “Allah meşiet ettiğini fi’leder.” denmiştir. Burada “halkeder” denmiştir. Fiilde halk vardır, halkta ise fiil yoktur. Sebeplere dayanarak yapılan işler, sebepsiz yapılan işler, sebepleri icat da fiildir. Geneldir. “Halk etmek” ise malzemeden elbise çıkarmadır. Projedir. Hazreti İsa’nın da kanunsuz ve kuralsız olmadığı, kurallar içinde ama baştan projelenerek yapıldığını ifade eder. Hazreti İsa kıyamete kadar takdis edilecektir. İnsanlık Doğu ve Batı medeniyetleri olarak gelişecektir. Batı medeniyetlerini Hıristiyanlar, Doğu medeniyetlerini Kur’an götürecektir. Hazreti İsa her iki taraftan takdis edilecektir.

ِاذَا قَضَى أَمْرًا     (EiÜAv QaWAy EaMRan)  “Bir emri kaza edince.”

“Kader” var, “kaza” vardır. Kader, projenin yapılmasıdır. Kaza ise projenin uygulanmasıdır. Kaderde zaman yoktur. Kazada zaman vardır.

Emr” ise iş demektir. Merre, geçmek demektir. Emere, geçirmek demektir. İş gücüne iş yaptırmak demektir. Buyruk da, söze iş yaptırmak demektir. Sonunda “emr” buyruk veya iştir. “Kaza” eğilmesi, biçilmesi demektir, yani bir projenin uygulanması demektir.

Buradan anlıyoruz ki, Hazreti İsa’nın babasız doğmuş olması Allah’ın bir takdiridir ve O’nun uygulanmasıdır. Sünnetullaha uygun düzen içinde gerçekleşmiştir. Bu sebepledir ki Hazreti İsa’nın doğuşunu ilimle açıklamaya çalışmamız normaldir.

Hıristiyanlar babasız doğmayı Allah’ın başaramayacağını sanarak Allah’ı ona baba yaptılar. Oysa canlılarda eşeysiz çoğalma eşeyli çoğalmalardan fazladır. İnsandaki ilk hücre eşeylidir. Ondan sonra trilyonlara varan hücreler hep eşeysiz çoğalırlar. Allah’ın ilk hücreyi eşeysiz çoğaltamayacağını sanmak imansızlıktır.

فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ (Fa EınNaMAv YaQUvLu LaHu KuN)  “Sadece ona ‘ol’ der.”

Bir elektrik tesisi yaparsınız. Birtakım makineler ve hatlar yerleştirirsiniz. Sonra ona bir anahtar yerleştirirsiniz. Bir sayı ile şifre edersiniz. ‘Beş’ dediğiniz zaman santral devreye girer ve ortalık aydınlanır.

Allah beş boyutlu uzayda her şeyi zaten halketmiştir. O sadece şifresini söylediği zaman o devreye girer. Bu âlemde yapacağı şeylerin iradesi ezelidir. Günü gelince “ol” emriyle zuhur eder.  

فَيَكُونُ  (Fa YaKUvNu)  “Hemen olur.”

Zaten başka türlüsü söz konusu olamaz. Aksi halde o zaman Allah’ın bir başka yerden güç almasının söz konusu olması ve zaman içine girmesi gerekir. Kâinatımız beş boyutlu bir uzay içindedir. Uzayımız dört boyutlu uzayı oluşturmaktadır. Zaten yeniden bir şey var edilmemektedir. Yok da edilmemektedir. Sadece biz uzayda seyahat emekteyiz. Biz onu yaşıyoruz. Allah bizi gezdirmektedir.

Kişi direksiyonunu elbette istediği tarafa kırabilir. Ancak bizim o âlemde hareket edebilmemiz için kurallar içinde her şey oluşmaktadır. Allah için zorunlu değil, iradidir. Bir çocuk nasıl doğar, büyür, gelişir ve yaşlanır ise; insanlık da böyle doğmuştur, yaşıyor, gelişiyor ve sonunda ölecektir. İnsanlığın bin yılı bir insanın bir yılı gibidir. İnsan ömrü nasıl benzer şekilde yıllarını dolduruyor ama yaşlanıyorsa, insanlık da aynen böyledir. Bu evrim çizgisindedir.

İnsanlığın ölümünden sonra insanlardan daha üstün bir varlık bu dünyada var edilmeyecektir. Âhirette ise bu insanlar daha üstün seviyeye çıkarılacaktır. Bunun için bu dünyanın tarihi oluşturulmuştur.

Peygamberler bu evrimi yapsınlar diye var edildiler. Bize de örnek olsunlar diye anlatılıyorlar.

وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَاب  (VaYuGalLiMuHu el KiTaBa) “Ona Kitabı da öğretecektir.”

Hazreti İsa’yı müjdelediğinde dünya ve âhirette vecih olacak, mukarrabinden olacak, beşikte konuşacak, salihlerden olacak denmişti. Hazreti Meryem sözünü kesmiş ve “Nasıl oğlum olacak?” demişti.

Demek ki arada söz keserek soru sormak da caizdir. Ondan sonrasının anlaşılması için anlaşılma sorusu sorulabilir. Melekler anlatmaya devam ediyorlar.

“Ona Kitabı öğretecektir.” Burada harf-i tarifle “Kitap” gelmektedir. Bu cins isim olabilir. Ona yazmayı öğretecek demektir. Yahut bütün Ahd-i Atik’i öğretecek demek olur. Tevrat ve İncil dışındaki kitapların mahut olanları kastedilmiş olabilir. Biz nasıl Kur’an ve Sünnet diyorsak; onlar da Tevrat dışındakilere “Kitap”, Tevrat’ı da özel adıyla adlandırabilirler. Yahut “Kitap”tan maksat yasalar olabilir, imparatorluk yasaları olabilir.

وَالْحِكْمَةَ  (Va el XıKMaTa)  “Hikmeti de.”

Hikmeti de öğretecektir.” Kitap, illetleri içeren bilgilerdir. Hikmet ise gelecekteki yararları içeren bilgilerdir. Kaş böyledir. Onun şu şekilde oluştuğunu bilmek kitaptır. Hikmeti ise kaş gözü yağmurdan koruyacaktır. Bu da hikmettir.

“Hekem” atın ağzına takılan gemdir. Atı onunla istediğin tarafa sevk edersin. “Hüküm” ileride yapılması gerekeni şimdiden kararlaştırmadır. “Hikmet” ileride doğacak yararlara ait bilgilerdir.

Allah Hazreti İsa’ya tarif etmiştir.  

وَالتَّوْرَاةَ  (Va elTaVRAvTa)  “Tevrat’ı da.”

Tevrat” kelimesinin asıl kaynağı ‘töre’ demektir. ‘Tavır’ kelimesi de buradan gelir. ‘Tûr’ kelimesi ile akrandır. Tevrat Tûr Dağı’nda nâzil olmuştur. Töre kelimesi Türkçedir. Sümerler Türk soyundandırlar. Hazreti İbrahim’in babası da Azerî’dir.

Tevrat” kurallar kitabıdır. Adı budur. Demek ki Allah Hazreti İsa’ya delilleri ve hükümleri yani usûlü öğretmiş, sonra Tevrat’ı da öğretmiştir. Hıristiyanlığın şeriatı Tevrat şeriatıdır. Tevrat bu sayede insanlığın kitabı olmuştur. Bu sebepledir ki Yahudilerin Tevrat’ı ile Hıristiyanların Tevrat’ı arasında fark vardır. Yahudiler kendi kitaplarını başka kavimlere göstermek istemezler. Bizim elimizdeki Tevrat Hıristiyanların Tevrat’ıdır. Yahudiler bu Tevrat’ı tekzip etmiyorlar.

وَالْإِنجِيلَ  (Va elEinCIyLa)  “İncil’i de.”

“Tevrat” dağın tepesinden çıkan kaynak ise, “İncil” de suyun ovaya yayıldığı yerdir. “Dicle” kelimesi ile kök yakınlığı vardır. Düzlükte yayılan sulardır.

Tevrat İsrail oğullarına gelmişti. İncil bunu dünyaya yaymıştır. Hazreti İsa’ya İncil öğretilmişti.

Bu nasıl olmuştu? Melek gelmiş de mi talim etmişti? Bugün bilgisayarla program yazarsınız, belli metinleri yüklersiniz. Bunu siz oluşturursunuz. Bunu hazırlamak zaman almaktadır. Ama bir başka yerde hazırlanan disketi çok kısa zamanda şarj edersiniz.

Hazreti İsa’nın beynine hem de daha bebekken kitap, hikmet, Tevrat ve İncil şarj edilmiştir. Hazreti Meryem diğer kelimeleri biliyordu. Ama “İncil” kelimesi ile yeni kitap kastedildiğini de hem kelimenin anlamından öğrenmişti hem de melekler ona anlatmışlardır. Böylece Hazreti Meryem adeta Hazreti İsa’nın antrenörü durumundadır.

وَرَسُولًا إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ  (Va RaSUvLan EıLAy BaNIy EıSRAvEıLa)

“Ve Beni İsrail’e bir resul olarak müjdeliyor.”

