SEBİLÜ’R-REŞAD-5; Yeni sisteme geçerken 10.07.2018
Ya da şöyle…
Yeni sisteme geçerken neler oluyor neler?
*
ARSLAN TEKİN’in bugünkü yazısı ile başlıyorum…
Neden öyle yaptığımı, yazıyı okuma zahmetine katlanırsanız, anlaşılacaktır…
80’li yılların başında, o zamanki 80 müdahalesi zulmünden kaçarak (ihtilalde MSP İzmir Merkez İlçe Başkanıydım) S. Arabistan’da bir üniversiteye (Riyad Üniversitesi’ne) öğrenci olarak sığınmıştım…
Arslan Tekin de iki yıl sonra aynı üniversiteye geldi; tanıştık…
Zaman zaman Millî Gazete’deki yazılarımı okuyormuş…
Ben de onun yazılarını zaman zaman okuyorum…
Değerlendirmeye onun yazısı ile başlayalım…
Her şeye rağmen, her şey hayırlı olsun…
Allah devlet ve millete zeval vermesin…
Görelim MEVLAM neler eyler…
Mevla neylerse güzel eyler…
Ve’s-SELAM mea’d-DUA…
***
'Fe-lâ utvâne illâ alâ'z-zâlimîn'
arslantekin53@yahoo.com

10 Temmuz 2018
"Cemaat"le mücadele "zâlim"le mücadeledir ve aynı zamanda şirk koşanlarla da mücadeledir. Ama "zalim"le, "mazlum" nasıl ayrılacak?
Kur'ân-ı Kerîm'de buyruluyor:
"Ve katilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu lillâh, fe inintehev fe-lâ udvâne illâ alâ'z -zâlimîn." (Bakara, 2/193) ("Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.")
Şu an fitnecilerle mücadele bütün hızıyla sürüyor. Kıyı bucak "Fethullahçı" aranıyor. Bütün telefonlar, ankesörlüye kadar didik didik ediliyor. Birine ankesörlü telefon çaldırılıp kapansa bile peşine düşülüyor.
Nasıl teşkilâtlanmışlar da devlet uyanmamış. Havsalamız almıyor, diyeceğim ama bile bile göz yumdular.
Bile bile "göz yummak" çok kişinin canını yakıyor. Hükûmet edenler övgüde sınır tanımamışlardı. Herkesi Cemaat'in müesseselerine teşvik etmişlerdi. Onların nazarında "Baş Fitneci", en müttekî, en âlim insandı. Partilerinden milletvekili kadınlar, Okyanus Ötesi'ne sarayında ziyaretine gittiklerinde, Humeynî'nin yanına girer gibi, başlarına şal atıp öyle girmişlerdi. (Tahran'da gittim gördüm. Humeyni'nin yaşadığı ev çok mütevazı. Basit bir öğrenci evi gibi. Evin hemen önündeki cami de, öyle saltanat camisi değil. Basit yapılı mahalle camisi.) "Baş fitneci" de saltanat sürüyor, onunla mücadele ettiklerini söyleyenler de...
"Cemaat"in içyüzü ortaya çıkınca, daha açığı, işin ucu hükûmet edenlere dokununca, kanunlar cevaz verse dahi, kendilerinden olanlar hariç, bulaştığını, meylettiğini, farklı düşündüğünü gördükleri kim varsa üzerlerine geldiler.
Yeni sisteme/rejime geçildiği gün yayınlanan kararnameyle 18 bin 632 kişi işinden atıldı.
Gerçekten "Baş Fitneci"nin peşinden gitmişlerse atılmalılar. Nasıl bir kıstas uygulandığını bilmiyorum. (İhraçtaki tuhaflıkları Odatv'den Müyesser Yıldız, Karar'dan Yıldıray Oğur yazdılar.)
Ben hâdisenin, her zamanki gibi, başka yönüyle ilgiliyim: Kim olursa olsun insan açlığa terk edilmemelidir. Teşbihte hata olmaz "Aç it fırın yıkar." (İhraç edilenler "Öyle de öldüm böyle de..." deyip nasıl yollara saparlar bilmiyorum. 12 Eylül sonrası işsiz kalanların neler yaptıklarını okuyageldik.)
Benim asıl meselem bir gecede işinden atılan, beş parasız bırakılan insanların çocukları... Kim bilir nasıl bir travma içindeler... Açlık da fazlası. Hangi kapıyı çalsınlar?!
"Baş Fitneci"nin peşinden gidenlere idam cezası çıkarın ama geride kalanlar mutlaka devlete kazandırılmalıdır.
Kim bilir kaç emziren kadın, ihracı duyunca sütten kesilmiştir; kaç çocuk feryat içindedir. Biliyorsunuz, Ağrı'da minik Leyla sadece süt içiyordu ve kaçıranlar süt vermedikleri için hayatını yitirdi.
Reis! Eminim, aç çocuk görseniz dayanamazsınız. Oğlunuzun evine uğradığınız bir sıra dışarıda aç köpeği fark edince ve bir salatalık istemiş, Allah'ın yarattığı can hasta olmasın diye elinizde ısıtıp vermiştiniz. Siz öyle merhametlisiniz.
İhraç edilenlerin çocukları devlete küstürülecek mi?
