ERGİNLİK YAŞLARI ve BİLDİKLERİMİZ
İNSANIN ERGİNLİĞİ
Bu tabloya bakarak başka neler söyleyebiliriz? Her canlının bir nominal ömrü olduğu gibi, bir de nominal erginliği var demiştik. Bunlar da gelişi güzel değil, onlu ve ikili sistemin temel sayıları kadardır. Çıkış noktamız zaten burası idi. Tabii hukuk kuralları uygulanıyor olsaydı herhalde bugünkü ülkelerde erginlik, yetişkinlik yaşı olarak 15 yaş uygulanacaktı. Fakat çoğu ülkede pozitif hukuk kuralları ile bu yaş 18 olarak uygulanmaktadır. En sıcak ülkelerde 9-10 yaşından başlayan erginlik dönemi, en soğuk ülkelerde 18-20 yaşa kadar uzamaktadır. Doğal olarak cinsel ilişki ve evlenmeler de bu yaşa bağlı olarak ileriye veya geriye gitmektedir. Bize göre bu nominal sayı, 15’tir.
Tabloda gördüğümüz varlıkların hepsi, sadece ve sadece insanın meydana gelebilmesi içindir. Son ürün insandır. İnsan için gerekli olabilecek her şey önceki dönemlerde oluştu. Her biri erginliğine ulaştıktan sonra insan var oldu. (((Mesela kainat ancak 15 Milyar yılda bugünkü elverişli haline gelebildi,))) Dünya ve güneş sistemi de 1.5 Milyar yılda canlılar için en uygun hale gelebildi. Bugünkü mevcut olan ve bizim için en uygun olan bu şartlar, ancak böylece oluşturuldu. Büyük patlamadan sonra yeter süre geçti ve gök cisimleri oluştu. Onlardan kopmalar oldu, gezegenleri oluştu. Bunlardan biri, belki de pek çoğu, soğudu, kabuk bağladı, dönme açısı eğildi, mevsimleri oluştu, dönme periyotları diğer gezegenler sayesinde kararlı hale geldi. .Su ve atmosfer ve diğer katmanlar da öyle kolay kolay oluşmadı, epey zaman aldı. Şartlar uygun hale gelince ilk canlı hücresi oluştu, sonra çok hücreliler ve en sonunda da yeryüzünde insan ortaya çıktı. Hasılı insanlığın yaratıldığı günden yok olacağı güne kadar ne gerekli ise önceden hazırlanmıştı.
MEDENİYETLERİN ERGİNLİĞİ
Yukarıdaki rakamlardan bazıları bize aşinadır. İnsan ömrünün 100, erginlik yaşının da 15 olduğunu yukarıda inceledik. Medeniyetlerin de yaşlarının yaklaşık olarak 1.000 yıl olduğunu son 4500 yılda birbirini takip edip, birbirinin yerine geçen 8 medeniyetten biliyoruz. Ama medeniyetlerin 150 yılda erginliğe eriştiğini söyleyebilir miyiz?
Bu konuda bize son İslam Medeniyeti yardımcı olabilir. Hiçbir varlık pat diye bir anda ortaya çıkmadığına göre Medeniyetlerin de bir gelişim çizgisi vardır doğal olarak. Mesela İslamiyet’in çok kısa sürede çok geniş coğrafyaları yayılması sonucunda Arap olmayan pek çok unsur bu camiaya katıldı. Her insanın doğasında var olan gayret, yarışma, öne geçme, kıskanma, sevme, nefret etme gibi insani insiyaklarla araştırmalar, tartışmalar, ret etmeler başladı. Çok büyük ilmi çalışmalar ve hele de münazaralar yapılamaya başladı. Tartışıla tartışıla 150 yıl boyunca oluşan fikirler bu tarihlerde ortaya çıkan dört büyük alim tarafından zirvesine oturtuldu. Bu yeni usullerle yaklaşık 1400 yıl yaşayacak yeni bir medeniyetin kuralları ortaya konmuş oldu. Müçtehitler devri, yaklaşık Hicri 150’nci yıllardır. Diğer medeniyetlerde de bu nominal erginlik yaşının 150 yıl olduğunu zannediyorum. Tekrar belirteyim ki varsayımda ön görülen bu rakamlar bu rakamlar asla rijit değildir. Bunların etrafında + ve – farklılıkların olması tabiidir. Buradan hareketle gelecek 1000 yılda meydana çıkacak olan yeni medeniyet kendisini farklı kılacak olan ilmi, siyasi, ekonomik, ve dini farklılıklarını önümüzdeki yaklaşık 150 yıl içinde ortaya çıkaracaktır.
Tarihçi Toynbee, medeniyete katkısı olanların çok küçük bir “yaratıcı azınlık” olduğu görüşündeydi. Etkileri sayılarından değil, “yaratıcılıklarından” geliyordu.Bu küçük azınlığın inşa edici ilhamları durağan çoğunluğun tarihin gelişim seyrine katılmasını mümkün kılıyordu.Bu durum söz konusu azınlığın aynı zamanda görevi ve sorumluluğu idi; onların katkısı olmadan toplum ve tarih ilerleyemezdi. Büyük çoğunluğu değiştiren ve tarihi ileri götüren bu insanlardı. Bu görevlerini yerine getirmedikleri zaman, toplumun ve medeniyetin ruhuna fatiha okuyabilirdiniz.