Peygamberler bir kavim içinde gelir. Tebliğini o kavim içinde yapar. Onları organize eder. Ama getirdiği kitap tüm insanlığa hidayet olur. Kur’an da böyledir. Yasin Sûresi’nde; “Seni kendilerine tebliği yapman ve kavmi uyarman için gönderdik.” deniyor. “Kavmine kendi lisanları ile açıklaman.” deniyor.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm da yalnız Araplara resul idi. Çünkü yalnız onlara uygulattı. Arabistan fethedildikten sonra vefat etti. Hazreti İsa da havarilerden sonra tevfiye edilmiştir. Havariler dağılarak artık oralarda onlar resul olmuşlardır.

Bu kural bize şunu gösteriyor ki, yöneticiler kavimlerin kendilerinden olacaktır. “Ulu’l-emri minküm./ Sizden emir sahipleri.” denmiştir. Bir yere göç eden artık onlardan olur.

Resul” nekire olarak kullanılmıştır. Diğer resullerden biridir. İsrail oğulları içinde gelmiş olması onların Tevrat’ı bilmiş olmasından dolayıdır. Havariler Yahudi idi. Tevrat’ı ve İncil’i ancak onlar götürebilirdi. “Kelime” denmiş olmasının hikmeti budur.

أَنِّي قَدْ جِئْتُكُمْ (EanNIy QaD CıETuKuM)  “ Ben size ciet ettim.”

İncil gerçi bütün insanlığa hitap edecektir. Ancak bunun kaynağı İsrail oğulları olacaktır. Çünkü Tevrat onlarda idi. İsrail oğulları Tevrat ve İncil’in yeryüzüne yayılmasına hizmet vereceklerdir. Öğretmenlikleri sürecektir. Gerçekten Havariler Yahudi idi ve dünyaya Hıristiyanlığı onlar yaydı. Daha sonra da Amerika keşfedilince denizaşırı ülkelere Hıristiyanlığın yayılmasında Yahudi sermayesinin büyük etkisi oldu. Kara Avrupası’nda demokrasiyi ve dinsizliği tervic eden Yahudi sermayesi, denizaşırı ülkelere Hıristiyanlıkla gitmiştir. Çünkü kendi dinini yayamıyordu. Bu sebeple İngilizlerde krallığı ve lordlar kamarasını bıraktı, ateizm yerine Hıristiyanlığı temel aldı. Böylece İsrail oğullarının hizmetleri günümüze kadar devam etmiştir. Avrupa’ya müsbet ilimlerini de Yahudiler taşımışlardır. Günümüzün sanayi uygarlığı onların ilmî ve iktisadî katkıları ile oluşmuştur. O sebeple “Ben size geldim.” diyor.

Bu ifadeler, Allah’ın Hz. Meryem’e “İsa böyle söyleyecek.” ifadesi şeklinde de anlaşılır. Yahut “Erselnâhu rasulen en yekulu/ Biz onu irsal edip böyle böyle desin diye” Allah’ın bize bildirisi de olabilir. Allah’ın bir şey demesi demek olduğu için her iki manâ da doğru olarak görülür.

بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ  (Bı EaYaTın Min RabBıKuM)  “Rabb’inizden bir âyetle geldim.”

Hazreti İsa’ya verilen mucizeler sadece bir tane olmadığı halde burada “Bir âyetle geldim” demesi, bütün mucizelerin bir bütün teşkil etmesi sebebiyledir. En büyük âyet beşikte konuşması; kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i bilmesidir.

Bu bilme Hazreti Muhammed için de bir mucize olmuştur. Arapça dilinde o zamana kadar yazılmış hiçbir kitap olmadığı halde, Kur’an’ın Tevrat ve İncil’de olanları yanlışsız bilmesi Kur’an’ın en büyük mucizelerinden biridir.

Kelimenin nekire olmasının sebebi, diğer peygamberlere verilen âyetlerden biri olduğuna işaret içindir.  

أَنِّي أَخْلُقُ لَكُمْ  (EanNIy EaPLuQu LaKuM)  “Ben size halk ederim.”

“Ben sizin için biçimlendiririm.” denmektedir.

Halk etmek” demek, bir kumaşı biçip ona özel şekil vermek demektir. Toprağı da yoğurup ona şekil veririm diyor. Burada “sizin için” denmektedir. Sizin için, size göstermek için, sizi inandırmak için anlamına gelir. Hazreti Musa’nın sopası ejderha olmuştur. Burada da toprak kuş olmuştur. Bunu yapmak mümkün müdür? Allah için elbette mümkündür. Üç boyutlu uzayımızın dışında dört boyutlu uzaydan buraya hemen getirilebilir.

Duvarla çevrilmiş bir kalenin içine duvardan geçmeden, kapı açılmadan bir devenin girdiğini görsek inanmayız. Bu nasıl olur? deriz. Ama bir kuş uçarak gelse gayet normal karşılarız. Deveyi göremediğimiz bir vinç kaldırıp koysa deve de girmiş olur. İşte üç boyutlu uzayda olmayan bir şeyi görmediğimiz bir güç boyutumuzun içine koyar. Bu Allah için son derece kolaydır.

Bir öğrencinin yazılı kâğıdını yanlış yazıp ondan sonra tam not alması mümkün değildir. Çünkü öğretmen o notu vermez, ama isterse öğretmen istediği notu yazabilir. İsterse 10 yazar, isterse 1 yazar, onun için değişmez. Allah da bu üç boyutlu uzayda hareketleri sebep-sonuç ilişkilerine dayandırmıştır. İsterse istediğini yapar. O’nun için zorluk yoktur.

مِنْ الطِّينِ  (MiN elTOıYNı)  “Tinden, topraktan.”

Tinden, topraktan.” denmektedir. Burada “tinden” kelimesi geçmeseydi, şişirilen balonların havası ile uçması gibi bir teknikle bunu yapmıştır diyebilirdik. Topraktan yapılan bir aracı böyle bir şekilde uçurmak imkansız gibi olduğundan bunu o teknikle açıklamıyoruz. Ama “Tin” kelimesine başka manâ yükleyerek açıklanabilir. İnsan da tindan yani topraktan yaratıldığı için mesela deriden kuş biçiminde bir torba yapılır. O şişirilir, sonra da arkasından delik bırakılır. Sonra da o uçar. “Tayr olur” demek, uçar olur demektir. Bu şekilde bir manânın verilmesi ile onlara bu tekniği öğretmiş olmaktadır.

كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ (Ka HaYEatı elOaYRı)  

Buradaki “tayr”dan maksat kuş olabilir. Yahut da mastar olabilir.

Tayr” kuş sürüsüdür. Tek kuş “Tair” olarak kullanılır Burada mastar olarak manâlandırabiliriz. Yani, uçacak şekilde biçimlendiririm demektir.

Heyet” şeklin ötesinde birbirini tamamlayan parçaların tümüdür. Her bir parçadır. Demek ki uçacak şekilde kuşun heyeti gibi denmektedir. “Tayr gibi” denmiyor, “tayrın heyeti” gibi deniyor.  

“Ke hey’eti el-tairi” denseydi daha kolay anlaşılırdı. “Fe yakunu tairen” denseydi muhkem olmaya daha yaklaşırdı. İşte buradaki bu ifadeler müteşabihtir. Allah neden böyle müteşabih ifadeler kullanmıştır? Allah, böyle bir mucizeye aklı ermeyenler olursa onlara da tevil imkanı vererek rahmetini geniş tutmuştur.

Bir gerçek vardır ki, Hazreti İsa babasız doğduğu halde annesinin iffetli olduğuna çevresini inandırmıştır. Bunu gösterdiği mucizelerle başarmıştır. Bu mucizeler burada sayılmıştır. Sonuçta o mucizelere bizim de inanmamız gerekir.

فَأَنفُخُ فِيهِ  (Fa EanFuPu FIyHı) “Onun içine nefh edeceğim.”

Nefh etmek” üflemek demektir. Allah “Adem’e ruhumdan üfledim” diyor. Burada sadece soluk üflemiştir. Hattâ bir tuluma hava doldurur diğer tuluma bağlarsanız, sıkıştırırsanız, ikinci tulum içine dolar. Böylece ilkel teknikle tulumu nefesten çok daha fazlasıyla şişirebilirsiniz.   

Fîhi” zamiri müfrettir. Acaba nereye raci oluyor? Maide Sûresi’nde ise “Fîha” olarak gelmektedir. “Tayr” müennestir. “Heyet”de müfret zamiri nereye racidir? “Ka” ile gelince benzeri olur. O zaman bir isim durumuna dönüşür. “Raeytu Raculen Ke’l-mer’eti” dediğiniz zaman, buna müzekker zamir gönderebilirsiniz. Çünkü dişilikte benzememektedir. “Ke’l-hey’eti” terkib olarak müzekkerdir. Yahut da mahluk anlamında olabilir.

فَيَكُونُ طَيْرًا (Fa YaKUvNu OaYRan)  “Bir tayr olur.”