Çok iyi bilirsiniz, geçmişte saltanat sürenler, burada örneğini yazdım, kendisine düşman olanların gözüne mil çektiriyor, boynunu vurduruyor ama çoluğunu çocuğunu himayesine alıyor.
"Fe-lâ utvâne illâ alâ'z-zâlimîn".
Zalimlerle mücadele esastır; çocuklarla değil!
Kaynak Yeniçağ: 'Fe-lâ utvâne illâ alâ'z-zâlimîn' - Arslan TEKİN
***
Başkan Yardımcısı’nın ağzından yeni sistemin kodları
10 Temmuz 2018

Murat Çelik
Vatan Gazetesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni sistemin ilk kabinesini dün gece açıkladı.
Erdoğan Türkiye’yi, 16 bakan ve bir Cumhurbaşkanı Yardımcısıyla birlikte yönetecek.
Yeni sistemin başmimarı
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tek yardımcıyla çalışmayı tercih etti. Bu makama da, eski Başbakanlık Müsteşarı Fuat Oktay’ı getirdi. Oktay’ın yeni dönemde bu göreve getirilmesinin şüphesiz en önemli yanı, devlet yapısını bugünlere hazırlayan kadronun başında yer almış olması.
Tabiri caizse, yeni sistemin başmimarı Fuat Oktay.
200 yıllık yapısal sorunlara cevap
Oktay ile kısa bir süre önce, Çankaya Köşkü’ndeki makamında uzunca sohbet etme imkânı bulmuştum.
Yeni sistemin kurulmasıyla ilgili çok yoğun bir mesainin içindeydi.
‘Yeni sistemin başmimarı’ tanımını, mütevazı bir şekilde reddedip “Bu konudaki çalışmayı çok sayıda arkadaşımızla birlikte yürütüyoruz. Çok insan emek veriyor. Bu bir ekip çalışması. Benim tek başıma yaptığım bir iş değil” demişti.
Devletin yeniden yapılandırılması çalışmalarını koordine eden Fuat Oktay, başında bulunduğu çalışmayı ‘yalın yönetim anlayışı’ olarak özetledi.
Mevcut sistemdeki sıkıntılar konusunda herkesin hemfikir olduğunu hatırlatıp “Başbakanlığın kapatılmasıyla bitmiyor. Yapısal sorunlarımız var. Daha kapsamlı bir anlayışla yeni bir sistemsel tasarım gerekiyor. Bunla hedefimiz, 200 yıllık yapısal sorunlara cevap vermek olmalı” dedi.
15 Temmuz’dan 4 ay önce başladı
Dönemin Başbakanlık Müsteşarı, bugün itibariyle Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay, “Devletin işleyişindeki sistematik yapının düzeltilmekte olduğunu” söyledi ve ekledi:
“Bu çalışmaya aslında çok uzun süre önce başladık. Kimileri 15 Temmuz’dan sonra diye düşünüyor ama yapısal sorunların tespiti ve ortadan kaldırılması için çalışmaya 15 Temmuz’dan 4 ay önce başladık. 2016 Mart’ında yani.”
Hedef beyan esaslı, sıfır bürokrasi
Özetle, “Katma değer sağlamayan işlerden vazgeçildi” diyen Fuat Oktay bürokrasi başlığında şu rakamları verdi:
“Proje bazlı bürokrasi kavramı önemli. Devletin; vatandaşına verdiği 12 bin hizmet kalemi var. Kamuya 10 – 11 bin civarı, iş dünyasına da 6 – 7 bin dolayında. Vatandaşa verilen bu 12 bin hizmet kaleminde toplam 42 bin belge isteniyor. Bunu önce 8 bine, ardından da bin 889’a indirdik. İstenen belge sayısı; vatandaşa verilen hizmetlerde yüzde 80, kamuya ve iş dünyasına olanlardaysa yüzde 55 oranında düşürüldü.”
Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak göreve başlayan Oktay, hedefin ‘sıfır belge’ olduğunu söyledi. Yani ‘sıfır bürokrasi’. Yeni sistemde taşlar yerine oturduğunda, devlet vatandaşının beyanını esas alıyor yani vatandaşın beyanına tam anlamıyla güveniyor olacak.
E- devlet ve performans esası
Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğunda yaptığı çalışmada Fuat Oktay’ın en çok önem verdiği başlıklardan biri de Elektronik Bilgi Yönetim Sistemi, yani e- devletti.
Bu bağlamda ‘Kamu Çalışma Ağı Analizi’ yapıldığını anlattı Oktay. Bu yolla da ‘performans esaslı’ bir anlayışın hakim olacağını…
Aynı bürokraside olduğu gibi, istihdamın da da proje bazlı olması esas alınacak. Her alanda, yurt dışı koordinasyona önem verilecek. Dış temsilciliklerdeki ataşeliklerle bu çerçevede çok daha yoğun ve verimililik esaslı bir koordinasyon sağlanacak. Eylem planları, e – devlet üzerinden anlık takip edilecek ve verimlilik esasına göre gerekirse bazı kurumların kapatılmasında tereddüt edilmeyecek.