Cemil Meriç/”Medeniyetlerin ölümü”: “Toynbee’ye göre medeniyet yaratıcı bir azınlıkla çok sert olmayan bir coğrafyanın eseridir. Çevre her gün yeni sualler sorar yaratıcı azınlığa. Yaratıcı azınlık bu muammaları çözebildiği sürece yaşar medeniyet. Medeniyetin kaderini tespit eden, cevaplardaki isabet veya isabetsizlik. Azınlığın yaratıcı gücü kaybolunca çöküş başlar; kalabalığa yol gösteremez artık. Toplum bölünür, yöneticiler eski zaferlerin hatırasıyla sarhoştur. Çevrenin yeni yeni sorularına hep aynı cevabı verirler.”
MEDENİYETLER ve ÜREME
Bütün canlıların ortak stratejisi nesillerini devam ettirmedir ** Medeniyetlerin de canlı olduğunu belirtmiştik. Öyleyse onlar da ürerler. Peki nasıl üreyecekler? Ya eşeysiz olarak, çoğalıp bölünmeyle farklılaşacaklar; ya da eşeyli olarak başka bir medeniyetle döllenerek...! Kelimeleri hakiki anlamlarında değil, fonksiyonel anlamlarında düşünmenizi bir daha hatırlatırım. Bana göre medeniyetler eşeyli üremeyle, yani döllenmeyle ürerler. Bunu birkaç misalle izah etmeye çalışalım. Geçmişte yaşayan medeniyetler nasıl üremişti…?
İlk yerleşik medeniyetin Mezopotamya’daki Sümer Medeniyeti olduğunu biliyorsunuz. Sümerce Ural-Altay dil grubunda değerlendirilen bir dildir. Yapısı Türkçe’ye benzer. Halbuki o tarihlerde Mezopotamya Türk ulusların vatanı değildir. Türk uluslar bilindiği genellikle gibi Ural-Altay bölgesinde yaşamışlar, oradan başka yörelere göç etmişlerdir. Tevrat’ta ve Kuran’da ismi geçen İbrahim peygamber Mezopotamya’da yaşamıştı. Tevrat’ta babasının adı Tareh, Kuran’da ise Azer olarak geçer. Kuran’daki bu adın onun lakabı, mensubiyeti olduğu anlaşılmaktadır. Yani Hazar Denizi tarafından “Azer”ler XXXXXXXXXXXXXXX………
Bugün Batı medeniyeti zirvededir. Doğu medeniyetleri ise kış uykusunda. Fakat etkileşim devam etmektedir. Şimdi biraz yakından bakalım: Hangi medeniyet, diğerinin değerlerini bünyesine transfer etmekte ve özümlemektedir. Tamamını almak şart değil, hatta zararlıdır da. Nasıl ki, meyveyi yediğimizde protein, karbonhidrat, vitamin gibi vücudun sindirebildiği şeyleri alırız ama selüloz gibi insan vücudunun sindiremediğini almayız, topluluklar da böyledir. Dışarıdan mutlaka beslenir. Esas olan bu beslenmenin ne kadarının bünyeye katıldığıdır.
Doğu medeniyeti, mesela mirascısı olan Türkiye; Batının sadece tekniğini değil, tüm değerlerini hiçbir filtrelemeye gerek görmeden ithal etmektedir. Bu ithalat, ithal eden ve ithal edilen değerler açısında hiç de marjinal değildir. Toplumun tamamına yakını, Batılı değerlerin tamamına yakınını ithal etmektedir. Direnmeler olsa da sonuç kaçınılmazdır. Fakat gözden kaçırılmaması gereken nokta Doğulunun, Müslüman kimliğini terk etmediğidir. Bu ithalat, bir nevi döllenme gibidir ve nasıl ki, hamile olanın günü gelince doğurması gibi bir gün mutlaka yeni bir medeniyeti doğuracaktır. Batı ise doğunun değerlerine ön yargı ile bakmaktadır. Onları kabul edilebilir, en azından değerlendirilebilir olarak görmemektedir. Bazı etkileşimle varsa da marjinaldir ve döllenmeye yetmeyecektir. Bundan 5-6 asır evvel bu olay tersine cereyan ediyordu. Başta ilmi gelişmeler olmak üzere doğunun değerleri planlı ve geniş bir şekilde ithal edilmeye başladı. Özellikle Endülüs’le, ticaretlerle ve nihayet Haçlı Seferleri ile ithalat had safhaya çıktı. Bunun sonucunda da yeni doğum, yani Rönesans başladı ve o tarihten sonra Batı medeniyeti çıkışa geçti.