Kuş olur” veya “uçar olur” manâsı çıkar.

“Kuş olur” diyemiyoruz. “Kuşlar olur” dememiz gerekir. Oysa “Fîhi” müfrettir. Bir heyetin içine nefh etmiştir. O halde buradaki “tayr/kuş” değil de masdar olarak “uçar olur” denmiş olur.

İşte Kur’an böyle bir kitaptır. Okunduğu zaman gayet tatlı bir dili vardır. Manâsı da çok kolay anlaşılır gibidir. Ama üzerinde düşündükçe çok derin manâlar ortaya çıkar. O kadar ki, çok defa çözemez ve ‘ben anlamadım’ der, teslim olursunuz.

بِإِذْنِ اللَّهِ (Bı EıÜNı elLAHı)  “Allah’ın izni ile”

Allah’ın izni ile” dendiğinde “Allah’ın kanunları ile” denmiş olabilir. Yahut “Allah’ın özel idaresi ile” denmiş olabilir.

Uzun” kulaktır. “Ezan” çağırmadır. “İzin” müsadeden çok duyurmadır. Yani kuralları anlatmaktır. Dolayısıyla “Bi iznillahi/ Allah’ın kanunları ile” bu işin olacağı bildirilmiş oluyor. Yani kural dışı bir şeyin olmadığını ifade etmiş olur. Evet, uçacak ama kurallar içinde uçacak, kuşun uçması gibi uçacak. Hazreti İsa’nın bunları bilmesi mucize olmaktadır.

وَأُبْرِئُ (Va EuBRıEu)  “Ve ibra edeceğim.”

Bur” parlak demektir. Tozlardan, kirlerden, paslardan ayıklamak demektir. İnsanları hastalıktan iyi etme anlamında olduğu gibi, sanıkları da suçlardan temize çıkarmak anlamına gelir. Müşriklere dört ay izin verilmiş, şirk onlar için o müddet içinde suç sayılmamıştır.

“Şifa” uzun zaman sonra iyileştirmedir. “İbra” ise hastayı birden iyileştirmedir.

Hazreti İsa’nın yaptığı tedavi ile hasta birden iyileşiyordu. Göz ameliyatları böyledir. Çekme ile bel fıtığı tedavisi böyledir. Yani, Hazreti İsa bir tabip olarak değil, bir usta olarak tedavi yapıyordu. Bir defa bir muamele yapıyor, o muamele sonrasında o hasta kendiliğinden iyileşiyordu.

الْأَكْمَهَ (eLEaKMaHa)  “Ekmeh olanları.”

Ekmeh” göz hastalıklarından biridir. Açıkça bu hastalık bilinmemektedir. Ancak belli bir hastalık olduğu açıktır. “Kem göz” tabiri buradan gelmektedir. Bize göre bu katarakt hastalığıdır. Kataraktlı gözleri iyi etmektedir. Kem göz, renkleri değişik olan göz demek olmalıdır. Şaşı göz de olabilir. Anadan doğan kör demişlerse de bu sadece yorumdur.

وَالْأَبْرَصَ  (Va EaBRaSa)  “Abresi, cüzzamlıları.”

Cüzzam” bulaşıcı bir deri hastalığıdır. Bu hastalığın uzun zaman tedavisi yapılamıyordu. Bulaşıcı olduğu için de insanlar bu hastalardan hep kaçıyordu. Bugün tedavi edilmektedir. Aşısı da bulunmuştur. Hazreti İsa bu hastalığı kolayca tedavi etmiştir. Bir ot suyu ile tedavi etmiş olabilir.

وَأُحْيِ الْمَوْتَى  (Va EuXYı elMeVTAy)  “Ve ölüleri ihya ederim.”

Hay” hareketli yılandır. “Meyyit” kış uykusuna yatan yılandır.

İhya etmek” demek diriltmek anlamına gelmektedir. Harf-i tarifle gelmiştir. Belli ölüleri diriltirim anlamındadır. Bütün ölüleri yahut herhangi bir ölüyü diriltirim anlamında değildir.

Kalbin durması ile insan ölü kabul edilmektedir. Ancak bugün öldükten sonra bazı fizikî hareketlerle ölünün tekrar canlandığı görülmektedir. Hazreti İsa da böyle kalbi durmuş ama vücudu sağlam olan hastaları yeniden canlandırmıştır. Diğer taraftan birçok canlı hücreler dondurulduktan sonra uzun zaman geçse de yeniden hayata kavuşturulabilmektedir.

بِإِذْنِ اللَّهِ (Bı EzNı elLAHı)  “Allah’ın izni ile.”

Allah’ın kanunları ile” demek olduğunu daha önce açıklamıştık. Uçmak ve dirilmek yerine kullanılması ile buralarda da sünnetullahın geçerli olduğuna işaret edilmiştir. Tedavi ise normal olay olduğu için orada zikredilmemiştir. Bir şey sıralanırken genellikle kolaydan zora gidilir. Tedavi en kolay olduğu halde ortaya alınmıştır. Bunların birbirine benzer olaylar olduğuna işaret edilmiştir.

Bediüzzaman diyor ki; mucizeler insanlığın ulaşabileceği son teknolojiyi bildirir. Böylece çok önemli adımlar atılmış olmaktadır. Uçaklar yapılmıştır. Artık uçuyoruz. Hastalar tedavi ediliyor. Ölüler de yukarıda anlattığımız gibi yeniden soluk aldırılarak hayata kavuşturuluyor.

Hazreti İsa’nın bunları o zaman yapması elbette onun için çok büyük mucize olacaktır. Nitekim olmuştur ki insanlar ona inandı ve hâlâ da inanıyor.

وَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ (Va EuNa ebBıEuKuM Bi Ma TaEKuLUvNa)

“Neyi ekledeceğinizi size inba ederim.”

Hazreti İsa’nın daha önce zikredilen mucizeleri de birer bilgiden ibaretti. Ne var ki o bilgiler genel bilgilerdi. Bugün bizim de bildiğimiz bilgilerdi. Hazreti İsa özel bilgileri de biliyordu. Mesela, bir ailenin evde ne yiyeceğini biliyordu. Bu bugün için bizim bilemeyeceğimiz bir olaydır. Ama rüya ile, sezi ile biz de bazı şeyleri biliyoruz. Hazreti İsa’ya bunlar bildirilmişti.

Bunu Hazreti İsa kendiliğinden bilebilir miydi, yoksa ona melek mi bildiriyordu?

Bu konuda ilmî çalışmalar yapılmalıdır. Oysa mesela bir anket açılır, “Türk askeri Irak’a gidecek midir?” diye sorulur. “Bu hususta rüya gören yazsın.” denir. Bunların yorumu da yapılır.

Gelen rüyalar ve değerlendirmeler birleştirilerek sonuç elde edilir. Bir de genel kanaat sorulur. Kanaat rüyaya tetabuk ederse bu sorunu çözmez. Rüya ile varılan sonuç ile kanaatle varılan sonuç tehalüf eder de rüya ile varılan sonuç doğru çıkarsa o zaman rüya geçek olur.

Henüz bu sahalarda ilmî çalışmalar yapılmamıştır.

وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ (Va MAv TadDaPıRUvNa FIy BuYuTıKuM)

“Beytlerinizde iddihare ettiklerinizi de haber veririm.”

Beyt” mesken olsun olmasın kapalı yerler demektir. Ambar manâsına da gelir.

Ambarlarınızda depoladıklarınızı da bilirim demiştir. Yani, senin ambarında şunlar vardır.

İşte bunlar mucizedir. Melek haber verecektir. Allah bildirecektir. İnsanların çağlar boyu gelişen bilgilerini onlara kim  öğretti? Biz nasıl meçhul olanları bilebiliyoruz? Aklımıza onlar nasıl gelebiliyor? Bugün insanlık atom bombasını nasıl keşfetti? Zaten her gün aklımıza bir şey geliyor, deniyoruz ve onu biliyoruz.

Burada “Neleri ambarınıza koyacağınızı haber veririm” diyerek gelecekte elde edeceklerini haber vermektedir. Bu da mucize olmuştur. Demek ki Hazreti İsa’ya iki şekilde mucize verilmiştir. Biri yapma şeklinde mucizedir. Diğeri de bilme şeklinde mucizedir. Kur’an da bilme ve yapı şeklinde mucizeye sahiptir.

İnsanlık tarihi bu kitaplarla bilinmektedir. Bunları inkâr etmek demek tarihi inkâr olur.     

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ (EınNa FIy ÜAvLıKa La EaYaTun LaKuM)

“Bunda sizin için bir âyet vardır.”

Yine burada “Sizin için bunlarda âyetler vardır” denmemiştir; “Bir âyet vardır” denmiştir. Yapılanlar ayrı ayrı mucize değildir. Tümünün bir arada olması mucizedir. Bunlardan her biri ayrı ayrı her zaman olabilir, ama bunların hepsi bir arada olamaz. Bir parayı attığınız zaman yazı veya tura gelir. Bu mucize değildir. Ama on defa parayı attığınızda onu da tura gelirse, başkası attığında böyle olmazsa bu mucize olur.