Küçük, dinamik, işlevsel, güçlü devlet
Yeni dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay ile Başbakanlık Müsteşarı olduğu günlerde yaptığımız görüşmeden son bir başlık daha aktarayım. Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ne geçişin altyapı çalışmaları sırasında devlette (Genelkurmay Başkanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı hariç) toplam 350 bin birim bulunduğu tespit edilmişti. 125 de çakışan alan… Yani birimlerin birden fazlasının aynı alanda çalışması durumu.
Yazının devamı için
http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1181441-yazar-yazisi-baskan-yardimcisi-nin-agzindan-yeni-sistemin-kodlari/
***
Multipolar dünyanın lideri: Erdoğan
10 Temmuz 2018

Hakan Çelik
Posta
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için kullanılan “Multipolar dünyanın lideri” benzetmesi Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’ya ait. Maduro, Ankara’da Erdoğan’ın görevine başlaması vesilesiyle düzenlenen törene gelmeden önce ülkesinde otomobil kullanırken kaydettiği video mesajında bu ifadeyi kullandı.
Maduro, Türkiye ve Erdoğan’ı Avrupa ve Asya arasında konumlanan yeni bir güç merkezi olarak değerlendiriyor. Erdoğan, uluslararası meselelerde bağımsız bir duruş ortaya koyan ve haksızlığa uğrayan ülkeler yanında yer almaya çaba gösteren bir lider. Birleşmiş Milletler düzeninin mutlaka değişmesi gerektiğini söylerken “Dünya 5’ten büyüktür” demişti.
Erdoğan’ın bu çıkışı dünya düzeninde sesini duyurmak isteyen ülkelerin dikkatini çekiyor. Erdoğan’ın yemin törenine katılan liderlerin çoğu da bu alanda mağdur olmuş ya da haksızlığa uğramış ülkelerden geliyordu. Bir şekilde Erdoğan’ın desteğini alan ve bu yolla sesini duyuran Balkan ülkeleri, Asya ve Afrika’dan çok sayıda devlet adamı Beştepe’deki törene katıldı.
24 Haziran seçiminden sonra Erdoğan’a hitaben yazdığı kutlama mesajında “Sizi tebrik etmek için Türkiye’deki törene gelmek isterim” diyen Rus politikacı Vladimir Jirinovski de Ankara’ya davet edilenler arasındaydı. Jirinovski de tıpkı Maduro gibi uluslararası ilişkilerde Erdoğan’ın önemine dikkat çeken mesajlar paylaşmıştı.
- Reklam -
★
Erdoğan’ın yeni dönemde cumhurbaşkanı olması vesilesiyle düzenlenen dünkü törene aralarında Kosova, Sırbistan, Gürcistan, Bosna Hersek, Sudan, Pakistan, Çad, Gabon’un devlet başkanları ile Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban da katıldı.
Türkiye’den de sivil toplum örgütleri temsilcilerinden iş dünyasına, kanaat önderlerinden sporculara kadar her kesimden yaklaşık 10 bine yakın isim Beştepe’deki tarihî törene davet edildi.
Cumhurbaşkanlığı’nın davetli listesinde İstanbul Rum Patriği Bartholomeos ve Musevi Hahambaşısı İsak Haleva da yer alıyordu.
AB Komiseri Dimitris Avramopoulos dışında Batı Avrupa’dan beklenen katılım gerçekleşmedi.
Yazının devamı için
http://www.posta.com.tr/yazarlar/hakan-celik/multipolar-dunyanin-lideri-erdogan-2023057
***
Başkanın adamları
10 Temmuz 2018

Kemal Can
Cumhuriyet
Çorlu’daki tren kazası nedeniyle işin gösteri tarafı ertelendi ama Erdoğan’ın yemin töreni 24 Haziran sonrasında ortaya konmayan zafer havasını vermek için tasarlanmıştı. Ülkenin yarısının başkanı, kendisini seçen, iktidarda tutan kalabalık için seçim öncesinde ve sonrasında sağlanamayan tatmini bu törenle temin etmek istedi. “İtibarın tasarrufu olmaz” anlayışının bütün özelliklerini yansıtan, mehterle başlayıp dua ile biten tören, yıllardır tatmin olmayan rövanşist atakların belki de en kapsamlısıydı.
İktidar yanlıları kadar muhalif olanlar da, “Bir dönemin sonu, önemli bir tarihi eşik” hissiyatına katılsın diye bütün semboller itinayla seçilmişti. Açıkçası ülkenin yarısı pozitif, yarısı da negatif bir anlam yükleyerek bu hissiyatı paylaştı. Erdoğan’ın gazetecilere “Bana artık başkan diyebilirsiniz” demesi ve “81 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım” sözünün, bir açılım niyetinden çok kabul etme zorunluğu vurgusu da, yeni dönemin ruhunu biçimliyor.
Hemen her seçimden sonra yapılan onlarca balkon konuşması dinlemiş ve sonra yaşananları izlemiş olanlar için bir yenilik içermeyen konuşma, referandumda ve seçim kampanyasında da olduğu gibi başlayacağı söylenen şahlanışı şimdiye kadar neyin engellediğine bir cevap vermedi. Demokrasiden büyümeye kadar geniş vaatlerin ne için beklediği, iktidar kibrinden ötekileştirmeye kadar bu kadar sorunun nasıl biriktiğini de açıklamadı. Elbette “ülke tarihinin en önemli günü” olmasının nedeni de önümüzdeki günlerde netleşecek. Kabinenin açıklanacağı saatin bir buçuk saat sarkması da, yeni sistemin hızlanması iddialarıyla ilgili fikir veriyor.