Bu değerler ithalatı, yani başka sporlar ile döllenme, medeniyetler için hayati öneme haizdir. Başka medeniyetlerle döllenmeyen medeniyet kısırlaşır ve güdük kalır. Binlerce yıl önce zirveler yaşamış olan Çin ve Hint Medeniyetleri, doğal olarak o günkü medeniyetlerinin yaşlanmasından sonra, sanırım kendilerini tecrit ettikleri için, tekrar yeni medeniyet oluşturamamışlardır. Çin medeniyetinin zirvede olduğu dönemde yazıların hangi dilde yazılmış olduğunu biliyor musunuz? Tahmin edebileceğinizi sanmıyorum. O dönemde yazılar kendi dilleri olan Çince ile değil, Süryanice yazılıyordu. Bu da bizim tezimizin haklılığını gösterir. Demek ki o tarihte Çin’e Ortadoğu’dan bir kültür ihracı olmuştu ve bunun sonunda parlak Çin medeniyeti oluştu. Çin Medeniyetinin doğulu mu, yoksa batılı mı olduğunu elimde yeteri kadar veri olmadığı için söyleyemiyorum. Fakat Ortadoğulu sporlarla döllendiğine göre temelde batı karakterli bir medeniyet olsa gerektir. Bu etkileşimin sonraki devirlerde durmuş olduğunu düşünüyorum. Çinlilerin Türklerden korunmak için yaptıkları Çin Seddi, belki hayatın her sahasında uygulandı ve Çin kendini tecrit etti. Zaten Okyanus tarafından o tarihlerde gelebilecek büyük kültürler de yoktu. İkinci bir zirve yaşamamış olmaları buna bağlı olmalıdır. Hint medeniyetinin de benzer bir akıbet geçirdiğini düşünüyorum. Amerika’daki Maya, İnka ve Aztek Medeniyetleri aynı akıbeti paylaşmış olmalıdırlar. Yoksa etkileşime açık olan ve bünyesine başka çiçek tozlarını alan her canlı, çevre şartları da müsaitse mutlaka döllenir ve sonunda yeni bir meyve verir. Bu kaçınılmazdır.
Sadece Ortadoğu ve Akdeniz havzasında değil de, dünyanın her yerinde başka medeniyetlerin oluşabilmesi için geçmişte Yahudi Kavminin görevlendirildiğini sanıyorum. Sürekli peygamberler gönderilerek onların ilmi birikimleri arttırılmıştır. Adeta bir laboratuar ortamında onlar geliştirilmiş ve dünyanın diğer bölgelerine bu birikimlerinin götürülmesi istenmiştir. Fakat Yahudi Kavmi bunu gönüllü olarak yapmamıştır. Sonunda büyük acılara sebep olan sürgünleri herhalde hatırlıyorsunuz. Allah başka zalimler vasıtasıyla onları dünyanın dört bir yanına sürmüş ve azınlık konumundaki bu kişiler pek çok ilmi çalışma yapmışlardır. İnsanlık her ne kadar Emperyalizm ve Siyonizm’den çekmişse de Yahudilere çok şey de borçludur. İlim ve ekonomi onların sayesinde çok gelişmiştir.
Tarihte ilk yerleşik medeniyet Sümerlerin kurduğu medeniyettir. İbrahim peygamberin müstakil şehir devletlerini hukukun üstünlüğü prensiplerine göre organize etmesiyle oluşmuştu. Bundan sonra dünya sahnesine çıkan Mısır medeniyeti ise Mezopotamya kültürü almış olan Hz. Yusuf önderliğinde Mısır’a göç eden Yahudilerin orada yapmış oldukları aşılama ile ortaya çıkmıştır. Yine bilindiği gibi Hz. Musa ile birlikte Yahudilerin Mısır’ı terk etmesinden sonra da zayıflamaya başlamış ve sonunda o da yok olmuştur. Muazzam alt yapıya rağmen ilerki devirlerde yeni ithalatlar olmayınca bir daha medeniyet kurulamamıştır. Halk yaşamaya devam etmiş ama dünya çapında öncü olabilecek yeni bir medeniyet seviyesine ulaşılamamıştır. Mısırdan ayrılan Yahudiler ise, Mısır’da elde ettikleri devlet tecrübesini Filistin’deki mevcut kültüre aşılamışlar, Hz. Musa önderliğinde İbrani medeniyetini kurmuşlardır. Deniz ticaretinin gelişmesiyle batıya götürülen mallarla beraber, buradaki birikimler de ihraç olmuş ve bundan sonra sahneye Yunan medeniyeti çıkmıştır. Daha sonra ise Süleyman ve Davut peygamber önderliğinde Devlet İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler) kurarak sanayi devriminin ilk temellerini atmışlardı.
Çingenelerin de benzer bir rol oynadıklarını düşünebiliriz. Müziğe, yani sanata çok düşkün olan bu kavim de sanatın yaygınlaşmasında aktif rol oynamışlardır. Bugün bütün dünyanın dört bir yanında çingene bulabilirsiniz. Çingene olmayan devlet olduğunu sanmıyorum. Peki bunlar nasıl buralara serpiştirildiler acaba? Yahudiler gibi zorla mı, yoksa gönüllü mü? Çingenelerin bazı hor görmeler olmasına rağmen, gönüllü olduğunu sanıyorum.