İşte burada bize yine içtihatta çok önemli bir metodu öğretmiş olmaktadır. Değişik ihtimaller bir araya gelince muhtemel olan bunların çarpımıdır. Hazreti İsa’nın babasız doğması bize mucize olmayabilir, ama onun peygamber olarak kabulü ve insanlığın onun doğuşunu mucize olarak kutlaması, Kur’an’ın da bunları haber vermesi bir mucizedir. Kur’an nâzil olduğu zaman iki dev güç vardı: Pers ve Bizans. Persler galip durumda idi.

Kur’an Perslerin mağlup olacaklarını, Bizanslıların ise galip geleceklerini bildirmiştir.

1500 yıldır Hıristiyanlar galiptir. Persler ise tarihten silinip gitmişlerdir.

Demek ki “âyet” kelimesinin müfret gelmesi de bize delillerin değerlendirilmesinde büyük bir yol gösterme durumundadır. Tümevarım metodu sıhhatli sonuçların teyididir.

إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ (EEiN KunTuM MUEMıNIyNa)

“Eğer mü’min iseniz bunda âyet vardır.”

İnanmak başka şeydir, bilmek başka bir şeydir. İnanmak bir hedefi tayin eder. Mesela, bir kimse Ankara’ya gitmek ister. Gideceğine de emindir. Bu ‘iman’dır. Nasıl gideceğini öğrenmek ‘âyet’tir. O bilgilere dayanarak gitme ise ‘amel’dir. Hazreti Musa İsrail oğullarına; inanmak isterseniz bunda inanmanız için yeter deliller vardır, ama inanmak istemezseniz, o zaman onlar size delil olamaz demiştir.

Hazreti Meryem’in bakire olarak Hazreti İsa’yı doğurduğuna delil arayanlar bu olaylarda elbette delil bulabilirler. Ama hayır, biz inanmak istemiyoruz derlerse, bunlar onlara delil olmaz.

Burası yani bu nokta çok önemlidir. Biz, Allah ve âhiret varsa, delilleri bulalım ve inanalım dersek deliller peş peşe gelir. Hayır, ben Allah’a inanmak istemiyorum, olmasını da istemiyorum. Öldükten sonra dirilmek istesem de buna inanmak istemiyorum! O zaman elbette ona delil bulunamaz.

Kur’an muttakilere yol göstericidir. Tevrat ve İncil de böyledir. Yolu sen seçiyorsun. Sonra Allah seni o yola götürecektir. Sen doğru yola gitmek istemiyorsan o seni zorla götürmez. Dinde zorlama yoktur. Hiçbir mü’min başka birini dine zorlamaz. Dinin içinde de zorlama yapmaz.

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XIV

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنْ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِي(50) إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ(51)

فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى مِنْهُمْ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنْصَارُ اللَّهِ آمَنَّا بِاللَّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ(52) رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ(53)

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ(54)

وَ  (Va)   “Ve”

Buradaki atıf harfi “musaddıkan” kelimesini, yani “tasdikleyen” kelimesini “resulen” kelimesine atfetmektedir. Resul kendisi kitap getirmiştir, ama aynı zamanda kendisinden önceki kitabı (Tevrat’ı) tasdik etmek de görevidir. İncil Tevrat’ın mütemmimidir, tamamlayıcısıdır. Tevrat şeriat kısmını, İncil ise tarikat kısmını anlatmaktadır. Kur’an’da “din” kelimesi “düzen” anlamını yani şeriatı da içermektedir. Bizim halk arasında “din” olarak adlandırdığımız Kur’an’da “takva” olarak geçmektedir.

مُصَدِّقًا (MuSadDıQan)  “Tasdik edici olarak.”

Sadık” kelimesi “kâzib” kelimesinin karşılığıdır. Fındık veya ceviz gibi kabuklu meyvelerden bir kısmının içi boş, bir kısmının dolu olur. Kırdığınızda içi boş çıkar. Boş olanlara “kâzib”, dolu olanlara “sadık” denmektedir. Cümlelerin ifade ettikleri manâların kimi doğru olur, gerçeklere uyar, yani karşılığı vardır. Kimi de kâzib olur, dışarıda karşılığı olmaz, ona “kâzib” denir.

Hazreti İsa Tevrat’ın sadık olduğunu ifade etmektedir. Peygamberler birbirini teyid ederler, gelecek peygamberleri haber verirler. Sonradan gelenler de öncekileri doğrularlar, tasdik ederler.  

لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ (LıMAv BaYNa YaDaYHı)  “Yedlerinin arasında bulunanı.”

“Ellerinin arasında bulunanı”, yani önünde olanı tasdik etmek üzere gönderilmiştir. “Min Kabl” kelimesini değil de “Beyne Yedey” kelimesini kullanmıştır. Bir şeyin önce olması zaman itibariyledir. Yedeyinde olması demek, zaman itibariyle olduğu gibi aynı zamanda onu hazırlayıcı olmasıdır.

Tevrat önce gelmiş ve Yahudiliği getirmiştir. Yahudilik Hıristiyanlığı hazırlamıştır. Şöyle ki, Tevrat önce yalnız İsrail oğullarına hitap etmiş ve orada örnek uygulamalarını vermiştir. İbrani Uygarlığı’nı doğurmuştur. İbranilerin kurduğu devlet Tevrat’ın öğretileri içinde Akdeniz’i hakimiyet bakımından bir göl hâline getirmiştir. Onların gemileri ile Fenikeliler ve Yunanlılar Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında siteler kurarak uygarlığı geliştirdiler. Sonra Yunanistan’da Büyük İskender Tevrat’ın öğretileri ile dünyayı istila edebilmiştir. Onun uygulamasından yararlanan ve Kıbrıslı bir Yahudi olan Zenon’un lâik hukuk öğretileri ile Roma İmparatorluğu kurulmuştur.

İşte bu hazırlıklardan sonradır ki Hazreti İsa gelmiş ve Tevrat’ı tasdik ederek İncil’i öğretmiştir. Bu öğretiyi sonra Romalılar kabul edecek, Germenler Hıristiyan olacak, Doğu’da Bizans İmparatorluğu genişleyecek, Tevrat ve İncil Eski Avrupa ve bütün Akdeniz havzasının dini olacaktır. İslâmiyet geldikten sonra da Hıristiyanlık denizlere ve denizaşırı yerlere yönelecek, Amerika ve Avustralya gibi kıtalara yani dünyaya yayılacak ve büyük bir din olacaktır. Şimdi III. Bin Yıl Uygarlığı’nı Müslümanlarla Hıristiyanlar birleşerek birlikte kuracaklardır. İşte Tevrat böylece Hıristiyanlığa hazırlık yapmıştır. Bundan iki el arası deyimiyle daha önce kelimesini ifade etmiştir.

مِنْ التَّوْرَاةِ (MıNa elTaVRat)  “Tevrat’tan.”

“Tevrat’tan tasdik edici olmak üzere geldim” diyor. Burada “Tevrat” kelimesini “Min” ile kullanmıştır. Tevrat’ın bazı hükümleri değişmiştir. Onun için “Min” harfini kullanmıştır. Değişen ne olmuştur?

Tevrat çobanlıkla geçinen bir topluluğa inmiştir. O dönemde bütün hayat çobanlığa dayanır. Gerek ibadetler, gerek devlet gelirleri hep çobanlık üzerinde otururdu. Temel ibadet kurban idi. Sosyal denge onunla sağlanırdı. Kurban kesmekle ilgili pek çok hüküm vardı.

Oysa Hıristiyanlık tarım ve kent döneminde gelmişti. “Dinar” denen para bulunmuştu. Kurban yerine başka hükümler getirilecekti. İşte bu tür hükümler değiştirilmişti. O sebeple “Min” kelimesi kullanılmaktadır.

Kurban İslâmiyet’te de hemen hemen kaldırılmış durumdadır. Bazı hükümleri ise İsrail oğulları kaldırdılar. Hazreti İsa, onları da yeniden ihya etmek üzere görevli olduğunu ifade etmektedir.

وَلِأُحِلَّ لَكُمْ (Va Lı EuXılLa LaKuM)  “Ve size helal etmek için.”

Şeriat şartlara göre hüküm koyar. Zamana ve mekâna göre haramlar ve helaller değişir, yasaklar ve emirler değişir. Her devrin ve zamanın şır’ası başkadır, düzeni başkadır. Kur’an gelinceye kadar değişik yerlerde değişik zamanlarda yeni peygamberler gelir ve bu ayarlamayı yaparlardı. Hazreti İsa da bunu yapmıştır. Yani Hazreti İsa aynı zamanda kendi kavminin ve devrinin müçtehididir.

Kur’an’dan sonra bu görev alimlere verilmiştir. Artık peygamberler gelmemektedir. Kur’an’da sadece kıyamete kadar değişmeyecek temel hükümler getirilmiştir. Onların yorumu da alimlere bırakılmıştır. İcma ve içtihat müesseseleri ile insanlar kendi şır’alarını üreteceklerdir.