Meclis denetiminden ve siyasi sorumluluktan azade olacak yeni sistemin kabinesindeki bakanlara bakılınca da, konuşmanın cevap veremediği “Şimdiye kadar neden yapmadınız” sorusu daha da önem kazanıyor. Ekonomi, Adalet, Dışişleri ve İçişleri bakanlarının Berat Albayrak, Abdulhamit Gül, Mevlüt Çavuşoğlu ve Süleyman Soylu olarak açıklanmasına, Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak da Başbakanlık Müsteşarı Fuat Oktay’ın ve Milli Savunma Bakanı olarak Hulusi Akar’ın isimleri eklenince, neyin değiştiğini anlamak zorlaşıyor. Kalan bakanların seçim kriterlerinde de, zaten gözde bürokratların tercih edilmesi bir olağanüstülük ve farklılık içermiyor.
Açıklanan isimler Türkiye’yi şahlandıracak süper bir kabine görüntüsü vermediği gibi, şimdiye kadar Erdoğan’ın büyük ölçüde belirlediği politikaların ana yürütücülerinin ve rotanın değişmediği görülüyor. Hatta, ekonomi yönetimi Berat Albayrak’a verilerek iyice aile içine alınıyor. Soylu’nun seçim sonrası performansının Erdoğan tarafından nasıl bir onay aldığının anlaşılması da, yumuşama iddialarının ne kadar boş olduğunun işareti. Dış politikada yeni bir perspektif yerine yine düşük profil tercihi gündemde. İcracı bakanlar konusunda da şapkadan çıkan bir tavşan yok. Beklendiği ve açıklandığı gibi MHP de kabinede yer almadı. Ancak, Erdoğan’ın özel teşekkürüne ve ittifakın devamı taahhüdüne mazhar oldu.
Yazının devamı için
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1022094/Baskanin_adamlari.html
***
Türkiye tarihinin yeni dönemi…
10 Temmuz 2018

Cemil Ertem
Milliyet
Türkiye bugün itibarıyla başkanlık sistemini çalıştırmaya başladı.
Dün yapılan yemin töreni ve açıklanan kabine, Cumhuriyet tarihimizdeki en önemli başlangıçlardan biri olarak tarihe geçmiştir.
/* */
Bu anlamda 9 Temmuz 2018 Cumhuriyet tarihindeki müstesna yerini almıştır.
- Reklam -
Türkiye’nin bu tarihi adımı ve başkanlık sistemine geçiş kaçınılmazdı. Ancak zamanlama açısından da tam zamanı diyebiliriz. “Dün erkendi, yarın çok geç, bugün tam zamanı…”Bu çok ünlü deyiş, Türkiye’nin bu tarihi adımını anlatır mı bilmiyorum ancak, bu geçiş için, “Yarın çok geç olacaktı” diyebilirim.
Neden şimdi?
Öncelikle ilk sanayi devrimiyle başlayan (18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl) ve iki yüzyıla yakın bir zaman diliminde, Britanya’nın sömürgeci önderliğinde, şekillenen süreç dahil olmak üzere, 20. yüzyılın büyük krizlerini, savaşlarını ve bütünüyle Soğuk Savaş’ı kapsayan tarihsel evre şu sıralar sona eriyor.
Avrupa tarafına önce sanayi devriminin ilk sarsıcı dalgaları geldi, sonra Avrupa’nın imdadına Soğuk Savaş’ın yıkılan duvarları yetişti. Başta Doğu Almanya olmak üzere, “Demirperde” ülkeleri Avrupa’nın merkez ülkeleri tarafından ilhak edildiler ve bu tarihi geçiş, Avrupa Birliği’nin krizini geçici bir süre erteledi. Ama Avrupa için bu zaman da doldu. İngiltere’nin Brexit sürecini, hiç şüpheniz olmasın ki, güney Avrupa dalgası takip edecektir. İtalya, Portekiz, İspanya ve hatta Fransa bugün AB’de geçerli olan para ve maliye sistemiyle devam edemez.
Euro, gerçekte AB’nin parasal bütünlüğünü sağlayan bir para birimi olarak doğmadı, tam aksine, euro’nun iki işlevi vardı. Birincisi, 2. Dünya Savaşı sonrası geliştirilen ve genel eşdeğeri (Temel Rezerv Parası) dolar olan Bretton-Woods sistemi topallamaya başlamıştı ve euro doların koltuk değneği olma işlevini üstlendi. İkincisi ise, başta Doğu Almanya olmak üzere, Demirperde ülkelerinin yükünü üstendiği düşünülen Almanya’nın, kurtarıcısı olarak, AB içindeki parasal sömürü ve egemenlik aracı olma işlevini üstlendi Euro para sistemi.
Böylece Eurozone diye bir kavram çıktı ve bu kavram, başından beri -Britanya hariç olmak üzere- Almanya hegemonyasında bir AB tanımlıyordu. Böyle bir AB’nin ilk ekonomik krizle birlikte çözülmeye başlayacağı, Türkiye gibi güçlü eksen ülkeleri ısrarla dışarıda tutacağı çok belliiydi. Nitekim öyle de oldu; önce İngiltere Brexit sürecini ilan etti ve bu sürecin şimdi kaderi Türkiye’nin ellerindedir. Çünkü başkanlık sistemiyle güçlenmiş, karar alma mekanizmaları ve devlet refleksleri hiçbir gecikmeye yol açmayacak bir Türkiye var artık.
“Başkanlık” sistemine geçişle “ekonomi” öncelikli gündem olacak. Yapısal sorunlara çözüm için “acil reform programı” yolda
Yeni bir dönem…
Bu açıdan Türkiye’nin dün başlayan yeni dönemini AB için de yeni bir dönem olarak anlatabiliriz. Ama yalnız AB için bunu söylemek yetersiz olur. Örneğin, büyük ölçüde, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD önderliğinde oluşturulan ve Soğuk Savaş koşullarında olgunlaşan NATO, BM gibi örgütler ve bu örgütlerin şimdilerde temsil ettiği paradigma için de aynı şeyi söyleyebiliriz: “Türkiye’nin bu tarihi adımı, tarihi Atlantik uzlaşısının da sonunu gösteren bir gelişmedir. Pasifik Asya’nın 90’ların sonunda belirginleşen ve giderek hızlanan ekonomik yükselişi tam şimdi, Avrasya tarafına, Türkiye üzerinden gelmeye hazırlanıyor. Bunun için Çin’in, yüzyılın en büyük dönüştürücü projelerinden biri dediği “Tek kuşak, tek yol” projesinin iktisadi ve siyasi olarak yapıcı ülkelerinden biri bugün Türkiye’dir. Öte yandan, Rusya ve diğer Ön Asya ülkelerinin enerji kaynaklarını Akdeniz, Karadeniz ve Anadolu yarımadası üzerinden Avrupa ana karasına ulaştıracak yegâne ülke Türkiye’dir.
Yeni sanayi devriminin temel dinamiği teknolojinin yatay paylaşımı ve yoğun talebi, yaygınlaştırılması üzerinden temellenmektedir. Böyle olunca, genç dinamik, teknolojiye kolay erişen hatta onu yeniden üreten nüfus bileşenlerine sahip Türkiye gibi ülkeler bu dönemde avantajlıdır. Türkiye’nin başkanlık sistemi, ekonomide bu dinamiği yakalayarak onu doğrudan üretim potansiyeline dönüştürecek kurumları ve yatırım ortamlarını geliştirmeye elverişlidir.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Türkiye, başkanlık sistemine geçmek için biraz daha geç kaysaydı, yeni sanayi devrimi trenini de kaçırmış olacaktı.
Zarfa değil, mazrufa bak!
Bu açıdan, dün açıklanan kabineyle ilgili yorumlarda eskinin alışkanlıklarını devam ettirmeyelim. Eski parlamenter sistemde kişiler, çoğu kere, sistemin önüne geçiyordu. Örneğin, karşınızda bir duvar gibi duran “bürokratik oligarşiyi” aşma becerisini, kişisel inisiyatifi ve siyasi öngörüsüyle, aşma becerisini gösteren bakanlar başarılı oluyordu. Şimdi sistemin kendisi bunu yapıyor.
Oluşturulan Cumhurbaşkanlığı kurumları dinamik bir devlet işleyiş mekanizması vaat ediyor.
Bu açıdan yeni sistemde isimler değil, kurumlar tartışılmalıdır. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Strateji ve Bütçe Başkanlığı böyle bir kurumdur. Bu kurum, bütçeyi yapacağı gibi, geçmişteki Kalkınma Bakanlığı’nın (Daha önce DPT) işlevlerini üstlenecektir. Ekonomiyle ilgili bakanlıkların (bakanların) ise çok isabetli olarak, Türkiye’nin yeni yol haritasına uygun ve yapısal sorunlarını kökten çözmeye dönük olarak belirlenmiş olduğunu görüyoruz.
Yazının devamı için
[NOT: Yazar Cumhurbaşkanlığı ekonomi başdanışmanıdır]
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cemil-ertem/turkiye-tarihinin-yeni-donemi--2703682/
***
YENİ KABİNEDE ONLAR YOK
Bir önceki kabinede yer alıp yeni kabinede bulunmayan isimler şu şekilde:
Binali Yıldırım, Bekir Bozdağ, Mehmet Şimşek, Fikri Işık, Recep Akdağ, Hakan Çavuşoğlu, Fatma Betül Sayan Kaya, Ömer Çelik, Faruk Özlü, Julide Sarıeroğlu, Mehmet Özhaseki, Nihat Zeybekci, Osman Aşkın Bak, Ahmet Eşref Fakıbaba, Bülent Tüfenkçi, Lütfi Elvan, Numan Kurtulmuş, Naci Ağbal, İsmet Yılmaz, Nurettin Canikli, Veysel Eroğlu, Ahmet Demircan, Ahmet Arslan.
***
Başkan
TÜRKİYE'Yİ ve içinden geçtiği GÜZERGAHI çok kez anlatmaya çalıştım.

Ergün Diler
Takvim Gazetesi
10 Temmuz 2018 |
TÜRKİYE'Yİ ve içinden geçtiği GÜZERGAHI çok kez anlatmaya çalıştım. Yine çok kez İPEK YOLU'nu aktarmaya gayret ettim. PARANIN akış yönü değişince dünyadaki bütün siyasi yapıların bile değişebileceğini biliyordum çünkü.