Bu âyet bize gösteriyor ki, icmalarla topluluklar yasaklar koyabilir, haramlar yapabilir ve yine icmalarla haramları kaldırabilir. “Ben size helal edeceğim”in anlamı budur. Yani, “Allah’ın helalini size tebliğ edeceğim” demiyor, “Ben size helal edeceğim” diyor. Kıyasla haramlığını da uygulayabiliriz.

Hz. Muhammed; “Mekke’yi İbrahim harem kıldı, Medine’yi de ben harem kıldım.” diyor.

Biz buna dayanarak anayasamızda (“İnsanlık Anayasası”) yeni ocakların, yeni bucakların, yeni illerin ve yeni ülkelerin barış yoluyla nasıl kurulacağı ile ilgili hükümler getirdik. Bunları kurmak isteyenler her şeyden önce bir yasa hazırlarlar. Anayasa hazırlarlar. Bir aşiret olurlar. Havarilerini bulurlar. Sonra insanları davet ederler. Yeter sayıyı bulurlarsa kuruluşlarını kurarlar. İşte bu sözleşme hazırlanırken bir başkan olacak; bir de şura üyeleri olacaktır. Başkan istişare edecek ve son metni hazırlayacaktır. Şura vahyin yerine geçecektir. Sonunda hazırlanan metin şuranın ittifakı ile kabul edilecektir. Bunu kabul edenler o kuruluşa katılacaklardır. Bu icma olmaktadır. Vahiy gibidir. Böylece lâik düzenler kıyamete kadar sürüp gidecektir.

بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ (BaGWa elLaÜIy XurRıMat GaLaYKuM)

“Size haram edilenlerin bazısını helal edeceğim.”

Burada Allah’ın haram ettiklerini değil de, daha önceki yöneticilerin yahut şuraların haram ettiklerini helal edeceğim diyor. Bu Tevrat’takileri helal etmek değildir. Bu sebepledir ki Tevrat’a atıfta bulunduktan sonra helal kelimesini söylemiştir. Tevrat’takilerden bazılarını Hazreti İsa değil de İncil değiştirmiştir. Hazreti İsa’nın değiştirdiği, eski peygamberlerin yine vahye dayanarak yaptıkları değişikliklerdir.

Kur’an’dan sonra vahiy olmadığı için peygamberlerin yerini halifeler yani başkanlar almış, vahyin yerini de istişare almıştır. Muhaceret sistemi ile yeni toplulukların oluşma sistemi geliştirilmiştir. Bir topluluk yaşlanınca onun kuralları artık onu yönetemez. İcmaları değiştirmeleri de mümkün olmaz. Eski binanın üzerinde temelli değişiklik yapılamaz. Eski yapı yıkılır, yeni yapı kurulur.

İşte bunun için bir şura oluşur, bir başkanları vardır, bir merkez seçerler, yasalarını yaparlar, insanları davet ederler. Gösterdikleri merkeze hicret etmeyi kabul edenlere arazi verilir. İsteyenler buraya göç ederler, istemeyenler de buradan göç ederek topluluklarını oluştururlar.

Yeni yasalar eski yasadaki haramların, yasakların bir kısmını kaldırır. Haram ile yasak farklıdır. Yasakların cezaları vardır, haramların yoktur. Ancak haramların da hukukta yeri vardır. Haram fiilleri yargı korumaz. Kumar yasak değildir ama kumar borç ve alacaklarını mahkeme istima etmez.

وَجِئْتُكُمْ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ (Va CıETuKuM Bi AyaTın MıN RabBıKuM)

“Rabb’inizden bir âyetle ciet ettim. Rabb’inizden bir âyet getirdim.”

Hazreti İsa baştan “Ben size bir âyet getirdim.” diyerek uçan bir şeyi yapmayı, körleri ve bazı hastaları iyi etmeyi, ölüleri diriltmeyi saymıştı. Bunlar mucize idi. Bundan sonra evlerde yenenleri haber vermeyi de bildirmiştir. Bunları da ayrı âyet olarak zikretmişti. Bundan sonraki âyet ya birinci âyetin bir bütün olduğunu teyit içindir, yahut diğer dört mucize ile haber verme mucizesinin ayrı âyet olduğunu bildirmektedir.

Şimdi burada da üçüncü olarak nekire olmak üzere bir âyet gelmiştir. Buradaki âyetin ne olduğunu açıklamaktadır. Ancak bundan sonra “Allah’a ittika edin ve bana itaat edin.” diyerek, bu âyetin daha çok yapılacak işlere dair hükümleri içermiş olmasıdır. Yani İncil’in getirdiği hükümlerdir. Hazreti İsa kendi öğütleri ile hareket edilmesini istemektedir. Bir âyet olarak zikretmesi onların bir bütün teşkil etmesidir.

Hıristiyanlar zulme sabredeceklerdir. İmanlarında duracaklardır. Sonra orduların yapamayacağı zaferleri kazanacaklardır. Koskoca Roma İmparatorluğu silahsız mağlup olacak ve Hıristiyan olacaktır. Batı Roma İmparatorluğu Cermenler tarafından istila edilecek ve Batı Roma İmparatorluğu yıkılacak ama Cermenler Hıristiyan olacaktır.

Hazreti İsa’nın peygamber olduğuna ve İncil’in ilâhi sözlerden ibaret olduğuna bundan daha büyük âyet olabilir mi? Bu zafer bir tek mucizeye dayanıyor: Havarilerdeki îmana. Bunu sağlayan da İncil’in büyüleyici öğretileridir. Kur’an hem lafzen hem manen mucizedir. İncil yalnız manen mucizedir ama dönen su girdabı gibi insanları kendine çekmiştir; çekmeye de devam etmektedir. İncil onları boğmuyor, ateşten kurtarıyor.  

فَاتَّقُوا اللَّهَ (FatTaQUv eLLAHa)  “Allah’a ittika ediniz.”

Vaky” dağlarda çobanların fırtınadan veya canavarlardan korunmak için sığındıkları taştan veya ağaçtan yaptıkları kulübedir. “Vuka” sandık demektir. “İttika etmek” demek, kulübeye girip korunmaktır.

Allah’a ittika etmek” demek, toplulukların içine girmek ve topluluğun koyduğu kurallara uymak demektir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur. Kur’an’dan evvel topluluğun kurallarını peygamberler koyuyorlardı. Şimdi ise alimlerden oluşmuş istişare kurullarında başkanlar tarafından konmaktadır.

Yani “Allah’a ittika edin” demek, yasalara uyun demektir. İcma ile oluşmuş yasalara uyun demektir. Kendi içtihadınızla veya müçtehidinizin içtihadı ile oluşmuş kurallara uyun demektir.

Adil Düzen”in nasıl kurulacağı burada ne kadar güzel anlatılıyor.

وَأَطِيعُونِي (Va EaOIyGUvNIy)  “Ve bana itaat edin.”

Herkesin ayrı kurallara uyması yeterli değildir. Birlikte hareket edeceksiniz. Yoksa birinin yaptığını diğeri bozar. Namaz kılarken imam ne yapar? Kendisi kılar, biz de ona uyarız. Böylece birlik sağlanır.

Topluluk düzeninin yürümesi için yöneticinin olması gerekmektedir. Şeriat içinde ona verilen yetkiler dahilinde verdiği emirlere uyulacaktır. Ekseriyetin dediğine değil, başkanın dediğine uyulacaktır. Demokrasi muhaceretle yer değiştirmekle sağlanacaktır. Yerinden yönetim olursa, kişi kolaylıkla ocağını ve bucağını değiştirirse, o zaman istediği gibi yaşamış olur, yani, kişi kendi kendisini yönetmiş olur. Kendi davranış kuralını kendin koy, ama ona uy. Sözleşmeyi kendin yap ve sona erdir, ama sözleşmeye uy. Ocağını ve bucağını kendin seç, istediğin zaman değiştir, ama başkanın emirlerine uy. Hakemini kendin seç, ama mahkeme kararlarına uy.

İşte Hazreti Adem’den beri insanlığa öğretilen İslâmiyet budur.   

إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ (EınNa eLlAHu RabBı Va RabBıKum)  “Rabb’im ve Rabb’iniz Allah’tır.”

Burada getirilen önemli hüküm; herkes kurallara tâbi olacaktır, herkes icmalara uyacaktır, herkes içtihatları ile hareket edecektir. Başkana itaat şeriat içinde olacaktır. Kimsenin kurallar dışına çıkma yetkisi yoktur. Kişinin kurallara uyup uymadığı da hakem kararları ile belirlenecektir. Böylece başkanın tasarruflarına karşı da mahkemeye gidilebileceğini öğreniyoruz. Başkan hakem kararlarına uyuyorsa ona itaat farzdır, uymuyorsa orada ona karşı gelinmez, ama o ocak veya bucak terk edilir.

Hazreti İsa burada küçük toplulukların nasıl oluşacağını öğretmektedir.

Havariler gittikleri yerde böyle cemaatler oluşturacaklardır. Sonra dünyayı böyle fethedeceklerdir.