Elime geçen son kitap PAMUK İMPARATORLUĞU... Sven Beckert'in eseri. Mükemmel.
PAMUK ile nasıl KAPİTALİZMİN kurulduğunu görüyorsunuz. Pamuk, üretimi ve tüketimi belirlerken aynı zamanda DÜNYANIN ne olacağına da karar veriyor. Şimdi de buna benzer bir durumla karşı karşıyayız.
Dünyanın akışı DOĞU'dan BATI'ya doğru! Ancak buna itiraz olanlar var. Kavga da bu zaten. Biz de mücadelenin tam ortasındayız. İstesek de istemesek de etkileneceğiz. KAÇIŞ yok. Kimse de kaçamaz...
Durum kısaca böyle. Bu evrede TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ kendine format attı. Gerek duydu. Belli ki; eski kurallarla yeni oyunda yer almak istemedi. Değişerek uyum sağlama çabası içinde. Bu net olarak ortada. Bugüne ve geleceğe bu kapıdan bakmak gerekmekte. Yoksa yapacağımız her tanım eksik olacak...
NEYSE... NATO'ya gelelim.
ABD'ye bakalım. Kavgayı izlemeye devam edelim... Yazılan çizilen çok şey var. Güzel bir özet aldım. Paylaşayım...
İPEK YOLU ve büyük mücadeleden kopmadan gidelim...
Trump fitili ateşledi ve ÇİN'e karşı TİCARET SAVAŞI başladı.
Geçtiğimiz hafta nedeni yazdım, daha doğrusu bir kısmını...
Açarak yürüyelim...
ABD, Çin'e karşı başlattığı ticaret savaşında asıl plan Akdeniz'in sahibi olmak. PEKİ BU NASIL OLACAK? ABD'li şirketler Çin'de çok ucuz maliyetle üretim yaptırmakta.
ALTERNATİF GEREKİYORDU.
Bu bulundu! ABD, Çin'de yaptığı üretimi yine düşük maliyetli olarak Fas, Tunus, Cezayir ve Mısır'da hayata geçirecek. Trump bu hamleyi yaparken Çin'in gardını yere indirecek, Yeni İpek Yolu için de merkezi Washington'a çekecek. OLAY KABACA böyle...
PEKİ BU NASIL OLACAK?
Kuzey Afrika ülkelerinin önemi, Akdeniz'deki petrolden sonra arttı.
Mısır 70 dolar, Cezayir 130 dolar, Tunus 140 dolar, Fas 200 dolar olan aylık asgari ücret rakamları, ABD'nin üretim üssü olmaları için çok uygun.
Bu 4 ülke büyürken, Çin gerileyecek, frene basacak! 4 ülke de Akdeniz'de Washington'ın tüm planlarına 'Evet' diyecek. Bu büyük planın yüzde 40'ı tamamlandı. Şimdi Çin'e karşı uygulanan verginin yasallaşması bekleniyordu. Bu da gerçekleşti.
Aylardır hazırlanan Mısır, Cezayir, Tunus ve Fas üretime başlamak üzere. APPLE'ın bile üretim üssü Mısır olacak. ABD'nin bu planını engelleyebilecek bir oluşum yok.
Eğer karşı çıkan olursa, Akdeniz'deki NATO ve Amerikan üsleri devreye girecek. Rusya'da ABD'nin planlarına "dur" diyebilecek güç olmadığına göre Akdeniz, Amerikan petrol yatakları gibi algılanabilir artık...
Daha önce çok yazdım.
İKİNCİ BÜYÜK SAVAŞ'tan sonra yatırımlar ALMANYA ve JAPONYA'ya gitti. Bombaların atıldığı yerler büyüyordu. Garip bir oyundu. Daha sonra aynı oyun ÇİN'e taşındı. Orası ayağa kaldırıldı. Ancak ÇİN koştu. Depar attı. Rekor kırdı.
Günün sonunda İPEK YOLU'nu kendi başına yapmaya karar verdi.
Çin'in performansı Washington'ı dışarıda tutuyordu. Yani ABD'yi çöküşe götürüyordu. SAVAŞLAR hep bombayla olmazdı.
Ticaretle ABD'yi toprağa gömeceklerdi. Aslında Çin'in Yeni İpek Yolu'nu ABD dışında kurgulaması anlaşılabilir bir durumdu.
Ancak ABD'nin buna sessiz kalması ihtimal dışıydı ve öyle de oldu.
Çin ekonomik olarak çok güçlü gibi görünse de gerçek böyle değil.
Çin elindeki her 5 doların 3 dolarını kullanmak için ABD'nin onayını almak zorunda.
Çünkü uluslararası bankacılık sisteminde tek patron Washington.
Bunu Pekin de gayet iyi biliyor.
ABD ile ticaret savaşı, Çin için büyük risk. O nedenle ciddi bir güç ve ülkeler birliği gerekiyor. Şangay Örgütü'nün ABD'ye karşı açık bir savaşın içinde olmayacağını düşünürsek, Çin için tek çıkar yol Yeni İpek Yolu projesinde Washington'ı büyük ortak olarak kabul etmek. Zaten satranç da bu nedenle oynanmakta...