Kilise zamanımızda da hâlâ en güçlü yapıya sahiptir. Küçülmüştür ama yapısı bozulmamıştır. Katoliklik, Ortodoksluk ve diğer Hıristiyanlık mezhepleri sıkı bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler.

فَاعْبُدُوهُ  “O’na ibadet edelim.”

Kur’an Arapçasında “siz” ifadesi ben ve seni içerir. Oysa Türkçede ben ve seni “biz” ile ifade ederiz.

Burada “O’na ibadet ediniz” diye tercüme edemeyiz. O zaman Rabb’i ve Rabb’im ifadelerine uymamış olur. Yani, ben size başkanlık edeceğim ama kendi adıma bir şey yapmayacağım, Allah’ın adına yani topluluk adına yapacağım. Hepimiz O’na ibadet edelim. O’nun şeriatına göre hareket edelim.

Batılılar işte buna “hukuk düzeni” diyorlar.

İnsanlar kurallara uymakla yükümlüdür. Yöneticilere karşı sorumlu değildirler, topluluğa karşı sorumludurlar ve hakemlerden oluşan yargıya cevap verirler. Buradaki zamir Rabb’e racidir.

هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ  (HaÜAv ÖıRAOun MuSTaKıYMun)  “Bu bir mustakim sırattır.”

Fatiha Sûresi’nde müstakim sırat marife gelmiştir. Burada ise nekire gelmiştir. Demek ki birçok müstakim sıratlar vardır. Hazreti İsa insanları içtihat ve icma sistemine doğru götürmektedir. İsrail oğullarına “Ben resulüm” dedikten sonra “Bana itaat ediniz” diyor.

Eğer burada müstakim sırat marife gelseydi, diğer cemaatler ve peygamberler bâtıl olurdu. Buradan anlaşıldığına göre her topluluğun kendi başkanları olacak ve o başkanlarına itaat edeceklerdir. Her topluluğun kendi içtihat ve icmaları olacak, o şeriata uyacak ve o başkanlarına itaat edeceklerdir.

Bu ifade yerinden yönetimin açık ifadesidir. Buradaki nekire Fatiha’daki marife kadar anlamlıdır. Ocak ve bucak yönetimleri ile il merkez bucakları ve ülke merkez bucakları, bunların şır’aları ve başkanları her birerlerinde ayrı müstakim sırattır.

فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى (Fa LamMAv EaXasSa GIySAy)  “İsa hissettiğinde.”

Buradaki “Fa” fa-i takibiyedir. Hazreti İsa İsrail oğullarına beşikten başlayarak anlatmaktadır. Onlar da kulak veriyor ve dinliyorlar. Ama baştan susuyorlar. Ne “evet” ne de “hayır” diyorlar. Göstereceğini söylediği mucizeleri bekliyorlar. Hazreti İsa büyüyüp de onlara mucizeler gösterince, sonunda “Bana uyun” teklifi ile gelince, işte o zaman kıyamet kopuyor. Çünkü fikirler önemli değildir. Ama makam ile para önemlidir. “Bana uyun, sonra da zekât verin.” denince, işte orada yeni cemaat oluşmaktadır. O cemaate karşı halk direnişe geçer.

Topluluğun oluşması iki şeye dayanır. Biri, bir başkan seçmeleri ve ortak işlerde ona uymaları gerekir. İkincisi ise ortak bütçe oluşturulmalıdır. Bu bütçe başkanın emrinde ve ortak işlerde kullanılmalıdır. Bunun dışında sözleşmeleri olmalıdır, hakemleri olmalıdır.

Hazreti İsa Tevrat ve İncil’e uyulmasını, kendisine itaat edilmesini istemiştir. İşte o zaman direnme ortaya çıkmış ve topluluk onu refüze etmiştir. Hazreti İsa kendisine inanmayacaklarını o zaman anlamıştır. Çünkü önce konuştuğunuz zaman çevre sizi dinler, ama sonra iş amele yani uygulamaya gelince işte o zaman direnir.

Nitekim “Adil Düzen” de söylem hâlinde iken iyi idi, herkes konuşuyor ve anlatıyordu...

Ama iş uygulamaya gelince o zaman direnme başladı ve sahife orada kapandı.

Şimdi “Adil Düzen”e sahip çıkacak nesil beklenmektedir…

مِنْهُمْ الْكُفْرَ (MıNhUMu elKuFRa)  “Onlardan küfrü hissettiğinde.”

Küfr” bir çukuru kapatmak demektir. “Hufr” ise çukur kazmak demektir. Toprağı kazdıkları için ziraat yapanlara “kâfir” denmektedir. Gerçekleri kapatan kimselere de “kâfir” denir. İnsanların bilmedikleri için bir şeyi reddetmeleri küfür değildir. Küfür, bile bile reddetmektir.

İsrail oğulları Hazreti İsa’nın geleceği bildirilen kişi olduğunu anladıkları halde şeytan gibi karşı geldiler. Şeytan nasıl bile bile karşı geldi ise onlar da aynı şekilde karşı geldiler. Hazreti İsa o zaman bütün Yahudilere hitap etmekten vazgeçerek küçük bir cemaat kurmaya karar verdi. Özel davete girişti.

Sosyal olaylar böyledir. Önce meseleyi geniş olarak ortaya atarsınız, toplulukta o tanınır bir durum alır. Bunu yapmazsanız, sizinle beraber olacakları bulamazsınız. Bu birinci aşamadır. İkinci aşamada ise tanındıktan sonra görüşleri kabul eden kimseler aranır. Onlar ortaya çıkar.

Millî Görüşçüler “Adil Düzen”i benimsediler dünyaya duyurdular. Bu birinci aşama idi. Şimdi ikinci aşama dönemine geliyoruz. O da “Adil Düzen”i benimseyen insanların bir araya gelerek Adil Düzen aşiretini oluşturmaları, yani Adil Düzen ocağını kurmalarıdır. Bu da bir apartmandır. Bir yerde toplanan kimseler olacaktır. Sonra onlar Adil Düzen sitesini kuracaklardır. Bu önce ocak olacaktır. Sonra bucak olacaktır. O bucak örnek alınarak her yerde yaygınlaşacaktır. Bir ülke de kurulacaktır. Bu ülke Türkiye olacaktır. Ondan sonra da dünyaya yayılacaktır. Şimdi biz tam bu durumdayız.

Milli Görüşçüler “Adil Düzen”i fiilen reddettiler. AK Partililer dilleri ile de reddederek irtidat ettiler. Onlara “Bir şey yapın.” dediğinizde; “Bizim programımızda yok!” diyorlar. Bir parti programında olanı yapmak zorundadır ama programında olmayanı yapmayacaktır diye bir şey yoktur. Zaten Saadet Partisi’nin oyları %1’lere doğru inmiştir. Yeniden “Adil Düzen”e de sahip çıkmıyor. AK Partililer resmen reddediyorlar. Diğer partililerle yaptığımız görüşmelerde de hep reddedilmiştir.

Büyük Birlik Partisi görüştü, sonra ilgilenmedi. MHP görüşmüyor, Bağımsız Türkiye Partisi görüşmüyor, CHP görüşmüyor. Sadece görüşme taleplerimizi bile reddediyor. Bunlar “Adil Düzen”i beğenmedikleri için reddetseler kâfir olmazlar; ama bile bile reddediyorlar. Dinlemiyorlar, öğrenmek istemiyorlar. Bu durumda bizim için Hazreti İsa’nın çağrısını yapmak dışında bir şey kalmamıştır.

Hissetmek demek, bunun aklen değil de duygularla görülmesi demektir. Kur’an “Şehide” kelimesini de söylemiyor. Bunun için kesin delile gerek yoktur.

قَالَ مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللَّهِ (QAvLa MaN EaNSARIy EiLay elLAHı)  

“Allah’a giden yolda yardımcılarım kimdir? diyor.”

Hazreti İsa topluluğa hitaptan vazgeçip kendisine özel arkadaş aradı. İşte her Adil Düzenci mü’minin yapacağı budur. Topluluğa duyurduktan sonra kendisine özel arkadaşlar aramaya başlaması gerekir. Bizim bu çalışmalarımız kendimize özel arkadaşlar bulmak içindir. “Adil Düzen”in havarileri aranmaktadır. “Adil Düzen” aşiretini oluşturacak havariler aranıyor. Onlarla bir olmak istiyoruz.

“Allah’a giden yolda yardımcılarım kimdir?” diyor Hazreti İsa. Tek başına Allah’a gidilemiyor. Ancak birlikte Allah’a gidilebiliyor. Burada da cemaatleşmenin ne demek olduğu anlaşılıyor. Hazreti İsa bunları söyledikten sonra Havariler ona arkadaş olmuşlardır. Sonra yolu gösterdikten sonra da aralarından ayrılmıştır.