Eğer ABD planını uygulayabilirse işler tamamen değişecek.
TEK GÜÇ OLARAK YOLUNA DEVAM EDECEK! Çin'i bitirerek hem tek süper güç olacak hem de Akdeniz'deki enerjiyi kullanarak Avrupa, Ortadoğu ve Asya'yı yönetecek. Rusya, Çin'i uyardı.
Hatta Putin bizzat Çin lideri Cinping'i aradı. Ticaret savaşının boyutlarının sıradan olmadığını anlattı.
Ancak Çin, yeni düzenle birlikte artık geride kalmak istemediklerini ve ABD ile karşı karşıya gelecekleri günü yıllardır beklediklerini söyledi.
Amerikan ticaret sisteminin kuralları da yeniden yazılacak.
Akdeniz ülkelerinden gelecek mallara uygulanacak vergiler yüzde 10'a indirilecek. Özellikle Kıbrıs da bu sistemin bir parçası olacak. Kıbrıs'ta kurulacak yeni üretim tesisleriyle birlikte çok daha güçlü, çok daha etkin bir yapı, Avrupa'nın tüketim ihtiyaçlarını da karşılayacak.
Mısır, Cezayir, Tunus ve Fas da NATO'nun üsleriyle birlikte yeni bir modele geçecek. Bölgede en büyük askeri güç NATO olacak. Mısır, Cezayir, Tunus ve Fas güçlendikçe, NATO'nun taleplerine karşı çıkmayacak. Tunus önceleri bu plana karşı çıkıyordu. Ancak süreç öyle bir şekilde ilerlemeye başladı ki, Tunus'un karşı tarafta durması ülkenin ulusal güvenliği için bir risk oluşturacaktı.
NATO, yenilenmek zorundaydı ve yenileniyor. Eski sistem, NATO'nun ağır hareket etmesini sağlıyordu.
Yeni sistemle birlikte çok hızlı hareket edecek bir NATO, birçok ülkede etkin olacak. Amerika Birleşik Devletleri'nin istediği de buydu. Tabii bu yenilenme için büyük bir paraya gereksinim duyulacak. İşte orada da devreye Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri girecek. Bu iki ülke, Washington'ın planlarına maddi destek verme konusunda hiç problem çıkarmadı.
Hem de Akdeniz'deki petrolden hiçbir talepte bulunmadan onay verdiler. Şimdi ABD ile birlikte hareket eden Suudi Arabistan, geleceğini kurtardığını düşünse de Akdeniz'deki plan tamamlandıktan sonra asıl problemi kendi yaşayacak. Çünkü Suudi Arabistan kesinlikle bölünecek.
Bu sayede etkinliği olan, petrolü olan bölge Arabistan'ın en güçlü ülkesi olacak. Yani bugünkü Suudi Arabistan.
Ancak küçülmüş olduğu için daha kontrol edilebilir olacak. Asıl ilginç olan ise Veliaht Prens Selman da ülkenin bölüneceğini ve yüzölçümü olarak küçük bir alanın kralı olacağını bilmesi.
Ayrıca itirazı olmadan da kabul etmesi.
Tabii ki ABD büyük güç, tabii ki Washington cesur. Ancak bir ülkenin lideri bölünmeyi kabul ederek adım atması şaşırtıcı.
Yemen, İran'la olan yakınlığı nedeniyle ikiye bölünecek. Husiler'in olduğu bölge yokluk içinde hayatta kalmak için çabalayacak. Bu kararlar alındı ve adım adım işleniyor.
Anlayacağınız bugünlerde Akdeniz'e sınırı olmak büyük bir şans...
ABD, geçmişte sessiz kaldığı bölgelere şimdi NATO'nun gücü ile gelmeye karar verdi. O nedenle NATO'nun etkinliğinin arttığı bir döneme doğru ilerliyoruz.
Avrupa bu konuda çok sessiz.
Avrupa Birliği kendi NATO fikrini hayata geçirmek için adım attı.
Ancak Almanya'nın geri planda kalması halinde bu etkin bir güç olamaz. ABD, Almanya'yı da hedefe aldı. Atılan adımların tamamı Almanya'nın Avrupa Birliği'nde bir güç olarak kalmaması yönünde.
Almanya'da zor kurulan hükümetin dağılması an meselesi. Orada da Washington'ın ayak izleri var.
Tüm bunlar olurken BAŞKAN ERDOĞAN, NATO ZİRVESİ için Brüksel'e gidiyor...
YENİ SİSTEMİ HAYATA GEÇİRDİKTEN SONRA.
YENİ DÜNYA DÜZENİ için herkes elinden geleni yapıyor.
TÜRKİYE, KİLİT ÜLKE.
Hatta eskisinden çok daha güçlü bir şekilde...
Dün ANKARA bunu ilan etti...
HAYIRLISI... Devamını Oku https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/07/10/baskan?utm_source=partners&utm_medium=gazeteoku.com&utm_campaign=feed
***
ŞU SON İKİ YORUM İLE BİTİRELİM:
Süleyman Karagülle Merkezi Yönetim 9.7.2018
|
Bu yazı Fehmi Koru’nun 09.07.2018 tarihli yazısına yorum olarak kaleme alınmıştır. Yazının linki aşağıda yer almaktadır.
http://fehmikoru.com/yeni-sistemde-bakanlar-onlari-talihli-mi-saymaliyiz-yoksa/
İlk merkezi yönetim Mısır’da başlamıştır. Görünürde tüm yönetim Firavunun elinde idi. O günkü imkânlar içinde merkezi yönetim birliğin sağlanması için gerekli idi çünkü yapılan işler sınırlı idi. Halk tarım yapıyor ürünleri Firavuna satıyor, Firavun da yıl içinde onlara satıyordu. Kışın insanlar boş durmasın diye ehramlar yapılıyordu.
Bugün ise üretim çeşitleri binlere değil milyonlara varmıştır. Merkezi yönetimlerle sorunların çözülmesi mümkün değildir. Sermaye yetkileri bir elde topluyor. Nasılsa bir kişi seksen milyonu yönetemez, onun adına devleti kendisi yönetecektir. Zaten bugün yönetiyor. Parlamenter sistemde de ekseriyet sisteminde de benzer uygulama vardı.
Tek çözüm vardır, o da yerinden yönetim sistemidir. Türkiye yüze yakın il devletçiklere ayrılacak. Yani yüz devlet olacak. Bu ülkeyi bölmez çünkü yüzde bir hiçbir zaman devleti tehlikeye sokmaz. Eyalet sisteminden tamamen farklıdır. Devlet dış savunmayı yapacak. İller ise iç güvenliği sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı seçilmiş valilere emredemeyecek. İlleri yönetmeyecek, illere hizmet edecek.
İller de yüze yakın bucaktan oluşacak. Her bucak bağımsız bir site devleti olacak. İç işlerine merkez karışmayacak. Her il kendi şir’asını (hukukunu) kendisi oluşturacaktır. Hakemler bucaklarda karar alacaklar. Hakem kararlarını ildeki güvenlik güçleri infaz edecek. Halk askere gidecek, vergisini verecek. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi deyimi fasih değildir. Türkçe zincirleme isim tamlaması fasih değildir. Türkçü olduğunu iddia edenler Türkçe bilmiyor.
Biz şimdi bir semt oluşturmaktayız. Yarın on semt olursak bucak kooperatifini kurmuş ve şeriat düzeninin tohumunu atmış olacağız. AK Parti buna mani olmaz, o zaman buna destek olur.
***
Süleyman Karagülle Şeriat ne der? 8.7.2018
|
Bu yazı Fehmi Koru’nun 08.07.2018 tarihli yazısına yorum olarak kaleme alınmıştır. Yazının linki aşağıda yer almaktadır.
http://fehmikoru.com/aman-bu-olanlar-bizden-uzak-dursun-siyaset-oc-almaya-donusmesin/
Ben bir haberi okuduğum zaman hemen şunu düşünürüm Kur’an düzeninde bu olay nasıl çözülür. Fıkıhta yerini bulur içtihadını yaparım. Benim iki yazara yazdığım yorumlar bu amaçlıdır. Buna göre okumanız gerekir. Tabii okuyan varsa onlara söylüyorum.
Kur’an düzeninde her bucak (kabile) ayrı bir devlettir. Uluslararası ilişkiler hukuku geçerlidir. Bir bucağa girebilmek için oranın sakinlerinden birinin seni konuk olarak kabul etmesi gerekir. Bu kabul beyanla olabildiği gibi zımnen de olabilir. Bucak sakini istediğine yıllık giriş çıkış izni verebilir. Bunun için muhasebeye bildirilir. Artık o bucağın girişinde onun misafir olarak girebileceği kaydı olur.
Konuk olarak kabul eden bucak sakini bunu bucak dayanışması adına kabul eder. Yani o bucağa giren artık o bucağın o dayanışmasına girmiş olur. Kendisinin güvenliğini o dayanışma sağlar. O bir suç işlerse o dayanışma tazmin eder.
İşletmeler ortaklık şeklinde işletilir. Hiçbir işletme müşterilerine farklı işlem yapamaz. Tüccar mağazadaki mallarını aynı fiyatla herkese satmak zorundadır. Fiyatları yükseltir veya düşürebilir. Buna başka diğerine başka fiyatla satamaz. Lokantayı işleten de aynı şekilde herkese eşit muamele yapmak zorundadır. Kimseye git diyemez. Diyen olursa kovulmak isteyenin dayanışması devreye girer ve işyeri hakemler kararı ile kapatılır.
Eğer söylediğimi anlamakta zorluk çektiyseniz birkaç defa okursanız çok basittir, anlarsınız. Kur’an düzeninde çözümü olmayan sorun yoktur.
Yalnız dayanışma ortaklıkları davacı ve davalı olabilir. Yaptırımı ise yalnız bucak yönetimi yapar, merkezi yönetim bucağın iç yapısına müdahale edemez. Devlet başkanı dahil sakinlerden birinin daveti olmadan o bucağa giremez.
*
ŞU DA OKUNMALI:
http://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/9399/SonEk/0/Suleyman-Karagulle/Hukuk-devleti-degil
***
“Şimdilik bu kadar!” diyor, tekrar-lı-yorum:
Her şeye rağmen, her şey hayırlı olsun…
Allah devlet ve millete zeval vermesin…
Görelim MEVLAM neler eyler…
Mevla neylerse güzel eyler…
Ve’s-SELAM mea’d-DUA…