Adil Düzenciler de böyle kendi başlarına “Adil Düzen”i kuracaklardır. Kendilerine peygamber beklemeyeceklerdir. Her biri mü’min olarak resuldür ve görevlidir. Adil Düzenci olmak farz-ı kifayedir. Bizden başkaları olmadığına göre bize farz-ı ayndır. Necmettin Erbakan’ın çekilmesi Hazreti İsa’nın gitmesi gibidir. Artık kendi kendimize işler yapmalıyız. İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da başlayan bu çalışmalar havarilerin çalışması benzeri olarak genişlemelidir. “Allah’a giden yolda” demek, “Topluluğa giden yolda” demektir.

““Adil Düzen”i kuracak bir oluşumda bize katılacaklar var mıdır?” diyoruz.

قَالَ الْحَوَارِيُّونَ (QAv La El XaVARıyYUna)  “Havariler dediler.”

Har” sıcak demektir. Sıcaktan korunmak üzere dikilen elbiseleri giyenlere “havari” denir. Beyaz renk ısıyı geri çevirdiği için bu elbise beyaz kumaştan dikilir. Bunlar sonradan havari olmuşlardır. Özel beyaz elbiseler giyerek sokaklarda öyle dolaşmaya başladılar. Halk bunları her yerde tanır olmuştur.

“Akevler” ismi de “Adil Düzen”e sembol olmuştur. AK Parti de ‘ak’ kelimesinden kendisini koruyamamıştır. İnşallah Akevler cemaatinden ve AK Partililerden “Adil Düzen” havarileri çıkacaktır.

Erkek çoğul sıgası kullanmıştır. Yani, bunlar cemaat olmuşlardır. Topluluk olmak için bir sözleşmeleri olacak. Aralarından birini başkan yapacaklardır. Bir mekânları olacaktır. Bu mekân ortak olarak satın alınmış yer olmalıdır. Kiralanmış olma yeterli değildir, mülk olmalıdır. Bu mekânın giderlerini karşılayacak maddî katkıları olacaktır. Mekânın vakfiyesi olabilir. Aralarında çıkan nizaları hakemlerle çözeceklerdir.

İşte bizim önerdiğimiz kuruluşlar bunlardır. Arkadaşlarımız havari olmaya yönelmelidirler.          

نَحْنُ أَنْصَارُ اللَّهِ (NaXNu EnSARu ElLAHı)  “Biz Allah’ın ensarıyız” diye kavlettiler.”

Hazreti İsa “Allah’a giden yolda bana yardımcı kimdir?” diyor. Havariler ise “Biz Allah’ın ensarıyız.” diyorlar; “Biz Allah’ın yardımcısıyız.” diyorlar.

İnsan nasıl Allah’ın yardımcısı olacaktır? O’nun yardıma ihtiyacı mı vardır?

Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur. Topluluğun kurulması ve yaşatılmasına yardım Allah’a yardımdır. Hazreti İsa daha topluluk oluşmadığı için “İlellah” diyor. Havariler topluluk oluşturduğu için “Ensarullah” diyorlar. Yani, Hazreti İsa topluluğun oluşması için çağırmaktadır. Onlar da topluluğu kurduk, biz artık topluluğu korumakta ensarız diyorlar.

Biz 1960’larda başladığımız çalışmalarda hep “Ensarı İlellah” demişizdir. Çalışmalarımız bu safhada kalmıştır. “Adil Düzen” cemaatini oluşturamadık. Şimdi sizden cevap bekliyoruz. “Biz Adil Düzen cemaatini kurduk, Allah’ın ensarıyız” deyin ve yükselin. Hazreti İsa görüp gitti. Bizim nesil de görüp gitsin.

آمَنَّا بِاللَّهِ (EaManNAv BılLAHı)  “Allah’a îmân ettik.”

“Allah’a îman ettik” diyorlar. Oysa havariler daha önce de mü’min idiler. Çünkü onlar Yahudi idiler. Ama şimdi “Allah’a îman ettik” diyorlar.

Çünkü “Adil Düzen”i doğru olarak bildikten sonra ona kulak vermemek, uygulamak için çalışmamak küfürdür. Onun için yeniden îman gerekiyor. Hem de Allah’a îman gerekiyor. Allah’a îman edenler Allah’ın gösterdiği yoldan başka bir yolun olmadığına da îman ederler. Allah’a îman etmek demek, toplulukla kendisini güven altına almak demektir. Şimdi herkes kendi kesesini dolduruyor; rüşvete, faize, yolsuzluğa, hileye kulak vermiyor. Paranın onları kurtaracağını sanıyor. Ülkeyi hortumluyor, zengin oluyor, ama doymuyorlar.

Bunlar Allah’a inanmıyor. Bunlar namaz kılıyor diye Allah’a inanıyorlar sanmayın. Bunların büyüğü küçüğü yoktur. Küçük büyüğünü bulamadığı için yapamıyor, yoksa elinden gelse o da yapacaktır.

İşte Adil Düzen havarileri Allah’a yeniden inanacak ve kendi kesesi için değil, topluluğun varlığı için kazanacaktır. “Onlar zekât vermek için çalışırlar.” âyetine uyacaklardır.

وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ (Va EaŞHaD BiEanNAv MuSLıMUvNa)  “Şahit ol biz Müslimleriz.”

Hazreti İsa’yı şahit tutuyorlar. “Şehadet etme” demek, bilmek ve bildirmek demektir.

Birçok kimseler vardır ki Adil Düzencidir ama adının duyulmasını istemez. Çevreden çekinmektedir. Sosyal baskı sebebiyle ağzını açmaz. Bugün Saadetçiler Adil Düzencidirler ama ağızları kapalıdır.

İşte o zaman da böyle idi. İnsanlar Hazreti İsa’yı tasvip edemiyorlardı. Onun yanında yer alamıyorlardı. İşte o zamanda 12 Havari çıktı ve “Biz sana ensarız” dediler. “Bunu ilân et” dediler. “Bizim adlarımızı duyur” dediler. “Bizi deftere yaz” dediler. İşte günümüzde beklenen havariler bunlardır.

“Biz Adil Düzenciyiz, şeriat düzenciyiz, İslâm düzenciyiz, Hak düzenciyiz.” diyecek mü’min bekleniyor.

Ben Müslimim demek, “Ben barışçıyım” demektir.

“Ben şeriatçıyım” demek, “Ben demokratım” demektir.

“Ben Adil Düzenciyim” demek, “Ben lâikim” demektir.

“Ben Hak düzenciyim” demek, “Ben hukuk düzenine inanıyorum” demektir.

İşte bunu diyecek kimse isteniyor. Diyemiyorlar. Çünkü Batı kültürü alan kimseler Arapçadaki kelimelerin manâsını bilmiyorlar, Doğu kültürü alanlar ise Batı kelimelerinin manâsını bilmiyorlar. Birbirlerini bilmedikleri için de biri diğerine “Kâfir!” diyor, öbürü de ona “Mürteci!” diyor. Her iki taraftaki cehaletin baskısı o kadar fazladır ki, halk bu baskıyı kaldırıp “Ben Adil Düzenciyim” diyemiyor. Bunu ancak günümüzün havarileri söylemektedirler. “Evet, biz Adil Düzenciyiz. Biz mü’miniz.”

Âyette “Biz îman ettik” diyorlar, sonra “Biz Müslimiz” diyorlar. Halbuki onlar hem Yahudi, hem Müslim, hem de mü’min idiler. Ama onlar artık ne İslâm’ı ne de îmanı kabul ediyorlardı.

Zalim düzeni savunanlar ve uygulayanlar mü’min olabilir mi, Müslim olabilir mi?

“Biz Müslimiz” diyenler kim? Hıristiyanlığı kuranlar. Bu ifade nerede geçiyor? Kur’an’da.

Buna rağmen “Allah’ın indinde din İslâm’dır.” âyetini alıp Hıristiyanların Müslüman olmadığını söyleyen cahil alimlerimiz vardır. Oysa asıl Müslümanlar Hıristiyanlardır. Biz mü’miniz, onlar müslim. Biz insanlığa güven getirmekle yükümlüyüz, onlar barış.

Bununla beraber bu şehadet âhiret için de yorumlanabilir. Âhirete varıldığında dünyada olduğu gibi mahkemeler kurulacak, tanıklar dinlenecek, kararlar verilecektir. Kimi beraat edecek, kimi mahkum olacaktır. Allah bilmiyor mu ki şahitler dinletiyor. Allah dünyayı da âhireti de bizim için var etti. Kanunlar koydu. O kanunlara riayet edilecektir.

Haydi, Adil Düzenciler, siz de havari olunuz ve ortaya çıkınız. Korkmayınız; yaşadığınız devlet Roma kayseri kadar zalim değildir. Korkmayınız; bugünkü Müslümanlar o günkü Yahudiler kadar cani değildir. Allah ise her zaman vardır. Sizi yardımına çağırmaktadır.

Hayırlı ümmet olun. Marufu emredin, münkeri nehyedin, hayra dâvet edin…

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ  (RabBaNAv EaManNAv Bi MAv EaNZalTa)

“Rabb’imiz, inzâl ettiğine îmân ettik.”

Burada “Mâ Enzelte” denmiş, “Ellezî Enzelte” denmemiştir. İnzâl edilen İncil’e değil, inzâl edilen İncil’in manâsına îman etmek gerekir. “Kur’an’a inanıyorum” demek yetmez, Kur’an’ın öğretilerine îman etmek gerekir. Doğrudan doğruya Rabb’e dua ediyorlar, Hazreti İsa’yı aracı yapmıyorlar.

Siz de doğrudan Allah’a muhatapsınız, size “Adil Düzen”i anlatanlara değil. Siz havarilerin yaptıklarını yapacaksınız. Onlar nasıl Hazreti İsa’nın yaptığını yaptılar, Tevrat’ı ve İncil’i İsrail oğullarından çıkardılar ise; siz de “Adil Düzen”i bir partinin programı olmaktan çıkaracaksınız. Önce Türkiye’ye, sonra bütün insanlık âlemine rahmet eyleyeceksiniz. “Adil Düzen” için söylenenler Kur’an’dan istidlâl edilmektedir. Hatalar söyleyenlerin, doğrular Allah’ındır. Siz de istidlâl edeceksiniz. Siz onlardan sorumlusunuz.

وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ  (Va ıTaBaGNAv elRasUvLa)

Burada “resul” marifedir ve Hazreti İsa’dır.

Siz de her oluşturduğunuz cemaate bir başkan nasb edeceksiniz ve ona ittiba edeceksiniz. O rükua gidince siz de rükua gideceksiniz. Başkan oturumları yönetecektir. Kararlar ma’şerî olarak alınacaktır. Yirmi dört çeşit karar şekli vardır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bunlar anlatılmıştır. O karar şekillerine göre kararlar alacaksınız. Kararları başkan ilân edecektir. Ona uyacaksınız.

Hazreti İsa havarilere cemaatin nasıl idare edileceğini de öğretti. Bugün hâlâ kilise ona göre yönetiliyor. Bu çok önemlidir. Çünkü toplantıları iyi idare etmediğiniz zaman topluluk oluşmaz. Namaz bir toplantıdır. Bu sebepledir ki namaz fıkhı da en çok ele alınan bir konudur.    

فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ (FaKTuBNAv MaGa elŞAHıDIyNa)  “Bizi şahitlerden ketbet.”

Şahitlerin listesi yapılacaktır demektir. Kimlerdir bunlar?

Özel elbiseler giyerek ve etrafa dağılarak halka “Adil Düzen”i anlatacak kimseler olacaktır.

Bugün tarikatlar sakal bırakıyor ve cübbe giyiyor. Bu da yasaklanmıştır. Çünkü o kıyafetin temsil ettiği tarikatlar ömürlerini doldurmuşlardır. Artık nasıl Hazreti İsa zamanında eski söylemlerin günü geçmişse, bugün de eski tarikatlar kendilerini yenilemelidirler. Yasak olmayan kıyafetleri kendilerine giysi yapmalıdırlar. Sakalı kesebilirler. Bıyıklarına özel şekil verebilirler. Onları gören onların Adil Düzenci olduklarını bilir ve onlarla öyle sohbet ederler. Masonlar kendi aralarında anlaşıyorlar. Bu iyi bir şeydir. Bunu açıkça yapmalıdırlar. Yani havariler birbirini tanıyacaklar ama başkaları da onları tanıyacaktır.

Tabii bunu yapan Adil Düzenciler eziyete uğrayacaklardır. Nitekim Hıristiyanlar da öyle oldu. Ama sonra ne oldu? 2000 yıldır dünyaya hakimler. Bu âyetler Adil Düzencilere davranış yollarını göstermektedir. Bunlar farz değil ama peygamberlerin sünnetidir.

وَمَكَرُوا  (VaMaKaRUv) “Mekr yaptılar.”

Mekr” karşı tarafı tuzağa düşürmek için oluşturulan bir tuzaktır. Kur’an’da “keyd” de “mekr” de kullanılır. “Keyd”, kısa zamanda ve bir harekette yakalanan tuzaktır. “Mekr” ise uzun zaman içinde ve bir hile ile yakalamaktır. Tuzağa yem koyarsın, düşer, bu keyddir. Önce tuzak kurmadan yeme alıştırırsın, sonra tuzak kurarak yakalarsın, bu mekrdir. Batı dilinde keyd ‘taktik’tir, mekr ‘strateji’dir.

“Onlar mekr yaptılar, Allah da mekr yaptı. Allah mekr edenlerin hayırlısıdır.”

“Minhum”daki zamir nereye raci ise buradaki “Vav” da oraya racidir. O İsrail oğullarına racidir. İsrail oğulları birtakım hileler yaparak Roma yönetimi ile işbirliği yapıp Hazreti İsa’yı yok etmek, havarileri de sindirmek istemişlerdir. Allah ise havarileri Filistin’den çıkarıp dünyaya yaymak istemiştir. Bu sebeple Hazreti İsa’yı ölmüş sandılar. Hazreti İsa hizmetini bitirince elbette ölecekti. O da diğer insanlar gibi ölecekti. Roma yönetimi Hazreti İsa’yı katletmek istemesi ile kendi ecelini hazırlamıştır. Havariler dünyaya dağıldılar ve oralarda cemaatler oluşturdular. Sonra onlar o kadar gelişti ve güçlendi ki imparatorluk onların oldu.

وَمَكَرَ اللَّه (VaMaKaRa ElLaHu)  “Allah da mekr yaptı.”

Roma yönetimini her taraftan Hıristiyanlıkla bulaştırdı. Üç asır sonra Roma toprakları Hıristiyanlığa teslim oldu. O zaman Roma Akdeniz havzasına tamamen hakimdi. İran’a girememişti. Anadolu ve Irak onların elinde idi. Roma’yı kuzeydeki Cermenler ve Türkler tehdit ediyordu. İmparatorluğu güven altına almak için merkez İstanbul’a taşınmıştır. Roma’yı İstanbul’dan koruyamayacaklarını anlayan Roma yöneticileri imparatorluğu ikiye böldüler. Batı Roma’yı Cermenler yıktılar, ama kendileri de Hıristiyan oldular. Böylece Hazreti İsa’yı ortadan kaldırmak isteyenler yok oldular. Hıristiyanlık ise bugün bile dünyanın en kalabalık mensupları olan din olarak varlığını sürdürmektedir.

وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ (Va ElLaHu PaYRun MAvKiRIyNa)  “Allah mekr edenlerin hayırlısıdır.”

Yani, Allah’ın stratejisi hayırlıdır.

O hayır da insanlığın uygarlığa kavuşmasıdır. Yeni uygarlıklar var etmesidir.

Kur’an’da haber verildiğine göre, doğudan gelecek bazı istisnalar hariç, uygarlık Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında gidip gelecektir. Hazreti İsa’dan 600 sene sonra Kur’an gelecek ve Tevrat’ın yerini alacaktır. Hıristiyanlar da hüküm olarak Tevrat’ı bırakıp Kur’an’ı alacaklardır. Uygarlıklar gelişmeye devam edecektir. Hukukta ve idarede Müslümanlar önde olacaklar ve Hak medeniyetlerini kuracaklar; sonra Hıristiyanlar onları ele alıp teknik ve ekonomide hamle yapacaklardır. Bu doğu-batı dalgalanmaları sürüp gidecektir. Batı ateizmi yaşadı, ama Hıristiyanlık yılmadı ve yıkılmadı. Şimdi atak yapma sırası Kilise’dedir.

 

 


ÂLİ İMRAN SURESİ TEFSİRİ(3.sure)
1-ALİİMRAN 1-9/ 220İLA274 SEMNER-02.08.2003İLA17.10.2004 ARASI
2179 Okunma
2-ALİİMRAN 10-15
2191 Okunma
3-ALİİMRAN 16-22
2314 Okunma
4-ALİİMRAN 23-29
2858 Okunma
5-ALİİMRAN 30-37
3473 Okunma
6-ALİİMRAN 38-46
2506 Okunma
7-ALİİMRAN 47-54
2082 Okunma
8-ALİİMRAN 55-63
1963 Okunma
9-ALİİMRAN 64-71
2268 Okunma
10-ALİİMRAN 72-77
1863 Okunma
11-ALİİMRAN 78-83
2355 Okunma
12-ALİİMRAN 84-91
2327 Okunma
13-ALİİMRAN 92-100
3294 Okunma
14-ALİİMRAN 101-112
2331 Okunma
15-ALİİMRAN 113-118
2668 Okunma
16-ALİİMRAN 119-125
1980 Okunma
17-ALİMRAN 126-133
2164 Okunma
18-ALİİMRAN 134-141
3273 Okunma
19-ALİİMRAN 142-148
2924 Okunma
20-ALİİMRAN 149-155
2194 Okunma
21-ALİİMRAN 156-163
2531 Okunma
22-ALİİMRAN 164-168
2779 Okunma
23-ALİİMRAN 169-174
2843 Okunma
24-ALİİMRAN 175-180
2445 Okunma
25-ALİİMRAN 181-186
2369 Okunma
26-ALİİMRAN 187-194
3632 Okunma
27-ALİİMRAN 195-200
2505 Okunma

© 2024 - Akevler